29.4 C
İstanbul
Salı, Ağustos 12, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 59

Coğrafya kaderdir ve kaderimizi yaşıyoruz

1994-1997 arasında ABD’nin Ankara Büyükelçisi olarak çalışan Marc Grossman’a atfen anlatılan bir anekdot var.

“Diplomatik kariyerime henüz başlamıştım. İlk görev yerim Pakistan olunca; bölgeye gitmeden önce dışişlerinde deneyimli tanıdıklarım haritada Türkiye’yi işaret ediyor ve “Bu coğrafyaya dikkat et…” diyordu.

Tamam önemliydi ama bu kadar üzerinde durulması nedendi..? Deneyimli bir büyüğüme sormaya karar verdim.

Beni dünya haritasının önüne getirdi ve Anadolu’yu işaretleyerek; “böylesi bir coğrafya insansız bile olsa, önemsiz olur mu… İyice dikkat kesil ve bak..” dedi. Gelin biz de bir dünya haritasının önüne geçelim ve gecikmeli de olsa bakalım. Ama görerek, idrak ederek, akıl ve şuurla bakalım.

Kuzeyi Karadeniz, Güneyi Akdeniz, özellikle Doğu Akdeniz. Batısı Avrupa, Doğu ve Güneydoğusu Sovyetler Birliği, İran ve Irak, Sovyetler Birliği’nin Çar Deli Petro’dan beri milli hayal ve emeli sıcak denizlere inmek. Ve bunun ön koşulu İstanbul-Çanakkale Boğazlarından geçmek.

Anadolu’nun diğer bir ismi de Ön Asya veya Küçük Asya… Ve hem Asya, hem Avrupa olan tek coğrafya…

Ortadoğu denen cehennemin giriş kapısı ise Ön Asya veya Küçük Asya denen Anadolu coğrafyası.

Şuanda Doğu Akdeniz’de kopan/kopartılan fırtınalara bakarsak; Akdeniz’in sadece bir denizden ibaret olmadığını çok iyi müşahade ederiz ve ediyoruz da… Hal böyleyken bir de ABD gibi küresel hakimin, hakimiyetini daim kılmak için her türlü angajmanı meşru gören ve yapmaktan imtina etmeyen bu ülkenin Ankara’ya atadığı büyükelçilere ve sonrasında ABD yönetiminde ulaştıkları etkinliklere bakarsak; bizim haricimizde herkes, bizim coğrafyamız ve hinterlandının anlam, önem ve küresel hakimiyetin mihenk taşı olduğunun idrak ve bilincinde.

Ki geçen hafta, son dönemlerde büyük devletlerin coğrafyamıza özen ve ihtimam göstermelerine istinaden atanan elçilerin geldikleri görevleri yazmıştım.

Neden peki..? ABD-Fransa-İngiltere istihbarat örgütlerinin başına geçen üç kişinin de daha önce Türkiye’de çalışmış oldukları ve iyi Türkçe konuştukları gerçeğinden hareketle; Türkiye ve coğrafyaya nasıl dikkat kesilip odaklanmışlıklarını, özellikle vurgulamak içindi.

Dilimizden düşmeyen “Dış Güçler” olgusuna bir de bu açıdan bakalım.

Böylesi bir gerçek ve gerçeklik var mı..?

Var… Hatta son 250-300 yıldır var.

Ve dahi, bu “Dış Güçler” denen olgu ve gerçek etkisini artırarak var olmaya da devam edecek.

Bu coğrafya ve mücavirinde olan her olayın “dış güçlerle” alakası var mı..?

Kesinlikle var… En basit veya doğal veya spontane veya doğaçlama gibi görünen olaylarda bile etkisi ve ilgisi var. Hatta öyle bir var ki; bu “dış güçler” dediğimiz güç ve devletler, merkezinde Anadolu’nun olduğu coğrafya/coğrafyalarla ilgili güncel de dahil olmak üzere 5-10-20-30… yıllık planlar hazırlıyor, senaryolar yazıyor, komplo teorileri üretiyorlar.

Neden..? Çünkü bu coğrafya dünyanın merkezi, nirengi noktası, hakimiyetin odağı…

Küresel Tesbih’in imamesi gibi… Hani bir tesbih son tahlilde, imamesi takılınca tesbihleşir ve ancak o zaman tesbih olarak kabul edilir ya; bu da öyle…

Peki eloğlu, elin oğlu, dış güçler, yabancılar, içimizi karıştıranlar, işbirlikçi ayarlayanlar böylesi bir bilinç, idrak, çaba ve çalışma içinde olup; yaşadığımız coğrafya ve sosyolojiye dair her türlü hegemonik algı ve manipülatif dikkati odaklarken; biz ne yapıyoruz…

Kendi topraklarımız, kıyıdaş olduğumuz denizler, komşu olduğumuz coğrafyalarla ilgili nasıl bir çalışma içinde olduk/oluyoruz..!

Acaba coğrafyamızın önem ve değerinin idrak ve şuurunda mıyız…

20-30 yıllık planımız var mıydı, Pardon; 10 yıllık mı vardı yoksa, Pardon pardon; yoksa biz yumurta gelince mi yumurtlayacak yer ararız..!

Ya da “biz Türkler böyleyiz; son anda çıkar noktayı koyarız” hamasetine devamda mıyız..

Veya tembelliğimizi setretmek için İbn-i Haldun’un “coğrafya kaderdir..” tespitini değiştirip; “coğrafyanın kaderliği eskidendi. Şimdi paradigma değişti..”  demeye mi çalışırız..!

Yoksa Şair’in; “Ol mahiler ki; derya içredirler, derya nedir bilmezler” gafletindeki mahiler (balıklar) gibi miyiz..!

Ne isek ne… veya ne değilsek değil…

Evet… Dış Güçler’i asla yok sayamayız, Ama her türlü başarısızlık ve kaybedişimizi de Dış Güçler’e yıkarak sıyrılamayız. Bunu söylerken de herhangi bir siyaseti veya siyasi oluşumu hedefe koymuyorum.

Lütfen kimse sözlerimi popülize etmesin ve güncel siyasetin cenderesine sokmasın. Sözüm bu coğrafyada yaşayan herkesedir.

En tepeden en alttakine kadardır.

T.C. vatandaşı olan ve vatandaşıyım diyen hepimizedir. Dış Güçler diyerek haricimizdekileri ne öcüleştirelim ne de küçümseyelim. Ama öncelikle, biz kendimize bir bakalım.

Ne yapıyor/yapmıyoruz diye düşünelim ve başımızı iki elimiz arasına alarak dünden bugüne bir muhasebe yapalım.

Yoksa, velev ki; dış güçler nedeniyle bile olsa; Kaybedince; kaybetmiş oluyoruz. Gerekçe veya bahane bulmak kaybedişin kaybını azaltmıyor, hafifletmiyor ve dış güçlerin dış’lığının ispatı, ispat edeni de istisna etmiyor..

Bela, musibet, kaybediş geldi mi; bir sel gibi herkesi önüne atıp, sürüklüyor…

Tüm bu nedenlerle de biraz gerçekçi, makul, mantıklı, akıllı-akılcı olalım ve şapkamızı önümüze alıp düşünelim…

Gelincik Tarlası

Salgın ve yeni salgınların oluşmaması için tedbirlerin arttığı bu günlerde; yenilenebilir enerjinin ülkelerin öncelikli gündemine girmiş olmasını umut ve heyecanla takip ediyorum. Türümüze milyonlarca yıldır ev sahipliği yapan dünyamız için küresel ısınma tedbirlerinden çok daha yapıcı çözümler, enerjinin yenilenebilir olmasıyla mümkün olacağını sanıyorum ki tüm dünya artık bunu öğrenmiş durumda.

Bugünlerde Belçika sokaklarında dünyanın geleceği ve salgınlar konuşulurken çözüm ve çareleri üzerine hemen her sohbet yenilenebilir enerjinin, dünyanın nefesi olacağı ortak görüşü ile nihayetleniyor.

Hükümetler ise halkın farkındalığının oluştuğu bu dönüşüm süreci için kolları sıvamış ve vakit kaybetmeksizin çözüm süreçlerini faaliyete almış durumda.

Belçika’da nükleerin yerini yenilenebilir enerjinin alması adına ciddi çalışmalar yapılıyor. Eski nükleer santrallerin kapatıldığı Belçika, enerji ihtiyacında oluşan açığı nükleer ile kapatmak yerine yenilenebilir enerji çözümlerini devreye alıyor. Hedefleri 2030 yılına kadar Belçika’nın elektriğinin yarısının yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması yönünde. Hidro olmayan yenilenebilir enerjiye sahip olmak için harekete geçtiler.

2025 yılı sonunda, nükleer tesislerin emekli olması nedeniyle üretim kapasitesinin önemli bir bölümünü kaybedecek olan Belçika, 3.6 GW’lık bir elektrik açığı ile karşı karşıya kalacağını biliyor. Ülkenin yerli fosil yakıt rezervlerinin eksikliği ve neredeyse maksimum hidroelektrik potansiyeli, hidroelektrik yenilenebilir enerji kaynaklarına giderek daha fazla güvenmek zorunda kalacağı anlamına geldiğinin de farkında.

Belçika Federal Planlama Bürosu’nun hesaplamalarına göre 2040’a kadar yenilenebilir enerji, Belçika enerji bileşiminin neredeyse üçte birini temsil etmesi yönünde.

Hal böyle iken ülkemizin yenilenebilir enerji alanındaki hamlelerin ara hedef olmaktan ana hedef olması yönünde gerçekleşmesi kanaatindeyim. Gerçi Türkiye toplumu güneş panelleri, rüzgar gülleri gibi yenilenebilir enerji ile iyiden iyiye tanışmış durumda. Ülkemi en son ziyaretimde rüzgara kendini bırakan güllerin artmasına şahit olmuş ve büyük mutluluk duymuştum. Tarladaki gelincik çiçekleri gibi ışıldamaları geleceğe ektiğimiz güzel tohumlar.

Uzun soluklu bir süreç fakat bu süreci istikrarla aşabilir ve yarının dünyasının gökyüzünü çok daha parlak yapabiliriz.

