24.7 C
İstanbul
Perşembe, Ağustos 14, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 57

Endüstriyel tesislere iklimlendirme çözümleri

İklimlendirme sektörünün öncü firmalarından Form Şirketler Grubu, 55 yıllık tecrübesi ve güçlü ortaklıklarından gelen geniş ürün gamıyla, endüstriyel alanların iklimlendirme ihtiyaçlarına yenilikçi çözümler sunuyor. Form Şirketler Grubu iştiraki Form Endüstri Ürünleri, enerji verimliliği yüksek Dunham Bush marka soğutma gruplarıyla Karan Tekstil ve Sepaş Plastik üretim tesislerinin iklimlendirme ihtiyaçlarına çözüm sundu. Gücünü sektördeki 55 yıllık tecrübesi ve başarılı iş ortaklıklarından alan Form Endüstri Ürünleri, endüstriyel alanların iklimlendirme ihtiyaçlarını verimliliği ve teknolojisi yüksek ürünlerle karşılıyor. Form Endüstri Ürünleri,Karan Tekstil üretim tesisine,48 yıldır temsilciliğini başarılı bir şekilde yürüttüğü Amerikan kökenli Dunham Bush soğutma gruplarının yanı sıra Form markalı Klima Santralleri’nin kurulumunu gerçekleştirdi. Gaziantep Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyet gösteren Karan Tekstil tesislerinin iklimlendirmesi, 1.000 kW soğutma kapasiteli Dunham Bush marka Hava Soğutmalı Vidalı Kompresörlü Soğutma Grubu ve 6 adet Form marka Klima Santrali ile sağlandı. Tedariği sağlanan döner tamburlu, bypass damperli, ısı geri kazanımlı, full otomasyonlu ve atomizer buhar nemlendiricili Form Klima Santralleri, tesise 53.000 m3/h (3 adet), 42.500 m3/h (2 adet) ve 40.000 m3/h olmak üzere üç farklı boyutta entegre edildi.Hava Soğutma gruplarının sezonsal verimlilik değeri ise 4,1. Tekstil üretiminde doğru iklimlendirme, havalandırma ve nemlendirmenin üretim kalitesi ve verimlilik açısından son derece önemli olduğu bilinciyle hareket eden Form, bu alanda doğru sistemler kurgulayarak verimliliğin artmasına katkıda bulunuyor. Form tarafından projelendirme ve ürün tedariği yapılan diğer bir proje ise Adana’da bulunan Sepaş Plastik fabrikası. 1984 yılında kurulan ve Türkiye’nin lider PE plastik film üreticisi olan Sepaş Plastik, plastik enjeksiyon sürecinin en önemli ayaklarından olan soğutma aşamasında, ürün kalitesinden taviz vermeden maliyeti düşük tutmak adına enerji verimliliği yüksek Dunham Bush marka Su Soğutmalı Vidalı Kompresörlü Soğutma Grubunu tercih etti.

Akıllı şehir yolculuğu 4

Akıllı şehirler alanında ileri teknolojileri yakından takip eden, ileri seviye akıllı ve güvenli şehirler uygulamalarını ülkemizde ve bölgemizde uzman kadrosu ile hayata geçiren “Güvenli ve Akıllı Şehirler” pazarının liderlerinden biri konumunda olan Proline ile Akıllı Şehir Yolculuğu devam ediyor…

Şehir Güvenlik Sistemleri’nin Dünyadaki gelişimine kısaca bakarak yazımıza giriş yapalım; bu konuda yapılan çalışmalar küresel şehir izleme pazarının 2005’den 2007’ye kadar 12%’lik bir hızlı büyüme gerçekleştirmesinin ardından 2007’den 2011’e kadar yıllık 21%’lük bir büyüme gerçekleştirdiğini göstermektedir. Ve bu pazarda emniyet ve güvenlik uygulamaları çoğunluk payını oluşturmaktadır. Bu uygulamaları hayata geçirmekte çevik çözümler geliştiren İngiltere’de günümüzde yaklaşık olarak her 14 kişiye 1 kamera düşmektedir ve toplamda 4.2 milyon adet kamera kullanılmaktadır. Bu sayede İngiltere’de 10.000 suç çözüme kavuşturulmuş ve yaklaşık 200.000.000’luk zarar önlenmiştir.

Ayrıca tüm dünya açısından bakıldığında da küresel şehir izleme sistemlerinin günümüzde Endüstri 4.0, perakende, sağlık, ulaşım ve turizm gibi çeşitli sektörlere de farklı fırsatlar sunmakta olduğunu da gözlemlemek mümkündür.

