Enerji sektörünün en prestijli etkinliklerinden biri olan Petroleum İstanbul, 24-26 Nisan tarihlerinde TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde kapılarını açtı. Fuarın öne çıkan katılımcılarından Alpet Türkiye, etkileyici standı ve yoğun ziyaretçi ilgisiyle dikkatleri üzerine çekti. Alpet Türkiye Genel Müdürü Fidan Bayındır, etkinlik süresince sektör ve şirket vizyonuna ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.
Dünyanın dört bir yanından sektör temsilcilerini buluşturan fuar, hem ürün ve hizmet tanıtımlarına hem de önemli iş birliklerine zemin hazırladı. Alpet Türkiye, Zeren Grup Holding’in enerji sektöründeki güçlü temsilcisi olarak yer aldığı fuarda, istasyon konseptinde tasarladığı standıyla adeta gerçek bir akaryakıt istasyonu deneyimi sundu.
Fuar kapsamında gerçekleştirilen “Mobilitenin Geleceğinde Yakıt Dışı Perakende ve Hizmetler” oturumunda konuşan Alpet Satış ve Yatırım Genel Müdür Yardımcısı Okan Ekinci, akaryakıt dışı perakendenin büyüyen rolüne ve mobilite dünyasındaki dönüşüme dair değerlendirmelerde bulundu. Oturumun moderatörlüğünü The Retail Marketeers Kurucu Ortağı Christian Warning üstlendi.
Petroleum İstanbul’un sektör için taşıdığı öneme dikkat çeken Fidan Bayındır, “Yaklaşık 30 yıldır sektörün öncü isimlerini bir araya getiren bu fuarda bulunmaktan gurur duyuyoruz. Ulusal ve uluslararası enerji şirketleri için çok değerli bir iş birliği platformu olan bu organizasyon, sektörümüzün gelişimine büyük katkı sağlıyor” dedi.
“Depolama kapasitemiz ve hizmet kalitemizle fark yaratıyoruz”
Alpet Türkiye’nin Zeren Grup çatısı altında büyük bir ivme kazandığını vurgulayan Bayındır, “Şu anda yaklaşık 250 bin tonluk bir depolama kapasitesine sahibiz. Bu büyüklük, bizi Türkiye’deki en yüksek kapasiteye sahip akaryakıt şirketlerinden biri haline getiriyor. Terminallerimiz ve depo yatırımlarımız, pazardaki etkinliğimizi artırıyor. En temel önceliğimiz ise, güvenilir ve kaliteli hizmet sunmak” diye konuştu.
“Hedefimiz: Alpet’i tartışmasız lider yapmak”
Bayındır sözlerini şöyle sürdürdü: “Güçlü ekibimiz, marka değerimiz ve yatırımlarımızla Alpet’in sürdürülebilir başarısını her geçen gün ileri taşıyoruz. ‘Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır’ anlayışıyla hareket ediyoruz. Bayilerimizle şeffaf ve güvene dayalı ilişkiler kuruyoruz. Holdingimizin sağladığı güçlü destekle, 2025 yılı boyunca Türkiye genelinde büyümemizi hız kesmeden sürdüreceğiz.”
Otomotiv Satış Sonrası Ürün ve Hizmetleri Derneği (OSS), 2025 yılının ilk çeyreğine ilişkin sektörel değerlendirme anketinin sonuçlarını kamuoyuyla paylaştı. Yapılan ankete göre; otomotiv satış sonrası pazarı, 2025’in ilk çeyreğinde de durağan seyrini sürdürdü ve sektör temsilcileri ikinci çeyrek için de belirgin bir toparlanma beklemiyor.
İç Satışlarda Gerileme Devam Ediyor
OSS Derneği’nin gerçekleştirdiği ankete göre, 2025’in ilk çeyreğinde, 2024 yılının aynı dönemine kıyasla, yurt içi satışlarda dolar bazında ortalama yüzde 2,57 oranında düşüş yaşandı. Bu süreçte, dağıtıcı üyelerin satışları dolar bazında yüzde 2,25 oranında azalırken, üretici üyelerin satışlarındaki düşüş yüzde 3,04 seviyesine ulaştı. Sektör yetkilileri, satışlardaki bu gerilemenin sadece ekonomik değil, güven ve motivasyon açısından da ciddi sorunlar yarattığını vurguladı.
Özçete, “İç Pazar Dinamikleri Zorlanıyor”
OSS Yönetim Kurulu Başkanı Ali Özçete yaptığı açıklamada; “Üretici ve dağıtıcı üyelerimizin satışlarındaki paralel düşüşler, sorunun tüm oyuncuları etkilediğini gösteriyor. Alım gücünün zayıflaması, ertelenen bakım ve onarım kararları, işletmelerin maliyet baskısı altında kalması iç pazarın dengesini olumsuz etkiliyor” ifadelerini kullandı.
İkinci Çeyrek Beklentileri de Düşük
Ankete göre, sektör temsilcileri 2025’in ikinci çeyreğinde de yurt içi satışlarda yüzde 0,59 oranında bir düşüş bekliyor. Ayrıca tahsilat süreçlerinde yaşanan sıkıntılar da derinleşiyor. 2024’ün son çeyreğinde yüzde 45,1 seviyesinde olan tahsilat başarısı, 2025’in ilk çeyreğinde yüzde 40,8’e geriledi. OSS üyelerinin yüzde 41’i tahsilat sürecinin daha da kötüye gittiğini ifade etti.
Özçete, tahsilat zorluklarının yalnızca nakit akışını değil, firmaların yeni yatırım kararlarını da doğrudan etkilediğini belirterek, “Ödenmeyen alacaklar, şirketlerin faaliyet kabiliyetini tehdit ediyor ve yatırımları geciktiriyor” dedi.
İstihdamda Görece İstikrar
Anket sonuçlarına göre, OSS üyelerinin yüzde 57,4’ü 2024 yılının son çeyreğine göre istihdam seviyelerini korudu. Yüzde 14,7’si istihdamını artırırken, yüzde 27,9’u ise istihdamda azalma yaşadı. Üretici ve dağıtıcı firmalar arasında istihdam değişiklikleri oldukça paralel seyretti.
Maliyetlerdeki Artış Ana Problem
Sektör temsilcilerine göre, 2025’in ilk çeyreğinde karşılaşılan en büyük sorun, yüzde 79,4 oranı ile “maliyetlerdeki aşırı artış” oldu. Bunu, yüzde 64,7 ile “nakit akışı problemleri” ve yüzde 63,2 ile “iş ve ciro kaybı” izledi. Katılımcıların yüzde 44,1’i “kargo maliyetleri ve teslimat problemleri”ni, yüzde 26,5’i ise “döviz kuru dalgalanmalarını” önemli sorunlar arasında gösterdi.
Yatırım Planları Geri Planda
Anket sonuçlarına göre, önümüzdeki üç ay içinde yatırım yapmayı planlayan üye oranı yüzde 20,6’ya gerileyerek son yılların en düşük seviyesine indi. Üretici firmalarda yatırım planlayanların oranı yüzde 35,7’ye çıkarken, dağıtıcı firmalarda bu oran yüzde 10’a kadar düştü. Anket ayrıca, üyelerin sadece yüzde 26,5’inin önümüzdeki dönemde sektörün daha iyiye gideceğini düşündüğünü ortaya koydu.
Üretim Kapasitesi Korumada, İhracatta Gerileme
2025’in ilk çeyreğinde üretici üyelerin kapasite kullanım oranı yüzde 76,3 olarak gerçekleşti. Bu oran, 2024 yılı genel ortalamasında yüzde 78,15 idi. Üretimde yüzde 1,79 oranında küçük bir artış gözlenirken, ihracatta ise yüzde 2,14’lük bir daralma yaşandı. İhracat pazarlarında yaşanan zorlukların, sektörün uluslararası rekabet gücünü de etkilediği belirtildi.
Sektör Temkinli ve Beklemede
OSS Derneği’nin hazırladığı bu detaylı rapor, 2025’in ilk yarısında otomotiv satış sonrası sektöründe belirgin bir toparlanma sinyali bulunmadığını ortaya koydu. Yükselen maliyetler, tahsilat problemleri ve ekonomik belirsizlikler, sektörün büyümesini yavaşlatırken, firmalar yatırımlarını dikkatli bir şekilde planlıyor. İkinci çeyrek beklentileri de sektörün ihtiyatlı ve temkinli bir strateji izlemeye devam edeceğini gösteriyor.
İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İKMİB), dünyanın en büyük plastik ve kauçuk sektörleri fuarlarından biri olan Chinaplas 2025’te Türkiye’yi temsil etti. Çin’in Shenzhen kentinde bu yıl 37’ncisi düzenlenen fuarda, İKMİB info standı ile yer aldı ve Türk plastik sektörünü uluslararası arenada tanıttı.
15-18 Nisan 2025 tarihleri arasında gerçekleştirilen Chinaplas 2025, 4 bin 500’ün üzerinde katılımcı firma ve 280 binden fazla ziyaretçi ile sektörde büyük ilgi uyandırdı. Plastik ve kauçuk endüstrisine yönelik hammadde, makine, yarı mamul ürünler ve teknik ekipmanların sergilendiği fuar, dünyanın dört bir yanından sektör profesyonellerini bir araya getirdi.
İKMİB, Hol 16’da kurduğu bilgi standı ile Türkiye plastik sektörünün potansiyelini ve ihracat gücünü tanıtmayı hedefledi. Ziyaretçilere sektörel bilgiler sunan İKMİB standı, özellikle Asya pazarına yönelik ihracat fırsatlarının artırılması açısından önemli bir görev üstlendi.
