Uluslararası hukuk, açık denizleri tüm devletlerin serbestçe kullanabildiği “uluslararası alan” olarak tanımlar ve seyrüsefer serbestisini temel bir ilke olarak kabul eder. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) göre, devletlerin kendi bayraklarını taşıyan gemiler üzerinde tam yetkisi vardır. Açık denizde yabancı bir gemiye müdahale ancak deniz haydutluğu, korsanlık, köle ticareti, yetkisiz yayın ve bayraksız gemi gibi istisnai hallerde meşru kabul edilmektedir. Dolayısıyla, başka bir devletin bayrağını taşıyan sivil bir gemiye yönelik müdahaleler, bu haller dışında uluslararası hukuka aykırıdır.
2010 yılında Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine İsrail’in müdahalesi, bu hukuki tartışmayı uluslararası gündeme taşımıştı. BM İnsan Hakları Konseyi raporu, İsrail’in uluslararası sularda gerçekleştirdiği operasyonu “aşırı güç kullanımı” ve “uluslararası hukukun ihlali” olarak nitelendirmiştir. İsrail ise bu müdahaleyi Gazze’ye uygulanan deniz ablukasının parçası, “meşru müdafaa” ve geminin bayrak değiştirmesi gerekçesiyle savunmuştur. (Bayraksız gemi uluslararası hukukta korsan ya da deniz haydudu olarak adlandırılır ve her türlü müdahaleye açık hale gelir.) Ancak hukuki literatürde, özellikle sivillere yönelik insani yardımın engellenmesi boyutu dikkate alındığında bu müdahalelerin meşruiyeti ciddi biçimde tartışmalıdır.
Bugün Sumud Filosu da benzer bir akıbete uğramıştır. İsrail, filosuna yönelik müdahaleyi yine “güvenlik” ve “abluka rejimi” gerekçesiyle açıklamaktadır. Ancak BMDHS hükümleri dikkate alındığında, açık denizde yabancı bir gemiye ablukaya dayalı müdahale, sayılan istisnalar dışında hukuka uygun değildir. Dolayısıyla Sumud Filosu müdahalesi, Mavi Marmara olayındaki tartışmaları yeniden canlandırmış ve uluslararası hukukta insani yardım girişimlerinin karşılaştığı engelleri görünür kılmıştır.
Müdahale sırasında 24 Türk vatandaşının alıkonulması, bu kez de Türkiye’de yargı mercilerini harekete geçirmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, olaya ilişkin olarak “Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma”, “Ulaşım Araçlarının Kaçırılması”, “Nitelikli Yağma”, “Mala Zarar Verme” ve “Eziyet” suçlamalarıyla soruşturma başlatmıştır. Bu girişim, devletlerin vatandaşlarını koruma yükümlülüğü çerçevesinde uluslararası hukukun tanıdığı diplomatik himaye hakkının iç hukuk mekanizmaları üzerinden işletilmesi anlamına gelmektedir.
İsrailli yetkililerin fiilen Türkiye’de yargılanması zayıf bir ihtimal olsa da, bu soruşturma siyasi düzeyde bir baskı aracı niteliği taşımakta ve Türkiye’nin uluslararası alandaki diplomatik konumu açısından önemlidir.
Sonuç olarak, Mavi Marmara’dan Sumud Filosu’na uzanan çizgi, İsrail’in uluslararası sulardaki tavrında kayda değer bir değişim olmadığını, sivil gemilere yönelik müdahalelerin hâlâ uluslararası hukukun temel ilkeleriyle çatıştığını göstermektedir.
BMDHS hükümleri, bu tür müdahalelerin yalnızca belirli istisnalar dışında meşru olabileceğini açıkça ortaya koyarken, İsrail’in “abluka” gerekçesiyle sürdürdüğü uygulamalar hukuk dışı müdahalelerin sürekliliğini teyit etmektedir.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturması ise, devletlerin vatandaşlarını koruma iradesinin yalnızca diplomasi alanında değil, yargı mekanizmaları üzerinden de gündeme getirilebileceğini gösteren güncel bir örnektir.
Yazar Hakkında
Doç. Dr. Hakan Arıdemir, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Devletler Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesidir. Uluslararası Hukuk, Bölgesel Deniz Jeopolitiği Meseleleri ve Uluslararası Deniz Hukuku alanında çalışmalarını sürdürmektedir. Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucu başkanı olan Doç. Dr. Arıdemir, ulusal ve uluslararası düzeyde birçok akademik projeye, çalıştaya ve yayın faaliyetlerine öncülük etmektedir. Türkiye’nin Afro-Avrasya vizyonu ve Türk dünyası stratejileri üzerine derinlemesine analizler üretmektedir.