28.4 C
İstanbul
Cumartesi, Ağustos 16, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 3

Türkiye, 33.5 GW Depolamalı Güçle Dünya Liderleri Arasında

Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği (TÜREB), 28 Nisan 2025 tarihinde İspanya ve Portekiz’i etkisi altına alan İber Yarımadası elektrik kesintisini detaylı olarak analiz eden “28 Nisan 2025 Tarihli İber Yarımadası Elektrik Kesintisine İlişkin TÜREB Teknik Gözlem Raporu”nu yayımladı. Avrupa elektrik sistemi açısından tarihi bir vaka olarak değerlendirilen bu kesintiye dair kapsamlı tespitlerin yanı sıra, rapor Türkiye’ye yönelik kritik öneriler de sunuyor. Raporda, İberya kesintisinin ardında yüksek yenilenebilir enerji payı, düşük sistem ataleti, invertör tabanlı üretim yapısındaki zafiyetler ve hibrit HVDC/AC bağlantıların bir araya gelmesi gibi çok sayıda teknik bileşenin rol oynadığı belirtiliyor. Olayın ardından yapılan değerlendirmelerde, salınımları bastıracak donanım ve yazılım uygulamalarının yetersiz kaldığı, salınım algılama ve kontrol parametrelerinin gecikmeli veya yetersiz tepkiler verdiği vurgulanıyor.

İberya Kesintisinin Teknik Analizi: Nedenler ve Sonuçlar

Rapora göre, ilk üretim kaybının kesin nedeni henüz belirlenmemiş olsa da, İspanya’da gözlenen nominal üstü (fakat limitler içinde) yüksek voltajlar ve merkezi olmayan çok sayıda üretim tesisinin devre dışı kalma olasılığı üzerinde duruluyor. Şebekede ortaya çıkan küçük bir arızanın, voltajların kullanılabilir sınırın üst limitine yakın seyretmesi nedeniyle limitleri aşmış olabileceği ifade ediliyor. Bu üretim kayıplarının ardından başlayan frekans düşüşü, otomatik koruma sistemlerini tetiklemiş ve bu sistemler yük atmalarla yanıt vermiş. Ancak sistem kararlılığı bu yük atmayla da sağlanamayınca, Fransa-İspanya arasındaki AC bağlantılarının otomatik olarak kapanması sonucu tüm İber Yarımadası şebekesi çökmüş. Raporda ayrıca, bu üretim kaybı ve Fransa ile olan AC hatlarının kopmasına ek olarak, senkron bir bağlantı şekli olmayan Fransa ile olan HVDC bağlantısının dengesizliğe rağmen ihracat yönünde enerji çıkışına devam etmesinin de sistemi olumsuz etkilediği belirtiliyor.

Kesintinin temel nedenleri arasında, yüksek yenilenebilir enerji üretimi (özellikle güneş), bahar dönemi nedeniyle düşük elektrik talebi ve sistemdeki düşük atalet seviyelerinin birleşerek sistemi daha kırılgan hale getirmesi gösteriliyor. Arıza öncesinde invertör tabanlı rüzgar ve güneş üretiminin toplam tüketimin yüzde 60’ından fazlasını karşıladığı, özellikle İspanya’daki geniş güneş santrallerinin bu duruma katkı sağladığı tahmin ediliyor. Bu durumda sistemdeki salınımlara cevap verilemediği ve küçük üretim tesislerinin voltaj kontrol kapasitesi yoksa veya kısıtlıysa, voltaj probleminin daha da arttığı tespiti yapılıyor. Rapor, İspanya ve Portekiz’de yaşanan kesintinin enerji dağıtım süreçlerinde elektrik şebekesi yatırımları, dijitalleşme, baz yük santralleri, esneklik ve şebeke elektriği depolamanın ne kadar kritik olduğunu bir kez daha gösterdiğinin altını çiziyor. İberya kesintisini takiben enerji piyasalarında politika önerileri arasında özellikle esneklik ve sistem ataletinin sağlanmasının öne çıktığı belirtiliyor.

Türkiye’nin Vizyoner Depolama Stratejisi Dünyaya Örnek Oldu

TÜREB raporunda, elektrik depolama kapasitesinin artırılması konusunda Türkiye’nin vizyoner ve proaktif bir strateji benimsediği vurgulandı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (ETKB) ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun (EPDK) öncülüğünde, son yıllarda verilen tüm yeni rüzgar enerjisi santrali (RES) ve güneş enerjisi santrali (GES) ön lisanslarının elektrik depolama koşulları ile düzenlendiği ve sistemsel dönüşümün hızlandırıldığı belirtildi.

Bugün itibarıyla Türkiye genelinde çeşitli yatırımcılar tarafından hayata geçirilecek yaklaşık 680 depolamalı proje, toplamda 33,5 GW kurulu güce ulaşmış durumda. Bu ölçek, Türkiye’nin elektrik sisteminin güçlü, esnek ve kapsayıcı bir yenilenebilir enerji üretilebilirliğini sağlamak adına önemli bir adım olarak görülüyor. Türkiye, rüzgar ve güneş enerjisi potansiyelini değerlendirmenin yanı sıra depolama çözümleriyle arz-talep dengesini sağlamakta ve elektrik sistemi işletmesinin kayıplarını azaltarak daha ucuz, daha temiz ve daha sürdürülebilir elektriğe ulaşmanın önünü açıyor.

Raporda, baz yük santrallerinin sistemdeki rolünün korunmasıyla birlikte, şebeke elektrik depolama sistemleri ve arızalara daha hızlı tepki veren şebeke izleme teknolojileri sayesinde frekans salınımlarının büyümeden sönümlenmesinin kritik olduğu, bunun İspanya ve Portekiz’de yaşanan kesintide çok net bir şekilde görüldüğü belirtiliyor. Türkiye’nin şebekede elektrik depolama konusundaki öncü adımları ve uygulanan politikaların dünyada birçok ülkeye örnek teşkil ettiği vurgulanıyor. Türkiye’nin dağıtımı yapılan depolamalı santral kapasitesi büyüklüğü açısından dünyada önde gelen ülkelerden biri konumunda olduğu ifade edildi. ETKB ve EPDK’nın geliştirilmiş enerji stratejileri ve yeni depolamalı santrallerin planlanması, kapasite tahsisleri, şebekeye dahil edilmesi ve yeni şebeke yatırımlarının planlanmasında kritik rol oynadığı belirtiliyor. Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ) ve bölgesel elektrik dağıtım şirketlerinin de bu santrallerin şebekeye dahil edilmesi konusunda teknik olarak üzerlerine düşeni yerine getirme gayretinde olduğu vurgulanıyor.

Yaklaşık 33,5 GW’lık depolamalı rüzgar ve güneş enerjisi santrali yatırımlarının, ETKB’nin öncülüğü ve desteğiyle hazırlanan ve önümüzdeki haftalarda yasalaşması beklenen Süper İzin Düzenlemesi ile birlikte hızlı bir şekilde devreye alınması, Türkiye’nin enerji bağımsızlığının sağlanması kadar sistem güvenliğinin artırılmasına da büyük fayda sağlayacak.

AYEDAŞ, Sürdürülebilir Enerjiye Katkısını Artırıyor

Güvenli, kesintisiz ve sürdürülebilir enerji hizmeti sunma misyonuyla çalışmalarını aralıksız sürdüren AYEDAŞ, 2025 yılının ilk üç ayında İstanbul Anadolu Yakası’nda dikkat çekici başarılara imza attı. Enerjisa Dağıtım Şirketleri’nin öncü kuruluşu olarak, altyapı yenileme ve dijital dönüşüm projeleriyle enerji sektöründeki liderliğini pekiştirdi.

AYEDAŞ, 3 milyondan fazla abonesine daha güvenilir ve sürekli enerji sağlamak amacıyla, 2025’in ilk çeyreğinde Anadolu Yakası’nda kapsamlı bir yatırım hamlesi gerçekleştirdi. Toplam 8.448 trafo ve 34.913 kilometrelik enerji hattına sahip hizmet bölgesinde, kesintisiz enerjiyi hedefleyen bakım, yenileme ve yatırım odaklı çalışmalar hız kesmeden devam etti. Şirket, aynı zamanda karbon ayak izini azaltma ve dijital dönüşüm süreçlerine verdiği önemle de öne çıktı.

Kesintisiz Enerji İçin Altyapı Güçlendirildi

Adalar, Ataşehir, Beykoz, Çekmeköy, Kadıköy, Kartal, Maltepe, Pendik, Sancaktepe, Sultanbeyli, Şile, Tuzla, Ümraniye ve Üsküdar ilçelerinde yürütülen çalışmalar kapsamında, 7560 aydınlatma armatürünün kurulumu tamamlandı. Bunun yanı sıra, 507 pano, 28 trafo ve 833 dağıtım merkezi bakımı yapılarak enerji altyapısı önemli ölçüde güçlendirildi. Aynı dönemde 571 kilometrelik enerji hattının bakımı gerçekleştirilerek sürdürülebilir enerjiye verilen katkı artırıldı.

AYEDAŞ, 2025 yılının ilk üç ayında belirlediği geniş yatırım hedeflerini başarıyla aşarak, hizmet verdiği 3 milyondan fazla abonesine daha kesintisiz ve kaliteli enerji sunmak amacıyla 105 kilometrelik yeni kablo döşemesi, 145 yeni elektrik santrali ve 18 trafo merkezi kurarak altyapısını rekor düzeyde geliştirdi. Bu kapsamlı bakım, onarım ve yatırım çözümleriyle AYEDAŞ, 2025’in ilk çeyreğinde koyduğu hedeflere başarıyla ulaştı.

Müşteri Odaklı Dijital Dönüşüm ve 7/24 Hizmet Anlayışı

Enerjisa Dağıtım Şirketleri, operasyonel süreçlerini daha verimli hale getirmek ve müşteri memnuniyetini en üst seviyeye taşımak için dijitalleşmeye ağırlık veriyor. AYEDAŞ da bu doğrultuda, 7/24 kesintisiz hizmet anlayışını sürdürüyor.

Aboneler, www.ayedas.com.tr web sitesi, Web ChatVolt anlık mesajlaşma, AYEDAŞ 186 Mobil Uygulaması, 0(216) 186 00 00 İhbar Hattı ve 186 Çağrı Merkezi aracılığıyla tüm soru ve taleplerini iletebiliyor. Şirket, çağrı kayıtları ve mesajlarla da aboneleriyle kesintisiz iletişimini sürdürüyor.

Enerjisa Dağıtım Şirketleri’nin Başkent EDAŞ ve Toroslar EDAŞ ile birlikte Türkiye’nin önde gelen üç elektrik dağıtım şirketinden biri olan AYEDAŞ, enerji altyapısını güçlendirme ve geleceğin enerji ihtiyaçlarını karşılama hedefiyle yatırımlarına kararlılıkla devam edeceğini açıkladı.

Railport, Avrupa-Asya Lojistik Zincirinin Yeni Halkası Olacak

Türkiye’nin ilk intermodal lojistik terminali olma özelliğini taşıyan Railport, Almanya’nın Münih kentinde 2-5 Haziran tarihleri arasında düzenlenen dünyanın en büyük taşımacılık ve lojistik fuarlarından Transport Logistic 2025’te uluslararası kamuoyuna tanıtıldı. Railport, proje ortağı Alman lojistik devi duisport ile birlikte fuarda sergilediği sürdürülebilirlik odaklı vizyonu ve stratejik konumuyla büyük ilgi gördü.

Demir yolu temelli yeni bir lojistik sayfa

Kocaeli Kartepe’de 265 bin metrekarelik bir alan üzerine inşa edilen Railport, kara ve demir yolunu entegre eden yapısıyla sadece bir terminal değil, Türkiye’nin uluslararası lojistik ağına bağlanmasında kritik bir köprü olarak öne çıkıyor. Tamamlandığında, yıllık 360 bin TEU konteyner, 1,5 milyon ton genel kargo, 125 bin treyler ve 122 bin CEU bitmiş araç elleçleme kapasitesine sahip olacak.

