Ana SayfaKÖŞE YAZARLARITarihi Teopolitik ve Teostrateji okumak

Tarihi Teopolitik ve Teostrateji okumak

Teo-politik ve teo-strateji, zamanın eskitemediği silahlardır.

“İmparatorluk Politikalarında Teo-Stratejiler ve Türkiye” kitabının yazarı İlahiyat Profesörü Nadim Macit teo-politik kavramını; “kültürel bilinci, ortak tasavvur biçimini, sembolleri ve mitleri dini-politik dille ortak bir amaç için güç unsuruna dönüştürmek” şeklinde tanımlamaktadır. Teo-politik; dini, devletlerin ve güç merkezlerinin uyguladıkları politikaları meşrulaştırma aracı olarak kullanmaktır. Yani dinin, siyasal bir aygıta-araca dönüştürülmesidir.

“Teo-strateji” kavramı ise; teo-politiğin amaç edindiği dini-mistik politik hedeflere ulaşmak için oluşturulan ve yürütülen stratejileri anlatmaktadır.

İnsanlık tarihi, işte tam da dinlerin siyasal ve/veya egemen güçler ya da siyasal ve/veya egemen güç olma iddiasını taşıyanların, en önemli aygıtlara dönüştükleri örneklerle doludur.

Mesela Haçlı savaşları, Din’in siyasal bir aygıt olarak (Teo-politik ve teo-strateji) kullanılmasına dair en önemli ve en bilinen örnektir.

İsrail’in kuruluş felsefesi, Eski Ahit’te (Tevrat) ve yine Yahudiler için önemli dinsel kaynaklardan olan Kabbala’da anlatılan, Davut Peygamber, Süleyman Peygamber ve Mesih’in gelişine dair olan hikayeler ve bu kutsal kitaplarda kendilerine vaad edildiğini iddia edilen ‘vaad edilmiş topraklar’ mit’i (inancı) üzerine bina edilmiştir.

Modern seküler-ulus devlet fikrinin oluşmasında en etkin düşünürlerden kabul edilen Niccolò Machiavelli, siyasal düşünüşün laikleştirilmesi ve bilimselleştirilmesi gerektiğini savunurdu. Ancak, her ne kadar kiliseye karşı da olsa Machiavelli, laikliği savunmuş biri olsa da hükümdarın gerektiği zaman dini de alet olarak kullanması gerektiğini belirtmiştir. Machiavelli, İtalyan birliğini kurmaya aday yöneticinin (dindar olsun ya da olmasın) son derece dindar görünmesini isterdi.

Batı, uzak geçmişte olduğu gibi yakın geçmişte de, bugün de Dünya’ya teo-politiğin en ölümcül,en kanlı uygulamalarını sunmaktadır. Evanjelizm, Ekümenizm ve Siyonizm ideaları bunların en tipik örneklerini teşkil etmektedir. Evanjelizm, Ekümenizm ve Siyonizm her üçü de tam anlamı ile Din’in siyasal ve egemen güçlerin dünya hakimiyeti için meşrulaştırıcı aygıtlar olarak kullanılmasına dair başlıca örneklerdir. Mesela, Bush ile başlayan ABD’nin Ortadoğu politikası, dünyada Hristiyanlığın hakimiyeti için çalıştığını iddia eden Evanjelistlerin ürünüdür.

Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’ni çevreleme politikasının araçlarından olan “Yeşil Kuşak”, projesi de İslam’ın Batı’nın çıkarlarına alet edildiği başarılı bir teo-politik/teo-stratejik bir ABD projesidir.

Osmanlı’nın yıkılış sürecinde İngiliz ajanı meşhur Lawrence ve Suud ailesinin, Vahhabiliği İslam’ın kutsal topraklarının yer aldığı coğrafyada yaygınlaştırarak, Batı için oldukça kullanışlı bir çarpık İslam Modeli kurma yolu ile Osmanlı topraklarını nasıl parçaladığını bilmeyenimiz yoktur. Ve Batı’nın bu Çarpık İslam anlayışını bugüne kadar getirmesini ve bu kullanışlı çarpık İslam Modeli’nin türevlerinden de bugün İslam Dünyasını kan gölüne çeviren, Taliban, El-Kaide, Boko Haram, Daeş gibi terör örgütlerinin çıktığını, teo-politik ve teo-stratejik konuşurken gündeme getirmenin vazgeçilmez bir önemi bulunmaktadır.

İşte tam da bu nedenlerle İngiliz Tarihçi Arnold Toynbee 1960 yılında yazdığı bir kitapta şöyle der:

“Güney Müslümanlığı “Eşarılık” (Fas’tan Arabistan’a kadar) bizim için tehlike olmaktan çıkmıştır. Bir şeyh satın alır hepsini yönetebilirsiniz. Bizim için Kuzey Müslümanlığı “Maturıdılık” (İstanbul’dan Buhara’ya Türk Bölgesi) tehlikelidir. Bunlar bilimle barışıktır’’ der.

Daha da ileri giderek, Fukuyama’nın Tarihin Sonu ve S. Huntington’un Medeniyetler Çatışması olmak üzere, Batı’nın son dönem tüm stratejik tezlerin temelinde az ya da çok teo-politiğin bulunduğunu söylemek mümkündür.

Jeopolitik/Jeostratejik uygulamalara İslam Tarihi’nde de sıkça rastlanmıştır.

Fars’lıların (Bugünkü İran) İslamla Sunni İslam yolu ile tanışmış olmalarına rağmen, daha sonra Şii’liği bir milli mezhep olarak seçmelerini ve şii fıkhındaki İmamet, 12 İmam vs gibi ezoterik hususları birer siyasal araç ve sembol olarak kullanmalarını da ancak teo-politik ve teo-strateji yani dinin siyasal bir güç aygıtı olarak kullanılması ile açıklarız.

Emevi’lerin Halifeliği Mekke’den Şam’a getirmesi de ancak, dönemin Müslümanları tarafından meşru görünmeyen siyasal otoritelerine meşruiyet sağlamak amacı ile açıklana bilinecektir. Ve yine Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ın fethinden sonra kutsal emanetleri ve Hilafeti İstanbul’a taşıması da, kendisinden önce de rahat durmayan ve Osmanlı Coğrafyasında Osmanlı İktidarına karşı her fırsatta kendi çıkarlarını kollayan İran Şah’larına ve dönemin Safevi Şah’ı Şah İsmail’e karşı, Sunni İslam Dünyasının siyasal ve dinsel otoritesi olmak amacına matuftur.

Osmanlı’nın zayıfladığı dönemde ortaya atılan, Üç tarz-ı siyasetten biri olan İslamcılık fikri de, Osmanlı’nın toprak kayıplarına engel olmak için geliştirilmiş olan siyasal bir düşüncedir ve teo-politik bir uygulamadır.

Bugüne gelindiğinde Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de ve daha pek çok İslam Coğrafyasında yaşananları da Teo-politik uygulamaların dışında tutamayız.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img
spot_img

BUNLARI DA OKUYUN