26.2 C
İstanbul
Cuma, Haziran 13, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 37

Polietilen Atık İthalatı Etkin Denetimle Serbest

Ticaret Bakanlığı, Plastik/ Polietilen atık ithalatına getirdiği yasağı, etkin denetim kriterleri belirleyerek kaldırdı. Sıkı denetimin öne çıktığı yeni düzenlemeye göre Türkiye’de faaliyet gösteren 1350 geri dönüşüm firmasının tüm lisansları sil baştan gözden geçirilecek.

Atık ithalatında suistimalin önüne geçebilmek için teminat mektubu zorunluluğu getirildi. Teminat mektubu ile aynı zamanda çevresel kaygılara yol açan merdiven altı firmaların elenmesi hedefleniyor. Eskiden, ithalatçı firmalar; kırma makinesiyle elde edilen üretim kapasitelerinin en fazla yüzde 50’si kadarını ithal edebiliyor, kalan kısım yurt içinden tedarik ediliyordu. Yeni düzenlemeye göre ise kırma makinesi kapasitesiyle değil daha büyük yatırım gerektiren ve daha katma değerli ürün aşaması olan ısıl işlem kapasitesi baz alınarak ithalat oranı belirlenecek. Ticaret Bakanlığı’nın yeni düzenlemesine göre firmalar daha çevreci geri dönüşüm için gerekli makine-ekipmanları bulundurmak zorunda olacak. Ayrıca ithal edilen atığın takibi için tehlikeli atık taşımacılığında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kullandığı Mobil Atık Takip Sistemi (MoTAT), plastik atık ithalatında da kullanılacak. Böylece ithal atıklar, limandan fabrikaya gidene kadar çipli sistemle takip edilecek. Ürünün gerçekten fabrikaya mı yoksa beyan dışı bir yere mi gittiği tespit edilebilecek. Söz konusu düzenlemeler piyasada ‘çantacı’ olarak tanımlanan, ürün ithal ettikten sonra geri dönüştürmeyip ticaretini yapanların engellenmesini hedefleniyor.

Yeni kriterler sektöre çeki-düzen verecek

Polietilen atık ithalatına konan yasak yerine etkin denetimi savunarak sıkılaştırılmış yeni bir mevzuatla geri dönüşüm sektörünün önünün açılmasını savunan PAGEV Başkanı Yavuz Eroğlu, bu amaçla Ticaret Bakanı Mehmet Muş, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Mustafa Varank, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ile bir dize görüşmeler gerçekleştirdiklerini hatırlatarak şöyle konuştu: “TOBB Plastik Kauçuk Kompozit Sanayi Meclis Başkanı ve PAGEV Başkanı olarak1.5 aydır çeşitli denetim mekanizmaları üzerinde ilgili bakanlıklarımız, TOBB Atık Sanayi Meclisi ve STK’larla birlikte çalışıyorduk. Geldiğimiz noktada polietilen atık ithalatında yeni düzenlemeleri içeren tebliğe son hali verildi ve yasak Bakanlığımız tarafından kaldırıldı. Çevresel kaygıları ortadan kaldırmak için etkin denetimi öne çıkararak, suistimalleri azaltmayı hedefleyen yeni düzenleme geri dönüşüm sektörü için olumlu bir adım olmuştur. Mevzuatın yürürlüğe girmesiyle atık ithal eden 1350 firmanın sayısı kriterlere bağlı olarak düşecektir. Çevresel sorunları ortadan kaldırmayı hedefleyen yeni düzenleme, geri dönüşüm sektörünü kontrollü hale getirecektir. Türkiye’de kağıt, demir-çelik atıkda ithal ediliyor ama orada sorun yok çünkü firma sayısı kontrollü ve lisanslar kriterlere bağlı olarak dengeli verilmiş. Bu anlamda yeni düzenlemeyle plastik geri dönüşüm sektöründe gerçekleştirilecek lisans rehabilitasyonu önemli olacaktır. Teminat mektubu zorunluluğuyla da işini layıkıyla yapabilecek etkinliğe sahip, kapasite ve ekipmana sahip firmalarla yola edilmesi sağlanacak. Bankalar tarafından geri dönüşüm firmalarına verilecek teminat mektubuyla da merdiven altı firmaların elenmesi sağlanacak.

Yasak kararı 547 milyon dolara mal oldu

Polietilen atık ithalatına getirilen yasağın 45 günde, 547 milyon dolara mal olduğunu belirten Eroğlu, ithal atıklar arasında özellikle polietilenin seçilip yasaklanmasının manidar olduğunu hatırlatarak, petrokimya kartellerinin arzı kısıp hammadde fiyatlarının dolar bazlı ortalama %150’yi aşan oranda zamlanmasına yol açtığını anımsatarak şu görüşlere yer verdi: “Plastik sektörü olarak boykot kararı alıp, geri dönüştürülmüş hammaddeye yöneldikten hemen sonra polietilen atık ithalatına yasak kararının çıkması zamanlama açısından manidardı. Boykotumuzla, petrokimya tesislerinden hammadde alımını durdurmamız ve geri dönüştürülmüş hammaddenin daha fazla tercih edilmesinin de etkisiyle 3 ayda orijinal hammadde fiyatları minimum %30 geriledi. Plastik sektörü olarak bizler fiyatları düşürmek için mücadele verirken, atık ithalatına yasak kararıyla yurt içinde üretilen orijinal polietilenin fiyatındaki düşüş durdu. Türkiye’nin aylık hammadde ithalatı göz önüne alınırsa 45 günde petrokimya şirketlerince üretilen polietilenin fiyat düşüşün yavaşlaması ile tahminen orijinal polietilene fazladan 69 milyon dolar ödemek zorunda kalındı. Yasağın toplam maliyeti ise 547 milyon dolar oldu. Geri dönüştürülen polietilende atık ithalat fiyatı kilogram başına 1,6 TL iken, bu atıklar geri dönüştürülüp hammaddeye dönüştüğünde 6 liraya satılıyor. Petrokimya tesislerinden alınan polietilenin kilogram fiyatı ise 16 TL civarında. Yani aradaki fiyat farkı neredeyse 3 katı. Yurt dışından 2020 yılında 438 bin ton polietilen atık ithal edildi ve bunlar uygun fiyatla alındığından tüketicilerimize uygun fiyattan ürünler ulaştı. Geri dönüştürülmüş hammadde bulamayan sanayici, petrokimya tesislerine fazladan 547 milyon dolar ödedi. Maalesef bu maliyet artışları tüketiciye enflasyon olarak döndü.

Çoruh Edaş, Rize Sel Felaketinde Görev Başında

Rize’de geçtiğimiz günlerde meydana gelen sel felaketinde Çoruh Elektrik Dağıtım A.Ş. (Çoruh EDAŞ) ekipleri, sel felaketinin ilk anından itibaren kesintisiz enerji arzı için bölgede çalışmalarına başladı. Rize’de 13 Temmuz Salı gecesi itibariyle etkili olmaya başlayan sağanak yağışta hasar gören tüm ilçe ve beldelerde gece gündüz çalışmalarını sürdüren Çoruh EDAŞ, arama kurtarma çalışmalarına destek olmak amacıyla da jeneratörlerle sahada yer aldı.

Rize ilçelerinde etkili olan şiddetli yağış sonrası yaşanan sel felaketinde birçok ilçede cadde ve sokaklar sele teslim olurken Rize Merkez, Çayeli ve Güneysu ilçesinde başlayan sağanak yağış ilerleyen saatlerde dere taşkınlarına ve su baskınına sebep oldu.

Sel felaketinin ilk anından itibaren bölgede bulunan Çoruh EDAŞ ekipleri sel felaketinde kesintisiz enerji sağlamak için gece gündüz demeden çalışmalarına devam etti. Rize Merkez, Güneysu ve Çayeli ilçelerinde meydana gelen sel felaketinden 288 trafo etkilenerek 23 bin 040 abonenin enerjisiz kaldığını belirten Çoruh EDAŞ, ilk günün sonunda etkilenen trafo sayısını 16’ya kesintiden etkilenen abone sayısını ise 1019’a düşürdü. Kapalı olan yolların açılmasıyla birlikte çalışmalarına devam eden Çoruh EDAŞ, 9 trafoya daha enerji sağlarken kesinti yaşayan 226 abone için saha çalışmalarına ara vermeyerek 17 Temmuz Cumartesi sabahı itibariyle kesintisiz enerji arzını sağladı.

AIrCar, Softtech Teknolojisiyle Gökyüzünde

Softtech’in teknoloji yatırımcısı olduğu, ilk prototipi ve deneme uçuşu 2021’in Şubat ayında tamamlanan uçan araba AirCar’ın geliştirmeleri devam ediyor. Softtech,  insan kaynağı ve yatırım desteği ile uçan arabanın tam otonom uçuş ve yapay zeka sistemlerini geliştiriyor. Elektrikli ve yüzde 100 otonom bir araç olarak tasarlanan AirCar’ın tek yolcu kapasitesi ile 80 kilometre, iki yolcu kapasitesi ile 50 kilometre menzil yapması hedefleniyor.