Airbus yeni sıfır emisyon konsept uçağını tanıttı

Airbus, 2035 yılına kadar hizmete girmesi planlanan dünyanın ilk sıfır emisyonlu ticari uçağı için üç konsept geliştirdi. Bu konseptlerin her biri, şirketin, tüm havacılık endüstrisinin dekarbonizasyonunda öncü olma çabalarını desteklemek için çeşitli teknoloji yollarını ve aerodinamik konfigürasyonları keşfederek sıfır emisyonlu uçuşa ulaşmak için farklı bir yaklaşımı temsil etmektedir. Tüm bu konseptler, birincil güç kaynağı olarak hidrojeni işaret etmektedir. Bu, Airbus’ın temiz bir havacılık yakıtı ve diğer birçok endüstrinin de iklim nötr hedeflerini karşılayacağı bir çözüm olduğuna inandığı bir seçenektir.

Airbus CEO’su Guillaume Faury, “Bu, ticari havacılık sektörü için tarihi bir andır ve bu endüstrinin şimdiye kadar gördüğü en önemli geçişte öncü bir rol oynamayı planlıyoruz. Bugün açıkladığımız konseptler, dünyaya sıfır emisyonlu uçuşun geleceği için cesur bir vizyon sunma yolundaki çabalarımıza bir bakış sunuyor. Hem sentetik yakıtlarda hem de ticari uçaklar için birincil güç kaynağı olarak hidrojenin kullanımının havacılığın iklim etkisini önemli ölçüde azaltma potansiyeline sahip olduğuna inanıyorum” dedi.

Guillaume Faury, “Bu konseptler, 2035 yılına kadar hizmete sunmayı planladığımız dünyanın ilk iklime zararsız, sıfır emisyonlu ticari uçağının tasarımını ve yerleşimini keşfetmemize ve olgunlaştırmamıza yardımcı olacak” dedi. “Bu konsept uçaklar için birincil güç kaynağı olarak hidrojene geçiş, tüm havacılık ekosisteminden kararlı eylemler gerektirecek. Hükümet ve endüstriyel ortakların desteğiyle birlikte, havacılık endüstrisinin sürdürülebilir geleceği için yenilenebilir enerji ve hidrojeni arttırarak bu zorlu görevin üstesinden geleceğiz.” dedi.

Bu zorlukların üstesinden gelmek için havalimanları, günlük operasyonların ihtiyaçlarını karşılamak için önemli miktarda hidrojen taşımacılığı ve yakıt ikmali altyapısına ihtiyaç duyacaktır. Hükümetlerin desteği, bu iddialı hedeflere ulaşmak için araştırma ve teknoloji, dijitalleşme ve sürdürülebilir yakıtların kullanımını teşvik eden mekanizmalar ile birlikte daha eski, daha az çevre dostu uçakları daha erken emekliye ayırmak için uçak filolarının yenilenmesine öncülük edecek.

Bir turboprop tasarımı (100 yolcuya kadar), turbofan yerine bir turboprop motoru kullanır ve aynı zamanda 1000 deniz milinden uzun seyahat edebilen modifiye gaz türbini motorlarında hidrojen yanmasıyla güç elde eder ve bu da kısa mesafeli seyahatler için ideal bir seçenektir.

Turbofan Tasarımı (120-200 yolculu) Kıtalar arası çalışabilen ve yanma yoluyla jet yakıtı yerine hidrojen ile çalışan modifiye bir gaz türbini motoru ile güçlendirilebilen, 2000’in üzerinde deniz mili menziline sahip. Sıvı hidrojen, arka basınç bölmesinin arkasında bulunan tanklar aracılığıyla depolanacak ve dağıtılacaktır.

Bileşik-kanat gövdeli tasarım konsepti (200 yolcuya kadar) 

Kanatların, turbofan konseptine benzer bir menzile sahip uçağın ana gövdesi ile birleştiği tasarım. Geniş gövde, hidrojen depolama,dağıtımı ve kabin düzeni için birden fazla seçenek sunar.

Atatürk ve Doğu Türkistan

Bundan yaklaşık 3-4 ay kadar önce Ankara’dan değerli bir dostum arayıp, Doğu Türkistan hususunda yazdığımız yazılardan ve konuya dair paylaşımlarımızdan istifade ettiklerini, birçok konuda bilgi sahibi olduklarını, çoğu zaman hiç duymadıkları ve hayret ettikleri birçok bilgiyi de öğrendiklerinden bahisle Doğu Türkistan ile alakalı bir sosyal medya platformunda Atatürk ile alakalı çok yakışıksız ifadelerin de geçtiği bir paylaşımdan bahsederek çok üzüldüğünü, bu durumun gerçek olup-olmadığını merak ederek hem bilgi sahibi olmak hem de konu ile alakalı bir yazı kaleme almamızı istirham etmişti.

Sevgili dostumun anlattıklarına ben de ciddi manada üzülmüş, en kısa zamanda konu ile alakalı bir yazı kaleme alacağıma dair kendisine söz vermiştim. Lakin yoğunluk ve yıllık iznimin araya girmesi dolayısıyla da maalesef yazıyı yazamamıştım. Kısmet bu yazıya imiş.

Bir tarihçi olarak ülkemde, ülkemin ve milletimin değerlerine bilgisizlikten mi yoksa art niyetten mi kaynaklanır olduğuna kesin bir kanaat getiremediğim bir sürü hakaretler edilmesine, değerlerimizin değersizleştirilmek istenmesine, ihtiralar atılmasına hiçbir zaman makul ve mantıklı bir cevap bulamamışımdır. Muhtemelen ülkenin ve milletin birlik beraberliğini bozmak isteyen ve sıkça bahsedilen “üst akıl” bu konuda gerçekten başarılı olmuşa benziyor.

Yine bir tarihçi olarak, hata ve sevaplarıyla tarihi kişilikler üzerinden polemik yapılmasının veya birinin ak diğerinin kara olarak değerlendirilmesinin anlamsızlığına inanmış ve bu konuda tarihçiliğin temel prensibi olan kişi ve olayları zamanın şartlarına göre değerlendirmek koşulunu hep akılda tutmanın doğru olduğunu savunmuşumdur.

Hal böyle olunca “ne bulsam da Atatürk’e saldırsam” düşüncesinde olan birilerine herhangi bir hususu anlatmanın da deveye hendek atlatmak kadar zor olsa gerek. Zaten ifrat ve tefrit noktasında gündelik bir hayat yaşayan toplumu orta noktada buluşturması gereken toplum önündeki kişilerin de aynı üslup içerisinde olması meseleyi içinden çıkılmaz bir hale sürüklemiş, dahası sürüklemeye de devam etmektedir.

Toplumu kutuplaştıran, ifrat ve tefrit noktasında bir yaşantı içerisine sokan amiller ve onların ortadan kaldırılması adına yapılması gerekenlere dair onlarca makale yazılabilir, programlar yapılabilir, kitaplar yazılabilir. Lakin hem sözü uzatmamak hem de yazacağımız konu ile alakasının fazlaca olmaması dolayısıyla sözümüzü “tarih bir bütündür, iyisi ve doğrusuyla tarihi şahsiyetlerimizin hepsi de bizimdir” tarihi şahsiyetleri yarıştırmak ve tarihi kişilikler üzerinden toplumu kutuplaştırmak bugüne kadar topluma bir şey kazandırmamıştır ve muhtemelen de bundan sonra da kazandırmayacaktır. Onun için dostlarımızı tarihi kişilikleri ilahlaştırmadan sevmeye veya düşman olarak görüp sövmekten uzak durmaya davet ederek asıl konumuza geçelim.

Konumuz, dostumun da ifadesiyle “Atatürk’ün Doğu Türkistan ile ilgili bir faaliyeti veya ajandasında bir hatt-ı harekâtı var mıydı, varsa ne idi, yoksa da acaba neden yoktu?”

Atatürk’ün yaptıkları kadar yapmak istedikleri ama ömrünün buna yetmediğine inananlardanım. Yaptıklarını, lehte ve aleyhte yazılanlar da dahil olmak üzere, en ince teferruatına kadar okuyan bir akademisyen olarak, Atatürk’ün Doğu Türkistan hususunda hiçbir şey yapmadığını söylemenin ona ve dolayısıyla Yüce Türk devletine haksızlık olduğunu peşinen söylemeliyim. Cumhuriyet’in kuruluşunun 10. yıl nutkunda aşağıdaki sözleri söyleyen birisinin, bırakın Doğu Türkistan’ı, dünya üzerindeki herhangi bir Türk veya Türk bölgesiyle ilgilenmemesi düşünülebilir mi?

“Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur; komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bu günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevî köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür… Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türklerin) bize yaklaşmasını beklememeliyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir…”

İfadeler tevile muhtaç duymayacak kadar açıktır. Yakutistan’dan lügat getirtip okuyan, okuduğu nüshalar üzerinde notlar alan, çalışmaktan onur duyduğum İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nün kurulması emrini bizzat M. Fuat Köprülü’ye veren ve Köprülü merhumun “efendim böyle bir enstitünün iyi bir kütüphaneye ihtiyacı olur, öyle bir kütüphaneyi nasıl kurarız dediğinde Paşa’nın ‘Süleymaniye camii deposunda Katanov’un, zamanında ciddi paralar verilerek alınmış özel koleksiyonu ve kitaplarını enstitüye bağışlayın” diyen bir mümtaz şahsiyetin Doğu Türkistan’a ilgisiz kalması düşünülebilir mi?

Bence düşünülemez.

Levant bölgesinde yaşanan tehditler ve riskler

Ülkemizin istikrarsız coğrafyada bulunması sebebi ve alametiyle tehditler, riskler ve fırsatlar denkleminde büyük bir mücadele vermekteyiz. Problemi bol coğrafyanın ürettiği güvenlik sorunsalı nedeniyle ortaya çıkan kaos ile ülkemiz ve ülke insanımız hedef alınmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası bu kadar önemli olan olaylar karşısında tek vücut olunamaması ise ülkemizin bölgesel aktör olmasının ve sorunları çözmesinin önünde bulunan büyük bir sıkıntı olarak karşımıza çıkıyor.

Şaşırıyoruz…

Şaşırırken iç siyasetle dış siyaseti de birbirinden ayıramıyoruz…

Kısaca sapla samanı karıştırıyoruz…

Ortadoğu ve Kuzey Afrika projelerini masalarda çizenlerin amacının özellikle enerjiyi adil olmayan şekilde kontrol edebilme isteği içerisinde olduğu bilinmektedir.

