23.4 C
İstanbul
Perşembe, Eylül 18, 2025

Körfez Ülkelerinin Balkanlar’daki Yükselen Etkisi: Bölgesel Dinamikler ve Türkiye’ye Yansımalar

Must read

Batı Balkanlar, Osmanlı sonrası mirasın ve Avrupa Birliği genişleme süreçlerinin kesiştiği, tarih boyunca büyük güçlerin rekabet alanı olmuş bir coğrafyadır. Soğuk Savaş sonrasında Avrupa-Atlantik entegrasyonu bölge ülkeleri için temel yönelim olarak belirse de, AB’nin genişleme sürecindeki yavaşlama, ekonomik kırılganlık ve yapısal reformların gecikmesi, yeni dış aktörlerin bölgeye girmesi için stratejik fırsatlar yaratmıştır. Bu bağlamda son on yılda öne çıkan aktörlerden biri, Körfez ülkeleridir. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Kuveyt gibi petrol zengini ülkeler, Balkanlara yalnızca dinî motivasyonlarla değil; çok katmanlı ekonomik ve kültürel stratejilerle yaklaşmakta ve bölgenin jeopolitik denkleminde yeni bir ağırlık merkezi oluşturmaktadır.

2000’li yıllardan itibaren Körfez ülkeleri, ideolojik ve insani yardım temelli faaliyetlerden yumuşak güç stratejilerine dayalı kalkınma ve yatırım odaklı bir yaklaşıma yönelmiştir. Bu dönüşüm, gıda krizlerinin ardından Bosna-Hersek’te geniş tarım arazilerinin satın alınması ve uzun vadeli gıda güvenliği hatlarının oluşturulmasıyla somutlaşmıştır. Arnavutluk’ta liman ve marina bölgelerine yapılan yatırımlar, bölgenin Adriyatik üzerinden Avrupa iç pazarına entegrasyonunu güçlendirirken; Sırbistan’da hayata geçirilen “Belgrad Waterfront” gibi milyarlarca euroluk gayrimenkul projeleri Körfez sermayesinin mekânsal ve finansal ağırlığını artırmaktadır. Finans sektöründe Saraybosna merkezli İslami bankacılık sisteminin gelişmesi ve Körfez destekli iş forumlarının kurumsallaşması, bölgesel ekonomik altyapıya uzun vadeli entegrasyonun göstergeleridir. Turizm ve gayrimenkulde helal turizm anlayışının yaygınlaşması; BAE’nin Etihad ortaklığıyla Sırbistan havacılık sektörüne girişi ve savunma sanayinde füze üretimi gibi stratejik yatırımlar, Körfez sermayesinin yalnızca ticari değil, jeo-ekonomik ve jeo-stratejik boyutlara ulaştığını kanıtlamaktadır.

Ekonomik nüfuzla paralel biçimde, Arapça dil kursları, dinî eğitim kurumları, cami ve cemaat merkezleri aracılığıyla Körfez’in kültürel ve dini etkisi derinleşmektedir. Saraybosna’daki Kral Fahd Camii, Körfez merkezli İslami eğitim faaliyetlerinin sembolü haline gelirken; Al Jazeera Balkans ağı, medya aracılığıyla bölgesel kamuoyunu etkileme kapasitesinin altını çizmektedir. Bu durum, özellikle Bosna-Hersek, Kosova ve Kuzey Makedonya gibi Müslüman nüfus yoğun ülkelerde selefi/vahhabi eğilimlerin güçlenmesi ihtimaline yönelik kaygıları beraberinde getirmektedir. Körfez sermayesinin kültürel ve dini unsurlarla iç içe geçmesi, toplumsal kimliklerin yeniden inşasına ve yerel İslam yorumlarının dönüşümüne zemin hazırlamaktadır.

Körfez ülkelerinin Balkanlar’daki bu çok boyutlu varlığı, AB’nin yavaş ilerleyen genişleme politikası ve bölgenin kronik ekonomik sorunlarıyla birleştiğinde, yeni bir jeopolitik katman üretmektedir. Bu gelişme yalnızca bölge ülkelerinin dış politika yönelimlerini değil, Avrupa-Atlantik güvenlik mimarisini ve enerji hatlarını da etkileme potansiyeline sahiptir. Körfez’in enerji gelirlerini Avrupa pazarına açılma ve ticaret yollarını çeşitlendirme stratejisi ile Balkanlar’ın coğrafi avantajları buluşmakta; böylece bölge, Orta Doğu–Avrupa ekseninde yeni bir lojistik ve finansal merkez konumuna yükselmektedir.

