22.3 C
İstanbul
Pazar, Ağustos 17, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 2

Tekirdağ ve Çanakkale’de Yangın Kontrol Altına Alınıyor

Tekirdağ Şarköy’de başlayan yangın, dün akşam saatlerinde Çanakkale’nin Gelibolu ilçesine bağlı Kavakköy’e ve askeri alana doğru ilerlemeye başladı. Gece saat 01:30 civarlarında rüzgarın yönünü değiştirmesiyle birlikte yangın, kritik alanı geçemeden denize doğru yön değiştirdi.

Mühimmat ve Yakıt Tankları Korkuttu

Kavakköy’de bulunan 18. Mekanize Piyade Tugayı’na yaklaşan yangının, mühimmat depolarına ve yakıt tanklarına erişmemesi için AFAD, OGM, itfaiye ve belediye ekipleri tarafından gece boyunca ciddi operasyonlar yürütüldü. Gece geç saatlerde görüşme yaptığımız itfaiye yetkilileri, yangının kritik alanlara yaklaşmaması amacıyla kapsamlı çalışmalar yaptıklarını bildirdi.

TANAP Doğalgaz Boru Hattı Endişesi

Bölgede bulunan TANAP doğalgaz boru hattı da gece boyunca tedirginlik yaratırken, sosyal medyada TANAP ile ilgili yapılan paylaşımlar korkuttu. Yetkililer, boru hattı ile ilgili herhangi bir tehlikenin söz konusu olmadığını açıkladılar.

Ekipler Büyük Fedakarlık Gösterdi

Gece havadan ateşle mücadele etmek mümkün olamayınca, yerel ekipler büyük fedakarlık örneği sergileyerek yangınla mücadele etmeye devam ettiler. İstanbul ve diğer illerden yardım için desteğe gelen ekipler de yangına müdahalede bulundu. Gelibolu halkı da yangına müdahale etmek için seferber oldu. Rüzgar nedeniyle büyüyen yangın, yine rüzgarın yönünü değiştirmesi ile denize doğru ilerlemesi müdahale birimlerine nefes aldırdı.

Orman Genel Müdürlüğü’nden Açıklama

Orman Genel Müdürlüğü tarafından bugün saat 12:00’de yapılan resmi açıklamada, Çanakkale Ayvacık’ta orman dışı alanda başlayan yangının kontrol altına alındığı belirtilirken, Tekirdağ ve Çanakkale’de devam eden yangını kontrol etmek için havadan ve karadan müdahalelerin devam ettiği vurgulandı.

İran’ın Hedef Alınan Nükleer Tesisleri ve Yaşananlar

Prof.Dr. A. Beril TUĞRUL

Giriş

Bilindiği üzere 13 Haziran 2025 tarihinde İsrail’in İran’ı hedef alan ataklarını takiben İran’ın misilleme saldırıları ile her iki taraf için de hayli tahripkâr sonuçlar ortaya çıkabilmiştir. İsrail’in ataklarının daha ilk gününde, çok sayıda nükleer bilim adamının ve üst düzey askeri görevlilerin “nokta atışı” olarak nitelenebilecek vuruşlarla öldürülmesi ve sonrasında da benzer şekilde önemli kişilerin hedef alınması olayın şok edici hususlarından birini oluşturmuştur. Takiben İran’ın karşı atakları ile olaylar tırmanmış ve süreç “savaş” nitelemesiyle anılır olmuştur.

İsrail tarafından İran’da, başta başkent Tahran olmak üzere birçok stratejik ve sivil hedef vurulmuş, bu bağlamda önemli can ve mal kayıpları yaşanmıştır. Buna karşın İran da attığı farklı füzeler ile İsrail için çok güvenilir olarak nitelenen “Demir Kubbe Hava Savunma Sistemi”ni yararak başta Tel Aviv ve Hayfa olmak üzere birçok mahalde önemli ve stratejik hedefleri vurmuştur.

12 gün süren ve tüm dünyanın dikkatini üzerine çekmiş olan bu olayların başlangıç nedeni; İsrail Başbakanı tarafından, “İran’ın, durdurulmaması halinde çok kısa bir süre içinde nükleer silah üretebilir” hale geleceği ve bu durumun İsrail için risk oluşturacağı şeklinde ifade edilmiştir.

Bu bağlamda, İsrail’in “Yükselen Aslan Operasyonu” adını verdiği ataklarda, birçok mahal ile birlikte nükleer tesis kapsamında ilk olarak Tahran’ın yaklaşık 225 kilometre güneyinde yer alan Natanz nükleer tesisi hedef alınmış ve takiben farklı nükleer tesisler de İsrail tarafından vurulmuştur.

22 Haziran 2025 tarihinde, ABD’nin olaylara müdahil olduğu görülmüş ve İran’ın Natanz, İsfahan ve Fordo bölgelerinde bulunan nükleer tesislere saldırılar düzenlenmiştir. Bu saldırılarda “B-2 Hayalet” uçaklarının kullanıldığı ve İran’ın “nükleer kalbi” olarak bilinen ve dağlık ve engebeli bir alanda, yer altında inşa edilmiş olan Fordo tesisine sığınak delici “MOP” bombaları ile saldırı düzenlendiği, diğer iki tesisin ise Tomahawk’larla hedef alındığı açıklanmıştır.

Harekâtı takiben ABD Başkanı tarafından, gerçeklenen bu harekâtın başarılı olduğu ve nükleer tesislerin “tamamen yok edildiği” ifade edilmiştir. Buna karşın, İran Resmi Haber Ajansı-IRNA; İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı’na dayandırarak “Hasar tespit değerlendirmesi yürütüldüğü ve herhangi bir aksaklık yaşanmaması için planlama yapıldığına…” ilişkin (muğlak) bir haber geçmiştir.

ABD’nin İran’da nükleer tesisleri vurduğunun ertesi gününde (23 Haziran 2025 tarihinde) İran, Katar’daki ABD üssüne bir füze saldırısı düzenlemiştir. Önemli bir tahribatın meydana gelmediği belirtilen bu ataktan sonra ABD Başkanı tarafından ateşkes konusunda tam bir mutabakata varılmış olduğu açıklanmıştır.

Haziran 2025’te Üçüncü Dünya Savaşına evrilme riski taşıyan böylesi bir sıcak çatışma, İsrail tarafından esas itibariyle İran’ın nükleer güç olma istemine bağlanmış olması ve de kamuoyunda nükleer risk yaşanacağı korkusu yaratılabilmiş olması nedeniyle burada; konuya ilişkin olarak nükleer tesis kavramı, hedef alınan nükleer tesisler ve ulaşılmış olası sonuçların irdelenmesi bağlamında ele alınmasına çalışılacaktır.   

Nükleer Tesisler

Son yaşanan olaylar sırasında anlaşılmıştır ki; toplumda “Nükleer Tesis” ile “Nükleer Reaktör” tanımları bağlamında kavram kargaşası bulunduğu görülmüştür. “Nükleer Tesis” nükleer maddelerin üretildiği, işlendiği, kullanıldığı veya depolandığı tesisler olmaktadır. Bir başka deyişle, Nükleer Tesisler ifadesi, (nükleer maddelerin fisyon veya füzyon işleminin gerçekleştiği) “Nükleer Reaktör” tesisleriyle birlikte “Nükleer Yakıt Çevrimi” tesislerini de kapsamaktadır. “Nükleer Yakıt Çevrim Tesisleri” ise; nükleer yakıt işleme tesisleri, nükleer zenginleştirme tesisleri, nükleer yakıt üretim tesisleri ve nükleer yakıt yeniden işleme vb. gibi tesisleri ifade etmektedir. “Nükleer Reaktörler”, araştırma ve/veya elektrik üretimi vb. gibi amaçlarla, günümüzde esas itibariyle fisyon olayının gerçekleştiği nükleer tesisleri betimlemektedir. 

Görüldüğü üzere, nükleer tesis tanımı hayli geniş kapsamlı olup farklı nükleer işlemlerin gerçekleştirildiği işletmeleri içerebilmektedir. Bu bağlamda nükleer tesisler ifadesi nükleer reaktörleri de kapsar, ancak çok daha farklı tesisler de kastedilmiş olabilmektedir. Bir başka deyişle, “Nükleer Tesis” ibaresi bir üst kavram olup nükleer konuda çeşitli üniteler için kullanılabilmektedir. Dolayısıyla her “Nükleer Reaktör”, “Nükleer Tesis” tanımı içinde olmakla beraber, her “Nükleer Tesis” “Nükleer Reaktör” anlamına gelmemektedir.

İran’ın Nükleer Tesisleri

İran’ın farklı nükleer tesisleri bulunmaktadır. Söz konusu nükleer tesisler değişik amaçlar için kurulmuş olup ülkenin farklı mahallerinde olduğu görülmektedir (Şekil 1).

ABD, nükleer anlaşmadan çekilmesi sonrası İran’a yönelik ekonomik baskıları artırırken Tahran yönetimi, nükleer anlaşmadan kaynaklı çıkarlarına ulaşamadığı gerekçesiyle anlaşmadaki taahhütlerinden bazılarına riayet etmeyeceğini açıkladı. ( Murat Usubaliev – Anadolu Ajansı )

Şekil 1 İran’ın (bilinen) Nükleer Tesisleri

Bunlardan biri Buşehr’de bulunan “Nükleer Güç Reaktörü” olup elektrik üretimi amaçlı kullanılmaktadır (ve 12 gün Savaşında hedef alınmamıştır). İran’ın nükleer tesislerinden sadece bu nükleer güç reaktörü, deniz kenarında bulunmaktadır. Diğer nükleer tesisler İran’ın iç bölgelerinde ve daha çok da orta ve orta batıda yer aldığı görülmektedir (Şekil 1).

İran’ın, Buşehr nükleer güç reaktörü dışında, bir Araştırma Reaktörü Tahran’da ve (kapatıldığı daha önce duyurulmuş olan) Hondab Arak Ağır Su Reaktörü de bulunmaktadır. Diğer nükleer tesisler; nükleer yakıt çıkarım, üretim, zenginleştirme ve yakıt işleme tesisleri olmaktadır.  Bunlar; Segend Uranyum Madeni, Erdekan Sarı Pasta Üretim Tesisi, Kerec Nükleer Tıp ve Tarım Araştırmaları Merkezi, Natanz Uranyum Zenginleştirme Tesisi, Fordo Uranyum Zenginleştirme Tesisi ve Isfahan Yakıt işleme Tesisi olmaktadır (Şekil 1).

Burada şu hususu belirtmek yerinde olacaktır ki; çevre ve toplum sağlığı açısından üzerinde durulması gereken ve öne çıkan nükleer tesisler, nükleer reaktörler olmaktadır. Bir başka deyişle fisyon reaksiyonun gerçekleştiği nükleer reaktörlerde, fisyon ürünleri oluşmaktadır ve radyasyon riski açısından dış çevre için (abnormal şartlarda) önem arz edebilmektedirler. Bu bağlamda, nükleer reaktörlerde, günümüzde ileri nükleer güvenlik tedbirleri uygulanmakta, çevre ve toplum sağlığı güvence altına alınmaktadır.

Nükleer reaktörler dışındaki nükleer tesislerde kazalar ve/veya sabotajlar (nükleer patlama olmayacağından) çevre ve toplum sağlığı açısından genellikle büyük bir risk oluşturmamaktadır. Zaten yakıt çevrimine ilişkin nükleer tesisler genellikle (daha çok stratejik olarak ve fiziksel korunma şartları da göz önüne alınarak) yerleşim yerlerinden uzak sayılabilecek mahallerde kurulmaktadırlar.

Konunun biraz daha açıklanması istenirse; nükleer yakıt çevrimine ilişkin tesislerde, uranyum vb. gibi yakıt elementi ve de ilgili izotopları ile işlem görülmektedir. Bu gibi maddeler esas itibariyle maddeye nüfuziyeti düşük olan radyasyon yayımı yapmaktadırlar. Dolayısıyla böylesi elemanların tahrip olmaları durumunda, kontaminasyona (bir başka deyişle bulaşıklığa) neden olmakta, ancak uzun menzilli sorun yaratmaları pek söz konusu olmamaktadır.

