26.2 C
İstanbul
Salı, Temmuz 29, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 108

3M Türkiye, yerli girişimi destekliyor

3M Türkiye tarafından verilen 50 bin TL’lik ödülün sahibi olan Laska Enerji, kauçuk bazlı atıklardan termo-kimyasal yöntemle değerli hammaddeler ve elektrik enerjisi elde ediyor.Laska Enerji bu yöntemle ortalama 1 milyon ağacın bir yılda temizlediği Co2 kadar salımı engelleyecek.

3M Türkiye, Türkiye’nin girişimcilik ve inovasyon üssü İTÜ ARI Teknokent ile gerçekleştirdiği işbirliği çerçevesinde ödül ve yatırım kazanan girişimcilerin belirlendiği Big Bang’de, destek verdiği Laska Enerji firmasına ödülünü sundu. 29 Kasım’da gerçekleştirilen törende 3M Türkiye Pazarlama ve Satış Operasyonları Direktörü Burcu Şat’ın elinden 50 bin TL’lik ödül çekini alan Laska Enerji, kauçuk bazlı atıklardan termo-kimyasal yöntemle değerli hammaddeler ve elektrik enerjisi elde ediyor ve böylece karbon salımının azaltılmasına katkı sağlıyor.

29 Kasım’da gerçekleştirilen Big Bang’de Laska Enerji, 20 girişim arasında ilk 10’a girdi. Ödül töreninde konuşan 3M Türkiye Pazarlama ve Satış Operasyonları Direktörü Burcu Şat, şunları söyledi. “3M olarak yüz on yılı aşkın süredir yeni fikirler geliştiriyor ve bu fikirleri yenilikçi ürünlere dönüştürüyoruz. 3M’de büyümenin lokomotifini; 3M™ Bilimi. Hayatın Her Anında. yaklaşımı oluşturuyor.  3M’de bilimin, inovatif yaklaşımlarla insan yaşamını kolaylaştıracak çözümlere dönüştürülmesi işimizin temelidir. Geliştirdiğimiz her yeni ürünün temelinde “bilim” yatıyor ve inovasyon aslında bu bilim ve teknolojilerin iş alanlarımıza uygulanması olarak hayata geçiyor. İnovasyon, DNA’mızın kritik bir parçasını oluşturuyor. Desteklerimiz ile “bilim”i daha geniş kitlelere iletiyoruz.

İtalya’dan Kastamonu Entegre’ye ödül var

İtalya’ya şu ana dek 180 milyon USD tutarında yatırım yapan Kastamonu Entegre, İtalyan Ticaret Odası tarafından özel bir ödüle değer görüldü. Törende, Kastamonu Entegre CEO’su Haluk Yıldız’a ödülünü, İtalya İstanbul Başkonsolosu Elena Sgarbi takdim etti. Firma, ikinci etap tamamlandıktan sonra devreye girecek tesisleriyle İtalya’da %20 pazar payı hedefliyor. Geçtiğimiz yıl İtalya’nın üçüncü büyük yonga levha üreticisi Gruppo Trombini’yi satın alarak üretim haritasını genişleten Kastamonu Entegre, gerçekleştirdiği bu yatırımla birlikte “İtalya’daki En Büyük İki Türk Yatırımcı”dan biri oldu. Türkiye ve İtalya arasında ticari ve kültürel ilişkilerin gelişmesi için, 130 yılı aşkın süredir faaliyetlerini sürdüren İtalyan Ticaret Odası tarafından verilen ödül, Pera Palace’da İtalya İstanbul Başkonsolosu Elena Sgarbi, İtalyan Ticaret Odası Başkanı Livio Manzini ve eşi Giovanna Manzini, İtalyan Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyesi Demet Sabancı’nın ev sahipliğindeki gala gecesinde takdim edildi. Türkiye’nin sanayi ve ticaret odalarından üst düzey katılımın gerçekleştiği geceye, Hayat Holding İcra Kurulu Başkanı Avni Kiğılı, Kastamonu Entegre CEO’su Haluk Yıldız ve çok sayıda seçkin davetli katıldı.

“2019 yılında ihracat hedefimiz 180 milyon dolar!”

İhracat rakamlarıyla öne çıkan Kastamonu Entegre’nin, 2017 yılında 135 milyon dolar olarak gerçekleşen ihracat rakamları, bu yıl %33 artışla 180 milyon USD’a ulaştı. Yıldız, ihracat oranlarını her yıl %20’nin üzerinde arttırdıklarını ekledi: “İhracat hedeflerimizi her yıl üstlere taşıyoruz. 2019 yılında Türkiye’de yaptığımız üretimin %25-30’unu ihraç etmeyi; global olarak da toplam satış gelirlerimizin %60’ının yurtdışı operasyonlarından ve Türkiye’den ihracattan gelmesini hedefliyoruz.”

Uluslararası piyasada söz sahibiyiz

Bir süre önce kurduğu Nimaş AŞ ile madencilik sektöründe yeni bir soluk getiren Niziplioğlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Niziplioğlu, “Madenciliğin önündeki en büyük engel finansman sorunu. Altın başta olmak üzere bir dizi madenin rezerv tespitini yapıp uluslararası piyasaya açılacağız” dedi.

Türkiye’nin madencilik konusunda çok ciddi bir potansiyeli olduğunu belirten Niziplioğlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Niziplioğlu, “Türkiye’de madencilik sektörünün geliri yaklaşık 4,5 milyar dolar. Bunun 2 milyarı doğaltaş, diğer 2,5 milyar dolar ise tüm madenlerden elde edilen gelir” dedi.

Türkiye’de oran düşük

Söz konusu rakamların dünya ortalamasının gerisinde kaldığına işaret eden Niziplioğlu “Gelişmiş ülkelerde milli gelirin yüzde 8-10 aralığında. Ülkemizde ise bu oran yüzde 1 civarında. Yine ton başına üretime bakıldığında ise ABD’de 21 ton, AB’de 16 ton iken ülkemizde 4 ton seviyesinde. Sanayi için gerekli malları ülkemizdeki madenlerden çıkarmadığımız sürece dışa bağımlılıktan kurtulamayız, dış ticaret açığını düşürme istihdama ve ekonomiye katkısı tartışılmaz bir gerçektir” dedi.

30 milyar dolar lazım

Niziplioğlu konuya ilişkin değerlendirmesinin devamında “Madenciliğin önündeki en büyük engel firmaların finansmana erişimi… İhtiyaç olan 20-30 milyar dolarlık kaynağı bankalardan sağlamak mümkün değil. Kredilerin vadesinin kısalığı ve teminatların yüksekliği sektörü çıkmaza sokuyor. Düşünün bir altın madeninin çıkarma tesisi 40 milyon dolara, doğaltaş ocağının çıkarma aşaması için gerekli kaynak ise 3-5 milyon dolarlık bir kaynak gerektiriyor.” dedi.

İrfan Ülkü ve Nevzat Yalçıntaş unutulur mu?

0

Gazetemizin kuruluşunun 12.’ci yılında değişik sebeplerle birlikte olamadığımız Ogün ailesi mensuplarımızda var. Seçimlere gözlemci olarak katılmak için gittiği Azerbaycan’da geçirdiği kalp krizi sonucu hakkın rahmetine kavuşan gazetemiz yazarlarından İrfan Ülkü’yü rahmetle anıyoruz.

Onun Turan diyarı ile alakalı bizlere aktardığı tecrübesi ile yolumuza devam ediyoruz. Ayrıca yine hocaların hocası olan gazetemiz yazarlarından Nevzat Yalçıntaş’a Allahtan rahmet diliyoruz.

Hocamızın da bizlere, gazetemize ve ülkemize büyük katkıları olmuştur. Kendilerine teşekkür borcumuz var. Hepsini sevgi ve saygıyla anıyoruz.

Azerbaycan’da PKK cirit atıyor

Kardeş ve dost ülke Azerbaycan’da PKK sempatizanları cirit atıyor. Son seçimde bütün sandıklarda HDP’nin ikinci parti çıktığı ülkede PKK her geçen gün varlığını arttırıyor. Türk vatandaşları ve sivil toplum kuruluşları acil önlem istiyor.

Azerbaycan Türkiye yakınlaşması dünyada parmak ısırtıyor. Fakat kardeş ülkede Türkiye’ye karşı oluşan gizli bir terör yapılanmasından bahis ediliyor. Son seçimlerde HDP’nin tüm sandıklarda ikinci parti çıkması ‘ülkede neler oluyor’ sorularının sıkça sorulmasına neden oldu. Tarihi geçmişe sahip Bakü üniversitelerin bahçelerinde PKK istediği gibi örgütleniyor ve destekçileri rahatlıkla sloganlar atma cüretini gösterebiliyor. OGÜN Gazetesi, ülkede Türkiye güvenliğinin aleyhine gelişen durumu incelemek için Bakü sokaklarında araştırma yaptı. Devlet üniversitelerinin bahçelerine girdi ve iddiaları yerinde araştırdı. Herkesi şok edecek bilgilere ulaşan Ogün Gazetesi ülkede faaliyet gösteren Türk sivil toplum örgütleriyle de görüşmeler gerçekleştirdi. Hazar’ın kenarında kartopu gibi büyüyen PKK ve yeşertilen terör örgütü sempatisi için artık dur denilme zamanının geldiği ifade ediliyor. Türk Büyükelçiliğinin ve misyon şeflerinin gözlerinden kaçan bilgileri tüm gerçekliği ile sizler için araştırdık.