İKMİB Yönetim Kurulu Başkanı Adil Pelister, Yönetim Kurulu Üyeleri Selçuk Gülsün ve Erkan Aydın, sektör temsilcileri Kenan Benliler, Tarık Özdemir, Süreyya Tevrüz, Volkan Yaprak ve A. Tahir Gönenç, fuar boyunca Türk firmalarının stantlarını ziyaret ederek katılımcılara destek verdiler. Fuarda ayrıca T.C. Guangzhou Başkonsolosu Kaan Başkurt ve Guangzhou Ticaret Ataşesi Dilan Can da İKMİB heyeti ile temaslarda bulundu.
İKMİB Yönetim Kurulu Başkanı Adil Pelister, Chinaplas 2025 kapsamında yaptığı değerlendirmede, Çin ve Asya pazarının Türk plastik sektörü için taşıdığı önemin altını çizdi. Pelister, İKMİB olarak firmaların uluslararası pazarlarda daha görünür olmaları, yeni iş birlikleri geliştirmeleri ve sektörün yeniliklerini yakından takip edebilmeleri için çalıştıklarını belirtti.
Pelister açıklamasında, “İKMİB olarak, firmalarımızın uluslararası fuarlarda yer almasını destekliyor, bilgi standı katılımlarımızla da sektörümüzü en iyi şekilde tanıtıyoruz. Chinaplas fuarı sadece Çin değil, tüm Asya pazarı için büyük bir potansiyele sahip. Türkiye’den fuara katılan 6 firmamız bireysel olarak yer aldı ve firmalarımız önemli temaslarda bulundu. Fuarda sergilenen ürünler, özellikle çevreci teknolojiler ve ileri üretim çözümleri açısından büyük ilgi gördü. Çin ve Asya pazarında Türk plastik sektörünün bilinirliğini artırmak ve yeni iş birlikleri oluşturmak en büyük hedefimiz” ifadelerini kullandı.
Chinaplas 2025, yalnızca bölgesel değil, küresel ölçekte de plastik ve kauçuk endüstrisinin yönünü belirleyen bir platform olmaya devam ediyor. Her yıl dönüşümlü olarak Şanghay ve Shenzhen’de düzenlenen fuar, bu yıl sürdürülebilirlik, biyo-bazlı malzemeler ve ileri üretim teknolojileri gibi konuların öne çıktığı bir etkinlik olarak kayıtlara geçti.
Türkiye’den 6 firmanın bireysel katılım gösterdiği Chinaplas 2025’te, firmalar yenilikçi ürünlerini ve teknolojilerini sergileyerek uluslararası alıcılarla doğrudan iletişim kurma fırsatı yakaladı. Türk plastik sektörü, Chinaplas 2025 ile Asya pazarında daha güçlü bir konum elde etmeye bir adım daha yaklaştı.
Otomotiv sektörünün iki güçlü oyuncusu Bakırcı Group ve BASF Coatings, stratejik bir iş birliği ile güçlerini birleştirerek Türkiye pazarında yeni bir dönemin kapılarını araladı. Bu kapsamda Bakırcı Group’un iştiraki Bakırcı Boya ve Yüzey Çözümleri A.Ş., Glasurit, Baslac ve Norbin markalarının Türkiye distribütörlüğünü üstlendi.
İş birliğinin ana hedefi, boya uygulamalarında üretici standartlarında, sürdürülebilir ve yüksek verimliliğe sahip çözümler sunmak. İki dev markanın sinerjisi sayesinde sektöre yalnızca ürün değil, teknik destek, eğitim programları, dijital çözümler ve iş geliştirme hizmetleri de entegre edilecek.
Dünya Çapındaki Kalite Türkiye’ye Taşınıyor
BASF Coatings’in sahip olduğu Glasurit, Baslac ve Norbin markaları; üstün renk teknolojileri, çevre dostu formülasyonları ve OEM standartlarındaki dayanıklılıklarıyla dünya genelinde büyük bir güven kazanmış durumda. Bu markaların Türkiye temsilciliğinin Bakırcı Group çatısı altında yürütülmesi, sektörde kalite standartlarını daha da yukarı taşıyacak.
Bakırcı Group, satış sonrası hizmetlerdeki derin tecrübesi, güçlü bayi ağı, teknoloji tabanlı müşteri deneyimi ve “Garagineering” konsepti ile BASF’nin küresel inovasyon gücünü birleştirerek, boya sektöründe değer yaratımını artırmayı hedefliyor.
Sürdürülebilir Büyümeye Katkı Sağlayacak
Bakırcı Group yetkilileri, bu anlaşmanın hem mevcut iş yapış modellerini geliştireceğini hem de sürdürülebilir büyümeye önemli bir ivme kazandıracağını vurguladı. Yapılan açıklamalarda, yeni dönemde boyanın sadece bir kaplama ürünü değil, aynı zamanda verimlilik ve katma değer sağlayan bir çözüm olarak sunulacağı belirtildi.
Türkiye Stratejik Bir Pazar
İmza töreninde konuşan BASF Coatings Orta Doğu, Türkiye ve Orta Asya Bölge Direktörü Marco Hoepker, Türkiye’nin BASF için taşıdığı öneme dikkat çekerek, “Bakırcı Group ile başlattığımız bu yeni iş birliğiyle markalarımızın Türkiye’deki varlığını güçlendirecek, müşterilerimize daha kapsamlı ve güvenilir çözümler sunacağız,” dedi.
İmza Töreninden Notlar
Gerçekleştirilen imza törenine, Bakırcı Group Yönetim Kurulu Üyesi Cihat Bakırcı, CEO Mehmet Karakoç, Yönetim Kurulu Üyeleri Kuzey Karakoç, Umut Emirler ve Ömer Uyan, Kıdemli Danışman Mübin Karpuzcu ile BASF Coatings adına Bölge Direktörü Marco Hoepker, Premium Segment Satış Yöneticisi Arman Yeşilkaya ve Fiyat Performans Segmenti Satış Yöneticisi Umut Hıra katıldı.
2025 yılının Nisan ayında Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis tarafından kamuoyuna açıklanan 2.8 milyar euroluk “Achilles Shield – Aşil Kalkanı” hava savunma programı, Atina’nın askeri doktrininde tarihsel bir dönüşümü işaret etmektedir. 2027 yılına kadar tam kapasiteyle faaliyete geçmesi planlanan bu çok katmanlı sistem, yalnızca bir savunma yatırımı değil; aynı zamanda Yunanistan’ın ulusal güvenliğini yeniden inşa etme ve Doğu Akdeniz’deki jeopolitik konumunu güçlendirme iradesinin sembolüdür.
Aşil Kalkanı, Homeros’un İlyada’sında geçen efsanevi kalkanın beş katmanlı yapısına atıfla adlandırılmıştır ve bu sembolizm, çağdaş Yunan savunma anlayışındaki yeni beş tehdide karşı (drone, füze, uçak, denizaltı, gemi) kapsamlı bir savunma şemsiyesi kurma hedefini yansıtmaktadır. Bu yeni konsept, sensör füzyonu, yapay zekâ destekli önleyici sistemler, gerçek zamanlı veri paylaşımı ve entegre komuta-kontrol altyapısı gibi yüksek teknolojilere dayanmaktadır.
Yunanistan, bu savunma girişimini yalnızca iç dinamiklerle değil, aynı zamanda dış ortaklıklarla da desteklemektedir. Özellikle İsrail ile geliştirilen stratejik iş birliği dikkat çekmektedir. Atina, İsrail yapımı Barak MX sistemini öncelikli tedarik adayı olarak değerlendirmekte ve bu tercihi, Avrupa veya ABD menşeli sistemlere göre daha hızlı teslimat ve teknik esneklikle gerekçelendirmektedir. Ayrıca “Helenik Kubbe” adı altında Demir Kubbe benzeri bir sistemi yerel üretimle destekleme fikri de gündemdedir.
Yunanistan’ın bu teknolojik sıçraması, 12 yıllık 25 milyar euroluk savunma modernizasyon programının bir parçası olarak tasarlanmış, dört temel eksen üzerine inşa edilmiştir: kara-hava-deniz kuvvetlerinin teçhizat modernizasyonu, operasyonel etkinliğin artırılması, dijital kabiliyetlerin geliştirilmesi ve kritik altyapıların hibrit tehditlere karşı korunması.
Bu stratejik yönelim, yalnızca savunma sanayii boyutuyla değil; enerji güvenliği, Avrupa Birliği entegrasyonu ve NATO iş birliği açısından da çok katmanlı bir dış politika inşasına hizmet etmektedir. Atina, hem PESCO hem de Almanya öncülüğündeki Sky Shield girişimlerine katılarak Avrupa savunma altyapısının merkezinde yer alma hedefini açıkça ortaya koymuştur. Aynı zamanda Doğu Akdeniz Gaz Forumu (EMGF), Great Sea Interconnector ve Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) gibi projelerle enerji diplomasisi güvenlik doktrinleriyle paralel yürütülmektedir.
Bu bağlamda Yunanistan, yalnızca Avrupa’nın değil, Hindistan gibi küresel yükselen güçlerin de stratejik enerji ve ulaşım hatlarına entegre olma çabasındadır. İsrail ile birlikte, IMEC kapsamında Akdeniz üzerinden Avrupa’ya uzanan bir lojistik ve enerji hattının kilit durağı hâline gelmeyi hedeflemektedir. Yunanistan-İsrail-Hindistan ekseni, yalnızca ticaret değil, aynı zamanda savunma iş birlikleriyle de güçlenmekte; bu yeni koridor, Türkiye’nin dışlandığı alternatif bir eksenin inşasına işaret etmektedir.