Balkan denkleminin göz ardı edilmemesi gereken bir boyutu Rusya’dır. Moskova, tarihsel, kültürel ve enerji temelli bağları sayesinde Balkanlar’da uzun süredir etkinliğini sürdürmektedir. Özellikle Sırbistan, Karadağ ve Bosna-Hersek’in Sırp entiteleri üzerinden yürüttüğü siyasal, enerji ve savunma iş birlikleri; bölgedeki geleneksel nüfuzunu canlı tutmaktadır. Körfez ülkeleri ile Rusya arasında Balkanlar özelinde doğrudan bir rekabet bulunmamakta, aksine belirli alanlarda örtük bir eşgüdüm ve karşılıklı tamamlayıcılık görülmektedir. Son yıllarda Rusya ile Körfez ülkeleri arasında gelişen enerji piyasası koordinasyonu (OPEC+), savunma sanayi temasları ve yatırım iş birlikleri, bu ilişkiyi Balkan coğrafyasına da taşımaktadır. Örneğin BAE’nin Sırbistan savunma sanayindeki yatırımları, Rusya’nın Sırbistan’la yürüttüğü askeri teknoloji ve enerji projeleriyle çatışmak yerine paralel ilerleyen ekonomik hatlar yaratmaktadır. Bu tablo, Körfez ve Rusya’nın Balkanlar’da birbirini dengeleyen değil, çoğu zaman birbirini besleyen iki farklı sermaye ve strateji hattı oluşturduğunu göstermektedir.

Türkiye açısından bu çok katmanlı süreç hem fırsatlar hem de tehditler barındırmaktadır. Körfez yatırımları, Türkiye’nin Balkanlar’daki geleneksel ekonomik ve ticari ağlarıyla kesişerek kimi alanlarda (tarım, turizm, finans) rekabet, kimi alanlarda ise (ortak enerji projeleri, İslami finans) işbirliği olanakları doğurmaktadır. Türkiye’nin Balkanlar’daki Osmanlı mirasına dayalı kültürel diplomasi faaliyetleri, Körfez’in selefi/vahhabi eğilimleriyle karşıtlık göstermektedir. Bu durum, yerel Müslüman toplumların Hanefi-Maturidi çizgi ile selefi yorumlar arasında ideolojik rekabet yaşamasına yol açabilir. Buna karşılık Türkiye’nin Balkanlar üzerinden Avrupa’ya açılma ve Afro-Avrasya vizyonunu güçlendirme hedefi, Körfez ülkelerinin ekonomik ağlarıyla yeni stratejik ortaklıklar kurma imkânı sunabilir. Bir başka tehdit alanı olarak Moskova’nın geleneksel nüfuzu ile Körfez’in finansal-kültürel etkisinin birleşmesi, Ankara’nın Balkanlar’da bağımsız diplomatik hareket alanını daraltabilir ve karar süreçlerini çok aktörlü bir denge yönetimine zorlama potansiyeli taşır. Rusya ile işbirliği içindeki Körfez sermayesinin Adriyatik–Karadeniz hattındaki liman ve lojistik projelere girmesi ise Türkiye’nin Doğu-Batı enerji koridorlarındaki kilit rolünü dengeleyici bir unsur olarak ortaya çıkabilir.

Sonuç olarak Körfez ülkeleri, Batı Balkanlar’da ekonomik ve kültürel katmanları iç içe geçiren çok boyutlu bir nüfuz alanı kurmaktadırlar. Bu nüfuz, AB’nin yavaş genişleme süreci ve bölgenin ekonomik zafiyetleriyle birleşerek yalnızca Balkanlar’ın değil, Türkiye’nin de stratejik çıkarlarını doğrudan ilgilendiren bir jeopolitik gerçekliğe dönüşmektedir. Türkiye için bu yeni denge, rekabet ve işbirliği olanaklarının eşzamanlı varlığıyla şekillenmekte; Ankara’nın Balkanlara yönelik politikasının, Körfez’in ve Rusya’nın yükselen etkisini dikkate alan daha bütüncül ve dinamik bir stratejiye yönelmesini zorunlu kılmaktadır.

Yazar Hakkında

Doç. Dr. Hakan Arıdemir, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Uluslararası Hukuk, Bölgesel Deniz Jeopolitiği Meseleleri ve Uluslararası Deniz Hukuku alanında çalışmalarını sürdürmektedir. Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucu başkanı olan Doç. Dr. Arıdemir, ulusal ve uluslararası düzeyde birçok akademik projeye, çalıştaya ve yayın faaliyetlerine öncülük etmektedir. Türkiye’nin Afro-Avrasya vizyonu ve Türk dünyası stratejileri üzerine derinlemesine analizler üretmektedir.

- Advertisement -spot_img

More articles

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisement -spot_img

Latest article