Teknoloji alanında yaşanan gelişmeler her geçen gün dünyayı uçan arabaların gökyüzünde dolaştığı bir geleceğe daha da yaklaştırıyor. Türkiye’nin öncü teknoloji şirketi Softtech bu heyecan verici geleceğe teknoloji partneri olduğu AirCar ile destek veriyor. 2019 yılında Softtech’in yazılım geliştirmeleri iş birliği ile yol arkadaşı olduğu uçan araba AirCar’ın ilk prototipi tamamlandı. Uçan arabanın tüm otonom sistem yazılımlarını geliştiren Softtech, mimari kurgudan Ar-Ge çalışmalarına; sistemlerin donanımla entegrasyonuna kadar olan tüm süreçlerinde yer alıyor. Softtech ayrıca AirCar’ın iş modeli ve pazara girişinin kurgulanması, yatırım planlama ve yatırımcı görüşmelerinin gerçekleştirilmesi alanlarında da destek veriyor.

Dünyada yılda ortalama 97 saat trafikte kaybediliyor. AirCar ise şehir içi ulaşımda kaybedilen zamanı kullanıcılarına geri vermek ve karbon emisyonunun düşürülmesine katkı sağlamayı hedefliyor. Yeşil şehirlerde yaşamak için hayata geçirilen AirCar ayrıca hızlı ve havadan ulaşımı şehirde yaşayan herkesin ulaşabileceği bir hizmet haline getirme amacıyla da öne çıkıyor.

“Dünyanın geleceğine yatırım yaptık”

Dünyada 300’den fazla girişimin elektrikli uçan arabalar üzerinde çalıştığını ve bunların yüzde 30’unun önümüzdeki beş yıl içerisinde ticari olarak hava taksi hizmetine başlamayı hedeflediğini belirten Softtech Genel Müdürü M. Murat Ertem, “Hayal gibi görünen uçan arabalara artık çok yakınız” dedi.  Yazılım, uçuş, otonom sürüş, yapay zeka, araç içi iletişimin yanı sıra uçuş planlama süreçlerinde uçtan uca Softtech ekibinin çalıştığını belirten Ertem, “Dünya uçan arabaların gökyüzünde dolaştığı bir geleceğe doğru hızla ilerliyor. Biz de AirCar ile dünyanın geleceğine yatırım yaptık. Yaklaşık 2 sene önce başlayan iş birliğimiz kapsamında AirCar için özel olarak oluşturduğumuz ekip adına da eşsiz bir deneyim fırsatı olduğuna inanıyorum” diye belirtti.

Türkiye’de uçan araba yatırımlarına ilginin artmasının ülkemizin dünya pazarında rekabet fırsatı kazanması adına umut verici olduğunu belirten M. Murat Ertem; “Öncü teknolojilerin uygulayıcısı olmak, girişimciliği destekleyerek ülkemize fayda sağlamak öncelikli hedeflerimizin başında geliyor. Softtech olarak ürettiğimiz teknolojilerle hayata zaman yaratmak olan amacımız AirCar ile iş birliğimizde de karşılığını buluyor” dedi.

AirCar’ın otonom yazılım ve pilotsuz full otonom uçuş ile rekabet avantajı sağlama stratejisine Softtech olarak ortak olduklarını paylaşan Ertem, hedeflenmiş kalkış ve iniş notları arasında otonom olarak uçuşun gerçekleşmesi ve bu esnada oluşabilecek tüm tehlikelerden aracın kendini koruyabilmesini sağlayan tüm modüllerin prototiplenmesinin de tamamlandığını belirtti.

Hidrojen Projelerinde Avrupa ve Çin Lider Konumda

Başta enerji sektörü olmak üzere hidrojenin fosil yakıt ağırlıklı tüm sektörlerde kullanımına yönelik çalışmalar hız kazandı. Bugüne kadar, küresel ölçekte toplam 359 büyük kapasiteli hidrojen projesinin duyurusu yapıldı. Enerji, sanayi ve ulaşım sektörlerinde fosil yakıtlara alternatif olarak değerlendirilen hidrojene yönelik çalışmalara, küresel ölçekte 2030’a kadar 500 milyar dolar yatırım yapılması hedefleniyor.

Belçika merkezli Hidrojen Konseyi ve küresel danışmanlık şirketi McKinsey&Company iş birliğiyle hazırlanan “Hidrojen Öngörüleri Güncellemesi” başlıklı rapora göre, bugüne kadar küresel ölçekte toplam 359 büyük kapasiteli hidrojen projesinin duyurusu yapıldı.

Küresel iklim değişikliği ile mücadelede sıfır karbon ekonomisine ulaşma hedefleri kapsamında hükümetlerin fosil kaynaklardan bağımsız enerji sistemleri oluşturma çabası devam ederken, hidrojenin başta enerji sektörü olmak üzere fosil yakıt ağırlıklı tüm sektörlerde kullanımına yönelik çalışmalar hız kazandı. Hidrojen alt yapı sistemlerinin oluşturulması, geliştirilmesi ve yeni boru hatlarının yapımını içeren çalışmalara yönelik yatırımların 2030’a kadar 500 milyar dolara ulaşması bekleniyor.

Rapora göre, söz konusu yatırımlarda, 141 proje sayısıyla rafineriler, amonyak ve metanol üretimi, çelik sanayi ve endüstriyel ham madde üretiminin öncelendiği büyük kapasiteli sanayi projeleri yer alıyor.

Hidrojenin ulaşımda kullanımının yer aldığı proje sayısı 96 olurken, bu projelerde tren, gemi, kamyon ve binek araçlarda hidrojen kullanımı gibi alanlar ön plana çıkıyor. Toplam 56 proje hidrojenin son kullanıcıya ulaştırılması ve kullanımına odaklanırken, hidrojenin dağıtımı ve depolanmasını içeren 38 alt yapı projesi bulunuyor.

Son olarak toplam 28 proje, 1 gigavattan büyük, düşük karbonlu hidrojen üretimi tesislerinin oluşturulması veya geliştirilmesini amaçlıyor.

Rapora göre, toplam yatırım tutarının yaklaşık 150 milyar dolarını kapsayan kısmı projelerin planlanma ve inşaat aşamasını içerirken mevcutta çalışır durumda olan projeler de destekleniyor. Ayrıca, düşük karbonlu hidrojen üretim kapasitesinin, yıllık bazda 2030’a kadar 10 milyon tona ulaşması öngörülüyor.

Üretilecek hidrojenin yüzde 70’inin yenilenebilir kaynaklar kullanılarak elde edilmesi amaçlanıyor. Kalan yüzde 30’luk üretim kapasitesi ise karbon yakalama ve saklama teknolojileri kullanılarak ya da fosil kaynakların kullanımıyla gerçekleştirilecek.

Dünyadaki ekonomik büyüklüğün yüzde 80’ine sahip 90 ülkenin “Sıfır Karbon” hedefi bulunuyor. Ayrıca 30’dan fazla ülke 76 milyar dolar fon ayırarak, hidrojen stratejilerinin resmi duyurusunu gerçekleştirdi.

Rapora göre, Avrupa, hidrojenin sektörlerde kullanımına yönelik çalışmalarıyla merkez olarak kabul edilirken, 130 milyar dolarlık hidrojen projesinin Avrupa sınırlarında hayata geçirilmesi planlanıyor.

Enerji savaşlarının gölgesinde güvenlik ve göç 2

İnsan Hakları ve Güvenlik analizinde “göç” en açık ihlalleri barındırmaktadır. Sosyoekonomik Nedenler, Siyasal ve Sosyokültürel Nedenler, Güvenlik ve Doğal Nedenler olarak değerlendirdiğimiz “göç” unsurlarının hemen hepsinde insan hakları ihlallerini görebiliyoruz. Birey ve toplumların göç ediş nedenleri insani haklarındaki kayıpların neticesi olarak gerçekleşmektedir. Daha iyi bir yaşam için yapılan göçlerin temel nedeni “insani haklarını” edinim arzusundan kaynaklanmaktadır.

Kısa zaman önce mütemadiyen gitmiş olduğum kuaförüme yeni bir kalfa gelmişti. Bu kalfanın ülkemiz insanı olmadığımı fark etmem sonrası nereden geldiğini sordum. Suriye’den geldiğini ifade eden genç, ülkesinde kaldığı takdirde rejim tarafından silahaltına / askerliğe alınacağını ve ne zamana kadar asker kalacağını bilmediğinden sebep ülkemize göç ettiğini ifade etti. Yaşamsal ihtiyaçlarının tedarikinin olup olmadığını sorduğumda ise her şeyi tedarik edebildiklerini ve fakat gençlerin zorunlu askerlik sorununun bölgedeki gençlerin civar ülkelere göç etmek zorunda bıraktığını anlattı. Buraya geldiklerinde ise hedeflerinin öncelikli olarak Avrupa ülkeleri olması ise ülkemiz ekonomisi başta olmak üzere insani haklarının daha az olduğu düşüncesiydi. Hemen hepsinin Amerika rüyasının oluşu da sözde insan haklarından bahseden batı dünyasının iletişim araçları ile kitlelere kendilerini ne denli adil ve güvenilir gösterdiğini de tekrar tekrar analiz etmemiz gereken bir mesele olduğunu açıkça göstermektedir.

Global kaos kurgucuları, coğrafyalara uyguladıkları gerek kanlı gerekse ekonomik travmaları ile bizatihi kendilerini de barış güvercini olarak göstermeyi pek iyi bildiklerini söyleyebiliriz. Güvenliği yok ettikleri toplumlara kendilerini güvenilir gösteren global faşizme karşı gelişmekte olan ülkemizin şimdi ve geleceğin politikalarının geçmişimizden derslerle her geçen gün daha da iyiye götürerek ilerletmemiz gerektiği hakikati ile yüzleşmek durumundayız. Bizler kadar merhametlisi yokken bizler kadar güveniliri de olmayabilir.

