18.4 C
İstanbul
Pazartesi, Haziran 9, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 108

PKK’nın siyasi kanadına devlet yardımı kabul edilemez

0

Dünyanın hiçbir ülkesinde askerine kurşun sıkan, bebekleri öldüren, terör örgütüne açıktan açığa verdiği destekler ispatlı olan ve terör örgütünün siyasi kanadıyım diye mecliste haykıran siyasi partiye bir devletin para desteği verdiği görülmemiştir ve düşünülemez bir durumdur. Lakin biz ülkemizde dünyada eşi benzeri olamayan bir çirkinliği her seçim döneminde görüyoruz. Her yeni dönemde de bu yardımları kat kat artırarak veriyoruz.

DEVLET VE VATANDAŞ KEMER SIKARKEN SİYASİ PARTİLER İSRAF YARIŞINDA

Devlet ve vatandaş kemer sıkıp, enflasyonla topyekûn mücadele ederek, yaşanan krizi atlatmaya çalışırken, aynı hassasiyet siyasi partilere ayrılan bütçede gösterilmiyor. Siyasi partiler her yıl genel bütçe gelirlerinin 5 binde 2’si oranında hazine yardımı alıyor. Genel seçim dönemlerinde bu yardımlar 3’e, yerel seçimlerin yapılacağı zamanlar da 2’ye katlanıyor.

Ekonomik olarak sorunlar yaşadığımız bu günlerde bütçe düzenlemeleri yapılırken partilerin aldıkları yardım miktarlarında hiçbir düzenlemeye gidilmemesine bir anlam veremiyorum. Her alanda israfı önlememiz gerekirken, siyasi partilere yapılan yardımlarda bir kesintiye gidilmemesi gerçekten şaşırtıcı bir olay olarak hafızalarımıza kazınmıştır. Devlet her alanda israfı önlemeye çalışıyor, 2019 yılındaki projelerin bir kısmı durduruluyor ama siyasi partilere yardımda tasarrufa gidilmiyor, birde üstüne; terör örgütünün siyasi kanadı HDP’ye 92 milyon 238 bin lira yardım yapılması kabul edilir bir durum değildir.

HDP’NİN BU YARDIMI ALMASINA VESİLE OLAN PARTİ’NİN ADI CHP’DİR

HDP’nin bu parayı almasına vesile olan parti’nin adı CHP’dir. 24 Haziran seçimlerinde CHP’den gelen emanet oylarla HDP son anda Meclis’e girmiştir. CHP bu millet seni de affetmeyecek HDP’yi de… HDP’ye oy verenlerin tamamını toplasan ülke ekonomisine katkıları 92 milyon değil iken, verdikleri zararlar 92 milyondan fazla iken bizim devletimiz neden 92 milyon 238 bin lira daha yardım yapar?

Bu paraların dağ kadrolarının emrinde kullanılmayacağını, mühimmat alınmayacağını garanti edebilir misiniz?

El insaf…

Kobi e-Ticaret Zirvesi ile Türkiye büyüyor

Idea Soft ve Google ana sponsorluğunda bu sene ikincisi gerçekleşen ve ülke ekonomisine katkı sağlamak için KOBİ’leri sektörün profesyonelleriyle buluşturan KOBİ E-Ticaret Zirvesi büyük ilgi gördü. Sunuculuğunu ünlü şovmen Geveze’nin üstlendiği zirvede, KOBİ’ler için oluşturulan özel alanda katılımcılar yeni ürün ve hizmetleri de deneme fırsatı yakaladı.

Yaklaşık 1000 kişinin katıldığı zirveyle ilgili Idea Soft Ceo’su Seyhun Özkara,‘Türkiye’de her geçen gün büyüyen e-ticaret ekosistemine ve ülke ekonomisine katkı sağlamak amacıyla KOBİ’leri böyle bir etkinlikte bir araya getirmekten büyük mutluluk duyuyoruz. KOBİ’ler, dijitalleşme süreçlerinde ihtiyaç duydukları A’dan Z’ye her konuyu ve konuşmacıyı bu zirvede bulma şansı yakalıyorlar.  Biz Idea Soft olarak da tüm bu dijitalleşme süreçlerinin tam ortasında yer alıyoruz ve sistemin entegrasyonunu sağlıyoruz. Ayırca haftalık eğitimlerimizle de interaktif olarak markaların bu sürece daha kolay adapte olmalarını destek oluyoruz. Bugün itibariyle 6500 markaya e-Ticaret ekosisteminde hizmet veriyoruz. Önümüzdeki yıllar içerisinde de trendleri takip ederek güçlü iş ortaklarımız sayesinde bu sayıyı daha da artırmayı planlıyoruz. KOBİ’lere yönelik ilk ve ücretsiz bir zirve olmasının yanı sıra bu seneki bir diğer farklılığımızda zirvemizin canlı yayın ile izlenebilmesi. Tüm katılan KOBİ’lerin keyifli ve bir o kadar da faydalı bir gün geçirmesini diliyor ve bu vesileyle ana sponsorumuz Google’da teşekkür ediyorum’ dedi.

Google Türkiye, Ortadoğu, Afrika Kanal Satış Yöneticisi Şebnem Erzan ise yaptığı sunumunda dijitalleşen dünyada tüketiciyi yakalama konusundaki verilere yer verdi. 8 sene içerisinde internet abonesinin 9 kat artığını belirten Erzan, akıllı telefon penetrasyonun da % 69 oranına ulaştığını paylaştı. Bu oranın dünyaya gore daha yüksek olduğundan bahseden Erzan herhangi bir strateji yaparken bu penetrasyon oranının da mutlaka değerlendirilmesi gerektiğini paylaştı. Son olarak Erzan,interneti yoğun olarak kullanan kobilerin ciro artış oranının bu sene % 17 olduğuna da değindi.

Kotler: Türk kültürüne dünya hayrandır

İTO Başkanı Şekib Avdagiç, “Pazarlamanın sahne ışıkları yeniden İstanbul’un üzerine yöneldi” dedi.

Pazarlama duayeni Philip Kotler, “Türk kültürü dünya tarafından merak ediliyor. İddianız var, gelenek var, istek var, gideceğiniz yön var. Öncelikle markaları oluşturmada bir beceri oluşturmamız lazım. Para da lazım ama fikir olmalı. Sizin markanızın bir mükemmellik standardı oluşturmaması için hiçbir sebep yok” diye konuştu.

“Modern pazarlamanın duayeni” olarak anılan ünlü pazarlama Profesörü Philip Kotler’in kurucu olduğu Dünya Pazarlama Zirvesi (World Marketing Summit), ilk kez İstanbul’da İTO ev sahipliğinde düzenlendi. Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen ve küresel pazarlama profesyonellerinin en prestijli platformlarından biri olarak kabul edilen Dünya Pazarlama Zirvesi büyük ilgi gördü. 4 binden fazla kişinin katıldığı zirve görkemli açılışının ardından öğleden sonra gerçekleşen oturumlarla devam etti.

HER ŞEHİR KENDİNİ PAZARLAMALI

Özellikle moderatörlüğünü Prof. Marc Oliver Opresnik’ in gerçekleştirdiği Prof.İlber Ortaylı ve Philip Kotler’in birlikte aynı sahnede yer aldığı ‘Bir Şehirden Ötesi İstanbul’ oturumu büyük bir ilgi ile takip edildi. Dünyanın geleceğinin “şehir devletleri” şeklinde olacağı öngörüsünde bulunan Philip Kotler, “Gerçek itici güç ‘büyük şehir’ olmakta. Türkiye’de ise bu güç ‘İstanbul’. Her şehir kendini pazarlamalı.  Kendini hangi alanda ve kimlere pazarlayacağını da belirlemeli bu anlamda. Hangi ülkelerin sizi daha çok tanımasını istiyorsanız buna yönelik çalışmalar gerçekleştirmelisiniz. Eğer büyük şirketlerin yatırım yapmasını istiyorsanız, devlet görevlileri ve iş adamları belirli ülkeleri ziyaret eder yatırım için teşvik ederler, bu nispeten daha kolaydır’’ diye konuştu.

Ünlü tarihçi İlber Ortaylı ise markacılığın bir dizayn işi olduğunu belirterek, ‘’Markalaşmak için şartları anlamak ve o doğrultuda üretim yapmak çok önemlidir. Dünyayı gezmemiz ve zamanda gezmemiz lazım. Bütün Avrupa’yı ve Doğu’yu incelememiz lazım bu şekilde üreticiliğimizi arttırırız. Ülke olarak özellikle Akdeniz sahasının uzmanı olmamız lazım’’ dedi. Ortaylı ayrıca World Marketing Summit gibi toplantıların ülkemizde daha çok olmasını ve bunun çalışmamız gerektiğini de vurguladı.