ÜNİVERSİTELERİN BAHÇELERİNDE PKK SLOGANLARI

Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Bakü Temsilciliği Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Yapar çarpıcı uyarılarda bulundu. Yapar, Türkiye’den üniversite okumak için Azerbaycan’a gelen gençlerin eczacılık ve doktorluk diploması almasının ardından nerelerde görev yaptıklarının araştırılmasının gerekli olduğunu ifade etti. Yapar, “Türkiye’de devlet hastanelerinde mi yoksa özel hastanelerde mi görev alıyorlar. Yada dağ kadrolarında mı görevlendiriliyorlar?” dedi.

OYLARDA HDP OYUNU

4 bin öğrencinin Türkiye’den gelerek Azerbaycan’da eğitim aldığını söyleyen Hüseyin Yapar şunları söyledi:  “Gelen öğrencilerin büyük bölümünün Güneydoğu illerinden olması dikkatlerden kaçmıyor. Eczacılık Fakültesi ve Tıp Fakültesinde okuyan öğrenciler burada eğitim aldıktan sonra diplomalarını alarak Azerbaycan’dan ayrılıyorlar. Son yıllarda tüm seçimlerde bazı sandıklardan neredeyse HDP’nin 1. Parti olarak çıkması bir planlı organizasyonun olduğu şeklinde vatandaşlarımız tarafından sık sık dillendiriliyor. Hatta burada okuyup tıp fakültesi diploması alan öğrenciler nerede görev yapıyor. Türkiye’de devlet hastanelerinde mi yoksa özel hastanelerde mi görev alıyorlar. Yada dağ kadrolarında mı görevlendiriliyorlar? Tabi Güneydoğu’dan veya başka bir bölgemizden buraya sadece okumak için gelen öğrencilerimizde var. Ama art niyetli bir organizasyon veya güç tarafından buraya gönderilen gençlerin olduğunu üniversite bahçesinde attıkları PKK sloganlarından anlıyoruz. Bu sorunları sekiz ay önce eğitim müşavirimize de bildirdik”

ÖĞRENCİLERİMİZ KONTROL ALTINA ALINMALI

Türkiye’den Azerbaycan’a gelen öğrencilerin kontrol altına alınarak, güvenli bir ortamda eğitim almalarını sağlamak için MÜSİAD Bakü olarak bir proje geliştirdiklerini açıklayan Hüseyin Yapar, “Öğrencilerimize barınma, sağlık ve yemek konusunda destek olabilmek için 24 saat havalimanında karşılama ve danışma birimi kurulması konusunda büyükelçilik eğitim müşavirliğine teklifimizi sunduk. Bu projenin hayata geçmesi ile eğitim için gelen çocuklarımıza destek olurken, art niyetli kişilerinde çirkin organizasyonlar kurmasına engel olacağımızı düşünüyoruz. Gence, Nahçıvan ve Bakü şehirlerine eğitim için gelen gençlerimizin kaderini terör örgütleri ile onların destekçilerinin ellerine bırakamayız. Otokontrollü şekilde burada eğitim gören gençlerimizin eğitimlerinin bitmesinin ardından nerede çalıştığını da takip edebilir ve gençlerimizin terör örgütlerinin ellerine düşmesine engel olabiliriz” şeklinde çarpıcı açıklamalarda bulundu.

SIZMALARI ENGELLEDİK

Terör örgütü ve şaibeli kişilerle ilişkileri olan kurum temsilcisi veya kişilerin MÜSİAD’a sızmak istediklerini söyleyen Murat Eroğlu, “Geçtiğimiz senenin şubat ayından itibaren MÜSİAD Bakü Temsilciliği olarak üye kabul etmeye başladık. Derneğimizin açılışını gerçekleştirdiğimizde bazı kesimler ile yakın ilişkide olan kişiler kendilerine sığınacak liman arıyorlardı ve o kişilerin üye olma tekliflerini kabul etmedik. Terör örgütleri ve şaibeli kişilerle bağlantısı olan kişileri bünyemize üye olarak almamak adına üye kabul çalışmalarımızı yavaş hareket stratejisi ile gerçekleştirdik. Birde sakıncalı kişiler olmamalarına rağmen iştigal ettiği sektörler nedeniyle bazı arkadaşlarımızı da derneğimize üye olarak kabul edemedik. Dernek olarak alkol, faiz gibi kırmızı çizgilerimizi her daim muhafaza etmek adına çok hassas davrandık” dedi.

HABER: OGÜN GAZETESİ

Gine Körfezi enerji denklemi

Atlas Okyanusu’nun güneybatısında kalan girintisi, Gine Körfezi olarak adlandırılmaktadır. Gine Körfezi yaklaşık 600 kilometre karelik bir alanı kaplamaktadır ve bölge çok zengin doğal kaynaklara sahiptir.  Körfez, Kuzeybatı Afrika’dan başlayarak; Senegal, Gambia, Gine Bissau, Gine Conakry, Sierra Leone, Liberya, Fildişi Sahilleri, Gana, Togo, Benin, Nijerya,  Kamerun, Ekvator Ginesi, Sao tome ve Principe, Gabon, Kongo, Demokratik Kongo ve Angola ülkelerinden oluşmaktadır. Gine Körfezi, deniz ticaretinde yoğun olarak kullanılan bir bölge olmasından dolayı birçok güvenlik sorununa sahiptir. Bunlardan bazıları, korsan faaliyetleri, petrol kaçakçılığı, kaçak avlanma, ilaç kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı, sigara kaçakçılığı, silah kaçakçılığı olarak sıralanabilir.

Dünya petrolünün yaklaşık %10’unu Afrika kıtasından sağlanmaktadır. Kıtada üretilen petrolün yarısı Gine Körfezi’nden, diğer yarısı ise Kuzey Afrika ülkelerinden elde edilmektedir. Bölgedeki tüm büyük petrol şirketleri Gine Körfezi’nde yer almaktadır. Gine Körfezi’nin küresel enerji arzındaki payı son 20 yılda giderek artmıştır.  Afrika kıtasında ispatlanmış petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık %86’sı bu bölgede toplanmıştır. Nijerya ve Angola bölgenin en büyük hidrokarbon rezervlerine sahip ülkeleridir. Nijerya’nın ülke gelirlerinin %80’inden fazlası, Angola’nın ise ülke gelirlerinin %80’i hidrokarbon kaynaklarından elde edilmektedir. Ayrıca körfez enerji tüketicisi olan ülkelerin enerji kaynakları ithalatında oldukça önemli bir hisseye sahiptir. Bu yüzden küresel düzeyde politika üreten güçlerin bölgeye ilgisi her geçen gün artmaktadır.

Avrupa Birliği Konseyi, 17 Mart 2014’te yayınladığı “Avrupa Birliği Gine Körfezi Strateji Belgesi”nde bölgenin Avrupa Birliği’nin petrol ithalatındaki payının %10, doğalgaz ithalatındaki payının ise %4 olduğunu belirtmiştir. Özellikle Ukrayna kriziyle başlayan Avrupa Birliği’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığının sorgulanması Avrupa Birliği’nin ilgisini bu bölgeye çekmektedir.  Avrupa Birliği 2013’te ilan ettiği Gine Körfezi’nde Kritik Deniz Yolları Programı ile bölge ülkelerine eğitim desteği vermiş ve istihbarat paylaşım ağı kurmak suretiyle bölge güvenliğine katkı sağlamayı hedeflemiştir.

Çin için bölge önemli bir tedarik sahasıdır. Çin petrol ithalatının %19’unu Gine Körfezi’nden yapmaktadır. Ayrıca Çin’in devlet destekli şirketlerinin bölgedeki hidrokarbon yataklarına yaptığı yatırımlar, Çin’in bölge ülkeleri ile olan ikili ilişkilerini artırmaktadır. 