Amaçlarına ulaşabilmek adına etnik ve dini terörizm yaratmak, dünyanın en büyük göç dalgasını bir tsunami etkisiyle ülkelerin genetiğini bozacak ölçüde var etmek adına ülkeler arasında kargaşa çıkardıklarını hepimiz görüyor, seyrediyor ve anlıyoruz.

Küresel oyuncuların enerji kaynak ve koridorunu kontrol etme mücadelesinin bölge güvenliğini daha fazla etkileyeceği de uzmanlar tarafından öngörülmektedir.

Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’nun merkezinde bulunan Türkiye’nin bu etkilere karşı tedbirli olabilmesi adına Akdeniz’de yaşanan gelişmeleri iyi değerlendirmesi gerekmektedir.

Dünya haritasının değiştirme ve şekillendirme projesi yeniden başlamıştır ve enerjiye hakim olmak adına birkaç ülke gibi Türkiye’de direkt hedef alınmıştır.

Değerli okur bildiğiniz üzere Akdeniz’in doğusunu tanımlamak adına kullanılan Levant Bölgesi, tarih boyunca küresel güçlerin ilgi odağında yer almıştır.

Sınırları belli olmayan Levant bölgesi, enerji kaynaklarına yakın olması sebebiyle her devirde tartışmaların merkezinde yer almıştır. Yakın zamanda Doğu Akdeniz’de yeni enerji kaynaklarının keşfi endişe verici gelişmelerin yaşanmasına neden olmuştur.

Kıbrıs adası, doğu ve batı arasında deniz ticaretinin ana limanı olmasından dolayı önemini asırlarca korumuştur.

Tarih boyunca Doğu Akdeniz’e hükmetmek isteyen güç, Kıbrıs’ı himayesinde bulundurmak adına büyük çaba göstermiştir.

Bu sebeple esas sorun Türk devleti olan KKTC nedeniyle küresel güçlerin yüzen ada olarak tabir edilen Kıbrıs adasına hükmedememe sorunudur.

Küresel aktörlere göre sorun KKTC…

Sorunun sahibi Türkiye…

Sorunun mimarı ise Türklerdir…

Biz sorun olmaya devam ettikçe esas sorunun kendilerinin olduğunun farkına varmayan Kapitalist, Emperyalist, Siyonist ve zalimler dünyanın huzur ve selametle buluşmasına engel olmaya devam edecektir.

Kıyıdaş devletler olan ve sorunsalın başlangıç noktası kabul edilen Türkiye, Yunanistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, İsrail, Lübnan, GKRY ve Mısır’ın kendi arasında problemleri çözmesi gereklidir.

Bölgeye sınırı olmayan ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın ise bölgeden elinin ve sözlerinin çekilmesi büyük önem arz etmektedir.

Yoksa bunun bedelini hepimiz ödeyeceğiz.

İstanbul’un ulaşım kaosuna tek çözüm: Bisiklet

İstanbul’da bisiklet kullanmayı tercih ederek hem sportif bir faaliyet hem de ulaşım çözümü oluşturan vatandaşlara seyahat özgürlüğü sağlamak isteyen İETT’nin toplu taşıma kurallarına bazı otobüs şoförleri uymuyor.

Kural tanımayan otobüs şoförleri bisikletli vatandaşların seyahat edebileceği saatlerde bisikletlerini araçlara almıyorlar ya da bisikletleri görünce durakta durmadan geçiyorlar. Bisiklet kullanan vatandaşlar, toplu ulaşım aracına binmek isterken bazı şoförlerin sözlü taciz ve hakaretlerine de maruz kalıyor.

Katlanabilir bisikletlerin ise tüm toplu ulaşım araçlarında günün her saati seyahat edeceğini hemen hemen hiçbir otobüs şoförü bilmiyor ve bu bilgisizlik nedeniyle katlanabilir bisiklet sahipleri de mağdur oluyorlar.

İstanbul’da yolculukların yarısı motorlu araçlarla, diğer yarısı ise toplu ulaşım veya yaya olarak yapılmaktadır. Toplu taşımalarda; kolay ulaşılamaması, farklı ulaşım araçlarına entegrasyon problemi ve kalabalık olması gibi nedenlerin bulunması İstanbul halkının özel araçlarıyla seyahat etmesine neden teşkil etmektedir.

Özel otomobillerin ve toplu ulaşım araçlarının alternatifi olan bisiklet kullanımının özendirilmesi adına ciddi adımlar atılması gereklidir. Birkaç bisiklet yolu, bazı yerlerde kiralık bisiklet terminalleri ise sadece yaptık demek adına uygulamaya konulan göstermelik projelerden oluşuyor.

Geçtiğimiz ay Kadıköy’de özel halk otobüsü sürücüsü ile Dünya Gazetesinde çalışan medya mensubu Gülcan Sevindik arasında tartışma yaşanmıştı. Sevindik, kanunen günün her saati katlanabilir bisikleti ile tüm otobüslere binebileceği halde şoför tarafından araçtan zorla indirilmeye çalışılmış ve hakarete maruz kalmıştı.

Gerekli ve özellikle gereksiz birçok ifadeyi içeren billboard reklamlarında “bisikletinle çok daha güzelsin” gibi özendirici ifadeler beklediğimiz bu salgın günlerinde; “bisikletli isen in aşağıya” yaklaşımı belediyeciliğin kapsam ve kabiliyetinin ne halde olduğunu gözler önüne seriyor.

Kısa mesafeli yolculuklarda motorlu taşıtlar yerine bisikletli ve yaya seyahatlerinin desteklenmesiyle gerek trafik gerekse çevre kirliği problemleri doğal netice olarak çözümlenebilecektir. İstanbul’un en büyük sorunu olan trafik keşmekeşine bu yönelim ile pratik biçimde nefes aldırabiliriz.

Dünyada, bisiklet ve yaya yollarına önem veren belediyecilik anlayışı büyük şehirlerin kent içi trafik kaosunu önemli ölçüde azaltmayı başarabilmiştir. Bu sadece bir anlayış değil, ülke politikalarına dahi ilham vermiş ve bir toplum kültürü haline de dönüşmüştür.

Bisikletin yaygınlaşması ve kültürümüz haline dönüşmesi hava ve gürültü kirliliğini azaltır, insanın yaşam kalitesini yükseltir, zindelik ve sıhhati destekler, ekonomiktir, çevre dostudur, kentlerde erişebilirlik oranını artırır, trafik sıkışıklığından etkilenmez, kullanması eğlenceli, sosyalleşmenin katkı sağlayıcı araçlarındandır ve en önemlisi başka topluma doğaya ve geleceğe zarar vermez.

İstanbul’da bisiklet sayısında artış demek, daha sağlıklı bir İstanbul demek, daha çevik insanların yaşadığı temiz kent demek, çevreye zararlı gazların az olduğu çevreci bir şehir demektir. Yeşil İstanbul demek…

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın bisiklete önem ve destek veren bir lider olduğunu tüm Türkiye ve dünya milletleri biliyor. Sağlık Bakanlığının da bu konuda her okula bir bisiklet projesinden haberdarız. Fakat geleceğimizin kültürü haline dönüşmesi gereken bisiklet ile alakalı belediyeler ve kamu kurumlarının büyük çoğunluğu Cumhurbaşkanımızın verdiği önem derecesine uygun hareket etmiyorlar. Başakşehir Belediye Başkanı Yasin Kartoğlu’nun öğrencilerin okullarına bisiklet ile gidebilmesi ve ilçede bisiklet kültürünün oluşması adına başlattığı bisiklet yolu projesinin tüm belediye başkanları tarafından örnek alınmasının gerekli olduğu gözlemleniyor.

Salgın ve nedenlerini, salgın sürecinde dünya insanları evlerine kapandığında gezegenimizin nede güzel nefes aldığını tekrar ve tekrar hatırlamamız ve unutmamamız gerekir. Doğa bize ihtiyaç duymazken biz doğaya muhtacız. Bisiklet ve doğa ile dost olan tüm teknolojik icatların sahipleneni ve destekçisi olmamız gerekir.

İETT İNTERNET SİTESİNDE BİSİKLETLERİN ULAŞIM SAATLERİ

Bisikletli yolcular, bisiklet aparatlı otobüsleri gün boyu, diğer tüm otobüslerde ise 10:00-16:00 ve 22:00-06:00 saatleri arasında, Metrobüslerde 10:00-16:00 ve 22:00-06:00 arasında, Metro ve Tramvaylarda 06:00-07:00, 09:00-16:00 ve 20:00-00:00 arasında, Tünel’de 07:00-22:45 arasında, Şehir Hatlarında 06:00-00:00 arasında, deniz otobüsünde 07:00-21:00, Dentur ve Turyol 06:00-01:00 arasında, araba vapuru ve hızlı feribot ile 07:00-22:30 saatleri arasında ek ücret ödemeden yararlanabiliyor. Mavi Marmara’da ise bir ek bilet karşılığında 07:00-01:00 saatleri arasında bisiklet alınıyor. ‘’Katlanır bisikletler ise günün her saati, tüm İETT araçlarında ücretsiz taşınabiliyor.’’

Evde klima bakımı ve temizliği

Bir klima ne kadar doğru seçilirse seçilsin klimanın doğru şekilde kullanılması ve belli aralıklar ile bakımının yapılması, filtresinin temizlenmesi de bir o kadar önemli. İşte verimlilik ve enerji tasarrufu açısından klimanızda uygulamanız gereken adımlar…

Yaz aylarında klimaya talepler artsa da doğru klima satın almak kadar bu klimaların doğru kullanımı ve bakımı da oldukça önemli. Bir klima ne kadar doğru seçilirse seçilsin verimlilik ve enerji tasarrufu açısından doğru şekilde kullanılması ve belli aralıklar ile bakımının yapılması, filtresinin temizlenmesi gerekiyor. 

Samsung Electronics, yayınladığı rehberde klima sahiplerine hem klimalarını en doğru şekilde kullanabilmeleri hem de bakım ve temizliklerini yapabilmeleri için önemli tavsiyelerde bulunuyor. 

Klimanızın iyi soğutması için yapmanız gerekenler

Olağanüstü derecede verimli olacak şekilde tasarlanan Samsung klimalarda bulunan hızlı soğutma modu, odayı istediğiniz ayardaki sıcaklığa hızlıca düşürmek için hava sıcaklığında ani bir değişiklik sağlıyor. Uygun ayarları yapmanıza rağmen klimanızın set sıcaklığının yanlış olduğunu fark ederseniz, şu koşulları kontrol etmeniz öneriliyor.

