19.5 C
İstanbul
Pazar, Haziran 8, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 22

Tatar’ın doğrularına yanlış manşetler atmak

Türk gazeteciler olarak İsviçre’nin Cenevre şehrinde 26 Şubat – 03 Mart 2024 tarihleri arasında Palexpo fuar merkezinde gerçekleşen Cenevre Uluslararası Otomobil Fuarına katıldık.

Fuar ziyaretinin ardından Fransa’nın Nice, Monaco ve Lyon şehirlerinde kamu diplomasisi faaliyetlerimiz kapsamında gazeteci meslektaşlarımız ve Türk iş adamlarımızla görüşerek hem Türkiye hem de KKTC adına olumlu kamuoyu oluşturmak misyonumuzu yerine getirmek gayretinde olduk.

Türk medya mensupları olarak gazetecilerin kamu diplomasisi misyonu kapsamında Türkiye adına olumlu yönde kamuoyu oluşturmak ana görevimizdir.

Peki KKTC adına kamu diplomasisi faaliyetlerinde bulunmamıza referansın ne olduğunu sorarsanız, bunun ana nedeni de KKTC Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’dır.

Küresel Gazeteciler Konseyi (KGK) tarafından 14.12.2023 tarihinde KKTC’de düzenlenen ‘KGK Medya Çalıştayı’nda biz gazetecilere hitaben ellerini havaya kaldırarak seslenen KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, 1974 yılında Mehmetçiğin adaya ayak basmasıyla Kıbrıs meselesinin tarih olduğunu ve milli bir dava olarak varlığını koruduğunu söylüyor ve Türk ordusu ile Türkiye’den vazgeçilemeyeceğini haykırıyordu. Çatlak seslere rağmen milli davalarına sahip çıkacaklarına da yemin ediyor ve bizlerden KKTC’nin tanıtımına destek olmamızı istiyordu.

Biz gazeteciler, bu tarihi konuşmanın ardından dünyanın dört bir yanında yürüttüğümüz kamu diplomasisi faaliyetlerinde KKTC için milli bir duruş sergileme görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz.

Peki Anavatanda bulunan biz gazeteciler KKTC’nin milli duruşuna paralel kamu diplomasisi faaliyetlerinde bulunarak destek verirken, Ersin Tatar’ın milli davasına karşı duruş sergileyenler var mı?

Tabi ki vardır.

Hemen aklınıza Rum kesimi gelecektir.

Ama Rum kesiminden önce bu milli duruşa karşı duranların KKTC içinden gazeteci ve bazı Rum sevicilerin olması ne derece üzücüdür.

İçimizde çürükler olmasa, Türk milletinin huzurunu kaçırmaya dışarıdan kimsenin gücü yetmez, cesaret bile edemezler.

Biz, İsviçre ve Fransa ziyaretlerinde Türkiye ve KKTC adına olumlu yansımalar elde etmek adına kamu diplomasisi faaliyetlerinde bulunurken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Ersin Tatar Almanya’da bir dizi temaslarda bulunarak KKTC’ye direkt uçuşların başlaması, ticaret imkanlarında bulunan engellemelerin kaldırılması ve izolasyonların bitirilmesinin gerekli olduğuyla alakalı diplomasi faaliyetlerini gerçekleştiriyordu.

Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliğinde düzenlenen basın toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Kıbrıs Türk’ünün egemenlik haklarını kimsenin sınırlandıramayacağını ve eşitlik temelli bir yaklaşımdan başka düşünceleri kabul etmelerinin mümkün olmayacağını belirtti.

KKTC tanınmadan bir görüşme gerçekleşmesinin mümkün olmadığının altını çizen Ersin Tatar’ın, ‘siz devletinizden vazgeçin gelin sizi bize entegre edelim’ önerilerine karşı şu sözleri Almanya’dan haykırdı:

“Kıbrıs Türk’üne devletinizden vazgeçin ve gelin görüşelim demek Kıbrıs Türk’üne ve Kıbrıs Türk’ünün haklı mücadelesine hakarettir. Bizim tarihimiz, onurlu bir mücadelemiz, değerlerimiz ve milli duruşumuz vardır. Buna saygı duymak gereklidir.”

Peki KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın Almanya’dan tüm dünyaya verdiği bu mesajlara ilk olumsuz tepkilerin Rum Kesiminden veya Rum sevici Avrupa ülkelerinden gelmesini beklediğimiz anda olumsuz tepkinin KKTC’den bir medya kuruluşundan gelmesi gerçekten kamuoyunu ciddi anlamda şaşırtmıştır.

5 Mart 2024 tarihli Kıbrıs Bugün Gazetesi manşetinde aynen şu ifadeler yer alıyor:

“HİÇ BU KADAR KÜÇÜLMEMİŞTİK”

Manşet haberin spotunda, “Ersin Tatar’dan önceki cumhurbaşkanları Almanya’ya gitti ancak stant gezip turist çekmeye değil, toplumun hakları ve Kıbrıs sorunun çözümü için üst düzey görüşmeler yapmaya…” sözleri yer aldı.

Peki gazete Kıbrıs’a yapılan ambargoların kaldırılması, ticaret imkanlarında engellemelerin bitirilmesi ve KKTC’ye direkt uçuşların başlatılması adına diplomasi faaliyetlerinde bulunan Ersin Tatar’ın Almanya ziyaretinde KKTC temsilciliğini ziyaret etmesinden, Kıbrıs Türk’ünün onurlu mücadelesi konulu Alman gazeteciye röportaj vermesinden, Türk-Alman İşverenler Birliği’nin onur davetlisi olarak Global Turizm Forumuna katılarak KKTC’nin haklı mücadelesi hakkında konuşma yapmasından ve Ambargoların kaldırılmasıyla alakalı diplomasi faaliyetleri yürütmesinden neden rahatsız oldu ve ‘Hiç bu kadar küçülmemiştik’ manşet başlığını kullandı?

Anlaşılır bir durum değil…

Haberde, manşet ile Cumhurbaşkanı Ersin Tatar eleştirilirken, spot ile KKTC’ye turizm konusunda katkısı vurgulanıyor ve haber içeriğinde ise Ersin Tatar’ın diplomasi faaliyetleri ile Cumhurbaşkanı ayakta alkışlanıyor.

Başlık ile haber içeriği uyuşmuyor.

Bir gazeteci olarak bu haber ile şunu anlayabiliyorum.

KKTC’de muhalif gazete KKTC Cumhurbaşkanını eleştirecek yanlış hareketini bulamadıkları için doğru olan her adımına yanlış/yansız manşetler atıyorlar.

Biz KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın milli duruşuna paralel attığı her adımda destek vereceğiz.

Türkiye için nasıl bir mana ile mesleğimizi icra ediyor isek KKTC için de aynı şekilde yazmaya ve bir ayna misali kamuoyunu Kıbrıs Türk’ünün onurlu mücadelesini dünya kamuoyuna anlatmaya da devam edeceğiz.

Bir gazeteci dünyaya barış ve savaş getirebilir

Dünya kurulduğundan bu yana insanoğlu bilginin peşinden koşmuş ve ilerleyen zamanlarda ise dünyada gelişen olaylar hakkında doğru haberlere ulaşmak için büyük çabalar harcamıştır. Yalan haberlerin medya aracılığıyla maksatlı şekilde yayınlanması toplumları tehdit ederken, tarafsız ve doğru şekilde servis edilen haberler ise insanlığa huzur ve mutluluk getirmiştir.

Gazetecilikte tarafsızlık ilkesi, bir yandan ahlaki diğer yandan ise eylemsel bir içeriğe sahip konumdadır. Bu kavram gazeteciliğin en önemli değerlerinden biri olup, doğru habere ulaşmanın bir yolu ve gazetecilerin ahlaki göstergesidir.

Bir gazeteci ahlaki değerlerinin referansı olan tarafsızlığı ile dünyaya barış getirebilirken, doğru yerine yanlıştan taraf olduğunda ise dünyada savaşlar olup kan akmasına ve gözyaşlarının sel olmasına neden olabilmektedir.

“GAZETECİ GANDİ ŞİDDETİ TERCİH ETMEDEN KÖTÜLÜĞE KARŞI DİRENİŞİN SEMBOLÜ OLDU”

Mahatma Gandi bir gazeteciydi ve kötülüğe karşı aktif ama şiddet olmadan direnişin sembol ismi olarak gönüllerde yerini almıştır. Kendi çıkardığı İngilizce Young India gazetesinde olsun diğer editörlük ve yazarlık yaptığı dergi ve gazetelerde her zaman tarafsızlık ilkesini en ön planda tutmuştur. Tarih onu onurlu ve ahlaklı duruşu ile altın harflerle yazmıştır. Gandi’nin Satyagraha felsefesi halen varlığını korumakta ve bu akımı benimseyenler şiddete ne olursa olsun karşı durmaktadır.

Peki biz gazetecilerin hep isimleri altın harflerle mi yazılır?

Tüm gazeteciler Gandi gibi şiddete karşı felsefi akımlar mı inşa ederler?

Hayır, hayır kırkbinkere hayır…

Bu sorulara gazeteci Theodor Herzl’in kurucusu olduğu siyonizmi örnek olarak verebiliriz. Yahudileri birbirinden uzaklaştırdığı gibi günümüzde Siyonizmin Ortadoğu’da nasıl kan akmasına neden olduğunu açık bir şekilde görmekteyiz.

“GAZETECİ THEODOR HERZL’İN KURUCUSU OLDUĞU SİYONİZM DÜNYAYA KAN BULAŞTIRDI”

Her ne kadar Siyonizm, tarihi ve vadedilmiş İsrail toprakları olarak tanımlanan Kenan bölgesinde bir Yahudi devleti kurulmasını savunan Yahudi milliyetçiliğini esas alan ideolojik fikir hareketi olarak gözükse de günümüzde savaşa ve gözyaşına neden olmaktadır.

Siyonizmin, gazetecilere bakış açısı ile siyonizme hizmet etmeyi kendilerine amaç edinmiş bir takım medya mensuplarının duruşları medyanın etik değerleriyle örtüşmemektedir.

Siyonist düşüncenin oluşumunda Avrupa aklının büyük katkısının olduğu açık bir şekilde herkes tarafından bilinen gerçektir. Ortadoğu’nun dünyanın en çok çatışma yaşanan bölgesi olmasının nedenlerine baktığımızda, başrollerde Siyonizm ve Avrupa aklı yer almaktadır.

Batının ortak aklı ve destekleri ile meydana gelen Siyonist düşüncenin ortaya koyduğu kaos planları karşısında Ortadoğu’da bulunan İslam devletlerinin akıllı bir şekilde hareket ettiklerini söyleyemeyiz. Türkiye haricinde Filistin sorunu ve meselesine karşı bir duruş görmeyen Siyonizm, Filistinlilere karşı askeri politikalarını sertleştirmeye ve her geçen gün yeni kaos projelerini sergilemektedir.

Uzun yıllardır Batı medyası İsrail-Filistin meselesini ve savaşını, İsrail’in kendisini savunduğu bir savaş olarak kamuoyu ile paylaşmaktadır.

Özellikle ana akım batı medyası hem işitsel hem görsel şekilde her türlü propaganda araçlarını kullanarak, Filistinlileri savaş yanlısı göstermiş, İsrail’in ise barış yanlısı olduğunu kamuoyuna servis etmiştir.

Günümüzde düşünselliği temsil eden gazetecilikte tarafsızlık çok büyük önem arz etmektedir. Tarafsız olma referansı ışığında gazeteciler olaylar ve haber konusu olacak durumlar hakkında ilk elden yani olaylara şahit olarak bilgi sahibi olmak için çaba harcarlar. Gazeteci haber yapacağı durumları görmesi ve gerekli olması halinde araştırması ve hatta durumu soruşturması gerekir.