Oturumda yer alan Koç Holding CEO’su Levent Çakıroğlu ise, bir markanın teknolojisi olmadan bulunduğu pazarda güçlü konuma gelmesinin zor olduğunu belirterek, markaların kritik başarı faktörlerini Ar-Ge, inovasyon, kalite, tasarım becerisi, marka yatırımı ve yerel pazarlara uygunluk olarak sıraladı.

Zirvede, Prof. Dr. Moran CERF, Prof. Dr. Luiz MOUTINHO, Prof. Marc OLIVER OPRESNIK, Prof. Dominique M. Hansens ve Dr. Fahim KIBRIA’nın konuşmaları da büyük ilgiyle takip edildi.

“TÜRK GENÇLERİNİN İHTİYACI OLAN RÜZGARI KOTLER İLE ESTİRDİK”

Philip Kotler ve İTO Başkanı Şekib Avdagiç dün sabah da ekonomi basınının önde gelen isimleriyle İTO binasında sabah kahvaltısında bir araya geldi.  Avdagiç, zirve kapsamında 4 binden fazla kişiye yüz yüze, on binlerce kişiye ise İTO’nun web sitesi ve sosyal medya hesaplarından canlı yayınla ulaşıldığını belirterek, “Bana göre bu zirvenin en önemli getirisi pazarlamanın sahne ışıklarının, yeniden İstanbul’un üzerine yönelmesi oldu. Pazarlamanın evrensel kurallarını yazan Philip Kotler gibi bir ismi ağırlamak, İstanbul’a yeni bir ufuk ve vizyon kazandırdı. Türk girişimcisinin, Türk gençlerinin küresel nitelikte markalar tasarlaması için bir rüzgara ihtiyacı var. Bu rüzgarı da Mr. Kotler ile estirdiğimizi düşünüyorum. Eminim ki Mr. Kotler’i gören, marka konusunda onu dinleyenler arasından geleceğin markalarını tasarlayacak birçok genç çıkacaktır” dedi.

ROKET HIZINA KAVUŞMALIYIZ

Avdagiç, İTO olarak pazarlamanın geleceğini, teknolojik gelişmelere ve dijital çağa uygun bir şekilde kendini yenilemesinde gördüklerini aktararak, “Türkiye pazarlamada kritik bir eşiktedir. O da şudur: Ya çağın beklentilerine uygun bir şekilde üretim anlayışımızın odağına markalaşmayı sokacağız ve buradan yürüyeceğiz ya da pazarlama tuzağının içinde dönüp duracağız. Dolap beygiri gibi dönüp durmaktan kurtulup roket hızına kavuşmalıyız” diye konuştu.

“Bizim sadece, kompleksli yaklaşımları bir kenara koyup hedeflerimizi büyütmeye ihtiyacımız var” diyen Avdagiç, “En değerli 100 markamızın hepsini toplasanız bir Amazon etmiyor retoriğinden kurtulmalıyız. Pazarlamanın ham maddesi markaysa İstanbul ve Türkiye’de, dünyanın en değerli markalarını oluşturacak zengin ham madde kaynakları var” ifadelerini kullandı.

Philip Kotler de toplantıda  Türk iş dünyasında başarılı olma arzusunun çok fazla olduğunu, buna saygı duyduğunu söyledi. Türk kültürünün dünya tarafından merak edildiğini anlatan Kotler, “İddianız var, gelenek var, istek var, gideceğiniz yön var. Öncelikle markaları oluşturmada bir beceri oluşturmamız lazım. Para da lazım ama fikir olmalı. Sizin markanızın bir mükemmellik standardı oluşturmaması için hiçbir sebep yok. İyi medya kanallarını seçmeniz de size akılda kalan sloganları oluşturma fırsatı sağlayacak. Sadece geleneksel reklamcılıkla kalmak doğru değil. Artırılması gereken konulardan biri kesinlikle dijital” diye konuştu.

“İSTANBUL ÇOK ÖZEL VE GÜÇLÜ BİR MARKA”

Prof. Dr. Kotler, İstanbul ve Türkiye’nin çok özel ve güçlü bir marka olduğunu vurgulayarak, “ABD’li dostlarımla konuşuyorum; Paris’e gitmekten sıkıldılar. İtalya’ya da gidebilirler ama buraya gelmek istiyorlar. İstanbul çok özel bir marka ama markanızı bir satışçı gibi pazarlamanız gerekiyor. Türkiye hakkında kısa ve öz mesajınız olmalı. İstanbul’dan sevgilerle gibi” şeklinde konuştu.

Kotler, etkileyici bir marka olarak gördüğü İrlanda’nın pazarlama bakanlığı kurduğunu belirterek, “Bence her ülkenin bir pazarlama bakanlığı olmalı. Belki ticaret bakanlığının altında bir birim de olabilir ama birine bu konuda bir sorumluluk verilmeli.” önerisinde bulundu.

KOTLER’A FAHRİ DOKTORA UNVANI

Philip Kotler, öğleden sonra da  İstanbul Ticaret Üniversitesi’ne de konuk oldu. Kotler’a, İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nazım Ekren tarafından fahri doktora unvanı verildi. Burada gençlere seslenen Kotler, ülkesinde öğrencilerin yüzde 25’inin mezun olduklarında kendi şirketini kurmak istediğini belirterek, Türkiye’de de öğrencilerin global olarak düşünmesinin teşvik edilmesi gerektiğini vurguladı. Türkiye’de bilgisayar ve yapay zekayı iyi kullanan bir genç nesil olduğunu belirten Kotler, şöyle devam etti: “Buna dayanarak işlerini geliştirebilirler. Benim ülkemdeki gençler bir yerde çalışmak değil, kendi şirketini kurmak istiyor. Aslında çoğu şirket akıllı, gençleri teşvik ediyor. Şirketlerin belki kendilerinin ne yaptıklarını düşünmeleri gerekiyor. Kişileri nasıl teşvik edebilirler, buna önem vermeliler.”

 Kotler, konuşmasının sonunda gençlere “Hayatınızın bir anlamı ve amacı olsun. Gurur duyacağınız bir hayat yaşayın” diye seslendi.

Beşiktaşlı işadamları Cengiz Aygün ile devam dedi

Beşiktaşlı Sanayici ve İş Adamları Derneği Olağan Kurul toplantısı Kalamış’ta bir restoranda gerçekleşti. Dernek Başkanı Cengiz Aygün,2019 yılının çok daha verimli geçeceğini söyleyerek ‘BESİAD ismini çok daha fazla duyacaksınız’ dedi.

Kalamış’ta gerçekleşen BESİAD toplantısı öncesinde şehitlerimiz ve Beşiktaş’a hizmet etmiş merhum büyüklerimiz için bir dakikalık saygı duruşu gerçekleştirildi. Divan Kurulu Başkanlığına seçilen Yahya Kurt’un konuşmalarıyla başlayan toplantı daha sonra yeni yönetim kurulunun seçilmesi ile devam etti.

CENGİZ AYGÜN GÜVEN TAZELEYEREK YENİDEN BAŞKAN SEÇİLDİ

Beşiktaşlı Sanayici ve İş Adamları Derneği Olağan Kurul toplantısında yapılan seçimde; Cengiz Aygün yeniden Dernek Başkanı seçilirken Ferhat Pazarbaşı’nın Başkan Yardımcılığı görevine devam etmesine karar verildi. (Denetim Kurulu Başkanı Bünyamin Ercan Erdoğan, Sayman Ercüment Nefesoğlu)  Beşiktaş Divan Kurulu üyesi ve BESİAD Dernek Başkanı Cengiz Aygün, 2018 yılında yapılan başarılı etkinlikleri kutlamak ve yenilerini katmak adına BESİAD ailesi olarak organizasyon düzenlemeyi önerdi. Verilen karar ile 500 kişilik katılımın olacağı yemekli bir organizasyon düzenlenmesi, kültür faaliyetlerine destek olunması adına değerli Beşiktaşlı sanatçılardan oluşan bir komite kurulması kararlaştırıldı. 2018 yılında yaklaşık 1000 adet Beşiktaş forması dağıtan BESİAD, bu sayıyı 2019 yılında iki katına çıkararak Türkiye’nin her yanına dağıtma kararı aldı. Ayrıca birçok ilde BESİAD şubesi açılması kararlaştırıldı. Özellikle Anadolu’daki gençlerimize Beşiktaş’ı daha çok sevdirmek ve ihtiyacı olan kişilere yardım edebilmek amacı ile 2018’de yapılan yardımları önümüzdeki sene daha da arttırılması gerektiğini belirten Aygün, 2019 yılının çok daha verimli geçeceğini, BESİAD aracılığı ile Beşiktaş’ın iş dünyasında ve vatandaşlar tarafında daha çok destekleneceğini belirtti.