Türkiye açısından ise bu gelişmeler, yalnızca savunma mimarisindeki bir yenilenme değil; aynı zamanda Ege ve Akdeniz’deki güç dengelerine dönük doğrudan bir meydan okuma olarak değerlendirilmektedir. “Mavi Vatan” doktrini, Türk donanmasının etkinliği, yerli hava savunma sistemleri (SİPER, Hisar) ve insansız teknolojiler (Bayraktar, Akıncı, Kızılelma) çerçevesinde Türkiye, karşı bir caydırıcılık stratejisini sürdürmektedir. Ancak Aşil Kalkanı gibi projeler, bu denklemde yeni kırılma hatları oluşturabilecek potansiyele sahiptir.
Yunanistan’ın yükselen savunma kapasitesi, Türkiye ile olan tarihsel gerilimleri yeniden alevlendirebileceği gibi, NATO’nun güneydoğu kanadındaki güvenlik mimarisini de karmaşıklaştırabilir.
Sonuç olarak Aşil Kalkanı, modern tehdit algısına verilen çağdaş bir yanıt olmanın ötesinde, bölgesel güç projeksiyonlarının yeni bir biçimini temsil etmektedir. Yunanistan bu proje ile hem ulusal egemenliğini tahkim etmekte, hem de Avrupa’nın savunma geleceğinde kalıcı bir aktör olma niyetini pekiştirmektedir. Bu dönüşüm, Türkiye dahil tüm bölge ülkeleri için yeni stratejik okumaları zorunlu kılmaktadır.
Yazar Hakkında
Doç. Dr. Hakan Arıdemir, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Uluslararası Hukuk, Bölgesel Deniz Jeopolitiği Meseleleri ve Uluslararası Deniz Hukuku alanında çalışmalarını sürdürmektedir. Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucu başkanı olan Doç. Dr. Arıdemir, ulusal ve uluslararası düzeyde birçok akademik projeye, çalıştaya ve yayın faaliyetlerine öncülük etmektedir. Türkiye’nin Afro-Avrasya vizyonu ve Türk dünyası stratejileri üzerine derinlemesine analizler üretmektedir.
Türkiye’nin öncü kara sistemleri üreticisi Otokar, Romanya’da savunma sanayii alanında tarihi bir ortaklığa imza attı. Otokar, Romanya’nın önemli savunma firmalarından Automecanica SA ile kurduğu ortak girişim sayesinde COBRA II 4×4 zırhlı araçlarının Romanya’da yerli üretimini gerçekleştirecek. Bu kapsamlı iş birliği yalnızca üretimi değil, aynı zamanda elektrik sistemleri, pazarlama, bakım ve satış sonrası hizmetleri de kapsayacak şekilde planlandı.
Otokar ve Automecanica SA, %50-%50 ortaklıkla kuracakları yeni şirket üzerinden, hem COBRA II zırhlı araçlarının üretimini gerçekleştirecek hem de Romanya’nın savunma sanayi kapasitesini ileriye taşıyacak. Bu stratejik adım, Otokar’ın Kasım 2024’te Romanya Savunma Bakanlığı ile imzaladığı 1.059 adet COBRA II zırhlı araç tedarikini içeren 4,26 milyar RON (yaklaşık 1 milyar dolar) tutarındaki dev anlaşmanın devamı niteliğinde.
Söz konusu sözleşme kapsamında ilk 278 araç Türkiye’de, geri kalanlar ise Romanya’da üretilecek. Teslimatlar 2025 yılı sonunda başlayacak ve 5 yıl içerisinde tamamlanacak. Ayrıca, entegre lojistik destek, yedek parça temini ve teknik eğitim gibi hizmetleri de içeren kapsamlı bir teslim süreci yürütülecek.
Otokar Genel Müdürü Aykut Özüner, bu adımın şirketin global pazardaki büyüme stratejisinde önemli bir yer tuttuğunu belirtti. “Bugün 40’tan fazla ülkede aktif olarak görev yapan COBRA II araçlarımızın başarısını, Romanya gibi stratejik bir pazarda yerli üretimle taçlandırıyoruz. Otokar olarak sadece araç üretmiyor, aynı zamanda mühendislik bilgi birikimimizi müttefik ülkelerle paylaşıyoruz” dedi.
Otokar Askeri Araçlar Genel Müdür Yardımcısı Sedef Vehbi ise Romanya’nın artık Otokar’ın Avrupa’daki faaliyetleri için bir merkez haline geldiğini vurguladı. Vehbi, bu ortaklığın Romanya’daki yerli üretim kabiliyetinin geliştirilmesi açısından büyük bir potansiyel taşıdığını belirtti. Ayrıca, bu proje kapsamında Ar-Ge’den üretime, lojistikten satış sonrası desteğe kadar kapsamlı bir teknik ekosistem oluşturulacağını ifade etti.
Automecanica SA Yönetim Kurulu Başkanı Andrei Scobioala ise, bu ortak girişimin Romanya’da savunma sanayi altyapısının güçlenmesine büyük katkı sağlayacağını söyledi. “Otokar gibi küresel bir marka ile aynı çatı altında olmak, Romanya için büyük bir fırsat. Bu proje yalnızca üretim değil, istihdam, teknoloji transferi ve yerel kabiliyetlerin artırılması anlamına geliyor” dedi.
Otokar’ın zırhlı araç portföyünde önemli bir yere sahip olan COBRA II, farklı görev ihtiyaçlarına göre özelleştirilebilen modüler yapısıyla dikkat çekiyor. Yüksek manevra kabiliyeti, gelişmiş balistik koruma düzeyi ve zorlu arazi koşullarında sunduğu performansla COBRA II, şu anda dünya genelinde 13 ülkede 20’den fazla kullanıcı tarafından aktif olarak kullanılıyor.
Türkiye-Romanya savunma iş birliğini yeni bir seviyeye taşıyan bu proje, NATO’nun doğu kanadında savunma altyapısını güçlendirme hedefiyle de uyumlu olarak dikkat çekiyor. Hem ekonomik hem stratejik açıdan büyük önem taşıyan bu ortaklık, iki ülke arasında savunma alanında uzun vadeli iş birliklerinin önünü açıyor.
Elektrik sektörünün köklü markası Günsan Elektrik, 40 yılı aşkın başarı yolculuğunda önemli pay sahibi olan bayilerini unutulmaz bir deneyimle ödüllendirdi. Şirket, 8-14 Nisan tarihleri arasında Güney Afrika’ya düzenlediği özel seyahat programı ile iş ortaklarını hem motive etti hem de bir araya getirdi.
1982 yılında kurulan ve bugün Türkiye’nin lider elektrik ekipmanları üreticilerinden biri olan Günsan Elektrik, başarı hikâyesinin temel taşlarından biri olan bayileriyle ilişkilerini güçlendirmek adına dikkat çekici bir organizasyona imza attı. Her yıl düzenlenen bayi etkinlikleri bu kez Güney Afrika’da gerçekleşti ve katılımcılara hem iş hem de tatil dolu bir hafta sunuldu.
Seyahat, Güney Afrika’nın en gözde iki noktasını kapsadı. İlk durak, egzotik doğası ve lüks otelleriyle ünlü Sun City oldu. Misafirler burada, mimarisi ve hizmet kalitesiyle öne çıkan Palace of the Lost City otelinde konakladı. Eşsiz doğa manzaraları eşliğinde safari turları ve kültürel gezilerle unutulmaz anlar yaşandı.
Ardından yolculuk Cape Town ile devam etti. Katılımcılar, şehir merkezinde yer alan prestijli 15 on Orange Hotel’de ağırlandı. Masa Dağı, Ümit Burnu ve tarihi Robben Adası gibi önemli noktalar ziyaret edilerek Güney Afrika’nın kültürel ve doğal güzellikleri yakından tanıtıldı.
Gezinin yalnızca bir tatil etkinliği olmasının ötesinde, karşılıklı fikir alışverişi ve stratejik iş birliği için de fırsat yaratıldı. “Söz Sizde” başlıklı interaktif workshop’ta Günsan Elektrik yöneticileri ve bayiler bir araya gelerek sektörel gelişmeleri, müşteri beklentilerini ve gelecek planlarını masaya yatırdı. Toplantı sonunda katılımcılara özel başarı plaketleri takdim edilerek teşekkür edildi.
Günsan Elektrik Satış Direktörü Ali Çetindal, organizasyonla ilgili yaptığı açıklamada, “Günsan olarak 40 yılı aşkın süredir elektrik sektöründe büyüyerek yol alıyoruz. Bu başarıda en büyük paydaşlarımızdan biri de iş ortaklarımız, yani bayilerimiz. Onların özverili çalışmaları ve bizimle kurdukları güven ilişkisi sayesinde bugünlere geldik. Bu özel seyahatle hem teşekkür etmek hem de onları daha yakından dinleyerek birlikte nasıl daha ileriye gidebiliriz, bunu konuşmak istedik. Herkese katkıları için teşekkür ediyorum.” dedi.
Günsan Elektrik, iş ortaklarına yönelik düzenlediği bu gibi etkinliklerle hem profesyonel bağları güçlendiriyor hem de bir aile atmosferi yaratmayı sürdürüyor. Güney Afrika gezisi, sadece bir ödül değil, aynı zamanda markanın bayileriyle kurduğu sürdürülebilir ilişkinin de bir sembolü oldu.
Akfen Holding’in kurucusu olduğu Türkiye İnsan Kaynakları Eğitim ve Sağlık Vakfı (TİKAV), yeni sosyal sorumluluk projesi “Önlem Al, Güvende Kal” ile kırsal bölgelerde yaşayan kadınlara afetlere karşı bilinç kazandırmayı hedefliyor. Proje, Akfen Yenilenebilir Enerji’nin santral bölgelerinde yaşayan kadınlara yönelik olarak hayata geçiriliyor.