İsrail devleti yaşanan savaşı haber yapmak için orada olan gazetecilere kendilerinden akredite almamaları halinde hayatlarını garanti edemeyeceğini söylüyor. Ve akredite edilen gazetecilerin çekim ve haber yapacağı alanları, olayları ve ayrıntıları kendisi belirliyor ve basının haber alma hakkını akreditasyon bahanesiyle engelliyor.

Bu duruma maruz kalan batılı gazeteciler yaşadıkları zorlukları ve engellemeleri haber yapacakları durumlarda ise kurumları tarafından durduruluyor. Ve hatta gazetecileri öldürmeleri bile bu medya kurumları tarafından görmezden geliniyor.

Tabi Batı Medyası bu konuda gerçekten geçmişten gelen kronikleşmiş şekilde medyanın etik değerlerine uygun hareket etmiyor. Arap medyasında da HAMAS’ın her hareketinin veya her eyleminin doğru olduğu gibi haberlerin yapılması da medyanın tarafsızlık ilkesine ters düşmektedir.

Burada batı medyası ve Arap medyası diyerek tüm medyanın karşılıklı cephelerde savaştıkları gibi bir durum olduğunu da belirtmek yanlış olur. Arap medyasında savaş yerine barışı benimseyen dengeli yayın yapan gazeteler olduğu gibi İsrail’de de barışa katkı sunmak adına yayınlar yapan medya kuruluşları vardır.

İsrail’in en eski günlük gazetesi olan Haaretz Gazetesi tarafsızlık ilkesine uygun yaptığı haberlerle savaş yerine barışa katkı sağlamaktadır.

Bu yazımda özeleştiri yaparak medyanın tarafsızlık ilkesini çiğnemesinden dolayı dünya barışına zarar verdiğini örneklerle anlatmaya çalıştım. Fakat her şeye rağmen İsrail’de de, Arap yarımadasında da, Batıda da medya etik değerlerine uygun olarak tarafsızlık ilkesini esas alan gazetecilerin sayıları az olsa da dengeli haber yapmaya çalışmaları ve barışın gelmesine katkı sunmak için çabalamaları dünya ve insanlık için bir umuttur.

Bu umudun başarıya ulaşması adına tarafsız gazetecilik yapan medya kuruluşlarına destek vermek zorundayız.

“Türk basın mensupları Filistin-İsrail savaşında gösterdikleri tarafsız ve cesur duruşları ile örnek oldular.” (Ferhat Yıldırım)

Ballast Suyu Arıtma Sistemleri

Ballast Suyu Arıtma Sistemleri: Mevcut Durum, Zorluklar ve Gelecek Perspektifleri

Ballast suyu, gemilerin denge ve kararlılık sağlamak amacıyla depoladığı ve boşalttığı su miktarını temsil eder. Ancak, bu süreç biyolojik ve ekolojik açıdan ciddi tehditler oluşturabilir. Yabancı türlerin istilası, deniz ekosistemlerinde ciddi dengesizliklere yol açabilir ve yerel türlerin yaşamını tehdit edebilir. Bu nedenle, Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) tarafından ballast suyu arıtma sistemlerinin kullanımıyla ilgili D-2 biyolojik standartlar belirlenmiştir. Bu yazıda, ballast suyu arıtma sistemlerinin mevcut durumu, karşılaşılan zorluklar ve gelecek perspektifleri ele alınacaktır.

Ballast Suyu Arıtma Sistemlerinin Zorlukları

Ballast suyu arıtma sistemleri gemilerin operasyonel süreçlerinde önemli bir role sahiptir. Ancak, deniz taşımacılığı operasyonlarında bu sistemlerin kullanımıyla ilgili bazı sorunlar ortaya çıkmaktadır. Özellikle, yoğun sediment içeren su kaynaklarının bulunduğu bölgelerde filtrelerin su kalitesi üzerindeki etkisi önemli bir zorluktur. Örneğin, dünyanın en yoğun limanlarının birçoğu nehir deltaları ve ağızları üzerinde yer almaktadır ve bu bölgelerde Toplam Askıda Katı Madde (TSS) seviyeleri tip onay konsantrasyonun üzerinde olabilir. Ayrıca, filtrelerin verimli bir şekilde çalışabilmesi için düzenli olarak temizlenmesi gerekmektedir.

Ballast Suyu Arıtma Sistemlerinin Geleceği

Ballast suyu arıtma sistemleri, gemi operatörleri ve endüstri uzmanları tarafından sürekli olarak geliştirilmekte ve iyileştirilmektedir. Gelecekte, daha sıkı standartlar ve düzenlemelerin uygulanması beklenmektedir. Özellikle, PSC (Port State Control) denetimlerinin ballast suyu arıtma sistemlerinin performansını doğrudan test etme eğiliminde olduğu görülmektedir. Bu da gemi sahiplerinin ve işletmecilerin, sistemin etkin bir şekilde çalıştığından emin olmaları gerektiği anlamına gelmektedir.

IMO düzenlemelerine göre ballast suyu arıtma sistemleri konusunda 2024 yılı önemli bir yıl olacaktır. Aşağıda 2024 yılına ilişkin ballast suyu arıtma sistemleri açısından potansiyel gelişmeleri öngörmeye çalıştık;

IMO D-2 Biyolojik Standartlarının Uygulanması: 8 Eylül 2024 tarihinden itibaren, ballast suyu arıtma sistemleri IMO D-2 biyolojik standartlarına uygun olmalıdır. Bu, yıllar süren düzenlemelerin sona ermesini ve standartların uygulanmasını hedeflemektedir. Gemilerin bu tarihten itibaren uygun ballast suyu arıtma sistemlerine sahip olması gerekmektedir.

Daha Sıkı Denetimler: Ballast suyu arıtma sistemlerinin uygulanması ve performansının doğrulanması için daha sıkı denetimler beklenmektedir. Port State Control (PSC) denetimleri sırasında, gemilerin ballast suyu arıtma sistemlerinin etkinliği ve uyumluluğu doğrulanacaktır. Bu, gemi sahiplerinin ve işletmecilerin ballast suyu arıtma sistemlerinin düzenli bakımını yapmaları ve gerektiğinde iyileştirmeleri sağlamaları gerektiği anlamına gelir.

Yeni Teknolojik Gelişmeler: Ballast suyu arıtma teknolojisi sürekli olarak gelişmekte ve iyileştirilmektedir. 2024 yılında, daha verimli ve etkili ballast suyu arıtma sistemleri için yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve piyasaya sürülmesi beklenmektedir. Bu, gemi endüstrisinin daha çevre dostu ve sürdürülebilir çözümler arayışına devam ettiğini göstermektedir.

Uyum Zorlukları: 2024 yılında, ballast suyu arıtma sistemlerine uyum sağlama konusunda bazı zorluklar ve sorunlar ortaya çıkabilir. Özellikle, eski sistemlere sahip olan gemi sahipleri, uyum sağlamak için mevcut sistemlerini iyileştirmek veya yeni sistemlere geçmek zorunda kalabilirler. Bu, maliyetler, teknik zorluklar ve zamanlama konuları gibi çeşitli zorlukları beraberinde getirebilir.

Sonuç

Ballast suyu arıtma sistemleri, deniz ekosistemlerinin korunması ve yabancı türlerin istilasının önlenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir. Ancak, bu sistemlerin kullanımıyla ilgili bazı zorluklar ve sınırlamalar bulunmaktadır. Bu nedenle, sürekli geliştirme, düzenlemelerin sıkılaştırılması ve işletmecilerin sistemin etkinliğini düzenli olarak kontrol etmeleri önemlidir. Gelecekte, ballast suyu arıtma sistemlerinin daha da iyileştirilmesi ve operasyonel etkinliklerinin artırılması için çalışmaların devam etmesi gerekmektedir.

2024 yılı ballast suyu arıtma sistemleri açısından önemli bir dönüm noktası olacaktır. Daha sıkı düzenlemeler, denetimler ve teknolojik gelişmeler, gemi endüstrisinin daha çevre dostu ve sürdürülebilir ballast suyu yönetimi sağlaması için yol açacaktır. Ancak, bu süreçte bazı zorluklar ve uyum gereksinimleriyle karşılaşılması da beklenmektedir. Gemilerin, IMO standartlarına uygun ballast suyu arıtma sistemlerine sahip olmaları ve düzenli bakımını yapmaları önemlidir.

Türkiye açısından ise, ballast suyu arıtma sistemlerinin gerekliliğine erkenden uyum sağlayarak denizcilik sektöründe rekabet avantajı elde edilmelidir. İleri teknolojiye sahip ballast suyu arıtma sistemlerini üretmek veya bu sistemleri kullanan gemileri sağlamak, Türk firmalarına ihracat fırsatları sunabilir. Türkiye, ballast suyu yönetimi konusunda katı standartlara uymayı ve çevresel sorumluluklarını yerine getirmeyi gösterdiğinde uluslararası toplumda saygınlık kazanabilir. Bu, deniz kirliliği ve ekosistem tahribatı konusunda diğer ülkelerle işbirliği yapmak ve sürdürülebilir denizcilik uygulamalarının yayılmasına katkıda bulunmak için fırsatlar sunabilir.

Hakan Arıdemir

Akkuyu Nükleer Projesi “Nükleer Tesis” nitelemesi kazandı

Nükleer santral kurma fikri, Türkiye’de 1950’li yıllardan itibaren gündeme getirilmiş olmasına karşın 20. Yüzyıl boyunca hayata geçirilememiştir. Bir başka deyişle, birçok kez harekete geçilmiş olmasına rağmen ertelenen veya iptal edilen ihalelerle 2010 yılına kadar yarım asırdan fazla bir sürede istenen sonuca ulaşılamamıştı.

Nihayet, Rusya Federasyonu ile (Yap-İşlet bağlamında)12 Mayıs 2010 tarihinde imzalanan işbirliği anlaşması ile Mersin-Akkuyu’da nükleer güç santralinin kurulması süreci başlamıştır. 13 Aralık 2010 tarihinde konuya ilişkin bir proje firması kurulmuştur. Takiben Akkuyu santralı sahasına ilişkin (1976 yılında verilmiş olan) “Yer Seçimi Lisansı” yenilenmiş ve Aralık 2011’de ÇED (Çevre Değerlendirme) Raporu da Türkiye Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca onaylanmıştır. Böylelikle, nükleer güç santralı kurulum yerine ilişkin prosedür tamamlanmıştır.

Akkuyu Nükleer Güç Santralı, her biri 1200 MWe güçte elektrik üretimi yapabilecek dört ünite olarak kurulacak olup, Rus yapımı gelişkin bir model olan VVER tipi Basınçlı Su Reaktörü tipinde olacak şekilde tasarımlanmış bulunmaktadır (Şekil 1’de Akkuyu NGS Maketi görülmektedir.).

Bu bağlamda Akkuyu Nükleer Güç Santralı, dört ünite olarak toplam 4800 MWe güç üretecek ve santralların ömrü ise 60 yıl olacaktır. Yakıtları, düşük zenginleştirilmiş Uranyum yakıt olup yakıtlar Rusya tarafından üretilemcektedir.

Screenshot

Şekil 1 Akkuyu NGS Projesi

Türkiye’nin katkısının olabildiğince fazla olmasının benimsendiği projede, (yardımcı sistemler kapsamında düşünülen ve) bir Türk firma tarafından üstlenilen deniz yapılarına ilişkin ilk temel atma töreni Nisan 2015 de gerçekleştirilmiştir. Haziran 2017’de ise EPDK tarafından 49 yıllığına Akkuyu NGS’ye elektrik üretim lisansı verilme işlemi tamamlanmıştır. Ekim 2017’de de ilk üniteye ilişkin inşaat izni alındıktan sonra Aralık 2017’de sahada şantiye çalışmaları başlamıştır. Santralın birinci ünitesi için “İnşaat Lisansı”nın alınmasını takiben 3 Nisan 2018 tarihinde Akkuyu NGS’nin 1. ünitesinin Temel Atma Töreni (Rusya ve Türkiye Devlet Başkanlarının) yer almasıyla gerçekleştirilmiştir. Böylelikle ilk üniteye ilişkin kapsamlı inşaat başlamıştır.