BEŞİKTAŞ SPOR KULÜBÜ BAŞKANI FİKRET ORMAN BESİAD’A BAŞARILAR DİLEDİ

Derneğin toplantısı esnasında bir ödül töreninde bulunan Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanı Fikret Orman, gönderdiği mesaj ile Beşiktaşlı Sanayici ve İş Adamları Derneği derneğine başarılar dileyerek çalışmalarından dolayı yöneticileri tebrik etmiş.

Derneğin olağan toplantısı; açılış, yoklama, genel kurul divan başkanlığının seçimi, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması, yönetim kurulu başkanının konuşması, faaliyet ve denetim raporunun okunması, tahmini bütçenin görüşülmesi ve kabulü, dernek organlarının asil ve yedek üyelerinin seçimi, dilek ve temenniler ve kapanış olarak gerçekleşmiş.

SGDD-ASAM kafaları karıştırıyor

Avrasya Bir Vakfı bünyesinde 1999 yılında kurulmuş olan Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM)’ı milli çıkarlarımız için araştırmalar yapan misafirlerini kapıda karşılayıp, görüşme sonrasında kapıdan Türk gelenek ve göreneklerine göre yolcu eden bizim kuruluşumuz olarak biliriz.

Peki Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM)’ın türevi olan Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD-ASAM) ne iş yapar? misyonu ve vizyonu nedir? Milli midir? Yerli midir?

Aylar öncesinden bizleri Ankara’da düzenlenecek olan “Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları” programı için davet ettiler. Tüm yurt içi ve yurt dışı programlarımızı ayarlayarak başkent’te gerçekleşecek programa katılmak için hazırlıklarımızı tamamladığımız sırada derneği arayarak program detaylarını öğrenmek istediğimizde programın iptal edildiğini öğrendik. Bizleri Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı vasıtasıyla davet ediyorsunuz, programa sayılı günler kala iptal olduğunu öğreniyoruz, iptal olduğunu bize bildirme lütfunu göstermediniz, peki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na neden bildirmediniz? Siz kurumunuzu bizim en üst kurumumuzdan üstün mü görüyorsunuz?

Bu üslupsuz yakışık olmayan durum karşısında daha önce düzenlenen programlara katılan gazeteci arkadaşlarımı arayarak durum konusunda istişare yaptığımda aldığım cevaplar enteresandı.

İngiliz Büyükelçiliği, AB ve Birleşmiş milletlerden maddi destek almak için bu programlar organize ediliyormuş. Üst düzey cumhurbaşkanlık makamından yöneticilerimiz geldiği gün yapılan organizasyonlara katılımın yüksek olması sağlanıyormuş. Fakat yöneticilerimizin katılmadığı günlerde organize edilen toplantılara gelen gazeteciler otele yerleşip, programa katılmadan Ankara’da turistik gezilere katılıyor, Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği ise yapmış olmak için 3-5 gazeteci ile organizasyonu yapıyormuş. Yani körler, sağırlar birbirini ağırlar.

AB’den güç almak için gazetecileri kukla yerine koymak, göstermelik programlar ile mültecilere fayda sağlanıyor algısı yaratmak, davet ettiği kişileri mağdur etmek bir milli derneğin vizyonu da olamaz vizyonu da…

Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği yöneticileri sizleri İstanbul’da 5 yıldızlı otelde 100 gazetecinin de davet edildiği bir programda ağırlamak isterim, tüm masraflar (Uçak, Transfer, otel) tarafımıza aittir. Sizleri havalimanında karşılayıp, aynı havalimanından da yolcu edeceğimizden şüphemiz olmasın.

Bir de unutmadan bizler verdiğimiz sözleri yutmayız, tutarız.

Uyuşturucu mafyası kız çocuklarımızı hedef aldı

Gazetemize uyuşturucu tacirlerinin vicdansız uygulamaları konusunda özel açıklamalarda bulunan Madde Bağımlılığı ve Adli Bilişim Uzmanı Emekli Emniyet Mensubu İsa Altun, suç örgütlerinin 18 yaş altı kız çocuklarını bağımlı yapmak için çaba harcadığını ve buna karşı ailelerin çok dikkatli olmalarının gerekli olduğunu belirtti. Uyuşturucu konusunda ailelerin dikkat etmesi gereken en önemli unsurun ergen yaştaki çocuklarını gözlemlemek olduğunu söyleyen İsa Altun, ebeveynlerin çocuklarını takip etmek ve kiminle arkadaş olduklarını kontrol etmesinin önemine değindi.

UYUŞTURUCU TACİRLERİNİN HEDEFİNDE 18 ALTI KIZ ÇOCUKLARIMIZ VAR

Kız çocuklarını bağımlı yapmak için uyuşturucu mafyasının değişik metotlar uyguladıklarını belirten İsa Altun, “Ne yazık ki! Uyuşturucu tacirlerinin hedefinde ergen çocuklarımız bulunuyor. Önce kız çocuklarını tuzağa düşüren uyuşturucu mafyası daha sonra bu genç kızlarımızı kullanarak diğer çocuk yaştaki gençleri zehirlemeye çalışıyorlar. Cezai ehliyetleri bulunmadığı için özellikle 18 yaş altındaki küçük çocukları kullanan suç örgütleri ilk kullanımlarda ücretsiz uyuşturucu promosyonları da yapıyorlar” dedi.

Sosyal medya ve diğer iletişim araçlarının etkisiyle bu maddelere ulaşmanın kolaylaştığını söyleyen Altun, “Geçtiğimiz günlerde 15 yaşında bir çocuk sosyal medya aracılığı ile 53 çocuğu bağımlı yapmış. Bu ve buna benzer örneklere çok rastlıyoruz. Emniyet güçlerimiz bu konuda ciddi önleyici çalışmalar yapıyorlar. Fakat bu konuda en önemli görev ailelerimize düşmektedir” diyerek tehlikenin boyutlarına dikkat çekti.

BAZEN ÖLDÜREN, BAZEN İNTİHAR ETTİREN UYUŞTURUCULARDAN ÇOCUKLARIMIZI UZAK TUTMALIYIZ

Altun, “Her geçen gün yeni bir uyuşturucu ile karşılaşıyoruz. Adı bazen bonzai, bazen flakka bezende skunk olabiliyor. Ama isimleri değişik olan maddelerin ortak özellikleri hepsinin zararlı olmasıdır. Kalp hızında yükselme yaptığından kalp krizine sebep oluyorlar. Madde alındıktan sonra halüsinasyon görmeye başlayan kullanıcı bilinç kaybı ve duygu durum bozukluğu gibi davranışlar içine girebiliyor. Bazen öldüren, bazen intihar ettiren bu maddelerden çocuklarımızı uzak tutmalıyız” diyerek tehlikenin boyutlarının düşünüldüğünden daha büyük olduğunu söyledi.

UYUŞTURUCU MADDE SATIŞI VE REKLAMI SOSYAL MEDYADA GERÇEKLEŞİYOR

Altun, “Ailelerin dikkat etmesi gereken en önemli unsur ergen yaştaki çocuklarını takip etmek ve kiminle arkadaş olduklarını kontrol etmektir. Günümüzde internet ve sosyal medyanın etkisi gün gittikçe artıyor. Çocuklar internetle büyüyor. İnternet bir anlamda sokağı eve getirmek demek. Uyuşturucu maddelerin pazarlandığı alan sosyal medyadır. Ailelerin bu konuda çok dikkatli olmaları gerekiyor. Bağımlı aileleri çocuklarının bağımlı olduğunu en az 2 yıl sonra fark edebiliyorlar. Nedeni ise çocuklarına uyuşturucuyu yakıştıramıyorlar. Bağımlılıkla mücadelede önleme çalışmaları tedavi etmekten daha kolaydır” diyerek uyuşturucu ile mücadelede seferberlik ilan etmenin gerekli olduğunu vurguladı.