Bir başka deyişle örneğin; uranyum yakıt çıkarım, işleme ve zenginleştirme sistemlerinin hasara uğraması durumunda ilgili sistemlerin hemen yakın çevresi için bir bulaşıklık söz konusu olmaktadır. Bu durumda da tesisin kendi iç bölgesi ve korunan bölgesi için risk oluşabilmektedir. Bu bağlamda dış çevre ve toplum için tehlikeli durumları oluşturmamaktadırlar.  

İran’ın Hedef Alınan Nükleer Tesisleri ve Olası Sonuçlarının Değerlendirilmesi

12 Gün Savaşında İran’ın, İsrail tarafından ilk hedef alınan nükleer tesisi, Natanz Nükleer Tesisi olmuştur. Bu tesis İran’ın ilk kurulan nükleer tesislerinden olup ülkenin önemli uranyum zenginleştirme merkezlerinden biri olduğu bilinmektedir. Bu tesisin yer üstü tesisleri olmakla beraber yer altı tesislerinin daha yeni ve işlevsel olarak kullanılır olduğu, buna karşı yer üstü tesislerinin aktif kullanımda olmadığı ifade edilmektedir.

İsrail’in Natanz’ı vurmasıyla yer üstü tesislerinin tahrip olduğu açıklanmıştır. Söz konusu ataktan sonra Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu tarafından tesiste radyoaktif kirlenme (kontaminasyon) tespit edildiği, ancak, kirliliğin dış çevreye ulaşmadığı ve ciddi bir tehlike oluşturmadığı belirtilmiştir.

Söz konusu savaş sırasında, nükleer tesislerin hedefte olduğu belirtilmiş, ancak en önemli atak ABD tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu atakta; İran’ın Natanz, İsfahan ve Fordo nükleer tesisleri hedef alınmıştır. Bu kapsamda, Natanz’a yapıldığı bildirilen atakta Natanz’ın yer altı tesislerinin de hedef alındığı söylenebilir.

Isfahan’daki tesis, (yer altı düzenlemesiyle) “Yakıt işleme Tesisi” olarak bilinmektedir. Çin’in desteğiyle inşa edildiği ifade edilen bu merkez, zenginleştirilmiş uranyumun yakıt formuna getirildiği ve/veya ilgili araştırmaların yapıldığı bir merkez olarak bilinmektedir.

Isfahan Nükleer Tesisi, İran medyasından da teyit edildiği üzere ilk olarak 21 Haziran 2025tarihinde İsrail tarafından vurulmuş, ancak, tesiste nükleer sızıntı tespit edilmediği bildirilmiştir. 22 Haziran 2025’te ise bu sefer ABD bu tesisi hedef almıştır.

İsrail, yukarıda belirtilen nükleer tesislere ilaveten (nükleer silah üretimi amacıyla kullanılabileceğini öne sürdükleri) içinde “aktif olmayan” bir ağır su reaktörünün de bulunduğu Arak nükleer tesisini vurmuştur. Arak nükleer tesisinde yer alan Reaktör aktif olmadığından hasar oluşmasına karşın radyasyon güvenliği açısından sorun olmadığı belirtilmiştir.

ABD’nin hedef aldığı tesislerden belki de en önemlisi Fordo Nükleer Tesisi olup İran’ın Kum şehrinin 30 kilometre doğusunda, Zagros Dağları’nın engebeli bir bölgesinde dağların içine oyulmuş bir yeraltı uranyum zenginleştirme tesisi olarak bilinmektedir. Söz konusu bu tesis, yer üstü giriş noktasından itibaren yer seviyesinin yaklaşık 80-90 metre altına kadar inişinin olduğu bir tesis olduğu ifade edilmektedir. Ancak, tesisin hemen giriş tüneli dibinde değil, tepe altına gelecek bir pozisyonda inşa edildiğinden de bahsedilmektedir. Dolayısıyla ana tesisin, yer üstünden çok daha altta olabilmesi söz konusu olmaktadır.

Fordo Nükleer tesisinde (uranyumu izotopça zenginleştirme için kullanılan) gelişmiş 2700 kadar santrifüj bulunduğu ifade edilmektedir. Fordo Nükleer Tesisinin, İran’ın kısa süre içinde silah sınıfı uranyum üretme kapasitesine sahip olabileceği düşünülen önemli bir tesisi olduğu ileri sürülmektedir. Bu bağlamda hedef alınan ana tesis olarak görülmektedir.

Fordo Nükleer Tesisine, 13 Haziran 2025’te İsrail ilk atağı yapmış ve İran tarafından sınırlı bir hasar olduğu belirtilmiştir. Bu nükleer tesis, ABD tarafından 22 Haziran 2025 tarihinde sığınak delici “MOP” bombaları ile vurulmuştur.

Sonuç

Haziran 2025’te Orta Doğu’da yaşanan ve savaş nitelemesinin kullanıldığı önemli olaylar silsilesi, İsrail’in İran’ı vurması ile başlamış ve tırmanarak gelişmiştir. İsrail tarafından savaşın çıkış nedeni olarak İran’ın nükleer silah yapma kapasitesine hayli yaklaştığı belirtilmiş olduğundan 12 gün Savaşı sırasında stratejik kişi, kurum ve mahallerle birlikte nükleer tesisler de önemli hedefler arasında yer almıştır.

Gerçekte, 1977’de BM Cenevre Sözleşmesi Ek Protokol I’de Madde 56/1 ile; nükleer elektrik üretim tesisleri de dahil olmak üzere “tehlikeli kuvvetler içeren tesislere karşı silahlı saldırının yasak olduğu” hükme bağlanmıştır.  Ayrıca, A/RES/45/58J (4 Aralık 1990) başlıklı karar, BM Genel Kurulu’nun nükleer tesislere yönelik saldırıların yasak olduğuna ilişkin resmi çıkarımını somut şekilde tescillemiştir.

Bu bağlamda nükleer tesislerle ilişkili olarak BM nezdinde; nükleer tesislere yönelik saldırıların yasaklanması hem uluslararası insancıl hukukta ve hem de Birleşmiş Milletler kararlarında açıkça belirtilmektedir. Söz konusu bu kararlar bağlamında hem devletlerin ve hem de uluslararası kurumların, bu konuda net bir yönelim içinde olmaları gerekmektedir. Hal böyleyken, nükleer tesislerin günümüzde hedef alınmış olması esef ve endişe vericidir.

Bununla beraber 12 Gün Savaşı sonunda, her şeye rağmen yukarıda da açıklandığı üzere, hem Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nca ve hem de İran Resmi Ajansı’nca teyit edildiği üzere; çevre ve toplum sağlığı açısından sorun oluşmaması, iyimser bir bakış açısıyla olumlu karşılanabilecek durumu oluşturmaktadır.

Ancak ateşkes sağlandıktan sonra İran, “Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA)” ile ilişkilerini “askıya aldığını” ifade etmiştir. Bu bağlamda, ilgili gözlemcilerin de İran’dan ayrıldıkları belirtilmektedir. Bu durum, nükleer tesislerde durum tespiti ve olası gelişmeler için uluslararası kamuoyu nezdinde kaygı verici ve zaman içinde farklı sonuçlar doğurabilecek niteliktedir denebilir.  

Öte yandan, İsrail Başbakanı ateşkes sonrasında “İran’ın nükleer projesini ortadan kaldırdık ve eğer biri onu yeniden canlandırmaya çalışırsa, böyle bir girişimi durdurmak için aynı kararlılık ve güçle hareket edeceğiz. İran’ın nükleer silahları olmayacak” şeklinde bir ifade kullanmış bulunmaktadır. Bu gibi açıklamalar hayli tehditkâr olup dünya barışı için endişe verici olduğu söylenebilir.

12 Gün Savaşı sonunda, ABD Başkanı tarafından açıklanan (ancak İran tarafından tam da teyit edilmeyen) İran’ın nükleer tesislerinin imha edildiği hususu, şimdilik ateşkes mutabakatını sağlamış görünmektedir. Ancak, ateşkes sonrasında hala konunun nükleer tesisler bağlamında kimi platformlarda tartışılıyor olması da konunun geleceğe yönelik düşündürücü yönünü oluşturmaktadır.

Nükleer çalışanların uzmandan çifte standart tepkisi: “İran tehdidi peki ya İsrail?”

İsrail ve ardından ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırıları, İran’ın nükleer parçalarına verilen hasar ve Tahran’ın nükleer kapasitesi tartışılmaya devam ediliyor. Öte yandan İran’a yönelik saldırıların bölgesel ve dünyada nükleer silahlanma yarışını hızlandıracağı yönündeki endişeler de artacak durumda.

EKOTÜRK’te yayınlanan Saat Farkı programının nükleer ve bağlantıları üzerine çalışan Columbia Üniversitesi kimya bölümü öğretim üyesi, aynı zamanda Nükleer Çağ Barış Vakfı Başkanı Dr. Ivana Nicolic Hughes, konuyu hem teknik hem de politik ayrıntılara ilişkin Feyza Gümüşlüoğlu’nun sorularını yanıtladı.

Dr. Ivana Nicolic Hughes, İsrail ile İran arasındaki 12 günlük mücadelenin “dehşet” içinde gerçekleştiğini belirtirken, saldırıların üç ironinin ortaya çıktığını belirtti.

Hughes’e göre, dünyada açıklanmamış bir nükleer cephaneliğe sahip tek ülke olan ve Nükleer Silahların yayınlanmasının Önlenmesi’nin (NPT) imzacısı olmayan İsrail’in, söz konusu anlaşmaya taraf olan ve ülkeye kadar nükleer silah yapma niyetininnı beyan eden İran’a saldırmasıyla bu savaşa başlaması.

Hughes, “İsrail, dünyada açık olmayan bir nükleer cephaneliğe sahip tek ülke. kaldı.” tasarruf kullanıldı.

İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerine değinen Hughes, şöyle konuştu:

“2003’e kadar nükleer silah programı üzerinde çalıştı, şimdiye kadar katıldım tüm NPT buluşmalarında İranlı çalışmalarla aynı olanları. İsrailliler ise bu yerlerde hiçbir zaman yoktu, sadece taraf değiller. İsrail’in yaklaşık 90 destekten açıklanmış cephaneliği ve muhtemelen 100 tane daha inşa etme yeteneği göz önüne alınırsa, bu önemli bir nokta.”

İsrail’in Gazze’de devam eden savaşta İsrailli bir bakanın “Gazze’ye nükleer silah kullanabiliriz” şiddetini anımsatan Hughes, “Bunu yapamazsınız, bunu söylemeniz dahi dağıtılamaz, kabul edilemez” dedi.

“TRUMP’IN JCPOA’DAN ÇEKİLMESİ BÜYÜK HATAYDI”

Columbia Üniversitesi kimya bölümü öğretim üyesi Dr. Ivana Nicolic Hughes, savaşın ortaya çıkardığı ikinci ironiyi, “saldırılarla yapılmak istenenin daha yeterli diploması zaten yapabilirdi” sözleriyle dile getirdi.

Hughes, “Saldırılar İran’ın nükleer programı birkaç yıl geriye götürülmüş olabilir. Oysaki Ortak Kapsamlı Eylem Planı (JCPOA) çok daha kalıcı bir başarı sağlıyordu. O anlaşmanın İran’ın nükleer programı 10-15 yıl boyunca planlanıyordu, bu saldırıların yaratacağı birkaç ay veyaden çok daha etkiliydi”, “JCPOA kesinlikle doğru yoldaydı. Güçlü birinden büyük hataydı.” yorumunu yaptı.

“BOMBA İÇİN YÜZDE 60 URANYUM DA YETERLİ”

İran’ın nükleer programı akıbetine dair öngörülerini de paylaşan Dr. Hughes, İran’ın, şayet karar o yönde olsaydı ‘bugüne kadar bomba yapabilecek durumda olduğunu’ söyledi.

Hughes konuyla ilgili konularda şunları söyledi:

“Bilindiği İran’ın yaklaşık 400 kilogram yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyumu vardı. muhtemelen bu hala mevcut. Tek bir yerde mi, herhangi bir yerde fazla yerde mi olduğu net değil. Bu malzeme çevresinde hareketlilik var gibi görünüyor, raporlardan anlaşılan. İnsanlar nükleer silah yapmak için yüzde 90 uranyum zenginleştirme yapmayı düşünüyor ama aslında yüzde 60 seviyesinde silah yapabilirsiniz. Bu stoktan belki altı-yedi toplanabilir, etkisi daha az olabilir ama yaparsınız. Ancak asıl soru şu: istediğiniz bu mu? Yoksa sadece bir kozu mu verdin?”