Öte yandan, Nükleer Güç Santralı (NGS)’nın ağır ve hacimli ekipmanlarının taşınmasında kullanılacak olan Akkuyu mevkiindeki limanın doğu terminal inşaatı da tamamlanmıştır. Mayıs 2019’da Ulaştırma ve Alt Yapı Bakanlığı’ndan “Liman İşletme İzni” de alınmıştır. Yine büyük ve ağır ekipmanların yerlerine yerleştirilmesinde kullanılacak 3000 ton kapasiteli (paletli özel bir) vinç Ağustos 2019’da sahaya getirilmiş ve konuşlandırılmıştır. 

Akkuyu Nükleer Güç Santralı 1. Ünitesi İnşaatı

Saha alt yapısı hazırlandıktan sonra, Akkuyu Nükleer Güç Santralı’nın 1. Ünitesinin ilk büyük ekipmanı bulunan “Kor Tutucu” sahaya getirilmiş ve paletli özel vinç ile yerine yerleştirilmiştir. Bilindiği üzere “Kor Tutucu”, halen konvansiyonel nükleer santrallar için “+3. Nesil” olarak nitelenen gelişkin nükleer güç reaktörleri için tasarımlanan pasif güvenlik sistemlerinin en önemli elemanını oluşturmaktadır.

Kor Tutucu, nükleer güvenlik açısından önem taşıyan bir eleman olup 150 ton mertebesinde ağırlığa sahip bulunmaktadır. Bu eleman, hidrolik testlerinin yapılmasını takiben inşaat sahasına getirilmiştir. Ayrıca 1. Ünitenin buhar jeneratörlerinin yapımı de tamamlanmış ve sahaya kadar ulaştırılmıştır. Böylelikle, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin 1. Ünitesinin en önemli parçaları konusunda önemli ilerleme kat edilmiş bulunmaktadır.

Birinci üniteye ilişkin büyük elemanların yerleştirilmesiyle beraber ilk üniteye ilişkin çift katlı özel bir yapı olan “Dış Güvenlik Kabuğu”nun ilk katmanının montaj işlemine başlanmış ve takiben ikinci katının da inşası başlamıştır. Bu üniteye ilişkin (yakıt yüklemeler ve ekipman taşınmasında kullanılacak) Kren vincinin de yerleştirilmesinden sonra bu üniteye ilişkin kubbe yapısı da tamamlanmıştır (Şekil 1). Akkuyu Nükleer Güç Santralı için bir başka gelişme; buhar türbinine monte edilecek “Kondansör”e ilişkin bazı parçaların da tamamlanarak Akkuyu’ya gönderilmesi olmuştur.

Screenshot

Şekil 2 Akkuyu NGS 1. Ünitesinde Gelinen Son Durum

Son olarak, 1. Ünite için ilk parti nükleer yakıt Nisan 2023’te sahada teslim edilmiş bulunmaktadır. Önemli bir gelişme olan nükleer yakıtın teslimine ilişkin bir Tören 27 Nisan 2023 tarihinde Akkuyu’da yapılmış ve resmi teslim gerçekleştirilmiştir. Türkiye ve Rusya Devlet Başkanlarının Video Konferans yoluyla katıldığı Tören’de Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Direktörü de yer almıştır.

Türkiye ve Rusya Devlet Başkanlarının verdiği onayla nükleer yakıtlar “Taze Yakıt Depolama Tesisi”ne alınmıştır. Bunun bir göstergesi olarak Akkuyu NGS sahasında “Barış İçin Atom Bayrağı”nın göndere çekilmesi gerçekleştirilmiştir. Rosatom Genel Müdürü tarafından, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’na yakıtların uygun olarak teslim edildiğini teyit eden bir “Sertifika Plaket” takdimi de yapılmıştır. Böylelikle, Türkiye kendi topraklarında nükleer enerji üretim teknolojilerini geliştiren ülkeler topluluğuna katılmış olmaktadır.

Akkuyu NGS ‘nin 1. Ünitesinin Türbin binası da önemli ölçüde tamamlanmış bulunmaktadır (Şekil 1). Bu bağlamda, 1. Ünitede inşaat aşamasında dikkat çekici ilerleme sağlanmış olmaktadır. Önümüzdeki bir yıl içinde “İşletme Lisansı”nı alması beklenmektedir. Böylelikle Akkuyu NGS’nin ilk Ünitesi elektrik üretimine geçecek duruma gelmiş olacaktır.

Akkuyu NGS’de Diğer Ünitelerde Durum

Akkuyu Nükleer Güç Santralı’nın 1. Ünitesinden ayrı, diğer ünitelerine ilişkin de bazı önemli gelişmeler kaydedilmiştir. İkinci ünite için 30 Kasım 2018 tarihinde “İnşaat Çalışmalarına Başlama İzni” alınmış ve Ocak 2019’da 2. Güç ünitesi tesisleri için temel kazı çalışmalarına başlanmıştır. Takiben, 2. Güç ünitesi temel beton dökme çalışmaları 8 Mart 2019 tarihi itibariyle tamamlanmış ve 2. Üniteye ilişkin kor tutucu da yerleştirilmiş bulunmaktadır.

Ayrıca, 2. Üniteye ilişkin önemli nükleer reaktör sistem ve ekipmanlarının içinde yer aldığı Dış Güvenlik Kabuğu yapısı inşaatında önemli gelişme sağlanmıştır. Bu üniteye ilişkin Türbin binasına ilişkin inşaatta da ilerleme kaydedildiği görülmektedir.

Akkuyu Nükleer Güç Santralı’nin 3.ünitesinin de zemin hazırlanması çalışmalarıyla birlikte bu ünite için de “İnşaat Lisansı” alınmış bulunmaktadır. Bu ünitenin Dış Güvenlik Kabuğu inşaatına da başlanmış olduğu gözlenmektedir.

Dördüncü ve son üniteye ilişkin olarak halen “İnşaat Lisansı” verilmiş bulunmaktadır. Bir başka deyişle Akkuyu NGS projesinde yer alan 4 güç reaktörü ünitelerinin hepsi için “İnşaat Lisansı” alınmış olmaktadır. Bu üniteye ilişkin de inşaat çalışmaları ilerlemektedir.

Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin inşaatının tüm aşamaları,  ulusal bir kuruluş olan “Nükleer Düzenleme Kurumu” tarafından takip ve kontrol edildiği gibi uluslar arası bağlamda da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından takip edilmektedir. Bir başka deyişle inşaat bütünüyle denetlenmektedir.

Akkuyu Nükleer Güç santralında çalışacak nitelikli Türk elemanların yetiştirilmesi de bir diğer önemli konuyu oluşturmaktadır. Bu bağlamda, (Rusya ile varılan anlaşma kapsamında) konuya ilişkin olarak Türkiye’den Rusya’ya eğitime gönderilen öğrenciler bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı eğitimlerini tamamlayarak Türkiye’ye dönmüş ve Akkuyu NGS’de çalışmaya başlamış bulunmaktadırlar.

Sonuç

Burada şunu belirtmek yerinde olacaktır ki; Akkuyu Nükleer Güç santralının birinci Ünitesinin inşasında hayli önemli aşamalar kaydedilmiş bulunmaktadır. Gelinen aşamaya ilişkin (2018’de 1. Üniteye ilişkin olarak İnşaat Lisansının alınmasından bu yana) geçirilen süreç bağlamında 1. Ünite inşaatı hayli hızlı ilerlemiştir denebilir.

 27 Nisan 2023 Tarihinde Akkuyu Sahasında gerçekleştirilen “İlk Yakıt Getirme Töreni” ile Akkuyu NGS artık “Nükleer Tesis” kategorisinde yer almaktadır. Bir başka deyişle, Akkuyu NGS; Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Direktörü’nün şahitliğinde verilen “Resmi Sertifika Plaketi” ve göndere çekilen “Barış İçin Atom” Bayrağı” ile “Nükleer Tesis” olarak tescillenmiş olmaktadır.

Öz olarak belirtmek gerekirse; artık Akkuyu NGS, yerleşim alanında “Nükleer Madde” bulunan bir “Nükleer Tesis” niteliği kazanmıştır. Böylelikle Türkiye, kendi topraklarında nükleer enerji üretim teknolojilerini geliştiren ülkeler topluluğuna katılmış olmaktadır.   

Bor ile Türkiye Ekonomisi Kazanacak

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, geçen yıl 1 milyar 30 milyon dolarlık satışla Cumhuriyet tarihinin rekorunun kırıldığı bor ve bor ürünleri satışında 2022’de de 1,1 milyar dolarlık satış hedefi belirlendiğini açıkladı.

Dünyanın en fazla bor rezervine sahip ülkesi olan Türkiye, bu alanda yaptığı yatırımlarla son yıllarda satışlarını artırdı. Başta cam sanayi olmak üzere gübre ve seramik sektöründe de kullanılan borun satışları 2021’de bir önceki yıla göre miktar bazında yüzde 52, tutar bazında ise yüzde 56,4 arttı.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez basın mensuplarına yaptığı açıklamada, Türkiye’nin 2021’de 2,5 milyon tonu ihraç olmak üzere 2,6 milyon bor ürünleri satışı yaptığını kaydederek, “Bundan da 1 milyar 30 milyon dolarlık satış geliri elde ettik. Bu tüm zamanların rekoru” diye konuştu. Türkiye’den ilk defa Çin’e demir yolu ile bor ihracatının geçen yıl yapıldığını hatırlatan Dönmez, “Çin ile yaşanan bu gelişme devam etti ve ikinci defa da demir yolu ile bor ihraç etmiştik. Bunlar rakamlara da yansıdı. Bor ihracatında 2021 rakamlarında Çin, 994 bin ton ile ilk sırada yer aldı. İkinci sırada ise 311 bin ton ile ABD bulunurken, Hindistan da 152 bin ton ile üçüncü oldu” dedi.

“Yeni rekor yolda, satış bağlantıları yapıldı”

Her ne kadar rekor olsa da bununla yetinmeyeceklerini ve Türkiye’nin en değerli madenlerinden olan boru katma değerli olarak daha fazla satmak için çabaladıklarını belirten Dönmez, “Geçen yıl rekor kırdığımız bor ve bor ürünleri satışında bu yıl hedefimiz 1,1 milyar dolar. Miktar olarak ise 2 milyon 500 bin ton bor ürünü satma hedefindeyiz. Bu satışların bağlantısının şimdiden yapılması borda yeni bir rekorun geleceğinin en net göstergesi” dedi.

Bakan Dönmez, bor satışında katma değeri artırmak için yeni yatırımların da hız kesmeden devam ettiğine dikkati çekti. Bu çerçevede 2022’de atılacak adımlardan bahseden Dönmez, şunları söyledi:

Örneğin bor karbür üretim tesisi. Yılda yaklaşık bin ton üretimin planlandığı bu tesisin yapımı devam ediyor. Bu yıl tamamlayıp, performans testine başlamayı planlıyoruz. Sadece bu tesis değil tabii. Ferrobor üretim tesisi de çok önemli. Özellikle çelik, neodim mıknatıs, amorf metallerin üretiminde kullanılan ferrobor ürünü için 800 ton/yıl kapasiteli üretim tesisinin ihale süreci devam ediyor. Bu yıl da bu tesisin temelini atmayı hedefliyoruz.