• Set sıcaklık ayarlarını yapın: Ortam sıcaklığının yeterince soğuk olmadığını hissettiğinizde, seçimi yapılan set sıcaklığının doğru olarak ayarlanıp ayarlanmadığından emin olmak için klima kumandanızı kontrol edin. İdeal konfor sıcaklık değeri 23 ila 25oC aralığındadır. Ayrıca odadaki tüm kapıların ve pencerelerin kapalı olmasının, oda içerisindeki ısınının korunmasında önemli bir etken olduğunu unutmamanız gerekmektedir. Aksi takdirde klimanızdan nominal soğutma performansını alamayabilirsiniz.

• Klima çevresindeki engelleri ortadan kaldırın: İç ünitenin veya dış ünitenin önünde engeller varsa, ürün üflediği havayı tekrar emiş yapabilir. Bu durumda gerekli soğutma performansını sağlayamaz.

• Oda alanına ve bina bileşenlerine göre seçim kapasitesini göz önünde bulundurun: Klima kapasitesi oda büyüklüğüne göre düşük ise oda sıcaklığını düşürmek daha fazla zaman alabilir. Bu nedenle, odanızın alanı ile uyumlu bir klima kullanmalısınız. Odanızın alanı ile karşılaştırıldığında yetersiz kapasiteye sahip bir klima kullanırsanız, ev soğumayabilir ve yüksek elektrik faturasına yol açabilir.

Samsung klimalarda filtre temizliği nasıl yapılır?

Eğer bir Samsung klima kullanıyorsanız, aşağıdaki adımları uygulayarak filtre temizliğini de kolaylıkla yapabilirsiniz.

1. Duvartipi klimalarda filtre temizliği

• Filtreyi üniteden tırnaklarını kaldırarak çıkarın,

• Filtredeki tozu veya birikintiyi gidermek için yumuşak bir fırça veya elektrikli süpürge kullanın,

• Filtrede çok fazla toz varsa, filtreyi yaklaşık 30 dakika sabunlu suda bırakın ve ardından durulayın,

• Filtreyi duruladıktan sonra iyi havalandırılmış bir yerde kurutun ve son olarak filtreyi yeniden takın.

• Bu adımları uygularken hava filtresini sert kıllı fırçalarla veya diğer sert temizlik araçları ile ovmamaya özen gösterin.

• Ayrıca hava filtresi tamamen kurumazsa veya kapalı (veya nemli) alanda kurutulursa kötü bir koku da oluşabilir. Bunun yanı sıra kuruturken hava filtresini doğrudan güneş ışığına maruz bırakmayın ve saç kurutma makinesini kullanarak kurutmayın.

• Samsung’un belirli modellerinde bulunan Tri-Care filtreleri su ile temizlemeden yumuşak fırça veya elektrikli süpürge ile üzerinde bulunan tozlardan arındırın.

2. Salon tipi klima filtrelerinin temizlenmesi

Samsung marka inverter salon tipi modelde bulunan hava filtresi, gelen havanın içerisinde bulunan toz partiküllerinin yakalanmasını sağlar. Bu filtre yıkanabilirdir. Hava filtresi temizliği için aşağıdaki adımları izleyin.

Hava filtresinin temizlenmesi

• Hava emiş panelinin üst kısmını tutun ve yavaşça öne doğru çekin. Hava filtresini çekerek çıkarın.

• Çalışma esnasında paneli açmayın. Arızaya veya elektrik tehlikesine yol açabilir.

• Elektrikli süpürge veyasu ile tozu giderin,

• Filtreyi gölgeli bir alanda tamamen kurutun,

• Hava filtresini iterek tamamen sabitlenmesini sağlayın.

• Hava filtresini 2 haftada bir temizlemeniz faydanıza olacaktır.

Avcıların dikkatine: Ava giden avlanır

Siz avcılığı bir ‘spor’ kabul ediyorsunuz. Masum ve savunmasız hayvanları son teknolojiler kullanarak aldatıp öldürmeyi bir ‘marifet’ sayıyorsunuz.

Onların yalvaran gözlerine, aç kalan yavrularına aldırmayıp, yaralı hayvana sopalarla vurup canını alıp kellesini veya kürkünü evinize asmayı gurur kaynağı olduğunu farz ediyorsunuz. Yazıklar olsun !

Vahşi zevklerinizi ekosistemi ve hayvanların soylarını yok ederek tatmin edip, daha sonrada doğayı koruduğunuzu iddia edecek kadar cüretkarsınız. “Avlanan Avcıları Avlama Derneği” açmak için resmen müracaat ettim.

Dernekler masasından olumlu bir yanıt alamadım.

Ama kurbanlarınız kuşları, tilkileri, domuzları, geyikleri, kurtları, tavşanları mutlu edebilecek bazı havadisleri gazetelerden toparladım. Siz avcılar, en iyisi elinizdeki silahı yavaşça yere bırakın.

Gaziantep’in Islahiye ilçesinde avcılar hiç acımadan koruma altında olan yavrusu ile bir ana kızıl geyik ve ayrıca iki kızıl geyiği öldürdüler.

Yedi aylık bambi ayağı kırılınca ameliyatla iyileştirildi. Kaçkar’da doğal yaşama döndü. Mutlu idi. Ama avcıların yani psikolojisi bozuk bazı katil ruhların kurşunlarından neticede kurtulamadı.

Bir engerek yılanını nedense yuvasında öldürmeye çalışan Tekirdağlı çiftçi Rahmi Kaburcuk kendisi av oldu. Yılan daha atak davranıp avcıyı boynundan ısırdı. Bravo.

Eskişehir’de Mihalıççık ilçesinde ava çıkan üç kişiden Mustafa Özkan kaza ile arkadaşının oğlunu vurdu.

Antalya’da Halil Çalışkan adlı kişi evinin bahçesindeki yılana arka arkaya ateş etmeye başlayınca olan oldu. Av tüfeğinden çıkan saçmalar duvardan sekerek oğlu Murat Çalışkan’a isabet etti.

İstanbul Silivri’de ava çıkan Bekir Sütüpak adlı inşaat işçisi, vurduğu ördeği buz tutan gölden almak isterken buzun kırılması sonucu soğuk sulara gömüldü. (Ne güzel)

Ağrı, Afyonkarahisar, Denizli, Kayseri ve Sivas’ta masum ve aç hayvanları hazır korumasız durumda iken vurmak için yola çıkan beş avcı donmuş!

Ağrı’nın Panos ilçesinde Süphan dağında ava çıkan 3 avcı çığ altında kalarak hayatını kaybetti.

Sabah eşi uyandırmayı unutunca arkadaşları ile ava gidemeyen koca bu kızgınlıkla karısını vurmuş. Bir kere avcılarda öldürme dürtüsü oluşmuş, ancak öldürerek “mutlu” oluyorlar. Kime niyet, kime kısmet!

Mudanya’da 35 yaşındaki avcı Özkan K. Oğlu ile birlikte ava çıkar. Oğlunu bir tepeliğe çıkarmak için tutunsun diye elindeki av tüfeğini uzatmış, oğlu tetiğe basınca masum hayvanları her gün vuran insafsız avcı Özkan K. Hani derler ya “Ava giden avlanır.”

Kahramanmaraş’ta evinin balkonunda oturan avcı Ali Kıyas bahçedeki fareye av tüfeği ile ateş edince, komşunun dokuz yaşındaki kızı Hatice’yi vurdu.

Eğer bu dünyada insanlar 200 yıl sonra da yaşantılarını devam ettirecek olurlarsa; inanıyorum ki kendi aralarında toplandıklarında bizlerin “avcılık” diye bir spor dalını kabul etmemizi ve gözlerine kan bürümüş bir takım kişilerin “bir zevk” uğruna masum canlıları öldürdüğünü kabullenmemizi anlamayacaklardır. Bizleri de bu inanılmaz davranıştan dolayı lanetleyeceklerdir. Ben sistemin “öteki” dediği her şeyin yanındayım. Yaşam hakkı karşısında tüm canlıların eşit olduğunu biliyorum. Ancak bugün yaşanan eşitsizliği yaratan tek canlı türü insandır.

Aslan acıkınca avlanır. Genellikle bir sürünün en gerisinde kalan sürüye ayak uyduramayan yaşlı veya hastalıklı bireyini öldürür, böylece bulaşıcı hastalığın sürüde yayılmasını önlemiş olur. Çenesi en kuvvetli hayvan sırtlandır ama kendisi can almamak için avlanmaz aslan ve kaplanların avlarından geri kalan etlerle yetinir. Ondan da artanları, akbabalar, ufak kuşlar en sonda kalan parçalarıdır. Sonuçta diğer böcekler temizler ve böylece ekolojik denge tamamlanır.

Ya avcılar onlar sadece zevk için vuruyorlar. Hani insanın içindeki “kan görüp de bundan mutlu olma dürtüsü” var ya !

Seri katillerin yaşantısını inceleyin muhakkak ilk şiddet uygulamalarını hayvanlarda denemişlerdir. Onun için hayvana yönelik şiddeti önemseyip, önlemek amacıyla elinizden geleni yapmalısınız. İşte örnekler:

Postanede 14 arkadaşını öldüren ve ardından kendini vuran Patrick Sherill geçmişte evcil hayvan çalmış ve kendi köpeğine onları öldürtmüştür.

Brenda Spencer, 2 çocuğu öldürmüş ve diğer dokuzunu yaralamıştır. Geçmişte kedi ve köpeğe eziyet etmiş ve onların kuyruklarını ateşe vermiştir.

Caroll Edward Cole, itham edildiği 35 cinayetin 5 tanesi dolayısıyla infaz edilmiştir. Henüz çocukken bir yavru köpeği boğazlayarak şiddet uygulamaya başlamıştı.

1987 yılında, 3 Missouri lise öğrencisi ölmüş arkadaşlarını dövmekten dolayı tutuklanmışlardır. Hepsinin geçmişlerinde birkaç yıl evvelden başlayarak birçok kere hayvanları sakat bırakma olayları vardır. Bir tanesi sayamadığı kadar çok kediyi öldürdüğünü itiraf etmiştir.