YAKALANAN SİLAHLAR VE UYGULADIKLARI METOTLAR ÖRGÜTÜN NE KADAR TEHLİKELİ OLDUĞUNU GÖZLER ÖNÜNE SERİYOR

“Uyuşturucu tacirlerine karşı yapılan baskınlarda yakalanan silahlar örgütün ne kadar tehlikeli olduğunu gösterirken, uyuşturucu sevkiyatında kullandıkları metotlar tehlikenin boyutunu gözler önüne seriyor” diyerek konuşan İsa Altun, “Geçtiğimiz ay Şişli’de bir otomobil tamirhanesinde uyuşturucu satıldığı bilgisi üzerine Narkotik polisleri yaptığı baskında iş yerinde bulunan 7 şüpheliyi yakalayarak gözaltına almıştı. Narkotik polisi tamirhanede 25 gram kokain, 3 ruhsatsız tabanca, 1 kalaşnikof tüfek ve çelik yelek ele geçirmişti. Narkotik Polislerinin Atatürk Havalimanı’nda yaptığı bir başka operasyonda, 4 masa örtüsünün astarına emdirilmiş 6 kilo 70 gram afyon sakızı yakalanmıştı. Narkotik polisleri Başakşehir’de bir kargo firmasına düzenlediği 2 farklı operasyonda ise kayısı pestili ve cevizli sucuk içerisinde uyuşturucu madde gizlendiğini belirlemiş. Polis ekipleri kayısı pestili ve cevizli sucuklarda yaptığı incelemede toplam 11 kilo 60 gram afyon sakızı ele geçirmişti” diyerek tehlikenin boyutlarının ne kadar büyük olduğunun gerçekleşen operasyonlarda ortaya çıktığını söyledi.

Türk düşmanı koltukta oturmuyor

Bulgaristan’da yaşayan azınlıklara yönelik ırkçı söylemleriyle tanınan ve son parlamento seçimleri sırasında Türkiye’den Bulgaristan’a oy kullanmak için gelen çifte vatandaş Türkleri sınırda tartaklayan Bulgaristan Başbakan Yardımcısı Valeri Simeonov’un görevinden istifa etmesi azınlıklar tarafından olumlu karşılandı.

Ogün Gazetesi Ekibi geçtiğimiz ay Bulgaristan’ın başkenti Sofya’ya bir ziyaret gerçekleştirerek, Türkler ve azınlık temsilcileri ile bir dizi görüşmeler yapmıştı. Ziyaretin ardından Bulgaristan’ın gerçekleri başlıklı haber ile yaşanan sıkıntıları kamuoyu ile paylaşılmıştı.

Bizim ülkemizde azınlık ve cemaatlere gösterdiğimiz ilgi alakanın Bulgaristan’daki yaşayan Müslümanlara ve özellikle Türklere gösterilmediğine işaret ederken, gerçekleşen ırkçı saldırılar ile insani ve tarihi mirasımızın Bulgaristan’da tehdit edildiğini kaleme almıştık.

Görüştüğümüz sivil toplum kuruluşları temsilcileri Müslümanlara saldırıların azaldığını fakat hiçbir zaman bitmediğini ve böyle giderse de bitmeyeceği konusunda beyanat vermişlerdi.

Haskova ve Kırcaali şehirlerinde yaşayan soydaşlarımızla yaptığımız görüşmede, Bulgaristan Başbakan Yardımcısı Valeri Simeonov’un Türkleri ve Kırcaali halkına yönelik ırkçı sözler sarf ettiğini ve haddini aşarak tartakladığı bilgisine ulaşmıştık.

Ayrıca;  Simeonov, son parlamento seçimleri sırasında Türkiye’den Bulgaristan’a oy kullanmak için gelen çifte vatandaş Türkleri sınırda tartaklamıştı.

Sofya, Haskova ve Kırcaali’de edindiğimiz bilgileri ve görüntüleri devletimiz kurumlarına bir rapor ile sunmamızın ardından Bulgaristan Başbakan Yardımcısı Valeri Simeonov’un istifa etti.

Bulgaristan’da iktidardaki koalisyon hükümetinin ortaklarından Bulgaristan Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (NFSB) Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Valeri Simeonov’un istifa etmesi Bulgaristan’da yaşayan azınlıklar tarafından ümit verici bir gelişme olarak karşılandı.

Ülkedeki Türklere yönelik ırkçı söylemleriyle tanınan NFS lideri Simeonov, daha önce de Etnik Azınlıklar Entegrasyon Konseyi’nin başına getirildiği için kamuoyunda büyük tepki almıştı.

Anıt ağaçlar

0

Doğduğumuzda ağaçları görürüz. Onlarla yaşarız, mezarlarımızda bile ağaçlar vardır.

İçlerinde öyleleri var ki diğerlerinden çok farklı nitelik kazanmışlardır. Şekli, göğüs çapı, boyu, görüntüsü, yaşı, heybeti ve itibarı ile akranlarından hemen ayrılır. Onlar ölümsüzlüğü, güç ve huzuru simgeler.

Anadolu’da sıkça karşılarız onlarla. Bir caminin avlusunda, bir mezarlıkta, bir cadde kenarında, bir köy meydanında, bir tepe üstünde ve genellikle yapayalnız…

Yaşadıkları yüzyıllar içerisinde tüm olumsuz koşullara direnme iradesi göstermiş ve var olabilmiş birkaç nesil insan varlığı ve tarihine şahitlik etmiş ağaçlardır “anıt ağaçlar.” Belki birkaç nesil daha şahitliğe devam edeceklerdir, kim bilir? Onları korumak yaşamlarını sürdürmelerine yardımcı olmak her şeyden önce bir insanlık borcudur.

Yaşadığı süre içerisinde bulunduğu yöre halkı üzerinde, tarihi, kültürel ve folklorik olumlu ya da olumsuz derin izler bırakan, efsanelere konu olmuş,  gelecek kuşaklara taşınması gereken değerlerdir.

Anıt ağaçların kültürel ve mistik yönlerini incelediğimizde çok eski devirlere dayandığını görüyoruz. Anıtsal niteliği taşıyan ağaçların önemli bir bölümü günümüze kadar yaşayabilme, korunabilme şansını kilise, camii, mescit ve türbe, saray ve köşk bahçesi gibi kutsal ve mistik mekanlarda yer almalarına borçludur. Örneğin Kahramanmaraş’ta Kale Köyü Mezarlığı’nda bulunan 40-50 metre boy ve 100 – 160 santimetre çaplı 90 adet ağacın oluşturduğu anıt sedir meşceresi varlığını Kasım Dede adıyla anılan bir yatıra borçludur.

Yine İstanbul’un Fethi’nden sonra Sümbül Efendi Dergâhı (Kocamustafa Paşa-İstanbul) olarak bilinen eski manastırdaki bir servi ağacının ne kadar kutsal olduğu kendisini ziyaret eden binlerce insandan anlaşılmaktadır.

Lübnan’da Bischerre Köyü civarındaki sedir orman içinde bugün yaşı 3000 yılın üzerinde olan dev bir sedir bulunmaktadır. Yöre halkı tarafından “Allah’ın Sediri” adıyla anılan bu ağacın oradaki tüm sedir ormanlarının atası olduğuna inanıldığı için, hemen yakınındaki tapınaklarda görevli rahipler kimi ayinlerini bu anıt ağacın altında yapmaktadır.

Doğayı tam anlamı ile korumuş olsaydık. 500 – 600 yaşlarında çam ve çınar ağaçlarından oluşan harika ormanlarımız olacaktı. 

Anıt ağaçların yaşayan varlıklar oluşu, bu doğa harikalarını daha çok korunmaya muhtaç hale getirmektedir. Ülkemiz ormanları uzun zamandan beri aşırı derecede tahribata uğramış olmasına rağmen anıtsal nitelik taşıyan ağaç ve orman parçaları yönünden yine de zengindir.

İnsan ve doğanın tarihine tanıklık eden bu değerlerin bilimsel olarak tespit ve tescil edilerek koruma altına alınması gerekir.

Anıt ağaç ve ağaç toplumlarının, “tabiat anıtları” içinde kendine özgü bir ayrıcalığı vardır, çünkü onlar canlıdır. İnsanlarda bambaşka duygular çağrıştırır. Anıt ağaçlar, hastalandığında tedavi edilebilir. Fakat onu yok ettiğiniz zaman bir daha geri getiremezsiniz, onarıp gelecek nesillere bırakmak şansınız yoktur. Bu nedenle tabiat anıtı ve anıt ağacın değerini bilmeli ve onları bütün varlığı ile korumalıyız.

Kadın, her yaşta yaralanıyor

Kadın her yaşta yaralanıyor, çünkü daima bir eleştiriye, şiddette, psikolojik baskıya maruz kalıyor.

Sadece ülkemizde değil bu sorun. Gelişmiş ülkülerdeki kadınların da başka türlü sorunları var. Yani anlayacağınız, kadın olmak dünyanın her yerinde zor.

Kadın aşık oluyor, bazen küçükken aldığı darbelerden dolayı, dokunulmayı aşk zannediyor. İşte en büyük hayal kırıklığı, en büyük yanlış burada başlıyor. Duygularıyla sevilmeyen sadece dokunulan kadının kalp ağrısı hırçınlaştırıyor, agresifleştiriyor ve geri dönülemez hayat felsefesi başlıyor.