Yeni yatırımlar hız kesmeden devam ediyor

Bor sektörüne yapılan her yatırımın katma değerli olarak Türkiye ekonomisine döndüğünü dile getiren Bakan Dönmez, “Lityum karbonat üretim tesisinde ilk lityum karbonat üretimini yaptık. Bu tesisin kapasitesi ise yıllık 10 ton. Kırka’da 600 ton/yıl ve Bandırma’da 100 ton/yıl kapasiteli lityum karbonat üretim tesisi kurulması için gerekli etüt ve projelendirme çalışmalarının 2022 sonunda tamamlanması, sonrasında tesislerin yapım işi ihalesine çıkılması da bu yılki planlarımız arasında” ifadelerini kullandı.

Zorlu Enerji’nin Ar-Ge Projesine AB’den Hibe Desteği

Zorlu Enerji, UFUK Avrupa (Horizon Europe) programı kapsamında kompozit malzemelerin geri dönüşüme kazandırılması amacıyla oluşturulan JIDEP (Joint Industrial Data Exchange Pipeline-Ortak Endüstriyel Veri Değişim Platformu) projesiyle yüzde 100 hibe desteği almaya hak kazandığını açıkladı.

Inovasyon ve Ar-Ge ekseninde büyüme stratejisini geliştirmeye devam eden Zorlu Enerji, Avrupa Birliği tarafından araştırma, geliştirme ve inovasyon projelerine destek olmak amacıyla oluşturulan UFUK 2020 (Horizon 2020) hibe programının devamı olan UFUK Avrupa (Horizon Europe) programı kapsamında başvurduğu JIDEP (Joint Industrial Data Exchange Pipeline – Ortak Endüstriyel Veri Değişim Platformu) projesi için yüzde 100 hibe desteği almaya hak kazandı. Otomotiv ve denizcilik sektörü başta olmak üzere pek çok farklı sektörde kullanılan kompozit malzemelerin geri dönüşüme kazandırılması amaçlanan projeyle, döngüsel ekonomiye ve atık yönetimine doğrudan katkı sağlanacak.

Dünyadaki döngüsel ekonomiye büyük katkılar sunulacak

JIDEP’ın dünyanın yönünü döngüsel ekonomi modeline çevirdiği bir dönemde daha sürdürülebilir malzeme, ürün, hizmet ve çözüm sunması yanıyla önemli bir platform olacağını belirten Zorlu Enerji ARGE Müdürü Ural Halaçoğlu, “JIDEP, toplamda 7 ülkeden 13 partnerle yürütülecek olan temelde bir araştırma geliştirme projesidir. Bu anlamda ortaya koyacağımız ürünler de laboratuvar ortamında test edilecek. Projemiz temelde üstün nitelikli bir mühendislik malzemesi olan kompozit materyalden geri dönüşüm ile elde edilebilecek ve tekrar kullanılabilecek hammaddelerin verisinin tutulduğu bir platform olacak. Örnek vermek gerekirse rüzgâr türbinlerinde kanat malzemesi olarak kullanılan kompozit malzeme geri dönüştürüldükten sonra eğer uygun bileşime sahipse denizcilik, otomotiv, bilişim gibi farklı sektörlerde de üretim amaçlı olarak kullanılıyor. Bu proje ile birlikte ortaya çıkarılacak olan platform sayesinde farklı sektörlerden pek çok oyuncu bir platformda buluşarak ihtiyaçlarını aktarabilecek ve dönüştürülmüş bu hammaddeyi kullanmak isteyen üreticiler veri platformuna erişerek, ihtiyaç duyduğu hammaddeyi platformdan sağlayabilecek. Bu platformda yapacağımız çalışmalar aracılığıyla hem sektörlere hem de döngüsel ekonomiye büyük katkılar sunacağız” şeklinde konuştu.

Türkiye’nin 20 yılı aşkın bir süredir rüzgâr enerjisi santrali inşa ettiğini ve bugün gelinen noktada tamamlamış veya tamamlanacak olan çok fazla türbin kanadı olduğunu aktaran Halaçoğlu, Wind Europe’un Mayıs 2020 tarihli ‘Acceleration Wind Turbine Blade Circularity’ raporunda 2023 yılına kadar Türkiye’de 14 bin türbin kanadının (40 bin-60 bin ton) kullanımdan çıkacağını öngörüldüğünü belirterek şöyle devam etti: “Ülkemizde bulunan 355 adet rüzgâr santralinin günümüzde geldiği kurulu güç 10.6 GW seviyesindedir. İlerleyen yıllarda bu santrallerde kullanım ömrünü tamamlayacak olan kanatların toprağın altına gömülmesi veya yakılmasına alternatif olarak geri dönüştürülmesi ve yeniden kullanıma açılması sektöre hem çevresel hem de ekonomik açıdan büyük katkı sağlayacak. Şirket olarak biz de işletmekte olduğumuz Gökçedağ Rüzgâr Enerjisi Santralimizde ömrünü tamamlamış rüzgâr türbin kanatlarının geri dönüştürülmesi ve yeniden kullanılmasına ilişkin platforma aktaracağımız bilgi ile döngüsel ekonomiye, atık yönetimine doğrudan katkı sağlamayı hedefliyoruz” diye konuştu.

‘Turkcell Enerjim’ Kurumların Enerji Verimliliğini Arttırıyor

Enerji tüketimini izleyip yönetme amacıyla geliştirilen Turkcell Enerjim uygulaması, şirket ve kurumlara tüketimlerini anlık olarak takip ederek enerjiyi tasarruflu kullanma imkanı sunuyor. Uygulama sayesinde, enerji tüketiminde yüzde 30’a varan verimlilik artışı elde edildiği belirtildi.

Turkcell, kurumlara uçtan uca teknolojik hizmetler sunduğu Dijital İş Servisleri ile farklı sektörlerin ihtiyaçlarına özel verimlilik odaklı çözümler tasarlıyor. Yapılan açıklamaya göre, enerji verimliliğini artırmak amacıyla geliştirilen Turkcell Enerjim, şirketlere enerji tüketimlerini anlık takip ederek daha tasarruflu kullanma imkanı sağlıyor. Her sektörün ihtiyaçlarını ön planda tutarak verimli bir enerji kontrolü sunan uygulamadaki analiz, rapor ve bildirimlerle gerçek zamanlı takip işlemleri yapılabiliyor. Türkiye genelinde birçok şirket ve kurum, uygulamanın sunduğu çözümlerle enerji tüketimlerinde yüzde 30’a varan verimlilik artışı sağlıyor.

“Kurumsal müşterilerimizin enerji verimliliğini artırarak ülke ekonomisine ve çevreye katkı sağlıyoruz”

Dijital İş Servisleri ile özel sektör veya kamu kurumlarının işlerini uzaktan verimli şekilde yönetebilmesine olanak sağladıklarını belirten Turkcell Kurumsal Satıştan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Ceyhun Özata, Turkcell Enerjim uygulamasının işletmelere sunduğu katkılar hakkında şunları söyledi: “Türkiye’nin Turkcell’i olarak ülkemizdeki birçok şirket ve kurumun dijital dönüşümünde öncü rol oynuyoruz. Yenilikçi kurumsal çözümlerimizden biri olan Turkcell Enerjim ile sektörlerin ihtiyaçlarına uygun enerji izleme ve yönetim imkanı sunuyoruz. Enerji maliyetlerinin kritik önem kazandığı bu dönemde, geliştirdiğimiz bu kurumsal çözüm sayesinde hem işletmeler hem de ülkemiz açısından önemli bir verimlilik katkısı sağlıyoruz. Örneğin çok şubeli bir işleyişin yaygın olduğu perakende alanında, tek bir merkezden izlenen enerji tüketimi sayesinde, ihtiyaç fazlası tüketimler minimuma indirilebiliyor. Böylelikle bölgesel standartlar belirlenerek, enerji tüketimlerinde yüzde 30’a varan verimlilik artışı yakalanabiliyor. Enerji tüketiminin önemli paya sahip olduğu üretim sektöründe ise sunduğumuz enerji analizleri ile yönetim ekibinin çok daha hızlı kararlar almalarına ve verimliliklerini en üst seviyede tutabilmelerine destek oluyoruz.

Uygulama ile halihazırda Türkiye genelinde 9 bini aşkın noktada enerji izleme ve yönetim çözümümüzle müşterilerimize hizmet veriyoruz. Amacımız 7 milyonun üstündeki işletme abonesine ulaşarak enerji izleme ve yönetim çözümlerimizi yaygınlaştırıp ülke ekonomisine pozitif katkı sağlamak. Ayrıca şirket ve kurumların daha verimli enerji kullanımıyla daha az karbon salınımına sebep olması sayesinde, çevresel sürdürülebilirliğe de destek olmayı önemsiyoruz.

Perakende ve üretim sektörlerinde de enerji verimliliği için uygun

Verilen bilgiye göre, her sektörün enerjiyi hangi alanda veya hizmette kullandığına göre enerji tüketimleri farklılaşıyor. Restoranların enerji tüketiminin yaklaşık yüzde 25’i iklimlendirme ihtiyacı için kullanılırken, bu oran bankalarda yüzde 40 ve zincir marketlerde yüzde 45’i bulabiliyor. Uygulamanın sunduğu çözüm sayesinde, özellikle perakende sektöründeki dağınık operasyona sahip şube yapılarında, enerji tüketimlerinin tek merkezden izlenmesi ile iklimlendirme ve aydınlatma tüketimlerinin merkezden tanımlanan kurallara bağlı çalışarak verimliliğin artması sağlanıyor.

Enerji tüketiminin yoğun olduğu üretim sektöründe ise iş süreçlerinde sürekliliğin sağlanması, makinelerin izlenebilmesi ve ürünlerin parça başına gerçek enerji maliyetlerinin hesaplanabilmesi büyük önem taşıyor. Turkcell Enerjim’in sunduğu çözümler sayesinde, imalat sektöründe tarife analizi yapılabiliyor, mevcut tüketimler izlenebiliyor ve sipariş bilgileri üzerinden hareketle gelecek dönem enerji tüketim maliyetleri hesaplanabiliyor.

Çevikel: “Savaşların Kazananı Olmaz”

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini değerlendiren Türkiye Genç İş İnsanları Derneği (TÜGİAD) Başkanı Nilüfer Çevikel, “Savaşların galipleri değil kaybedenleri olur. Önceliğimiz insan hayatı. Ukrayna’da da maalesef sivil kayıplar söz konusu. Rusya’nın bir an önce bu savaşı bitirmesi ve tüm tarafların konunun müzakereler ile çözülmesi için çalışması gerekli” dedi.

Ukrayna’da çok sayıda Türk vatandaşının da mahsur kaldığını söyleyen Çevikel, “Mahsur kalan vatandaşlarımız için hızlıca adım atılması gerekli. Şu an için bize de ulaşan vatandaşlarımız var ve biz de üstümüze düşeni yapmaya hazırız” şeklinde konuştu.

Savaşın Türkiye ekonomisine de olumsuz etki yapacağını vurgulayan TÜGİAD Başkanı Nilüfer Çevikel “Rusya’nın başlattığı operasyon sonrasında petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki hızlı artış hali hazırda enerji maliyetleri nedeniyle zorlanan sanayicilerimizin üzerindeki baskıyı artıracağı gibi üretim maliyetlerinden kaynaklı enflasyonun ivmesini de hızlandıracaktır” dedi.

İki ülkeye toplam ihracatımızın 7,5 milyar dolar seviyesinde olduğunu belirten Çevikel “Başta turizm olmak üzere havacılık, inşaat/müteahhitlik, gıda makine gibi sektörlerimiz olumsuz etkilenecektir. Türkiye’nin 2021 yılında Rusya’ya ihracatı 5,29 milyar dolar, bu ülkeden ithalatı 27,6 milyar dolar olurken, aynı dönemde 2,6 milyar dolar ihracat yaptığımız Ukrayna’dan 4,4 milyar dolarlık ihracat gerçekleştiriyoruz. İnşaat sektörümüz her iki ülkede önemli projelere imza atıyor. Rusya’nın başlattığı operasyonun ekonomik yansıması öncelikle enerji fiyatlarında kendisini göstermeye başladı. Petrol ve doğalgaz fiyatları hızla artışa geçti. Ülkemizin ve Avrupa’nın birçok ülkesinin doğalgazda Rusya’ya bağlı olması, sorunun çözülememesi halinde önümüzdeki günlerde bizleri büyük bir enerji krizi ile karşı karşıya bırakabilir” dedi.