TİKAV, 2025 yılı boyunca Türkiye’nin 18 iline yayılmış 28 farklı yerleşim noktasında toplam 25 eğitim düzenlemeyi planlıyor. Proje kapsamında kadınlara; afet öncesi alınması gereken önlemler, afet anında yapılması gerekenler ve afet sonrası toplumsal dayanışma konularında kapsamlı eğitimler veriliyor.
Kadınlara Yönelik İlk Eğitim Anamur’da Gerçekleşti
Projenin ilk durağı, Akfen Yenilenebilir Enerji’ye ait Otluca HES’in bulunduğu Mersin’in Anamur ilçesi oldu. Burada düzenlenen eğitime 60 kadın katıldı. Katılımcılar, afetlerin özellikle kadınlar üzerindeki sosyal, ekonomik ve psikolojik etkileri hakkında da bilgilendirildi. Eğitimin ardından katılımcılara sertifikaları takdim edildi.
İkinci eğitim ise Osmaniye’nin Bahçe ilçesinde bulunan Demirciler RES ve Sarıtepe RES projelerinin çevresinde yaşayan kadınlarla gerçekleştirildi. Proje sayesinde kadınlar afet yönetimi konusunda bilinçlenirken, bölgesel dayanışmanın da güçlendirilmesi hedefleniyor.
TİKAV Yönetim Kurulu Başkanı Hülya Kırçuval, kırsalda yaşayan kadınların afetlere karşı güçlenmesinin, toplumsal direnci artıracağını vurguladı. Kırçuval, “Afetlere hazırlıklı olmak sadece bireysel değil, toplumsal bir sorumluluktur. Bu proje ile kadınların afet farkındalığını artırıyor, hem kendilerini hem de ailelerini koruma bilinci kazandırıyoruz” dedi.
Dijitalleşmenin kırsal alanlardaki kadınlara birçok alanda güç kazandırdığını belirten Kırçuval, bu proje ile bireylerin afetlere karşı bilgi ve hazırlık düzeyini yükselttiklerini ifade etti.
9 Bin Kadına Ulaşıldı, Hedef Daha Fazlası
TİKAV, 2017’den bu yana Akfen Yenilenebilir Enerji iş birliğiyle hayata geçirdiği 5 farklı sosyal sorumluluk projesiyle bugüne kadar 9 bin 300 kadına doğrudan eğitim verdi. Dolaylı olarak ulaşılan kişi sayısı ise 20 bini geçti.
Geçmiş projeler arasında “Evde Okullu Olduk”, “Önce Sağlık”, “Hijyen Sağlıktır”, “Tasarruf Evimizde Gelecek Elimizde” ve “Dijitaldeki Ayak İzimiz” gibi toplumun farklı ihtiyaçlarına dokunan eğitimler yer aldı.
TİKAV, “Önlem Al, Güvende Kal” projesiyle afetlere karşı bilinçli ve dayanıklı bir toplum için çalışmalarını 2025 yılında da kararlılıkla sürdürecek.
CK Enerji, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı İstanbul Avrupa Yakası, Antalya ve Sivas’taki genel müdürlüklerinde çalışanlarının çocuklarıyla birlikte kutladı.
Enerji temalı düzenlenen etkinlikte, 6-10 yaş arası çocuklar gün boyunca atölyelere katıldı, oyunlar oynadı ve çeşitli sürprizlerle keyifli vakit geçirdi.
Enerji Eğitimi Oyunla Buluştu
Etkinlikte bu yıl ilk kez “Enerji Okuryazarlığı” konusu da yer aldı. Uzman ekipler, çocuklara enerjinin nasıl üretildiğini, tasarruflu kullanım yollarını ve çevreye duyarlı enerji alışkanlıklarını eğlenceli bir dille anlattı.
CK Enerji Kurumsal İletişim Direktörü Burcu Cankurtaran, “Bu etkinlikle çocuklarımız hem eğlendi hem de enerji konusunda bilinçlendi” dedi.
Çocukların Gözünden 23 Nisan
Etkinlik öncesi çocuklara “23 Nisan’ı nasıl hayal ediyorsun?” sorusu soruldu. Gelen renkli resimler, üç şehirdeki genel müdürlük binalarında sergilendi. Çocukların neşesini ve hayal gücünü yansıtan bu resimler büyük beğeni topladı.
CK Enerji, çocuklara özel hazırladığı bu anlamlı günle, hem eğlence hem de öğrenmeyi bir araya getirdi.
Türkiye’nin büyük kısmı, adeta depremle yaşamaya kodlanmış durumda. Nüfusun yaklaşık yüzde 73’ünün birinci ve ikinci derece deprem kuşağında yaşadığı bir coğrafyada, güvenli yapılar inşa etmek yalnızca bir mühendislik gerekliliği değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk haline geldi. Ancak bu güvenliğin sağlanması, yalnızca temel ve taşıyıcı sistemlerle sınırlı değil. Günümüzde, yapı güvenliğinin görünmeyen ama kritik bileşenlerinden biri olan ısı yalıtımı, depreme dayanıklı yaşam alanlarının inşasında önemli bir rol üstleniyor.
Yüzeyin Altında Gizlenen Tehlike’nin adı, “Korozyon ve Yoğuşma“
Yapıların zamanla maruz kaldığı çevresel etkiler; nem, yoğuşma ve korozyon gibi süreçler, binanın taşıyıcı sistemini zayıflatarak onu gözle görülmeyen bir şekilde kırılganlaştırıyor. Bu görünmeyen tehditler, özellikle ısı yalıtımı olmayan ya da yetersiz olan yapılarda hızla etkisini gösteriyor. Baumit Türkiye Teknik Müdürü Meltem Bayraktar San’a göre, doğru uygulanan bir ısı yalıtım sistemi yalnızca enerji tasarrufu sağlamıyor, aynı zamanda yapının uzun ömürlü ve dirençli olmasına da katkıda bulunuyor.
Türkiye’de Her 10 Binadan 4’ü Riskli
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın verileri Türkiye’deki yaklaşık 19 milyon konutun 6 ila 7 milyonunun riskli durumda olduğunu gösteriyor. 1999 Marmara Depremi sonrası yapılan yaklaşık 5 milyon konut dışında kalan büyük yapı stoğunun depreme karşı yetersiz olduğu biliniyor. Bu tablo, yapıların hem projelendirme hem de yapı malzemesi tercihlerinde çağın gereklerine uygun olarak yeniden düşünülmesini zaruri kılıyor.
Yönetmelik Sonrası Doğan Fırsatlar
2017 yılında yürürlüğe giren Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği, inşa edilen yapılarda ısı yalıtımını zorunlu hale getirdi. Ancak yönetmelik öncesi inşa edilmiş milyonlarca bina için bu durum hâlâ bir eksiklik. Isı yalıtımı, yalnızca yeni yapılarda değil, mevcut binalarda da sonradan uygulanabilecek bir çözüm. San, “Zaman kaybetmeden yapılacak bir mantolama uygulaması, yapıların dayanıklılığını artırmakla kalmaz; enerji verimliliği sağlayarak sürdürülebilir bir geleceğe de katkı sunar” dedi.
Yalıtım Sadece Enerji Tasarrufu Değildir
Uzun yıllar boyunca ısı yalıtımı, daha çok enerji faturalarındaki düşüşle ilişkilendirildi. Ancak günümüzde yapı biliminde yaşanan gelişmeler, ısı yalıtımının aslında bir ‘yapısal koruma aracı’ olduğunu da ortaya koydu. Yalıtım, dış cepheleri saran bir koruyucu zırh gibi çalışarak, iklim koşullarına karşı binayı savunuyor. Bu da özellikle depremlerde yapıların göçme riskini azaltıyor.
Güvenli Kentler İçin Çok Paydaşlı Hareket Gerek
Depreme karşı dirençli şehirler yaratmak yalnızca kamu kurumlarının değil; özel sektörün, meslek birliklerinin ve bireylerin ortak çabasıyla mümkün olabilir. Bu noktada kamu-özel iş birliklerinin güçlendirilmesi, denetim mekanizmalarının daha etkin çalıştırılması ve vatandaşların bilinçlendirilmesi gerekiyor.
Baumit Türkiye, bu doğrultuda sadece ürün sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda eğitim ve bilinçlendirme faaliyetleriyle de sürece katkı sunuyor. “Biz, yalıtımı yalnızca bir ürün olarak değil, yaşamı koruyan bir çözüm olarak görüyoruz” diyerek konuşan San, bu bilincin sektöre yayılması gerektiğini belirtti.
Sessiz Bir Güç, Güçlü Bir Gelecek
Deprem gerçeğiyle yaşamak zorunda olan Türkiye’de, yapıların mukavemeti artık yalnızca betonla değil, yalıtımla da ölçülüyor. Bu noktada ısı yalıtımı, görünmeyen ama etkili bir kahraman olarak öne çıkıyor. Yapılara uzun ömür, insanlara ise güvenli yaşam alanı sunan bu sessiz güç, geleceğin kentlerini bugünden şekillendirmeye başladı.
Sudan son dönemlerde, hükümet kuvvetlerinin kazanımlarıyla tekrardan dikkatleri üzerine çeken bir ülke durumuna gelmiş bulunmaktadır. Bilindiği üzere Sudan, Kızıldeniz’e olan kıyısıyla önemli ve stratejik bir konuma sahiptir.