ABD’ye baktığımızda, ABD’nin son yıllarda enerji kaynaklarında dışa bağımlılığı azaltma çabaları nedeniyle Gine Körfezi’nden yaptığı hidrokarbon ithalatı azalmıştır. Buna rağmen ABD’nin ithalatı Basra Körfezi’nden yaptığı ithalatın neredeyse iki katıdır ve bu oran ABD petrol ithalatının %15’ine tekabül etmektedir. ABD’nin, Chevron, Exxon Mobil gibi şirketlerinin bölgedeki hidrokarbon yataklarındaki faaliyetleri nedeniyle ABD bölgedeki istikrarın sağlanması için çaba harcamaktadır. 2012 yılında ABD öncülüğünde AB ülkeleri ve bölge ülkelerinin katılımıyla gerçekleştirilen Obangame Egzersizi buna örnektir. ABD 2006 yılından bu yana Afrika İşbirliği İstasyonu Programı çerçevesinde bölgeye eğitim ve maddi destek sağlamaktadır. Washinghton bölgedeki her ülkeye devriye botu temin etmiştir.

Fransa bölge ülkelerine eğitim desteği sunarak Ekvator Ginesi’nde bir deniz akademisi kurmuştur.

Son olarak Türkiye’nin bölgeye ilgisi çok yenidir. Buna rağmen  Türkiye, 2014 yılında Barbaros Türk Deniz Görev Grubu ile Batı Afrika’da; Senegal, Gambia, C.I, Nijerya,Togo, Orta Afrika’da; Kamerun ve Gabon’u ziyaret etmiştir. Gambia ve Nijerya’da güvenlik konusunda eğitim vermiş ve ülkelere insani yardımda bulunmuştur. Ayrıca ABD öncülüğünde Senegal’de başlatılan, deniz güvenliğini sağlamak üzere yapılan çalışmalardan biri olan Saharan Express Tatbikatı’nda, Türk Deniz Kuvvetleri askeri eğitim veren personeli ile katkı sağlamıştır.

Tarvenn’den akıllı yatırım

Ev, depo, ofis gibi kapalı alanlarda sebze, meyve ve çiçek yetiştirmenize olanak sağlayan IOT tabanlı tarım teknolojileri girişimi For Farming 1,4 milyon TL değerleme ile ilk yatırımını Tarvenn’den aldı. For Farming, çevreye duyarlı yerel çiftliklerin kurulmasını ve dikey tarım tekniğiyle herkesin; taze, zirai ilaçsız ürünlere hızlı, kolay ve düşük maliyetle ulaşmasını amaçlıyor.

İstanbul Ticaret Odası (İTO) iştiraki olan Bilgiyi Ticarileştirme Merkezi (BTM) çatısı altındaki girişimlerden biri olan ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraki İstanbul Bilişim ve Akıllı Kent Teknolojileri A.Ş. (İSBAK) tarafından da desteklenen For Farming girişimi, bireylerin ve gıda sektöründe faaliyet gösteren firmaların kendi ürünlerini üretebileceği akıllı topraksız tarım çözümleri sunuyor. Tarıma elverişsiz atıl alanları verimli ve katkısız bitki yetiştirilebilen alanlara dönüştürebilen girişim, geliştirdiği yazılım ve kullandığı sensörler aracılığıyla her bitki tipi için gereken su ve besin miktarlarını otomatik olarak belirliyor ve farklı spektrumda aydınlatma sağlayabiliyor. Böylece akıllı telefon veya bilgisayar üzerinden kontrol edilebilir bir ortamda sağlıklı ve katkısız ürünleri daha verimli şekilde üretmenizi sağlıyor.

Schneider Electric ve Tüprag’ın başarısı

Enerji yönetimi ve otomasyonda dünya çapında uzman Schneider Electric, Tüprag iş birliğiyle Tüprag Kışladağ Altın Madeni’nde sektöre öncülük eden ilkleri hayata geçiriyor. 2003 yılında başlayan iş birliği ile, 2006 yılından bu yana faaliyet gösteren, Türkiye’nin ve Avrupa’nın rezerv bakımından en büyük altın madeni Tüprag Kışladağ Altın Madeni’nde enerjinin verimli, güvenli ve etkin bir biçimde kullanılması için ortak çalışmalar gerçekleştiriliyor.

Yılda yaklaşık 10 ton altın üretilen Tüprag Kışladağ Altın Madeni, büyük bir enerji gereksinimine sahip. Bu enerjinin en verimli ve doğru şekilde kullanılması için Tüprag, Schneider Electric’in yenilikçi sistemleri ve hizmetlerinden yararlanıyor. Schneider Electric ve Tüprag ekipleri, yer değiştirebilir trafo istasyonu gibi Türkiye’de ilk olan pek çok özel projede de iş birliği yapıyor. Tasarımı ve üretimi 3,5 ayda tamamlanan trafo istasyonu, açık ocak rezervindeki artış ve üretim maliyetini azaltmak amacıyla, açık ocak filosu bünyesine dahil edilen bir adet elektrikli ekskavatör ve iki adet elektrikli delici için tasarlandı.

Çevre hassasiyetimiz önemlidir

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, iki yıl içerisinde eski nesil santrallerin bacalama ve filtreleme sistemlerinin değiştirileceğini belirterek, “Şunu gururla söyleyebilirim ki Türkiye dünyayı en az kirleten ülkeler arasında. Ancak bizim çevresel hassasiyetimiz medeniyetimizin bir parçası. O nedenle bu konuda sorumluluğumuzun çok ötesinde bir hassasiyet sergiliyoruz.” dedi.

Dönmez, geçen yıl başlattıkları proje kapsamında, GAZBİR, PETDER, ELDER ve KÖMÜRDER ile yürüttükleri ağaçlandırma çalışmasına bütün tarafların yoğun ilgisinin ve katılımının kendilerini memnun ettiğini söyledi.

Politikalarının temelinde sürdürülebilir çevre politikaları olduğunu belirten Dönmez, şunları kaydetti:

“Son 16 yılda kurulu gücümüzü 2,5 kat artırırken bu üretim artışında en büyük pay yenilenebilir enerji kaynaklarından geldi. Son 10 yılda yenilenebilir enerji kurulu gücümüz yaklaşık yüzde 200 oranında arttı. Yenilenebilir enerji kaynaklı kurulu gücümüzün toplam içindeki payı da yüzde 34’ten yüzde 47’ye yükseldi. 2018 yılında hidrolik hariç yenilenebilir enerji kaynaklı elektrik üretimimiz 2017 yılına göre yaklaşık yüzde 35, 2016 yılına göre yaklaşık yüzde 70 oranında artış gösterdi. İnşallah gelecek on yıl içerisinde yenilenebilir enerji kurulu gücümüz toplam kurulu gücümüzün yaklaşık yüzde 53’ünü oluşturacak. Bu artışta hiç kuşkusuz iki yıl önce ilan ettiğimiz Milli Enerji ve Maden Politikamızın rolü büyük. Türkiye’nin enerjide yerli kaynaklarını daha fazla kullanması, dışa bağımlı olduğumuz kaynakları ise kontrol edilebilir bir seviyeye çekmesi hiç kuşkusuz hepimizin ortak hedefi.”

Yerli kömürde çevreci bir yatırım modeli geliştirdiklerini vurgulayan Dönmez, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Üreticilerimizle anlaştık. İki yıl içinde eski nesil santrallerin bacalama ve filtreleme sistemleri değiştirilecek. Yeni nesil santraller ise en ileri teknolojiyle doğal dengeyi bozmadan ve minimum emisyon değerleriyle inşa edilecek. Temiz kömür teknolojisi başta ABD ve Avrupa olmak üzere dünyanın her yerinde giderek yaygınlaşıyor. Bu konudaki çalışmaları dikkatle inceliyoruz. Kömür gün geçtikçe daha temiz bir yakıt olmaktadır. Temiz kömür teknolojileriyle kömürün üretimi, zenginleştirilmesi ve kullanımında verimliliği maksimum seviyeye çıkaracağız. Diğer yandan düşük emisyon değerleriyle de çevresel etkilerini en aza indireceğiz.” Türkiye’nin OECD ülkeleriyle karşılaştırıldığında oldukça düşük emisyon değerlerine sahip olduğuna da işaret eden Dönmez, sözlerini şöyle tamamladı: “Bu anlamlı gün vesilesiyle buradan enerji sektörünün bütün paydaşlarına da bir çağrıda bulunmak istiyorum. Enerji sektörü bu konuda öncü, bayrağı en önde taşıyan sektörlerin başında gelsin. Türkiye’nin enerjisi ormanlarımızda hayat bulsun.”

Geleceğin yenilenebilir enerjisi: Bor

Kömür, petrol gibi fosil yakıtların rezervlerinin azalması ve bu kaynaklara olan talebin artması, alternatif enerji kaynakları arayışına neden olmaktadır. Teknolojik gelişmelerin devamlılığı ve her geçen gün artan dünya nüfusu enerjiye aşırı miktarda ihtiyaç duyulmasına yol açmaktadır. Bu doğrultuda, enerji kaynağı ve üretimine yönelik araştırmalar oldukça önem kazanmaktadır. Birincil enerji kaynaklarının üretimi ve tüketimi doğal yaşamı, çevreyi, insan sağlığını, ülke ve dünya ekonomilerini olumsuz anlamda etkilemektedir. Bor ürünlerinin etkili katkısıyla geleceğin enerji ihtiyacı sürdürülebilir, yenilenebilir, çevreye ve doğal yaşama duyarlı alternatifler oluşturarak enerji sektöründe önemli bir konumda yer almaktadır.