Buna örnek olarak ise Pakistan, Hindistan, Kuzey Kore ve Çin’e bakmamızın yeterli olabileceğini düşünüyorum. Çünkü ekonomileri gelişen bu ülkelerde insan haklarından bahsetmek yarının konusu halinde dahi değil. Bu bağlamda ülkemizin coğrafi konumu ve geçmişindeki devlet tecrübesi bizi doğu ülkelerinden çok daha ileride bir modele gitmemize olanak sağlıyor.

Güney Amerika ülkelerindeki insan hakları ihlallerinin, Afrika bölgesindeki ihlallerden farklı olduğunu söyleyemeyiz.

Pasaport uygulamasının tarihine baktığımızda bu uygulamanın insan hak ve hürriyetlerinden kaynaklı bir uygulama olmadığını da görüyoruz. Devletlerin vize politikaları, hangi milletten olmak istediğini dahi belirleme imkânı olmayan insanın; doğuştan ülke bağımlı halde olduğunu göstermektedir. Ülkeler kapılarını kapadıkları gün insan insana yabancılaştı. Sadece bundan zarar gören insan hakları da olmadı; toplumsal gelişim dinamitlenirken, coğrafyaya hapis kalan yığınlar dünya insanı olmaktan ziyade coğrafyanın kaderi ile baş başa kaldı. Bu hal, ilerlediğini iddia eden birtakım ülkelerin kendi güvenlikleri ile herkese değil önce kendinden saydıklarına karşı insan hakları uygulayabilme arzusunun neticesidir.

Göçler kapsam, içerik ve nitelik bakımından sıralandığında; mevsimlik göçler, sürekli- geçici göçler, zorunlu-gönüllü göçler ve emek göçü iç göçü oluştururken işçi göçü, beyin göçü, mübadele göçü, siyasal ve sosyoekonomik göçler dış göçleri oluşturmaktadır (Naz, 2015:19).

İç ve dış her ne olursa olsun… Göç, bireyleri insan hakları yoksunluğu ve güvenlik sorunlarının neticesidir. İnsan varoluşsal olarak mutlu olma arzu ile yaşama isteği oluşturur. Yaşama isteğini mutluluğa hedefle sağlayan insan, güvenliğin olmadığı yerde mutsuzlaşır ve dolayısıyla yaşam arzusu, insani haklarını alabileceği alanlara itmektedir.

Son yıllarda coğrafyamızda yaşanan göç enerjiyi çok daha önemli, güvenliliğini de daha üst seviyelere çıkardığını hepimiz görmekteyiz.

Enerjimizin tükenmemesi dileklerimle…

Ukrayna ve Enerji Politik Önemi

Giriş

Bilindiği üzere Ukrayna, Karadeniz’in kuzeyinde yer alan ve son yıllarda dünya gündemine sıkça gelen bir devlettir. Konjüktürel dengeler bağlamında dünyanın dikkatini çeken bu ülke, farklı küresel yapılanmalar açısından da önemle üzerinde durulması gereken bir konuma sahip bulunmaktadır. Coğrafi açıdan ele alındığında 600 bin km2 kadar bir yüz ölçümüne sahip olan Ukrayna; Rusya, Belarus, Polonya, Slovakya, Macaristan, Romanya ve Moldovya ile komşu olan bir Doğu Avrupa ülkesidir (Şekil 1). 

Ukrayna olarak andığımız ülkenin tarihi, gerçekte çok da eski olarak nitelenemez. Buna karşın bugünkü Ukrayna’nın bulunduğu coğrafya (Ukrayna adıyla olmasa da) her dönemde verimli toprakları ve stratejik konumu nedeniyle sahip olunmaya çalışılan bir bölge olmuştur. Söz konusu topraklar, tarihi sırasıyla; İskitler, Hunlar, Hazar Türkleri, Kıpçaklar, Peçenekler, Kumanlar, Oğuzlar, Altınordu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğine girmiştir. Hemen anlaşıldığı üzere bölge, birçok Türk kavminin ve ülkelerinin etkisinde kalmıştır.  Günümüzde (Tatar) Türkler daha çok Kırım bölgesinde yaşamaktadırlar. 

I. Dünya Savaşı sonrasında, Rusya’da Bolşevik İhtilali’nin yaşanmasıyla 1919 yılında “Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” kurularak tarih sahnesine çıkmış ve daha sonra “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)”ne katılmıştır. II. Dünya Savaşı’nda ise Alman işgalini yaşamış ve hayli dramatik şartlara maruz kalarak 5 milyonun üzerinde vatandaşını bu dönemde kaybetmiştir. Sovyetler (SSCB)’in dağılmasıyla Ukrayna, önce “Bağımsız Devletler Topluluğu” içinde yer almış ve nihayet bağımsız bir devlet olarak yapılanmıştır. 

Bundan sonra ülkede çalkantılı olaylar yaşanmıştır. Bunlardan önemli bir tanesi 2004’te yaşanan “Turuncu Devrim”dir. 2014 yılında ise ülkede önemli bir kargaşa (kimilerinin yine devrim olarak nitelediği hadiseler) yaşanmış ve ayrılıkçı olaylar vuku bulmuştur. Rus nüfusun etkin olduğu ve sorunların baş gösterdiği söz konusu bölgeler arasında (Donetska ve Luhanska’nın da yer aldığı) Donbass bölgesi ve Kırım öne çıkmıştır (Şekil 1). Bu dönemde (Rusya’ya bağlanma konusunda) Kırım’da yapılan ( ve Türklerin katılmadığı) referandumdan Rusya’ya bağlanma yönünde karar çıkması ile Rusya Kırım’ı ilhak etmiştir.  

50 Milyon kadar nüfusu olan Ukrayna’nın Başkenti Kiev olup, demografik olarak içinde farklı grupları barındırmaktadır. Bununla beraber ülkede, Ukraynalılardan sonra en büyük grup Ruslardır. Ukrayna coğrafyasında, doğu ve batı bölgeleri arasında yaşam ve kültürel açıdan hayli farklılıklar görülmektedir. Burada şunu da belirtmek yerinde olur ki; Kiev’in Rusya açısından ayrı bir önemi vardır. Zira Rusya tarihinde, eski bir yapılanma 9. Yüzyılda oluşan Orta Çağ Kiev Rus Devleti olarak betimlenmektedir. 

Enerji politik bakış açısıyla Ukrayna 

Ukrayna, verimli tarım topraklarına malik olduğu kadar yer altı kaynaklarına da sahip bulunmaktadır. Söz konusu bu kaynaklar arasında; demir, kömür, demir dışı metaller, petrol, gaz, mineral tuzlar, kil ve potansiyel su gücü gibi doğal kaynaklar bulunmaktadır. 

Ancak belki bu kaynaklardan daha önemlisi, enerji geçiş bölgesi üzerinde bulunuyor olmasıdır. Bu bağlamda, halen Rusya’dan Avrupa’ya yönlenen ana arter enerji hatlarının transit ülkesi konumundadır. Bir başka deyişle, önemli ve aktif ana enerji hatları Ukrayna’dan geçmektedir (Şekil 2). Buna istisna teşkil eden ve son yıllarda döşenen ve aktif olarak hayata geçirilmekte olan iki hat bulunmaktadır. Bunlardan biri; Rusya’dan Almanya’ya Baltık Denizi altından çekilen Kuzey Akım-2 ve ikincisi ise Rusya’nın Anapa limanından Karadeniz altından geçerek Türkiye’ye ve Avrupa’ya ulaşan Tük Akım-2’dir. Her iki hattın da “1” olarak nitelenenleri ulaştığı ülkenin gereksinimini sağlamak üzere çekilmişlerdir. “2” olarak nitelenenler ise ulaştığı ülkeden diğer ülkelere doğal gaz iletmek üzere çekilmektedirler.

Ancak, bu iki enerji hattı da yenidir ve Avrupa arz güvenliği içindeki önem mertebesi önümüzdeki süreçte (diğer ülkelerle kara bağlantılarının, dallanmalarla sağlanmasıyla) belirginlik kazanacaktır. Bu durumda, ana arter enerji geçiş hatları halen Ukrayna üzerindendir denebilir. 

Enerji hatlarının Ukrayna’dan geçişine ilişkin detay harita (Şekil 3) incelendiğinde özellikle ülkenin doğusunda adeta bir geçiş terminal düğüm noktasının bulunduğu görülmektedir. Bir başka deyişle, Donbass bölgesi enerji politik açıdan son derece stratejik bir bölgeyi oluşturmaktadır. 

Öte yandan, bilindiği üzere Rusya’nın önemli gelir kaynağı Avrupa’ya (enerji hatları üzerinden) yapılan doğal gaz ihracatı olmaktadır. Bu bağlamda, konuya Rusya açısından bakıldığında, Ukrayna’nın önemi yadsınamazdır. Özellikle Ukrayna’da, enerji hatlarının düğüm noktası durumundaki yöre olan Donbass bölgesi, Rusya için kritik üstü bir öneme haizdir. Rus nüfusun etkinliğini gösterdiği bu bölgede özellikle son yıllarda ayrılıkçı hareketler gözlenmekte ve referandum yapılarak Rusya’ya bağlanma istekleri dile getirilmektedir.   