Hayatında bu kadar derinden yara almış bir kadından ne bekleyebilir ki insan? Ona acımayan hayatın intikamını en yakınlarından çıkarıyor. Mesela iyi bir evlât olamıyor, sevemiyor, acıyamıyor, merhamet duyamıyor. İyi bir anne olmasını beklemek ise büyük haksızlık değilmi?

Diyorlar ki, kadın’ın en güzel yaşları 35 ten sonra başlar! Kendini yaşama, zamanına girer. Onu söyleyenler sadece, ekonomik sorunu olmayan, büyük kentlerde hayatını kimseye bağımlı geçirmek zorunda kalmayan, gelecek kaygısı taşımayan, çocukları için endişelenmeyen ve önemlisi korkmayan kadınları gözlemlemiş olmalı ki bu kadar rahat, kadın’ın olması gereken duygu dünyasından bahsediyorlar. Ülkemizin 3/4 ü Anadolu! Ve anadolu insanı gelenekleriyle, töreleriyle, ahlak kurallarıyla yaşar! “Desinler”, “namus” kavramları onlar için vazgeçilmezdir. Kadın’ın nasıl bir hayat yaşaması, kiminle mutlu olması gerektiğine onlar karar verir. Çünkü kadın onlar için, evde oturup çocuk doğuran, hizmet eden, verilenle yetinmesi gereken bir varlıktır. Onun dayak yemesinin adı eğitim dir.. Kadına yapılan bu zulümler, şartları iyileştirseler bile değişmeyecektir. Bilmiyorlar ki, kadın geçmişinde yaşadığı korkuları, kaygıları üzerinden ölünceye kadar atamayacaktır. Belki biraz dindirir ama atamaz.

Oysa kadın kulağıyla sever (duymak ister), gözleriyle sever (görmek ister). Büyük beklentileri yoktur. Büyük beklentileri daima karşı taraf yaratır vaadleriyle. Kendisi vaadlerini yerine getiremediğinde, yine kadını doyumsuzlukla suçlar ve vicdanını rahatlatır! Evlenirken veya flört yaşarken aşık olduğu kadını evlenince değiştirmeye başlar. Önce kıyafetlerini değiştirir. Oysa kadına o giyim tarzıyla aşık olmuştur. Sonra kısıtlamalarıyla asosyal bir kadın yaratır. Ve sonuç; yarattığı bu kadına aşkı biter ve onu yine suçlamak için malzeme biriktirir. Aldatmak için en güzel sebeptir bunlar. Belki fizikselden daha büyük bir psikolojik şiddettir bu durum kadın için. Kadın’a küçük şeyler verip, büyük karşılık bekliyor pek çok erkek.

Peki kadınlar hiç hata yapmıyor mu? Yapıyor elbette. Ama kadın hata yapıyorsa mutlaka bunda bir erkeğin payı vardır. Geçmişinden gelen bir travması vardır. Keşke anlamaya çalışıp duruma yardımcı olmaya çalışsa erkekler. Ya da bu durumu kabullenmiyorsa kadından ayrılsa. Oysa kadın ruhu sevilmek, korunmak, korumak, merhamet duyup, iyilikleri sunmak için yaratılmıştır! Hep iyi olan taraf elbette kadın değil, ama bunun çözümü de şiddet değil!

Biz ülke olarak çözüm odaklı yaşamıyoruz. Ehliyet alırken bile haftalarca kursa gidiyoruz, ama evlenmeye kalkanlara önce eğitim vermiyoruz. Kız çocuğu babasından şiddet görüyor, biz babayı rehabilite etmek yerine haklı çıkarma çabasına giriyoruz. Kadın şiddet görüyor, kadını alıp bir süreliğine devlet korumasına veriyoruz. Adamın öfkesi daha da katlanıyor ve kadını ilk gördüğü yerde büyük şiddet veya ölümle cezalandırıyor. Adam şiddet gösterdiğinde onu alıp bir hastaneye mecbur bırakarak yerleştirsek ve tedavi etsek, her iki tarafı da kazanmış olmazmıyız? Sadece psikolojik danışmanlık, eğitim ve tedavi veren klinikler kurulmalı. Ücretsiz olmalı üstelik. Sadece öfke kontrol merkezleri olmalı içerisinde. Kıskançlık merkezleri kurulmalı! Özgüven terapileri verilmeli!

Bir kadına hamilelik döneminde mecburi eğitim verilmeli. Baba adayları da bu eğitimlere katılmalı. Psikolojik destek merkezleri mecburi ve çok yerler de olmalı! Çünkü, dünyaya getireceği yavrusuna en güzel eğitimi anne verecektir. Baba da onların huzurunu sağlayacaktır. Oğluna, kendinden bedensel ve akılsal üstün olanlara karşı kıskançlık duygularını en iyi anne bastırır, nezaketi anne öğretir, paylaşmayı, merhametli olmayı öğreten yine annedir. Ancak öncesinde mutlaka anne mutlu ve huzurlu olmalı ki, tüm bunları evlatlarına verebilsin!

Belki bizler bu kadar güzel bir dünyaya tanık olamadık ama geleceğe yatırım yaparsak, neslimiz mutlu, şiddetsiz, öfkesiz bir hayat yaşar..

Yine ABD’nin tuzağına düşmeyelim

Gerçekten de, ABD’nin ne yazık ki, “ben geliyorum” dercesine geliştirdiği tuzağa düşmek üzere olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor.

Gerçi, hain ve sinsi tuzaktan kurtulma ihtimalimiz daima mevcut gibi görünüyorsa da, bu sefer Türkiye’nin sosyal, siyasi, ekonomik ve uluslararası konumu çok eksiler veriyor.

Bir gazeteci olarak, 11 Haziran 2018’de gazetemizde“ABD’nin tuzağına yine düşmeyelim” başlıklı yazımızda bu tehlikenin üzerinde ayrıntılı bir şekilde durarak ve uyarıda bulunduğumuz da arşivlerde bulunuyor:

“Seçimlere birkaç hafta kalmışken, güvenliğimizi çok yakından ilgilendiren dış siyasi ve askerî gelişmelerin yeniden gündeme gelmesi veya getirilmesi Türkiye’ye büyük dikkat hatta sorumluluklar yüklüyor. Suriye’nin kuzeyinde elde edilen avantajın korunması ve yeni askerî faaliyetlerden kaçınılması koşulu önümüzde duruyor.

Büyük ekonomik sıkışıklık içinde bulunan Türkiye’nin yeni harcamalara girmesi, aslında her kesim tarafından istenmiyor.

Üstelik, işin içinde yine ABD’nin, çoğu daha sonra doğru dürüst yerine getirilmeyen veya tamamen unutulan taahhütleri hâlâ zihinleri kurcalıyor.

İster istemez, “yine ABD’nin tuzağına düşmeyelim” endişesi ortalığı bulandırıyor. ABD’nin Menbiç’in terörist örgütlerden kurtarılması ve eş yönetimin Türkiye tarafından yürütülmesi projesi daha başlangıcında kuşku uyandırıyor.

Çünkü, ABD’nin çok önemli iki isteminden vazgeçmesinin temelinde bir “oyun” olabileceği intibaı uyanıyor.”

ABD’nin çeşitli gizli açık vaatlerine rağmen sözünde duramayacağı yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Nitekim; Millî Savunma Bakanı’nın art arda sıraladığı, uyarı mı, bilgi mi yoksa görüş mü olduğu bir türlü anlaşılmayan sövlevi durumu bütün çarpıklığıyla dile getiriyor.

Öte yandan, Türkiye’nin bu tür uyarılarına rağmen ABD, Fırat Nehri’nin doğusundaki sınır hattında gözlem noktaları veya karakollar kurmayı sürdürüyor.

Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinin karşısındaki Tel Abyad’ın yanı sıra Suruç’un önündeki Kobani’de de (Ayn El Arap) gözlem noktası ve karakol binasını yaptığı bildiriliyor.

Bilindiği gibi, ABD’nin Türkiye’yi terör örgütü DEAŞ ve Esad rejiminden gelebilecek saldırılara karşı korumak gerekçesiyle kurmaya başladığı gözlem noktalarına Ankara’nın sert tepki göstermesinin etkileri pek fark edilmiyor.

Bu arada, son Millî Güvenlik Kurulu bildirisinde de “Suriye’de herhangi bir emrivakiye göz yumulmayacağı ve meşru müdafaa hakkının kullanılacağı” vurgulamasına herhangi bir yanıt gelmediği de dikkatleri çekiyor.

Türkiye’nin, “çok komşulu bir ülke” konumunu muhafaza etmek mecburiyetinde olduğunu bütün dünya biliyor fakat yıllardır bozmaya çalışıyor.

Özellikle, ABD’nin İsrail kaynaklı ve İngiltere destekli bazı projeleri Türkiye’yi hâlâ rahatsız ediyor.