Terminalde ayrıca 1.000 metrekarelik tehlikeli madde depolama alanı, 4 yükleme tablası, 6 istif makinesi ve modern izleme sistemleri gibi ileri düzey altyapı bileşenleri bulunuyor. Bu yönüyle Railport, Türkiye’nin sadece ihracat ve ithalat yükleri için değil, aynı zamanda transit geçişler için de bölgesel bir üs haline gelmeyi hedefliyor.

Orta Koridor’un stratejik kalbi

Railport, Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayan Orta Koridor ve Demir İpek Yolu üzerinde yer alarak, Çin’den Avrupa’ya uzanan ticaret rotasında önemli bir durak olacak. Özellikle deniz taşımacılığına alternatif arayan üretici ve ihracatçılar için zaman, maliyet ve çevresel sürdürülebilirlik açısından büyük avantajlar sunması bekleniyor.

Fatih Yılmazkarasu: “Railport bir lojistik devrimin başlangıcı”

Railport Genel Müdürü Fatih Yılmazkarasu, fuarda yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Transport Logistic gibi küresel ölçekte prestijli bir platformda yer almak, Türkiye’nin lojistikte geldiği noktayı ve nereye yöneldiğini göstermek açısından büyük önem taşıyor. Railport, sadece fiziksel bir terminal değil, Türkiye’yi Avrupa Yeşil Mutabakatı ve 2053 net sıfır karbon hedefleriyle uyumlu şekilde geleceğin lojistik mimarisiyle buluşturan bir vizyon projesidir. Demir yolunun önceliklendirildiği bu model, karbon salımını azaltarak çevre dostu taşımacılığı mümkün kılacak.”

Yılmazkarasu ayrıca, Railport’un yalnızca Türkiye’nin değil, aynı zamanda bölgenin en önemli intermodal geçiş merkezlerinden biri olmaya aday olduğunu vurguladı.

Türkiye’nin küresel ağlara entegrasyon gücü artıyor

Arkas Holding ve duisport ortaklığında hayata geçirilen bu dev proje, 2025’in ikinci yarısında faaliyete geçtiğinde, Türkiye’nin Avrupa, Orta Asya ve Çin hattındaki lojistik rekabet gücünü artıracak. Mevcut liman, kara yolu ve demir yolu ağlarına entegre biçimde çalışacak olan terminal, yüklerin hızlı, güvenli ve çevreci biçimde taşınmasına olanak sağlayacak.

Railport’un, küresel tedarik zincirlerinde Türkiye’yi daha güçlü ve etkin bir oyuncu haline getirmesi bekleniyor. Terminalin, hem bölgesel ekonomiye hem de çevresel sürdürülebilirliğe uzun vadeli katkılar sağlaması hedefleniyor.

Afro-Avrasya’da Sessiz Rekabet

Küresel güç mücadelesi, artık yalnızca Pasifik’te ya da siber uzayda değil; aynı zamanda kara yolları, enerji hatları ve bölgesel ittifaklar üzerinden de şekillenmektedir. Bu bağlamda, Çin ve Hindistan arasında giderek belirginleşen stratejik ayrışma, sahada yeni jeopolitik kutuplaşmalara yol açmaktadır.

Günümüzde Çin, Kuşak-Yol Girişimi kapsamında Kazakistan, Hazar geçişli Azerbaycan ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşmayı hedeflerken; Hindistan ise Ermenistan, İran ve Yunanistan üzerinden alternatif bir batı koridoru oluşturma çabasındadır. Bu durum yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda savunma, enerji, diplomasi ve ulaştırma alanlarında çok katmanlı bir küresel rekabetin habercisidir.

Hindistan–Ermenistan Hattı: Güney Kafkasya’da Yeni Denge

Hindistan, İkinci Karabağ Savaşı sonrası güvenlik açıklarını kapatmaya çalışan Ermenistan’a önemli ölçüde savunma sistemi tedarik etmektedir. Trajan 155 mm obüsleri, Pinaka roket sistemleri, Arudhra radarları, Akash hava savunma sistemi ve BrahMos süpersonik füzeleri, bu modernizasyon sürecinde öne çıkmaktadır.

Bu hamle yalnızca Ermenistan için değil, Türkiye–Azerbaycan güvenlik hattına karşı dolaylı bir stratejik dengeleme olarak da okunmalıdır. Hindistan böylece Güney Kafkasya’da askeri teknoloji ve ittifaklar yoluyla jeopolitik bir ayak izi oluşturmaktadır.

İran: Jeostratejik Kavşakta İki Gücün Ortasında

İran hem Çin’in hem de Hindistan’ın Batı’ya açılma stratejisinde kilit konuma sahip bir geçiş ülkesidir. Çin açısından İran, Kuşak-Yol Girişimi’nin enerji ve kara ulaştırma hattındaki hayati bir halkasını oluşturmaktadır. Buna karşın Hindistan, İran’la geliştirdiği Çabahar Limanı ve Uluslararası Kuzey-Güney Ulaştırma Koridoru (INSTC) aracılığıyla İran’ı Orta Asya ve Avrupa’ya açılan kendi hattının merkezi haline getirmektedir.

Bu çerçevede İran, Çin’in Türkiye ve Azerbaycan hattına karşı, Hindistan’ın Ermenistan ve Yunanistan ile kurduğu alternatif hattın jeopolitik ara bağlantısı olarak konumlanmaktadır.

Türkiye ile Gerilim: Pakistan Faktörü ve Boykot Kararı

Hindistan’ın dış politikasındaki dönüşüm, Türkiye’yi de doğrudan etkilemektedir. Pakistan ile yaşanan son gerginlikte, Türkiye’nin diplomatik tutumu nedeniyle Hindistan, Ankara’yı açıkça suçlamış ve Türk mallarına yönelik boykot kararı almıştır. Bu durum, Hindistan’ın Türkiye’yi artık yalnızca bölgesel bir aktör değil, karşı cephede konumlanan stratejik bir rakip olarak gördüğünü ortaya koymaktadır.

Yunanistan ile Genişleyen İş Birliği: Avrupa’ya Açılan Hint Kapısı

Hindistan, Yunanistan’la geliştirdiği çok boyutlu ilişkilerle Avrupa’da stratejik bir üs kazanmaya çalışmaktadır. Bu iş birliği; savunma sanayinden liman yatırımlarına, turizmden iş gücü anlaşmalarına kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. Özellikle Yunan savunma sanayi kurumları HAI ve EAS ile kurulması planlanan ortaklık, Hindistan’ın Avrupa savunma pazarına doğrudan entegre olma isteğini yansıtmaktadır.

Yunanistan Başbakanı Miçotakis ve Hindistan Başbakanı Modi’nin karşılıklı ziyaretleriyle perçinlenen bu ilişki, Doğu Akdeniz’deki Türk etkisine karşı inşa edilen bir Hint varlığı olarak stratejik bir anlam taşımaktadır.

Çin–Hindistan Rekabeti: Batı Rotalarında Derinleşen Mücadele

Bugünkü tablo, Çin ve Hindistan’ın jeopolitik çıkarlarının sessiz ama derinleşen bir rekabet içinde çatıştığını göstermektedir:

  • Çin, Kuşak-Yol Girişimi (BRI) çerçevesinde Orta Koridor üzerinden Avrupa’ya ulaşmak istemektedir. Bu hat, Çin–Kazakistan–Hazar geçişli Azerbaycan–Gürcistan–Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlanmaktadır. Bu koridorun merkezinde Türkiye ve Azerbaycan yer almakla birlikte, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Gürcistan gibi ülkeler de kilit aktörlerdir. Çin böylece hem ticaret yollarını çeşitlendirmekte hem de Rusya’ya bağımlılığını azaltmaktadır.
  • Hindistan ise buna karşılık Ermenistan, İran ve Yunanistan üzerinden yeni bir batı koridoru geliştirerek Çin’in Avrupa’ya açılan kara yoluna jeopolitik bir alternatif üretmeye çalışmaktadır.
  • Ayrıca Hindistan, Kuşak-Yol Girişimi’ne karşı çok yönlü alternatifler geliştirmektedir. Bunlardan biri de 2023’te duyurulan IMEC (India–Middle East–Europe Economic Corridor) projesidir. Bu girişim, Hindistan’ı Orta Doğu üzerinden Akdeniz’e ve oradan Avrupa’ya bağlamayı hedefleyen çok uluslu bir koridor planıdır. Çin’in kara ve deniz üzerindeki lojistik hâkimiyetine karşı Hindistan, IMEC ile ABD ve AB destekli bir ekonomik damar oluşturmak istemektedir.

Bu yapı, Çin ve Hindistan’ın sessiz rekabetinin artık Avrasya kara yolları üzerinden derinleştiğini ve bölgesel ortaklıklar aracılığıyla sürdürüldüğünü göstermektedir.

Bu bağlamda, Doğu Akdeniz de bu küresel rekabetin yeni bir cephesi haline gelmektedir. Hindistan’ın ilerleyen süreçte Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile diplomatik ve ekonomik ilişkileri artırması muhtemeldir. Böyle bir adım, Hindistan’a hem Avrupa Birliği ile siyasi uyum, hem de Doğu Akdeniz enerji denklemine dahil olma fırsatı sunacaktır. Diğer yandan Çin, Yunanistan’daki Pire Limanı yatırımı üzerinden bölgedeki ekonomik varlığını korumaya çalışmakta ve Doğu Akdeniz’deki altyapı projelerine ilgisini artırmaktadır. Ancak Çin’in Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) meselesine yaklaşımı oldukça temkinlidir. Tayvan politikası nedeniyle, Çin tek taraflı ayrılıkçı yapıları tanımaktan kaçınmakta ve KKTC’yi diplomatik düzeyde tanıması mümkün görünmemektedir. Buna rağmen Çin’in, doğrudan tanıma dışında, ekonomik ya da kültürel temaslar yoluyla dolaylı bir etki geliştirmeye çalışması olasıdır.

Sonuç olarak, Doğu Akdeniz, yalnızca bölgesel aktörlerin değil, Çin ve Hindistan gibi Asya merkezli küresel güçlerin de diplomatik, ekonomik ve sembolik rekabet alanına dönüşmektedir.

Sonuç: Yeni İpek Yolları Üzerinde Sessiz Bir Savaş

Bugün Çin ve Hindistan, Asya’dan Avrupa’ya ulaşan ticaret ve jeopolitik güzergâhlar üzerinden bir tür “sessiz savaş” yürütmektedir. Çin, Türkiye ve Orta Asya üzerinden Avrupa’ya ulaşmayı hedeflerken; Hindistan, Ermenistan, İran ve Yunanistan üzerinden alternatif bir hatta yatırım yapmaktadır.

Bu tablo, yalnızca iki Asya devinin ekonomik planlarını değil; aynı zamanda Türkiye’nin merkezinde yer aldığı çok aktörlü yeni jeopolitik çatışma hatlarını da gözler önüne sermektedir.

Yazar Hakkında

Doç. Dr. Hakan Arıdemir, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Uluslararası Hukuk, Bölgesel Deniz Jeopolitiği Meseleleri ve Uluslararası Deniz Hukuku alanında çalışmalarını sürdürmektedir. Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucu başkanı olan Doç. Dr. Arıdemir, ulusal ve uluslararası düzeyde birçok akademik projeye, çalıştaya ve yayın faaliyetlerine öncülük etmektedir. Türkiye’nin Afro-Avrasya vizyonu ve Türk dünyası stratejileri üzerine derinlemesine analizler üretmektedir.

İthalat Bağımlılığı, Ekonomik Bağımsızlığı Tehdit Ediyor

Türkiye’de sanayinin geleceği ve yerli üretimin sürdürülebilirliği, Çin menşeli düşük kaliteli ürünlerin yol açtığı tehditler ve stratejik korumasızlık endişeleriyle bir kez daha gündeme geldi. 01 Haziran 2025 tarihinde KOMSAD tarafından yayımlanan açıklamada, “Sanayi Egemenliğinin Kaybı: Çin Devlet Destekli İthalatla Tasfiye Edilen Bir Sektör” başlığı altında, yerel sektör temsilcileri derin endişelerini dile getirdi.