Avrupa, açısından da Ukrayna yadsınamaz önemde olan bir ülkedir. Zira Avrupa’ya boru hatlarıyla halen en aktif ve yüksek miktarda doğal gaz akışı Ukrayna üzerindendir. Bu bağlamda Ukrayna’yı, Avrupa Birliği (AB) içine alma niyetleri sıkça dile getirilmektedir. Fazla olarak  bu ülkenin NATO’ya alınma olasılığından da bahsedilmektedir. Ancak, Ukrayna’nın hem AB’ye ve hem de NATO’ya girme ihtimali Rusya tarafından “Kırmızı Çizgi” olarak nitelenmektedir.  

Bir diğer önemli husus ta; Ukrayna’nın Karadeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB)’ndeki potansiyel enerji kaynakları olmaktadır. Bir başka deyişle, özellikle Kırım açıklarında var olması muhtemel enerji kaynaklarına ilişkin rezervler, dünyanın farklı bölgelerinden dikkatleri üzerine çekmektedir. İlaveten deniz yolu ile taşıma açısından da Karadeniz ülkelerinin Münhasır Ekonomik Bölgelerinim durumları önemlidir. 

Ukrayna’da 2014 olaylarıyla birlikte (daha önce de belirtildiği üzere) Kırım’da, 16 Mart 2014’te bölgenin Rusya’ya bağlanmasına ilişkin yapılan referandum ile Rusya Kırım’ı ilhak etmiş bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından referandum geçersiz ilan edilmiş olmasına ve Ukrayna’nın toprak bütünlüğü teyit edilmiş olmasına karşın Kırım’da fiili olarak Rusya’nın varlığı da bir realitedir. Dolayısıyla, bu durum bir çatışma potansiyeli oluşturmaktadır. 

Nitekim Haziran 2021 sonunda Kırım açıklarında, (ilhak edilen) Kırım MEB alanı (Şekil 4) içinde yol alan İngiltere Kraliyet Donanması’na bağlı bir savaş gemisine Rusya tarafından uyarı ateşi açıldığı duyurulmuştur. Takiben Karadeniz’de NATO tatbikatı yapılmıştır. Buna karşın Rusya karşı hamle olarak füze denemesi yapmış bulunmaktadır. Bu yaşananlar, konunun önemli sorunlar doğurabilecek mahiyette olduğunu göstermektedir.

Sonuç

Açıklananlar doğrultusunda değerlendirme yapılacak olursa; Ukrayna bölgesi dünya konjüktüründe dikkat çeken bir enerji-politik bölge durumundadır. Rusya’nın doğal gaz ihracatı için enerji geçiş bölgesi olarak Ukrayna, kilit taşı önemine haizdir. Bu bağlamda, Rusya’nın Ukrayna’dan özellikle de Donbass bölgesinden vazgeçmesi pek de mümkün görünmemektedir. 

Oysa AB ve NATO; ülkenin sahip olduğu böylesi enerji-politik önem nedeniyle Ukrayna’yı içlerine almak istemektedirler. Buna karşın Rusya böylesi olayların kendisi için “Kırmızı Çizgi” olduğunu ısrarla belirtmektedir. Bu bağlamda Rusya’nın, Ukrayna sınırına hayli büyük miktarda askeri yığınak yaptığı da gözlenmektedir. Rusya’nın Ukrayna topraklarına girmesi halinde harekât, sadece Donbass bölgesi ile bile kısıtlı kalmayabilir. Zira olaya enerji-politik ve stratejik açıdan bakılırsa; enerji hatları düğüm terminal bölgesi olan Donbass’ın, (ilhak edilmiş) Kırım ile birleştirecek şekilde ülkenin güneyine yönlenen enerji hattını içine alarak bölgenin işgali fikri akla gelmektedir (Şekil 3). Bu durumda, kriz Moldavya’ya bile sıçrayabilir.   

Öte yandan, günümüzde “Bir Kuşak Bir Yol (Modern İpek Yolu)” projesi kapsamında Karadeniz’in önemi artmaktadır. Dolayısıyla Rusya tarafından ilhak edilen Kırım’ın Karadeniz’deki MEB alanı, sorun oluşturacak görünmektedir. Bu durumun (Karadeniz’de son yaşananlar göz önüne alınacak olursa) giderek önem kazanacağı anlaşılmaktadır. Burada şunu da belirtmek yerinde olacaktır ki; Modern İpek yolu tek bir güzergâh değildir ve güzergahlar arasında geçişi sağlayabilecek bir bölge Karadeniz’dir. Nitekim son yıllarda bölge dışı aktörler Karadeniz ile yakından ilgilenir olmuşlardır. 

Türkiye açısından konuya bakacak olursak; olaylar, Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir.  Türkiye, Türklerin de yaşadığı Kırım’ın ilhakını (BM kararı doğrultusunda) tanımamıştır ve Ukrayna ile daha çok, ticari olmakla birlikte ilişkilerini sürdürmektedir. Buna karşın AB, NATO ve Rusya ile de ilişkileri süregitmektedir.

Türkiye; Karadeniz’in açık denizlere çıkış noktasına sahip ülke olarak, aynı zamanda Montrö Anlaşması’nın gereklerinin yerine getirilmesini sağlayan ülke konumundadır. İlaveten, Karadeniz’de en büyük MEB bölgesine sahip ülke olarak Türkiye için Karadeniz’deki olaylar yakından ilgilenilmesi gereken olaylardır. Ayrıca, Rusya’nın Avrupa doğal gaz ihracatında bir alternatif boru hattı olan “Türk Akım” hattı, 2020 yılı başında tamamlanmış olup (son olarak) Avrupa’ya doğal gaz ihracatı başlamış bulunmaktadır. Dolayısıyla Ukrayna olayları, Türk Akım’ın enerji-politik önemini artırabilecek niteliğe sahiptir. Bu da, Türkiye’nin “Enerji Merkezi” olma yolundaki hedefleri bağlamında üzerinde durulması gereken bir diğer hususu oluşturmaktadır. Son olarak Türkiye’nin Karadeniz’de bulduğu doğal gaz rezervleri, Kırım MEB bölgesine bitişik bölgede yer almaktadır. Bu bağlamda, deniz bölgelerinde olan ve olabilecek olayların gelişimi Türkiye için son derece önem arz etmektedir.

Bütün bu hususlar ve yaşanan gelişmeler, Ukrayna’nın önümüzdeki süreçte dünyanın kriz bölgesi olmaya devam edeceğini düşündürmektedir. Gerilimlerin yükselmesi ve Karadeniz’de suların (siyasal açıdan) giderek ısınması halinde Türkiye (ilişkileri itibariyle) taraflar arasında etkin rol oynayabilecek potansiyele de sahip bulunmaktadır. Bu bağlamda, kara ve deniz bölgelerindeki olayların takibiyle, önümüzdeki süreçlerde Türkiye’nin bölgede sükûnetin sağlanması bağlamında aktif pozisyon alması da muhtemeldir.

Yüksek Elektrik Faturaları Tüketici Şikayetlerinin Başında Geliyor

Tüketicilerin hassasiyetinin en yüksek olduğu konuların başında elektrik geliyor. Elektrik hizmetinde yaşanabilecek en ufak bir kesinti bile günlük rutini bozarken tüketici memnuniyeti ve hizmet kalitesi hem piyasa hem de EPDK tarafından yakından takip ediliyor.

Tüketicilerin elektrik hizmetlerindeki şikayetlerinin başında fatura tutarı geliyor. Esnafa sağlanan elektrik enerjisinin ulusal tarife fiyatının evlere kıyasla yüzde 26,39 daha yüksek olması şikayetleri artırıyor. Zira yüksek iş yeri elektrik fiyatı esnafı zora sokarken tüketicilere sunulan mal ve hizmetlerin fiyatlarının artmasına da neden oluyor. Tüketicilerin elektrik hizmetlerindeki memnuniyet verilerini açıklayan encazip.com, şikayet konularının tedarikçi değişikliği ile düzelebilecek konular olduğuna dikkat çekti.

Elektrik, tüketiciler için vazgeçilmez olduğundan memnuniyetleri sıkı bir şekilde takip ediliyor. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun (EPDK) belirlediği kurallar çerçevesinde elektrik tedarikçileri, kendilerine iletilen şikayetlerin özet raporunu internet sitelerinde yayınlamak zorunda. Böylece elektrik hizmeti daha iyi denetlenebilirken tüketiciler de elektrik tedarikçisi seçimi yapmadan önce, diğer tüketicilerin nelerden şikayet ettiğini öğrenerek seçimlerini buna göre yapıyor. Elektrik tedarikçileri karşılaştırma sitesi encazip.com, elektrik tüketicilerinin şikayetleri ile ilgili bir çalışma yaptı.

Fatura tutarı ile ilgili şikayetler her şehirde başı çekiyor

encazip.com’un derlediği verilere göre, 81 ilin tamamına yakınında tüketicilerin yüzde 65,2’si elektrik faturası tutarından şikayet ediyor. Özellikle iş yerlerinde kullanılan elektriğin kilovatsaat başına 1,05 TL ile evlerden yüzde 26,39 daha pahalı olması, bu memnuniyetsizliğin arkasındaki en önemli sebep. Bu durum şikayetleri artırmakla birlikte halkın üretilen ürünü daha yüksek fiyattan satın alması anlamına da geliyor. Elektrik faturası hakkındaki şikayetleri yüzde 21,3 ile tüketici hizmetleri takip ederken şikayet listesinin üçüncü sırasında yüzde 11,7 ile ikili anlaşmalardan kaynaklı şikayetler bulunuyor. Listenin son sırasında ise yüzde 1,4 ile fatura ödeme hizmetinden kaynaklı şikayetler yer alıyor.