İran’ın JCPOA anlaşması ile uranyum zenginleştirmeyi yüzde 3,5’le sınırladığını hatırlatan Hughes, nükleer enerji ile silah iyileşmesi arasında çok yakın bir ilişki olduğunu ve nükleer enerjinin var olduğu dönemde nükleer bomba tehlikesinin de güçlü olduğunu söyledi.

Hughes, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun oğlu 30 yıldır “Tahran’ın bir nükleer bomba yapmaya çok yakın olduğu” yönündeki iddialarına ilişkin, “Gelişmiş ülkeler, bu nükleer teknolojiye sahip ülkeler, Japonya gibi, Brezilya gibi, onlar da birkaç ay ya da yıl içinde bomba yapabilir. Burada Japonya’nın nükleer programı tamam, risksiz ama İran’ınki tehdidi” yaklaşma yanlı ve yanlış.” yorumunu yaptı.

“NPT BÜYÜK BİR ÇIKMAZIN İÇİNDE”

Nükleer güç sahibi devletin silahsızlanma konusunda taahhütlerini yerine getirmediğini vurgulayan Nükleer Çağ Barış Vakfı Başkanı Dr. Ivana Nicolic Hughes, BM eski Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un, “Yanlış silahlar asla doğru ellerde olamaz.” Bunları hatırlatarak şunları söyledi:

“Biz nükleer silahların tüm dünya tehdidini abartmıyoruz. Şu anda 12 bin 500 silah var. Yüz binlerce insanı öldürebilir, radyasyon yayar, iklimi değişir, kır kışa neden olur, ozon tabakasını yok eder. Yayılmayı önlemek kadar silahsızlanmayı sağlamak da önemli kelime. NPT’de tek anahtar “yayılmama” değil; Sadece cephaneliklerini korumayla daha da artırıyorlar, modernize ediyorlar. Buna göre NPT’nin kendisi şu anda büyük bir çıkmazın içinde.

Kaynak: EKOTÜRK Türkiye’nin Ekonomi Televizyonu

Türkiye’nin Rüzgar Enerjisi Hedefleri ve Geleceği

Hızla büyüyen rüzgar enerjisi yatırımları ve sanayisi ile Avrupa ve dünyada önemli bir konuma sahip olan Türkiye, 2035 yılına kadar 43 GW karasal ve 5 GW deniz üstü olmak üzere toplamda 48 GW kurulu güç hedefine emin adımlarla ilerliyor. Yatırımcıları, profesyonelleri ve sektör uzmanlarını bir araya getiren TÜREB “Rüzgar Enerjisi Yatırımcı Buluşması”, yoğun katılımla gerçekleştirildi. Aksa Elektrik sponsorluğunda düzenlenen toplantıda, Türkiye’nin rüzgar enerjisindeki mevcut kapasitesi, yatırım seçenekleri ve küresel enerji kullanımındaki durumu hakkında güncel veriler değerlendirildi.

Etkinlikte açılış konuşmalarını Kazancı Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Naci Ağbal, TÜREB Yönetim Kurulu Başkanı Dr. İbrahim Erden ve Aksa Yenilenebilir Enerji Genel Müdürü Murat Kirazlı yaptı. Konuşmaların moderatörlüğünü ise TÜREB Yatırımcılardan Sorumlu Başkan Yardımcısı ve Aksa Yenilenebilir Enerji Genel Müdür Yardımcısı Erinç Kısa üstlendi. Panelde Gama Enerji Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdürü Tamer Çalışır, SmartPulse CEO’su Önder Akar, Aksa Elektrik Ticareti Grup Müdürü Birol Henden, Entek Elektrik Genel Müdürü Bilal Tuğrul Kaya ve APLUS Enerji Yönetici Ortağı Volkan Yiğit gibi önemli isimler de yer aldı.

Aksa Yenilenebilir Enerji Genel Müdürü Murat Kirazlı, etkinlikte “Aksa Grubu olarak yalnızca bir yatırımcı değil, sektöre hizmet sağlayan bir yapıdayız ve bu tür organizasyonlarda yer almaktan mutluluk duyuyoruz” dedi. Kirazlı, Yatırımcılar Toplantısı’nın güncel yatırımlar hakkında detaylı bilgi sunma fırsatı sunduğunu belirtti.

Süper İzin Yasası ile Yatırımlar Hızlanacak

Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği (TÜREB) Başkanı Dr. İbrahim Erden, “Rüzgar enerjisi sektörü önemli bir dönüşüm sürecinden geçiyor. İstanbul’da düzenlediğimiz etkinlikte 500’den fazla yabancı misafiri ağırladık. Hedefimiz, bu sürecin hızlandırılması ve rüzgar enerji pazarındaki büyümenin sürdürülebilir kılınması” ifadelerini kullandı. Erden, ayrıca Türkiye’de 600’den fazla rüzgar ve ön lisans projesinin bulunduğunu da vurgulayarak, bunların gelişimine katkı sağlamak için gereken adımların atılması gerektiğinin altını çizdi.

Yenilenebilir Enerji Teknolojilerinde Türkiye’nin Rolü

Kazancı Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Naci Ağbal, Türkiye’nin rüzgar enerjisi kapasitesinin 2016’da 1000 MW’dan 14,000 MW’a ulaştığını belirterek, “Bu başarı, sektörün ne kadar hızla büyüdüğünü gösteriyor. Türkiye’nin enerji ve kaynaklar bakanlığının 2035 hedefleri doğrultusunda, bu hızlı büyümeyi desteklemek için gerekli adımlar atılmalıdır” dedi.

Ağbal, alternatif enerji yatırımlarının artacağını ve yenilenebilir enerjinin payının sürekli büyüyeceğini vurgulayarak, “Türkiye’nin bu alandaki ekonomik ve teknolojik atılımlarında aktif bir rol oynaması gerekiyor” şeklinde konuştu.

TÜREB Rüzgar Enerjisi Yatırımcı Buluşması’nda sürdürülebilir büyüme için kamu-özel sektör işbirliğinin önemi vurgulandı. Türkiye’nin temiz enerjiye geçiş sürecinde, kritik rol oynayanların bir araya gelerek bilgi paylaşımında bulunması gerektiği ve bu işbirliklerinin geliştirilmesi gerektiği ifade edildi.

SWM G01 Pro ile Yerli Üretim Vurgusu Güçleniyor

ATMO Group ile Urzema Holding’in kurduğu ortak girişim olan Urzat Otomotiv AŞ, Türkiye otomotiv pazarına katılacak yepyeni bir modelin müjdesini verdi. Eskişehir’de üretilecek G01 Pro modeli, basın toplantısında tanıtıldı ve yerli otomotiv üretiminde önemli bir adım olarak dikkatleri üzerine çekti. Eskişehir’in otomotiv sektöründeki bu yatırımı, hem bölge ekonomisi hem de ülke genelindeki otomotiv üretimi için büyük bir önem taşıyor.

SWM G01 Pro Nedir?
SWM G01 Pro, Eskişehir’de üretilen bir SUV modeli olarak öne çıkıyor. Daha önce çeşitli modellerini Türkiye’de satışa sunan SWM, şimdi de bu son teknoloji ürünü G01 Pro’yu piyasaya sürmeye hazırlanıyor. Türkiye’de SWM G01, G01F, G03F, G05 Pro gibi modellerle dikkat çeken markanın, G01 Pro’nun üretimi için gerekli altyapıyı oluşturması, yerli üretim ve yerlilik oranının artırılması açısından da bir dönüm noktası anlamına geliyor.

Üretim Hedefleri ve Kapasite
Urzema Holding CEO’su Murat Ertaş, G01 Pro için yapılan yatırımlarda teşvik alınmadığını vurguladı. 1 milyon metrekarelik bir alan üzerinde gerçekleştirilen fabrikanın, 2026 yılında yerli üretim oranının yüzde 25-30 seviyelerine ulaşmasını hedeflediğini açıkladı. 2027’de bu oranın yüzde 40’a, 2029’da ise yüzde 51’e çıkması için planlamalar yapıldı. Ayrıca, 2027 yılına kadar toplamda 4 farklı modelin üretime geçeceği müjdesini verdi. Bu hedef doğrultusunda yıllık 20 bin adet üretim yapılması planlanıyor.

Tanıtım ve Bilgilendirme Toplantısı
SWM Motors ile Türkiye’nin en yeni SUV modellerini pazara sunan ATMO Group, Urzema Holding ile gerçekleştirdiği ortak girişimle yatırım artış hızını artırdı. Türkiye’de üretime geçmek üzere ATMO Group ve Urzema Holding ortak girişimi olan Urzat Otomotiv A.Ş., Eskişehir OSB’de üretim kararı aldı. Yeni modellerin ön tanıtım ve bilgilendirme toplantısı, 8 Temmuz Salı günü Beyoğlu Rixos Tersane – İstanbul’da düzenlendi. Medya ve otomotiv dünyasından önemli isimlerin katıldığı bu özel davette, Türkiye’de Enerji Medya Grubu Ekibi olarak yer almanın mutluluğunu yaşadık.

Tasarım ve İç Mekan Özellikleri
SWM G01 Pro, estetik açıdan dikkat çekici bir tasarıma sahip. Keskin hatları ve dinamik ön yüzü ile göz dolduran model, arka bölümdeki büyük bagaj üstü ile tavan spoilerı ve çift egzoz çıkışı ile güçlü bir duruş sergiliyor. İç mekanda ise modern konsol tasarımı ve büyük bir multimedya ekranı dikkat çekiyor. Yalın bir tasarım dili benimsenirken, geniş panoramik cam tavan ferahlık hissini artırıyor. Ayrıca, kablosuz şarj özelliği ve 360 derece kamera ile park etme kolaylığı sağlanıyor.

Teknik Özellikler
SWM G01 Pro, 1.5 litre TGDI motora sahip olup, 178 beygir gücü ve 300 Nm maksimum tork değerine sahip. 7 ileri çift kavramalı DCT şanzımanı ile benzersiz bir sürüş deneyimi sunan bu model, ayrıca Sport, Comfort ve Eco sürüş modlarıyla kullanıcıların ihtiyaçlarına göre esneklik sağlıyor. Ortalama yakıt tüketimi 8,5 litre/100 km olan G01 Pro, emisyon değerleriyle de dikkat çekmektedir.

Boyutlar
Uzunluk: 4670 mm
Yükseklik: 1855 mm
Genişlik: 1740 mm
Aks mesafesi: 2750 mm
Yakıt kapasitesi: 52 litre
Ağırlık: 1576 kilogram
Güvenlik ve Teknoloji

Güvenlik özellikleri açısından da iddialı olan G01 Pro, hareketli nesne algılama, ön ve arka çarpışma uyarı sistemleri ve şerit terk uyarı sistemi gibi teknolojilerle donatılmış. Yenilikçi otomatik LED farlar, elektrikli katlanabilir aynalar ve 64 renkli ambiyans aydınlatması ile hem güvenliği hem de konforu artırmış durumda.

Ne Zaman Satışa Sunulacak?
SWM G01 Pro’nun üretimine eylül ayında başlanması ve en geç ekim ayında satışa sunulması bekleniyor. Bu tarih, otomotiv severlerin ve potansiyel müşterilerin heyecanla beklediği bir anı temsil ediyor.

SWM G01 Pro, Türkiye’nin otomotiv sektöründe önemli bir yer edinecek gibi görünüyor. Yerli üretim ile birlikte hem ekonomik hem de sosyal açıdan katkı sağlayacak olan bu model, düşük emisyon değerleri, yüksek teknolojisi ve yenilikçi tasarımı ile pazara damga vurmaya hazırlanıyor. Aksiyel potansiyeli ve büyüme hedefleri ile SWM, Türk otomotiv endüstrisinde güçlü bir aktör olma yolunda ilerliyor. Eskişehir’in otomotiv sanayisinde yükselişi, bu yeni model ile birlikte ivme kazanacak.

Tüm bu gelişmeler, hem tüketiciler hem de sektördeki diğer oyuncular için heyecan verici bir dönemi işaret ediyor. SWM G01 Pro, birkaç ay içinde sokaklarda yerini aldığında, otomotiv tarihindeki yerini alacak.