Çin Menşeli Ürünler Türk Sanayisini Tehdit Ediyor

KOMSAD Genel Sekreteri ve sektör temsilcileri, İstanbul’da bir araya gelerek yaşanan sorunları masaya yatırdı. Sektör temsilcilerinin dertlerini dinleyen Genel Sekreter Murat Alişiroğlu’nun konuşmaları, mevcut durumun vahametini gözler önüne serdi. Alişiroğlu, “Çin üretimle büyüyor; biz ithalatla çöküyoruz” sözleriyle, Türkiye’nin sanayi politikalarındaki temel açığı net bir şekilde ortaya koydu.

Yerli Sanayicinin “İdeolojik Direnişi” ve Karşılaştığı Zorluklar

Basın bülteninde belirtildiğine göre, Türkiye’deki sanayi artık üretimle değil, adeta bir “mukavemetle” ayakta kalmaya çalışıyor. Yerli sanayici için üretmek, sadece ekonomik bir eylem olmaktan çıkarak, ideolojik bir direniş halini almış durumda. Bu direnişin karşısında ise dört ana zorluk yükseliyor: düşük kaliteli ve devlet destekli Çin mallarının haksız rekabeti, kontrolden çıkan yüksek enflasyonun getirdiği maliyet yükü, enerji ve hammadde fiyatlarındaki öngörülemez artışlarla derinleşen maliyet krizi ve en önemlisi de “sessiz kalan kamu kurumları” ile zaten kırılgan bir yapıda olan KOBİ’lerin savunmasızlığı. Bu durum, yerli üreticinin küresel pazarda rekabet gücünü ciddi şekilde zayıflatmakta, üretim kapasitelerini düşürmekte ve istihdam üzerindeki baskıyı artırmaktadır. Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ’ler), bu çok yönlü baskı altında varlıklarını sürdürmekte büyük güçlük çekmektedir.

Stratejik Korumasızlık ve Kontrolsüz Pazar İşgali Endişesi

Bu tablonun sadece “küresel ticaretin bir sonucu” olarak yorumlanmasının kolaycılık olduğu ifade ediliyor. Asıl sorunun, Türkiye’nin sanayi stratejik korumasızlığı olduğu, bunun sonucunda yerli üreticinin yalnız bırakıldığı ve pazarın kontrolsüz bir biçimde ithalatın insafına terk edildiği vurgulanıyor. Bu durum, yerli sanayinin varlığını tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda ülke ekonomisinin bağımsızlığı ve geleceği için de ciddi riskler barındırıyor. Özellikle stratejik sektörlerdeki ithalat bağımlılığı, dış şoklara karşı kırılganlığı artırmakta ve ulusal güvenliği dahi etkileyebilecek boyutlara ulaşmaktadır.

Türk Sanayisinden Acil Eylem Çağrısı: Destek ve Adil Rekabet Talebi

Toplantı ve basın bülteni, Türk sanayisinin bu kritik süreçten güçlenerek çıkabilmesi için acil önlemler alınması, yerli üreticinin desteklenmesi ve pazarın adil rekabet koşullarında işlemesi gerektiği çağrısını yineliyor. Bu kapsamda, ithalata yönelik kısıtlamaların gözden geçirilmesi, yerli üretime yönelik teşviklerin artırılması, KOBİ’lere finansal ve teknolojik destek sağlanması, enerji maliyetlerinin düşürülmesi ve bürokratik engellerin kaldırılması gibi somut adımlar atılması bekleniyor. Sanayi sektörünün bu “çıplak kral” çığlığı, yetkililerin dikkatini çekerek somut adımlar atılmasını bekliyor.

Başkent, Ayedaş ve Toroslar EDAŞ’tan Müşteri Memnuniyeti Odaklı Hizmet

Türkiye’nin önde gelen enerji dağıtım şirketlerinden Enerjisa Dağıtım Şirketleri (Başkent EDAŞ, Ayedaş ve Toroslar EDAŞ), sektördeki yenilikçi teknolojileri ve insan odaklı hizmet anlayışını zirveye taşıyarak, 2025 yılının ilk dört ayında çağrı merkezi performansında tarihi bir başarıya imza attı. Toplamda 6,2 milyon çağrıya saniyeler içinde yanıt veren şirketler, müşteri iletişiminde erişilebilirlik çıtasını %100’e çıkararak sektörde yeni bir standart belirledi.

Dijitalleşme İle Gelen Erişilebilirlik Rekoru

“Herkes için daha iyi bir gelecek” vizyonuyla sürdürülebilir projelerini hayata geçiren Enerjisa Dağıtım Şirketleri, müşteri memnuniyetini odağına alan hizmet anlayışını bu rekor performansla bir kez daha kanıtladı. Geçen yılın aynı dönemine göre çağrı sayılarında %7’lik dikkat çekici bir artış yaşanmasına rağmen, dijitalleşmeye yapılan stratejik yatırımlar sayesinde tüm çağrılara %100 kurumsal yanıt oranıyla karşılık verildi. Türkiye’nin üç büyük coğrafi bölgesinde (Başkent, Ayedaş ve Toroslar) kesintisiz müşteri iletişimi sağlayan şirket, özellikle Toroslar bölgesindeki artan çağrı hacmine etkin bir şekilde yanıt verirken, Ayedaş ve Başkent EDAŞ bölgelerinde de yüksek cevaplama oranlarını sürdürdü.

Müşteri Hizmetlerinde Devrim: Sesli Yanıt Sistemi (IVR) Teknolojisi

Enerjisa, müşteri odaklı yaklaşımını sürekli ve kaliteli enerji sağlama taahhüdüyle birleştirerek, 6 Mart 2025’te Sesli Yanıt Sistemi (IVR) platformunda önemli geliştirmeler devreye aldı. Bu yenilikler sayesinde müşteriler, çağrı merkezi temsilcisine bağlanmayı beklemeden birçok işlemi doğrudan IVR üzerinden başlatabiliyor. Yeni sürümün yaygınlaşmasıyla birlikte, sadece iki ay gibi kısa bir sürede, toplam başvuruların %3’ü IVR kanalı aracılığıyla alındı. Müşterilerin tek bir tuşla veya sesli komutla hizmete ulaşabildiği IVR sistemi, kısa sürede telefon ve kurumsal web sitelerinin ardından en çok tercih edilen üçüncü iletişim kanalı haline geldi. Bu dijital entegrasyon, çağrı merkezlerinin yükünü önemli ölçüde azaltarak, acil veya rutin taleplerde müşterilere çok daha hızlı ve kesintisiz bir hizmet deneyimi sunmayı başardı.

“Temas Süremizi Dakikalardan Saniyelere İndirdik”

Enerjisa Dağıtım Şirketleri Genel Müdürü Oğuzhan Özsürekci, insan odaklı dönüşümün dijitalleşmeyle mümkün olduğunu vurguladı: “Enerjisa Dağıtım Şirketleri olarak 14 ilde 22 milyonu aşkın kişiye hizmet sunuyoruz. Bu büyük sorumluluğu yerine getirirken temel önceliğimiz, her koşulda güvenilir, hızlı ve ulaşılabilir çözümler sunarak hizmet kalitemizi yeni bir seviyeye taşımaktır. Dijital dönüşüm yatırımlarımızı sadece teknolojiyle değil, insan odaklı bir dönüşümle birlikte yürütüyoruz. Enerjinin sadece bir kaynak değil, yaşamın sürekliliği için güvenilir bir hizmetin temelini oluşturduğu bilinciyle ilerliyoruz.” dedi. Özsürekci’nin bu açıklamaları, şirketin sadece teknolojik altyapısını değil, aynı zamanda müşteri deneyimini de merkeze alan bir vizyonla hareket ettiğini ortaya koydu.

Dijitalleşme Yatırımıyla Güçlenen Kapsamlı Hizmet Ağı

Enerjisa Dağıtım Şirketleri, sürekli artan dijitalleşme yatırımlarıyla müşteri deneyimini zenginleştirmeyi ve daha erişilebilir, hızlı ve güvenilir bir hizmet sunmayı sürdürüyor. Şirket, sadece elektrik temin etmekle kalmıyor; müşterilerine aynı zamanda çözüm, özgürlük ve güven sunarak, geleceğin hizmet anlayışını bugünden inşa ediyor. Bu stratejik yaklaşım, Enerjisa’yı sadece bir enerji dağıtım kuruluşu olmanın ötesine taşıyarak, yenilikçi ve müşteri odaklı bir hizmet sağlayıcı konumuna yükseltiyor.

Uluslararası Kalkınma Bankaları Nükleer Projelere Artan İlgi Gösteriyor

Küresel enerji dönüşümünün kritik bir kavşağında, nükleer enerjinin geleceği için finansman stratejileri, BRICS birliği bünyesindeki Atom Enerjisi Platformu’nun ikinci uzman oturumunda mercek altına alındı. Brezilya’nın hareketli şehri Rio de Janeiro’da, NT2E fuarı kapsamında gerçekleştirilen “Atom Enerjisi Alanındaki Projelerin Finansman Araçlarının Gelişimi Perspektifleri” başlıklı oturum, Brezilya ve Rusya arasındaki nükleer ortaklığın güçlendirilmesine yönelik girişimlerin doğal bir devamı niteliğindeydi.

Küresel Katılımla Finansmanın Önemi Vurgulandı

Oturuma, Rusya Devlet Nükleer Enerji Kuruluşu Rosatom temsilcilerinin yanı sıra, Çin’den CNNC, Brezilya’dan ABDAN ve Diamante Geração Energia, İran’dan NPPD, Bolivya’dan ABEN ve Güney Afrika’dan ESKOM ile NECSA gibi önde gelen uluslararası şirket ve kuruluşların temsilcileri katılım gösterdi. Bu geniş katılımcı yelpazesi, nükleer enerji projelerinin uygulanması için finansal araçların geliştirilmesinin, BRICS üye ülkeleri ve ortak devletler için ortak bir öncelik olduğunu açıkça ortaya koydu.

Katılımcılar, iklimsel ve sosyal hedeflere ulaşmayı amaçlayan uzun vadeli yatırımlara uluslararası kalkınma bankalarının ve ulusal finans kuruluşlarının artan ilgisini değerlendirirken, nükleer projelerin finansmanının küresel enerji güvenliği ve sürdürülebilirlik hedefleri için ne denli hayati olduğunu vurguladılar.

BRICS Atom Enerjisi Platformu Baş Koordinatörü Elza Pule, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Mevcut küresel ortamda finansman konusu özel bir önem kazandı” ifadeleriyle durumun ciddiyetini özetledi. Pule, geçtiğimiz yıl Ekonomik İş birliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) Nükleer Enerji Ajansı tarafından sunulan bir rapora atıfta bulunarak, “Bu raporda, tedarik zincirlerinin hazır oluşu ve nitelikli insan kaynaklarının bulunması ile birlikte finansman, nükleer enerji projelerinin başarılı bir şekilde uygulanmasının önündeki temel engellerden biri olarak gösterildi. Atom enerjisi teknolojilerinin geliştirilmesi için finansal araçlar konusu, nükleer enerjiyi kendi enerji dengelerine dahil etmeyi planlayan ülkeler için kilit öneme sahip” diyerek, finansman modellerinin geliştirilmesinin stratejik bir gereklilik olduğunu belirtti.

Rosatom’dan Aşamalı Finansman Modeli Önerisi

Oturumda Rosatom temsilcileri de aktif rol alarak, nükleer projelerin finansmanında daha esnek ve aşamalı bir yaklaşımın benimsenmesi gerektiğini savundular. Rosatom temsilcisi, “Bu anlaşmalar aşamalara ayrılmalı ve her aşamada farklı finansman araçları kullanılmalı” diyerek, projelerin başlangıç risklerinin minimize edilmesi ve uzun vadeli sürdürülebilirliğin sağlanması için çeşitlendirilmiş finansman mekanizmalarının önemine dikkat çekti.