Edward Kemperer önce 2 kediyi kesti. Daha sonra büyükanne ve büyükbabasını, annesini ve 7 kadını öldürdü.

Peter Kurten, nam-ı diğer Düsseldorf Canavarı, köpeklere işkence ve tecavüz ederek öldürdü. Aralarında çocukların da bulunduğu 50’den fazla insanın ölümüne neden oldu.

Richard Speck bir kuşu vantilatöre atarak parçalanmasına neden oldu. 8 Kadını öldürdü.

Yerli doğalgazın rezervine sayılı günler kaldı

Karadeniz’de keşfedilen doğal gaz rezervi ile Türkiye’nin önünde yeni bir sayfa olduğunu söyleyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, “Yapılan titiz hesaplamalara göre bugünkü şartlarda ithal ettiğimiz gazlara göre daha ekonomik olarak yerli doğalgazı mal edeceğiz” dedi.

Türkiye’nin uzun yıllardır hayalini kurduğu bu keşif ile dışa bağımlılığının azalacağının altını çizen Dönmez, “Keşfimizin ardından çalışmalar titizlikle devam etmektedir. Bunu da sisteme dahil edeceğiz. Hesaplamalar devam ediyor. İnşallah işi yukarı yönlü revize etme imkanımız da olacak. Çok kısa ve orta vadede bütün ithalatı kaldıracağız gibi bir durum söz konusu değil ama yeni keşifler oldukça sahanın dışında hem Akdeniz hem de Karadeniz’de. Bizim gazda belki petrolde dışa bağımlılığımız azalacak. Uzun dönemde hedefimiz enerjide bağımsızlığı yakalamak. Türkiye’nin güçlü ekonomisi için bu son derece önemli.” diye konuştu.

Karadeniz’de çalışmaların devam ettiğini vurgulayan Dönmez, şu anda Sakarya Gaz Sahasındaki sondaj ve testlerin titizlikle yürütüldüğünü aktardı.

Bakan Dönmez, kuvvetle muhtemel 320 milyar metreküplük rezervin yukarı yönlü revize edileceğini belirterek, “İnşallah bu ay çalışmaları da bitirmiş oluruz. Mühendislik çalışmalarını tamamlamadan kamuoyuyla, milletimizle bilgi ve bulgu paylaşmıyoruz. O açıdan şimdi devam eden çalışmalar tamamlanır tamamlanmaz milletimizle paylaşacağız.” ifadelerini kullandı.

Hedefin keşfedilen gazı, 2023’te ulusal gaz iletim şebekesine bağlamak olduğunu belirten Dönmez, “Yaptığımız hesaplamalara göre bugünkü şartlarda ithal ettiğimiz gazlara göre çok daha ekonomik olarak biz bunu mal edeceğiz.” dedi.

Bakan Dönmez, Türkiye’nin denize kıyısı olan bir ülke olarak sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) gibi bir avantajı olduğuna da değinerek, şöyle devam etti:

“LNG terminallerimiz var. Biri özel sektörde biri BOTAŞ’ın. Son birkaç yıldır FSRU’ları sisteme bağladık. Biri İzmir’de diğeri Hatay-Dörtyol’da olmak üzere FSRU’ları sisteme bağlamış olduk. Bunlarla biz boru gazına alternatif kaynak oluşturduk. Çünkü arz güvenliği çok önemli. Boruyla getirdiğimiz gazda herhangi bir teknik arıza olduğunda ya da kontratlar konusunda anlaşmazlık olduğunda alternatifsiz kalmamanız lazım. Yıllık 45-50 milyar metreküplük tüketimin alternatiflerle tüm hazırlıklarını yapıyor olmamız lazım. Bu kapsamda Türkiye’nin arz güvenliğini hem altyapı hem kontrat olarak güvenli şekilde bugüne kadar yürüttük.”

Bakan Dönmez, böyle bir keşfin ortalama gaz alış maliyetlerini teorik olarak düşüreceğini vurgulayarak, “Gaz fiyatlarının düşeceğini bugünden söyleyebiliriz ancak bu gazı sisteme dahil etmemiz lazım. 2023’ü hedefliyoruz. Alış maliyetlerimizde de bir iyileşme olduğunda zaten yansıyacak. 2023’e kadar fiyatlar böyle gidecek gibi bir anlam çıkmasın. Bu kontratlara ilişkin müzakereler de devam ediyor. İndirim alındığında, fiyatlar düşünce bunu doğrudan satış fiyatlarımıza yansıtıyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.

Rolls-Royce, sürdürülebilirlik yolunda yeni bir adım attı

Rolls-Royce, yeni nesil motorlarına yönelik düşük emisyon teknolojisi üzerindeki son testlerine başladı. Hem Advance3 hem de UltraFan® programlarında yer verilen teknolojiye sahip ALECSys (İleri Düşük Emisyonlu Yanma Sistemi) gösterim motoru, İngiltere’nin Derby şehrinde yer testlerine başladı. Gaz türbinlerinden kaynaklanan emisyonların azaltılması, Rolls Royce stratejisinin ana parçalarından bir tanesi. Bu strateji ayrıca sürdürülebilir havacılık yakıtlarının (SAF) kullanımının artırılması ve yıkıcı tahrik mimarileri ile teknolojileri üzerine yapılacak yoğun araştırmaların desteklenmesini de kapsıyor. Zayıf yanma sistemi, ateşlemeden önce yakıt ve hava ön karışımını iyileştirerek yakıtın daha eksiksiz bir şekilde yanmasını sağlıyor. Bunun sonucunda, daha düşük azot oksit (NOX) ve partikülat emisyonları ortaya çıkıyor. İlk test serisine 2018’de başlanmış olup testlerin son aşamasında ise emisyon performansı, motor kontrol sistemi yazılımı ve fonksiyonel performansın test edilmesine odaklanılıyor. UltraFan Baş Mühendisi ve Başkanı Andy Geer konuyla ilgili şunları söyledi: “Havacılık endüstrisinin geleceğinin daha yüksek sürdürülebilirlikten geçtiğini ve bu testlerin bu hedefe yönelik yolculuğumuzda bize destek olacak en önemli öğelerden birisi olduğunu biliyoruz. Şimdiye kadar elde ettiğimiz sonuçlardan heyecan duyuyoruz. ALECSys’in ekstra neler sunabileceğini görebilmek üzere çalışmalar yapacağız.”

Petrolün kurbanı: Kerkük

Son yıllarda, Irak’ın Kuzeyi’nde özellikle Kerkük’te yaşananlar daha doğrusu soydaşlarımızın çektiği acılar, yokluklar, büyük can ve toprak kayıpları gerçekten de tarihe ‘utanç’ dolu kara sayfalar biriktiriyor.

Nitekim Ali Kerküklü’nün; “Irak’taki Türkmenlerin Sessiz Çığlığı”  kitabı soydaşlarımıza karşı işlenen insanlık suçlarını, öncelikle Türkiye’ye ve bütün dünyanın yüzüne çarpıyor.

Petrol zengini Türkmen şehri Kerkük’ün, büyük öneme sahip olduğunu hatırlatan yazar, kentin dünya petrol rezervinin yüzde 7,5’ine sahip olduğunu öne sürüyor: “Kerkük’te petrol zenginliği olmasaydı Kerkük’ün böylesine önemi artar mıydı? Kerkük petrol kurbanıdır ve faturasını da insanlar canları ile ödüyor.

Türkmenleri, Irak’ın siyasi sahnesinden silmek isteyen Kürt gruplar, Türkmenlerin yaşadıkları bölgelerin demografisini değiştirmek, Kürtleştirmek ve ele geçirmek için tüm güçleri ile çalışıyorlar.

Dış güçlerin hedefi bölgede bir Kürt devleti (ikinci bir İsrail) kurmaktır. Petrol zengini Türkmen şehri Kerkük olmadan, Kürt devleti kurma fikri bir anlam ifade etmiyor. Kuracakları devleti yaşatabilmek için bölgenin kalbine ve tüm hayat damarlarına mutlaka sahip olmak gerekiyor.

İkinci bir İsrail mi?

Bunun bilincinde olan Kürt grupları, Kerkük’ü ele geçirmek ve Kerkük’ü Kürtleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Kürt grupların son yıllarda Türkmen şehri Kerkük’ü zorla ele geçirmek için uyguladığı sistemli çabalar herkesin malumudur.”

Ali Kerküklü, tapu ve nüfus dairelerinin yakılıp yıkıldığını, tarihi Türk mezarlarının parçalandığını, Türkmenlerin zulümlerle yıldırılmaya çalışıldığını ayrıntılarıyla belirtiyor;

“Türkiye, İran ve Suriye’nin Kürt Bölgeleri’nden gelen 700 bin Kürt Kerkük’e yerleştirilmiştir.

Türkmenler ancak dillerinden, kültürlerinden hatta evlatlarının canlarından feragat etme şartlarıyla Kerkük’te kalabilme hakkına sahip olabilmişlerdir. Kürt grupların ortak nihai hedefi, Türkmenleri Irak’tan çıkarmak ve bölgede bulunan petrol yataklarına hâkim olmaktır.

Kerkük’ün Kürtleştirilmesi ise bu hedefe giden adımların en önemlisidir. Bu durumun gerçekleşmesi halinde, Kürtlerin büyük ideali ‘Büyük Kürdistan’ın dört yöne (Irak, Türkiye, İran ve Suriye) genişlemesinin önündeki en büyük engel de ortadan kalkmış olacaktır.”

Türkmenleri kimse korumuyor

Türkmenlerin, bin yılı aşkın bir süredir Irak topraklarında yaşadığına değinen Ali Kerküklü  “Türkmenleri kim koruyor?”  diye soruyor ve kendisi cevaplıyor;

“Maalesef hiç kimse. Türkmenler, kendi kaderlerine terk edildiler.

İsrail, Irak’ın kuzeyindeki Kürt isyancı gruplar ile 1950’li yıllarda yakın ilişki kurmuştur.