Borla güçlenen ve değerlenen enerji

Geleceğin enerji kaynakları arasında görülen ve araştırma çalışmaları devam ettirilen hidrojenin elektrik enerjisine dönüştürüldüğü yakıt pilleri oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Ar – Ge aşamasında olan hidrojen; üretim, depolama, taşıma, yakıt pili geliştirilmesi, kullanım alanlarında sistem entegrasyonu vb. konularda bilimsel araştırmalarla geliştirilmeye devam etmektedir. Hidrojen enerjisinin yüksek verimle kullanılmasını sağlayan bor, sodyum borhidrürlü yakıt pillerinin geliştirilmesinde önemli ham maddeler arasında yer almaktadır. Ayrıca sodyum borhidrür arıtım kimyasallarında, selüloz ağartmada, metal yüzeylerin temizlenmesinde, metal yüzey işlemlerinde değerli metal kazanma işleminde ve atık sulardan ağır metallerin temizlenmesinde yaygın olarak tercih edilmektedir.

Geleceğin enerjisine bor dokunuşu

Geleceğin sürdürülebilir ve yüksek verimli enerji kaynaklarının oluşturulmasına katkı sağlayan bor; yenilenebilir yapısıyla enerji sektörüne sodyum borhidrür ile değer katmaktadır. Sodyum borhidrür; elektronik cihazlarda, taşıtlar ve elektrik/ısı üretim tesislerinde, askeri ve sivil amaçlı kullanılan yakıt pillerinde sıkça tercih edilen bir üründür. Bor, ağırlıkça %10,8 hidrojen depolaması, yanıcı ve patlayıcı olmaması, hidrojen verme reaksiyonunu kontrol altında tutabilmesi vb. özellikleriyle kolay bir kullanım sunmaktadır.

Hayatın her alanına dokunan bor

Eti Maden tarafından katma değeri yüksek ürünlere dönüştürülen bor ürünleri devam eden Ar- Ge çalışmalarıyla birlikte yaygın bir kullanım alanına sahiptir. Bor ve borlu ürünler; inşaat ve çimento sektöründe mukavemet arttırıcı ve izolasyon amaçlı yalıtım malzemelerinde kullanılmaktadır. Yapıların daha sağlam ve ısıya dayanıklı hale gelmesini sağlayan bor ve bor ürünleri içeren yalıtım malzemeleri hafif ve düşük maliyetli ürünlerin yapımında kullanılmaktadır.

Nükleer uygulamalarda; atom reaktörlerinde borlu çelikler, bor karbürler ve titanbor alaşımları yoğun olarak kullanılmaktadır. Paslanmaya karşı oldukça dayanıklı borlu çelik nötron absorbanı olarak tercih edilmektedir. Yaklaşık her bir bor atom bir nötronu absorbe etmektedir. Atom reaktörlerin kontrol sistemleri ile soğutma havuzlarında ve reaktörün alarm ile kapatılmasında da bor ve bor ürünleri kullanılmaktadır. Ayrıca nükleer atıkların depolanması işleminde kolemanit kullanılmaktadır.

Otomobil sektöründe; hava yastıkları ve antifriz yapımında kullanılan bor, hava yastıklarının hemen şişmesini sağlamak amacıyla kullanılmaktadır. Çarpma anında elementel bor ile potasyum nitrat toz karşımı elektronik sensör ile harekete geçirilmektedir.

Füze ve uçuş yakıtlarında bor ve bor ürünleri yaygın olarak kullanılmaktadır. Özel uygulamalarda yakıt katkı maddesi olarak kullanılmaktadır.

Bor ürünleri; nanoteknoloji sanayide özellikle nano kaplamalarda koruyucu ve mukavemeti artırıcı özelliğiyle öne çıkmaktadır.

Ayrıca bor ürünleri; fiber optik, kozmetik, kauçuk ve plastik sanayisi, fotoğrafçılık, havai fişek vb. patlayıcı maddeler, petrol boyaları, zımpara ve aşındırıcılar, kompozit malzemeler, manyetik cihazlar, ileri teknoloji araştırmaları ve mumyalama gibi birçok alanda da tercih edilmektedir.

Türkiye’nin yükselen değeri: Bor

Dünya bor rezervlerinin %73’üne sahip olan Türkiye’de bilinen bor yatakları; Eskişehir – Kırka, Kütahya- Emet, Balıkesir Bigadiç, Bursa-Kestelek’te bulunmaktadır. Türkiye’de rezerv açısından en çok bulunan bor mineralleri Tinkal ve Kolemanit’tir. Türkiye’de Tinkal yatakları Eskişehir – Kırka’da, kolemanit yatakları ise Kütahya – Emet, Balıkesir – Bigadiç ve Bursa – Kestelek’te bulunmaktadır. Ayrıca, Balıkesir – Bigadiç’te üleksit rezervi mevcut olup Bursa – Kestelek’te zaman zaman Üleksit yan ürün olarak elde edilmektedir.

Geleceğin madeni bor

Dünyada ham madde kaynaklarının hızla tükenmesi ve sanayinin birçok dalında kullanması sebebiyle borun, her geçen gün önemi artmaktadır. Dünyadaki en yüksek bor rezervine sahip olan Türkiye’yi Rusya, Güney Amerika ve Amerika Birleşik Devletleri takip etmektedir. Dünyada 2017 yılında 5,7 milyon ton (B2O3 bazında 2,7 milyon ton) civarında üretim kapasitesi olduğu bilinmektedir. Dünya bor ürünleri tüketimi ise 2000 yılında 3,1 milyon ton iken, bu değer 2014 yılında 4,3 milyon ton, 2015 yılında 3,8 milyon ton, 2016 yılında  3,77 milyon ton, 2017 yılında 3,87 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Dünyada sektörel bazda bor ürünlerinin tüketimi: %47 cam sektörü, %16 tarım-gübre, %15 seramik sektörü, %2 temizlik ve deterjan sektörleri ve %20 diğer sektörlerdir.

Borda yeni vizyon

Periyodik tabloda B simgesi ile gösterilen borun atom numarası 5, atom ağırlığı ise 10,81’dir.  Yarı metal ve yarı iletken özelliğe sahip olan bor elementi periyodik cetvelin 3A grubunda yer almaktadır. Bor, element olarak doğada B10 ve B11 olarak adlandırılan iki ayrı kararlı izotoptan oluşmaktadır. B10 izotopunun doğada bulunma oranı %19,1-20,3, B11’in ise %79,7-80,9’dur.

Sanayinin stratejik

ham maddesi: Bor

Bor mineralleri yapılarında farklı oranlarda bor oksit içeren doğal bileşiklerdir. Doğada 230’dan farklı bor minerali bulunmaktadır. Ticari açıdan en önemli bor mineralleri; Tinkal, Kolemanit, Kernit, Üleksit, Pandermit, Borasit, Szaybelit ve Hidroborasit’tir. Dünya Bor Lideri olan Eti Maden tarafından uluslararası kalite standartlarında yüksek katma değerli ürünlere dönüştürülen başlıca bor mineralleri ise; Tinkal, Kolemanit ve Üleksit’tir.

Eti Maden tarafından yürütülen Ar – Ge çalışmalarıyla bor ürünlerinin kullanım alanlarının yaygınlaştırılması hedeflenmektedir. Uzay ve hava araçları, nükleer uygulamalar, askeri araçlar, yakıtlar, elektronik ve iletişim sektörü, polimerik malzemeler, nanoteknolojiler, otomotiv ve enerji sektörü, metalürji ve inşaat gibi sektörlerde bor ürünlerinin kullanımının artırılmasına yönelik çalışmalar planlanmaktadır. Dünya bor rezervinin %73’ünü elinde bulunduran Türkiye’de Emet, Bigadiç ve Kestelek yataklarında yer alan Kolemanit, dünya bor lideri Eti Maden tarafından çıkarılarak yüksek teknoloji ile donatılmış kansantratör tesisinde zenginleştiriliyor ve öğütülmüş hale getiriliyor.

Eti Maden sektöründe uzmanlaşmış profesyonelleri tarafından kaliteli, sürdürülebilir ve inovatif ürünlere dönüştürülen kolemanit, birçok sektörde yaygın olarak kullanılıyor. Cam ve seramik sektöründe dahil olduğu malzemenin kullanım ömrünü uzatarak malzemenin dayanıklılığını maksimum seviyeye çıkarıyor. Metalürji, cam elyafı, gübre, deterjan ve kozmetik sektörlerinde de sıklıkla tercih ediliyor.