Rosatom temsilcisi Stanislav Shpakovskiy ise, projenin ilk yıllarında ortaya çıkan temel risklerin bertaraf edilmesinde, özellikle kalkınma bankaları aracılığıyla sağlanan, 15 yıl ve üzeri geri ödeme sürelerine sahip altyapı kredilerinin kritik bir rol oynadığını vurguladı. Shpakovskiy, “Genel olarak, sektör, nükleer enerjinin de dahil olduğu ‘enerji geçişi’ projelerinin finansmanına verilen önceliğin artmasıyla, finans sektörünün nükleer projelere ilgisinin artmasını bekliyor. Bu ilgi, küçük ölçekli nükleer santraller (SMR’ler) gibi gelecek vadeden bir alanı da kapsıyor” diyerek, nükleer enerjinin küresel enerji portföyünde artan yerini ve yatırımcıların bu alana yönelimini işaret etti.

BRICS Atom Enerjisi Platformu’nun bu oturumu, nükleer enerji projelerinin sadece teknolojik ve güvenlik boyutlarını değil, aynı zamanda ekonomik sürdürülebilirliklerini de ele alma gerekliliğini gözler önüne serdi. Finansman mekanizmalarının geliştirilmesi, nükleer enerjinin küresel enerji dönüşümündeki potansiyelini tam anlamıyla ortaya koyması ve iklim hedeflerine ulaşmada kilit bir çözüm sunması açısından hayati bir adım olarak kabul ediliyor. Bu tür platformlar, farklı ülkelerden uzmanların bir araya gelerek ortak çözümler üretmesi ve nükleer enerjinin geleceğini şekillendirmesi için önemli bir zemin oluşturmaya devam edecek.

Sürdürülebilirlik Yönetimi, Agent AI ile Basitleşiyor ve Otomatikleşiyor

Enerji yönetimi ve otomasyonun dijital dönüşümünde dünya lideri Schneider Electric, sürdürülebilirlik ve enerji yönetimi alanında çığır açan, yapay zeka destekli entegre bir ekosistem inşa etmeye yönelik uzun vadeli ve iddialı bir girişimi hayata geçirdiğini duyurdu. Bu stratejik adım, şirketin dijital inovasyonda, enerji yönetiminde ve sürdürülebilir çözümlerdeki lider konumunu pekiştirirken, sektörde yeni bir paradigmanın doğuşuna işaret ediyor.

Sürdürülebilirlik Yönetiminde Yeni Bir Dönem

Bu girişimin kalbinde, “Agentic AI” olarak adlandırılan, inisiyatif kullanabilen bir yapay zeka teknolojisi yatıyor. Bu yapay zeka ajanları, geleneksel yazılımların pasif araç işlevinin ötesine geçerek, karmaşık ve öngörülemez ortamlara gerçek zamanlı olarak uyum sağlayabilen, bağımsız kararlar alabilen veya insan uzmanlar ve danışmanlarla iş birliği içinde çalışabilen yeni nesil yazılımlar olarak konumlanıyor. Bu sayede, sürdürülebilirlik yönetimi ve otomasyonunda daha önce benzeri görülmemiş bir basitleşme ve hız çağı başlıyor. Agent AI, verileri analiz etmekle kalmıyor, aynı zamanda bu verileri kullanarak sizin adınıza proaktif adımlar atabiliyor; böylece yapay zeka tabanlı, inisiyatif sağlayan bir yazılım sisteminin kalıcı doğasını gözler önüne seriyor.

Yeni nesil ekosistem, enerji ve sürdürülebilirlik yönetimini temelden yeniden şekillendirerek, stratejik planlama ve karar alma süreçlerinin hem komuta merkezi hem de koordinasyon noktası olarak işlev görecek. Yapay zeka ajanlarının, insan uzmanlığı ve kurumsal sistemlerle sorunsuz bir şekilde entegre olan uyarlanabilir iş akışlarına dâhil edilmesiyle, dağınık sürdürülebilirlik çabaları, sonuçları sürekli optimize eden ve sürdürülebilir etki yaratan akıllı bir ekosisteme dönüştürülmeyi hedefliyor.

“Dijital Takım Arkadaşı” Vizyonu

Schneider Electric’in Sürdürülebilirlik İş Birimi Başkanı Steve Wilhite, bu yenilikçi vizyonlarını şöyle ifade etti: “Bizim vizyonumuz, insan uzmanlığıyla gerçek bir dijital ekip arkadaşı gibi birlikte çalışan, iş birliğine dayalı zekâ — yani ‘Agentic AI’dır. Bu teknoloji, karmaşık veri analizleri ve süreç otomasyonu sayesinde yükü hafifleterek, bireylerin ve kuruluşların daha büyük etkiler yaratma potansiyellerini açığa çıkaran bir çarpan etkisi yaratmaktadır.” Wilhite’in bu tanımı, yapay zekanın sadece bir araç olmaktan çıkıp, stratejik bir ortak haline gelme potansiyelini gözler önüne seriyor.

Yeni Liderlik ve Genişleyen Çözüm Yelpazesi

Bu önemli girişimin hayata geçirilmesi ve yönetimi için Schneider Electric, Ürün Yönetimi Başkanı olarak Julien Picaud’u görevlendirdi. Stratejik yönetim ve ürün yönetimi alanındaki engin deneyimiyle öne çıkan Picaud, dijital inovasyon ve yapay zeka odaklı genişlemeyi, akıllı kaynak ve emisyon yönetimini geliştirmeyi hedefliyor. Picaud liderliğinde, şirketin mevcut yazılım platformlarının temel yetenekleri yeniden şekillendirilirken, sürdürülebilirlik alanında yakın zamanda satın alınan EcoAct firmasının uzmanlığıyla birlikte yeni özellikler de hayata geçirilecek. Bu yeni özellikler, şirketlerin karbon ayak izini kapsamlı bir şekilde yönetmelerini sağlayacak:

  • Karbon Azaltım Stratejisi
  • Senaryo Analizi
  • Kıyaslama (Benchmarking)
  • Emisyon Yönetimi
  • Raporlama ve Uyum
  • İklim Riski Yönetimi
  • Değer Zinciri Katılımı
  • Enerji Yönetimi ve Kaynak Optimizasyonu
  • Veri Entegrasyonu, Otomasyon ve Gelişmiş Görselleştirme
  • Modernleştirilmiş Kullanıcı Deneyimi

Sektör Uzmanlarından Tam Destek ve “Frugal AI” Yaklaşımı

Enerji dünyasında 20 yılı aşkın süredir küresel lider çözüm sağlayıcısı olarak binlerce çok uluslu şirkete enerji ve sürdürülebilirlik hedeflerinde destek olan Schneider Electric, bu yeni ekosistemle hem insan zekasının hem de yapay zekanın en iyi yönlerini bir araya getirerek geniş bir kitleye ulaşmayı hedefliyor. IDC Sürdürülebilirlik ve ESG Yazılım Araştırma Direktörü Amy Cravens, “Enerji ve sürdürülebilirlik gibi dağınık ve karmaşık alanlarda ajansal yapay zeka, entegre alan bilgisi derinliğine sahip olduğunda son derece verimli olur” diyerek Schneider Electric’in bu alandaki eşsiz konumunu doğruladı. Cravens, şirketin yıllara dayalı deneyimi ve alanındaki derin uzmanlığıyla, sürdürülebilirlik yönetiminde yeni bir standart belirleyecek bir ajanlı algoritma ekosistemi oluşturduğunu ve bu yeni nesil zekânın pratik bilgi yönetimini sağlayan sistemlere hazır olduğunu belirtti.

Schneider Electric’in sürdürülebilirlik ve etik politikasına olan küresel bağlılığı —Corporate Knights tarafından “Dünyanın En Sürdürülebilir Şirketi” seçilmesi ve dünyanın en etik şirketleri arasında 14 kez ödüllendirilmesi— bu yatırımı sorumluluk bilinciyle sürdürmek için sağlam bir zemin oluşturuyor. Schneider Electric Sürdürülebilirlik İş Birimi CTO’su ve Yazılım Mühendisliği Başkanı Dan Whitsell, yapay zekânın enerjinin geleceğindeki kritik rolüne dikkat çekerek, “Bu yatırımı ayırma hızı ve sorumlu kaynak kullanımı odaklı bir şekilde çalıştırılması kararlıyız. ‘Frugal AI’ prensiplerini entegre ederek, minimum kaynak tüketimiyle maksimum zeka sağlayan sistemler tasarlıyoruz. Bu da, daha az kaynak kullanarak modelleri eğitme, verimlilikleri artırma ve optimize edilmiş altyapılarla enerji kullanımını azaltırken performanstan ödün vermemeyi sağlıyor” dedi.

Bu yeni dönemde Schneider Electric, sürdürülebilirlik yolculuğunda şirketlerin karşılaştığı zorlukları, yapay zekanın dönüştürücü gücüyle aşmayı ve geleceğin enerji manzarasını yeniden tanımlamayı amaçlıyor.

Küresel İklim Mücadelesinde Nükleer Enerjinin Rolü Vurgulandı

Rusya’nın enerji ve etkinlik dünyasının iki dev kuruluşu, geleceğin enerji vizyonuna ışık tutan tarihi bir anlaşmaya imza attı. Rusya Devlet Nükleer Enerji Kuruluşu Rosatom ile Rus Roscongress Vakfı arasında, düşük karbonlu enerji kullanımı alanında stratejik bir iş birliği anlaşması, Nevski Uluslararası Ekoloji Kongresi’nin düzenlendiği St. Petersburg’da resmiyet kazandı. Bu anlaşma, küresel iklim değişikliğiyle mücadelede nükleer enerjinin rolünü bir kez daha gözler önüne seriyor.

Karbon Nötrlüğü Hedefinde Ortak Akıl

İmza töreni, Rosatom Genel Müdürü Aleksey Likhachev ve Roscongress Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı ile Müdürü Aleksandr Stuglev’in katılımıyla gerçekleşti. Anlaşmanın temel hedefi, özellikle Roscongress Vakfı tarafından düzenlenen büyük ölçekli etkinliklerin karbon ayak izini sıfırlama yolunda “yeşil” gündem doğrultusunda iş birliğini derinleştirmek. Bu çığır açan adımla birlikte, Rus Nükleer Güç Santrallerinin (NGS) 2024 yılının ortasından itibaren kapasiteye sahip nükleer sertifikaları, söz konusu etkinliklerin karbon nötrlüğünü sağlamak amacıyla kullanılmaya başlanacak. İki güçlü kurum, bu iş birliği çerçevesinde yeşil gündem konularıyla ilgili kamuoyunda farkındalığı artırmayı, iletişimi geliştirmeyi ve çevre koruma güvenliğini daha geniş kitlelere yaymayı hedefliyor.

Rosatom’dan “Yeşil Atom” Vurgusu

Anlaşmanın imzalanmasının ardından açıklamalarda bulunan Rosatom Genel Müdürü Aleksey Likhachev, kurumunun uluslararası arenadaki konumunu bir kez daha vurguladı. Likhachev, “Rosatom, ülkemizde düşük karbonlu nükleer güç alanında küresel bir liderdir ve ‘yeşil atom’ kalitemiz, küresel pazarda büyük bir ilgi görüyor” ifadelerini kullandı. Bu açıklama, nükleer enerjinin sadece güvenli ve istikrarlı bir kaynak olmakla kalmayıp, aynı zamanda iklim hedeflerine ulaşmada kilit bir rol oynayan temiz bir enerji formu olarak kabul görmesinin önemini ortaya koydu. Rosatom’un bu anlaşmayla, nükleer enerjinin çevresel faydalarını daha geniş platformlarda sergileme ve bu alandaki liderliğini pekiştirme amacında olduğu anlaşıldı.

Roscongress’ten Çevresel Duyarlılık Mesajı

Roscongress Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı ve Müdürü Aleksandr Stuglev ise anlaşmanın çevresel konulara verilen önemi yansıttığını belirtti. Stuglev, “Çevresel konuların günümüzde büyük ilgi gördüğünü ve bu ortamda etkinliklerin yeşil öğelerini doğrulamak için uygulamaların hayata geçirilmesinin elzem olduğunu” dile getirdi. Bu iş birliği, Roscongress Vakfı’nın düzenlediği kongre ve forumların sadece ekonomik ve siyasi gündemi belirlemekle kalmayıp, aynı zamanda çevre dostu uygulamalar konusunda da öncü bir rol üstleneceğinin sinyallerini verdi.