SOCAR Türkiye’den Açık İnovasyon Platformu

SOCAR Türkiye, dijital transformasyon çalışmalarına dijital ekosistem ağını genişleterek hız veriyor. Birliğin gücüne inanılarak çıkılan bu yolda, kurum içindeki dijital ihtiyaçların ekosistemdeki potansiyel paydaşlar ile iş birliği yapılarak karşılanması hedefleniyor.

SOCAR Türkiye, dijital dönüşüm odağında çözümler sunan şirketleri, girişimleri ve akademiyi SOCAR Wennovation açık inovasyon platformuna davet etti.  SOCAR Türkiye, farklı bakış açılarının ve farklı fikirlerin peşinden gidip, herkesi ortak hedeflere ulaşmak için iş birliğine ve katkı sağlamaya teşvik ediyor. Bu kapsayıcı bakış açısı ile yola çıkarak hayata geçirilen SOCAR Wennovation açık inovasyon platformu, SOCAR Türkiye’nin dijital dönüşüm fırsatlarına yönelik dünya çapındaki girişimler, şirketler ve akademi ile ortak olmayı amaçlayan açık ve işbirlikçi bir yaklaşım sunuyor. SOCAR Türkiye’nin dijital ihtiyaçlarına yönelik çözüm önerisi olan potansiyel paydaşlar, wennovation.socar.com.tr üzerinden kolayca başvuru yaparak, SOCAR Türkiye’nin iş ortağı olma, sahada test ve birlikte ürün/hizmet geliştirme fırsatlarına sahip olacak.

SOCAR Türkiye’nin açık inovasyon platformu SOCAR Wennovation 365 gün erişilebilir olacak

Dijital dönüşümü odağına alan çözüm önerilerinin değerlendirileceği platform üzerinden yılın 365 günü başvuru yapılabiliyor. Öneri sahipleri SOCAR Wennovation platformu üzerinden Endüstriyel Yapay Zeka / Makine Öğrenmesi / Optimizasyon, Akıllı Varlık Yönetimi, Kestirimci Bakım, Artırılmış / Sanal Gerçeklik / Drone / Robotik, İş Sağlığı, Güvenliği ve Çevre, Endüstri 4.0, Tedarik Zinciri ve Kurumsal Fonksiyonlar olmak üzere belirlenen 8 kategoride başvurabiliyor.

Dijital dönüşüm yetkinliğimize verimlilik katacak ve beraberinde de enerji sektörü başta olmak üzere üreten Türkiye’ye katkı sağlayacak iş birliklerine imza atmak istediklerini belirten SOCAR Türkiye Dijital Transformasyon & Bilişim Teknolojileri Başkanı Hakan Irgıt “SOCAR Wennovation platformu ile SOCAR Türkiye içindeki dijital ihtiyaçlara çözüm sunarak, birlikte dijital inovasyona katkı sağlayabileceğimiz paydaşlar arıyoruz. Dijital dönüşümü odağına almış, buna uygun projeler geliştiren akademisyenler, girişimciler ve şirketlere SOCAR Türkiye’nin iş ortağı olma çağrısı yapıyoruz. Gelen başvurulara yönelik ilgili iş birimlerindeki alanında uzman kişiler tarafından değerlendirme yapılarak hızlıca dönüş sağlanacak. SOCAR Wennovation platformu üzerinde sadece belirli tarihler arasında başvuru kabul etmeyeceğiz, platformumuz 365 gün açık olacak ve yıl içerisinde yine dijital dönüşüm odağında çağrılar açacağız. Dijital dönüşüm ile birlikte “yüksek kaliteli ürün”, “hız”, “yüksek verimlilik”, “en az çevresel etki”, “esnek üretim kabiliyeti” gibi yetkinliklerimizi yeni iş ortaklarımızla birlikte daha da güçlendirmek istiyor, SOCAR Türkiye’nin kapılarını dijital dönüşüm odağında projeleri ile fark oluşturmak isteyen potansiyel paydaşlara açıyoruz” dedi.

wennovation.socar.com.tr internet sitesinde yer alan 8 kategoriye yönelik gelen dijital dönüşüm çözüm önerilerine, 15 iş günü içinde değerlendirme yapılarak geri dönüş sağlanacak. Dijital inovasyon önerileri, SOCAR Türkiye Dijital Transformasyon & Bilişim Teknolojileri Başkanlığı liderliğinde olmak üzere, ilgili iş birimlerinin de görüşleri ile ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak değerlendirilecek. Çözüm önerisi uygun görüldüğü takdirde, potansiyel paydaş ile görüşme adımına geçilerek süreç ilerletilecek.

ODE Yalıtım, Karbon Nötr Olmayı Hedefliyor

ODE Yalıtım, ‘Sıfır Karbon Misyonu’ çerçevesinde; üretim alanlarını, tedarik zincirini ve ürünlerini kapsayan yol haritasını hazırladı. 

Türkiye’de ve ihracat yaptığı altı kıtadaki 75’in üzerinde ülkede yalıtım sektörünün önde gelen şirketlerinden biri olan ODE Yalıtım, doğaya ve insana duyarlı üretim yaklaşımıyla sektörde fark oluşturan çalışmalarına devam ediyor.

Ürün gruplarının tamamında ve 16 ürün serisinde Çevresel Ürün Beyanı (EPD) belgesine sahip tek yalıtım şirketi olan, geçtiğimiz Aralık ayında Eskişehir tesisi için Sıfır Atık Belgesi almaya hak kazanan ODE Yalıtım şimdi de ‘Sıfır Karbon Misyonu’ doğrultusundaki çalışmalarına hız verdi. Kurumsal karbon ayak izini hesaplatan ODE Yalıtım, 2050 yılına kadar karbon nötr olma taahhüdü kapsamında yol haritasını belirledi.

Pazara girdikleri ilk günden itibaren doğaya ve insana duyarlı ürünler ürettiklerini söyleyen ODE Yalıtım Pazarlama Direktörü Ozan Turan “Hem üretimde hem de ürünlerimizde enerji verimliliğini önceliklendirerek, sürekli gelişmeyi temel alan bir enerji yönetim sistemi ile faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. ‘Sıfır Karbon Misyonumuz’ çerçevesinde de emisyonlarımızı mümkün olduğunca azaltmak için üretim alanlarımızda, tedarik zincirimizde ve ürünlerimizde yeni hedefler belirledik” şeklinde konuştu.

Vestel, Elektrikli Araç Şarj Cihazı İhraç Edecek

Vestel, Benelüks ülkeleri ve Almanya’nın en önemli elektrik şarj hizmeti sağlayıcılarından Eneco eMobilitiy ile anlaşma sağladı.

Vestel’in ultra verimli elektrikli araç şarj cihazları, Almanya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg’da ev ve iş yerlerinde kullanılarak bu bölgede sürdürülebilirliğe önemli katkı sağlayacak.

Türkiye’de ürettiği teknolojileri dünyanın 158 ülkesine ulaştıran Vestel, uluslararası iş birliklerine bir yenisini daha ekledi.

Vestel ve Eneco eMobility, elektrikli araç şarj cihazları için anlaşmaya imza attı. İş birliği ile Eneco eMobility, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’dan oluşan Benelüks Bölgesi ve Almanya’da Vestel Elektrikli Araç Şarj Cihazlarının (EVC) kurulumunu gerçekleştirecek.

Benelüks Bölgesi’nin en büyük üç şarj hizmeti sağlayıcısından ve Almanya’nın önde gelen markalarından birisi olan Eneco eMobility, Vestel ile yaptığı iş birliği sayesinde müşterilerine kullanıcı dostu ve ultra verimli elektrikli araç şarj çözümü sunabilecek.

Kriz, yatırımları Türkiye’ye yönlendirecek

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası birçok ülke Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırım başlattı. Rusya’da üretimini durduran ya da ara veren şirketlerin hem Avrupa hem de Asya piyasalarına yakınlığı sebebi ile yatırımlarını Türkiye’ye yönlendireceğini söyleyen Makro Ekonomi Uzmanı Prof. Dr. Volkan Öngel, “Petrol fiyatlarında meydana gelen artış ile birlikte Körfez Ülkeleri başta olmak üzere ihracat gelirleri artan ülkelerin Türkiye’de yapmış oldukları portföy yatırımları ve sabit sermaye yatırımları artacaktır” diye konuştu.

“Tarihi zirve çok yakın”

2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesiyle başlayan Rusya – Ukrayna krizi, Rusya’nın işgali ile savaşa dönüştü. Savaşla birlikte enerji ve gıda fiyatlarında tarihi zirvelerin yaşandığını belirten Beykent Üniversitesi Öğr. Üyesi Makro Ekonomi Uzmanı Prof. Dr. Volkan Öngel, “Söz konusu süreç kaçınılmaz olarak dünyanın buğday, mısır üretimi içerisinde büyük pay alan Rusya ve Ukrayna ile sınırlı kalmadı. Mart ayının ilk pazartesi dünya buğday fiyatları yüzde 7, mısır ve soya yüzde 3 fiyat artışlarını gördü ki buğday fiyatları için artık ‘tarihi zirve’ çok yakın. Maalesef ekonomi tarafında zorlu günler bizleri bekliyor” şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Öngel, “Rusya’nın büyük üreticisi olduğu nikel yaklaşık yüzde 45, Paladyum yüzde 10, alüminyum ise yüzde 3 seviyelerinde artışları test ederken altın 2 bin dolar seviyelerinin üzerini gördü. Petrol 130 dolar seviyelerini test ederken, döviz kurlarındaki artış ile birlikte iç piyasada Türk Lirası bazında artışlar katlanarak hissediliyor” dedi.

“Krizi fırsata çevirme şansımız olabilir”

Krizin Türkiye için avantaja dönüşebileceğine vurgu yapan Prof. Dr. Öngel, “Bu nokta da iki husus ön plana çıkıyor. Birincisi Rusya’da üretimini durduran ya da ara veren şirketlerin hem Avrupa hem de Asya piyasalarına yakınlığı sebebi ile yatırımlarını Türkiye’ye yönlendirmesi. İkincisi ise özellikle petrol fiyatlarında meydana gelen artış ile birlikte Körfez Ülkeleri başta olmak üzere ihracat gelirleri artan ülkelerin Türkiye’de yapmış oldukları portföy yatırımları ve sabit sermaye yatırımlarını arttırmaları. Kısa vadede savaşın olumsuz etkileri kaçınılmaz olsa da, orta vade de atılacak doğru adımlarla ekonomik krizi fırsata çevirme şansımız olabilir gibi gözüküyor” ifadelerini kullandı.

Başarılı ihracatçı kadınlar ödüllendirildi

Türkiye’de kadın ihracatçı sayısının artması ve kadınların iş dünyasında daha etkin olması amacıyla birçok projeyi hayata geçiren TİM tarafından ilk kez düzenlenen “İhracatın Güçlü Kadınları” ödül töreni Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın katılımıyla gerçekleştirildi. Törende başarılı kadın ihracatçılarımıza ve ihracat şampiyonu şirketlerimize ödülleri takdim edildi.