İsrail, Irak devletine karşı yapılacak isyanda kullanılmak üzere Iraklı Kürtlere büyük miktarda savaş malzemesi, silah, mühimmat, cephane ve askeri eğitim vermiştir. Irak’ın kuzeyinde topladığı Kürt peşmergeleri, uzman eğiticiler kullanarak eğitmiş ve Kürtlere yardım etmek için maddi ve manevi her türlü desteği sağlamıştır. Her adım, İsrail’in stratejisi ve menfaatleri çerçevesinde atılmıştır. İleride kurulacak kukla bir Kürt Devleti’nin İsrail üzerinde Araplar tarafından kurulan baskıyı hafifleteceği hesapları yapılıyordu. İsrail, Kürt iş birlikçilerine Irak ve bölgedeki ülkeler hakkında istihbarat toplaması karşılığında bütün imkânlarını seferber etmiştir.”

İsrail’in Erdoğan hazımsızlığı..!

Değerli dostlarım bugün sizlere bir İsrail gazetesinde çıkan yazıyı aktarmak istiyorum.

Gazete: Jerusalem Post- İsrail

“Erdoğan’ın gerçek hedefi Yunanistan’da yaygara çıkartıp dikkati gereksiz şekilde onların üstüne çekmek. Ancak Erdoğan’ın gözü doğuda.

Milli silahlarını İslam ümmetinin silahları yapmak, böylece İslam NATO’su kurmak, Pakistan ile nükleer silahlara kavuşmak, Suriye üzerinden hızlıca Kudüs’e girebilmek, YPG’yi bitirip Araplarla bağlantı kurmak, Doğu Akdeniz’de Petrol ve Gaz çıkartıp ekonomik ve siyasi büyük güç olmak, Kıbrıs üzerinden Gazze’ye çıkmak, Amerika’yı Orta Doğu’dan kovmak ve Halife ilan edilmek istiyor. Suriye savaşı İsrail’in hayatta kalma savaşıdır.

Amerika Suriye’yi kaybederse Orta Doğuda Cihad başlar, Türkler ve Ruslar mücahidlere silah verir, Amerika Irak’ı da kaybeder, Mısır’ı da kaybeder, her yer Türklerin kontrolüne girer.

Türkleri ancak hava savaşında durdurabilirdik, geç kalındı.

Hava milli savunmalarını kurmak üzereler. İlk temasları YPG ile oluyor .

YPG’yi İsrail silahlandırdı ama bir varlık gösteremiyorlar. Türk sihalarıyla her gün 50 asker kaybediyorlar.

Geriye bir tek Akdeniz sahillerindeki Birleşik Avrupa Donanması kalıyor. Onlar da tehlikeli eşiğe gelmek üzereler. Bu birleşik donanma yakında Türklere yenilebilecek kritik eşiğe gelmiş olacak. Türkler o donanmaya karşı da hazırlanıyorlar.

Kıbrıs’a deniz üssü ve anti gemi füzeleri yerleştirdiler. Akdeniz sahilleri ve Kıbrıs’ta S-400 bataryaları kurdular. Yakında birleşik donanmanın da karşısına eşit güçte donanmayla gelecekler. Türkiye bunları tek başına yapabiliyorsa, İslam NATO’su ile neler olmaz.

Zaman Türklere çalışıyor ve artık aleyhimize döndü. Türkleri yenersek İslam’ı da yeneriz.

Türkleri yenemezsek İslam’ı kimse durduramaz ve İsrail namaz kılar. Filistinlilere itaat edersiniz. Şeriat ile size hükmedilir. Tel Aviv ve Kudüs’te, her yerde ezan duyarsınız. Tek bir Musevi bile bu topraklarda bırakmazlar. Kadınlarınız pazarlarda cariye olarak satılır. Çocuklarınız elinizden alınır, Mücahid olarak yetişirler. Tüm dünyada Musevilik yok eilmiş olur.

Şunu da belirteyim; Türklerin yükselişi Erdoğan ile sınırlı değildir sadece, Erdoğan sonrasında da aynen böyle bir süreç öyle ya da böyle devam edecektir.

Bu Erbakan’ın doktriniydi ve süreci o başlatmıştır.

Bunların bugün yada yarın olmasının hiç bir hükmü yok. Türklerin hedeflerinden hiç birşeyi de değiştirmeyeceğini İsrail’in artık görmesi gerekiyor.

Erdoğan gider, Türkler biter diye basite alırsanız hatayı burada yaparsınız. Türklerin geçmişine bakın, olaylar hiç te öyle olmuyor, doktrinleri sahipleniyorlar. Türkiye’deki muhalefete de güvenmeyin, zamanla o da kalmayacak.

Dediğim gibi, zaman bizim düşmanımız ve işler hiç de planlandığı gibi gitmiyor sanki bizim planlarımız üzerinde Allah’ın bir başka planı var…”

Evet dostlarım İsrail gazetesinde yayınlanan bir köşe yazısını sizlere yorumsuz aktardım.

Korkunun ecele faydası yok, eklenen şafak sökmek üzere!

Allah devletimizi ilelebet daim ve aziz kılsın! Allah’a emanet olunuz!

Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! (NFK)

“Bir gün gelecek İsrail’e öyle bir tokat atacağız ki hayatı gözünün önünden Gazze şeridi gibi geçecek.”

Prof.Dr. Necmettin Erbakan.

Allah Türk Milletini korusun..!

Beyrut patlamasının düşündürdükleri

Bilindiği üzere,  4 Ağustos 2020 tarihinde Lübnan’ın başkenti olan Beyrut’ta şiddetli bir patlama meydana gelmiş olup takiben büyük bir yangın yaşanmıştır. Gerçekte birbirini takip eden iki büyük patlama şeklinde yaşanan olayın (Beyrut Limanındaki depolarda bulunan) 2.750 ton mertebesindeki Amanyum Nitratın patlamasıyla meydana geldiği ifade edilmektedir. Beyrut limanında meydana gelen patlamanın, patlama bölgesinden 10 km kadar mesafede etkili olduğu, 3’ün üzerinde hissedilen deprem etkisi yarattığı ve İsrail ile Kıbrıs’tan bile hissedilebildiği belirtilmektedir. Böylesi büyük bir patlama sonucunda 200’ün üzerinde kişinin hayatını kaybettiği, binlerle ifade edilen yaralının bulunduğu ve yüz binlerin ise ikamet sorunu ile karşı karşıya olduğu da haberlere yansımış bulunmaktadır.

Patlama görüntüleri incelendiğinde, ilk patlamada ışık parlamasıyla beraber bir duman bulutu görülmekte ve ilkinden daha büyük etki yaratan ikinci patlamada ise kırmızı-turuncu bir bulutun oluştuğu gözlenmektedir. Bu bakımdan, kaza olduğu ifade edilen patlamaların oluş biçimi incelenmeye değerdir denebilir. Patlamalarla birlikte yaşanan şok dalgası 10 km kadar çapta etkin olarak, çevrede büyük hasar yaratabilmiş ve patlama bölgesinde ise yaklaşık 140 m.’lik bir çukur açıldığı görülmüştür.

Patlama; Beyrut limanında, dolayısıyla şehrin merkezi olarak kabul edilen bir bölgede meydana geldiğinden can ve mal kaybının büyük olduğu anlaşılmaktadır. Patlamalarla birlikte oluşan yangın da hasarı arttırıcı etki yaratmış ve bu bağlamda büyük bir tahıl silosunun da önemli ölçüde zarar görerek yıkıldığı gözlenmiştir.

Lübnan’da COVID-19 etkisinde olunduğu bir dönemde yaşanan söz konusu bu patlamanın; yarattığı büyük hasar ve ülkenin büyük bir tahıl silosunun yıkılmasına sebep olması nedeniyle, hem ekonomik ve hem de gıda temini konusunda hayli büyük sorun oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda patlama nedeniyle oluşan toplam zararın 10-15 Milyar USD mertebesinde olduğundan bahsedilmektedir. Söz konusu bu büyük patlamayı takiben Lübnan’da ulusal yas ilan edilmiş ve olayın üzerinden bir hafta geçmeden de Lübnan Hükümeti’nin istifa ettiği açıklanmıştır.

Patlamanın Olası Enerji Politik Yansımaları

Beyrut patlamasının şüphesiz farklı yönlerden etkisi olacağından bahsedilebilir. Hemen akla gelenler; toplumsal, ekonomik, ticari ve siyasi etkiler olmaktadır. Gerçekten de tüm bu konularda farklı etkilerin kendini göstermiş olduğu ve/veya zaman içinde daha da etkin olarak gösterebileceği söylenebilir. Bunlar arasında, pek de dile getirilmeyen olası bir etkinin enerji-politik bağlamda olacağı ifade edilebilir.

Lübnan bölgesi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasıyla Fransız hegemonya bölgesinde kalmıştır.  Lübnan ve onun başkenti Beyrut; önceleri Orta Doğu’nun Akdeniz’e açılan kapısı olarak görülmüş ve hayli parlak bir dönem de yaşamıştır. Lübnan iç savaşıyla ve İsrail atakları nedeniyle önceki durumu hayli sarsılsa da, yine de Beyrut limanı ekonomik açıdan önemini olabildiğince sürdürmüştür denebilir. Bu bağlamda, Beyrut’un jeopolitik ve stratejik öneminden bahsedilebilir.

Lübnan jeopolitiğinin önemi, Doğu Akdeniz liman bölgesinde yer almasından kaynaklanmaktadır. Mezopotamya bağlantıları enerji-politik açıdan Lübnan’ı öne çıkarmaktadır. Bir başka deyişle, Lübnan, sadece ticari yönden değil enerji-politik açıdan da öneme haiz bir bölgede yer almaktadır. Petrol ve doğal gaz bakımından rezerv bölgesi olan Mezopotamya ile bağlantılı boru hatlarının Doğu Akdeniz’e çıkış bölgesi olabildiği göz önüne alındığında Lübnan ve limanlarının önemi kendini göstermektedir. Lübnan, her ne kadar 1970’lerden sonra ortaya çıkan iç savaş nedeniyle sorunlar yaşamış olsa da ve de eski etkinliğini kaybettiğinden bahsedilse de jeopolitik ve enerji politik önemi devam etmektedir.

Lübnan’ın iki önemli limanı Beyrut ve Tripoli’dir. Beyrut, Lübnan’ın başkenti olup 1,5 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip olup serbest liman bölgesi ile büyük bir antrepo kapasitesine sahip bulunmaktaydı. Osmanlı Döneminde Trablusşam adıyla anılan Tripoli ise Beyrut’un 85 km kuzeyinde yer alan ve 500.000 kadar nüfusuyla Lübnan’ın ikinci büyük şehri ve limanı durumundadır.