Bu stratejik ortaklık, Rusya’nın düşük karbonlu enerjiye geçiş hedeflerine ulaşmasında önemli bir katalizör görevi görecek. Rosatom’un nükleer enerji alanındaki engin tecrübesi ile Roscongress Vakfı’nın geniş iletişim ve organizasyon yeteneklerinin birleşimi, sürdürülebilir bir gelecek inşa etme yolunda yeni bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. Anlaşma, hem enerji sektöründe hem de etkinlik yönetimi alanında çevresel sorumluluğun ve karbon nötrlüğü hedeflerinin önceliğini vurgulayan güçlü bir mesaj niteliği taşıyor.

“Yenilikçi Üretim” Mottosuyla EMO Hannover 2025 Kapılarını Aralıyor

Dünya üretim teknolojileri sahnesinin zirvesi kabul edilen EMO Hannover 2025, 22-26 Eylül tarihleri arasında Almanya’da kapılarını aralamaya hazırlanıyor. “Yenilikçi Üretim” mottosuyla yola çıkan bu dev fuar, Türk sanayicileri için benzersiz bir inovasyon platformu, uluslararası tartışmaların merkezi ve küresel iş ağlarını genişletme fırsatı sunacak. Türkiye’den 47 öncü firmanın güçlü katılımıyla, EMO Hannover 2025, metal işleme sektöründeki en son trendleri, teknolojik ilerlemeleri ve sürdürülebilir çözümleri dünya ile buluşturacak.

Üretim Teknolojilerinin Kalbi: EMO’nun Kapsayıcı Vizyonu

EMO Hannover, metal işleme sektöründe tüm katma değer zincirini tek çatı altında toplayan eşsiz bir etkinlik olarak öne çıkıyor. Fuar; takım tezgâhlarından üretim sistemlerine, çoklu üretim parçalarından hassas aletlere, otomasyon çözümlerinden ölçüm teknolojisi ve kalite güvencesine, yazılımlardan aksesuarlara kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Makine mühendisliğinden otomotive, havacılık ve uzay mühendisliğinden metal işleri ve metal işlemeye, ulaşım teknolojisinden enerji tedarikçilerine, elektronik endüstrisine ve sayısız diğer sanayi dalına uzanan geniş hedef kitlesiyle EMO, sektörün nabzını tutuyor.

Alman Takım Tezgâhları Üreticileri Birliği (VDW) Yönetici Direktörü Dr. Markus Heering, 26 Mayıs 2025 tarihinde İstanbul’da düzenlenen EMO tanıtım toplantısında, fuarın uluslararası oyuncular ve kullanıcılar arasında eşsiz bir iş ve tartışma platformu olduğunu vurguladı. 2023 yılında 45 ülkeden 1.800’ü aşkın katılımcıyı ağırlayan EMO, yaklaşık 140 ülkeden 92 bin ticari ziyaretçi çekerek küresel etkisini kanıtlamıştı. Türkiye’den ise yaklaşık 3 bin 300 profesyonel ziyaretçi, fuardaki yenilikleri yakından takip etmişti.

Türkiye’nin Yükselen Gücü EMO Sahnesinde

Takım tezgâhı üretiminde 2023 yılında yaklaşık 1,05 milyar Euro’luk bir hacme ulaşarak dünya sıralamasında 11’inci sıraya yerleşen Türkiye, bu alandaki küresel gücünü EMO Hannover 2025’te bir kez daha sergileyecek. Türk şirketleri için otomotiv endüstrisi ve makine mühendisliği gibi kritik sektörlerin en önemli müşteri gruplarını oluşturması, EMO’daki ziyaretçi profilinin Türkiye’nin ihracat hedefleriyle örtüştüğünü gösteriyor.

Karmetal, Tezmaksan Robot ve Kes-Tech gibi tanınmış markaların yanı sıra Mega Elektronik, Beka-Mak, Van CNC ve Karcan gibi firmaların da aralarında bulunduğu 47 şirketten oluşan geniş bir grupla Türkiye, EMO 2025’te güçlü bir temsil sergileyecek. Türk katılımcıların fuarda öne çıkaracağı ürün grupları arasında; metal işlemeye yönelik modern makine sistemleri, robotik ve otomasyon çözümleri ile makinelerin performansını gerçek zamanlı olarak izlemeyi ve tüm üretim süreçlerini takip etmeyi sağlayan ileri düzey yazılımlar yer alacak. EMO, geleneksel pazarlarla mevcut ilişkileri pekiştirmenin yanı sıra, dünyanın dört bir yanından gelen profesyonel katılımcılar sayesinde yeni iş birlikleri ve potansiyel müşterilere geniş bir erişim olanağı sunuyor.

Türk Lirası’nın değer kaybının etkisiyle, 2023’te yaklaşık 2,0 milyar Euro seviyesinde olan Türkiye’nin takım tezgâhları ithalatı, geçen yıl 1,6 milyar Euro’ya geriledi. VDW Yönetici Direktörü Heering, “Alman takım tezgâhı üreticileri, metal işleme sektöründeki Türk karar vericilerin en önemli iş ortakları arasında yer alıyor,” dedi. Heering, Türk firmalarının EMO’ya, dünya çapındaki en yeni takım tezgâhları, çözümler ve hizmetler hakkında bilgi edinmek, yeni gelişmeler ve potansiyel müşterilerle tanışmak ve yeni tedarikçi ilişkilerini başlatmak için geldiklerini de sözlerine ekledi.

EMO 2025: Küresel Mega Trendlerin Buluşma Noktası

Günümüz küresel sanayisi benzer zorluklarla karşı karşıya: Artan rekabet, belirsiz piyasa koşulları nedeniyle benimsenen “bekle ve gör” yaklaşımı, yükselen maliyetler ve sürdürülebilir ürün ve üretim yöntemlerine olan hızla artan talep. Yapay zeka ve katmanlı üretim gibi yeni teknolojilerin sürekli gelişimi, sektörde ileri düzeyde eğitim ve adaptasyon gerektirirken, kalifiye eleman eksikliği de birçok bölgesel ilerlemeyi zorlaştıran temel bir faktör olarak öne çıkıyor.

EMO 2025 kapsamında, 35 ülkeden yaklaşık 1.300 katılımcı, bu zorluklara yönelik çığır açıcı çözümler sunacak. Uzmanlar, otomasyon, yapay zekâ dâhil dijitalleşme ve sürdürülebilirlik gibi mega trendleri derinlemesine ele alacak ve bu trendlerin metal işlemedeki dönüşümsel etkilerini değerlendirecek.

Türk Metal İşlemede Verimlilik İçin Otomasyon Atağı

Yüksek hammadde ve ön hazırlık maliyetlerinin yanı sıra, kalifiye işgücünün yurt dışına göçü, Türk sanayisinde otomasyonu vazgeçilmez bir strateji haline getiriyor. Otomasyon çözümleri, üretim sürecinin verimliliğini ve kalitesini artırırken, aynı zamanda yatırımlar açısından da en önemli itici güçlerden biri olarak öne çıkıyor. Türkiye’den çok sayıda EMO katılımcısı, farklı formatlarda bu alanda çözümler sunacak. Otomasyon; palet düzenleyiciler ve taşıma sistemleri gibi basit çözümlerden, robotların kullanımı ve sürücü sistemlerine sahip otonom fabrikalara kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor.

EMO 2025 ziyaretçileri, çok sayıda yazılımın makinelerini bu çözümlerle entegre etmesi sayesinde geniş otomasyon çözümleriyle karşılaşacaklar. Bu alanda önemli bir merkez olan Cobot Area ortak standı, otomasyona daha da yakından odaklanacak. Burada iş birlikçi robotlar (cobotlar), potansiyel kullanımları ve uygulamalarıyla birlikte sergilenecek. Çözümler arasında; kavrayıcılar, bilgisayar görüş sistemleri, ölçüm sistemleri, yazılım, endüstriyel elektronikler, besleme sistemleri ve çok daha fazlası bulunuyor.

Sürdürülebilirlik Odaklı İklim Koruması

OECD verilerine göre iklim değişikliğinden ciddi şekilde etkilenen ülkeler arasında yer alan Türkiye, iklim koruma konusunda somut taahhütlerde bulunarak 2053 yılına kadar iklim nötrlüğüne ulaşma sözü verdi. Ancak hala fosil yakıtlara olan bağımlılık, bu iddialı hedefi gerçekleştirmede önemli bir zorluk teşkil ediyor. Bunun üstesinden gelinebilmesi için üretimde daha az enerji ve malzeme tüketimine odaklanılması ve döngüsel ekonominin hayata geçirilmesi gerekiyor. Konuyla ilgili deneyimlerini aktaran Markus Heering, “Bu konuda çok sayıda bireysel tedbir hedeflenen hedefe ulaşmayı destekliyor. Yeni makinelere yapılan yatırımlar, örnek olarak yüzde 25 civarında enerji tasarrufu sağlıyor” diyerek karbon ayak izinin azaltılmasına dikkat çekti. Modern elektrik motorları ve gelişmiş üretim teknolojisi, önceki nesillere kıyasla önemli miktarda elektrik tasarrufu sağlarken; gelişmiş kontrol teknolojileri, mevcut hava ve hidrolik sistemlerin optimize edilmiş tasarımı veya depolama ve yönetim sistemlerinin maliyetlerinin en aza indirilmesi gibi özellikler de sürdürülebilirlik hedeflerine katkıda bulunuyor.

EMO 2025’teki Sürdürülebilirlik Alanı, sürekli sürdürülebilir üretime yönelik son teknoloji çözümlerini deneyimlemek için ideal bir buluşma noktası olacak. Katılımcılar burada enerji verimliliğindeki trendler, yenilenebilir enerjilerin entegrasyonu, geri dönüşüm ve yaşam döngüsü konseptleri hakkında bilgi edinecek. Etkinlikte, yalnızca iklim koruması desteklenmeyecek, aynı zamanda artan enerji ve ham madde maliyetleri karşısında üretim maliyetlerinde azaltılmasına odaklanılacak.

Daha Yüksek Verimlilik İçin Dijitalleşme ve Yapay Zeka Sinerjisi

Dijitalleşme ve ağ oluşturma, modern üretimin ayrılmaz parçaları haline geldi. Veri analizini hızlandırmak, daha yüksek verimliliği elde etmek ve yeni iş modellerinin piyasaya sürülmesi için artık yapay zekâ (AI) da devreye giriyor. Yarı iletken endüstrisi, dijital teknolojilerin geliştirilmesi ve kullanılmasında kilit bir rol oynuyor. Yarı iletkenler, Nesnelerin İnterneti (IoT) ve yapay zeka gibi teknolojilerden faydalanarak, kullanıcıların üretim süreçlerini daha esnek ve verimli bir şekilde tasarlamasını mümkün kılıyor. Bu da üretim parçalarının izlenebilirliğini artıran şeffaflık seviyeleri ve makineler ile geniş kapsamlı bağlantı sayesinde kontrolü kolaylaştırıyor, ayrıca tahmini bakıma olanak sağlıyor.

EMO 2025’in Yapay Zekâ + Dijitalleşme Alanı, endüstriyel otomasyon ve yönetimden sınıflandırmaya kadar, yapay zekâ ile entegre edilmiş en yeni ağ yöntemlerini sunacak. Bu alan, aynı zamanda Türkiye’deki firmaların bu alandaki birikimlerini sergilemeleri için de bir fırsat yaratacak.

Metal İşlemede Gelecek ve Genç Yetenekler

Tüm bu üç ana alandaki (otomasyon, sürdürülebilirlik, dijitalleşme/AI) gelişmeler, yeni yatırımları teşvik ediyor ve üretim teknolojisine olan talebi artırıyor. EMO’nun ürünlerinden biri olan Alman Takım Tezgâhı Üreticileri Birliği (VDW), metal işleme ile ilgili önemli konuları ele almaya devam edecek. Bu öğelerin, merkezi üretim alanının en son sunulacağı, “Katmanlı Üretim” ortak standında yansıtılacak.