Aksa Enerji’nin Özbekistan’daki Hedefleri Büyüyor

Aksa Enerji, uluslararası enerji pazarındaki büyüme hedefleri doğrultusunda, Özbekistan’ın Talimercan bölgesinde inşa ettiği 430 MW kapasiteli doğal gaz kombine çevrim santralini tam kapasiteyle devreye alarak önemli bir başarıya imza attı. Bu stratejik adımla birlikte Aksa Enerji’nin toplam kurulu gücü 1.220 MW’a yükselirken, şirket ülkedeki en büyük Türk yatırımcısı olarak kendini konumlandırdı.

Türkiye’nin en büyük halka açık serbest elektrik üreticisi konumundaki Aksa Enerji, Özbekistan’daki dördüncü yatırımı olarak Talimercan Doğal Gaz Kombine Çevrim Santrali’ni hayata geçirdi. Bu projeyle birlikte, şirketin bölgede enerji üretim kapasitesi önemli ölçüde artmış oldu. Daha önce devralınan Taşkent A, B ve Buhara santralleriyle birlikte toplamda 1.220 MW kapasiteye ulaşan şirket, Özbekistan’ın enerji ihtiyacını karşılama noktasında da kilit bir rol üstlenmektedir.

Aksa Enerji Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Cemil Kazancı, Talimercan Santrali’nin tam kapasiteye ulaşmasının kendileri için son derece gurur verici bir adım olduğunu ifade etti. Kazancı, “Bu projeyle birlikte uzmanlığımızı, mükemmelliğimizi ve mühendislik anlayışımızı enerji arenasında bir kez daha ortaya koyduk.” dedi. Özbekistan Ulusal Elektrik Şirketi ile iş birliği halinde yürütülen bu yatırım, sadece Aksa Enerji’nin değil, aynı zamanda Türkiye ile Özbekistan arasındaki ekonomik ilişkilerin güçlenmesine de katkıda bulunmaktadır.

Talimercan Santrali, enerji arz güvenliğinin sağlanmasının yanı sıra, bölgede yerel istihdamı artıracak ve tedarik zincirini güçlendirecektir. Aksa Enerji, bu projeyle birlikte bölgenin hem ekonomik hem de sosyal kalkınmasına katkıda bulunmayı hedeflemektedir.

Aksa Enerji, 2030 Global Stratejisi doğrultusunda, yeni yatırımlar ve projelerle uluslararası enerji arz güvenliğine hizmet etmeye devam etmeyi planlıyor. Şirketin gerçekleştirdiği bu yatırımlar, enerji sektöründe sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler sunma hedefiyle uyumlu bir şekilde ilerlemektedir. Aksa Enerji, çevreye duyarlı politikaları ve yenilikçi mühendislik anlayışı ile enerjinin geleceğinde önemli bir oyuncu olma yolunda kararlılıkla ilerliyor.

Özbekistan hükümetinin enerji politikaları ve yatırımlara yönelik destekleri, Aksa Enerji’nin bölgedeki varlığını daha da güçlendirdi. Ülkedeki enerji altyapısının iyileştirilmesi, yerel ekonominin canlandırılması ve enerji bağımsızlığının sağlanması gibi hedefler doğrultusunda atılan bu adımlar, Aksa Enerji’nin uluslararası pazardaki büyüme hedefleriyle örtüşmektedir.

Aksa Enerji’nin Talimercan Santrali ile elde ettiği bu başarı, sadece şirketin değil, aynı zamanda Türkiye’nin enerji sektöründeki gücünü ve uluslararası iş birliklerinin özünü göstermektedir. Aksa Enerji, gelecekte de benzer projelerle enerji sektöründeki yerini güçlendirmeyi ve global ölçekte etkili bir enerji üreticisi olmayı sürdürecektir.

YTÜ, Küresel Ekoloji Konferansına Ev Sahipliği Yapıyor

İklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı ve ekosistem bozulmaları gibi birbirine bağlı sosyal-ekolojik krizler, insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük tehditler arasında yer alıyor. Bilim insanları, bu krizlerin etkilerini azaltmak ve gezegenin güvenli sınırları içinde kalabilmek için acil ve kolektif bir dönüşüm çağrısı yapıyor. Bu dönüşümde şehirlerin rolü ise her geçen gün daha da kritik hale geliyor.

Bu kapsamda, sürdürülebilir kentleşme ve kentsel ekoloji konularını uluslararası düzeyde ele alacak olan “The 4th SURE World Conference”, 16-19 Temmuz 2025 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenecek. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Davutpaşa Kampüsü’nde ev sahipliği yapacağı konferans, “Cities Under Global Social Transformations: Embracing Change for a Greener Future” temasıyla gerçekleştirilecek.

Kentler, Gezegensel Sağlık İçin Anahtar Rolde

Konferans, şehirlerin ekosistem hizmetlerini nasıl artırabileceği, çevresel etkilerini nasıl azaltabileceği ve daha dirençli, sürdürülebilir topluluklara nasıl dönüşebileceği gibi konuları gündeme taşıyacak. Hızla büyüyen kentlerin, kaynak kullanımı, iklim direnci ve biyolojik çeşitliliğin korunmasında belirleyici bir aktör haline geldiği vurgulanacak.

Etkinlik, araştırmacılar, öğrenciler, uzmanlar, kamu ve özel sektör temsilcileri, karar vericiler ve sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirerek, şehirleri hem insanlar hem de insan dışı doğa için adil, yeşil ve yaşanabilir alanlara dönüştürmeyi hedefleyen yenilikçi fikirlerin paylaşılmasına olanak sağlayacak.

Disiplinlerarası ve Hibrit Bir Bilgi Paylaşım Ortamı

Hibrit formatta düzenlenecek olan konferans, “şehirlerde, şehirler için ve şehirlerin ekolojisi” teması etrafında şekillenecek. Disiplinlerarası ve disiplinlerötesi bir yaklaşımla, farklı ülkelerden ve farklı akademik alanlardan katılımcıların katkı sunması bekleniyor.

Katılımcılar, şehirlerin sürdürülebilirlik dönüşümündeki rolünü tartışacak, iyi uygulama örneklerini paylaşacak ve geleceğe yönelik stratejiler geliştirecek. Konferans, aynı zamanda genç araştırmacılar ve öğrenciler için de önemli bir öğrenme ve ağ kurma fırsatı sunacak.

Kayıt ve Detaylı Bilgi

Konferansa katılmak isteyenler, detaylı bilgi ve kayıt işlemleri için https://sureworldconference.com adresini ziyaret edebilir.

NPPES’te Bölgesel Güç Birlikleri ve Teknoloji İttifakı

Enerji dünyasının en prestijli etkinliklerinden biri olan 11. Nükleer Santraller Zirvesi – NPPES, İstanbul’da büyük bir katılımla gerçekleşti. Türkiye’nin nükleer enerji alanındaki stratejik kararlılığı ve bölgesel liderlik vizyonu, etkinlikte bir kez daha vurgulandı. Zirvede 275 yeni iş birliği kaydı alınarak rekor seviyeye ulaşıldı.

Nükleer enerjiye geçişte kararlılık vurgusu

Ankara Sanayi Odası (ASO) ve Nükleer Sanayi Derneği (NSD) iş birliğinde, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın destekleriyle hayata geçirilen NPPES, bu yıl 212 firma ve 1400’den fazla sektör temsilcisini ağırladı. Zirve, Türkiye’nin nükleer enerjiye geçiş sürecindeki sağlam duruşunu gözler önüne sererken, sektör paydaşlarına küresel iş birliği ve teknoloji transferi için eşsiz fırsatlar sundu.

Uluslararası katılım zirveye damga vurdu

Rusya, Çin, Güney Kore, Fransa, Almanya, İngiltere, Slovenya, Romanya ve Bulgaristan gibi nükleer güçte öncü ülkelerden gelen katılımcılar, zirveye küresel bir vizyon kattı. Etkinlik boyunca düzenlenen oturumlar, stant alanlarındaki teknoloji tanıtımları ve özel sunumlarla, nükleer enerjinin geleceği masaya yatırıldı.

Nükleer enerji ile sürdürülebilir kalkınmaya katkı

ASO Başkanı Seyit Ardıç, konuşmasında “Nükleer enerji, sıfır karbon hedeflerine ulaşmak, enerji güvenliğini sağlamak ve ekonomik bağımsızlığı güçlendirmek adına vazgeçilmez bir araçtır. Bu fuar, yerli sanayinin nükleer tedarik zincirinde daha etkin rol alması için en güçlü platformdur.” ifadelerini kullandı.

Türkiye’nin nükleer vizyonu bölgeye yön veriyor

Nükleer Sanayi Derneği Başkanı Alikaan Çiftçi ise, Türkiye’nin yalnızca Akkuyu değil, Trakya ve Sinop gibi yeni projelerle çok kutuplu bir nükleer enerji altyapısı kurduğunu vurguladı. Zirvede, küçük modüler reaktörler (SMR) teknolojisinin 2030 yılına kadar enerji portföyüne dâhil edilmesi hedefi de duyuruldu.

Stratejik iş birlikleri: Bulgaristan ve Fransa ile imzalar atıldı

Zirve kapsamında BULATOM (Bulgar Atom Forumu) ile NSD arasında iyi niyet protokolü imzalanırken, Türkiye merkezli ThorAtom firması ile Fransız NAAREA şirketi, ergimiş tuz reaktör teknolojisinin ortak geliştirilmesi için iş birliğine gitti. Bu adımlar, Türkiye’nin dördüncü nesil reaktör teknolojilerine yönelik küresel ar-ge ekosistemine aktif katılımını da tescilledi.

Nükleer dönüşümde 2030 hedefleri

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Nükleer Enerji ve Uluslararası Projeler Genel Müdür Vekili Salih Sarı, Türkiye’nin enerji karmasını nükleer ile çeşitlendirme hedefini hatırlatarak şu mesajı verdi: “Sinop ve Trakya projeleri için uluslararası anlaşmaları 2024 yılı sonunda tamamlamayı hedefliyoruz. 2030’a kadar SMR’ların Türkiye enerji sisteminde yerini alması için çalışmalarımız sürüyor.”

Geleceğin teknolojileri ve insan kaynağı bir arada

İki gün süren NPPES boyunca düzenlenen oturumlarda altı panel ve dokuz özel sunum yapıldı. Nükleer enerjiye dair güncel teknolojiler, güvenlik standartları, insan kaynağı geliştirme stratejileri ve sektörel regülasyonlar tüm yönleriyle ele alındı.


Türkiye’nin NPPES Zirvesi ile verdiği mesaj net:

Geleceğin enerjisi olan nükleerde sadece tüketici değil, üretici ve yönlendirici bir ülke olma yolunda kararlı adımlarla ilerliyoruz. Hem enerji bağımsızlığı hem de bölgesel iş birliği açısından stratejik bir dönemeçten geçerken, Türkiye bu alanda bölgesel bir model olmaya aday olduğunu kanıtlıyor.

Azerbaycan Üzerinden Şekillenen Bölgesel Dönüşüm

Son dönemde Güney Kafkasya ve çevresinde gelişen olaylar, sadece bölgesel güvenlik dinamiklerini değil, devletler arası ilişkilerde normların, kuralların ve güç ilişkilerinin yeniden şekillendiği daha derin bir dönüşümün habercisidir. Türkiye, Azerbaycan, Rusya, İsrail, Hindistan, Pakistan ve Çin arasında oluşan çok katmanlı ve karmaşık ilişkiler ağı, artık yalnızca askeri ittifaklar ya da ekonomik çıkarlarla açıklanamayacak ölçüde, karşılıklı tanıma, sınırların dokunulmazlığı, siyasi meşruiyet ve düzen kurucu ilkeler temelinde gelişmektedir.

Azerbaycan, bu dönüşümde merkezi konumdaki ülkelerden biridir. Türkiye ile geliştirdiği stratejik ortaklık, yalnızca bir kardeşlik söylemiyle değil, bölgesel düzen arayışına yönelik ortak bir vizyonla temellenmektedir. Bu ilişki, Karabağ Savaşı’ndan Zengezur Koridoruna, KKTC’ye verilen sembolik destekten Türk Devletleri Teşkilatı içindeki uyum politikasına kadar uzanan geniş bir alanı kapsamaktadır. Bu düzlemde Azerbaycan, normatif bir düzenin taşıyıcısı gibi hareket etmektedir: egemenliğe saygı, sınır güvenliği, kültürel yakınlık ve dayanışmacı birliktelik, dış politikasının temel yapıtaşlarını oluşturmaktadır.