Mineral bakımından oldukça zengin bir bor çeşidi olan Kolemanit (2CaO.3B2O3.5H2O); mono klinik sistemde kristallenir. Mohs sertlik sınıflandırmasına göre sertliği 4-4,5 özgül ağırlığı 2,42 gr/cm3’tür. Açık ocaktan çıkarılan kolemanit cevherinin B2O3 içeriği % 27 – 32 aralığındadır. Bor bileşikleri içinde en yaygın bulunanıdır.  Killer içinde cevher boşluklarında iri, parlak, saydam kristaller halinde bulunur. Saf Kolemanit suda yavaş, HCl’ de hızlı çözünür. Türkiye’de Emet, Bigadiç, Kestelek yataklarında ve dünya’ da A.B.D’ de bulunur.

Tarım endüstrisine bor

dokunuşu: Etidot-67

Eti Maden’in sektöründe uzmanlaşmış profesyonelleri tarafından yürütülen Ar – Ge projelerinde 2010 yılında geliştirilen Etidot-67, tarım alanlarının yüksek verimli ürünler üretmesine yardımcı olmaktadır. Boraks ve borik asit reaksiyonundan üretilerek önemli bir bitki besin maddesi olan Etidot-67, %20,8 oranında bor içermektedir. Etidot-67 tarım endüstrisi için özel olarak geliştirilmiş bir üründür. Suda eritilerek toprak ve yaprak uygulamalarında kullanılmaktadır. Ayrıca böcek ilacı ve ahşap malzemeleri mantar gibi zararlı organizmalardan korumak amacıyla da tercih edilmektedir.

Borla yenilenen seramik

Ergiticilik ve bağlayıcılık özelliği yüksek olan bor, camın akışkanlığını ve yüzey gerilimini düşürerek seramiği fiziksel darbelere ve kimyasal etkilere daha dayanıklı bir hale getirmektedir. Seramiğin estetize edilme aşamasında boyanın daha iyi tutunmasını sağlayarak canlı ve parlak renkler elde edilmesine yardımcı olur.  Bor ve bor ürünlerinin katkısıyla çizilmeye, kırılmaya ve darbelere karşı dayanıklı bir hal alan seramik ürünlerde erime ve yapışma olayları daha düşük sıcaklıkta gerçekleşmektedir. Hayatın birçok alanında aktif olarak kullanılan seramik ürünleri bor mineralinin katkısıyla aktif kullanılan araç gereçlerin dayanıklı ve estetik bir hal almasını sağlamaya devam etmektedir.

Bordan gelen sağlık

Türkiye’nin en değerli yer altı kaynakları arasında olan bor; yapılan araştırmalar doğrultusunda insan sağlığına önemli ölçüde katkı sağlamaktadır. İnsan vücudunda düşük miktarlarda ihtiyaç duyulan bor; besinler ve su yoluyla dışardan alınan bir mineraldir. 1981 yılında sağlık sektöründe yapılan araştırmalar doğrultusunda bor ürünlerinin insan vücudunda olumlu etkilere yol açtığı tespit edilmiştir. Bu doğrultuda, sağlık sektöründe de her geçen gün yaygın bir kullanım alanına erişen bor; birçok tedavide kullanılarak etkin sonuçlar vermeye başlamıştır. İnsan vücudunda olumlu etkileri kanıtlanmaya devam edilen bor; besinler yoluyla tüketildiğinde halsizlik ve stres oluşumunu minimum seviyeye indirmektedir. Ayrıca, prostat kanserinin önlenmesi tedavisinde, göz iltihaplarının sterilizasyonunda, merhem yapımında ve özellikle beyin kanseri tedavisinde etkin olarak kullanılmaktadır.

Hukukun siyaset ve sosyoloji ile ilişkisi

Almanya’daki Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan, İstanbul ve Ankara Üniversiteleri Hukuk Fakültelerinde 20 yıl öğretim üyeliği yapan, bu süre zarfında aynı zamanda bir çok yasanın kodifikatörü olan, Ticaret Yasası’nın oluşturulmasındaki katkıları ve özellikle Medeni Kanun ile Ticaret Kanunu arasındaki ikiliğin giderilmesinde önemli katkılarda bulunan, Türk hükümetlerine çeşitli konularda danışmanlık yapan ünlü Hukukçu Ernst E. Hirsch, ‘‘Türk öğrencilerine öğrettiği yasa hukukunun sosyal yaşamı neredeyse hiç etkilemediğini ve sosyal yaşamın hala eski doğu hukuku zihniyetinde sürdüğünü” söyleyerek, Hukuk ve Toplum, Hukuk ve Sosyoloji ilişkisine dikkat çekmiştir. Hukukun idealliği ile hukukun realitesi teorisi de işte tam da buradan doğmuştur.

Hukuk, toplumsal sistemin veya toplumsal yapının diğer öğelerinden ayrı, soyut bir unsur değildir.

Sosyolojiden soyutlanmış yasa boştur, yasadan soyutlanmış sosyoloji ise kördür. Bu gerçeklik hukukun her türlü problemini hukukun kendisinde aramak ve hukukun kendi içinde çözmek isteyen salt hukuk görüşünün geçersiz olduğunu ortaya koymaktadır.

Çünkü hukuk, her toplumun ekonomik, siyasal ve kültürel şartlarına, yaşam biçimine, dünya görüşüne, düşünsel yapısına, geleneklerine ve göreneklerine göre farklılık gösterdiği gibi, aynı toplumda zaman içinde de değişiklik gösterir. Yazılı olan ve olmayan kuralları bünyesinde barındıran hukuk, yazının icadından önce doğal olarak yazılı kurallar bütünü anlamına gelmediği gibi, yazının icadından sonra da sadece yazılı kurallar bütününü ifade etmez. Toplumsal sistem içinde yazılı kuralların ve yazılı olmayan kuralların yeri ve önemi, zamana ve yere göre değişir. Bir toplumun hukuk düzeni, çoğu zaman zannedildiği üzere, sadece yasama organı tarafından veya bilinçli insan müdahalesiyle oluşturulan kurallardan oluşmaz. Söz konusu düzenin unsurları arasında yazılı kurallardan başka, yargı organlarının kararları, yazılı olmayan genel hukuk ilkeleriyle örf ve adet kuralları da bulunur.

Çoğu zaman çoğu ülkede görülen hukuk disiplinlerinde deformasyonun nedeni, hukuk sosyolojisinin az gelişmişliğinden kaynaklandığını düşünmekteyim. Çünkü, Hukuk insanın bireysel ve toplumsal gerçeklikleri ile direkt ilgili iken ve hukuk sosyolojisi gerçek ile çok sıkı ve yakinen sürtüşmesi gereken bir disiplin iken, hukuku yaşadığı toplumun çelişkilerinden uzak ve bağımsız gören bir bakış açısı eksik ve yanlış olacaktır. Hukuk bu bakış açısı ile işlerse bir yerden sonra işlevsiz ya da olması gerekenden daha az işlevli bir hale gelecektir.

Hukuk ile sosyolojinin anlattığımız vazgeçilmez ve görmezden gelinemez ilişkisi kadar hukuk ve siyasetin de birbiri ile vazgeçilmez ve göz ardı edilemez ilişkileri ve etkileşimleri vardır.

Siyaset ile hukuk arasında, yalnızca hukukun siyaset için taşıdığı anlam değil, fakat aynı zamanda siyasetin de hukuk içindeki anlam ve önemi bakımından karşılıklı bir ilişki ve etkileşim mevcuttur.

Hukuk Devletini oluşturan düzenlemeler ve disiplinin siyaseti oluşturan yasama ve yürütme organlarının aldığı ve uyguladığı kararlar ile gerçekleştiği kabulü karşısında başka bir türlü bir düşünce elbette gerçeklikten uzak kalacaktır.

Ülkemiz veya dünyada sadece uzak geçmişte değil yakın geçmişinde de yaşananlar dahi bireysel ve toplumsal gerçeklik ve siyasetten soyutlanmışlığın hukukun gelişimini ne kadar olumsuz etkilediğini göstermiştir. 

Siyasetin karşısında hukukun, insan hakları ve hukuk devleti için bir güvence olduğu artık yadsınamaz bir gerçektir.

Ancak bu yadsınamaz gerçeklik Siyaset ve Hukukun birbiri ile düzensiz ve çarpık ilişkisinin tek sonucunun sadece tek yönlü Hukuk Devleti ve İnsan Hakları sınırlamasından bağımsız siyasal yapıların Nazi Almanyası veya SSCB tecrübesi gibi diktatöryel sonuçlar doğurması olduğu değildir.

Hukuk aynı zamanda Siyasal Gücün elinde toplum üzerinde bir baskı ve dizayn aracı, toplumsal mühendislik aracı olarak ta kullanılmıştır. Hukuk ve siyaset arasında düzensiz ve olumsuz etkileşim ve ilişkinin anlattığımız şekilde bu iki yönlü tehlikesi mevcuttur.