Geleceği ve genç yetenekleri göz önünde bulunduran Makine Mühendisliği Gençlik Vakfı, gençleri sektörün zorlukları için güçlendiriyor. Nitelikli eğitim, faaliyet alanlarının sürdürülebilirliğini ve gelişimini sağlar. Hedefe yönelik destek uygulamaları sayesinde Makine Mühendisliği Gençlik Vakfı, sektörün uzun vadeli arz ve gelişiminin sürdürülmesine yardımcı oluyor. Özel Gençlik Standında Makine Mühendisliği Gençlik Vakfı, eğitim şirketlerindeki teknoloji ve dijitalleşme alanındaki mevcut taleplere en iyi şekilde nasıl yönlendirilebileceği konusunda bilgilendirme de yapacak. Genç ve gelişmekte olan şirketler de Startup Area’da yeni ve odaklı teknolojilerini sunacak.

Metal İşlemede Yarım Asırlık İnovasyon: EMO’nun 50. Yılı

2025 yılında EMO, 50’nci kuruluş yıl dönümünü kutlayacak. 1975 yılında düzenlenen ilk fuardan bu yana, yarım asırdır sektördeki bilgiyi bir araya getiriyor ve metal işlemenin geleceğinin şekillendirilmesinde öncü bir rol oynuyor. Küresel bir kurum ve ticaret takviminde kayıtlı bir tarih içinde yer alan EMO ile ilgili açıklamalarda bulunan Heering, “2025 yılında Hannover’deki EMO, yine tüm uluslararası metal işleme sektörünün performansını yansıtacak. Fuar, bugüne kadar ne kadar yol katettiğimizi ve gelecekte ne kadar potansiyelimiz olduğunu açıkça ortaya koyuyor. EMO’nun mevcut mottosu ‘Yenilikçi Üretim’, bu nedenle bir slogandan çok daha fazlası. EMO sırasında sunulan ürün ve hizmetler bu açıdan büyük bir ilham kaynağı ve yeni fikirler sunacak” dedi.

Etkinlik kapsamında düzenlenen panelde, Deutsche Messe AG Kıdemli Başkan Yardımcısı Annika Klar’ın moderatörlüğünde, VDW (Alman Takım Tezgâhı Üreticileri Derneği) Genel Müdürü ve EMO Hannover Organizatörü Dr. Markus Heering, Deutsche Messe AG Yeni Fuarlar ve Başarılar Başkanı Hartwig Von Sass, Ford Otosan Güç Aktarma Organları Operasyonları Üretim Mühendisliği Bölüm Lideri Mustafa Fırat Dağdeviren ve Tezmaksan Grup CEO’su Hakan Aydoğdu gibi sektörün önde gelen isimleri yer aldı.

Sanayinin Yüksek Enflasyon ve Kur Dalgalanmalarıyla Mücadelesi

Türkiye ekonomisinin uzun soluklu ve kalıcı büyüme hedeflerine ulaşmasında sanayi odaklı politikaların vazgeçilmez bir istikrar unsuru olduğunu vurgulayan Plastik Sanayicileri Federasyonu (PLASFED) Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Karadeniz, “Sanayi Odaklı Politikalar, Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınmasının anahtarıdır” diyerek önemli açıklamalarda bulundu. Karadeniz, özellikle artan enerji maliyetlerinin başta plastik sektörü olmak üzere Türk sanayisini olumsuz etkilediğine dikkat çekerek, sektördeki dijital dönüşümün hızlandırılması ve yatırım ortamının güçlendirilmesinin kritik önemini vurguladı.

Türkiye, genç ve dinamik nüfusu, güçlü üretim kapasitesi ve stratejik coğrafi konumu sayesinde büyük bir büyüme potansiyeline sahip bir ekonomik yapıya sahiptir. Bu potansiyelin tam anlamıyla hayata geçirilmesinde ise sanayi sektörünün üstlendiği kilit rol yadsınamaz. PLASFED Başkanı Karadeniz, sanayinin yüksek ihracat kapasitesi, katma değer üretimi ve istihdam yaratma gücüyle Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının temel direği olduğunu belirtti. Sanayinin sadece üretimle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda ihracat gelirleri, teknoloji transferi ve istihdam olanaklarıyla Türkiye’nin ekonomik istikrarında hayati bir güç olduğunu ifade eden Karadeniz, bu güçlü yapıya rağmen sektörün son dönemde ciddi makroekonomik zorluklarla mücadele ettiğinin altını çizdi.

Makroekonomik Fırtınalar ve Sanayinin Direnişi

PLASFED’in çatı kuruluşu olarak, sektörün karşılaştığı engelleri detaylandıran Karadeniz, özellikle yüksek enflasyonun getirdiği maliyet artışlarına, döviz kurlarındaki öngörülemeyen dalgalanmalara ve enerji maliyetlerindeki keskin artışlara vurgu yaptı. Küresel tedarik zincirindeki kırılmaların da eklenmesiyle, sanayi üretimi ve dış pazarlardaki rekabet gücünün olumsuz etkilendiğini dile getirdi. Plastik sanayisinin bu sorunlardan doğrudan etkilendiğini belirten Karadeniz, “Enerji tüketimi, son beş yıl içinde sektörümüzün en büyük maliyet kalemi haline geldi. Bu durum hem üretim kapasitemizi hem de ihracat gücümüzü ciddi şekilde zayıflatıyor” diye konuştu.

Çözüm Reçetesi: Enerji Düzenlemesi, Dijitalleşme ve Öngörülebilir Yatırım Ortamı

Ömer Karadeniz’e göre, bu zorlu dönemin aşılması ve sanayi sektörünün yeniden ivme kazanabilmesi için acil adımlar gerekiyor. Bu adımlar arasında enerji fiyatlarının sanayi lehine yeniden düzenlenmesi, yüksek katma değerli üretime geçişin teşvik edilmesi, sanayide dijital dönüşüm ve teknolojik yeniliklerin teşvik edilmesi ile yatırım ortamının güvenilir ve öngörülebilir hale getirilmesi bulunuyor. Karadeniz, Türkiye’nin sürdürülebilir büyümesi için sanayi odaklı politikaların kararlılıkla sürdürülmesi gerektiğini ve sanayiye dayalı kalkınmanın sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal refah için de vazgeçilmez olduğunu belirtti.

KOBİ’lerin Finansmana Erişimi Kritik

Başkan Karadeniz, sanayicilerin özellikle finansmana erişim konusunda yaşadığı zorluklara da değindi. Küçük ve Orta Boy İşletmelerin (KOBİ’ler) performansının artırılması için uygun koşullarda ve uzun vadeli finansman kaynaklarına erişimin büyük önem taşıdığını ifade etti. Üretim süreçlerini modernize etmek ve küresel rekabet güçlerini artırmak isteyen sanayicilerin, finansal destekle daha etkin bir şekilde buluşması gerektiğini vurgulayan Karadeniz, “Finansmana erişim sorunu çözüldüğünde, sanayimizin gelişmiş kapasitesi daha da artacak, bu da Türkiye ekonomisinin büyüme hızına doğrudan yansıyacak” diyerek sözlerini tamamladı.

PLASFED olarak, plastik sanayisinin sesi olmaya ve sektörün karşılaştığı sorunların çözümü için tüm paydaşlarla iş birliği içinde çalışmaya devam edeceklerini belirten Karadeniz, Türkiye’nin sanayiye dayalı sürdürülebilir kalkınma yolculuğunda kararlılık mesajları verdi.

Azerbaycan’ın Yeşil Enerjiye Geçişi Hızlanıyor

Yenilenebilir enerji alanında dünya sahnesinde adından söz ettiren YEO Teknoloji, Azerbaycan’ın enerji geleceğini şekillendirecek tarihi bir adıma imza attı. Azerbaycan enerji şebekesinin işletmecisi Azerenerji CJSC ile 90.497.070 USD değerinde, tam 500 MWh kapasiteli anahtar teslimi bir enerji depolama sistemi kurulumu için dev bir sözleşme imzalandı. Bu proje, sadece bir iş birliği olmanın ötesinde, YEO Teknoloji’nin bölgede kuracağı en büyük enerji depolama sistemi olma özelliğini taşıyor ve Azerbaycan’ın yeşil enerji hedeflerine ulaşmasında kritik bir rol oynayacak.

ReapG İmzalı Çözüm: Şebeke Güvenilirliğine Lityum-İyon Desteği

Projenin hayata geçirilmesinde, YEO Teknoloji’nin önemli iştiraki olan ReapG görev alacak. Sözleşme kapsamında, enerji depolama sistemlerinin omurgasını oluşturan batarya, invertör (Güç Dönüştürücü Sistemi – PCS), batarya yönetim sistemi (BMS) ve enerji yönetim sistemleri (EMS) tedarik edilecek. Bununla birlikte, tüm mühendislik ve devreye alma çalışmaları da YEO Teknoloji tarafından gerçekleştirilecek. Lityum-iyon batarya teknolojisi ve gelişmiş enerji yönetim sistemleriyle donatılacak bu tesis, Azerbaycan’daki iki ayrı bölgede bulunan trafo merkezlerine entegre edilerek, elektrik şebekesinin güvenilirliğini eşi benzeri görülmemiş bir düzeye taşıyacak. Bir yıl gibi iddialı bir sürede tamamlanması planlanan bu proje, Azerbaycan’ın enerji kesintilerine karşı direncini artırırken, yenilenebilir enerji kaynaklarının şebekeye daha etkin entegrasyonunu sağlayacak.

Küresel Vizyon, Yerel Güç: Tuzla’dan Dünya Pazarına Batarya Üretimi

YEO Teknoloji’nin bu büyük atılımı, geçtiğimiz Şubat ayında enerji depolama sistemleri alanındaki stratejik hamlesinin bir devamı niteliğinde. YEO Teknoloji’nin %100 iştiraki olan Reap Battery ve dünyanın önde gelen Tier 1 batarya malzemesi üreticilerinden Great Power ile kurulan ortaklık, ReapG’yi güçlendiriyor. %51’i Reap Battery, %49’u Great Power ortaklığıyla kurulan ReapG, İstanbul Tuzla’da tamamlanmak üzere olan enerji depolama sistemleri fabrikasında 5 GWh kapasiteyle üretime başlayacak. Bu fabrika, üretimiyle başta Türkiye ve Avrupa olmak üzere Türki Cumhuriyetler ve Afrika ülkelerine ihracat yaparak YEO Teknoloji’nin küresel ayak izini daha da genişletecek.

“Bizce Mümkün” Sloganıyla Yaşanabilir Bir Dünya İçin Adımlar

YEO Teknoloji, 3 kıtada ve 30’dan fazla ülkede 400’ü aşkın projeyi başarıyla tamamlamış, enerji sektörünün her alanında uçtan uca çözümler sunabilen bir global oyuncu. Gelişmiş enerji depolama sistemlerinden elektrik şebekelerine, yüksek voltajlı trafo merkezlerinden endüstriyel tesislere kadar geniş bir yelpazede faaliyet gösteren şirket, dekarbonizasyon, desantralizasyon ve dijitalizasyon odaklı çalışmalarıyla yaşanabilir bir dünya vizyonunu “Bizce mümkün” sloganıyla somutlaştırıyor. Azerbaycan’daki bu dev proje, YEO Teknoloji’nin sürdürülebilir bir gelecek inşa etme yolundaki kararlılığının yeni bir kanıtı.

20. Yüzyıl İstanbul’unun En Kapsamlı Harita Koleksiyonu Sergileniyor

Türkiye’nin modernleşme ve aydınlanma yolculuğunda elektriğin kilit rolünü gözler önüne seren “İstanbul’un Aydınlık 100’ü Sergisi”, 26 Mayıs 2025 tarihinde İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kampüsü Enerji Müzesi’nde ziyarete açılıyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Silahtarağa Arşivi ve Paribu işbirliğiyle hayata geçirilen bu özel sergi, şehrin 20. yüzyıldaki mimari, kültürel ve sosyoekonomik dönüşümünü, gün yüzüne çıkan yüz yıllık elektrik haritaları aracılığıyla aydınlatıyor.