Buna karşılık Rusya, geleneksel güç merkezi olma iddiasını kaybetmemek adına çevresindeki devletlerin kendi başlarına düzen kurucu pozisyonlara yükselmesini tehdit olarak algılamaktadır. Güncel bir örnek olarak Yekaterinburg’da Azerbaycan diasporasının önemli bir isminin gözaltına alınması, yalnızca iç güvenlikle ilgili değil, dış etki alanlarını sınırlama refleksinin bir sonucudur. Benzer şekilde, Azerbaycan’ın Sputnik ofisine düzenlediği operasyon, yalnızca bir medya hamlesi değil, dış müdahaleye karşı egemenliği savunma iradesidir. Bu gelişmeler, bölgesel düzenin nasıl kurulacağına dair iki farklı yaklaşımın çatışmasını temsil eder: biri güç merkezli ve denetleyici bir düzeni savunurken, diğeri egemen eşitlik ve karşılıklı meşruiyeti esas alır.

İsrail’in bu denkleme dahil oluşu ise daha karmaşık ve çelişkili bir yapı arz etmektedir. Bir yandan Gazze’de yürüttüğü yıkıcı askeri operasyonlar ve sivilleri hedef alan uygulamaları nedeniyle küresel sistemde “soykırım” suçlamalarıyla karşı karşıya kalmakta, uluslararası hukuk ve insan hakları normları bakımından derin bir meşruiyet krizi yaşamaktadır. Diğer yandan ise Azerbaycan gibi laik, seküler ve Batı ile dengeli ilişkiler kurma eğilimindeki bir devlette savunma sanayi ve istihbarat alanlarında ilişkiler geliştirmektedir. Bu ilişki, bölgedeki çıkar temelli ittifakların, ahlaki ve normatif değerlere değil, büyük ölçüde güvenlik kaygıları ve teknolojik bağımlılıklar üzerine kurulduğunu göstermektedir. İsrail, bu yapıda yüksek teknolojili savunma gücüyle düzen sağlayıcı gibi görünse de, uluslararası etik normları ihlal eden politikalarını perdeleyen bir işlevsellik üretmekte; bu da onu hem işlevsel hem de tartışmalı bir aktör hâline getirmektedir.

Çin ise bu gelişmeleri yakından izleyen ama doğrudan müdahil olmayan bir aktördür. Enerji geçiş hatları, altyapı yatırımları ve Kuşak-Yol güzergâhı gibi stratejik hedefler doğrultusunda Azerbaycan’ın istikrarını koruması Çin açısından kritik önemdedir. Bu nedenle Çin ne Rusya gibi müdahaleci ne de Türkiye gibi açık destekleyici bir rol oynar. Onun tercihi, sessizce genişleyen ama çatışmadan kaçınan bir nüfuzdur. Bu tutum, bölgesel düzenin yıkılmasından çok, onun ekonomik olarak şekillendirilmesine yönelik bir anlayışı temsil eder.

Hindistan, Güney Kafkasya’da doğrudan bir jeopolitik aktör olmamakla birlikte, bölgedeki güç dengelerini Pakistan merkezli güvenlik perspektifiyle izlemekte ve buna uygun pozisyonlar almaktadır. Özellikle Türkiye ile Azerbaycan arasındaki yakın askeri ve siyasi işbirliğinin, Pakistan-Azerbaycan-Türkiye ekseni biçiminde güç kazanması, Hindistan açısından stratejik bir dikkat alanı oluşturmuştur. Bu nedenle Hindistan, bu ekseni dengelemek amacıyla son dönemde Ermenistan ile ilişkilerini hızla derinleştirmiş, bu kapsamda silah ve savunma ekipmanı desteğinde bulunmuştur. Erivan’a yapılan bu askeri yardımlar, yalnızca sembolik değil, Azerbaycan’a karşı caydırıcı kapasite oluşturmayı hedefleyen pratik adımlar olarak değerlendirilmelidir.

Pakistan ise bölgesel dönüşümün içinde doğrudan görünmeyen ancak stratejik olarak konumlanan önemli aktörlerden biridir. Azerbaycan ile son yıllarda artan askeri ve diplomatik yakınlık, özellikle Karabağ Savaşı sonrası net bir dayanışma görüntüsüne dönüşmüş; Pakistan, Ermenistan’ı tanımayan az sayıdaki ülkeden biri olarak Azerbaycan’ın yanında konumlanmıştır. Bu yakınlık, Türkiye ile birlikte kurulan üçlü eksenin (Türkiye–Azerbaycan–Pakistan) hem güvenlik iş birliği hem de ortak diplomatik duruş üretme kapasitesini artırmıştır. Pakistan açısından bu eksen, yalnızca Kafkasya’ya açılmak değil, aynı zamanda Keşmir meselesinde uluslararası destek bulmak adına da önemlidir. Öte yandan, Pakistan’ın Hindistan karşısında izlediği dış politika doğrultusunda Azerbaycan’la ortak tatbikatlar, savunma sanayi iş birlikleri ve diplomatik koordinasyon, bölgesel düzenin şekillenmesinde etkisi zamanla artan, sessiz fakat güçlü bir hat oluşturmaktadır.

Tüm bu gelişmelerin merkezinde ise Türkiye’nin konumu dikkat çekicidir. Türkiye hem Azerbaycan’la kurduğu stratejik ortaklık hem KKTC’ye verdiği diplomatik destek hem de İsrail’e karşı kontrollü ve ihtiyatlı ilişki ile bölgede değer ve çıkarları dengeleme becerisine sahip az sayıdaki aktörden biridir. Bu denge siyaseti, Türkiye’yi yalnızca askeri ya da ekonomik bir güç olmaktan çıkararak, kurucu normlar ve bölgesel düzen inşasında merkezî bir aktör konumuna taşımaktadır. Ortadoğu’dan Güney Kafkasya’ya, Orta Asya’dan Doğu Akdeniz’e uzanan bu çok boyutlu diplomatik ağ, Türkiye’nin adeta yeni bir Sadabat Paktı ruhuyla hareket ettiğini göstermektedir. 1937’de Türkiye’nin öncülüğünde İran, Irak ve Afganistan arasında imzalanan Sadabat Paktı, nasıl ki dönemin karmaşık güvenlik ortamında bölgesel istikrarı hedefleyen çok taraflı bir dayanışma vizyonuysa, bugün Türkiye’nin Azerbaycan, Pakistan ile geliştirdiği ilişkiler de jeopolitik gerçekliklerle uyumlu, çok eksenli ve dengeleyici bir düzen tahayyülünün güncel versiyonu olarak okunabilir.

Gelinen noktada, Güney Kafkasya’dan Doğu Akdeniz’e, Orta Asya’dan Ortadoğu’ya ve Kuzey Afrika’ya uzanan geniş bir coğrafyada, yani Afro-Avrasya havzası genelinde, yeni bir siyasal düzenin doğuşu gözlenmektedir. Bu düzen yalnızca güç dengeleriyle değil, aynı zamanda hangi normların geçerli olacağı, hangi aktörlerin tanınacağı ve hangi işbirliği modellerinin sürdürülebilir olduğu soruları etrafında şekillenmektedir. Siyasal, diplomatik ve ekonomik sınırlar giderek daha geçirgen hâle gelirken, Afro-Avrasya’nın merkezî ekseni haline gelen Türkiye–Azerbaycan hattı başta olmak üzere birçok bölgesel denklem yeniden inşa edilmektedir. Bu dönüşüm, sadece bölge ülkeleri için değil, uluslararası sistemin bütünü açısından da yeni bir düzen mimarisine yön verme potansiyeli taşımaktadır.

Yazar Hakkında

Doç. Dr. Hakan Arıdemir, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Uluslararası Hukuk, Bölgesel Deniz Jeopolitiği Meseleleri ve Uluslararası Deniz Hukuku alanında çalışmalarını sürdürmektedir. Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucu başkanı olan Doç. Dr. Arıdemir, ulusal ve uluslararası düzeyde birçok akademik projeye, çalıştaya ve yayın faaliyetlerine öncülük etmektedir. Türkiye’nin Afro-Avrasya vizyonu ve Türk dünyası stratejileri üzerine derinlemesine analizler üretmektedir.

Türkiye’nin İhracat Devleri Arasında STAR Rafineri Farkı

Türkiye’nin en büyük doğrudan dış yatırımcısı SOCAR Türkiye’nin grup şirketlerinden STAR Rafineri, 2024 yılında gösterdiği üstün performansla Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) açıkladığı “2024 İhracat Şampiyonları” listesinde 5. sırada yer aldı.

Haliç Kongre Merkezi’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla düzenlenen törende, Türkiye’nin ihracat gücüne yön veren ilk 10 firma ödüllerini aldı. STAR Rafineri’nin ödülü, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından SOCAR Başkan Yardımcısı Zaur Gurbanov’a takdim edildi.

Türkiye’nin Enerji Devi Küresel Sahada da Parlıyor

SOCAR Türkiye, sadece enerji sektöründe değil, aynı zamanda Türkiye’nin dış ticaret hacmine sağladığı katkıyla da göz dolduruyor. STAR Rafineri’nin ihracatta ilk 5’e girmesi, SOCAR’ın Türkiye’deki yatırımlarının stratejik önemini bir kez daha gözler önüne serdi.

Enerji ve petrokimya alanında Türkiye’nin en büyük entegre endüstri grubu olan SOCAR Türkiye, STAR Rafineri aracılığıyla sadece Türkiye ekonomisine değil, bölgesel enerji arz güvenliğine ve küresel ticaret zincirine de katkı sağlıyor.

SOCAR Türkiye’den İstikrarlı Büyüme Vurgusu

Ödül töreninde konuşan SOCAR Türkiye yetkilileri, Azerbaycan ve Türkiye arasındaki kardeşlik bağının ekonomik alanda da somut başarılarla büyüdüğünü vurguladı. SOCAR Başkan Yardımcısı Zaur Gurbanov, “Bu ödül, sadece SOCAR’ın değil, iki kardeş ülke arasındaki güçlü ekonomik iş birliğinin sembolüdür. Türkiye’ye duyduğumuz güvenle yatırımlarımıza hız kesmeden devam edeceğiz.” ifadelerini kullandı.

Türkiye ve Azerbaycan Ekonomisine Çift Yönlü Katkı

SOCAR Türkiye’nin güçlü altyapısı ve yatırımları, hem Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılıyor hem de ihracat potansiyelini büyütüyor. STAR Rafineri’nin elde ettiği bu başarı, rafinerinin üretim kalitesi, kapasitesi ve global pazarlardaki rekabet gücünün somut bir göstergesi.

SOCAR Türkiye’den Geleceğe Güçlü Mesaj

SOCAR Türkiye, sadece bugünün değil, geleceğin enerji ve petrokimya devlerinden biri olma yolunda ilerliyor. Şirket, sürdürülebilirlik, dijitalleşme ve enerji dönüşümü hedefleriyle hem Türkiye’ye hem Azerbaycan’a katma değer sağlamaya devam ediyor.

STAR Rafineri’nin ihracatta ilk 5’e girmesi, yalnızca ekonomik bir başarı değil; aynı zamanda Türkiye’nin dış yatırım politikaları, sanayi altyapısı ve enerji stratejileri açısından da büyük bir kazanım.

Ekonomi ve İstihdamda Büyük Katkı

SOCAR Türkiye, STAR Rafineri ile doğrudan ve dolaylı binlerce kişiye istihdam sağlıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin cari açığının azaltılmasına yönelik en güçlü sanayi yatırımlarından biri olarak konumlanıyor.

Aksa Enerji ve Africa Finance Corporation Güçlerini Birleştirdi

Küresel enerji yatırımlarında adından sıkça söz ettiren Aksa Enerji, Afrika kıtasındaki enerji açığını kapatmaya yönelik stratejik adımlarına bir yenisini daha ekledi. Türkiye ve Afrika arasında köprü görevi gören iş birliklerinin en somut örneklerinden biri, Africa Finance Corporation (AFC) ile imzalanan 150 milyon ABD Doları tutarındaki finansman anlaşması oldu.