Elektrikte rekabetin artması memnuniyeti yükseltir

Tüketicilerin şikayet ettiği konuların tedarik şirketine göre değişen konular olduğunun altını çizen encazip.com kurucusu Çağada Kırım, “Tüketicilerin memnuniyetsizlik nedenlerinin yüzde 97’si elektrik şirketlerine göre değişen konulardan oluşuyor. Örneğin, elektrik faturasının pahalı olmasından şikayetçi olan tüketiciler daha ucuz elektrik sağlayan bir şirkete geçebilir. Aynı şekilde tüketici hizmetleri daha iyi olan bir elektrik tedarikçisi seçen tüketicilerin, bu konudaki memnuniyetsizlikleri ortadan kalkacaktır. Tüm bunların sağlanmasındaki anahtar ise çok daha fazla tüketicinin serbest piyasadan faydalanmasıdır” dedi.

Tüketiciler artık abone değil müşteri olabileceklerini unutmamalı

Verilere göre, tüketicilerin memnuniyetsizliklerinde ikinci sırada tüketici hizmetleri konusu geliyor.  Türkiye’deki elektrik tüketicilerinin ezici bir çoğunluğunun, görevli elektrik tedarik şirketlerinden enerji aldıkları göz önünde bulundurulduğunda tüketici hizmetlerinden şikayet oranının yüksekliği, piyasada rekabetin gelişmesinin önemini gözler önüne seriyor. Çünkü elektrik tedarikçisi değiştiren tüketiciler, aldıkları ya da alacakları hizmetin kalitesine göre tedarikçi seçimi yapabiliyor. Böylece tek bir tedarikçiye mahkum olmayan tüketiciler artık abone değil, müşteri olarak daha değerli hale geliyor. Sonuç olarak tedarikçiler, daha çok müşteri kapmak için hizmetlerini iyileştirirken fiyatlarını da düşürüyor.

Çözülmeyen sorunlar EPDK’ye şikayet edilebilir

Müşteri memnuniyetine büyük önem veren EPDK, Elektrik Piyasası Tüketici Hizmetleri Yönetmeliği ile tedarikçi şirketleri bu konuda yükümlü tutuyor. Elektrik tedarikçilerinin kendilerine en çok iletilen beş şikayeti ve bu şikayetlere ne kadar sürede dönüş yaptığına dair açıklamaları, kendi internet sitelerinde yayınlamaları konusunda yaptırımda bulunuyor. Böylece kullanıcılar, seçim yapacağı tedarikçinin, diğer kullanıcılara yaşattığı sorunları ve sorunlara ne kadar sürede çözüm getirildiğini öğrenme şansına sahip oluyor. Yönetmeliğe göre, elektrik tedarikçisinin sorun yaşayan kullanıcısının sorununu 15 gün içinde çözmesi gerektiğini belirten Çağada Kırım, tüketici tarafından şirkete iletilen soruna en geç 15 gün içinde dönüş yapılmaması durumunda ise tüketicilerin hemen elektrik tedarikçisini, Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER) üzerinden yapacakları başvuru ile EPDK’ye şikayet etmelerini tavsiye ediyor.

3 Deniz Girişimi

“3 Deniz Girişimi” (3SI) Baltık Denizi, Karadeniz ve Adriatik Denizleri arasında yer alan Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Slovenya, Avusturya, Hırvatistan, Romanya ve Bulgaristan olmak üzere 12 AB ülkesini bir araya getirmektedir.

Girişimin temeli, ABD’li bir kuruluş olan Atlantik Konseyi’nin 2014 yılında hazırladığı “Avrupa’yı Tamamlamak” başlıklı rapordan hareketle 2015 yılında Polonya ve Hırvatistan öncülüğünde atılmıştır. İlerleyen süreçte girişimin içerisinde Polonya’nın etkinliğinden ve üstü örtülü bir liderliğinden bahsetmek mümkündür. 

Tamamı AB üyesi olan bu Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri soğuk savaş döneminde “demir perde” ülkeleri olarak doğu blokunun içinde konumlanmışlardır. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte bu ülkeler Rusya karşıtı bir pozisyon almış ve Avrupa-Atlantik yapıları ile bütünleşme yönünde bir yol izlemişlerdir. Sonuçta çeşitli farklılıkları içerse de ortak bir tarihi ve kültürel geçmişe sahip olan bu ülkeler 3 Deniz Girişimi çerçevesinde bir araya gelmiştir. Girişim, başlangıçta AB’ye rakip olarak değerlendirilse de bugün için daha çok onu tamamlama amacı taşımaktadır. 

Geçtiğimiz yüzyılda Avrupa Birliği’nin oluşturduğu ortak ekonomik ve gümrük alanı, kıtanın bir bütün olarak istikrarlı bir şekilde gelişmesinin önünü açmıştır. Buna rağmen Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, ekonomik eşitsizlikleri ve eskimiş altyapıları nedeniyle Batı Avrupa ülkelerinin gerisinde kalmışlardır. AB, her ne kadar kolektif politikalar geliştirmeye çalışsa da özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren oluşan ülkelerarası eşitsizlikler bugün hala devam etmektedir. 3 Deniz Girişimi’nin temel amacı bu eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik politikalar üretmektir. Özellikle enerji, ulaşım ve dijital altyapı projeleri geliştirmek suretiyle bölgesel bir iş birliği planlanmaktadır. Bu girişim ile hukukun üstünlüğü ilkelerine saygılı, şeffaf bir yönetim, piyasa ekonomisi koşullarında ortak pazar olarak işleyen ve çevre konularına duyarlı bir alan oluşturmak amaçlanmaktadır.

3 Deniz Girişimi’nin jeopolitik önemi, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi karşısında ABD’nin Haziran-2021 tarihinde yapılan G7 Zirvesinde dile getirdiği Yeşil Kuşak ve Yol Projesi kapsamında ortaya çıkmaktadır.  Girişim, son 50 yılda Orta ve Doğu Avrupa’da ortaya çıkan en önemli siyasi ve ekonomik politika olarak değerlendirilmektedir. Buna göre üç deniz bölgesinde güvenli, istikrarlı ve ekonomik açıdan uygun stratejik müttefiklere sahip olmak ABD’nin güvenliği ve ekonomik çıkarları açısından önemlidir. Çünkü bölgede zaman içerisinde artan bir Çin etkisi söz konusudur. Çin uzun süredir Doğu Avrupa’da nüfuz kazanmak için büyük altyapı projelerini zorlamaktadır. Hatta Çin’in bu bölgeye yönelik olarak 2012 yılında geliştirdiği 16+1 Girişiminin 10 üyesi aynı zamanda 3 Deniz Girişimi’ne de üyedir. Bu açıdan bakıldığında bölgedeki projeler üzerinden jeopolitik rekabet giderek artmaktadır. Sonuç olarak 3 Deniz Girişimi, Çin’in Avrupa’daki artan etkisine karşı ABD tarafından tepkisel pratik bir “karşı çıkış” olarak değerlendirilebilir.

(16+1 Girişimi, on iki AB üye ülkesini ve beş Balkan ülkesini – Arnavutluk, Bosna-Hersek, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Yunanistan,  lovenya, Hırvatistan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Estonya, Letonya, vePolonya’yı –  içermektedir.)

Vaillant’a “En İyi Isı Pompası” Ödülü

Yeni ürün geliştirme çalışmalarında tüm yaşam döngüleri boyunca enerji verimli ve çevre dostu ürünlere öncelik veren Vaillant’ın bu doğrultuda geliştirdiği, benzerlerine göre 700 kat daha çevreci ısı pompası aroTHERM plus, İngiltere’nin önde gelen ev dekorasyon dergisi Homebuilding & Renovating Magazine’in düzenlediği Green Home Awards’ da ödüle layık görüldü.

Green Home Awards, daha sürdürülebilir bir gelecek yaratma yolunda gezegenimizi koruma hedefiyle, yeşil çözümlerde öncülük eden üreticileri ve tedarikçileri takdir etme hedefiyle tasarlandı. Uzman bir jüri heyeti tarafından incelenen aroTHERM plus, benzersizlik, verimlilik, çevresel referanslar ve kullanım için uygunluk gibi çeşitli kriterlere göre değerlendirildi ve oyunun kurallarını değiştiren teknolojisiyle “En İyi Isı Pompası” kategorisinin kazananı oldu.

Isı pompalarının hem verimlilikleri hem de doğa dostu yapıları ile öne çıktığını belirten Vaillant Group Türkiye CEO’su Alper Avdel, “Bize göre gerçekten devrim yaratacak bir cihaz olan aroTHERM plus’ın uluslararası otoriteler tarafından da takdir edilmesinden büyük mutluluk duyuyoruz. Günümüzde hibrit, hidrojen, hava, su, toprak kaynaklı ısı pompaları gibi çok çeşitli yeni nesil teknolojiler gündemdedir. İklimlendirme sektörü bu anlamda kuvvetli bir gelişim içinde. Gelecekte özellikle ısı pompaları ve hidrojen ile çalışan cihazlar öne çıkacak. Biz de geleceğin ısıtma sistemleri olarak değerlendirdiğimiz ısı pompalarını uzun süredir tüketicilerle buluşturuyoruz. aroTHERM plus ısı pompamız bu doğrultuda yaptığımız yatırımlardan biri” diye konuştu.