Silahtarağa’dan Günümüze Uzanan Aydınlanma Hikayesi

Osmanlı Devleti’nin ilk kent elektrik santrali olan ve 1914-1983 yılları arasında faaliyet gösteren Silahtarağa Elektrik Santrali’nin bugüne kadar saklı kalmış tarihi haritaları ve planları, serginin temelini oluşturuyor. Bu eşsiz koleksiyon, sadece İstanbul’un elektrikle tanışma ve yaygınlaşma sürecini belgelemekle kalmıyor, aynı zamanda şehrin kentsel mimarisi, kültürel yapısı, sosyal yaşamı ve ekonomik gelişimine dair de paha biçilmez ipuçları sunuyor. Sergide yer alan belgeler, elektriğin İstanbul’un modernleşme sürecinde nasıl bir dönüm noktası olduğunu somut bir şekilde ortaya koyuyor.

20. Yüzyıl İstanbul’unun En Kapsamlı Harita Koleksiyonu

Sergi, 1950-1980 yıllarına ait, İstanbul’un şehir planlamasına yön vermiş Charles Edward Goad, Alman Mavileri, Necip Bey, Jacques Pervititch, Suat Nirven ve Henry Prost gibi önemli isimlerin haritalarını tamamlayıcı nitelikte bir koleksiyona ev sahipliği yapıyor. Bu belgeler, sigortacılık veya şehir içi yayınlar gibi farklı amaçlarla oluşturulan önceki haritaların bir devamı niteliğinde. Ancak onları benzersiz kılan, İstanbul’un her semtinin elektrikle aydınlanma sürecini ve gelişimini gösteren tek harita grubu olmaları. Bu yönüyle sergi, 20. yüzyıl İstanbul’una ait en kapsamlı harita koleksiyonunu ziyaretçilerle buluşturuyor.

Multidisipliner Bir Çalışmanın Ürünü

“İstanbul’un Aydınlık 100’ü Sergisi”, 20. yüzyıl İstanbul haritalarının restorasyon projesi kapsamında düzenlenmiş olup, “Silahtarağa Sözlü Tarih” ve “Ameli Elektrik Malzemelerim” gibi projelerle birlikte İstanbul Bilgi Üniversitesi Silahtarağa Arşivi ve Paribu işbirliğinin bir ürünü. Bu multidisipliner yaklaşım, serginin sadece görsel bir şölen sunmakla kalmayıp, aynı zamanda derinlemesine bir arşiv çalışmasının ve sözlü tarih araştırmalarının da bir parçası olduğunu gösteriyor.

İstanbul’un geçmişine ilgi duyan herkes için eşsiz bir fırsat sunan “İstanbul’un Aydınlık 100’ü Sergisi”, 21 Kasım 2025 tarihine kadar santralistanbul Kampüsü Enerji Müzesi’nde ziyaret edilebilecek. Şehrin aydınlanma serüvenine tanıklık etmek isteyenler için kaçırılmaması gereken bir etkinlik.

Küresel Lider Şişecam, İhracatın En Prestijli Ödüllerini Topladı

Türk sanayisinin mihenk taşlarından, küresel cam ve kimyasallar devi Şişecam, 90. yılını kutladığı bu özel dönemde, Çimento, Cam, Seramik ve Toprak Ürünleri İhracatçıları Birliği (ÇCSİB) tarafından düzenlenen 7. İhracatın Şampiyonları Ödül Töreni’nde elde ettiği eşsiz başarıyla göğsümüzü kabarttı. Şirket, ‘Düz Cam’, ‘Cam Ev Eşyası’ ve ‘Cam Ambalaj’ olmak üzere tam 3 farklı kategoride ‘İhracat Şampiyonu’ unvanına layık görülerek, küresel arenadaki gücünü bir kez daha tescilledi.

Türkiye İş Bankası tarafından 1935 yılında Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonuyla temelleri atılan Şişecam, yerel bir girişim olarak başlayan serüvenini, bugün dört kıtada 14 ülkede üretim yapan, 150’den fazla ülkeye ürünlerini ulaştıran uluslararası bir devrimciye dönüştürdü. Camın tüm temel alanlarında faaliyet gösteren dünyadaki tek küresel şirket olma özelliğini taşıyan Şişecam, kendi sektörlerinde dünyanın en büyük ilk beş üreticisi arasında yer alarak Türkiye ekonomisine ve uluslararası ticarete yaptığı katkılarla parlamaya devam ediyor.

2024 yılı ihracatçıları için düzenlenen törenlerde Şişecam’ın aldığı “En Fazla İhracat Yapan Firma” ödülleri, şirketin sadece üretim kapasitesiyle değil, aynı zamanda küresel rekabet gücüyle de ne denli iddialı olduğunu gözler önüne serdi. Geçtiğimiz yıl 186 milyar TL’lik konsolide net satış gerçekleştiren Şişecam’ın uluslararası satışlarının (Türkiye ihracatı ve yurt dışı üretim tesislerinden elde edilen satışlar dahil) toplam konsolide satışlardaki payı yüzde 59 gibi etkileyici bir seviyeye ulaştı.

Sadece ihracatıyla değil, yatırımlarıyla da büyümesini sürdüren Şişecam, 2024 yılında 30 milyar TL gibi devasa bir yatırım yaparak geleceğe olan inancını pekiştirdi. Şirketin ihracat hacmi 962 milyon dolar düzeyinde gerçekleşirken, aynı dönemde 5,6 milyon ton cam, 4,6 milyon ton soda külü ve 3,8 milyon ton endüstriyel hammadde üretimiyle sektöründeki liderliğini perçinledi.

90 yıllık köklü tecrübesini yetkin insan kaynağı ve akıllı teknoloji kullanımıyla birleştiren Şişecam, düz camdan cam ev ürünlerine, cam ambalajdan kimyasallara, otomotivden cam elyafına, madencilikten enerji ve geri dönüşüme kadar geniş bir yelpazede lider rol oynuyor. İnovasyonu ve sürdürülebilirliği iş yapış şeklinin merkezine alan Şişecam, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları doğrultusunda geliştirdiği “CareForNext” stratejisiyle gezegenimizi koruma, yenileme ve yaşamı dönüştürme misyonunu üstleniyor.

23 bin aşkın çalışanıyla “dünyanın ilk üç üreticisi” arasında yer alma hedefine emin adımlarla ilerleyen Şişecam, daha iyi bir gelecek için teknoloji ve inovasyonun peşinde, tüm ekosistemiyle birlikte gelişim hikayesini sürdürüyor.

170 Bin Hanenin Elektrik İhtiyacını Viranşehir GES Karşılayacak

Eksim Enerji’den Şanlıurfa’ya Dev Yatırım: Viranşehir GES ile 170 Bin Haneye Temiz Enerji

Eksim Enerji, Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesinde hayata geçirdiği Güneş Enerji Santrali (GES) projesindeki kurulu gücünü önemli ölçüde artırarak bölgeye ve Türkiye’nin enerji geleceğine büyük bir katkı sunuyor. Projenin ilk etabında 45 MW DC’lik bir güç devreye alınırken, şirket, ikinci etabı rekor bir sürede, yalnızca iki ayda tamamlayarak santralin gücünü 102,6 MW’a çıkardı.

Hedeflenen tam kapasiteye ulaşıldığında 191.6 MW DC’ye ulaşacak olan Viranşehir GES, yaklaşık 170 bin hanenin elektrik ihtiyacını karşılayabilecek temiz enerji üretecek. Bu devasa proje, Türkiye’nin yenilenebilir enerji hedeflerine ulaşmasında kritik bir rol oynayacak.

Hızlı İlerleme ve Bölgesel Kalkınmaya Katkı

Yüzde yüz yenilenebilir enerji odaklı faaliyet gösteren Eksim Enerji, Viranşehir GES projesindeki hızlı ilerlemesiyle dikkat çekiyor. Şirketten yapılan açıklamalara göre, santralin kuruluş gücünün iki ay gibi kısa bir sürede iki kattan fazla artırılarak 102,6 MW’a çıkarılması, Eksim Enerji’nin mühendislik kabiliyetleri, proje ve saha yönetimi becerileri ile kamu kurumlarıyla olan işbirliğinin bir sonucu olarak değerlendiriliyor.

Eksim Enerji CEO’su Arkın Akbay, projenin bu denli hızlı ilerlemesinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek, “Viranşehir santralimizde ilk paneli yerleştirdikten sonra sadece iki ay sonra 102.6 MW kurulu güce ulaşmamız, sıcaklıktan fırından uygulamaya kadar kaliteli mühendislik yeteneğimizin, proje ve saha yönetimimizin koruyucumuz ve Bakanlığımız, TEİAŞ, EPDK, Valiliğimiz ve Kaymakamlığımız başta olmak üzere tüm kamularımızla yüksek mutluluğumuzun en yüksek düzeyde gerçekleştiğini gösteriyor. 191,6 MW’lık tam kapasiteye ulaşıp 170 bin hanenin temiz enerji ihtiyacını tek noktadan karşılamak” ifadelerini kullandı.

Eksim Enerji, bu yatırımla sadece enerji üretimine değil, bölgesel kalkınmaya da katkı sağlamayı hedefliyor. Proje, bölgede önemli istihdam olanakları yaratırken, şirket aynı zamanda sosyal sorumluluk projeleri de yürütüyor.

Sosyal Sorumluluk Projesi: Dereli Köyü’ne Sağlık Desteği

Eksim Enerji, Viranşehir GES projesi kapsamında, santralin yakınında bulunan 117 nüfuslu Dereli Köyü’nde önemli bir sosyal sorumluluk projesine imza attı. Köy halkına genel sağlık tarama hizmeti sunan şirket, özellikle kadın ve çocuklara yönelik özel sağlık kitleri dağıttı. Bu girişim, Eksim Enerji’nin sadece enerji üretimine değil, bölge halkının yaşam kalitesine de önem verdiğini gösteriyor.

Eksim Enerji’nin Gelecek Hedefleri

Eksim Enerji, yenilenebilir enerji sektöründeki büyümesini sürdürmeyi planlıyor. CEO Arkın Akbay, şirketin 2029’a kadar yurt içi ve yurt dışı projeleriyle 2.250 MW’ı aşan kurulu güce ulaşmayı hedeflediğini açıkladı. Bu iddialı hedef, Eksim Enerji’nin Türkiye’nin enerji dönüşümündeki rolünü daha da güçlendireceğini ortaya koyuyor.

Atatürk’ün Gençlere Olan İnancı ve 19 Mayıs’ın Anlamı

Türkiye’nin önde gelen kuruluşlarından Sabancı Topluluğu, 100. yıl dönümünü kutlamaya devam ediyor. Topluluk, bu özel yıl dönümünde yayınladığı “Birliğin 100’ü” serisinin ikinci filmini, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’na ithafen sosyal medya platformlarında yayınladı. Film, Sabancı’nın gençlere duyduğu güveni ve bağlılığı ön plana çıkarırken, Atatürk’ün mirası doğrultusunda Topluluğun ikinci yüzyılda da gençlerle birlikte üretme ve başarma vizyonunu vurguluyor.

Sabancı Holding Kurumsal Marka Yönetimi ve İletişim Bölüm Başkanı Filiz Karagül Tüzün, Topluluğun 100 yıllık tarihinde gençlere verilen önemin altını çizerek, gençlerin Sabancı için sadece bir hedef kitle değil, geleceği birlikte inşa ettikleri yol arkadaşları olduğunu belirtti. Tüzün, 100. yıl kutlamalarının coşkusunu yaşarken, Sabancı’nın rotasının daima gençliğin dinamizmi ve Topluluğun köklü değerleriyle çizildiğini ifade etti. Ayrıca, 19 Mayıs’ın temsil ettiği gençlik idealinin, Sabancı için sadece yerel bir referans değil, aynı zamanda sürekli bir ilham kaynağı olduğunu dile getirdi.

“Birliğin 100’ü” serisinin ilk filmi geçtiğimiz aylarda yayınlanmış ve Sabancı Topluluğu’nun kurucusu Hacı Ömer Sabancı’nın, amcası Hacı Ahmet Sabancı ile birlikte Kayseri’den Adana’ya uzanan girişimcilik hikayesini konu almıştı. Topluluğun 100. yıl kutlamaları kapsamında, filmin farklı versiyonlarının da ilerleyen dönemlerde yayınlanacağı belirtildi.