61 İhracatçı Birliği, 27 sektör ile 100 bini aşkın ihracatçının tek çatı kuruluşu olan  Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), Türkiye’de kadın ihracatçı ve girişimci sayısını arttırmak, iş dünyasında kadın istihdamını geliştirmek için çalışmalarını tüm hızıyla sürdürmeye devam ediyor. Bu kapsamda Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından ilk kez düzenlenen “İhracatın Güçlü Kadınları” ödül töreni ile başarılı ihracatçı kadınlar ödüllerine kavuştu. Kadın ihracatçılara ve sektörel bazda en çok ihracat gerçekleştiren şirketlerimize ödülleri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank ve TİM Başkanı İsmail Gülle tarafından takdim edildi. Törende yaptığı konuşmada TİM Başkanı İsmail Gülle, dünyanın önde gelen ülkelerinden çok önce 1934’de seçme ve seçilme hakkını elde eden Türk kadınlarının, geçmişte olduğu gibi bugün de Türkiye’nin birlik ve beraberliğinin, milli egemenliğinin, parlak geleceğinin lokomotif gücü ve teminatı olarak üretim ve ihracatta çok önemli başarılara imza attığını dile getirdi.

“Sürdürülebilir kalkınma mücadelesinde kadınlarımız vazgeçilmezdir”

Ülkemiz kadınının özellikle son 20 yılda,  meclisteki temsiliyet oranının yüzde 4,5’ten yüzde 17,4’e yükselmesinin, kadınların ekonomik, kültürel ve sosyal olarak güçlendirilmesine yönelik atılan reformist adımların ayrıca kadınların iş dünyasındaki etkinliğinin sağladığı enerji ve motivasyonun Türkiye’yi dünya ekonomisinde ve siyasetinde öncelikli kılan sürecin en önemli sacayaklarından birini oluşturduğunu belirten TİM Başkanı İsmail Gülle “Kadınlarımızın eğitimli, meslek sahibi, güçlü ve bilinçli olduğu bir Türkiye, hedeflerine bir adım daha yaklaşmış bir Türkiye’dir. Bu nedenle, kadınlarımızın iş hayatında üstlendikleri öncü rol, Türkiye’nin ‘sürdürülebilir’ kalkınma mücadelesinin de vazgeçilmez unsuru konumundadır” dedi.

“Kadınlarımızın cesareti ve olağanüstü özverisi bir ulusun yükselişini muktedir kıldı”

Cumhuriyetin ilk yıllarında işgalden kurtulmuş, nüfusunun çoğunu savaşlarda kaybetmiş, en verimli çağlarındaki gençlerini yitirmiş, ihracat yapamayacak bir durumda olan, toplu iğne bile üretilemeyen ülke şartları içinde Anadolu’daki binlerce kadınının cesaretinin ve olağanüstü özverisinin bir ulusun yükselişini muktedir kıldığını ifade eden Gülle konuşmasını şöyle sürdürdü: “Sabiha Gökçen, Türk kadınına kanat olup göklere çıkararak bugünün kadınına ilham veriyor. Türkiye’nin ilk kadın filozofu ve romancısı Fatma Aliye, ilim dünyasına ışık tutuyordu. Medeni dediğimiz ülkelerden bile daha önce seçme ve seçilme hakkına kavuşan Türk kadınlarının istihdama katkısı kısa zamanda %46 seviyesine çıkıyordu. Anne oluyor, yeni nesiller yetiştiriyor bunun yanında tarlada, fabrikalarda çalışıyor ve o günlerin zorlu koşullarında dahi dış ticaret fazlası veren, bütçe fazlası veren Türkiye böyle ulvi bir mücadeleyle inşa ediliyordu. Sadece sanayide değil, siyasette, ticarette, bankacılıkta, adalette, sanatta, sporda ve daha birçok alanda kadınların Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesinin de ötesine taşımak adına verdiği çabaları dünya ayakta alkışlıyordu.

Son 20 yılda hükümetin, sivil toplum kuruluşlarının ve özel sektörün ortak çalışma ve projeleriyle, kadın istihdamında ve kadınların ekonomiye katılımında büyük mesafeler katedildiğini vurgulayan Gülle, “Bu dönemde, kadın profesörlerimizin oranı yüzde 24’ten yüzde 32’ye, kadınların işgücüne katılma oranı yüzde 26’dan yüzde 34’e çıktı. Türkiye, kadın ve erkek çalışanlar arasında maaş farkının en az olduğu ülkelerden biri. Ülkemizde en az bir kadın ortağı olan girişim sermayesi firma oranı yüzde 22’ye, kurucusu veya ortağı kadın olan startupların tüm startuplara oranı yüzde 14’e, işvereni kadın olan işletmelerin toplam işletmelere oranı yüzde 10’a ulaştı” şeklinde konuştu.

Enerjicell’den Yenilenebilir Enerji Atağı

Yeni yatırımlarının faaliyete geçmesiyle birlikte Enerjicell, yılda 40 bin ton karbondioksit salınımını engelleyerek, 87,5 milyon kWh üretimi ile 3 bin 250 baz istasyonunun enerji ihtiyacını karşılayacak. 

Sürdürülebilirlik yaklaşımını tüm iş süreçlerinin odağına alan Turkcell, bu amaçla çevre dostu enerji yatırımlarına devam ediyor. Turkcell grup şirketlerinden Enerjicell, geçen yaz İzmir’de Karadağ Rüzgar Enerji Santrali (RES) satın alımını gerçekleştirmişti. Mevcut kurulu kapasitesi 18 MW olan Karadağ RES, yılda 67,5 milyon kWh enerji üretimi ile yaklaşık 2.500 baz istasyonunun enerji ihtiyacını karşılayacak düzeyde bulunuyor. Şirket açıklamasına göre, Enerjicell, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından aldığı ön onay ile Karadağ RES’teki kapasitesini 4,8 MW daha artıracak yatırım çalışmalarına başladı. Bu yatırım sayesinde Turkcell’in Karadağ RES türbinindeki yenilenebilir enerji üretimi yüzde 25 artışla 85 milyon kWh seviyesine çıkarılacak. Güneş santrallerinin de katkısıyla bu rakam 87,5 milyon kWh üretime ulaşacak.

Turkcell’in sürdürülebilirlik yaklaşımı çerçevesinde yeni enerji yatırımlarını önümüzdeki dönemde de sürdüreceklerini belirten Enerjicell Genel Müdürü Erkin Kılınç, şunları söyledi: “Dünyada enerji kaynaklarının verimli şekilde kullanılmasına yönelik çalışmaların önem kazanmasıyla birlikte Turkcell, çevre dostu enerji üretim yöntemlerine yaptığı yatırımları da hızla artırıyor. Önümüzdeki dönemde sürdürülebilirlik hedeflerimiz doğrultusunda Turkcell’i 2030’a kadar enerji ihtiyaçlarını yenilenebilir kaynaklardan karşılayan ve 2050’ye kadar sıfır karbon salınımı hedefine ulaşmış noktaya getirmek için çalışıyoruz.

Kılınç, Turkcell Enerji’nin Türkiye’nin dört farklı lokasyonunda gerçekleştirdiği öz tüketim modeline uygun güneş enerjisi (GES) projelerine yenilerini katarak devam edeceğini söyledi.

Dünya’nın çevresinde 395 tam tur atıldı

Eşarj, Şubat ayında 200 bininci şarj işlemini gerçekleştirdi. Bu sayıya ulaşan ilk şarj istasyon ağlarından biri olan Eşarj büyüme hedefleri ve karbon ayak izine olan katkısıyla da sürdürülebilir çözüm sunuyor. 

Türkiye’nin lider elektrik dağıtım ve perakende satış şirketlerinden Enerjisa Enerji’nin 2018 yılında sürdürülebilir ve çevreye duyarlı bir gelecek hedefiyle çoğunluk hisselerini satın aldığı ve 2021 yılında ise payını yüzde 94’e yükselttiği Eşarj’ın, Şubat 2022 itibariyle 200 bininci şarj işlemini gerçekleştiren Türkiye’nin ilk şarj istasyonu ağı olduğu açıklandı.

Son yıllarda artan elektrikli otomobil talebiyle beraber Türkiye çapındaki istasyon sayısını da artıran Eşarj, Türkiye’de 2009’dan bu yana şarj operatörlüğü hizmetini sağlayan ilk oyunculardan biri olma özelliğini taşıyor. Türkiye’de 269 lokasyonda 258’i hızlı şarj istasyonu olmak üzere 496 şarj istasyonu ile faaliyet gösteriyor.

Verilen bilgiye göre, Eşarj’ın 200 bin şarj işlemine ulaşmasıyla birlikte sürdürülebilir bir dünya ve gelecek için somut sonuçlar da ortaya çıktı. Toplamda 3 milyon kWh elektrik enerjisi araçlara sağlanırken bu enerji ile birlikte 17.7 milyon km yol almak veya dünyayı 395 tam tur atmaya eş değer olduğu gözlemlendi. 200 bin şarj işleminin getirdiği sonuçlardan bir diğeri ise, 1 milyon litre veya 360 tane petrol tankerin taşıyabileceği petrol yakıtına eş değer olduğu belirtildi. Şarj işlemleri ile birlikte 4.8 milyon kg CO2 gazının salınımı engellendi. Bu rakam 250 bin ağacın temizleyebileceği CO2 miktarının oluşmasının önüne geçildi. Bir diğer çevresel etiklerinden biri ise 7 bin 500 metrekare buzulun erimesi engellendi.

“Türkiye’de elektrikli araç ekosistemi içerisinde iddiamızı ortaya koyuyoruz”

Konu hakkında açıklamalarda bulunan Eşarj Yönetim Kurulu Başkanı ve Enerjisa Enerji CEO’su Murat Pınar “Türkiye’de 2030 yılına geldiğimizde Mobilite Araç ve Teknolojileri Stratejik Hedefler ve Yol Haritası Taslağı’na göre elektrikli araç satışlarının pazar payının yüzde 35’e, elektrikli araç parkının 2,5 milyona, kamuya açık şarj soket sayısının 250 bin seviyelerine yükselmesi bekleniyor. Eşarj olarak bizde 2030 yılına geldiğimizde Türkiye Elektrikli Araç Şarj İstasyonları ekosisteminin yanı sıra dünya ekosistemine de yarar sağlayacak adımların öncüsü olmak ve bu ekosistem içerisinde oyun kurucu şirketler arasında yer almak istiyoruz” dedi.

SOCAR bir rekora imza attı

Türkiye’nin en büyük doğrudan dış yatırımcılarından SOCAR Türkiye, veri odaklı bir şirket olmak ve büyüme stratejisini desteklemek üzere kurumsal uygulama ve yazılım alanında dünya lideri SAP ile iş birliğini bir adım öteye taşıdı. SAP Türkiye ile sadece Türkiye’nin değil, bölgenin ve enerji sektörünün en büyük SAP projelerinden birine imza atan SOCAR Türkiye, Project Earth isimli proje ile farklı süreçleri ele alan SAP çözümlerini SAP S/4HANA sistemine entegre ederek, tek merkezden yönetecek. 

Türkiye’nin en büyük endüstriyel holdinglerinden SOCAR Türkiye, tüm grup şirketlerinin kurumsal süreçlerinin yönetildiği uygulamaların dijital dönüşüme ayak uydurabilmesi, süreç bazlı ve organizasyonel entegrasyonun sağlanması amacıyla Project Earth çalışmasını hayata geçirerek SAP ile iş birliğini güçlendirdi. Bünyesinde bulunan STAR Rafineri, SOCAR Dağıtım, SOCAR Depolama sistemlerini tek bir SAP S/4HANA sistemi üzerinde birleştiren SOCAR Türkiye; SAP ile gerçekleştirdiği Project Earth ile yerinde ve dağınık sistemlerini entegre SAP S/4HANA ve Analytics Cloud çözümleri ile yeniledi. Ayrıca finans, merkezi satın alma, ticari operasyonlar, bakım onarım, iş analitiği ve ana veri yönetimi süreçlerinin dijital dönüşümünü desteklemeye de hazır hale getirdi.