Belki de son savaş, son şans

Güney Türkistan, Afganistan’ın kuzeyinde yer alan, arazisi düz ve Afganistan’ın Uluğ Türkistan’a açılan stratejik kapısıdır. Bilindiği üzere Uluğ Türkistan’ın ayrılmaz bir parçası olan Güney Türkistan, 16 Türk Hükümdarlığının 7’sinin kurulduğu ve yönetildiği kadim Türk yurdudur. 

Güney Türkistan özgürlüğünü kaybettiğinden beri asimilasyona maruz kalmış ve benliğinden uzak tutulmaya çalışılmıştır. Güney Türkistan’ın Müslüman-Türk halkı son 42 yıldır imkânsızlıklar içerisinde ve bir o kadar da insanüstü gayretle bölgede varlığını kaybetmeme gayretinde olmuştur. Uzun yıllar silahtan ve savaştan uzak kalan Güney Türkistan Türkleri, Mareşal Raşit Dostum’un liderliğinde savaşmaya ve askeri örgütlenmeye gitmiştir. 1882’den beri özgürlük hasreti çeken Güney Türkistanlılar, 1994’te kendi bölgesel hâkimiyetini kurup, kendi kendini yönetmeye başlamıştır.

Lakin Güney Türkistanlıların makûs talihi yine değişmemiş, 1994 sonrası dönemde Pakistan medreselerinde öğrenim gören talebelere askeri eğitim verilerek “Taliban” adlı bir örgüt kurulmuş, örgüte Afganistan’da alan açılmış ve zaman kaybetmeyen Güney Türkistan’a musallat edilmiştir. 

Dört yıllık silahlı mücadele ve cephe savaşlarında sürekli olarak Türklere mağlup olan ve defalarca hezimete uğrayan Taliban örgütü, yok edileceği anda Batı desteğini de alarak, özel anlaşmalarla Güney Türkistan’ı savaşmadan 1998’de amiyane tabirle gasp etmiştir. Göz göre göre Güney Türkistan’da imkânsızlıklar içerisinde ve insanüstü gayretle kurulan tüm yapı tarumar edilmiş ve Güney Türkistan’ın 150.000 kişilik ordusu dağıtılmak zorunda bırakılmıştır. 

2001 yılında tekrar bir ümitle askeri yapıyı teşkilatlandıran Raşit Dostum, ABD ile yaptığı anlaşma ile Güney Türkistan’ın iki ayda Taliban’dan temizleneceğini söyleyerek Amerikalı yetkilileri kendisine hayran bırakmış, verdiği sözü tutan Dostum, bir ayda Güney Türkistan’daki yedi şehri Taliban’dan temizlemiştir. Tekrar güçlenen Güney Türkistan Türkleri, bu sefer silahsızlanma projeleri adı altında ellerindeki silahları bırakmak zorunda bıraktırılmış, dahası savaş tecrübesi olanlar Merkezi devlet ordusuna alınmamış, alınanlar da kısa süre sonra Kabil yönetimi tarafından çeşitli bahaneler ile tasfiye edilmiştir. 

2002-2014 yılları arasında Güney Türkistan Türkleri sistematik olarak bastırılmış ve devlet yapısından uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Afganistan’da kurulan 4 hükümette de ana rolü oynayan Türklerin destekledikleri kişi Afganistan cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. 2014 seçimlerinde Afganistan tarihinde ilk defa Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak seçilen bir Türk, tüm tabuları kırmış ve Türkler siyasette en üst seviyede temsil edilmeye başlanmıştır. İlk defa bu denli üst seviyede temsil edilemeye başlanan Türklerin önü Merkezi Hükümet tarafından kesilmeye başlanmış ve çeşitli bahaneler ile Kabil siyasî muhitinden uzaklaştırılmışlardır. 

2012 yılında Cumhurbaşkanı Kalem Müdürü olan Abdulkerim Hürrem yazdığı bir makalede Afganistan savaşının güney Afganistan’dan kuzey Afganistan’a kaydırılacağını ve Orta Asya ülkelerinin bu vesile ile tehdit altına alınacağını iddia emiştir. Fakat bu durum Karzai Hükümeti tarafından ciddiye alınmamış, üstelik de yalanlanmıştır. Çok geçmeden Merkezi Karzai Hükümeti’nin Taliban’ın askeri, lojistik ve stratejik olarak güçlendirmeye matuf destekleri de kanıtlanmıştır. Karzai de bizatihi kendisi bu durumu kabul etmiştir. Bununla da yetinmeyen Karzai, Taliban için “kardeşim” diye hitap etmekte bir sakınca da görmemiştir. Peki Taliban, Güney Türkistan’da ne yapmak istiyor? 

Taliban’ın her ne kadar dini bir yapılanma olduğu düşünülse de işin aslı hiç de öyle değildir. Aslında Taliban, çekirdek yapısı üzerine dini elbise kılıfı giydirilmiş etnisite temelli siyasi ve askeri bir örgüttür. Pakistan medreselerinde çocuk yaştan itibaren sözde “cihat” adı altında beyinleri yıkanarak yetiştirilen gencecik beyinler önce Afganistan’a akabinde de Güney Türkistan’a asker olarak gönderilmiştir. Örgüt elamanlarına hedef olarak Afganistan’da yabancı güçlere karşı mücadele etmek ve Türkistan coğrafyasında İslami bir devlet kurmak enjekte edilerek beyinleri yıkanmıştır. Örgütün her ne kadar günümüzde faaliyet alanı sadece Afganistan gibi görünse de Afganistan’a komşu tüm ülke halklarıyla temaslar sürdürülmektedir. 2001 yılında siyasi hezimete uğrayan Taliban’ın bu tarihten sonra siyasi ayağını da güçlendirmeye çalıştığı bilinmektedir. Çin’de kırmızı halılarla karşılanmalarını, Katar Dışişleri Bakanı vasıtasıyla ayrı ayrı ABD ile görüşülmesini ve en son Moskova’da Rus yetkililerle müzakerelerini bu yönde değerlendirmek yerinde olacaktır. 

Taliban’ın üst düzey yöneticileri gibi alt kademelerini de Peştunlar (Afganlar) kontrol etmektedir. 2001’den önce örgütün tamamına yakını Peştunlardan (%95 ve daha fazlası) oluşmaktayken, bu tarihten itibaren Türk kökenli savaşçıları eğitip saflarına katan örgüt gözlerini bu sefer Güney Afganistan’a dikmeye başlamıştır. Güney Türkistan Türklerinin sayısının Taliban saflarında artmaya başlaması ile Taliban’ın Güney Türkistan’da hâkimiyet kazanmaya başlaması aynı döneme tekabül etmektedir ki, bizim “Taliban savaş alanını Afganistan’ın güneyinden kuzeyine yani Güney Afganistan’a yaymak istiyor” görüşümüz de bu hakikate dayanmaktadır.

Basınköy’ü anlamak

Bu yol o kadar keskin bir hayat tecrübesi ki yaşamadan anlamak, anlayamadan doğrulamak mümkün değil. Neden mi anlatayım. Basınköy demek İstanbul’un en güzel yerinde doğayla, deniz’le, göl’le, ormanla bütünleşmek demek ama bunlar güzel yanları, Basınköy demek çileli hayatlar, darbeler askerler, gazeteciler, anıları yaşanmışlıkları demek; çileli yıllar demek. Basınköy demek; roman, edebiyat, sanat, resim, çizgi roman, karikatür, ressam, köşe yazarı, gazeteci, foto muhabiri, genel yayın yönetmeni, gazete patronu, yorumcu, televizyoncu demek. Basınköy o yüzdendir ki yaşanmışlıkları insana doğru bildiğini yanlış yanlış bildiğini doğru yapar, kızdığımız, yargıladığımız değerlerin gerçek yönünü öğretir, alamadığımız feyzlere keşke dedirtir, değerini anlayamadıklarımızı değerli kıldırır.

Zannetmiyorum ki hiç bir semtte bir yazarla konuşurken bir ressamın görüşünü almak oradan bir yorumcuyla kahve içmek, Nobel adayı insanlarla uçurtma uçurtmak, birçok sanatçı, artist ile sohbet etmek, onlarca filmin çekildiği evlerde oynamak, hatta o filmlerde de olmak… Dünya literatüründe geçmiş insana abi, amca diyebilmek, çocuklarıyla beraber büyüyebilmek, askerlerden tarihi dinlemek, kitaplarda televizyonlarda gördüklerimizi, okuduklarımızı ilk ağızdan öğrenmek demek.

Basınköy’ü anlayabilmek için yaşamak lazım. Ben ve ailem 1959 yılından bu yana semtteyiz, babam kurucusu iken ben bile yıllar içimde hatta bu güne yeni öğrendiklerim var o yüzdendir ki gelecek nesillere Basınköy’ü aktarmak istiyorum.

Tarihçesi Osmanlı Rus harbinde Rus askerlerinin buraya gelmesiyle başlıyor. Tarih 1877 Ayastafanos Antlaşması ile savaş sona eriyor. Bizim hikâyemiz de o günden bu güne geliyor.

Yıllarca av köşklerinin olduğu sonra bağların kurulduğu ekin alanlarının oldu bir yer.

Atatürk’ün 1934 yılında Yeşilköy’den bir vekilin Şenlikköy’deki bağ evine daveti ile başlayan sonrasında buraya bir deniz köşkü ve orman için talimat vermesinden sonra semt iyice göz önüne çıkıyor.