“Birliğin 100’ü” filminin ikincisine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

https://m.youtube.com/watch?v=vQwgPMpsoeg

Künye:

  • Reklamveren: Sabancı Holding
  • Reklamveren Yetkilileri: Filiz Karagül Tüzün, Gökşen Yavuz Koç, Büşra Karataş, Osman Kurt, Gül Doğay Arıkan, Yeliz Kazan, Selcan Aydoğan
  • Reklam Ajansı: TBWA\İstanbul
  • CCO: İlkay Gürpınar
  • ECD: Volkan Karakaşoğlu
  • Grup Kreatif Direktör: Mesut Koçarslan
  • Kreatif Direktör: Serdar Güngör
  • Yaratıcı Grup Başkanı: Sungun Çalışkan, İlayda Köroğlu
  • Yaratıcı Ekip: Mustafa Pamuk, Bilgin Aslan, Kubilay Aydemir
  • Genel Müdür: Tuğyan Çelik
  • Genel Müdür Yardımcısı: Ömer Üstündağ
  • Marka Ekibi: Çağla Yalçınkaya, Bahar Kılıç, Dilşah Koşkan
  • STK: Toygun Yılmazer
  • Stratejik Planlama Ekibi: Arda Sesli, Yunuscan Hisimcil, Elif Altuntaş
  • Optimizasyon Ekibi: Neslihan Gücüm, Gözde Bilir
  • Prodüksiyon Ekibi: Melis Bircan, Mert Adabaş
  • Prodüksiyon Şirketi: PTOT
  • Post Prodüksiyon Şirketi: Tonik Etkileri
  • Yönetmen: Canbert Yerguz
  • Dış Ses: Yetkin Dikinciler
  • Müzik: 3K1A

Kıbrıs Meselesinde Uluslararası Hukukun Çifte Standardı

Kıbrıs meselesi, uluslararası hukukun siyasi çıkarlarla nasıl esnetilebildiğini gösteren en dikkat çekici örneklerden biridir. 1959 yılında imzalanan Londra ve Zürih Andlaşmaları çerçevesinde 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkler ve Rumlar arasında siyasi eşitlik temelinde kurulan bir ortaklık devleti olarak şekillendirilmişti. İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantör ülke olarak yer aldıkları bu yapı, 1963’te Rum tarafının anayasayı tek taraflı değiştirme girişimiyle çöktü. Bu gelişmelerin ardından 1964 yılında Birleşmiş Milletler, fiilen o gün hükümetin tarafı olarak sadece Rumlardan oluşan yapıyı Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanımış ve bu yapı üzerinden adaya barış gücü göndermiştir. Böylece uluslararası toplum, Kıbrıs Türk halkını dışlayan bir sürece hukuki zemin hazırlamıştır.

Kurucu Ortaklığın İhlali ve BM’nin 186 Sayılı Kararı

1963’te yaşanan anayasal kriz sonrası Kıbrıs Türkleri, ortak yönetimden dışlandı. 1964’te BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 186 sayılı karar ile adaya barış gücü gönderilirken, sadece Rumların kontrolündeki yapı “Kıbrıs Hükümeti” olarak muhatap alınmıştır. Bu karar, Kıbrıs Anayasası’na ve Zürih-Londra Antlaşmaları’na aykırı şekilde kurucu ortaklık yapısını yok saymış ve tek taraflı temsiliyeti meşrulaştırmıştır. Böylece Kıbrıs Türk halkının uluslararası temsil ve eşitlik hakları fiilen askıya alınmıştır.

Bu durum, uluslararası hukukta ciddi sorunlar doğurmaktadır. BM’nin, kurucu ortaklardan birinin dışlandığı bir yapıyı tek temsilci kabul etmesi, meşru hükümet ilkesini ihlal ederken, garantör devletlerin sessizliği de uluslararası yükümlülüklerin ihmal edilmesi anlamına gelmektedir. Özellikle garantörlerden İngiltere, sürece müdahil olma sorumluluğuna rağmen, “şimdilik karışmayalım, sonra bakarız” yaklaşımıyla statükoyu korumayı tercih etmiş, fiili durumun uluslararası alanda meşrulaşmasına zemin hazırlamıştır. Türkiye, garantörlük sorumluluğunu yerine getirmek amacıyla askeri müdahaleyi gündemine almışken, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’ın 1964 tarihli mektubuyla ciddi biçimde baskı altına alınmış, böylece müdahale hakkını kullanamadan stratejik olarak geri çekilmek zorunda kalmıştır. Yunanistan tam tersine sessiz kalmamış ve Enosis hedefi doğrultusunda Kıbrıs’taki Rum güçlerine askeri destek ve personel sağlayarak fiilen sürece müdahil olmuştur. Ancak doğrudan Türk-Yunan çatışmasını göze alamadığı için, müdahalesini örtülü biçimde sürdürmeyi tercih etmiştir. Tüm bu gelişmeler, 1964’ten itibaren Kıbrıs Türk halkının uluslararası alanda temsil edilme hakkının sistematik biçimde gasp edilmesine neden olmuş ve adadaki siyasi eşitliği temelden zedelemiştir.

AB’nin KKTC Politikası: Tanımama ile İşbirliği Arasında

2004 yılında Kıbrıslı Türklerin Annan Planı’na “evet”, Rumların ise “hayır” demesine rağmen Avrupa Birliği, sadece Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tüm adanın temsilcisi olarak tam üye kabul etti. KKTC ise dışlanmaya devam edildi. Ancak AB, Lefkoşa’nın kuzeyinde bir ofis aracılığıyla Kıbrıs Türk halkıyla “doğrudan ilişki” kurma yoluna gitti. Bu ofis, KKTC’yi tanımadan, “Kıbrıs Türk toplumu” ile teknik işbirliği yürütmektedir.

Bu yaklaşım ise açık bir çelişkiyi barındırmaktadır: Bir yandan Kıbrıs Türk halkının ekonomik gelişimini destekleme söylemi sürdürülmekte, diğer yandan siyasal eşitlik ve tanınma talepleri görmezden gelinmektedir. Bu politika, uluslararası hukukun eşitlik ve temsil ilkeleriyle bağdaşmayan bir çifte standarttır.

Kalıcı Çözüm İçin Gerçekçi Yol: İki Devletli Yapı

Uluslararası toplumun geçmişteki yanlış tercihlerinin ve süregelen çifte standartlı politikalarının bir sonucu olarak bugün adada iki ayrı halk, iki ayrı demokrasi ve iki ayrı egemen yapı fiilen yaşamaktadır. Bu gerçeklik, artık yalnızca bir siyasal tercih değil, de facto hukuki bir durumdur. Bu nedenle, kalıcı bir çözüm için yapılması gereken, 1960 modeline dönmeye çalışmak ya da Rum egemenliğini Türk tarafına empoze etmek değil, Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliğini ve eşit uluslararası statüsünü tanımak ve iki devletli çözüm temelinde yeni bir anlaşma zeminini kurmaktır.

İki devletli çözüm; adadaki fiili durumu kabul eden, her iki tarafın kendi siyasi iradesini tanıyan, barışı ve istikrarı kalıcı kılabilecek en gerçekçi ve sürdürülebilir yoldur.

Yazar Hakkında

Doç. Dr. Hakan Arıdemir, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Uluslararası Hukuk, Bölgesel Deniz Jeopolitiği Meseleleri ve Uluslararası Deniz Hukuku alanında çalışmalarını sürdürmektedir. Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucu başkanı olan Doç. Dr. Arıdemir, ulusal ve uluslararası düzeyde birçok akademik projeye, çalıştaya ve yayın faaliyetlerine öncülük etmektedir. Türkiye’nin Afro-Avrasya vizyonu ve Türk dünyası stratejileri üzerine derinlemesine analizler üretmektedir.

Türkiye’nin Alüminyum Üreticisinden Yerli Üretimde Devrim

Türkiye’nin tek birincil alüminyum üreticisi olan Eti Alüminyum, ithalat bağımlılığını azaltma ve stratejik sektörlere yerli çözümler sunma misyonuyla önemli bir başarıya imza attı. Şirket, yoğun Ar-Ge çalışmaları sonucunda, 2.000 derecede bile erimeyen yapısıyla seramikten savunma sanayine, termal izolasyon malzemelerinden boya ve cam sektörüne kadar geniş bir kullanım alanına sahip olan ‘özel alümina’nın yerli üretimine başladı. Faaliyete geçen tesisin yıllık üretim kapasitesi 40 bin ton olarak açıklandı.

Cengiz Holding çatısı altında Türkiye’nin alüminyum ihtiyacının yüzde 10’unu karşılayan Eti Alüminyum’un bu stratejik yatırımıyla, bugüne kadar yalnızca ithalat yoluyla temin edilebilen ‘özel alümina’, artık Türkiye’de üretilebilecek. Bu gelişme, refrakter, seramik, polisaj, termal izolasyon, boya ve cam sektörlerinin hammadde tedarikinde önemli bir rahatlama sağlarken, özellikle savunma sanayinde kritik bir öneme sahip nitelikli alümina ürünlerine yerli bir alternatif sunacak. Eti Alüminyum, bu yatırımla süper ince tane boyutlu ve yüksek saflık derecesine sahip özel alümina ürünlerinin üretimini gerçekleştirebilecek.

“İlk Etapta İç Pazarın %50’sini Karşılayacağız”

Yerli hammadde üretiminin stratejik önemine vurgu yapan Eti Alüminyum Genel Müdürü Mehmet Arkan, “Tedarikçi firma olma hedefiyle 2016 yılında yatırım kararı aldığımız ‘özel alümina’ tesisimizde uzun soluklu Ar-Ge çalışmalarının ardından üretime başlamanın gururunu yaşıyoruz. Türkiye’de ilk kez yerli olarak üretilen ve yıllık 25 bin tonluk bir pazara sahip olan özel alüminada, ilk etapta yıllık 14 bin tonluk üretimle yola çıkıyoruz. Bu üretimle mevcut pazarın yüzde 50’sini karşılamayı ve kalan kısmını da ihraç etmeyi planlıyoruz. Yeni değirmenlerin devreye girmesiyle üretim kapasitemizi 40 bin tona çıkararak pazarın tamamını karşılayacak üretim miktarına ulaşacağız” dedi.

Savunma Sanayine Yerli Çözüm

Özel alümina ürünlerinin savunma sanayindeki stratejik rolüne dikkat çeken Arkan, “Son yıllarda savunma sanayinde ivme kazanan yerli üretim hamleleri doğrultusunda, yüksek teknik özelliklere sahip alümina ürünlerine olan talep önemli ölçüde arttı. Özellikle balistik uygulamalarda kullanılan, süper ince tane boyutlu, yüksek alfa fazına sahip, düşük spesifik yüzey alanına ve yüksek saflık derecesine sahip ‘özel alümina’ ürünlerinin yerli üretimini bu önemli projeyle hayata geçirmiş bulunuyoruz. Savunma sanayi açısından bir devrim niteliği taşıyan bu üretimle Eti Alüminyum olarak hammadde arz güvenliği konusunda üzerimize düşen sorumluluğun bilincindeyiz” ifadelerini kullandı.

Hedefte Dört Farklı Özel Alümina Ürünü Daha Var

Eti Alüminyum, farklı sektörlerin spesifik ihtiyaçlarına yönelik çeşitli özel alümina ürünleri de üretmeyi hedefliyor. Bu kapsamda ‘düşük sodalı alümina’, ‘reaktif alümina’, ‘bimodal’ ve ‘multimodal alümina’ ürünlerinin üretilmesi için Ar-Ge çalışmaları aralıksız devam ediyor. Yeni ürünleriyle Türkiye’nin cari açığının azaltılmasına önemli katkılar sağlamayı amaçlayan Eti Alüminyum, gerçekleştirdiği bu ve benzeri yatırımlarla bölgedeki istihdama da önemli destek sunuyor.