Tekil ve merkezi bir sistemle çalışan memnuniyeti de arttı

SOCAR Türkiye’nin satın alma ve lojistik, varlık yönetimi, ticaret ve finans iş birimlerini kapsayan, 100’den fazla SAP danışmanının görev aldığı Project Earth çalışmasında başlangıç aşamasından itibaren uzaktan çalışma yöntemi ile 8 binden fazla test adımı tamamlandı. Hazırlık aşaması 6 hafta süren proje, 16 ay gibi kısa bir sürede tamamlandı. Güncelliğini kaybetmiş ve dağınık uygulamalar yerine güncel, tekil ve merkezi bir sistem yaratmayı hedefleyen proje ile çalışanların da memnuniyetinin artırılması hedefleniyor. SOCAR Türkiye’nin süreçlerindeki hızı ve çevikliği iyileştiren, bellek-içi teknolojili yeni nesil ERP (kurumsal kaynak planlama) çözümü SAP S/4HANA; hızlı, verilerle yönlendirilen karar verme sürecinin de yolunu açıyor.

SOCAR Türkiye Dijital Transformasyon & Bilişim Teknolojileri Başkanı Hakan Irgıt projeyle ilgili şunları söyledi: “Ocak 2022 itibarıyla 16 aydır devam ettirdiğimiz ve dünyada eşine az rastlanır S4/HANA projemiz Project Earth’ü de devreye aldık. Tasarım aşamasından devreye almaya kadar tamamını uzaktan çalışarak gerçekleştirdiğimiz bu projede hem kurumsal uygulamalarımızın yenilenmesini sağladık hem de daha önce kullanmadığımız birçok yeni aracı da çalışanlarımızın hizmetine sunduk. Çalışanlarımız projenin hayata geçmesiyle muhasebe işlemleri ve fatura onayları gibi kurumsal süreçleri uçtan uca yönetebiliyor, raporlayabiliyor, grup şirketleri arasında veri akışı gerçekleştirebiliyor. Hidrokarbon değer zincirinde hammadde satın alımından depolamaya, üretimden müşteri teslimine şirketler arası entegrasyonu sağladık. Müşterilerimizi, siparişten teslimat adımına kadar anlık bilgi paylaşımı sağlayan müşteri portalı ile buluşturduk. Operasyonda planlama ekiplerinin bakım ekipleri ile operasyonları eş zamanlı planlama, saha faaliyetlerini anlık işleyebilecekleri mobil uygulama ve tüm grup şirketlerimiz bazında tek bir ana veri yapısının kurulması ve ortak ana veri sözlüğü oluşturulması gibi hedeflerimizi gerçekleştirdik. Kısacası Project Earth ile çalışanlarımız, tedarikçilerimiz ve müşterilerimiz dahil olmak üzere operasyonumuzun her noktasında önemli kazanımlar elde ettik.

SAP Türkiye Genel Müdürü Uğur Candan ise “SOCAR Türkiye, bugün SAP Model Company modelini en iyi uygulayan şirketler arasında yer alıyor. Biz de onların dijital dönüşüm yolculuklarında en yakın iş ortağı olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. SOCAR Türkiye’yi “Veri Odaklı Şirket” hedefine ulaştırmak için bir yol haritamız var. Bu yol haritasını gerçekleştirmek için projelerimiz devam ediyor” dedi.

TİM, DMCC ile konferans düzenledi

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), İstanbul Dış Ticaret Kompleksi’nde Dubai Çoklu Emtialar Merkezi (DMCC) ile birlikte ‘BAE (DUBAİ) Serbest Bölge Yatırım Fırsatları ve İş Birliği Olanakları Konferansı’ gerçekleştirdi.

TİM, İstanbul Dış Ticaret Kompleksi’nde Ortadoğu’nun önemli ticaret merkezlerinden biri olan ‘Dubai Çoklu Emtialar Merkezi (DMCC)’ ile birlikte ‘BAE (DUBAİ) Serbest Bölge Yatırım Fırsatları ve İş Birliği Olanakları’ konferansını gerçekleştirdi. TİM Başkanı İsmail Gülle’nin ev sahipliğinde, DMCC’deki fırsatların ele alındığı konferansa Dubai Çoklu Emtialar Merkezi (DMCC) (DMCC) Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Ahmet Sultan Bin Sulayem ve BAE Dubai ve Kuzey Emirlikleri Türk İş Konseyi Başkanı Fatma Nilgün Emrem katıldı.

TİM Başkanı İsmail Gülle, Dubai Çoklu Emtialar Merkezi (DMCC) Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su  Ahmet Sultan Bin Sulayem ve BAE Dubai ve Kuzey Emirlikleri Türk İş Konseyi Başkanı Fatma Nilgün Emrem’in açılış konuşmalarından sonra konferansta DMCC Serbest Bölge Temsilcisi Mohammed Al Falasi katılımcılara bir sunum gerçekleştirdi. Teknik sunumun ardından DMCC Emtialar ve Finansal Hizmetler Direktörü Sanjeev Dutta, Tamimi Consulting Kurucusu Tarık Tamimi ve DMCC Serbest Bölge Temsilcisi Mohammed Al Falasi’nin konuşmacı oldukları ‘Ortadoğu’nun Önde Gelen Ticaret Merkezinde Yatırım Fırsatları’ paneli yapıldı. Daha sonra panelistler katılımcılardan gelen sorulara cevap verdi.

Konferansın açılışında konuşan TİM Başkanı İsmail Gülle, gerçekleştirecekleri konferans ile 20 binden fazla firmanın üye olduğu, 2 milyon metrekare yatırım alanına sahip, küresel ticaretin modern ihtiyaçlarına göre kurgulanmış gerçek bir ticaret merkezi olan DMCC’deki fırsatları değerlendireceklerini belirtti.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin, sahip olduğu zenginliklerini yaptığı yatırımlara yönlendirerek ekonomisinde büyük bir dönüşüme imza attığını kaydeden TİM Başkanı Gülle, “BAE, bölgemizin ticari, siyasi ve ekonomik anlamda önemli bir ülkesi. Emirlikler, ticaret, turizm, eğitim ve hizmet sektörlerinde yapılan yatırımlarla bugün çok güçlü bir yapıya kavuşmuş durumda” dedi.

“İhracat ailesi, BAE ile ilişkilerin gelişmesinden memnun”

Bölgenin iki önemli aktörü olan Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin son dönemlerde ekonomi başta olmak üzere ikili ilişkilerde önemli gelişmeler kaydettiğini belirten TİM Başkanı Gülle, “Diplomatik ilişkilerin gelişmesi ihracat ailesi olarak bizler adına memnuniyet verici olduğunu ifade etmek isterim. Barış içinde bir arada yaşama ilkeleri doğrultusunda ortak bir tarih ve kültürü paylaştığımız bölge ülkeleriyle daha güçlü ticari ve ekonomik ilişkiler kurmak ortak bir kazanç sağlayacaktır” ifadelerini kullandı.

BAE ve Türkiye arasındaki ticaret ilişkilerinin büyük bir potansiyel içerdiğine dikkat çeken TİM Başkanı Gülle, iki ülke arasında geçtiğimiz yıl gerçekleşen ihracat rakamlarını paylaştı. 2021 yılında Türkiye’nin Birleşik Arap Emirlikleri’ne ihracatı yüzde 95 artışla 5,5 milyar dolara ulaşırken Birleşik Arap Emirlikleri’nin ise 2021 yılında Türkiye’ye ihracatı 2,5 milyar dolara ulaştı. TİM Başkanı Gülle, “Bu güçlü artış ivmesi şüphesiz daha da hızlanacaktır. 24 Kasım’da, Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında imzalanan 10 ayrı anlaşma son derece önemli. Bu anlaşmalar neticesinde, enerji, petrokimya, teknoloji, ulaşım, altyapı, sağlık, finansal hizmetler, gıda ve tarım alanlarında iş birliği geliştirebileceğimiz çok değerli bir fırsat zeminine kavuştuk” diye konuştu.

BAE ile ticari ilişkiler yeni bir döneme taşınıyor

14 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan riyasetinde BAE’ye kapsamlı bir heyetle ziyarette bulunduklarını belirten TİM Başkanı Gülle, “Müthiş bir misafirperverlik gördüğümüz ziyarette iki ülke arasında sağlık, iklim, sanayi, teknoloji, tarım gibi kritik alanlarda 13 anlaşma daha imzalandı. Türkiye İhracatçılar Meclisi olarak aynı tarihlerde pandemi sonrası ilk fiziki ticaret heyetimizi Birleşik Arap Emirlikleri’nde gerçekleştirdik. Heyette 22 sektörden 100’den fazla ihracatçımız, Birleşik Arap Emirliklerinden 300’ün üzerinde firma temsilcisiyle, 500’den fazla ikili iş görüşmesi yaptı. Aynı zamanda Dubai Expo’da Türk Gününün açılışı yaptık. Yüzlerce ihracatçılarımız Gulfood gıda fuarına yoğun bir katılım gerçekleştirdi. Burada fuardaki firmalarımızı ziyaret ederek onlara desteklerimizi gösterdik.  Birleşik Arap Emirlikleri, ihracatçılarımızın daha çok var olmak istediği, çeşitli fırsatlar ve imkanlar barındıran bir ülke. Bu nedenle ticaret hacmimizin altını dolduracak çalışmaları gerçekleştiriyoruz. İnşallah bu süreç içerisinde ihracatımızı daha çok artıracağız” dedi.

Aratay, “Ülke menfaatini gözetiyoruz”

Türkiye LPG Derneği, 50’nci Kuruluş Yıldönümü’nü düzenlediği bir basın toplantısı ile kutladı. Türkiye LPG Derneği adına Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Aratay, Yönetim Kurulu Başkan Vekili Gökhan Tezel ve Yönetim Kurulu Üyesi Armanç Ekinci’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen toplantıda, derneğin yarım asırlık hikayesi ilginç anekdotlarla anlatılırken, LPG sektöründeki küresel ve ulusal boyutta yaşanan gelişmeler de ele alındı.

Dünyadaki evsel kullanım ağırlığının aksine otogazın amiral gemi olduğu Türkiye LPG pazarı, otogaz tüketim miktarı, LPG’li araç adedi, istasyon sayısının yanı sıra sistemsel açıdan da dünyanın en önemli ve örnek pazarlarından biri konumunda olduğuna vurgu yapan Eyüp Aratay, konuşmasına şöyle devam etti:

Türkiye LPG pazarını bugün bulunduğu önemli konuma taşıyan hiç şüphesiz en büyük unsur ise dünyada bir benzeri bulunmayan LPG’ye özel kanun olan 5307 Sayılı Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasası Kanunu’muzdur. İşte derneğimizin ilk kuruluşu da bu açıdan çok önemli.

Ülkemizde 1962 yılında ilk tüp dolumu ile birlikte Türkiye LPG sektörü oluşmaya başlamıştır. Tüpgaz ile tanışan ülkemizde, bu kolay, verimli ve sağlıklı enerji kaynağı benimseniyor ve zamanla artan bir hızla pazar gelişiyor, yeni şirketler, markalar oluşuyor. O dönemki LPG şirketlerinin çoğu, tüp üretimi, dolum, dağıtım, hizmet ve bakım faaliyetlerinde Avrupa standartlarını benimsiyor. Ancak 1970 devalüasyonu ile TL’nin yüzde 70’e varan değer kaybı ve 10 Ağustos kararnamesi ile devletin LPG’de fiyatını belirlemesi ve liberal ekonomiden uzaklaşması süreci başlamasıyla birlikte sektörde oluşan marj problemleri teknik gerekliliklere uyum alanında sorun teşkil ediyor. Sektörde firmaların teknik yeterlilikler için ortak bir paydada buluşmaması nedeni ile de tüketici tarafında önemli bir risk oluşturmaya başlamıştı. Zira o zamanlar Türkiye’de pazar faaliyetlerini düzenleyecek bir yönetmelik, standart veya ya da yasal düzenlemeler bulunmuyordu.