Ülkenin yakın geçmişine bakıldığında hayli çalkantılı dönemlerin yaşandığı da görülmektedir. Bunlardan biri; Eylül 2021’deki darbe girişimi ve takiben 25 Kasım 2021’de yaşanan askeri müdahaledir. Daha sonra Sudan’da 2023 yılında Sudan ordusu ile paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) olarak nitelenen güçler arasında silahlı çatışmalar başlamış ve kısa zamanda iç savaşa dönüşmüştür. Çatışmalar devam ederken ülkede yerinden edilme, siyasi istikrarsızlık ve açlık sorununun baş gösterdiği gözlenmiştir. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler (BM) raporlarına göre, Sudan’daki çatışmalar nedeniyle binlerle ifade edile insanın hayatını kaybettiği on binlercesinin yaralandığı, yaklaşık 130 binden fazla Sudanlının ise yerinden edildiği ve önemli sayıda insanın da açlık kriziyle karşı karşıya olduğu belirtilmektedir.
Son olarak; Sudan’da ordu, (yaklaşık iki yıl sonra) başkent Hartum’un kontrolünü yeniden ele geçirerek Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve Merkez Bankası gibi kritik noktalara hâkim olmuş ve HDK güçlerinin geri çekilmesiyle iç savaşın seyrini değiştirecek bir dönüm noktası yaşanmış bulunmaktadır. Burada önemli bir konu da; Sudan ordusunun Türkiye’den tedarik ettiği Bayraktar TB2’lerin, çatışmaların seyrinin değişmesinde önemli bir unsur olarak görev yaptığı ve ordunun üstünlük sağlamasında etkin olduğu hususu olmaktadır.
Sudan gibi jeopolitik önemi olan bu ülkeyi, öncelikle yakından incelemek yerinde olacaktır. Sudan Afrika’nın doğusunda Kızıldeniz kıyılarından başlayarak Batı Afrika’ya kadar uzanan “Sahel Bölgesi”nin doğu ayağını oluşturmaktadır. Günümüzde, Sudan olarak vasıflandırılan ülke yüzölçümü itibariyle Afrika’nın en büyük ülkelerinden biridir.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki Sudan; yer altı zenginlikleri, su kaynakları ve doğal yapısıyla her dönemde dikkatleri üzerine toplamış bir bölge olmuş olup Nil Vadisi dışında önemli bir kısmı çöllerle kaplıdır. Dolayısıyla nüfusu, sahip olduğu topraklara göre hayli düşüktür. Dünyanın en uzun nehri olan Nil’in iki önemli kolu olan Beyaz Nil ve Mavi Nil ülke başkenti olan Hartum’da birleşmektedir (Şekil 1). Nil’in söz konusu bu iki kolu arasında “Cezire” olarak nitelenen geniş bir ova yer almaktadır. Bu ova; pamuk, yerfıstığı ve tarım ürünlerinin yetiştirildiği önemli bir tarım alanıdır.
Şekil 1 Sudan Bölgesi
Bölgenin tarihi geçmişinin, kadim Mısır medeniyetinin zengin Yukarı Mısır bölgesi olan Nubye’ye dayandığı ifade edilmektedir. M.S. 7. Yüzyılda Sudan’a, gelen Araplarla birlikte ticaret canlanmış ve İslamiyet de yayılmıştır. Mısır’ın 1517’de Osmanlılar tarafından fethedilmesi ile de Sudan bölgesinde Osmanlıların etkinliği söz konusu olmuştur. Bu bağlamda, Kızıldeniz kıyısında stratejik bir ada olan Sevakin (veya Suakin) Adası da bu dönemden itibaren Osmanlıların önem verdiği ve bu bölgede görevlendirilen Osmanlı üst düzey görevlilerinin ikamet ettiği özel bir mahal olmuştur.
Daha sonraları, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa 1821’de Nil havzasını (Eski Mısır’daki gibi) tek bayrak altına almış, takiben de İngiliz etkinliği söz konusu olmuştur. İngilizlere karşı “Ensar hareketi” 1881’de oluşmuşsa da 1899’da İngilizlerin Sudan’a fiilen girmesiyle bu hareket dağıtılmıştır. Lozan antlaşmasıyla da 1923’te Sudan’ın, resmen Osmanlı ve Türklerle ilişkisi kesilmiştir.
Bununla beraber, bölgede 1920’li yıllardan itibaren çok sayıda isyanlar görülmüş 1956’da ise ülke bağımsızlığını kazanmıştır. Ancak, bu tarihten sonra da ülkede darbeler yaşanmış ve Sudan’ın güney bölgesinde karşı hareketler de hep görülmüştür.
2003 yılında olayların tırmanmasıyla birlikte 2007’de kanlı çatışmalar yaşanmış ve yapılan referandumla Ocak 2011’de Hıristiyan-Animist grupların etkin olduğu Güney Sudan, ekseriyeti Müslüman-Arap olan Kuzey Sudan’dan ayrılma kararı almış ve Temmuz 2011 tarihi itibariyle bölünme gerçekleşmiştir. Böylece bölge, Müslümanların çoğunlukta olduğu “Sudan” ile Hristiyanların çoğunlukta olduğu “Güney Sudan” olarak ikiye bölünmüştür (Şekil 1).
Bu karar o dönemde Mısır tarafından kabul görmemiş olmakla beraber Mart 2011’de Mısır’da yönetimin değişmesiyle Mısır konuya müdahil olamamıştır. Bu tarihten sonra da (Kuzey) Sudan’da arka arkaya darbeler yaşanmış ve son olarak iç savaş durumu yaşanır olmuştur.
Ekonomik ve Enerji Politik Değerlendirme
Sudan’da ekonomi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Bununla beraber yer altı zenginlikleri önemlidir. Söz konusu yeraltı zenginlikleri arasında; Kromit, mermer, manganez, alçıtaşı, tuz ve mika ile beraber zengin olarak nitelenebilecek petrol, bakır, çinko, altın, gümüş, demir, tungsten ve uranyum madenleri bulunmaktadır. Petrol halen en stratejik yeraltı kaynağı durumundadır.
Ekonomik açıdan bakıldığında; ülkede kişi başı Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH), 2000 USD mertebesindedir ve dolayısı ile yoksul ülkeler arasında yer almaktadır. Bu bağlamda, ihtiyaçlarının önemli bir kısmını ithal etmektedir. Buna karşın altın, petrol, canlı hayvan, et, deri, şeker, pamuk, susam ve yer fıstığı ihraç etmektedir.
İhracatı, ithalatının üçte biri kadardır. Çin, ülkedeki en önde gelen yatırımcı durumundadır. 1997’den itibaren de ABD, ülkeye ekonomik ve ticari yaptırımlar uygulamış olmakla beraber Ekim 2017’de bu uygulamaların kaldırılması kararı alınmıştır.
Petrol, 2000’li yıllardan itibaren ülke ekonomisinde öne çıkmış bulunmaktadır. Bölünmeden sonra petrolün yaklaşık 3/4’ü Güney Sudan’da kalmış olmakla beraber önemli rafineriler Sudan’da bulunmaktadır. Ayrıca, Güney Sudan’ın denize kıyısı olmadığından petrolün limana ulaştırılması Sudan’daki Port Sudan limanı üzerinden olmaktadır (Şekil 1). Dolayısı ile boru hatlarının önemli bölümü Sudan’da yer almaktadır. Bununla beraber, Güney Sudan petrolünün denize taşınmasına ilişkin olarak Kenya üzerinden bir boru hattının döşenmesi konusunda bir projeyi de geliştirmiş bulunmaktadır.
Sudan’da petrol çıkarımında, Çin, Malezya ve Hindistan gibi ülkelerin etkin oldukları görülmektedir. Port Sudan limanına ulaşan petrol boru hattı da yine bu ülkelerin şirketleri tarafından inşa edilmiştir. Fazla olarak, Çinli şirketlerin petrol araştırmalarında etkin olduğu da görülmektedir.
Burada şunu da ifade etmek gerekir ki; Sudan 1990’lı yılların başlarında petrol ithal eden bir ülke durumundayken son dönemlerde petrol ihraç eden ülke haline gelmiş bulunmaktadır. Söz konusu petrol ihracatının da (iç savaş öncesi) yıldan yıla arta gittiği gözlenmiştir. Sudan’ın en çok petrol ihracatı yaptığı ülkelerin, söz konusu yatırımlarda önemli paya sahip olan ülkeler olduğu da gözlenmektedir.
Sudan’ın yenilenebilir enerji konusunda da önemli sayılabilecek hamlelerinden bahsedilebilir. Bunlardan belki de en önemlisi hidrolik santrallardır. Nil ve kolları üzerinde çok sayıda baraj ve hidrolik santral kurulması planlanmaktadır. Mısır bu projelere, (kendisinin Nil’i kullanımının olumsuz etkileyebileceğini gerekçe göstererek) karşı çıkmakta olmasına karşın söz konusu baraj projeleri hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Burada da yine Çin’in etkisi görülmektedir. Hidrolik santral çalışmalarından ayrı olarak özellikle rüzgâr ve güneş santralı projeleri de gündeminde bulunmaktadır.
Burada önemle belirtmek gerekir ki; Sudan önemli bir su yolu olan Kızıldeniz’in orta bölgesinde yer almakta ve enerji yollarını kontrol edebilme yetisine sahip bir konumda bulunmaktadır. Geçmişte ticareti kontrol etmesi bağlamında önem taşırken, günümüzde de ekonominin yanı sıra enerji politik bağlamda da stratejik bir ehemmiyete sahip bulunmaktadır. Zira, Kızıldeniz’in Güneyinde yer alan Bab-ül Mendep Boğazı’ndan ve Kuzeyinde yer alan Süveyş Kanalı üzerinden hiç de küçümsenmeyecek miktarlarda petrol taşınmaktadır. Ancak, Gazze olaylarından sonra Yemen’in Gazze’ye destek vermesi bağlamında bölgede yaptığı ataklar Kızıldeniz geçişlerinde önemli düşmeye neden olmuştur. Bu durum Sudan’ı da etkileyen bir husustur.