Açılan plajlar ve lokantalar iyice popüler oluyor. İnsanlar denize girmeye eğlenmeye, yemek için gelmeye başlıyor.

Basınköy 1960 da başlıyor. 1964 de bitiyor. Havacılar sitesi, Kartalköy ve Basın sitesinden oluşuyor. Asker ve Gazeteci ailelerinin kurduğu iki kooperatif. Menekşe’de özel plajları olan bir semt. Karayolu, hava alanı, deniz ulaşımı, tren yolunun geçtiği o zamanların tek semti.

Bu günlerde doğal kalmış nadir yerlerden ama yaşanmışlıkları?

Sözün özü bir tarih Basınköy.

Kalkınma Yatırım Bankası’ndan Rüzgâr Enerjisine 822 Milyon Dolarlık Destek

Dünya Rüzgâr Günü kapsamında yeşil enerji kaynaklarının uluslararası boyuttaki önemine dikkat çeken Kalkınma Yatırım Bankası Genel Müdürü İbrahim Öztop, iklim değişikliğinin yarattığı küresel tehdidi ortadan kaldırmak için yürütülen çalışmalarda Rüzgâr Enerjisi Santrallerinin (RES) öneminin giderek arttığını belirtti.

Öztop, “Ülkemizin yenilenebilir enerji gücünde büyük rolü olan rüzgâr enerjisi santrallerine finansman desteği sağlamayı sorumluluğumuz olarak görüyoruz. Bankamız, 2020 yıl sonu itibarıyla RES Projelerine 512 milyon dolar finansman desteği sundu. 2021 yıl sonuna kadar RES alanındaki yatırımlarımıza devam ederek 310 milyon dolarlık daha finansman sağlayıp toplamda 822 milyon dolarlık kaynağı yalnızca bu alana ayırmayı hedefliyoruz. RES projelerine olan desteğimiz gelecekte de devam edecek” dedi.

İklim değişikliği konusunda atılacak somut adımların önemine dikkat çeken Kalkınma Yatırım Bankası, enerjide dışa bağımlılığı azalan bir Türkiye hedefiyle çalışarak, bugüne kadar finanse ettiği ve faaliyete başlayan 626 MW kurulu gücündeki RES projeleri sayesinde 475 bin hanenin yıllık enerji ihtiyacının karşılanmasına vesile oldu. Banka ayrıca, 2021 yılında finanse edeceği RES yatırımlarıyla toplamda 920 MW’lık RES kurulu gücüne ulaşılmasını sağlayarak 700 bin hanenin yıllık enerji ihtiyacının karşılanmasında rol oynayacak. 15 Haziran Dünya Rüzgâr Günü’nde RES’lerin öneminin giderek arttığını belirten Banka, finanse ettiği RES yatırımlarıyla 1,65 milyon ton eşdeğer karbondioksit emisyonu azaltımına katkıda bulunuyor. 

Türkiye’de 2020 yılında gerçekleştirilen RES projelerinin yüzde 10’unu Kalkınma Yatırım Bankası’nın finanse ettiğini belirten Öztop, “Finansman desteği sağladığımız enerji projelerinin kurulu güç bakımından yüzde 33’ünü RES projeleri oluşturuyor. Banka olarak bugüne kadar toplam 23 RES projesine destek verdik. Faaliyete geçen RES’lerin kurulu gücü 626 MW ve bu projelere sağlanan toplam finansman miktarı ise 512 milyon dolar seviyesinde. 2021 yılı boyunca RES projelerine yoğunlaşarak, bu alana 310 milyon dolar daha finansman desteği sağlamayı ve 2021 yıl sonu itibarıyla RES projelerinin finansmanında toplam 822 milyon dolara ulaşmayı hedefliyoruz. RES projelerine olan finansman desteğimiz gelecek yıllarda da devam edecek” dedi.

“Ülkemizin düşük karbonlu ekonomiye geçişinde önemli bir rol alıyoruz”

Projelere finansman desteği sağlamanın yanı sıra, her bir projeye yatırım konusu ve tutarından bağımsız olarak uluslararası standartlar ile uyumlu şekilde çevresel ve sosyal risk değerlendirme çalışması yaptıklarını vurgulayan Öztop, “2020 yıl sonu itibarıyla yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği projeleri kredi portföyümüzün yüzde 57’sini oluşturuyor ve sürdürülebilirlik temalı kredilerin portföyümüzdeki payı ise yüzde 63 seviyesinde. Kurulu gücü yaklaşık 2.870 MW olan 309 adet enerji yatırımına 1,2 milyar TL civarında kredi kullandırımı gerçekleştirdik. Temiz enerjiye erişimde oldukça önemli olan rüzgâr enerjisi santrallerinin finansmanıyla, ülkemizin düşük karbonlu ekonomiye geçişinde önemli bir rol alıyoruz” ifadelerini kullandı.

Fırat Edaş Yatırımları ile Köye Dönüşe Enerji Oluyor

Fırat Elektrik Dağıtım A.Ş. (Fırat EDAŞ), Tunceli’de köy ve kırsal alanlar için planladığı 6 milyon 246 bin TL tutarında gerçekleştireceği yatırımlar ile köye dönüşün enerjisi olmaya hazırlanıyor.

Kaliteli ve kesintisiz enerji arzını Bingöl, Elazığ, Malatya ve Tunceli illerinde müşterilerine en iyi şekilde verme gayretiyle çalışmalarını aralıksız sürdüren Fırat EDAŞ, köy ve kırsal bölgelerinin enerji kalitesini artırmak için kolları sıvadı.

Köye dönüş kapsamında olası artabilecek enerji ihtiyacını karşılamak ve merkezden kırsala elektrik dağıtım hizmet kalitesinde bütünlük sağlamak amacıyla Fırat EDAŞ, 6 milyon 246 bin TL’lik yatırım ile Tunceli’de Enerji Nakil Hattı (ENH) ve Alçak Gerilim (AG) olmak üzere toplam 563 direk üzerinde 30 km uzunluğundaki hattın tesis çalışmalarına başlıyor.

Ömer Kandemir: “Köy ve kırsal hayatını kolaylaştıracak”

Bölgenin gelişimine katkı sağlayacak yatırım çalışması hakkında açıklamalarda bulunan Fırat EDAŞ Dağıtım Operasyonları Genel Müdürü Ömer Kandemir; 30 km uzunluğunda tesis edilecek projenin 18 km’lik kısmını ENH, 12 km’lik kısmını ise AG hattın oluşturacağını ifade ederek, şunları kaydetti: “6 milyon 246 bin TL büyüklüğündeki yatırım dahilinde AG için 2 milyon 990 bin TL’lik bir harcama yapılırken, ENH için 3 milyon 255 bin TL büyüklüğünde önemli bir harcama yapılacak.

Yatırım çalışmasının tamamlanması halinde sadece bölgenin enerji arzı kalitesini artırmakla kalmayacağını hatırlatan Dağıtım Operasyonları Genel Müdürü Ömer Kandemir, dolaylı olarak köy ve kırsal yaşamı da kolaylaştıracağını sözlerine ekledi.

Makine İhracatçıları Birliği Başkanı Kutlu Karavelioğlu: Pastadan Daha Kalın Bir Dilim Kesmek İstiyoruz

Makine İhracatçıları Birliği (MAİB) tarafından yapılan açıklamaya göre, Mayıs sonu itibarıyla Türkiye’nin serbest bölgeler dâhil toplam makine ihracatı 9,2 milyar dolar oldu. Makine İhracatçıları Birliği Başkanı Kutlu Karavelioğlu, “2019’a göre 1 milyar dolar fazla ihracat yaparak, geçen yılın bütününde uğradığımız kaybı ilk 5 ayda yerine koyduk ve pandeminin makine ihracatına etkilerini tamamen bertaraf etmiş olduk. Son 12 aylık sürede 19,5 milyar dolara ulaşan ihracatımız, sene sonu hedefimizi 21 milyar doların üzerine revize etmemiz için bize cesaret veriyor” dedi.

Yılın ilk 5 ayı sonunda ihracatını 2019’a göre yüzde 12, 2020’ye göre ise yüzde 37 artıran makine sektörünün serbest bölgeler dâhil toplam ihracatı 9,2 milyar dolar oldu. Sektörün en fazla ihracat gerçekleştirdiği ve aralarında Almanya, Birleşik Krallık, İtalya, Fransa ve Polonya gibi Avrupa ülkelerinin de bulunduğu 10 pazarda 2019 yılına göre ortalama yüzde 18 artış sağlandı. Sadece pandemi sürecini değil, Euro Bölgesi’nin son 21 yılın en yüksek PMI seviyesine ulaştığı bu hızlı normalleşme dönemini de en iyi değerlendiren ülke sektörü olduklarını belirten Makine İhracatçıları Birliği Başkanı Kutlu Karavelioğlu şunları söyledi: “İlk çeyrekte yüzde 18’e yakın artan dünya mal ticareti, son iki çeyrekte birden 5 trilyon doların üzerine çıktı. Küresel ihracatın uzun zamandır yılda 18,5 trilyon doları aşamadığı düşünülürse, bu beklenmedik hızdaki iyileşmenin artçı etkileri olması kaçınılmaz. Mal ticaretindeki değer artışının temel sebebi olarak, endişeyle verilen yüksek siparişlerin kapasiteleri zorlaması gösteriliyor ama küresel enflasyonun, lojistikte yaşanan sorunların ve karaborsaya düşen ya da ihracatına sınırlar getirilen bazı hammaddelerin de fiyat artışını körüklediği bir gerçek. Arz yetmeyecek kaygısı, süratle makine teçhizat yatırımlarına yansıyor.