Sektörün bir birliğe, derneğe olan ihtiyacı da; işte 10 Ağustos kararnamesinden kaynaklanan bu gelişmeler ile iyice su yüzüne çıktı. 1971 yılında başlatılan hazırlık çalışmaları sonrasında 28 Mart 1972’de Türkiye LPG Derneği, ‘Gerek teknik ve gerekse ticari kural ve standartların oluşturulması’ temel amacı ile kuruldu ve çalışmalarına başladı. Enerji sektörünün ilk ve adında Türkiye unvanını gururla taşıyan derneğimizce başlatılan bu adımlar ve yürütülen yoğun çalışmalar neticesinde bugün, Türkiye olarak, sadece LPG’ye yönelik olarak düzenlenmiş Dünya’nın ilk ve tek kanununun; 5307 Sayılı Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasası Kanunu’nun sahibiyiz. Türkiye LPG Derneği olarak da o gün bugündür, sadece sektörü değil, kamu ve kamuoyunu da, yani ülkesini de düşünen bir dernek olarak çalışmalarımızı aynı ruh ve azimle sürdürüyoruz.

Bugün 13. Başkanı olarak gurur duyduğum derneğimizin 14 kurumsal üyesi ve 39 temsilci üyesi bulunmaktadır. Derneğimiz Türkiye toplam LPG pazarın yüzde 70’ini temsil ederken Tüplü pazarında ise yüzde 96’lık bir temsil oranına sahiptir.

Türkiye LPG Sektörü yıllık 80 milyar TL’lik büyüklüğe ulaştı

1960’lı yılların başında 10.000 Ton mertebesinde olan pazar hızla büyüyerek derneğimizin kurulduğu 1972 yılında 333.000 Ton büyüklüğüne ulaşıyor. Önceleri sadece tüplü segmentte hizmet verirken, 1970 yılların başında sanayinin ihtiyacını karşılamak üzere tankerle dökme faaliyete giren sektörümüz, 1996 yılında Otogaz’ın uygulamaya girmesi ile de bugün 3 segmentte Türkiye’nin her yerinde müşterilerinin enerji ihtiyacını kesintisiz ve güvenli bir şekilde karşılıyor. Pazar daha sonraki yıllarda da büyümesine devam ederek 2000 yılında 4,5 milyon tonluk en büyük değerine ulaşıyor. Daha sonra doğal gazın yaygınlaşması ile daralan pazar, bugün yaklaşık 4 milyon tonluk hacmi ile Avrupa’nın Rusya’dan sonra 2’nci büyük pazarı haline gelmiştir.

Bugün sektörümüzde ülke genelinde faaliyet gösteren yaklaşık 7.000 Tüplü ve 11.000 Otogaz bayimizle 10 milyon haneye tüp hizmeti ve 4,9 milyon otogazlı araca ikmal gerçekleştiriyoruz. Sektörümüz yaklaşık 100.000 çalışanı ile yıllık 80 milyar TL pazar büyüklüğüne ulaşmış durumdadır.

Yaşanan gelişmeler, LPG’nin ülkemiz enerji arzındaki çeşitliliği için önemini daha da öne çıkardı

Mevcut gelişmeler ışığında LPG’nin önemine de değinen Eyüp Aratay “LPG’nin, 1.000 kadar kullanım çeşitliliği ile, kolay erişilebilen, mobil, verimli ve temiz bir enerji kaynağı olmasıyla, doğalgaz boru hatlarının ulaşamadığı bölgelerde ideal pişirme, ısınma ve su ısıtma aracı olarak, halen ülkemizde çok önemli bir potansiyeli olduğunu düşünüyoruz. Ama bunun da dışında, ülkemizin gelişen enerji ihtiyacının karşılanmasında, enerji kaynaklarının sağlığı ve çeşitlenmesinde çok daha aktif bir rol üstlenmesinin büyük önem arz ettiğini görüyor ve inanıyoruz.

LPG’nin bu potansiyelinin, üstleneceği bu rolün öneminin; Rusya – Ukrayna savaşı ile ortaya çıkan petroldeki tedarik sıkıntıları ile çok daha belirginleştiği düşüncesindeyiz. Öte yandan Rusya – Ukrayna savaşının Türkiye’nin LPG tedarikinde bir sıkıntı yaratmadığını da belirtmek isterim.

Rusya – Ukrayna savaşı Türkiye’nin LPG tedarikinde sıkıntı yaratmıyor

2021 yılı itibariyle toplam 77 lisanslı firmanın faaliyet gösterdiği Türkiye LPG pazarı, yaklaşık 4.000.000 ton büyüklüğe sahip bir pazar. Bunun yaklaşık 1.000.000 tonu yurt içindeki rafinerilerden elde edilirken, 3.000.000 tonu da ithalat ile karşılanıyor. İthalatın 2.000.000 tonu ise Amerika ve Cezayir’den sağlanıyor. Rusya’nın ithalattaki payı 2020 yılında sadece yüzde 1,5 oldu. Ukrayna’dan ise, son yıllarda ithalat yapılmıyor. Dolayısıyla Rusya – Ukrayna savaşının Türkiye’nin LPG tedarikine etkisi yok denecek kadar az bulunuyor.

Türkiye pazarı 2021 yılında yüzde 1,07 oranında artarak, 3.910.532 tona ulaştı

Türkiye’de yurt içi LPG satışı 2021 yılında önceki yıla oranla küçük de olsa artış gösterdi. Ocak-Aralık 2020’deki 3.869.203 ton olarak gerçekleşen yurt içi LPG satış miktarı, 2021 Ocak-Aralık döneminde yüzde 1,07 oranında artarak, 3.910.532 ton olarak gerçekleşti. 2021 yılında tüplü segmentteki satışlar bir önceki yıla göre, yüzde 2,69 azalarak, 699.062 ton olurken; dökme segmenti aynı dönemde yüzde 13,91’lik artışla 97.414 ton olarak gerçekleşti. Otogaz ise, yine aynı dönemde yüzde 1.59 oranda artarak, 3.114.055 ton oldu. Segment payları bazında ise, 2021 yılında yine pazarın yüzde 79,63’lük oranına sahip olan otogaz ilk sırada yer alıyor. Pazarda tüplü segment yüzde 17,88, dökme LPG ise yüzde 2,49’luk pay ile yer alıyor” dedi.

“LPG, tüm dünyada temiz enerji kaynağı olarak teşvik ediliyor”

LPG’nin, elektrik ya da doğalgaz boru hatları gibi devasa yatırımlara ihtiyaç duymayan; mobil, kolay taşınabilir, yaygın, verimli ve ekonomik bir yakıt olduğuna dikkat çeken Gökhan Tezel şöyle konuştu: “Türkiye için çok önemli bir yakıt olan LPG’nin dünyada da özel bir yeri bulunuyor. LPG’nin tüm avantajlarına ilave olarak, tüm dünyada muadillerine göre çok daha düşük karbon ve partikül salınımı ile doğa ve çevre dostu bir enerji kaynağı olarak kabul ediliyor. Bu konu Dünya LPG Birliği ve Avrupa LPG Birliği tarafından yayınlanan raporlarda detaylı olarak vurgulanıyor. Yani LPG, en önemli ve pratik mobil enerji kaynaklarından biri olarak, tüm dünyada ‘temiz enerji’ olarak kabul ediliyor. Aynı zamanda, son yıllarda gelişen BioLPG çalışmaları ile karbon salınımlarının düşürülmesi hedeflerine önemli katkı yapabilecek ürünlerden biri olduğu belirtiliyor. Dolayısıyla LPG, sürdürülebilirlik politikaları kapsamında, geçiş sürecinde çok önemli bir rol üstleniyor. Bu nedenle geçiş süreci için çok değerli bir alternatif yakıt kaynağı olarak, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde teşvik ediliyor ve yakın gelecekteki enerji stratejileri arasında yer alıyor. Dünyada artan nüfus, sanayileşme ve kırsaldan kente göçler sonucunda; çevre sorunları, sürdürülebilir yaşam kalitesi ve genel anlamda dünyanın geleceği daha fazla ön plana çıkmaya başladı. Bugün artık ‘yaşanabilir bir dünya’ kavramı çok daha fazla sorgulanıyor. ‘Yaşanabilir bir dünya ile birlikte enerji gereksinimine yönelik düşünce ve çalışmalar gelecek konusunda bugünden alınması gereken önlemleri ön plana çıkartıyor. Pandemi, enerji krizi ve savaşlarla boğuşan dünya, enerji konusunda zorlu bir süreçten geçiyor. Bir taraftan tedarik ve üretimde yaşanan sıkıntılara çözüm aranırken, diğer yandan karbon salınımını azaltma ve temiz enerjiye geçiş için adımlar atılmaya çalışılıyor.

Bu kapsamda 2021 yılında çok önemli adımlar atıldı. Türkiye’nin, Paris İklim Anlaşması’na taraf olmayı kabul etmesi, ABD’nin anlaşmaya geri dönmesi, bunun yanında Avrupa Yeşil Mutabakatının kabulü ile İskoçya’nın Glasgow kentinde düzenlenen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26’ncı Taraflar Konferansı’nda (COP26), temiz enerjinin dünyanın her yerinde uygun maliyetle erişilebilir olması için uluslararası bir planın oluşturulması, sürdürülebilir bir gelecek adına umut verici adımlar oldu.

Paris İklim Anlaşması, Türkiye’ye önemli sorumluluklar da getiriyor. Bu anlaşma, öncelikle Türkiye’nin iklim politikasında yeni bir dönemin başlangıcı niteliğini taşıyor. Türkiye, emisyon azaltılmasına yönelik yeni hedefler belirlemek ve eylem planları hazırlamak zorunda. Türkiye’nin bu anlaşma ile koyduğu hedefler; 2030 yılına kadar sera gazı emisyon artışını yüzde 21’e kadar düşürmek ve 2053 yılında da bunu tamamen sıfırlamak. Ayrıca Türkiye’nin hem denizlerin kirlilikten hem de ormanların korunması yönünde çalışmalar yürütmesi gerekiyor. Bunun yanında petrol, kömür gibi fosil yakıt kullanımını da azaltarak, yenilenebilir enerji yatırımlarını ön plana çıkartması önem taşıyor. Türkiye’nin, 2053 net ‘0’ emisyon hedeflerine ulaşabilmesi için ise, tüm dünyada kullanımı giderek artan ve birçok ülkede de kullanımı teşvik edilen LPG, geçiş süreci için güçlü bir alternatif enerji kaynağı olarak öne çıkıyor.

LPG sektörünün küresel büyüklüğü 300 milyar dolara ulaşmış durumda

Dünyada artan kullanım alan çeşitliliği ile yenilenebilir enerji ile en hızlı büyüyen enerji kaynaklarından birini oluşturan LPG sektörünün bugünkü küresel büyüklüğü 300 milyar dolara ulaşmış durumda. Dünya genelindeki kullanımı geçen yıl bir miktar azalsa da ilerisi için umut verici olmayı sürdürüyor. Dünya LPG Derneği’nin (WLPGA) 2021 yıllı raporuna göre, LPG üretimi geçen yıl yüzde 1,36 azalarak, 329.000.000 ton olarak gerçekleşti. Ancak küresel ısınma, iklim krizi, Avrupa Yeşil Mutabakatı ve ülkelerin 2050’ye kadar karbon salınımını sıfıra indirme hedefleri nedeniyle, önümüzdeki 10 yılda LPG tüketiminin daha da yaygınlaşacağı ve yıllık 375.000.000 tonu aşacağı tahmin ediliyor.