Unutulmamalıdır ki, ülkemizin bu stratejik konumu sadece siyasi iktidarlar tarafından değil bütün Türk milleti tarafından gözleniyor ve korunuyor.

Hâl böyle iken, ABD’nin Türkiye’ye karşı “şer projeleri” gündeme getirmeye başladığı açıkça görülüyor.

Türkiye’nin, ABD’nin bir yandan “zoraki” dostluk gösterileri diğer yandan “fütursuzca” tehditleri hatta eylemleri karşısında “durgunluk” ve kararsızlık dönemi geçirdiği şaşkınlığı kendini hissettiriyor.

Ne var ki, Türkiye’nin ABD’ye karşı uygulaması artık bir “koşul” haline gelen stratejik yaptırımları unutuluyor.

İncirlik’teki ABD üslerinin faaliyetlerinin derhal durdurulması bir başlangıcı işaretliyor.

Sonra da, bir çok askerî ve siyasi avantajların ortadan kaldırılması sıraya geliyor.

Neredeyse, Suriye’ye sınırımızı kendi toprağıymış gibi kullanan bir ABD’nin İsrail’e “ne biçim harita” hazırladığı şimdiden anlaşılıyor.

Orta Doğu’da çıkan, üretilen petrol ve tabii gazın yanı sıra akarsuların “denetim” altına alınmasını çoktandır planlayan bir ABD ve “hülya” haline getiren İsrail’e, çoğu Arap devletlerinin de destek olması Türkiye’yi daha da zor durumda bırakıyor.

Bu arada; Orta Doğu haritasında, sıralanan dost ve düşman ülkeler şaşkınlık içinde bocalıyor, hatta korku ve endişe birbirini kovalıyor.

Top tüfek devri bitti

Bir kez daha gördüm ki! topla tüfekle insan gücüyle savaş kazanma devri bitmiş ya teknolojiye sahipsiniz kazanırsınız ya da değilsiniz kaybedersiniz. Bu çok açık ve net bir günümüz gerçeğidir.   

Dostlarımızdan ailemizden uzun bir süredir ayrı kaldık. Sebebi Pakistan’da gerçekleşen fuar idi. Önce fuar için 10 gün hazırlıklar yaptık. Komutanlarımızın görüşlerini ve değerli fikirlerini almak için istişarelerde bulunduk. Ardından hazırlıklar ve istişareler bittikten sonra Pakistan Karachi Expo Centre’de düzenlenen Uluslararası Savunma Teknolojisi Fuarı (İDEAS)’a ülkemizi temsilen katıldık.

Orada bir kez daha gördük ki! teknoloji öne geçmiş ve tüm ordular dünyadaki bu ileri yenilikleri yakinen takip ediyor.

Silah stantlarının önü bomboş fakat teknoloji stantlarının önü kuyruk herkes ürünü inceleme ve bilgi alma yarışına girmiş.

Pakistan’da çok gurur verici bir şey daha yaşadım. Türkiye olarak sahip olduğumuz ve sergilediğimiz ileri teknoloji ürünlerimiz mükemmeldi ilgi çok büyüktü.

Hem bunu yabancı ülkelere satmamız hem de bir çok ülkeden teknoloji olarak daha gelişmiş olmamız büyük haz verdi.

Yaşadığım duyguyu ve bu onuru kelimlerle ifade etmem çok zor olacak. Bunu orada olsaydınız çok iyi anlayabilirdiniz.

Ben dilimin döndüğü kadar anlatmaya çalışıyorum ve daha öncede yazdım bunları…Yaşanan zor süreçte hem ekonomik getiri sağlayan projelerimiz hemde başka ülkeleri kıskandıracak projeleri hayata geçirmiş olmamız gerçekten çok gurur verici bir durumdur.

Pakistan Cumhurbaşkanı ve Savunma Bakanı ilk ziyaretçilerimizdi. Peşinden neredeyse kuvvet komutanlarının tamamı geldi. Hakeza diğer ülkelerin askeri temsilcileri bizlerle görüşmek için yarış halindeydiler. Kardeş ülke Pakistan’da bayrağımızı kısacası gururla dalgalandırdık.

Pakistan’dan ülkemize dönüşümüzde ekip arkadaşlarımla sınır bölgesine geçerek, bir takım temaslarda bulunduk. Teknolojimizi kendi sınırlarımızda gördüm. Güçlü ordumuzla bir kez daha gurur duydum. Peygamber ocağımız var olsun dedim. Karda, kışta, çamurda, soğukta komutanlarımızın ve askerlerimizin verdiği fedakarlığı ile emeklerini kelimelerle tarif edemem. Allah onların yar ve yardımcıları olsun.

Bunların hepsi gurur ve onur kaynağı ama küçük bir şikayeti de yazmadan geçemeyeceğim. Devlet büyüklerimizden ricamdır; ne olur şu bürokrasiyi hızlandırın yada sorumlulukları yaşayanlara verin ki hızlı hareket edelim. İşi bilenler sorumlu olursa, gerisi zaten hızla gelişir ve projeler peş peşe devreye girer.

Şu bürokrasiyi içinde bulunduğumuz konjonktür bunu kaldırmaz. Kurumlar olarak hızlı ve seri olmalıyız.

Gözümün gördüğü, kulağımın duyduğu kadarıyla, yaşadıklarımı sizlerle paylaştım. Sağlıcakla kalınız.

Ülkemiz var olsun, Ordumuz şan olsun. Allah devletimiz için görev yapanların hepsini korusun.

Allaha emanet olun.        

Gururla; “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE, ŞANLI BAYRAĞIMIZ HER YERDE”

Dolarla ilgili analizimiz ABD’den Makes buldu

0

Değerli dostlarım, sevgili okurlarım! Dolarınız varsa satın 1.5 TL olma ihtimali var, deyince istihza edenler oldu.

Efendiler.!

İşin ciddiyetinin farkına varın.

1- ABD’li analizciler doların “ayı mevsimi” denen ne zaman duracağı belli olmayan bir düşüş sürecine girdiği hakkında rapor yazdılar.

2- Devlet-i âliyyemiz T.C. başta tüm dünya buna hazırlanmalı.

3- Başta ihracat yapan kardeşlerimiz 5,00TL nin altına hazırlanın şimdiden.

4- Tedbirler alınmaz ise ilerde yaşanacak düşüşler daha yıkıcı olacak.

5- Osmanoğlu ailesi olarak mazlumları, çocukları düşünüyor ve yaşanacak krizler hakkında önceden ikaz etmeyi üzerimize bir manevi borç olarak görüyoruz. Bundan sevinmek gibi bir niyetimiz yok.

6- Uzun vadeli düşünmesini öğrenmeliyiz.

7- Biz dolar 1.5 olabilir derken mübalağa sanatı kullanarak işin vahametine dikkat çektik. Bu illa kısa zamanda bu rakam olacak demek değil. Ama bu düşüş sürecinin başladığını beyan ettik. Rabbim bizi tekrar doğruladı.

8- Sosyal basındaki sayfa müdavimleri analizlerimizin ne kadar yerinde olduğuna ilerleyen zamanda yazılanların çıkması ile şahittirler. Arşivimiz ortada.

BU DA ABD’LİLERİN BİZDEN ÇOK SONRA YAPTIKLARI ANALİZ VE YAZDIKLARI RAPORUN BİR BÖLÜMÜ

Aralarında Matthew Hornbach, Hans Redeker ve James Lord’un da bulunduğu Morgan Stanley stratejistlerinin kaleme aldığı raporda, Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı gelişen piyasalar için ayı piyasasının neredeyse tamamlandığı belirtildi. Kurum stratejistlerine göre ABD kredi piyasasında ayı piyasasının sürmesi için henüz alan bulunuyor; ABD dolarında ise başlamak üzere.

DOLAR DÜŞEBİLİR

Gelişen piyasalarda iyileşen kur görünümüyle yerel para cinsinden tahvillerini güçlü paralar cinsinden tahvillere tercih eden şirketin stratejistlerine göre dünya daha yavaş büyüme, daha yüksek enflasyonla karşı karşıya ve G4 merkez bankaları sıkılaştırma politikalarına bağlı ve bu durum dolarda zayıflamaya neden oluyor.

Dolar hakkında bir analiz daha yapacağız İnşaallâh. Ama henüz erken.

En iyi dost’a emanetsiniz.

Fransa’da gerçek halk sokakta mıydı?

Değerli dostlarım, sevgili okurlarım! Osmanlı-Fransa ilişkileri tarihi arka plana sahiptir, tarih buna şahittir.