Türkiye de, bölgeye ilgi göstermekte olup Sudan’ın Port Sudan limanına yakın ve korunaklı bir konumuna sahip olan Sevakin adası (Şekil 1) için 2019 yılında, 99 yıllığına anlaşma imzalanmıştır. Söz konusu ada, Kızıldeniz üzerinde son derece stratejik konuma sahip olmanın yanı sıra İslami Kutsal topraklar olan Mekke ile Suudi Arabistan’ın liman ve ticaret kenti Cidde’nin de hemen karşısında yer almaktadır.
Türkiye ile Sudan arasında ekonomik, askeri, kültürel, bilimsel, eğitim, enerji, tarım gibi pek çok alanda anlaşma, mutabakat zaptı ve protokoller imzalanmıştır. Bu bağlamda iç savaş öncesi Türkiye ile Kızıldeniz’de gemiler vasıtasıyla elektrik üretimini 150 MW’tan 250 MW’a çıkarılması yönünde bir anlaşma imzalanmıştır.
Sonuç
Sudan Kızıldeniz’deki konumu ve Afrika’da Sahel Bölgesi içindeki yeri itibariyle stratejik bir ülke durumundadır. Bu bağlamda, Afrika Kıtası’nda Sahra Çölü’nün güneyi ile savanlar arasında yer alan ve Kızıldeniz ile Atlantik Okyanusu arasında uzanan Sahel Bölgesi için Sudan’ın yeri önem arz etmektedir. Geniş bir tanımlamayla Sahel ülkeleri olarak betimlenen ve Moritanya, Mali, Burkina Faso, Cezayir’in güneyi, Nijer, Nijerya’nın kuzeyi, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Güney Sudan ve Eritre’yi içeren bölgenin önemli bir Kızıldeniz çıkış ülkesi Sudan olmaktadır.
Söz konusu bölgede halen çalkantılı ve sorunlu durumlar yaşansa da bölgenin sahip olduğu yeraltı zenginlikleri ve göç rotası nedeniyle küresel güçlerin ilgisini çekmektedir. Bu bağlamda (halen Kızıldeniz geçişi sorunlu olsa da) Uzak Doğu’dan ve Körfez Bölgesinden Avrupa’ya veya tersine olarak Avrupa ve hatta Amerika’dan Afrika’nın doğusuna ve de Asya’ya gerçekleşen ekonomik ve enerji politik ticaret dolayısıyla ve ilaveten Modern İpek Yolu güzergahları için Sudan’ın önemi hayli yüksektir.
Türkiye için Sudan, Afrika’da en kapsamlı ilişki ve işbirliğine sahip olduğu ülkeler arasında yer almaktadır. Bu bağlamda, Türkiye ile Sudan arasında iyi düzeyde seyreden siyasi ilişkiler, uluslararası örgütler ve platformlardaki işbirliğine de yansımaktadır. Nitekim iki ülke arasında imzalanan çeşitli anlaşmalarla başta enerji, tarım, sağlık, güvenlik ve eğitim olmak üzere birçok alanda ilerleme sağlanmış bulunmaktadır. Dolayısıyla Sudan hükümetinin ülkede istikrarı sağlayabilmesi Türkiye için de önem arz etmektedir.
Öz olarak belirtilmek istenirse, Sudan’da yaşanan tüm siyasi çalkantılara rağmen son olarak (Türkiye’nin de desteklediği) hükümet güçlerinin önemli mahalleri kontrol altına almasıyla birlikte, ülkede istikrarın sağlanmasına yönelik yaşanan gelişmeler ekonomik ve enerji-politik anlamda stratejik bir bölgede yer alan bu ülkenin durumunu ve bölgedeki gelişmelere bağlı olarak konjüktürel şartlarını önemle etkileyecektir denebilir.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Türk Cumhuriyetleri arasındaki ilişkiler, sanıldığı gibi son dönemde ortaya çıkmış bir gelişme değildir. Aksine, bu ilişkiler 1990’ların başına, yani Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını yeni kazandıkları döneme kadar gitmektedir. Örneğin:
• Azerbaycan – GKRY tarafından 24 Aralık 1991’de tanındı, kendisi de 2 Nisan 1992’de GKRY’yi tanıdı. • Kırgızistan – 1992’de karşılıklı tanıma gerçekleşti. • Kazakistan – Aynı şekilde 1992’de tanındı ve tanıdı. • Özbekistan – GKRY ile ilişkilerini 1997’de resmileştirdi. • Türkmenistan – 2007’de tanıma gerçekleşti.
Bu veriler, Semerkant Zirvesi’ndeki “BM kararlarına bağlılık” ifadesinin bir dönüm noktası değil, mevcut diplomatik zeminin devamı olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu durum, “KKTC’yi satma” ya da “ihanet” şeklinde değerlendirilmemelidir.
Dikkat çekilmesi gereken başka bir husus da şudur: Bu tanımalar gerçekleşmiş olsa da, Türk Cumhuriyetleri uzun yıllar boyunca GKRY ile aktif diplomatik ilişkiler kurmaktan imtina etmişlerdir. Elçilikler açılmamış, yoğun temaslar sağlanmamıştır. Bu, GKRY’nin tanınmasının aslında bir formalite düzeyinde kaldığını, fiilen ise Kıbrıs meselesinde Türkiye’ye hassasiyet gösterildiğini kanıtlar niteliktedir.
Bu bağlamda şunu vurgulamak gerekir: GKRY’nin tanınması, KKTC’nin tanınmasına engel teşkil etmez. Bu iki durum birbirini dışlamaz. Nitekim KKTC’nin Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üye olarak kabul edilmesi (11 Kasım 2022) bu yönde atılmış çok önemli bir adımdır.
Bu tarihsel bağlam dikkate alındığında, Türk Cumhuriyetlerinin GKRY ile olan ilişkilerinin Semerkant Zirvesi bağlamında “yeni bir kırılma” olarak değil, mevcut jeopolitik gerçekliğin bir devamı olarak görülmesi gerekir. Eleştiriler duygusallıktan ziyade tarihsel farkındalık ve diplomatik olgunluk çerçevesinde yapılmalıdır.
ABD ile Çin arasında uzun süredir devam eden ticaret savaşında gerilim tırmanmaya devam ediyor. Taraflarca uygulamaya konulan %100’ü aşan gümrük vergileri, iki ülke arasındaki mal akışını neredeyse durma noktasına getirerek dünya ekonomisinin kırılganlığını daha da artırıyor.
Karşılıklı Misillemeler Krizi Derinleştiriyor
Nisan ayı başında Başkan Donald Trump tarafından duyurulan yüksek gümrük vergileri, Çin’in hızlı ve benzer nitelikteki adımlarıyla karşılık buldu. Kısa süre içerisinde her iki ülke de ithalat kalemlerine %125 düzeyinde ek vergiler uygulayarak, ticaretin seyrini belirleyici ürünleri hedef aldı. Bu yeni tarifeler; ABD’nin tarım ve ileri teknoloji ürünlerinden, Çin’in tekstil ve oyuncak gibi ihracat yoğun sektörlerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor.
Trump’ın Ticaret Anlayışı, Önce Amerika
Başkan Trump, bu sert ticaret politikalarını, dış ticaret açığını kapatma ve üretimi yeniden ülke içine çekme stratejisinin vazgeçilmez bir parçası olarak görüyor. Ona göre, kısa vadede yaşanacak maliyet artışı, uzun vadede elde edilecek stratejik kazanımlar karşısında ihmal edilebilir. Trump’ın bu yaklaşımı, küresel ticaret ağlarına karşı daha içine kapanık bir ekonomik vizyonu da yansıtıyor.
ABD Ekonomisinde Gerileme Tehlikesi
Ancak bu politikaların ülke ekonomisinde ciddi yan etkilere yol açma ihtimali göz ardı edilemiyor. Özellikle tedarik zincirlerinde yaşanabilecek aksaklıklar; otomotivden kimyaya, elektronikten tüketici ürünlerine kadar pek çok sektörde üretim maliyetlerini artırabilir. Beklentilere göre, yılsonuna kadar enflasyonun %4’e çıkması ve faiz oranlarının %5-6 seviyelerine yükselmesi, ekonomik durgunluk ihtimalini gündeme getirebilir.
En kötü senaryolar arasında, yatırımcı güveninin sarsılması, sermaye kaçışı ve ABD dolarına olan küresel güvenin azalması öne çıkıyor. Son günlerde doların Euro karşısındaki değer kaybı %5’e yaklaşırken, hazine tahvili faizlerinde 50 baz puanlık artış yaşandı. S&P 500 endeksinin %7,6 oranında değer kaybetmesi, piyasaların bu gelişmelere olumsuz tepki verdiğini gösteriyor.
Çin İç Piyasayı Canlandırmaya Odaklanıyor
Çin yönetimi ise iç talebi canlandırarak krizin etkilerini sınırlandırma çabasında. Üreticilerin önemli bir kısmı gelirlerini iç satışlardan elde ederken, ABD’ye olan ihracatın genel ihracat içindeki payı %3’ün altında kalıyor. Bu bağlamda Çin hükümeti, özellikle KOBİ’leri destekleyen teşvik paketlerini artırmayı planlıyor. Ancak dış piyasalardaki belirsizlikler ve finansman maliyetlerindeki artış, bu stratejinin etkisini sınırlayabilir.
