Malum olduğu üzere Türkiye, güney sınırları boyunca oluşturulmak istenen terör koridoru hayallerini akim bırakmak ve 30-35 km derinliğe ulaşacak güvenli bölge oluşturmak üzere 9 Ekim 2019 tarihinde Barış Pınarı Harekatı’nı başlatmıştı. Amaç bölgeye barış ve huzur getirmek ve ülkemizde yaşamakta olan Suriyeli mültecilerin bir kısmının dahi olsa ülkelerine dönmesini sağlamaktı.
Tarihin hiçbir devrinde sivil halka yönelik olumsuz hiçbir hareketi olmayan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı Barış Pınarı Harekatı ile akla ziyan ithamlarla karşılaşılmış, alakalı-alakasız birçok devlet harekat hakkında beyanatlarda bulunup, Türkiye’yi uluslararası arenada yalnızlaştırma siyaseti güderek, gerçek yüzlerini ortaya koymuştu.
Evet, Türkiye bu harekat ile ne Kürtleri hedef almış, ne sivil halkın muzdarip olacağı fiillerde bulunmuş, ne de işgal gibi bir amaç gütmüştü. Buna rağmen haklı tedirginliklerine ve oynanan oyunlara, onca sabrın sonunda dur demeyi milli bir duruş telakki ederek son raddesine kadar derdini anlatma peşinde olmuş, son çare olarak da haklı gerekçeleri olan bir askeri harekat yapmak durumunda kalmıştı.
Barış Pınarı Harekatı’nın başlamasını müteakip arka arkaya birçok ülkenden harekata karşı çıkan açıklamalar gelmeye başlamıştı. Bundan önceki süreçlerde yaşadığımız gibi, haklı olarak yaptığımız her işe karşı çıkan devletler, yine bizleri yanıltmayarak tavırlarını sergilemişlerdi. Ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz diyerek bu türden açıklamalarına alışık olduğumuz devletler, bizim için yine bir sürpriz oluşturmadılar ve yine aşina olduğumuz tavırlarını sergilekten imtina etmediler.
Karşı çıkan ve lehimizde beyanatlarda bulunan devletleri bir tarafa not etme hakkımız saklı olmak üzere, ilişkilerimizin iyi olduğunu bildiğimiz Rusya başta olmak üzere, Çin, İran, Arap Birliği ve dahi KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın beyanatlarının arka planını etraflıca incelemek ve irdelemek milli vazifemiz olmalıdır. Macaristan’ın, Venezuella’nın, Pakistan’ın ve Katar’ın destek açıklamaları ise unutulmamalıdır.
Harekatın başlamasını müteakip bir araya gelen bağımsız Türk devletleri toplantısında ise Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “6 Devlet 1 Milletiz” sözü tarihe düşülmüş bir not olarak hafızalardan uzun yıllar silinmeyecektir. Arkasının doldurularak, uluslararası arenada 300 milyonluk Türk Dünyası ile “Turan Birliği”nin kurulmasının zorunluluk haline geldiğini ifade ederek asıl konumuz olan Çin’in tutumu ve yaptıklarına getirelim.
Bugün ki yazımızda hangi devletin hangi tavrı sergilediğini analiz etmekten ziyade, Tibet, İç Moğolistan ve Hong Kong gibi, 70 yıldır ırk ve dindaşlarımızı öz vatanlarında işgal altında tutan, şovenist Çin devletinin Barış Pınarı Harekatı’na karşı tutumunu değerlendirelim.
Anlaşılan o ki, varlığının devamını ve hegemon güç olma sevdasını Çin Seddi’ni aşmakta gören Komünist Çin Devleti, ikinci ABD olma veya tarihi süreçte sıcak denizlere inme hülyasını gerçekleştirmek için gece gündüz çalışan Rusya gibi, önce Türkistan coğrafyasında, akabinde Ortadoğu ve Afrika’da kendisini göstermişti. Çin tarihi üzerine azıcık okuma yapanlar, Çin devlet felsefesini ve karakterini azıcık çözebilenler için Çin’i anlamak hiç de zor olmasa da, anlamamak için kafalarını kuma gömenlerin haline sadece üzülüyoruz.
Çin seviciliğinin zararı sadece bu türden kişi, grup, kurum veya kuruluşlarla sınırlı kalsa, bir yere kadar bu durumu anlamak veya anlamlandırmak mümkün olabilirdi. Lakin işin ucu ülkemiz, devletimiz, milletimiz, dinimiz ve milli değerlerimize dokunmaya başlayınca, “daha ne olmalı ki şu Çin devletinin bütün emperyal güçlerden daha tehlikeli ve sinsi olduğunu anlatmak, dini ve milli bir duruş olduğu kadar insani ve vicdani bir sorumluluk olduğunu da” demek durumunda kalıyoruz.Anlaşılana kadar da söylemeye devam edeceğiz.
Daha da üzücü olan ise artık yanı başımızda “ben de varım” diyebilen bir Çin’in tutumu maalesef kamuoyunda ciddi bir şekilde tartışılmadı bile. Doğu Türkistan’da onca yaşananlara, yeni bir cephe açmamak adına sessiz kalınan ve ilişkilerin üst düzeyde geliştirilmesi için ziyaretlerin yapıldığı bir dönemde, Barış Pınarı Harekâtı’na Çin’in tavrı, en azından beni şaşırmamıştı.
Tarih ilmi bize geçmişten ders alırsak, geleceğe daha güvenle bakabilme imkanlarının verilerini sağlayan çok değerli donelerle dolu. Çin ile ilişkilerimizi geliştirmeliyiz düşüncesini kamuoyuna kabul ettirmeye çalışanlara tarihi doneler üzerinden sormak gerekir.
Bırakın harekata karşı çıkan beyanatını, BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi ülkesinden biri olan Çin, geçmişten günümüze kadar hangi konuda lehimize bir karar almış veya tekliflerimize set kurmamıştır?
Mesela PKK, YPG/PYD veya FETÖ terör olaylarında bizden yana aldığı bir tavır var mıdır?
Mesela Kıbrıs konusunda lehimize bir açıklama yapmış mıdır?
Mesela ekonomik dengelerin sağlanmasında lehimize bir faydası olmuş mudur?
Meseleleri aklınızın alabileceği kadar uzatabilirsiniz ama karşılaşacağınız sonuç koca bir hiç olacaktır.
Hal böyleyken bizler, Doğu Türkistan’da yaşanan onca insan hakları ihlallerine, dini ve ırkı aşağılamalara, demografik yapının değiştirilmesine, devlet merkezli bir asimilasyona rağmen hep ilişkilerimizin gelinmesine zarar vermemek adına alttan alıp, sessizliğe büründük. Ama bilmemiz gerekliydi ki, Çin için asıl olan onun menfaatidir. Çin gibi düşünmediğiniz, Çin gibi bakmadığınız, Çin gibi değerlendirmediğiniz müddetçe sizin hiçbir değeriniz yoktur. Gerçi Çin’e sessiz kalarak onun dostu olamayacağınızı da en başından bilmeniz gerekli olduğu bilgisini de üzülerek buradan paylaşmış olayım.