Enerji arz güvenliğinin, sürdürülebilir kalkınmanın ve teknolojik dönüşümün merkezinde konumlanan bu iş birliği, Afrika’nın enerji geleceğinde bir dönüm noktası niteliğinde. Anlaşma, Türkiye-Afrika Günü etkinlikleri kapsamında, Aksa Enerji Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Cemil Kazancı ile AFC Başkanı Samaila Zubairu tarafından imzalandı.

Afrika’nın Enerji Geleceğine Türk İmzası

Anlaşmaya göre, AFC tarafından sağlanacak olan 150 milyon dolarlık finansman, Afrika kıtasındaki doğal gaz temelli enerji santrali projelerinde kullanılacak. Bu finansman yalnızca enerji üretimini değil; aynı zamanda istihdamı, altyapıyı ve kıtanın ekonomik kalkınmasını da destekleyecek.

Cemil Kazancı: “Sadece Elektrik Üretmiyoruz, Gelecek İnşa Ediyoruz”

İmza töreninde konuşan Cemil Kazancı şu ifadeleri kullandı:

“Bu anlaşma, Afrika’daki yatırımlarımızda yeni bir dönemin kapılarını aralıyor. 2030 Global Stratejimiz doğrultusunda yalnızca elektrik üretmekle kalmıyor; aynı zamanda Afrika’nın dört bir yanında güvenilir, sürdürülebilir ve modern enerji altyapıları inşa ediyoruz. Enerjiye erişim, sadece bir hizmet değil, aynı zamanda kalkınmanın ve refahın temelidir. AFC ile kurduğumuz bu stratejik ortaklık sayesinde, Afrika’da enerji verimliliği daha sürdürülebilir, daha erişilebilir ve daha güvenli hale gelecek.”

Afrika Finans Kurumu’ndan Tam Destek

AFC Başkanı Samaila Zubairu da yaptığı açıklamada, Aksa Enerji’nin kıta genelindeki başarılarının ve sürdürülebilir yaklaşımının AFC için güçlü bir iş birliği fırsatı sunduğunu vurguladı.

“Afrika’nın kalkınması için enerji altyapısı olmazsa olmazdır. Aksa Enerji’nin tecrübesi ve vizyonu ile birlikte bu bölgede büyük fark yaratacağımıza inanıyoruz.” dedi.

Türkiye-Afrika Enerji İş Birliğinde Yeni Bir Dönem

Türkiye-Afrika Günü etkinliği, yalnızca bu anlaşmaya değil, aynı zamanda iki bölge arasında enerji, teknoloji, altyapı ve finans sektörlerinde daha geniş çaplı iş birliklerinin önünü açtı. Aksa Enerji’nin bu adımı, Türk enerji sektörünün küresel pazarlarda ne denli etkin ve güçlü bir oyuncu haline geldiğinin en somut göstergelerinden biri oldu.

Yatırımın Etkisi Büyük Olacak

Afrika’da binlerce kişiye doğrudan ve dolaylı istihdam sağlanacak.

Bölgedeki enerji açığı önemli ölçüde azalacak.

Yerel ekonomilere uzun vadeli sürdürülebilir katkı sunulacak.

Karbon ayak izi düşük, çevre dostu enerji projeleriyle Afrika’nın enerji dönüşümü hızlanacak.

Aksa Enerji’nin Afrika’daki Ayak İzi Büyüyor

Gine, Mali, Madagaskar, Kongo ve Senegal gibi ülkelerde hali hazırda aktif olan Aksa Enerji, bu yeni yatırımla birlikte kıta genelinde daha geniş bir coğrafyaya yayılarak Afrika’nın enerji dönüşümünde kilit oyunculardan biri haline gelecek.

Aksa Enerji ve AFC arasında imzalanan bu anlaşma, yalnızca bir finansal iş birliği değil; aynı zamanda enerjiye erişimin bir insan hakkı olduğu inancıyla atılan güçlü bir kalkınma adımıdır. Afrika’nın geleceğinde Türk mühendisliğinin, vizyonunun ve gücünün çok daha fazla yer alacağı artık kesin.

Ekonomide Gelir Paylaşımına Yeni Sistem Geliyor

0

İş insanı Yakup Türkal, geliştirdiği ve “Ekonomide Yaşam Hakkı” adını verdiği modeli, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) kamuoyuyla paylaştı. Ekonomik krizlere karşı hem Türkiye’de hem de dünyada uygulanabilecek bir çözüm sunduğunu vurgulayan Türkal, sistemin devlete hiçbir mali yük getirmeden gelir adaletini sağlayacağını açıkladı.

Program, akademisyenler, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, öğrenciler ve vatandaşların yoğun katılımıyla gerçekleşti. Açılış konuşmasını yapan ODTÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Anıl Çeçen, dünyada hem sosyalist hem kapitalist sistemin tıkandığını belirterek, “Dünya artık yeni bir ekonomik modele ihtiyaç duyuyor” dedi.

Yakup Türkal, kum saati maketiyle anlattığı sistemin, gelir transferini adil ve sürdürülebilir şekilde gerçekleştirdiğini belirtti. Sistemin temel finansman kaynağı, ekonomideki her işlemden ve gelirden alınacak %1’lik kesinti olacak. Bu fonda toplanan gelir, “Vatandaş Kart” aracılığıyla tüm bireylere eşit şekilde aktarılacak.

Türkal, “Bu kart, vatandaşın yaşam hakkını temsil edecek. Kartta biriken para biriktirilemeyecek; yani ekonomiye sürekli geri dönecek. Böylece tüketim ve üretim dengesi korunacak. Zengin daha fazla katkı yapacak, düşük gelirli ise daha az. Ama herkes insanca yaşamak için gerekli gelire ulaşacak.” dedi.

Türkal, sistemin temel amacını ise şu sözlerle özetledi:
“Devlete bir kuruş ek yük getirmeden sosyal refahı ve barışı sağlayacağız. İnsanların yoksulluk kuyruğunda beklemesine gerek kalmayacak. Bu model, ekonomik adaletsizliğe karşı bir devrim niteliğinde.”

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu ekonomik sorunları, tarihsel bir benzetmeyle anlatan Türkal, “Çanakkale ruhu” vurgusu yaparak, “Ülke olarak çok sert virajlardan geçiyoruz. Bu dönemlerde dayanışma, birlik ve fedakarlık en büyük ihtiyaç. Çanakkale’de nasıl birlikte direnildiyse, bugün de ekonomide aynı dayanışmayı göstermeliyiz. İktidarı, muhalefeti, işçisi, işvereni, herkes el ele vermeli.” dedi.

Türkal, sistemin özünde kadim Anadolu geleneği olan Ahilik anlayışının bulunduğunu belirterek, “Bu modelde sadece ekonomi yok; içinde huzur, hoşgörü, sosyal adalet ve güven var. Ahilik sisteminde olduğu gibi, güçlü zayıfa sahip çıkacak. Bu, sadece bir ekonomik model değil, bir yaşam felsefesi.” dedi.

Türkal, konuşmasında eğitim sistemine de sert eleştiriler yönelterek, “Sanayinin ve ekonominin ihtiyacı olan meslek erbabı yetişmiyor. Üniversite yerine güçlü ve kaliteli meslek liseleri açmak gerekiyor. Ayrıca, devletin tekrar Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) kurması şart. Devlet üretimde yer almalı. Hem istihdam yaratmalı hem de piyasa denetiminde aktif rol oynamalı.” şeklinde konuştu.

Türkal, bu modelin sadece Türkiye için değil, gelir dağılımındaki bozulmanın tüm dünyada yol açtığı krizlere de çözüm olabileceğini söyledi. Türkal, “Bugün dünyanın dört bir yanında gelir uçurumu toplumsal çatışmaları körüklüyor. Bu sistem, evrensel düzeyde barışın ve ekonomik istikrarın teminatı olabilir” ifadelerini kullandı.

Almanya’nın En Sürdürülebilir Mahallesi Münih’te Kuruluyor

Münih’in kuzeybatısında sürdürülebilir kentsel dönüşüm adına hayata geçirilen Kirschgärten (Kiraz Bahçeleri) projesi, hem mimari hem de enerji altyapısıyla geleceğin iklim dostu şehir yaşamına örnek oluşturuyor. Emlak geliştirme firması ECKPFEILER Immobilien Group ile Münih’in kamu hizmetleri şirketi Stadtwerke München (SWM) iş birliğinde yürütülen proje, tamamen yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ısıtılıp soğutulacak, yeşil alanları, dijital altyapısı ve enerji verimliliğiyle Almanya’nın en sürdürülebilir mahallesi olmayı hedefliyor.

2027 yılı itibarıyla ilk sakinlerini karşılaması planlanan Kirschgärten, önceden asfaltla kaplı eski bir sanayi alanının dönüştürülmesiyle oluşturulacak. Toplamda yaklaşık 1.500 dairenin inşa edileceği mahalle, aynı zamanda 24.000 metrekarelik geniş bir kamusal parka, 400’den fazla ağaca ve doğa dostu yapı malzemelerine ev sahipliği yapacak. DGNB (Alman Sürdürülebilir Bina Konseyi) tarafından Platin Sertifika adayı olarak gösterilen bu mahalle, sürdürülebilir kentleşmenin Almanya’daki öncü örneklerinden biri olacak.

Projede en dikkat çekici unsurlardan biri, bölgenin tamamen yenilenebilir kaynaklarla ısıtılması ve soğutulması. Bu amaçla SWM tarafından geliştirilen sistem kapsamında, yer altı suyu kuyuları ve şebekesiyle bağlantılı ısı pompaları, binalara sıcak su ve ortam ısısı sağlarken yaz aylarında da doğal soğutma işlevi görecek. Bu sistemlerin ihtiyaç duyduğu enerji ise bina çatılarına kurulan fotovoltaik paneller ve bölgesel yeşil enerji kaynaklarından karşılanacak. SWM, aynı zamanda yerinde üretilecek elektriği mahalle sakinlerine “kiracı elektriği” modeliyle sunacak.

Projenin dijital altyapısı da sürdürülebilirlik hedeflerini destekleyecek şekilde kurgulandı. Enerji verimliliğini en üst düzeye çıkarmak amacıyla kurulan mahalle enerji yönetim sistemi, kullanıcı davranışlarını, hava durumu verilerini ve sistem performansını analiz ederek ısıtma ve soğutma süreçlerini dinamik olarak yönetecek.

Bu öncü proje, Almanya’nın “Verimli Isıtma Ağları İçin Federal Teşvik Programı” (BEW) kapsamında da destekleniyor. 30 Nisan 2025’te alınan finansman onayıyla proje aynı zamanda Avrupa Birliği’nin NextGenerationEU fonu tarafından da finanse edilmekte. Böylece Kirschgärten, sadece bir yerleşim alanı değil, aynı zamanda Avrupa’nın yeşil dönüşüm hedeflerine katkı sunan bir model bölgeye dönüşüyor.

SWM Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Florian Bieberbach, projeyle ilgili olarak “Elektrik ve ısının entegre edildiği bu konsept, Kirschgärten’in sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmasına büyük katkı sağladı. Bölge ısıtma ağı dışında da iklim dostu çözümler sunmak bizim için gurur verici” ifadelerini kullandı.

ECKPFEILER Teknik Direktörü Robert Harle ise, “Yenilikçi çözümler üretmek ve sürdürülebilirlikte çıtayı sürekli yükseltmek istiyoruz. SWM gibi vizyoner bir ortakla bu hedefe birlikte yürüyoruz” dedi.

Kirschgärten projesi, çevresel etkileri azaltırken yaşam kalitesini artıran yeni nesil mahalle tasarımının güçlü bir temsilcisi olarak öne çıkıyor. Yerel üretim, yerinde tüketim ve dijital kontrolle bütünleşen bu model, geleceğin şehirlerinde uygulanacak sürdürülebilir yaşam vizyonuna ışık tutuyor.

Enerji Verimliliğinde Petlas’tan Rekor Tasarruf

Türkiye’nin yerli lastik devi Petlas, sürdürülebilirlik odaklı stratejileriyle çevresel etkisini azaltmaya yönelik önemli adımlar atmaya devam ediyor. 2024 yılı verilerine göre şirket, toplam sera gazı emisyonlarını bir önceki yıla göre %16,4 oranında düşürmeyi başardı. Böylece son iki yıldaki toplam azalma %28,1’e ulaştı.