Lübnan, enerji-politik açıdan önemli bir boru hattına sahiptir. 1930’larda döşenmiş olan ve Doğu Akdeniz’e Tripoli’den ulaşan söz konusu boru hattı üzerinde Fransa’nın etkinliği önemlidir (Şekil 1). Söz konusu boru hattına 1950’lerde 30 inç’lik (yaklaşık 76 cm çapında) bir boru hattı eklemesi de yapılmış ve günde 400.000 varil/gün mertebesinde kapasiteye çıkmıştır.  Fransa’nın Lübnan’a ilgisinin odağında bu boru hattının olduğu söylenebilir.

Hal böyleyken, Mezopotamya’da (önceden bilinen ve yıllardır kullanımda olan rezerv bölgelerine ilaveten)  nispeten yakın geçmişte bulunan ve daha da bulunması olası yeni petrol ve doğal gaz rezervlerinin tespiti söz konusu olmuştur. Bu durum, yeni rezervlerin Doğu Akdeniz’e taşınmasını gündeme getirmiş olup Lübnan ve limanlarının pozisyonunu da yeniden gündeme taşımış bulunmaktadır.

Ancak, burada şunu da belirtmek gerekir ki; sahada bulunan (çoğu bölge ülkesi olmayan) aktörlerin (kendilerine yakın buldukları) ilgili bölge ülkeleriyle farklı boru hatlarını Doğu Akdeniz’e ulaştırmayı hedeflemek istedikleri gözlenmektedir. Bu durumda Suriye, Lübnan ve İsrail’deki limanların terminal liman haline gelmesi söz konusu olmuş bulunmakta olup bazı ileri gelişmeler de yaşanmıştır ve/veya yaşanmaktadır. Bu ülkelere Türkiye de (Ceyhan terminal limanı ile) eklemlenebilir. Bu bağlamda, düşünülen ve var olan terminal limanlar ve bunu destekleyenler arasında büyük ve hayli acımasız bir rekabet ortamı doğmuş bulunmaktadır.

Burada şunu da belirtmek gerekir ki (2000’li yıllarda) İran; Irak ve Suriye ile bir araya gelip “Şii Hilali” olarak da ifade edilen bir birliktelik yaratmıştır. Bu yapılanma (hayli acılı ve de kanlı) farklı olayların yaşanmasına da sebep olmuştur. İran bu yapılanma uzantısında enerji-politik olarak Bağdat üzerinden Beyrut’a ulaşacak bir boru hattını hayata geçirmeyi de hedeflemiştir. Ancak, diğer aktörler açısından bu hat hiç de desteklenmiyor görünmektedir. Nitekim sahada alt yapıyı oluşturmak bağlamında hayli etkin faaliyetleri olan İran’ın en üst düzey bir generali Ocak 2020’de bir suikast ile hayatını kaybetmiştir.

Hal böyleyken, yaşanan Beyrut patlaması, her ne kadar kaza olduğu belirtiliyor olsa da zamanlaması açısından hayli ilginç bir dönemde meydana gelmiş bulunmaktadır. Böylesi bir patlamadan sonra, Beyrut limanı çok büyük hasar görmüş olduğundan limanın tekrar kullanılabilir hale getirilmesi ve enerji-politik terminal rolü üstlenmesinin hayli uzun bir süre alabileceği söylenebilir.

Sonuç

Beyrut’ta meydana gelen patlama, fiziksel olarak devasa ifadesiyle nitelenebilecek boyutta olmasına karşın patlamanın siyasi, ekonomik, toplumsal ve enerji-politik sonuçları zaman içinde en az patlama kadar etkili olabilecektir denebilir. Bu bağlamda, patlamanın etkilerinin bölgede enerji-politik gelişmeleri de etkileyebilecek ve tetikleyebilecek keyfiyette olduğu da öngörülebilir. Bir başka deyişle, (kazaen veya değil) Beyrut’ta meydana gelen patlama, doğal olarak Lübnan’ı etkileyen yerel bir olaymış gibi görünse de gerçekte bölge dengelerini, özellikle de enerji-politik konjüktürel yapıyı etkileyebilecek sonuçlara ulaşılabileceğini düşündürmektedir.

Ortak alan çocukları (3)

Daha güvenli ve yaşanılabilir olacağı, eşi ve çocukları ile daha güzel bir ortamda sosyalleşmesi düşüncesiyle site hayatını tercih eden vatandaşların genellikle yüksek aidat, güvenlik sorunu ve rant ilişkilerinden şikayetçi olduklarına hemen her gün şahit oluyoruz.

Toplu konut yaşamındaki çözümsüz hale dönüşen sorunlar; evde, işte, yolda, telefonda, sosyal medyada kısaca hayatımızın her alanında sorun sahipleri tarafından dillendiriliyor.

Ama sadece dillendiriliyor…

Toplu yaşam alanlarındaki hizmetleri sağlayan site yönetimlerinin malikleri oldukları kadar ortağı da olan sakinler aynı zamanda içerisinde yaşadıkları toplu yaşam kültürünün de ortaklarıdır. Bu yaşam kültürünü bilen ve ortak yaşam düşüncesine ne yazık ki yapıcı ve akılcı düşünenlerin sayısının az oluşundan kaynaklı olarak; küçük bir azınlıktan oluşması iş bu sorunların belirsizliğini her geçen gün daha da derinleştiriyor.

Azınlığın sessizliğinde kendilerine söz hakkı bulan ve fakat toplu yaşam kültüründen bihaber olan kalabalıkların bezirganları ise zaman zaman topu taca atar gibi devlet kurumlarına sitem eder, site yönetimine kendi şahsi arzularını telafi etmemesi sebebiyle sözde kılıç çeker, dedikodu kazanının altını ise harlı tutmak için odunsuz bırakmaz, sorunlara çözüm üretenleri de desteklemez ve sorunun çözülmemesi için çaba harcar, sorunlar biterse dedikodu yapacak sermayesi kalmayacağından büyük endişe duyar, kalabalıkların ise bunu seyretmesi ile iyi bir iş yaptığını sanar. Biz o kalabalıklar içinde bu tiyatronun seyircileriyiz. Her ne kadar toplu yaşam kültürünü bilsek de bu avamın şirreti kalabalıklar üzerinde baskı oluşturur ve düşünme yeteneği olan havas kendini kalabalıktan dairesinin sükûnetine hapis eder. Toplu yaşam kültürünü benimsemiş ve bu yaşam kültürüne emek vererek gönüllülük adına yola çıkanların suikastçıları; niyeti bozuk olan, gönüllülükten ziyade kişisel rant ve çıkar peşinde koşan, ne toplu yaşam kültüründen haberi olan ne de kendini toplumun oluşmasında sorumlu tutan bu kişiler eli ile ziyana uğrar. Zira bu zevatlar hemen her yerde toplumumuzu bölen, ayrıştıran, gönüllüğü rant ve çıkar arzularına peşkeş çeken çakma entelektüellerden farklı değildir.

Bu konuyu ilerleyen yazılarımda daha geniş bir şekilde kaleme alacağım.

Kurumlar nedeniyle yaşadığımız aksaklıkların nedeninin doğru pencereden bakarsak insan kaynaklı olduğunu hepimiz görebiliriz. Zira bireyler toplumları oluşturur. Kurumlar bireylerin birlikteliği ile oluşurken icraatları ile toplumların birlikteliğini tahsis etmekle hemhal olur. Kurumların icraatlarını tahrif, tahkir ve tevil eden ve birlikteliğimizin gücüne kast edenler ise sadece kurumlara değil tüm toplumun huzur ve ferahına kast etmiştir.

Değerli okur, gelecek yazımda site yönetiminde kaçak, zarar ve israfa neden olabilecek en önemli kalem olan güvenlik ihtiyacını konu alacağım.

Sevilla haritası adil çizilmemiştir

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki itirazlarında haklı olduğunu söyleyen Eski Belçika Başbakan Danışmanı ve Sözcüsü Koert Debeuf, Yunanistan’ın tezlerinde haklı çıkmak adına kullandığı haritaların adil olmadığını ve iddialarında ise haksızlık bulunduğunu belirtti.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de çizilen bu sınırlara itiraz etmesinin normal bir durum olduğunun altını çizen Eski Belçika Başbakan Danışmanı Debeuf, “Yunanistan Doğu Akdeniz’de kendilerini haklı göstermek adına Sevilla Üniversitesi tarafından hazırlanan haritayı öne sürmektedir. Tartışmalı alana bir bütün olarak bakarsak, Türkiye kendi kıyı şeridinde kendisine layık görülen münhasır ekonomik bölgeyle Yunanistan’a adaları sebebiyle verilen bölgeyi karşılaştırdığımızda, Türkiye’ye kalan kısmın çok küçük ve kabul edilemeyecek olduğunu görebilmekteyiz. Adil dağıtım konusunda Türkiye’nin haklı olduğu net bir şekilde gözükmektedir. Türkiye’nin hak ettiğinden daha az adil olmayan deniz bölgesi verildiğini belirtmesi haklı bir duruştur.

Son yıllarda AB ülkelerinin Akdeniz’de tartışmalı alana savaş gemileri ve uçaklar göndererek Türkiye’ye karşı duruş ortaya koymalarının da bölgede gerginliğin artmasına neden olduğunu söyleyen Debeuf, “Bu durum çok tehlikelidir. Değişik metotlarla karşıdakini müzakere masasına oturtturmaya çalışabilirsiniz. Bu seçeneği anlayabiliriz. Fakat müzakere masası yerine bir askeri gerilim tercih ediliyorsa Akdeniz’de barış ve istikrardan çok uzak bir durumda olduğumuzu bizlere gösterir” dedi.

NATO’nun da Doğu Akdeniz konusunda ve Fransa ile Türkiye’nin savaş gemileri arasındaki olayda Türkiye’ye karşı bir duruş göstermediğini belirten Debeuf, “Bence bu da NATO’da Fransa ve hatta Yunanistan’ın olayı abarttığının düşünüldüğü, sadece Türkleri suçlamanın doğru olmadığı anlamına geliyor. Ben olan biteni böyle okuyorum. Ben NATO veya AB genelinde Yunanistan’a ve Fransa’ya destek görmüyorum. Gerginlik daha da tırmanırsa AB ülkelerinin birlik oluşturması da zor olacak. Şu anda tek ümidimiz Almanya’nın liderliği daha fazla ele alması. Berlin’deki konferansı düzenleyerek Libya’da bu liderliği aldılar. Türkiye ile Yunanistan arasında ara buluculuk yaparak da bu liderliği alıyorlar. Umarım Almanya bu rolü daha fazla üstlenir.” dedi.