Sürekli yeni makine siparişi aldıklarını belirten Karavelioğlu, “2019’a göre 1 milyar dolar fazla ihracat yaparak, geçen yılın bütününde uğradığımız kaybı ilk 5 ayda yerine koyduk ve pandeminin makine ihracatına etkilerini tamamen bertaraf etmiş olduk. Son 12 aylık sürede 19,5 milyar dolara ulaşan ihracatımız, sene sonu hedefimizi 21 milyar doların üzerine revize etmemiz için bize cesaret veriyor” dedi.

Makine ihracatının alt dallara ve küresel pazarlara dağılımına dair verilerin, Türkiye’nin ürün çeşitliliği, kalite ve rekabet gücü açısından hiçbir eksiği olmadığını ispat ettiğini belirten Karavelioğlu şunları söyledi: “AB makine ve tesis mühendisliği pandemi sürecinde önemli bir resesyona uğradı ve makine üretimi dünyada yüzde 6 düşerken AB’de yüzde 14 daraldı. Sektörel STK’ların son raporları, yüzde 98’i KOBİ ölçeğinde olan AB’li makine imalatçılarına verilmekte olan istihdam desteklerinin sürmesi gerektiğini yazıyor. Yüzde 9,7 gerileyen ihracatın ve yüzde 70’lere düşen kapasite kullanım oranlarının normalleşmesi AB için zaman alacaktır. Zaafa düşen Avrupalı KOBİ’ler için önemli bir çözüm ortağı ise, makine sektöründe geçen yılı yüzde 9, bu yılın ilk çeyreğini ise yüzde 28,5 üretim artışı ile kapatan Türkiye olacaktır.

İZODER’in Yeni Başkanı Emrullah Eruslu Oldu

Isı Su Ses ve Yangın Yalıtımcıları Derneği (İZODER)’nin düzenlediği Yönetim Kurulu toplantısında, İZODER Başkanı Levent Gökçe’nin iş değişikliğinden dolayı görevinden ayrılması nedeniyle 14. Dönem İZODER Yönetim Kurulu içerisinde yeniden görev dağılımı gerçekleştirildi.

İZODER Yönetim Kurulu Üyeleri tarafından yapılan seçimde mevcut yönetim kurulunda 1. Başkan Vekili olan Eryap Grup CEO’su Emrullah Eruslu oy birliği ile İZODER Başkanlığı’na seçildi.

İZODER’in, kurulduğu günden bu yana Türkiye’de yalıtım bilincinin artırılması ve yalıtım sektörünün gelişmesini hedeflediğini vurgulayan İZODER Yönetim Kurulu Başkanı Emrullah Eruslu, “Türkiye’deki binaların daha az enerji harcayan, dayanıklı, güvenli ve çevre dostu bir yapıya kavuşması için ısı, su, ses ve yangın yalıtımı ürünlerinin standartlara uygun şekilde üretilmesi ve uygulanması gerekiyor. Bu doğrultuda, tüm branşlarıyla ülkemizin sürdürülebilir kalkınmasına önemli katkı sağlayan yalıtımı, tüm yapılarda yaygınlaştırmak için çalışmalarımızı hızlandıracağız. Bu anlamda yalıtım sektörü olarak önümüzdeki kentsel dönüşüm sürecini ülkemizde güvenli, enerji verimli, çevreye duyarlı, sağlıklı ve konforlu yapıların temininde önemli bir fırsat olarak görüyoruz” diye konuştu.

Ayedaş, Anadolu Yakası’nda Yaza Hazır

Anadolu Yakası Elektrik Dağıtım AŞ, bu yılın ilk yarısı için 27 milyon liralık bütçe ayırdığı şebeke bakım işlemlerinin çoğunu gerçekleştirerek, yaz aylarında da müşterilerine kaliteli ve kesintisiz elektrik sağlamak için şebeke bakımlarını tamamladı.

Kış mevsiminin ardından İstanbul Anadolu Yakası’nda elektrik şebekesinde değişime ve bakıma ihtiyaç duyan unsurlar yenilendi.

Arızalara ve kesintilere yol açabilecek olumsuzluklar baştan giderildi. Bu kapsamda, havai hat, bina, aydınlatma ve diğer şebeke envanterlerine bakım yapılırken, hücre içi ve bina temizlikleri yapıldı, hücre uzaktan kumanda kontrolleri gerçekleştirildi.

Kış şartlarında hasar gören direklere, iletkenlere ve bağlantı noktalarına öncelik verilerek, bina iyileştirmeleri, trafo bakımları, topraklama iyileştirmeleri, izolatör değişimleri, trafo kademe ayarı kontrolleri, trafo yağ kontrol ve değişimi çalışmaları gerçekleştirildi.

Akkuyu Nükleer Çalışanları ‘Umut Tohumları’ Etkinliği ile Ağaç Dikti

Akkuyu Nükleer A.Ş. çalışanları Gülnar Büyükeceli İlkokulu ile beraber başlattıkları “Umut Tohumları” etkinliği kapsamında çocuklarla bir araya geldi.

Okulda düzenlenen etkinlikte okul bahçesine avokado ağacı fidanları dikildi ve çocuklara çiçek tohumları hediye edildi. Etkinlik, COVID-19 tedbirleri çerçevesinde gerçekleştirildi. Gülnar İlçe Milli Eğitim Müdürü Hüseyin Kadim, Akkuyu Nükleer A.Ş. İletişim Direktörü Kiyra Staples, Akkuyu Nükleer A.Ş. Bölge İletişim Bölümü Eksperi Eyüp Lütfi Sarıcı, Büyükeceli İlkokulu Müdürü Serhat Özgür Öztürk ile öğretmen ve öğrencilerin katıldığı törende,  okul bahçesine 6 adet avokado ağacı dikildi. Avokadolar, her mevsim yeşil kalabilmeleri ve bölgenin iklim koşullarına uygun olmaları nedeniyle tercih edildi. Okul bahçesine, bakımı çocuklara emanet edilecek toplam 40 farklı meyve ağacının dikilmesi planlanıyor. 

Törende konuşan Gülnar İlçe Milli Eğitim Müdürü Hüseyin Kadim, bu etkinliğin Akkuyu Nükleer A.Ş. ile işbirliği halinde gerçekleştirildiğini belirterek şu ifadeleri kullandı: “Biliyorsunuz şu anda dünyanın sorunu iklim değişikliği ve kuraklık. Bu sorunlar maalesef ülkemizin genelini ve ilçemizi de etkiliyor. Biz Gülnar ve Büyükeceli olarak kuraklıktan etkilenen bir bölgeyiz. Maalesef uzun zamandır yağmur yağmıyor. Bunun farklı sebepleri var ama bu etkileri tersine çevirebilmek için tüm dünyada yaşayan insanların ve ülkelerin üzerine düşen görevler de var. Bu sorunlarla mücadele etmek için bireysel olarak hepimiz çaba göstermek zorundayız. Burada kendi adımıza bir katkıda bulunmak ve çocuklarda çevreyi korumanın önemine dair farkındalık yaratmak adına bir meyve ağacı bahçesi yapıyoruz. Bunda tabii okul müdürümüz Serhat Bey’in, ortaokul müdürümüz Erdinç Bey’in ve yine okul idarecimiz Salih Karaca’nın emekleri var. Onlara ayrıca teşekkür ediyoruz. Bu vesileyle bu projede yer alan Akkuyu yetkililerine de teşekkür ediyoruz. İnşallah kısa sürede bu alan yemyeşil bir bahçeye dönüşecek.

Verimli Enerji Kullanımı İçin İpuçları Verilecek

Türkiye’de enerji sektörünün öncü şirketi CK Enerji, kaynakların bilinçli kullanımına destek veren Enerji Okuryazarlığı Projesi’ni “elektrik faturalarına” taşıdı. Türkiye’nin üç bölgesinde 7 ilde, 15 milyondan fazla nüfusa hizmet veren CK Enerji’nin görevli tedarik şirketlerinin gönderdiği elektrik faturalarında enerjinin verimli kullanılmasına yönelik öneriler de yer alacak.

Türkiye’nin üç bölgesinde, 7 ilde hizmet veren CK Enerji, kaynakların bilinçli kullanımına destek veren Enerji Okuryazarlığı Projesi’ni, “elektrik faturaları” ile 15 milyondan fazla tüketiciye ulaştıracak. CK Enerji’nin İstanbul, Antalya, Burdur, Isparta, Sivas, Tokat ve Yozgat’ta hizmet veren üç görevli tedarik şirketi, her ay abonelerine gönderdiği elektrik faturalarında, artık verimli enerji kullanımına yönelik ipuçlarına da yer verecek. Ayrıca elektrik faturalarına eklenen “QR kod”u akıllı telefonlarına okutan tüketiciler, elektrikli ev aletlerinin ne kadar enerji tükettiğini gösteren “tüketim hesaplama” sayfasına da bağlanabilecek.

Sürdürülebilir bir dünya için enerji kaynaklarının bilinçli kullanımının giderek daha önemli hale geldiğini ifade eden CK Enerji Regülasyon Direktörü Fidan Öztürk, her ay tüketicilerin evine giden elektrik faturalarını da bu yönde değerlendirmek üzere grup olarak yeni bir adım attıklarını kaydetti.