Hukuksal düzenlemeler ile bir toplumsal mühendislik çalışması ile toplum düzeninde adil bir hukuk sisteminin yerleşmesi de mümkün olmayacak, hukuk toplumun sosyolojisi ile çatışacak ve hukuk bizatihi toplumsal düzensizliğin kaynağı ve sebebi olacaktır. Dünyanın ve ülkemizin yakın geçmişi bu duruma en güzel ve taze örnek olarak halen hafızalardadır.

Hal böyle iken, İnsanın bireysel ve toplumsal hayatı ile birebir ilgili olan Sosyoloji, Hukuk ve Siyasetin birbirlerinden bağımsız, etkileşimsiz olduğunu söylemek, eşyanın tabiatına aykırı, saflık ve aymazlıktan başka bir şey değildir.

CHP logosundaki bilinmeyen sembolizm

Her millet, her inanç ve her devlet çeşitli semboller ile birbirinden ayrıştırılır.

Yer yüzünde halen mevcut olan her ne kadar BM tarafından tanınan 192 devlet olsa da aslında bilinen ülke sayısı 236’dır ve her birisinin bayrağı diğerinden farklıdır.

Pagan inancına kadar uzanan sembolizm halen yer yüzünde milletleri ve devletleri birbirinden ayırdığı gibi dinleri ve inançları da ayrıştırır. Çoğu Müslüman ülke de, Osmanlı bakiyesinde kurulan devletlerdir. Bayraklarında ay ve yıldız vardır. Haçlı ordularına katıldıklarını bildiğimiz pek çok Hristiyan devletin de bayraklarındaki haç sembolü bu yüzdendir. Bayraklar o ülkenin beka ve hedeflerini de gösterir. Bunlardan en meşhurunun İsrail bayrağı olduğunu söyleyebiliriz.

Yahudi ulusunu simgeleyecek bir bayrak şeklini ilk öneren Theodor Herzl’in halefi ve yakın arkadaşı Dr. David Wolfson, şuan ki İsrail bayrağının mimarıdır. Beyaz zemin üzerine altta ve üstte iki mavi şerit ve ortasında Siyonist yıldız vardır. Bu iki mavi şeridin İsrail’in rüyası diyebileceğimiz Arz-ı Mevud’u temsil ettiğini söylemek yanlış olmaz. Yani Nil nehri ve Fırat nehirlerini temsil eden bu iki mavi şeridin ortasında Siyonist Yahudi yıldızı yer alır. Bayraktan çıkartılan derin mana ise Nil ve Fırat’ın arası Yahudilere vaat edilen topraklardır. Ancak tarihi süreçte baktığımızda 1975 Kıbrıs Barış Harekâtından sonra 15 Kasım 1983 yılında bağımsızlığını ilan eden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bayrağında da benzer bir sembolizm göze çarpar. Beyaz zemin üzerine altta ve üste iki kırmızı şerit ve ortada anlı şanlı Ay-Yıldızımız vardır. KKTC bayrağı aslında İsrail’in Arz-ı Mevuduna bir cevap değil de nedir.

Sembolizm çok daha eskilere gider aslında. Mesela Anadolu coğrafyasında kurulmuş pek çok eski medeniyet birbirinden kullandıkları sembollerle ayrılır. Sümerler, Etiler, Firigler ve diğerleri. Her devlet halen paraları üzerine halklarınca önem atfedilen sembolleri basarlar.

Manavgat Halk Kütüphanesi Müdürlüğü, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin 73. Yıl dönümünde Gazi’nin ömrü boyunca okuduğu ve analiz ettiği toplamda 3997 kitap olduğuna dair bir açıklama yaptı. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün en önemli araştırmalarından biriside Türklerin kökenidir. MU kıtası çalışmaları halen Anıtkabir Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşunda tek parti olarak var olan Cumhuriyet Halk Partisinin logosunda ki kırmızı zemin üzerine beyaz 6 oklu bayrak, bizzat Atatürk’ün talimatıyla İsmail Hakkı Tonguç tarafından Cumhuriyetin 10. yılında yani, 1933 yılında tasarlanmıştı. Parti tüzüğüne göre Atatürk’ün 6 ilkesini temsil ettiği yazılsa da aslında sembolizm açısından incelendiğinde 4. okun arka kısmının çentikli olmasının sebebini Atatürk dışında CHP’nin üst yönetimi bile bilmiyordu. Yıllar sonra bu soruyu cevaplayan dönemin CHP Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin, çok emin olmamakla birlikte söz konusu okun, Laikliğe bir vurgu olduğunu söylemekle yetiniyordu.

Peki ya gerçek neydi?

Atatürk’ün 10. Yıl Nutku’nu “Ne Mutlu Türküm Diyene” şeklinde bitirdiğini düşünürsek ve Türklerin kökeni üzerine yaptığı araştırmaları dikkate alırsak ortaya başka bir kavramın çıktığını görmek gerekebilir.

Türkler, Oğuz Boyları olarak üç ok ve boz ok olmak üzere 2 ana kola ve sonrasında her ana kol 3 ana kola ayrılarak toplam 6 ok üzerinden dünyaya yayılmıştır. Aslında Atatürk’ün 6 ok olarak çizdirdiği CHP logosu Oğuz Boylarını temsil eder dersek sanırım yanlış olmaz. Zira 4. okun arkasındaki çentik ise bu tezimizi daha da güçlendirir. Mete Han (hedefe giderken) ıslık çıkaran bir ok imal etti ve tarihte ıslık çalan ok olarak bilinen bu okun adı Çavuş Okudur.  Eğer ki CHP logosundaki arkası çentikli ok Mete Han’ı temsil ediyorsa CHP logosu bugüne kadar bilinenden çok daha derin bir mana taşımaktadır.

Özetle Gazi Mustafa Kemal Atatürk diyor ki “Biz Devleti Oğuz Boyları ile ve Oğuz Han töresi üzerine kurduk.”

Peki 1938 sonrasında CHP’ye ne oldu. Nasıl bu çizgiden çıktı, yozlaştı ve nasıl ele geçirildi. Milliyetçi Hareketin Başbuğu Alpaslan Türkeş’in 1969 kongresinde “CHP Atatürk’ün izinden gitseydi ayrı bir parti kurmazdım” sözü aslında CHP’nin tarihsel varlığından ve kuruluş ilkelerinden çoktan uzaklaşmış olduğunu göstermez mi?

CHP’nin şuan ki Sayın Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu acaba bu 6 okun özdeki manasını gerçekten biliyor mu. Ya da 4. okun neden çentikli olduğunu biliyorsa izah etmemesinin sebebi ne?

Velhasıl, CHP’nin logosu bir tasarım değildir. 2200 yıllık bir devletin sembolüdür. Keşke CHP bu kadar anlamlı bir logonun hedeflediği yoldan sapmasaymış.

“Kudüs olmadan asla”

Trump’ın birbiriyle çelişen görüşlerine, verdiği sözlere kısacası askerî ve siyasi stratejisine güven verilemeyeceği ortaya çıkmış bulunuyor.

Nitekim; “Trump yine şeytani planlar peşinde”, “İran’dan sonra Türkiye mi namlunun ucunda”, “ABD’nin tuzağına yine düşmeyelim”, “ …Ve ABD’nin tuzağına düşüyoruz” başlıklı yazılarımızı hatırlatmamız icap ediyor. Hatta dün ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton’un Türkiye bizden tam mutabakat almadan Suriye’ye bir harekâtta bulunamayacağına dair ültimatomu andıran sözleri her şeyi açıkça gösteriyor.

Uzun yıllardan beri kim “Başkan” olursa olsun ABD’nin Orta Doğu’daki asıl hedefi, petrol ve İsrail’in güvenliğini korumakla özetleniyor.

Afganistan’ı “kule” gibi kullanan ABD, petrol ve enerji yollarının denetiminin yanı sıra İsrail’in güvenliği için her türlü siyasi ve askerî planı devreye sokmaktan asla vazgeçmiyor.

Hatta terörist örgütleri bile yanına alarak daha doğrusu kullanarak bölgeyi kana bulamaktan çekinmiyor.

Oysa, sözde “Arap Baharı”nın proje babaları ne demişti, ne oldu ve neler oluyor.

Her ne kadar, bölgeden çekileceğini beyan ediyorsa da, ABD’nin parmağı daima dolanıyor.

Bir yerde İsrail’in mutlak güvenliği için; Suriye ve Irak’ın Kuzeyi’nin üzerinde tehlikeli planlar ve operasyonlar sürerken, Irak ve Suriye’nin parçalanması Türkiye’yi tehdit, İran’a askerî müdahale gündemden kalkmıyor.

Tabii ki; Orta Doğu anılınca, akla petrol, gaz, su kısacası “enerji” geliyor.

Bir bakıma Orta Doğu bu kaynaklarıyla süper güçlerin her zaman iştahını açıyor dünyanın başına “bela” kesiliyor.