2030 Hedefi: %58 Emisyon Azaltımı

Petlas, 2030 yılına kadar karbon emisyonlarında %58 oranında azalma hedefliyor. Bu hedef doğrultusunda enerji tasarrufu, atık su geri kazanımı ve yenilenebilir enerji yatırımları gibi pek çok alanda projeler yürütülüyor. 2025 yılı hedefi olan 489.907 tonluk emisyon sınırı için şirket şimdiden önemli bir eşiği geçmiş durumda.

Güneş Enerjisiyle Dönüşüm

2024 yılında devreye alınan 330 bin metrekarelik üretim alanı üzerindeki 27 MW kurulu güce sahip güneş enerjisi santrali (GES) ile Petlas, elektrik ihtiyacının %20’sini kendi üretiminden karşılamaya başladı. Bu tesis, tek çatı altında en fazla güneş paneline sahip lastik üretim tesisi olma unvanını da taşıyor.

Atık Su Arıtma Tesisi Yolda

Ağustos 2025’te devreye alınması planlanan yeni atık su arıtma ve saf su geri dönüşüm projesi ile yılda 500.000 ton atık su yeniden kullanıma kazandırılacak. Bu sistem, hem çevresel sürdürülebilirlik hem de kaynak yönetimi açısından örnek niteliğinde olacak.

Enerji Verimliliği Projesi ile 3.800 Ton CO₂ Azalımı

Petlas’ın 2024’te hayata geçirdiği Enerji Verimliliği Artırıcı Proje (EVD) kapsamında yılda 4.2 milyon kWh enerji tasarrufu sağlandı. Bu da yılda 3.800 ton karbon emisyonunun önlenmesi anlamına geliyor.

“Sürdürülebilirlik Bir Seçenek Değil, Zorunluluk”

Petlas Kurumsal İletişim ve Pazarlama Müdürü Esra Ertuğrul Boran, markanın çevresel vizyonunu şu sözlerle özetledi:

“Sürdürülebilirlik bizim için bir hedef değil, tüm iş yapış şeklimizin temeli. Doğal kaynakları korumak ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak adına attığımız her adım, bize sorumluluğumuzu yeniden hatırlatıyor. 2030 hedefimize kararlılıkla ilerliyoruz.”

Petlas, sadece üretim değil sosyal ve çevresel sorumluluk alanlarında da öncü rolünü sürdürüyor. Şirketin attığı her adım, Türkiye sanayisinin yeşil dönüşümünde güçlü bir örnek teşkil ediyor.

Türkiye Endonezya İlişkilerine Ekonomik ve Enerji Politik Bakış

Günümüzde, Türkiye ile Endonezya arasındaki ilişkilerin hayli ileri boyutlara evrildiği gözlemlenmektedir. Özellikle içinde bulunduğumuz 2025 yılı içinde ilgili diplomatik görüşmelerin hayli yoğunluk kazanmış olduğu dikkat çekmektedir.

Şöyle ki; Şubat 2025 başında Türkiye Cumhurbaşkanının Endonezya’yı ziyaret etmesi ve enerji konusu da dahil olmak üzere birçok alanda işbirliği mutabakatlarının imzalanması ile yılın ilk teması sağlanmıştır. Nisan 2025’te de Endonezya Devlet Başkanı, Türkiye’ye iade-i ziyarette bulunmuş ve yine anlaşmaların imzalanmasıyla ilişkiler daha da ileri seviyelere taşınmıştır. Son olarak ise Haziran 2025’te Endonezya’da, Türkiye’nin geliştirdiği milli muharip uçak olan KAAN’a ilişkin olarak 48 adetinin Endonezya’ya ihracı konusunda önemli bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmanın, aynı zamanda Türkiye’den Endonezya’ya havacılık alanında teknoloji transferini de kapsadığı ifade edilmektedir.

Bilindiği üzere KAAN, Türkiye’nin milli bağlamda ürettiği “5. Nesil Muharip Uçağı” olup yüksek manevra kabiliyeti, düşük görünürlük, sensör füzyonu, hava-hava ve havadan yere hakimiyet özellikleri ile ileri teknoloji ürünü bir savaş uçağı niteliği taşımaktadır. 21 Şubat 2024 tarihinde ilk uçuşunu, 6 Mayıs 2024’te ise ikinci test uçuşunu başarı ile gerçekleştirmiştir.  2028 yılına kadar 20 adet KAAN Muharip Uçağının Türk Hava Kuvvetleri envanterine girmesi planlanmaktadır. 

Hal böyleyken, KAAN muharip uçağının ilk uçuşundan itibaren 1,5 yıl geçmeden Endonezya ile böylesi kapsamlı bir anlaşmanın imzalanması iki ülke arasındaki ilişkilerin derinliğini göstermektedir denebilir. Gerçekte, Endonezya ve Türkiye arasındaki ilişkiler hayli eskilere dayanmaktadır.

Bu bağlamda Endonezya ile Türkiye arasındaki ilişkiler, tarihi bağlar ve stratejik ortaklık temelinde şekillenmiştir. İki ülke için söz konusu diplomatik ilişkilerin geçmişi 1950’li yıllara kadar dayanmaktadır. Türkiye’nin Cakarta Büyükelçiliği 1957 yılında faaliyete geçmiştir. 2011 yılından itibaren ise ülkeler arasında imzalanan bildiriyle ilişkiler stratejik ortaklık seviyesine çıkarılmıştır. Bu bağlamda olmak üzere Endonezya ile Türkiye ilişkileri “Dost Ülke” kapsamında olup bu ülkeyle Türkiye arasında farklı açılardan ileri derecede yakınlık tesis edilmiş bulunmaktadır. Nitekim, Türkiye ve Endonezya, BM, İslam İşbirliği Teşkilatı, G20,           D-8 ve MIKTA gibi çok taraflı platformlarda iş birliğini de sürdürmektedir.

İmzalanan son anlaşmalarla sadece ekonomik değil enerji konusunda da ileri işbirliği konusunda mutabakata varılmış bulunmaktadır. Ancak, öncelikle Endonezya’yı daha yakından tanımak yerinde olacaktır.

Endonezya

Endonezya, 2 Milyon km2 yüzölçümü üzerinde 280 Milyon mertebesinde bir nüfusa sahip olan dünyanın en kalabalık 4. ülkesi ve aynı zamanda en kalabalık Müslüman ülkesi durumundadır.  Müslümanlar (% 87 gibi) çok önemli bir çoğunluğa sahip olmakla beraber ülkede Hıristiyan, Budist, Hindu vb. gibi dinlere mensup nüfus da bulunmaktadır. Bu bağlamda tahmin edilebileceği üzere, ülkede çoğu yerli halk grupları olan farklı etnisite yapıları da bulunmaktadır.

Bir adalar ülkesi olan Endonezya, yaklaşık 17 bin adadan oluşmakta olup bu adaların en büyükleri; Sumatra, Cava, Sulavesi ile kısmen Borneo ve kısmen Yeni Gine olmaktadır. Endonezya’nın nüfusunun yarıdan fazlasının üzerinde yaşadığı, dünyanın en kalabalık adası olan Cava adasında ülkenin başkenti Cakarta da yer almaktadır (Şekil 1).

Şekil 1 Endonezya

İnsanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biri olarak kabul edilen bu bölge, dünyanın stratejik deniz yollarından birinin üzerinde olması nedeniyle hayli uzun bir süredir ileri ölçüde önem taşıyan bir konuma sahip bulunmaktadır.

M.S. 7. ve 8. yüzyıllarda Budistlerin etkin olduğu bölgede 13. Yüzyılda Müslümanlığın yayıldığı görülmüştür. 1511’de Portekiz’in Malakka bölgesini işgal etmesini takiben İspanya, Hollanda ve İngilizler bölgeyi istilâ etmişler ve sömürgeleştirmişlerdir. 20. Yüzyılda Hollanda’ya karşı başlayan mücadele, II. Dünya savaşı sonrasında hızlanmış ve 1950 yılında Endonezya Cumhuriyeti adıyla bir devlet kurulmuştur. 1962 yılında Yeni Gine’nin batısının da kurtarılmasıyla ülkenin sınırları önemli ölçüde betimlenmiştir.  

Endonezya’nın Ekonomik ve Enerji Politik Önemi

Endonezya Güneydoğu Asya’nın en büyük ekonomisi olarak görülmektedir. G-20 üyesi olan ülke, yükselen piyasa ekonomilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda, kişi başı gelirin 15 bin USD üzerinde olduğu ve 1 trilyon doları aşan milli geliri ile dünyanın önde gelen ekonomilerinden biri durumundadır. Ülkede tarım, sanayi, turizm, imalat ve hizmet sektörleri gelişmiştir ve 130 milyona yaklaşan iş gücü ile önemli bir insan kaynağına sahip bulunmaktadır.

Önemli bir uluslararası ticaret oyuncusu olarak nitelenmektedir. İhracatında palm yağı, kömür ve elektronik ürünler öne çıkmaktadır. Bu bağlamda Endonezya, dinamik bir ekonomiye sahiptir denebilir. 

Yer altı ve yer üstü zenginlikleri açısından hayli zengin bir ülkedir. Çeşitli madenleri mevcut olup kalay, petrol, doğalgaz, kömür, boksit, manganez, altın ve gümüş yatakları dünya rezervleri arasında önemli yer işgal etmektedir. İlaveten nikel, bakır ve iyot ile tuz da zenginlikleri arasındadır.

Enerji politik açıdan doğal gaz rezervleri önemlidir. Borneo Adasının doğusunda yer alan Doğu Kalimantan (Şekil 1) açıklarında 140 Milyar m3, yine Doğu Kalimantan’daki Mahakam mevkiinde 60 Milyar m3’ün üzerinde rezervi bulunduğu bilinmektedir. Son olarak keşfedilen Sumatra’nın kuzeyindeki Andaman Denizi bölgesinde (Şekil 1) 2 Trilyon m3’den fazla doğal gaz rezervi olduğundan bahsedilmektedir.

Endonezya Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra 2016 yılına kadar ülke, dünyanın petrol ihracatçısı ülkeleri arasındayken (21. Yüzyılda petrol üretiminin düşmeye başlaması ve iç tüketimin de artmasıyla) günümüzde (net değerlendirme bağlamında) petrol ithalatçısı ülke haline gelmiş bulunmaktadır. 

Endonezya ayrıca (2016 yılı itibariyle) 24.910 milyon ton kanıtlanmış kömür rezervi ile dünyanın en büyük kömür üreticileri arasında yer almaktadır. Aynı zamanda dünyanın en büyük kömür ihracatçılarından biri durumundadır. Bu bağlamda kömür santralları ülkede kullanılan önemli enerji santrallarıdır.

Bununla beraber, Endonezya, temiz enerjiye geçişi hızlandırmak için milyarlarca dolarlık anlaşmalara imza koymuş bulunmaktadır. Aynı zamanda 2050 yılına kadar tüm elektrik üretim sektörünü “Net Sıfır Karbon Emisyonu”na ulaştırmayı da hedeflemektedir.

Enerji politik açıdan Endonezya’nın sahip olduğu enerji kaynağı rezervleriyle birlikte sahip olduğu düşünülen rezerv potansiyelleri de önem arz etmektedir. Endonezya aynı zamanda LNG ihracatı açısından da önem taşıyan bir ülkedir.

Türkiye ile Endonezya arasında Enerji ve Doğal Kaynaklar Alanında da Mutabakat Zaptı imzalanmıştır. Bu hususun iki ülke ilişkilerini pekiştirici yönde etkisinin olacağı ifade edilmektedir.

Sonuç

Yukarıda açıklanan hususlar doğrultusunda, hayli uzun bir süredir diplomatik ilişkilerini sürdürmekte olan Türkiye ve Endonezya arasındaki işbirliği, 2025 yılı itibariyle daha da yoğunlaşmış ve imzalanan anlaşmalarla ileri seviyelere taşınmıştır.