“Osmanlı İmparatorluğu ile Fransa arasındaki yakın temaslar Kanunî Sultan Süleyman’ın saltanatının ilk yıllarında başladı. Fransa, 16. yüzyılda Habsburg İmparatorluğu karşısında var olabilmek için Osmanlı’yla ittifak yaptı. Fransa her zor duruma düştüğünde Osmanlı, asker, donanma ve para desteğinde bulunarak Fransa’yı ayakta tuttu. Kanunî Sultan Süleyman döneminde başlayan ittifak bir asırdan fazla devam etmişti.” (Erhan Afyoncu)

Sarı yelekliler hareketinin masum bir hak arama olmadığı açık. Orada halay çekenler asla Türkiye’yi ne devlet ne toplum nezdinde temsil etmemekte. Macron dik durmalı.

Vuctor Hugo ve Jean-jacques Rousseau, Fransız devrimine fikir babalığı yaptılar. Bu imparatorlukların yıkımını beraberinde getirdi. Sözde iktidarı monarklardan yani hanedanlardan alıp halka vermek olacaktı işleri. Ne oldu peki? 15-20 aile değil devletleri dünyayı idare ediyor şimdi. Ve dünya hiç olmadığı, görmediği kadar kıtalar büyüklüğünde karanlıklara içinde. Devletlerin hanedanlığı bitirip dünya hanedanlığı kurdular.

Avrupa bazı şeylerden radikal şekilde kopmalı;

1- Vatanını satanlarla ortak çalışmamalı. Bugün vatanını satan yarın seni satar.

2- Terörün hiçbir zaman çözüm olamayacağını bilmeli.

3- Başka ülkelerde rüşvetle siyasetçi-gazeteci-hoca-imam-profesör görünümlü ajan satın almayı bırakmalı.

4- Tüm dünya devletlerinin seçlmiş meclislerine, meclislerinde üretecekeleri çözümlere saygı duymalı.

5- Seçimlere katılımı arttırmalı. Bunun için: çarşaf liste seçim sistemine geçip demokrasiyi temsilî olmaktan çıkarmalı. Avrupa parlemantosu seçimlerine katılım oranı %43 bu ayıptan kurtulunmalı.

6- Algı operasyonları ile halkları idare etmeye çalışmaktan vazgeçmeli. Bunlar tarihi zeminden mahrum eşkıya çözümleridir.

Çözüm;

1- Biz tüm dünyada seçilmiş halk meclislerinin yegane çözüm mercii olduğuna inanıyoruz.

2- Sarı yelekliler kim?

3- Başı kim?

4- Yetkiyi kimden almışlar?

Bunlar cevaplanması gereken sorular. 

Tarih affetmez, Allah’a emanet olun..

Borularımızı milli güvenlik koruyor

Boru hatlarımız ve kritik tesislerimizin korunması maksadıyla Aselsan-Havelsan İş Ortaklığı bünyesinde gerçekleştirilen “Petrol ve Doğal Gaz Boru Hatlarının Güvenliği Projesi” saha uygulamaları, imzalanan anlaşmayla başladı. Proje kapsamında boru hatlarımız ve kritik tesislerimiz terör, sabotaj, hırsızlık ve izinsiz kazılara karşı fiber optik algılama, elektro optik algılama, çevre güvenlik radarı, yerli İHA ve kapalı devre kamera alt sistemleriyle desteklenen yerli ve milli entegre güvenlik sistemiyle çevresindeki tehditlerden 7/24 korunacaktır.

Boru hatlarından kesintisiz ve güvenli akışın, arz güvenliğimizin güçlendirilmesi açısından önemli olduğunu vurgulayan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, “Türkiye’nin geliştirdiği yerli ve milli savunma sanayi sistemleri, enerji güvenliğimiz için de artık sürekli teyakkuz halinde olacak. Petrol ve Doğal Gaz Boru Hatlarının Güvenliği Projesiyle gerçek zamanlı, doğru ve tutarlı bilgilerin oluşturulması harekât kabiliyetimizi de artıracak. Proje, lokasyon, video, görüntü gibi veriler ve alarmların dağıtılmasında hızlı veri akışını sağlayacak. Böylece anında müdahale için keşif ve tehditler hakkında da daha çabuk bilgilendirme yapmış olacağız” dedi.

Boru hattı hırsızlığına 21 yıl hapis

BOTAŞ’ın ham petrol boru hatlarından hırsızlık yaparken yakalanan kişilere, Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesi gereği, “Suçun enerji nakline ait tesislerde işlenmesi” nedeniyle nitelikli hırsızlık fiilinden 12 yıl hapis cezası veriliyor. “İlgili suçun gece işlenmesi” halinde TCK’nın 143. maddesi gereği ceza, 18 yıla kadar çıkıyor. Ayrıca, “Kamu malına zarar vermekten” ise TCK’nın 152. maddesi gereği, toplamda 21 yıla kadar hapis cezası veriliyor.

Faiz’e karşı SUKUK

Faiz günahtır inancıyla, faizin haram olmasının sabit olması nedeniyle faiz ve repo’dan uzak duran vatandaşların ellerindeki paraların gün geçtikçe değersizleşmesine faizsiz bankacılık sisteminin uygulamaya koyduğu ‘sukuk’ engel oluyor.

Peki nedir bu sukuk?

Sukuk ticari bir varlığın menkul kıymetleştirilerek sertifikalar aracılığıyla alınıp, satılmasıdır. Basit anlatımıyla ‘faizsiz bono’dur. Sukuk (sertifika) alanlar ellerindeki adet oranında satın aldıkları varlığa ortak olurlar. Ve böylelikle gelirden pay alırlar. İslami hassasiyet taşıyan kişiler ve kurumlar bu günlerde faizsiz gelir elde etmek için sukuk almaktadırlar.

Peki katılım bankacılığında faizsiz kar payı var iken neden sukuk alınıyor diye bir soru akıllara gelebilir.

100.000 lira parası olan İslami hassasiyeti olan kişi 1250 lira kar payı alırken, faiz veren bankayı tercih eden kişiler 2500 lira gelir elde ediyorlardı.

Şimdi Sukuk sistemini tercih eden kişiler 100.000 liraya ortalama 3.000/3.500 lira gibi kar alarak zaman zaman faiz veren bankalardan bile fazla gelir sağlayabiliyorlar. Sukuk tek şahıslar için değil, kurumlar ve devletler içinde bir alternatif faizsiz gelir sistemidir.

Faizsiz finans sisteminde ülke ve coğrafi insanımızın muhtaç olduğu sermayenin ortaklık yoluyla elde edilmesi ve gelirlerin paylaşılması sistemi faizin karşısına bir kara bulut gibi çökmüştür.

Ziraat katılım sukuk sisteminde kiralama yoluyla ortaklık sertifikalarını incelemenizi tavsiye ederim.

Kriz değil, Kir-iz bizi yaralar

Bir belediye başkanı yeniden aday gösterilmediği gerekçesiyle İstanbul Yeni Havalimanı CİP salonda bulunan hamamda intihar etti.

CHP’li bir partili HDP’lilerin meclise girmelerini sağlaması ve devletten para yardımı almalarına vesile olmaları sebebiyle parti merkezini basarak, genel başkan yardımcısına saldırdı.

Geçtiğimiz günlerde ise bir şehit annesi yeter artık başka analar ağlamasın diyerek bölücü terör örgütüne destek veren bir siyasiyi bacağından bıçaklayarak hastanelik etti.

Ne oldu bakıyorum yazdıklarım ve çizdiklerim sonucunda renginiz soldu. Hepinizin bu olaylar ne zaman oldu, biz neden duymadık dediğinizi duyar gibiyim. Bunların hiçbiri olmadı ama olmayacağını kimse garanti edemez. Çirkinliklerin en üst seviyede yaşandığı bu günlerde olabilmesi muhtemel olayları kaos üslubuyla yazmaya çalıştım.

2018 yılını yurdum insanı olarak hepimiz çok şanssız ve talihsiz bir yıl olarak geride bıraktık. Tabiri caizse ekonomik olarak mevcudu koruma yarışı vermenin yorgunluğuyla 2019 yılına girerken, kriz söylemlerinden zengin olarak çıkma hevesi içerisinde olanları hep üzülerek seyrettik. Gelişme alanını yakalayamadığımız gibi kendi konumlarımızı ne netleştirebildik, ne de koruyabildik.

Krizi en düşük maliyetle atlatmak için alternatif tepki stratejisi uygulamakta sınıfta kaldık. Vicdanla cüzdan arasında gidip gelenler arasından cüzdanı seçenler, paranın esiri, vicdan muhasebesi ağır basanlar ise krizin bedelini ödediler. Ama ülkemizde ‘kriz’ gerçek anlamıyla, hepimizde ‘kir-iz’ bıraktı. Bakalım 2019 yılındaki süreç bizlere hem ekonomik hem de siyasi olarak, neler kazandıracak veya neler kaybettirecek bunları yaşayarak göreceğiz.