Ortak Ülkeler İçin Zor Bir Dönem Başladı
Ticaret savaşının etkisi, yalnızca iki büyük güçle sınırlı değil. Arada kalan ülkeler, kendi sanayilerini korumak ya da ABD’nin çizdiği yola paralel hareket etmek gibi tercihlerle yüzleşmek zorunda kalabilir. Bu, Asya-Pasifik bölgesinde tedarik zinciri değişikliklerine neden olabilir. Çin’in bu durumu lehine çevirebilmesi için, ihracat yaptığı ülkelere güven vermesi ve dengeleyici ticaret önlemleri alması kritik önem taşıyor.
Küresel Ekonomide Yeni Dönem Kapıda
ABD-Çin hattındaki bu gerilim, sadece iki ülkenin değil, tüm dünyanın ekonomik düzenini yeniden şekillendirme potansiyeline sahip. Bu süreçte alınacak politik kararlar, küresel yatırımcıların ve üreticilerin yönünü belirleyecek. Özellikle çok taraflı ticaret yapılarının geleceği, önümüzdeki aylar içinde daha net ortaya çıkacak.
Küresel ölçekte rüzgar enerjisi sektörünün en prestijli organizasyonlarından biri olan WindEurope 2025, bu yıl Kopenhag’da düzenlenirken Türkiye’den yoğun katılım dikkat çekti. Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği (TÜREB), ülkenin rüzgar enerjisindeki potansiyelini uluslararası düzeyde tanıtmak amacıyla 100’ün üzerinde katılımcıdan oluşan güçlü bir heyetle etkinlikte yer aldı.
Etkinliğin öne çıkan başlıklarından biri, TÜREB Başkanı Dr. İbrahim Erden’in moderatörlüğünü üstlendiği “Türkiye Rüzgarında Yeni Dalga: Büyüme, Yatırım ve Küresel Rekabet” başlıklı özel oturum oldu. Oturumda; TC Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi Başkan Yardımcısı Zeynel Kılınç, Enerjisa Üretim CEO’su Mert Yaycıoğlu ve TÜREB Sanayiden Sorumlu Başkan Yardımcısı, aynı zamanda TPI EMEA Bölgesi Başkan Yardımcısı Gökhan Serdar konuşmacı olarak yer aldı.
Türkiye’nin Rüzgar Yolculuğu: Sıfırdan 14 GW’a
TÜREB Başkanı Dr. İbrahim Erden, Türkiye’nin yirmi yıllık rüzgar enerjisi serüvenini değerlendirerek, birkaç yüz megavattan 14 GW kurulu güce ulaşıldığını, bu ilerlemenin kamu-özel sektör iş birliğinin güçlü bir örneği olduğunu belirtti. 2035 yılına kadar bu kapasitenin 48 GW’a çıkarılmasının hedeflendiğini belirten Erden, WindEurope 2025’e geniş bir heyetle katılım sağlanmasının da Türkiye’nin sektöre verdiği önemin bir göstergesi olduğunu söyledi. Türkiye’nin 2028’de WindEurope’a ev sahipliği yapmak için aday olduğunu da duyurdu.
Enerji Bağımsızlığı Vurgusu
Yatırım Ofisi Başkan Yardımcısı Zeynel Kılınç, Türkiye’nin enerji bağımsızlığını güçlendirme stratejisine dikkat çekerek, daha fazla yerli üretim ve yatırım ile bu hedefin desteklenmesi gerektiğini vurguladı. Devlet ve özel sektör arasındaki iş birliğinin gelişmesinin, sektörün ilerlemesi için kritik olduğunu ifade etti.
Sektörel Zorluklar ve Dijitalleşme
Enerjisa Üretim CEO’su Mert Yaycıoğlu, sektörün önünde duran temel zorluklara değinerek uzun izin süreçleri, şebeke bağlantısı gibi teknik konular ile sosyal etkilerin yatırım süreçlerini etkilediğini belirtti. Bu sorunların çözümüne yönelik olarak izinlerin hızlandırılması, kamu desteğinin artırılması gerektiğini vurguladı. Ayrıca, dijitalleşme ve siber güvenliğin rüzgar enerjisi sektöründe önümüzdeki dönemde daha da önemli hale geleceğini söyledi.
Tedarik Zincirinde Güvenli Ortaklık
TÜREB Başkan Yardımcısı ve TPI EMEA Bölgesi Başkan Yardımcısı Gökhan Serdar ise Türkiye’nin Avrupa için güvenilir bir tedarik zinciri partneri olduğunu vurgularken, bu pozisyonun korunması için Avrupa ile daha yakın iş birliklerinin gerekliliğine işaret etti. Serdar, rüzgar sanayiinde devlet-yatırımcı dengesinin sağlıklı kurulmasının ekonomik büyüme için kilit rol oynadığını ifade etti.
WindEurope 2025’te verilen bu güçlü mesajlar, Türkiye’nin rüzgar enerjisi sektöründe sadece yerel değil, küresel ölçekte de etkili bir aktör olma yolundaki kararlılığını yansıtıyor. Etkinlikte sergilenen vizyon ve uluslararası ortaklık çağrıları, Türkiye’nin yenilenebilir enerji hamlesinde yeni bir dönemin kapılarını aralıyor.
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB), sürdürülebilir finans alanındaki öncü adımlarını yeni bir ödülle taçlandırdı. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin ev sahipliğinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Derneği (SÜT-D) iş birliğiyle düzenlenen 10. İstanbul Karbon Zirvesi’nde TSKB, “Düşük Karbon Kahramanı” unvanına layık görüldü.
Bu yıl onuncusu düzenlenen zirvede, TSKB’nin geliştirdiği “Türkiye’nin Geçiş Finansmanı Entegre İlk Sürdürülebilir Finans Çerçevesi” öne çıktı. Banka, bu yenilikçi model sayesinde yalnızca Türkiye’de değil, uluslararası alanda da dikkat çeken bir başarıya imza attı. ICMA (Uluslararası Sermaye Piyasaları Birliği) standartlarıyla uyumlu olarak geliştirilen bu çerçeve, Türkiye’nin 2053 Net Sıfır hedefi doğrultusunda düşük karbonlu bir ekonomiye geçişini destekleyen önemli finansal araçlardan biri olarak tanımlanıyor.
TSKB, özellikle yüksek emisyonlu sektörlerin yeşil dönüşüm süreçlerini finanse etmek adına hazırladığı bu entegre yapı ile geçiş finansmanına yeni bir boyut kazandırdı. Banka, 2022 yılında Net-Sıfır Bankacılık Birliği’ne katılarak 2050 yılına kadar yatırım portföyünü net sıfır emisyonla uyumlu hale getirme taahhüdünde bulunmuştu. Bu kapsamda 2030 yılına kadar 4 milyar ABD doları tutarında iklim finansmanı sağlamayı hedefleyen TSKB, 2024 itibarıyla bu hedefin yüzde 18’ini gerçekleştirmiş durumda.
Aynı zamanda, bankanın kredi portföyünün yüzde 58’i, sürdürülebilir kalkınma amaçlarına hizmet eden projelere ayrılmış durumda. Bu projeler arasında yenilenebilir enerji, enerji ve kaynak verimliliği, döngüsel ekonomi ile depreme dayanıklı yeşil yapılaşma gibi konular ön planda yer alıyor.
Zirve kapsamında düzenlenen “Karbonsuzlaşan Ekonomi ve Yeşil Akçe” oturumunda ise iklim finansmanının önemi ve sürdürülebilir geçiş süreçleri tartışıldı. Bu oturumun moderatörlüğünü, TSKB’nin sürdürülebilirlik danışmanlığı iştiraki ESCARUS’un Genel Müdürü Dr. Kubilay Kavak üstlendi. Oturumda, TSKB Kalkınma Finansmanı Kurumları Müdürü Bahadır Koçaker de bankanın stratejilerini ve yol haritasını katılımcılarla paylaştı.
TSKB, aldığı bu sertifika ile iklim değişikliği ile mücadelede ve sürdürülebilir kalkınma vizyonunda sorumluluk üstlenmeye devam ettiğini bir kez daha kanıtladı. Banka, finans sektörü içinde sadece bir yatırım kurumu olmanın ötesine geçerek çevresel etkilerin azaltılmasına yönelik kalıcı çözümler üretmeye devam ediyor.
Enerjisa Üretim, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı, minik katılımcıların geleceğin çevre dostu olarak yetiştirilmesini sağlamak amacıyla renkli ve öğretici bir etkinlik ile kutladı. KidZania İstanbul’da gerçekleşen bu özel etkinlik, enerji tasarrufu bilgisini eğlenceli bir biçimde kazandırmayı amaçladı.
Etkinlik, çocukların yoğun ilgisiyle karşılandı. Yenilenebilir enerji kaynakları boyama etkinliğinde renkli bir biçimde çocuklara öğrenme fırsatı sunan çocuk boyama atölyesinde, minik misafirler kitap çizeri Büşra Çakmak ile bir araya gelerek kendi hayal dünyalarını renklendirdiler. Rüzgar, güneş ve su enerjisi gibi eklenti enerji kaynaklarıyla ilgili bilgilendirici faaliyetler gerçekleştiren çocukların hayalleri boyama kitabına yansıdı.
Boyama yaparken yaratıcılıklarını sergileyen çocuklar, enerji tasarrufu hakkında bilgi edinerek çevre bilincini geliştirdiler. Eğitici oyunlar ve öğrenme etkinlikleri sayesinde enerji tasarrufunun artmasının vurgulandığı etkinlikte, çocukların eğlenerek eğlenmelerine olanak tanındı.
Bayram Coşkusu ve Neşeli Anlar
Etkinliğin bir diğer ilgi çekici yanı, Enerjisa Üretim’in sevimli maskotu oldu. Maskot, çocuklarla birlikte dans edip oyunlar oynayarak etkinliği daha da neşeli hale getirdi. Katılımcı çocuklar, Türk bayrakları ile etkinlikte bir araya gelerek, 23 Nisan Bayramı’nı erken kutlayarak ulusal birlik ve beraberlik ruhu tablosu oluşturdular.