Burada şunu belirtmek de yerinde olacaktır ki; Türkiye’nin mühendislik bağlamında ilk yerli ve milli haberleşme uydusu olan TÜRKSAT 6A’nın Nisan 2025 sonu itibariyle (Cumhurbaşkanı’nın katılımıyla yapılan bir törenle hizmete alınarak) görevine başlamış olması da Endonezya ile ilişkilerde olumlu rol oynayacak bir hususu oluşturmaktadır. Söz konusu bu uydunun etkileşim sahasının Güney ve Güneydoğu Asya olması ve Endonezya’yı da kapsamı alanına alıyor olması ilişkilerin daha da artmasına olanak sağlayabileceği söylenebilir.

Türkiye’nin enerji ticaretinin nispeten limitli olduğu Güney Asya ve Güneydoğu Asya ülkeleri ile ticaret, enerji konusuyla birlikte birçok konuda artabilecek ve iletişim bu bağlamda TÜRKSAT 6A’nın kullanımı ile daha kolay ve rahat sağlanabilecektir. Burada özellikle LNG ticareti önem kazanabilecektir denebilir.

Ayrıca, bu yıl başında Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Endonezya’yı ziyareti ve enerji konusu da dahil olmak üzere birçok alanda işbirliği mutabakatlarının imzalanması ve de Endonezya Devlet Başkanı’nın da Türkiye’ye Nisan 2025’te iade-i ziyarette bulunması ve yine Haziran 2025 başı itibariye Milli Muharip uçak KAAN ile ilgili anlaşmaların imzalanması ile TÜRKSAT 6A’nın devreye girmesinin zamanlamasının örtüşüyor olması da dikkat çekmektedir.

Fazla olarak 13 Haziran 2025’te İsrail’den İran’a başlatılan hava saldırıları nedeniyle İran’ın karşı bir hamle olarak Hürmüz Boğazı’nı kapatma veya geçişleri engelleme gibi bir riskin baş göstermesiyle Güneydoğu Asya bağlantılı LNG trafiği ve enerji ticaretinin (Körfez bölgesine göre) öne çıkması artık çok muhtemel bir gelişme olarak görülebilmektedir. Bu da, Endonezya ile olan ilişkilerin ehemmiyetini öne çıkaran bir unsur olabilecektir.  İlaveten Andaman Denizinde var olduğundan bahsedilen enerji rezervlerinde Türkiye’nin de etkinliğinin bu bağlamda sağlanabilmesi olasılıklar arasında düşünülebilir.

Öz olarak ifade edilmek istenirse; Türkiye için “Dost Ülke” nitelemesiyle anılan Endonezya ile imzalanan anlaşmalar ve gelişen konjüktürel durumlarla iki ülke arasındaki işbirliği ve mutabakatlar farklı alanlarda olduğu gibi enerji konusunda da yeni ufukların açılması ve ilgili ticaretin ve ilgili faaliyetlerin artması beklenti doğrultusunda öngörülmektedir.

Şah Kartal için Trakya’da koruma projesi başladı

Kuşların göç yolları üzerinde bulunan Trakya, leylekler ve nesli tükenme tehlikesi altındaki Şah Kartallar için örnek bir doğa koruma projesine ev sahipliği yapıyor.

Tarım ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) 1. Bölge Müdürlüğü ile Trakya Elektrik Dağıtım A.Ş. (TREDAŞ) arasında imzalanan iş birliğiyle, “Trakya’nın Kuşlarını Halkalıyoruz” projesi Tekirdağ’ın Hayrabolu ilçesine bağlı Karakavak Köyü’nde tanıtıldı. Proje, göçmen kuşların halkalanarak izlenmesini, yaşam alanlarının korunmasını ve kamuoyunda farkındalık yaratılmasını hedefliyor.

Bilimsel Verilerle Kuşların Yolculuğu Takip Edilecek

Lansman etkinliğinde, halkalanan ilk leylekler ve Şah Kartallar, gökyüzüne umut oldu. Projenin ilk adımı olarak 100 leylek ve 15 Şah Kartal’ın halkalanması planlanıyor. Beş yıl içinde ise 500 leylek ve 100 Şah Kartal’ın halkalanması, 15 Şah Kartal ve 5 leyleğe GPS verici takılarak göç yollarının ve yaşam davranışlarının bilimsel olarak izlenmesi hedefleniyor.

Ekosistemin Sessiz Kahramanları Koruma Altında

Proje kapsamında koruma altına alınan Şah Kartal (Aquila heliaca), Türkiye’de nesli tehlike altında olan türler arasında. Trakya’da üreme gösteren bu yırtıcı kuş, tarım alanlarına yakın yuvalar kurarak hem ekosistemde denge unsuru oluyor hem de biyolojik çeşitliliğin göstergesi kabul ediliyor.

Leylekler ise, tarımsal alanlarda zararlı popülasyonları kontrol etmeleriyle biliniyor. Besin zincirindeki yerleri ve yuva davranışları, insanla doğa arasında önemli bir uyumun simgesi olarak görülüyor.

Yuva Kameraları, İzolasyon Önlemleri ve Toplumsal Katılım

Proje, sadece halkalamayla sınırlı değil. Yavruların üreme başarılarının izlenebilmesi için yuvalar canlı yayınla takip edilecek. Elektrik direklerine kurulan yuva platformları ve izolasyon sistemleriyle, kuş ölümlerinin önlenmesi hedefleniyor.

TREDAŞ Genel Müdürü Necati Ergin, “Doğa varsa biz de varız” vurgusuyla doğayla uyumlu çözümler geliştirdiklerini belirtti. Bugüne kadar 1000’e yakın leylek platformu kurduklarını ve kuş dostu enerji altyapısı oluşturduklarını söyledi.

DKMP 1. Bölge Müdürü Fahrettin Ulu ise, “Göç yolları, yaşam alanları ve tehditlerin bilimsel verilerle kayıt altına alınması sayesinde, etkili koruma stratejileri geliştirilecek. Bu sadece kuşlar için değil, tüm biyolojik çeşitlilik için büyük bir kazanım” dedi.

Farkındalık Sadece Doğaya Değil, Topluma da Katkı

Karakavak Köyü’ndeki etkinlik, yerel halkın yoğun ilgisiyle gerçekleşti. Katılımcılar halkalama çalışmalarını yerinde izleyerek doğa koruma faaliyetlerinin bir parçası oldu. Proje, doğa turizmi, kuş gözlemciliği ve çevre bilincinin geliştirilmesi açısından da önemli bir rol oynuyor.

Trakya’da Bir Umut Çemberi

“Trakya’nın Kuşlarını Halkalıyoruz” projesi, yalnızca nesli tehlike altında olan türleri korumakla kalmayıp, aynı zamanda doğayla insan arasında sürdürülebilir bir denge kurmayı amaçlıyor. Gökyüzünde kanat çırpan her bir kuş, bu iş birliğinin ve bilimin rehberliğinde atılan adımların birer tanığı olarak yaşamaya devam edecek.

Elektrikli Şarj Dönüşümüne Borusan EnBW Liderlik Ediyor

Borusan EnBW Enerji, elektrikli araç şarj altyapısında “Borusan EnBW Şarj – 5” ile devrim niteliğinde bir adım atıyor. Kolay, güvenli, güvenilir, hızlı ve sürdürülebilir bir şarj deneyimi sunmayı hedefleyen bu yeni girişim, Türkiye’nin e-mobilite dönüşümüne liderlik etmeye hazırlanıyor.

Sürdürülebilirlik ve İleri Teknoloji Bir Arada

“Borusan EnBW Şarj – 5”, Borusan EnBW Enerji’nin sürdürülebilirlik vizyonunu en son teknolojiyle harmanlayarak, kullanıcı odaklı bir yaklaşım benimsiyor. Türkiye genelinde kesintisiz ve konforlu bir mobilite deneyimi vaat eden 5, elektrikli araç sahiplerinin hayatını kolaylaştırmayı amaçlıyor.

İddialı Hedefler ve Büyük Yatırımlar

Şu anda 351 şarj noktasıyla hizmet veren 5, 2025 sonunda bu sayıyı 500’ün üzerine çıkarmayı hedefliyor. Daha da iddialı olarak, 2030 yılına kadar 3.000 şarj noktasına ulaşarak yaklaşık 10 Milyar TL’lik bir yatırım yapmayı planlıyor. Özellikle yüksek güçlü şarj alanında sektör lideri olma hedefiyle yola çıkan 5, bu alandaki çalışmalarını hız kesmeden sürdürüyor.

Güçlü Ortaklığın Getirdiği Liderlik

Borusan ve Alman ortağı EnBW’nin ortak girişimi olan Borusan EnBW Enerji, Türkiye’deki elektrikli araç sahiplerine yönelik kullanıcı dostu şarj çözümlerini hayata geçirmek için 5’i tanıttı. Enerji, mobilite ve teknoloji dünyasını bir araya getiren özel bir etkinlikte, 5’in vizyonu, hedefleri ve elektrikli araç kullanıcılarına sunacağı değerler detaylarıyla paylaşıldı.

Borusan EnBW Enerji Genel Müdürü Enis Amasyalı, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, ulaşım sektöründeki artan hareketliliğin karbon salımını artırdığını ve bu durumun elektrifikasyonu zorunlu kıldığını vurguladı. Amasyalı, Borusan’ın otomotiv alanındaki e-mobilite dönüşümüne öncülük etmesi ve EnBW’nin Almanya’daki 9 yıllık liderlik deneyiminin 5’i Türkiye’nin en iddialı şarj çözümü haline getirdiğini belirtti. Amasyalı’ya göre 5, sadece yüksek performanslı şarjın yeni adresi değil, aynı zamanda hareket halindeki yaşamı kolaylaştıran, güvenli, güvenilir, hızlı ve geleceğe odaklı sürdürülebilir bir tercih olacak.

Amasyalı ayrıca, e-mobilite alanındaki gerçek değişimin, elektrikli araç kullanıcılarının konforla hareket edebildiği bir ekosistemde başladığını ifade etti. Yenilikçiliği sadece teknolojiyle değil, kullanıcı deneyimini merkeze alan çözümlerle hayata geçirdiklerini ve büyüyen istasyon ağının yanı sıra Türkiye’nin lider şirketleriyle yapılan iş birlikleriyle de şarj deneyimini zenginleştirdiklerini ekledi.

Çevre Dostu ve Yenilenebilir Enerji Garantisi

5, sürdürülebilir enerji kaynaklarından yararlanarak her aşamada çevre dostu ve verimli hizmet sunmaya odaklanıyor. Borusan EnBW Enerji’nin %100 yenilenebilir enerji santrallerinden tedarik edilen Yenilenebilir Enerji Kaynak Garanti Belgesi (YEK-G) sertifikalarıyla elektrikli araç kullanıcılarının şarj işlemlerindeki karbon ayak izini sıfırlıyor.

5 Temel Üstünlük: Kolay, Güvenli, Güvenilir, Hızlı ve Sürdürülebilir

Kolay: 5, şarj noktalarını bulma ve erişme konusunda kullanıcılara kolaylık sağlayarak elektrikli araçla yolculukları basit ve sorunsuz hale getiriyor. Kullanıcı dostu arayüzler ve müşteri öncelikli süreçler sayesinde herkes 5’in hizmetlerine rahatlıkla erişebiliyor.

Güvenli: Borusan EnBW Enerji’nin yenilenebilir enerji tesisleri işletme deneyimine dayanarak geliştirilen 5, güvenli şarj altyapısı, veri gizliliği ve korumasıyla kullanıcılara güvenli bir şarj deneyimi sunuyor.

Güvenilir: Kullanıcıların elektrikli araç sürme keyfini doyasıya yaşamaları için güvenilir, duyarlı ve kesintisiz bir mobilite deneyimi vaat ediyor. En son teknoloji şarj üniteleri ve daimi açık şarj noktaları ile sorunsuz bir şarj deneyimi sağlıyor.

Hızlı: Yüksek güçlü şarj noktalarına odaklanan 5, kullanıcılara “hızlı” şarj deneyimi sunarak şarj molalarını optimize ediyor ve seyahatleri kesintisiz hale getiriyor. Bu sayede elektrikli araç sahiplerine sevdikleriyle daha fazla vakit geçirme imkanı sunuluyor.

Sürdürülebilir: Yenilenebilir enerji üretiminin sürdürülebilir doğası üzerine inşa edilen 5’in temelleri, güvenilir bir Türk-Alman ortaklığına dayanıyor. Yeni nesiller için gezegeni korurken daha yeşil bir gelecek sağlamak amacıyla her adımda çevre dostu çözümlere öncelik veriyor.