Debeuf, Türkiye ile Yunanistan’ın aralarındaki anlaşmazlığı müzakere etmesine Birleşmiş Milletlerin (BM) müdahil olabileceğini söyledi.

Debeuf, “Sadece Türkiye ve Yunanistan’ın müzakere masasına oturması şu anda işe yaramayabilir. İşin siyasi olarak daha üst bir seviyeye taşınması gerekebilir. Bence en iyisi bunun BM şemsiyesinin altıda olması. Mahkemeye gitmeden önce siyasi çözüm bulunması gerekiyor.” dedi.

“Bu atıklar kod yazıyor” projesine Vodafone iş ortakları destek veriyor

Tüm dünyada 2025 yılına kadar operasyonlarından kaynaklı çevresel etkiyi yarıya indirmeyi hedefleyen Vodafone, Türkiye’de de çevresel ayakizini azaltmaya yönelik çalışmalarını sürdürüyor. Vodafone, elektronik atıkların geri dönüşümünü teşvik etmek ve bu konuda farkındalık yaratmak amacıyla başlattığı“Bu Atıklar Kod Yazıyor” projesini iş ortaklarının katılımıyla bir adım ileriye taşıyor. Şirket bu kapsamda, 7 kurumsal iş ortağıyla birlikte 6 ilde 3 bin 700’den fazla çalışanın desteğiyle elektronik atık toplayacak.

Vodafone’un “Bu Atıklar Kod Yazıyor” projesine destek verecek iş ortakları arasında Artıtel, Deloitte Türkiye, Hewlett Packard Enterprise, Karel Elektronik, KPMG Türkiye, Mikrolink ve Ostim Organize Sanayi Bölgesi yer alıyor. Katılımcı firmaların İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya ve Bursa’da bulunan ofislerinde çalışanların desteğiyle toplanacak elektronik atıklar lisanslı geri dönüşüm firması Akademi Çevre tarafından geri dönüştürülecek. Elde edilen gelirle Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde kodlama sınıfları açılacak. Türkiye Vodafone Vakfı ve Habitat işbirliğiyle yürütülen “Yarını Kodlayanlar” projesi kapsamında hayata geçirilecek sınıflar, kodlama öğrenmek isteyen tüm çocuklar tarafından ücretsiz kullanılabilecek. 

“Herkes için dijital bir gelecek” hedefiyle çalıştıklarını belirten Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Hasan Süel,şunları söyledi: “Stratejimizin temel taşlarını dahiliyet ve sürdürülebilirlik oluşturuyor. Teknolojiyi birey, kurum ve toplulukların hayatında pozitif farklılık yaratacak şekilde kullanmayı hedefliyor; şimdi ve gelecekte herkesi kapsama gayretiyle çalışıyoruz. Bu gayretle, tüm dünyaya bir söz verdik; 2025 yılına kadar 1 milyar insanın hayatına dokunacağız ve operasyonlarımızdan kaynaklı çevresel etkimizi yarıya indireceğiz. Türkiye’de de 2025 yılına kadar toplam sera gazı salımımızı %50 azaltmayı, tüm şebekemizi %100 yenilenebilir kaynaklardan enerjilendirmeyi ve elektronik atıkların %100’ünün geri dönüştürülmesini hedefliyoruz. Bu doğrultuda,elektronik atıkların doğru şekilde geri dönüşümünü sağlamak ve bu konuda bilinç yaratmak üzere ‘Bu Atıklar Kod Yazıyor’ projesini hayata geçirdik. Topladığımız elektronik atıkların geri dönüşümünden elde edilen ekonomik gelirle okullara kodlama sınıfı kuruyoruz. Bugüne kadar Mardin ve Samsun’da kodlama sınıfları açtık. Şimdi de 7 kurumsal iş ortağımızla birlikte 6 ilde 3 bin 700’den fazla çalışanın desteğiyle toplayacağımız elektronik atıkları geri dönüştürerek Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde kodlama sınıfları açacağız. Vodafone olarak,herkes için daha iyi bir gelecek hedefiyle sürdürülebilirlik alanında değer yaratan çalışmalar yapmaya devam edeceğiz.”

Vodafone, tüm dünyada 2025 yılına kadar elektronik atıkların %100’ünün geri dönüştürülmesini hedefliyor.

Lenıngrad NGS-2’nin 2. ünitesinin emniyeti tescillendi

Dünya Nükleer Operatörler Birliği’nin (WANO) Moskova Merkezi uzmanları, Leningrad NGS-2’nin 2’nci ünitesinin işletmeye alınmadan önceki hakem denetimini tamamladı.

Denetim, ünitenin güvenli şekilde işletmeye alınması ve sonrasındaki operasyon için hazır olup olmadığının değerlendirilmesi amacıyla yapılıyor. Hakem incelemeleri, çalışmakta olan nükleer santrallerde, işletmeye alınma aşaması da dahil olmak üzere dört yılda bir gerçekleştiriliyor.

Leningrad NGS’dekibu denetimle uluslararası uzmanlardan oluşan ekip, güç ünitesinin operasyonel durumu ile yangın ve acil durumlara hazırlık durumunu onaylamış oldu. Denetimle ayrıca, tesis personelinin güvenlik kültürünün seviyesi de tasdik edildi. Bu konular, bir nükleer tesisin tüm işletme süresi boyunca, özellikle de işletmenin inşaatını bitirip faaliyete geçtiği aşamada güvenilirliğini ve emniyetini sağlama açısından büyük önem taşıyor. Gerçekleştirilen inceleme, nükleer santralin güvenliğini artırma konusunda ek bir araç işlevi görüyor.

İran Atom Enerjisi Kurumu Rusya Ofisi başkanı Hossein Ghaffari denetime ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Bu, faaliyet öncesi yapılan bir kontrol. Bizim görevimiz de Leningrad NGS personelinin bu önemli olaya tam olarak hazırlanmasına yardımcı olmaktı. Bir endüstri danışmanı olarak, ünitenin kontrol odası ve türbin salonunun denetimlerine katıldım. Öncesinde ise meslektaşlarım güç ünitesinin devreye alınması açısından birincil öneme sahip ekipman ve tesisleri kontrol ettiler. Bu denetimlerin sonuçları, ünitenin tam ölçekte devreye alma işlemlerine başlamaya hazır olduğunu gösteriyor.” ifadelerini kullandı.

Örnek Güneş Enerjisi Santrali kuruldu

Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı konusunda çalışmalarına tüm hızıyla devam eden Tuzla Belediyesi, İstanbul ve bölge halkı için bir yaşam merkezi haline gelen Türkiye’nin en fonksiyonel parkı olan Şelale Park’a Güneş Enerji Santrali (GES) kurdu. 4 bin 200 metrekarelik alanda, 1386 panelden oluşan santralde, 367 kilowattlık elektrik enerjisi üretiliyor. 3 yılda yatırım bedelini karşılayan Güneş Enerji Santrali, aynı zamanda İstanbul’un Kamu alanındaki en büyük Güneş Enerji Santrali (GES) yatırımı unvanını taşıyor. Santralle birlikte 274 ton karbondioksit salınımı engellenmesinin yanı sıra her yıl 25 bin ağacın da yok olup gitmesinin önüne geçiliyor. 

“Akıllı enerji yönetimi ve çevreye duyarlı alternatif enerji kaynaklarına yönelmeliyiz”

Tuzla belediyesi olarak çevre dostu, karbondioksit salınımını azaltmaya yönelik pek çok projeye imza attıklarına dikkat çeken Tuzla Belediyesi Başkanı Dr. Şadi Yazıcı, şöyle konuştu: “Şelale Park’a kurduğumuz Güneş Enerjisi Santrali, Tuzla Belediyesi’nin gelecek için yaptığı en önemli çevre ve enerji yatırımlarından birisi oldu. Artık akıllı enerji yönetimi ve çevreye duyarlı alternatif enerji kaynaklarına yönelerek, kendini idame ettiren şehirler, projeler ve hizmetler sunmamız hayati önem taşıyor. Tuzla Belediyesi olarak Şelale Park’ta yaptığımız 4 bin 200 metrekarelik güneş panellerimizle çevreye zarar vermeyen enerjimizi üretiyoruz. Parkımız 367 kilowattlık enerji üretimiyle beraber kendi enerjisini sağlayan dolayısıyla karbon nötr bir parktır. Geleceğin dünyasında en önemli konulardan birinin enerji olacağı bir dönemde, kendi enerjisini üreten bir ülke olmak adına her türlü enerji kaynaklarının mutlaka değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Küresel ısınmanın etkilerinin yaşanmaya başladığı günümüz dünyasında doğal kaynaklarımızı koruyarak enerji tasarrufu yapmaktan başka bir çıkışımız olduğunu düşünmüyoruz. Enerji kaynaklarının daha etkin bir şekilde kullanılması hedefiyle söz konusu projelerin devamlarını getireceğiz. İlerleyen yıllarda Tuzla’daki GES’lerin sayısını arttırmayı hedefliyoruz.”

“Akıllı enerji konusunda yatırım yapmaya devam edeceğiz”

Başkan Yazıcı, dünyada alternatif enerji kaynakları arayışına girildiğine ve bu alana ciddi yatırımlar yapıldığına dikkat çekerek, “Karbon ayak izimizi düşürecek, temiz ve sürdürülebilir enerji kullanılması konusunda proje ve yatırımlarımızı sürdürüyoruz. Tuzla Belediyesi olarak geri dönüşümden enerji elde etmeye ciddi önem veriyoruz. Sanayi bölgesinde yer alan bir belediye oluşumuzu bir avantaya çevirdik. İlçemizde oluşan atıklardan enerji üretmenin yanı sıra atmosfere salınan ısıyı da seralarda kullanarak, bizi tam olarak sıfır atığa götürecek olan yöntem ve metotları uygulamaya çalışıyoruz. Akıllı enerji konusu özellikle sanayi bölgesinde olan Tuzlamız için çok önemli bir konu olmasından kaynaklı bu alanda yatırım yapmaya devam edeceğiz” dedi.