Özel olarak tasarlanan fotoğraf alanlarında aileleriyle birlikte resimler çektiren çocuklar, anılarını ölümsüzleştirmek için poz verdiler. Ayrıca etkinlik sonunda minik çizerlere hediye edilen rüzgar gülü tasarım seti, onlara sağlıklı bir gelecek için enerji tasarrufu bilincini pekiştiren bir hatıra oldu.
Enerjisa Üretimin Sorumluluk Anlayışı
Enerjisa Üretim Yöneticileri de etkinlikte çocuklarla bir araya gelerek, onların projesi hakkında daha fazla bilgi edinmelerine yardımcı oldular. Sürdürülebilir enerji politikası bakış açısını ve katkı sağlama hedefini destekleyen etkinlik, enerji tasarrufuna ilgiyi artırmanın da önemli bir parçası olarak öne çıktı.
Enerjisa Üretim ve KidZania İstanbul iş birliğiyle hayata geçirilen “Enerji Üretim Merkezi” projesi, doğadan gelen enerjinin temsilini parçalarını aktararak olumlu bir örnek teşkil etmektedir. Böylece çocuklar öğrenirken eğlenmenin yanı sıra çevre dostu bir yaşam biçiminin temellerini atmış oluyor.
Geleceğin Sürdürülebilirliği İçin Bir Adım
Enerjisa Üretim’in bu anlamlı gününde, enerji tasarrufunun aşılanması ve eğlenerek öğrenmeyi teşvik etmek amacıyla düzenlenen boyama atölyesi etkinliği, verimli bir etkinlik olarak hafızalarda yer aldı. Etkinlik, hem bireylerin enerji tasarrufu konusunda bilinçlenmelerine yardımcı oldu hem de geleceğimizin sürdürülebilirliği adına umut verici bir adım olarak dikkat çekti.
Türkiye’nin enerji dönüşümünde öncü adımlar atan Kalehan Enerji, Bingöl’ün Solhan ilçesinde yer alan Yukarı Kaleköy Barajı ve Hidroelektrik Santrali (HES) ile sürdürülebilir enerji üretimindeki başarısını uluslararası düzeyde tescilletti. Santral, Uluslararası Karbon Sicili (ICR) tarafından yürütülen ayrıntılı doğrulama sürecini tamamlayarak, temiz enerji üretimini resmi olarak belgeleyen karbon kredisi sertifikasını aldı.
1,5 TWh Temiz Enerji, 835 Bin Ton Karbon Engeli
Yukarı Kaleköy HES, yıllık 1,5 teravatsaat elektrik üretimiyle, yalnızca Türkiye’nin enerji ihtiyacına katkı sunmakla kalmıyor; aynı zamanda yılda 835 bin tonun üzerinde karbon salımının da önüne geçiyor. Bu miktar, karbon ayak izinin azaltılması bakımından ciddi bir çevresel etki yaratırken, Kalehan Enerji’nin sürdürülebilir üretim politikalarını güçlendiren somut bir adım olarak dikkat çekiyor.
ICR Doğrulama Süreci Başarıyla Tamamlandı
Kalehan Enerji’nin üst düzey yöneticilerinden Emrah Keleş, yürütülen denetim ve doğrulama süreciyle ilgili olarak, sürecin titizlikle planlandığını ve ayrıntılı aşamalardan geçilerek tamamlandığını belirtti. Mayıs ayında başlatılan sürecin yıl sonuna kadar başarıyla tamamlandığını vurgulayan Keleş, karbon kredisiyle birlikte santralin temiz enerji üretiminin tescillendiğini ifade etti. Keleş ayrıca, şirketin diğer iki enerji santrali için de benzer doğrulama sürecini yakın zamanda tamamlamayı hedeflediklerini aktardı.
Türkiye’nin Özel Sektör Tarafından Kurulan En Büyük HES’i
Yukarı Kaleköy HES, 626,85 megavat kurulu gücüyle Türkiye’nin özel sektör eliyle kurulan en büyük hidroelektrik santrali olma özelliğini taşıyor. 2018 yılının Nisan ayında faaliyete geçen santral, yalnızca enerji üretimiyle değil, sağladığı yerel istihdam ve bölgesel kalkınma desteğiyle de ön plana çıkıyor. Murat Nehri üzerinde konumlanan tesis, bölgedeki hidrolojik kaynakların verimli kullanılmasına önemli katkı sağlıyor.
Uluslararası Alanda Takdir Edilen Bir Proje
Yukarı Kaleköy HES, yalnızca enerji üretimiyle değil, mühendislik başarısı ve çevresel uyumu ile de uluslararası arenada dikkat çekti. Santral, Uluslararası Büyük Barajlar Komitesi (ICOLD) ve İspanya Büyük Barajlar Komitesi (SPANCOLD) tarafından “En İyi Proje” birincilik ödülüne layık görüldü. Bu ödül, santralin dünya çapında örnek bir hidroelektrik proje olarak kabul edilmesini sağladı.
Yeşil Mutabakat ve Enerjide Geleceğe Uyum
Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı çerçevesinde 2050’ye kadar karbon salımının azaltılması hedefi, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde de dönüşümün önünü açıyor. Bu bağlamda Kalehan Enerji’nin gerçekleştirdiği karbon kredisi sertifikasyonu, özel sektörün çevreci enerji yatırımlarına olan katkısının somut bir örneği niteliğinde. Santral, Türkiye’nin enerji portföyündeki yenilenebilir kaynakların payını artırırken, aynı zamanda uluslararası sürdürülebilirlik standartlarına da entegre oluyor.
Temiz Enerji, Temiz Gelecek
Kalehan Enerji, karbon emisyonunu azaltma yönündeki kararlı duruşunu her geçen gün daha ileri taşırken, çevre dostu projelerle Türkiye’nin yeşil enerji hedeflerine katkı sunmayı sürdürüyor. Yukarı Kaleköy HES örneğinde olduğu gibi, hem yerel kalkınmaya destek veren hem de küresel çevre kriterlerini karşılayan projelerle geleceğin enerjisini bugünden üretmeye devam ediyor.
Global Yatırım Holding’in iştiraki Global Ports Holding tarafından işletilen Ege Port Kuşadası, sürdürülebilir enerji dönüşümünde önemli bir adım atarak güneş enerjisi santrali yatırımının ilk aşamasını tamamladı. Türkiye’nin en fazla kruvaziyer gemisi ve yolcu ağırlayan limanı olan Ege Port Kuşadası, bu yatırımıyla yılda 312 bin 552 kilovatsaat elektrik üretmeyi hedefliyor.
Çatı üzeri güneş santraliyle 223 ton karbon salımı önlenecek
İlk fazda limanın çatısına yerleştirilen 426 güneş paneli ve 5 invertörle yıllık elektrik üretimi yapılacak. Toplam 300 bin dolarlık yatırımla hayata geçirilen çatı üzeri güneş enerjisi santrali, yalnızca enerji üretmekle kalmayacak, yılda 223 tonluk karbon salımının da önüne geçecek.
Arazi tipi güneş santrali 2025’te devreye alınacak
Ege Port Kuşadası’nda sürdürülebilir enerji vizyonu yalnızca çatı yatırımıyla sınırlı değil. 2025 yılı içerisinde tamamlanması planlanan arazi tipi güneş enerjisi santraliyle limanın toplam enerji ihtiyacının tamamı yenilenebilir kaynaklardan sağlanacak. Böylece liman, enerji tüketimi açısından net sıfır karbon emisyonuna ulaşmayı hedefliyor.
Net sıfır karbon hedefine somut katkı
Ege Port Kuşadası Genel Müdürü ve Global Ports Holding Doğu Akdeniz Bölge Direktörü Aziz Güngör, kruvaziyer sektörünün 2050 yılına kadar net sıfır karbon hedefi olduğunu hatırlatarak, bu hedefe ulaşmak için sürdürülebilir enerji yatırımlarının önemine dikkat çekti. Güngör, Ege Port Kuşadası’ndaki yatırımların bu vizyona ciddi katkılar sağlayacağını belirtti.
Global Ports Holding limanlarında sürdürülebilirlik ön planda
Global Ports Holding, dünyanın farklı bölgelerindeki limanlarında da yenilenebilir enerjiye dayalı uygulamaları yaygınlaştırmayı amaçlıyor. Ege Port Kuşadası, bu stratejinin öncüsü olarak enerji dönüşümünü gerçekleştiren ilk limanlardan biri oldu. Bu dönüşüm, hem çevresel etkiyi azaltacak hem de işletme maliyetlerinde verimlilik sağlayacak.
Türkiye için örnek bir dönüşüm modeli
Kuşadası’nın sahip olduğu turistik potansiyel ve limanının uluslararası önemi göz önüne alındığında, yapılan yatırımlar Türkiye’nin çevreci liman vizyonuna da örnek oluşturuyor. Enerjisini tamamen güneşten karşılayan bir liman olarak Ege Port, aynı zamanda uluslararası kruvaziyer şirketlerinin çevresel duyarlılık kriterlerini karşılayan bir destinasyon haline geliyor.
Geleceğe yatırım
Ege Port Kuşadası, güneş enerjisi yatırımlarıyla sadece bugünün değil, geleceğin de ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir yaklaşım sergiliyor. Karbon emisyonunu sıfırlama yönündeki bu adımlar, Türkiye’nin liman işletmeciliğinde sürdürülebilirlik ekseninde küresel rekabette öne çıkmasını sağlayacak.