Türk malı sertifikalı jeneratörler

EXERGY ve NIDEC ASI arasında 2017’de imzalanan özel anlaşma sayesinde ulaşılan başarı, 31 Ekim’de bakanlık temsilcileri ve projeye dahil olan diğer paydaşlarla kutlandı.

Bu ilk Türk Malı jeneratör, Kiper Elektrik Üretim A.Ş.’ye (Kipaş Holding Grubu) ait 10 MWe’lik jeotermal enerji santralinde görev yapacak ve böylece Kiper 0.7 USDcent/kWh’lik yerli katkı teşviğinden avantajından yararlanacak.

Organik Rankine Çevrimi sistemlerinde lider olan İtalya kökenli EXERGY ve yüksek güç ile yüksek performans beklentilerinin olduğu ağır endüstri uygulamalarında uzman çok uluslu Nidec ASI, kısa bir süre önce özel işbirliklerinin meyvesi olan yerli jeneratör üretiminde Türk Malı sertifikası almayı başardılar. Sertifika prosedürü ve ağır kriterler, EXERGY ve NIDEC arasında teknik bilgi birikimi ve deneyim paylaşımını da içeren iki yıllık özenli çalışma ve güçlü işbirliği neticesinde karşılandı. Bu başarının kutlanması amacıyla 31 Ekim’de İstanbul’da yerel otoriteler ve projeye dahil olan şirketlerin katılımıyla bir tören gerçekleştirildi.

Nidec ASI tarafından tasarlanan ve Türkiye pazarında ilk kez üretilen Türk Malı jeneratör, Kipaş Holding grubunun bir parçası olan EXERGY müşterisi Kiper Elektrik Üretim A.Ş.’ye ait 10 MWe’lik jeotermal enerji santralinde görev yapacak.

İlave yerli katkı sayesinde EXERGY müşterileri, 10.5 USDcent/kWsaat’lik mevcut baz ilave tarifenin üzerine yerli türbin, egzoz, hız kontrol ve yağlama sistemleri kullanımı teşviki olan 1.3 USDcent/kWsaat’e ek olarak 0.7 USDcent/kWsaat’lik daha teşvik alabilecekler. Böylece EXERGY tarafından kurulan enerji santrallerinde sağlanan yerli katkı teşvikleriyle müşterilerin gelirlerinde yüzde 19’luk bir artış sağlanmış olacak.

Sertifika prosedürleri için EXERGY ve NIDEC, jeneratörün tüm parçalarının üretim süreçlerinde çok yoğun mesai harcayıp güçlü işbirliği yaparak başarıya sadece 9 ay gibi bir sürede ulaştılar. Proje sürecine yerel tedarikçilerin yanı sıra uluslararası kalite standardı kontrolü ve ISO17065 kalite sertifikası alınması için de akredite üçüncü parti danışmanlık şirketi dahil edildi. Türk Malı sertifikası, jeneratörde elde edilen yüzde 60’lık yerlilik oranı katma değeriyle alındı.

Bugün Türkiye’deki 13 jeotermal enerji santralinde EXERGY’nin 26 adet türbini, 26 adet egzoz sistemi, 15 adet yağlama sistemi, 13 hız kontrol sistemi ve 1 adet jeneratörü yerli üretim sertifikası ile çalışıyor ve İtalyan şirket, ürünlerinin üretim ve tedarik sürecinde Türkiye’ye bugüne kadar yaklaşık 50 milyon Euro’luk getiri sağlamış durumda. Şu anda ilave 3 türbin ve 7 enerji santrali ekipmanının üretimine devam ediliyor. NIDEC ile yapılan stratejik işbirliği sayesinde 2 yeni jeneratörün üretimine başlandı ve 2019 yılında üretimlerinin tamamlanması planlanıyor.

Exergy CEO’su Claudio Spadacini başarıyla ilgili olarak, “2014 yılındaki kuruluşundan bu yana EXERGY Türkiye, ileri teknolojileri rekabetçi şartlarda sunmak üzere yoğun bir şekilde çalışıyor. 2015 yılında kendimize ait Radyal Dış Çıkışlı Turbini ile elde ettiğimiz Türk Malı sertifikasına ilave olarak ulaştığımız bu ikinci başarı, bir yandan EXERGY’nin yerel pazarlardaki ihtiyaçları anlaması ve ihtiyacı karşılayacak ürünleri sunma konusundaki başarısını ve yeteneklerini kanıtlarken ayrıca teknolojimizin esnekliğini ve üretim süreçlerinde farklı şartlara hızlı adaptasyon yeteneğimizi de kanıtlıyor. Pazardaki bazı oyuncular, jeneratörde yerlilik sertifikası için konulan kriterlerin karşılanamayacağı konusunda olumsuz yorumlarda bulundular. Ancak bunlar ağırlıklı olarak karşılanması gereken kriterlerin ve standartların zorlu olmasından ve yeterli bilgi ve deneyime sahip olmamalarından kaynaklanıyordu. Değerli ortağımız NIDEC’in çabaları, adanmışlığı ve imkanları sayesinde birlikte çalışarak bir ekip olduk ve zorlukların üstesinden gelerek istediğimiz sonuca ulaştık” dedi. “Tüm bu nedenlerle elde ettiğimiz başarıdan büyük gurur duyuyoruz” diyerek sözlerini sürdüren Spadacini, “Artık pazarda mevcut ve potansiyel müşterilerimize bu imkanı sunabilen tek şirket olduk. Elbette müşterimiz Kiper’e de bize Türk Malı jeneratör konusunda duydukları güven nedeniyle teşekkür etmek istiyorum.”

Nidec ASI Motor & Jeneratör Operasyonları Direktörü Stefano Zecchinato, “Müşterilerinin beklentilerini karşılamak üzere Exergy ile yürüttüğümüz bu projenin sonucundan son derece memnunuz. Bu bizim, müşterilerimizle yan yana terzi usulü tasarımlarla çözüm üretme noktasındaki yaklaşımımızı bir kez daha gözler önüne serdi. Teknolojimiz ve bilgimiz sayesinde müşterilerimize özel çözümler üretme konusunda eşsiz yeteneklere sahibiz. Gerçekten de amacımız, müşterilerimizin büyümesine yardımcı olmak. Böylece biz de onlarla büyüyoruz” dedi.

İzmir’de bulunan yerel üretim tesisi, 20 profesyonel çalışanı ve faal durumda veya yapımı tamamlanmak üzere olan toplamda 400 MWe’lik elektrik üretim kapasitesi ile EXERGY Türkiye, Organik Rankine Çevrimi teknolojisinin kullanıldığı jeotermalden, biyokütleden, güneşten veya endüstriyel atık ısıdan enerji üretimine yönelik kurulan enerji santrallerindeki lider konumunu sürdürüyor.

EXERGY lider Radyal Dış Çıkışlı Türbin teknolojisiyle Organik Rankin Çevrimi (ORC) türbinlerinin geliştiricisi ve üreticisidir. EXERGY’nin sahip olduğu çok sayıda patent kapsamında yer alan teknolojiler daha önce kullanılması mümkün olmayan ısı kaynakları olan jeotermal, endüstriyel atık ısı, biyokütle ve konsantre güneş enerjisinin kullanılır hale gelmesiyle daha fazla enerji üretimi sağlıyor. EXERGY, Maccaferri Industrial Group’un bir parçasıdır ve SECI Energia Holding bünyesinde yer almaktadır. İtalya’nın kuzeyinde (Milano) yer alan genel merkezinden EXERGY teknolojisini – Türkiye, Güneydoğu Asya, Kuzey ve Güney Amerika gibi yüksek büyüme potansiyeline sahip pazarlara özel ilgi göstererek – tüm dünyaya ihraç etmekte ve ikmal etmektedir.

Web sayfası: http://exergy-orc.com/

Maccaferri Industrial Group bir aile holding şirketidir ve 1949 yılından beri yedi bölüm olmak üzere çeşitli alanlarda faaliyet göstermekte olan S.E.C.I tarafından yönetilmektedir: Officine Maccaferri (çevre mühendisliği), Manifatture Sigaro Toscano (tütün), Eridania Sadam (gıda ve tarım endüstrisi), Samp (makine mühendisliği), Seci Real Estate (gayrimenkul ve inşaat), Seci Energia (enerji) ve Gnosis (biyoteknoloji). Gaetano Maccaferri’nin başkanlık ettiği Grup 58 fabrikası ve 2016 yılında elde ettiği 1.27 milyar Euro’luk iş hacmiyle dünyadaki varlığını sürdürmektedir.