Ülkemiz tarafından konuyu ele aldığımızda bir özel sektör yatırımı olan Proline Bilişim Sistemleri ve Ticaret A.Ş.’nin, bu alanda en ileri teknolojileri yakından takip ederek, kendi Ar-Ge merkezinde uzman kadrosu ile geliştirdiği iSIM (Intelligent System Integration Management) yazılımını ve bu yazılımın kullanıldığı alanları ele alarak bir bilgilendirme yapacağız bu hafta.

Ve Proline bakış açısıyla akıllı şehir yönetim sistemlerini yazmadan önce kısaca akıllı şehir ve sağladığı kolaylıklar nedir? Hatırlayıp sonrasında genel olarak şirketin yapısına bir bakalım:

Akıllı Şehir güvenli ve akıllı binalardan merkezi güvenlik yönetim sistemlerine, ulaşımdan kamu güvenliğine kadar birçok fonksiyonu barındıran, insan ve altyapı odaklı şehirler anlamına gelmektedir. Bilginin ve verinin anlık olarak paylaşılabilmesi, şehirlerdeki birçok sorunun ortaya çıkmadan engellenebilmesine olanak sağlamaktadır. Akıllı şehirlerin en önemli özelliklerinden biri vatandaşlara yüksek yaşam kalitesi sunmasıdır. Akıllı şehirlerin vatandaşlara yüksek yaşam kalitesi sunması, insanların yaşamak için bu şehirleri tercih etmelerinin başlıca nedenlerindendir.

Bu tanım ve bakış açısını dikkate alarak Akıllı Şehir vatandaşlarına yüksek yaşam kalitesi sunan, pazarının liderlerinden biri olan şirketi tanıyalım:

2003 yılından bu yana faaliyet gösteren bir Türk teknoloji şirketi olarak Proline son 9 yıldır özellikle “Akıllı ve Güvenli Şehirler” alanına odaklanmakta, bu alandaki vizyonu çerçevesinde güvenliği merkeze alarak oluşabilecek bir olaya anında müdahale edebilen, hatta bir olay oluşmadan onu öngörebilen, kullanıcı dostu ve kolay yönetilebilen sistem ve platformların bütünleşik olarak yönetilmesini sağlayan IoT orkestrasyon platformu olan iSIM’igeliştirerek vatandaşların yaşam kalitelerini artırabilmeyi hedeflemektedir. Bu doğrultuda Ar-Ge merkezinde geliştirdiği akıllı şehirler yönetim sistemlerinde kullanılan akıllı yazılımların yanı sıra e-ID ve biyometri çözümlerinden oluşan geniş ürün yelpazesiyle pazarda yer almaktadır.

Türk mühendisler tarafından Proline Ar-Ge merkezinde geliştirilen,akıllı şehirler yönetim sistemlerinde kullanılan iSIM yazılımı ile şehirde mevcut olan dağınık sensörlerin, sensör ağlarının, kameraların ve diğer platformların marka ve modelden bağımsız olarak tek noktadan, verimli şekilde yönetilmesi amaçlanmaktadır. Kullanıcı dostu bir arayüz ile tasarlanan iSIM sayesinde insan kaynaklı olası hataların en aza indirgenerek, şehirlerin ve/veya kritik altyapıların yönetiminin güvenli bir şekilde sağlanması da hedeflenmektedir. Ayrıca yeni bileşenlerin eklenmesi tarafında da kolay bir arayüz sunularak karmaşık işlemlerin önüne geçebilmektedir. Ve 2018 yılında Akıllı Ulaşım Sistemleri, 2019 yılında da Endüstri 4.0 Proline’ın odağına alınarak iSIM ile yönetilebilecek alan potansiyeli önemli bir şekilde artırılmış bulunmaktadır.

Türkiye’de ve yurt dışında birçok şehir ile Akıllı Şehir deneyimleri Proline tarafından paylaşılarak şehirlerin daha ileri seviyeye taşınabilmesi için görüşmeler yapılmakta ve temaslar devam etmektedir. Proline’ın yurt dışı projelerinden bir örnek verilecek olursa; geçtiğimiz yıllarda Proline tarafından geliştirilen yeni nesil teknolojiler ile Katar’ın başkenti Doha “Akıllı ve Güvenli Şehirler” kriterlerine uygun güvenlik seviyesine taşınmış bulunmaktadır.