Orta Doğu’yu “siyasal” dayatmalar hatta tarihî istemler ve iştahlar daha da gizemlendiriyor.

Son senelerde, Suriye ve Irak’ta akıtılan kan bölgeyi daha da tehlikeli hale sokuyor.

“Enerji” ve çatışmalar bütün ağırlığıyla bir yana bırakılırsa Filistin ve İsrail’in anlaşmazlığı yıllardan beri Orta Doğu’ya hem diplomatik hem askerî damgasını vuruyor.

Filistin ve İsrail düşmanlığının en önemli faktörünü Kudüs’ün teşkil ettiği de bütün dünyada kabul ediliyor.

Kudüs’ün, üç dinin de şehri olduğu biliniyor.

Ne var ki, özellikle İsrail bunca insan kaybına rağmen Kudüs’ten asla vazgeçmiyor.

Gerçekten de Kudüs, hem Orta Doğu’nun hem de İsrail-Filistin’in “mihenk taşı”nı oluşturuyor.

Kudüs’ün konumunu, ağırlığını ve üç din üzerindeki etkisini kavramadan, kabul etmeden barışı düşünmemek gerekiyor.

Bir yandan askerlerimiz yıllar sonra yine Suriye’de çarpışırken ve yeni cephelerden bahsedilirken diğer yandan Kudüs’ten yükselen acı çığlıklar sanki tarihi çağrıştırıyor.

Tayyar Arı’nın kapsamlı “Orta Doğu” eserinde, Kudüs’ün önemi şöyle açıklanıyor;

“Orta Doğu bugün, dünyada insanlığın tamamına yakınını kapsayan üç büyük dinin doğduğu yer olması açısından önemlidir.

Yahudilerin ilk yerleşim yerleri, ilk kurulan Yahudi devletinin başkenti ve Hz. Süleyman Mabedi’nin burada bulunması gibi nedenlerle Yahudiler için oldukça önemli olan Kudüs, diğer dinler açısından da en az bu kadar önemlidir ve dolayısıyla bu açıdan bakıldığında stratejik bir değer taşımaktadır.

Çünkü İsrailoğulları kendi tarihsel kökenlerini buraya bağlarken; Beytüllahim’de (Betlehem) doğan ve Nasıralı (Nezareth) olarak bilinen Hz. İsa da Peygamberliğin başlamasından (M.S. 27) çarmıha gerildiğine inanıldığı M.S. 30 yılına kadar Kudüs’te yaşamıştır.

Kur’an’da adı geçen peygamberlerin yaşamış olduğu yer olmasının dışında Miraç olayının da gerçekleşmesi Kudüs’ün (ve özellikle Mescid-i Aksa, El-Aksa veya Harem-i Şerif) Müslümanlar açısından da ayrı bir değer ve öneme sahip olmasına neden olmaktadır. Ayrıca Kudüs, İslamiyet’in ilk yıllarında bir süre için de olsa (Hicret’ten iki yıl sonra 624’e kadar) Müslümanlar için kıble işlevi de görmüştür.

Halife Hz. Ömer’in 637’de Yermuk savaşında Bizanslıları yenmesi üzerine bölge Müslümanların egemenliğine geçmiş ve Hz. Ömer, Kutsal Mabedi diğer adıyla Mescid-i Aksa’yı tamir ettirmişti.”

Ve en son; ABD’nin terör örgütleri kuracağını, besleyeceğini ve destekleyeceğini bilmek akıllara durgunluk veriyor.

Anlaşılan odur ki; Kudüs-Şam-Bağdat üçgeninde ateş sönmüyor..

Din adına ahkam kesenler çoğaldı

Sevgili Bir Portre okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Din evrenseldir.

Ahkam-ı diniye herkesi kapsar ve kimse istisna değildir.

Hiç kimse, grup, cemaat, tarikat vb. yapılar dinin sahibi değildir.

İslam, sadece “İslamcıyım” diyenlerin de değildir.

A cemaatinin, B tarikatının, C ilahiyatçısının tekelinde hiç değildir.

Ve aynı zamanda hiç kimse kendini dini otorite ve hüküm verici konumunda da göremez.

Dinin sahibi Allah’tır.

Hal böyleyken son zamanlarda, çok ciddi tehlike ve sosyal sorun içeren din referanslı yorum, hüküm ve infaz söylemleri işitiyoruz.

Birileri kalkıp başka birileriyle ilgili dini muhakeme, muaheze ve hatta katli vaciptir gibi hüküm içeren dini kararlar alabiliyor.

Bir yazarı, gazeteyi, grubu açık hedef haline getirebiliyor.

Adeta kendini Allah’ın yerine koyarak, kerameti kendinden menkul hükümler verebiliyor.

Yaptığı her türlü gayrı insaniliğe, dini söz ve söylemlerle kılıf bulmaya çalışabiliyor.

Din-akıl ilişkisini göz ardı edebiliyor.

Birileri, kendini dinin sahibi gören kimilerince, toplumsal linçe maruz kalabiliyor.

Ve ne acıdır ki; ne diyanet kurumundan ve ne de devletten bu konuda yeterli tepki ve uyarı gelmiyor.

Bu öyle bir durum ki; toplumsal dokuyu altüst edecek, bireyler arası husumeti tetikleyecek ve sonucu cinayetlere varan vahameti barındıracak tehlike kıvılcımıdır.

Dinsel husumet ve karşıtlığın körüklenmesi ancak ve ancak İslam’ın gerçek hükümlerini yok saydırır ve dini dinden uzaklaştırır.

Din adına çıkıp, birilerini toplumun önüne atanlar, en büyük kötülüğü dine yaparlar.

Peygamberimiz; “Muhakkak ki, ancak ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyuruyor.

Güzel ahlak nedir.?

Kuran ahlakıdır.

O nedir.?

“İyi insan” olmaktır.

“İyi insan” kimdir.?

Zulmetmeyen, zalimlik yapmayan, kul hakkına riayet eden, insanlara iyi davranan, iyiliğe yakın kötülüğe uzak olmaya çalışandır.

Ama günümüzde “iyi insan” olmayı unutuyoruz, göz ardı ediyoruz.

Bu durum ise, dini maske olarak kullanma eğiliminde olanları öne çıkartıyor.

Geldiğimiz noktada din, en çok konuşulan konulardan birisi haline gelmiştir.

Ne acıdır ki din; yalana, dolana, talana, bencilliğe, ahlaki deformasyona, yozlaşmaya, başkalarının hakkını gasp etmeye kamuflaj gibi kullanılır hale gelmiştir.

Hasımları suçlamak için kullanışlı ve dokunulmaz bir gerekçe gibi kullanılmaktadır.

Allah korkusu olmayan, ahlakiliği unutulmuş bir din icat olup pratize edilmeye başlanmıştır.

Yüce, ulvi, evrensel, insani, ahlaki her türlü derinliğe sahip din; kişisel emellerin maksimize edildiği, ekonomik edinimlerin meşrulaştırıldığı, haramın helalleştirildiği, dilden düşmeyen ama sadece sözden ibaret bir “kutsal olgu”

haline gelmiştir.

Din; “Yahu ne diyorsun sen, adam abdestinde namazında” diyerek kişilerin yüceltildiği, tercih edildiği, muteber sayıldığı bir görsellik ve şekilciliğe alet edilmiştir.

Keza; “namaz, niyaz yok, o kişi beynamaz. Ondan bir halt olmaz” söylemiyle birilerini, şeytanlaştırma, kafirleştirme, hiçleştirme şeklinde bir infaz kılıcı gibi kullanılmaya başlanmıştır..

Birileri Allah’tan vekalet almış gibi, iman ölçmeye başlamış, dinsel kategorizasyon içinde insanları sınıflandırma hakkını kendinde görebiliyor.

“O ehli dünya,

Filan kafir gibi,

Falanca Cuma’ya gitmiyor,

Şu kişinin abdesti-namazı yok,”

gibi söz ve söylemlerle, kendi doğuştan günahsız ve dini kurallardan müstesnaymış ve kendisine ahkam yetkisi verilmiş gibi; asıyor, kesiyor ve ilahi(!) yargıya varabiliyor.

Eğer yanılıp yazılıp; “kardeşim iyi hoş bunları diyorsun da, bunun dindeki kaynağı ne” desen, işte bittiğin andır.

“Sen kim oluyorsun da dinin hükmünü soruyor, sorguluyor ve tartışıyorsun” diye ağzını açtığına pişman ediliyorsun.

İnancınla ilgili kendinden kuşkuya düşer hale geliyorsun.

“Sıfır enerji” projesine TÜBİTAK’tan tam destek

Makine mühendisliği öğrencisi Sabri Sağlık’ın tasarladığı ve faaliyete geçirdiği Karakuri Kaizen mekanizması, çalıştığı fabrikanın yürüttüğü Yalın Dönüşüm Projesi kapsamında TÜBİTAK Teydeb 1501 desteği almaya hak kazandı.

İstanbul’da plastik ambalaj üretimi yapan bir fabrika Karakuri Kaizen metodu ile üretim akışının iyileştirilmesi amacıyla Yalın Dönüşüm Projesi geliştirdi. Üretim hattındaki operatörün yapması gereken taşıma ve aktarma işlerini tamamen mekanik bir şekilde enerji kullanmadan CO2 salınımını sıfıra indiren Karakuri besleme mekanizması hayata geçirildi. TÜBİTAK TEYDEB tarafından incelenen çalışma, büyük beğeni toplarken proje, 1501 Proses Ar-ge Projesi desteğini de tam onaylı aldı.

Karakuri Kaizen mekanizmasını tasarlayan ve hayata geçiren İstanbul Arel Üniversitesi Makine Mühendisliği öğrencisi Sabri Sağlık, “Bu mekanizmayı, tamamen denge mantığı üzerine tasarladım. Sıfır enerji tüketiminin yanı sıra, üretim hattında çalışan operatörlerin işini kolaylaştırması da önemli noktalardan biri. Bu mekanizma, bir vardiyanın ihtiyacı kadar ürün kapasitesine sahip olacak şekilde üretildi. Kasaların, üst raftan asansöre stoper sistemi ile teker teker kayması, sistemin fazla kasa ihtiyacı olduğunda arttırılabilir kapasiteli olması açısından çok önemli. Asansörün, üst rafa çıktığında üst rafın, alt rafa indiğinde ise alt rafın açısını alması, sistemin bugüne kadar yapılamamış olmasının temel nedenlerinden biriydi.” dedi.

Türkiye’de yapılan çalışmaların bir çoğu stoper mekanizması ve bu açısal formdan dolayı başarıya ulaşamadı. Bu çalışma Türkiye’de başarıya ulaşan ilk çalışma oldu. Sağlık, çalışmış olduğu fabrikanın üretim hattında mekanizmanın kullanıldığını ve geliştirmeyi planladığını belirtti.

Karakuri mantığını kullanan her firmanın pahalı yatırımları minimize edeceğini ve dışa bağımlılığın azalacağını söyleyen Sağlık, “Bu tür çalışmalarda genellikle manuel işin mekaniğe dönüştürülmesi yeni ekipman ya da robot gibi pahalı yatırımlarla kurgulanır. Karakuri Kaizen ise bu durumun tam tersidir. Bu mekanizma ile enerji tasarrufu sağlanır ve çevre kirliliği önlenmiş olur.” dedi.

TÜBİTAK’ın yanı sıra fabrika ile iş ortaklığı yapan Alman ve Fransız firmalar da bu mekanizmayı inceleyip bilgi aldı.

Karakuri Kaizen mekanizması nedir?

Karakuri aslında Japonca’da kurmalı ve mekanik bir şekilde işleyen oyuncak bebeklere verilen isimdir. (Karakuri Ningyo). Aynı mantıktan yola çıkarak tamamen mekanik bilginin tasarımla birlikte basit ekipmanlara, hatta iş yapan makinelere dönüştürülmesi ile çalışma sahasının iyileştirilmesi ve güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Karakuri ekipmanları mekanik ve ittirme-kaldırma kuvvetlerine göre hareketlendiğinden kullanımı sırasında herhangi bir enerji sarfiyatına gerek yoktur.

AKUT’un enerjisi İnci Akü’den

Dünyanın enerji uzmanı İnci Akü, Ataşehir’de bulunan AKUT İstanbul Kürşat Avcı Lojistik Merkezi’nde gerçekleştirilen imza töreniyle AKUT’un enerji sponsoru oldu.

İnci Akü, AKUT’a ait tüm araçların akü ihtiyacını karşılayacak. İnci Holding ve GS Yuasa iştiraki İnci GS Yuasa’nın öncü markası İnci Akü, 1996 yılından beri Türkiye ve yurt dışında canlı hayatı kurtarmak için faaliyetlerde bulunan AKUT’un enerji sponsoru oldu.

İnci Akü, sponsorluk kapsamında ‘Afetlere Hazırlık’, ‘Temel Yangın’, ‘Arama Kurtarma Tahliye’, ‘Olay Yeri Yöneticisi’ ve ‘Enkaza Yaklaşma ve Beton Operasyonları’ eğitimlerini AKUT’tan almanın yanı sıra, sponsorluğu bir adım öteye taşıyarak İnci GS Yuasa kurtarma ekibini kurmayı hedefliyor.

Tören sonrasında AKUT Yönetim Kurulu Başkanı Recep Şalcı tarafından İnci GS Yuasa İcra Kurulu Direktörü Cihan Elbirlik’e AKUT Lojistik Merkezi tanıtıldı ve AKUT teknik ve işgücü potansiyeli hakkında bilgi aktarımında bulunuldu, başarıları ve kabiliyetleri hakkında bilgi verildi.

Akfen Holding verdiği sözü tuttu

Türkiye’nin önde gelen yatırım gruplarından Akfen Holding, 2018 yılında, söz verdiği gibi, 5.6 milyar TL değere sahip yatırımlarını tamamladı, bunlara ilave olarak 4 bin 59 kişiye de ek istihdam sağladı.

Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın, “2018 yılı başında açıkladığımız 5.6 milyar TL’lik yatırım paketimizde sözümüzde durduk. Türkiye’nin geleceğine duyduğumuz güvenle yatırımlarımıza devam edeceğiz” diye konuştu.

2018 yılında Isparta Öğrenci Yurdu ve Eskişehir Şehir Hastanesi’ni tamamlayan Akfen Holding, 58.5 MW toplam gücündeki 1 hidroelektrik ve 5 güneş enerji santralini de devreye aldı.

‘Ogün’ ile alakalı herkesin bir anısı vardır

İstikrarlı yayın hayatımızda bir yaş daha büyümenin sevincini 12. Yıl özel sayımız ile okurlarımızla beraber paylaşmanın haklı gururunu yaşıyoruz. Gün Medya Grubunun en kıdemli kuruluşu olan Ogün gazetesi, kuruluşunu yaptığımız ilk gününden itibaren hiçbir zaman kaliteyi ve sorumlu haberciliği göz ardı etmedi. Bu ilkeleri ile medya dünyasında çok saygın bir yer edindi.

Gazeteniz Ogün, medya sektöründeki eşsiz konumuyla her zaman örnek alınan bir yayın organı oldu. Ülkemizin büyük sıkıntılarla karşı karşıya kaldığı en zor zamanlarda sağduyulu yayın politikasıyla, topluma güven telkin ederek kaos ortamı oluşturmaya çalışanların her zaman karşısında yer aldı.

Evet, Ogün gazetesi sorumlu yayıncılık anlayışı, milli değerlere bağlılığı ile toplumsal barışa ve ülkesine daima büyük katkıda bulunmuştur.

2006 yılında gazetenin isminin patentini aldığım zamanı dün gibi hatırlıyorum. Ve ilk yayına başladığımız 1 Ocak 2007’de ilk sayımızı da çok iyi anımsıyorum. O tarihlerde sınırlı ekonomik imkânlarla yayın hayatına başlayan Ogün gazetesi, 12 yıl boyunca istikrarlı ve kaliteli yayıncılık çizgisinden hiç ayrılmadı. Adını Turan’dan, kutlu günden, zaferlerimizden kısaca bizim için önem ve değer kazanmış olan tüm o günlerden alan gazetemiz 12 yıl boyunca milletinin ve devletinin zararına bir satır yazmamıştır. Bu şekilde yazmayı düşünen kalemlerle zaman zaman yolları kesişse de bu kişilerin muhabir ise işine son vermiş, yazar ise de kalemini hiç çekinmeden kırmıştır.

“Herkesin Ogün ile alakalı bir anısı vardır” sloganı ile yola çıkan gazetemiz 12 yıl boyunca tahrik, kavga ve kaos ile anılmamıştır. Gün Medya Grubuna bağlı olan hiçbir yayın organı muhalif olma veya kavga ile prim yapma peşinde koşmamıştır. Gelişmiş ülkelerde 2 kişiye 1 gazete düşerken, nüfusu 80 milyona dayanan ülkemizde toplam gazete tirajı 4 milyonu bulmuyor…

Gelişmiş ülkelerde 2 kişiye 1 gazete düşerken ne yazık ki! Güzel yurdumuzda 20 kişiye 1 gazete düşüyor. Ama her şeye her zorluğa rağmen doğru haber ile azda olsa insanlara ulaşmaya gayret ediyoruz. Yurdum insanının gazete okuması için gazete bayileri, kargo şirketleri, postane ve kuryeler vasıtasıyla Ogün gazetesini yurdun dört bir yanına yıllardır ulaştırıyoruz.

12 yıl bizlere çok şey öğretti ve öğrendik ki! çirkin ilişkilere girmeden bir gazete dimdik ayakta kalırmış insanın dayanacağı bir çınarı olursa…