Yaklaşık 200 km fiber optik altyapı üzerine güvenlik kameraları, sensörler ve video analitik sistemleri içeren güvenlik çözümü konumlandırılmıştır. Ayrıca sistemin, komuta ve kontrol merkezinde çalışan akıllı yazılımlar ile desteklenmesi de sağlanarak, proje Katarlı yetkililere başarıyla teslim edilmiş, böylece “Tala’a” olarak adlandırılan proje ile 2022 FIFA Dünya Kupası’na ev sahipliği yapması planlanan Katar’ın başkenti Doha’nın güvenliğinin tek bir merkezden yönetilebilmesi sağlanmıştır.

SONUÇ

Dünya ve Ülkemiz açısından baktığımızda COVID-19 sonrası iş ve yaşam biçimlerinin eskisi gibi olmayacağı/olamayacağı gerçeği ile yüz yüzeyiz. Bu gerçek bizi iş, yaşam biçimlerini yeniden kurgulamaya yöneltmektedir. Bu açıdan bakıldığında Güvenli ve Akıllı Şehirler Yolculuğunda “Veri”, “Altyapı”, “Sensör”, “Enerji” çok daha fazla önem kazanmakta ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan “Mega Şehirler” ve “Mega Koridorlar” tarafından giderek daha fazla şekillenen bir dünyada, liderlerin ve kuruluşların becerileri kadar kritik sorumlulukları da artmaktadır. Kritik kararlarla karşı karşıya gelindiğinde insan ve şehir verimliliği ve güvenliği için karar verme, derhal harekete geçme ve en iyi doğru sonuçları almak, değerlendirmek eksiksiz, doğrudan ve ilgili bir bilgi akışı gerektirir. Bunun sağlanması da; “Başka Türkiye yok” felsefesinden hareketle; Ülkemiz Akıllı Şehir çalışmalarının içinde olan kamu ve özel sektör kuruluşlarının birbirleriyle ve bu konuda faaliyetleri bulunan küresel oyuncularla daha fazla işbirliği içinde olmaları ile mümkün olabilecektir.

‘Güçler Dengesi’ ve Türk diplomasisi

Para ve silah… Güçler Dengesi’ni görmek için takip edilmesi gereken iki ana, değişmez ve her devrin ederi…

İsim değiştirir, şekil değiştirir, nitelik değiştirir ama son tahlilde işin özünde hep “para ve silah” vardır.

Şöyle de denebilir; “para ve silah” güç getirir, güç ise; belirleyicilik, söz hakkı ve hakimiyet getirir.

“Para ve silah” menşeili bu güç, kah şirketler, kah aileler ve kah devletler eliyle kendini gösterir.

Terör örgütleri bile bu “güç”ten azade hareket edemezler.

Her devirde böyleydi,

Son 250 yıldır da böyle,

Bugün ise devrin idrakına uygun ve modernize yöntemlerle yine başat aktör…

Bu aktör öyle etkilidir ki;

Düşman devletlerde, hasım ve rakip liderlerde, farklı pakt ve birliklerde vücut bulabilecek kadar her taraftır, her yerdedir ve herkesledir.

Mesela; Biden ve Trump,

ABD’nin başkan adayları,

Birbirlerine söylemedik laf bırakmayacak kadar hasımlar.

Ama ikisi de o “güç”ün adayı ve adamıdır.

ABD ve Rusya…

İki tarihi hasım diye biliriz.

Biri diğerinin zayıflığıyla beslenir, gücüyle zayıflar.

Her konu ve alanda rakiptirler.

Ama ikisi de o “güç”ün etkinlik alanıdır ve o “güç”e sadıktırlar.

ABD-Kuzey Kore,

ABD-Küba,

ABD-Venezuela…

Güney Kore-Kuzey Kore,

Hindistan-Pakistan,

Hatta;

İsrail-Filistin,

İsrail-Mısır,

İsrail-Suudi Arabistan vb…

Görünüşte hasımdırlar, birbirlerine…

Ama tarafların belki de tek müştereği, bu “güç”e aynı mesafede olmaları…

“Güç”ün de onlara…

Hal ve ahval böyleyken Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve özellikle Türkiye özeline gelirsek;

Suların iyice ısındığı, donanmaların cirit attığı ve Türk-Yunan ilişkisinin gerildiği hengamede Türkiye’nin yalnızlaştığı algısı gün be gün artıyor.

İsrail’le, Mısır’la, Almanya-Fransa-İtalya’yla, Rusya-Suriye-BAE-Suudi Arabistan’la kötü ilişkiden ve bu ülkelerin Türkiye karşıtlığında yer alışlarından dem vuruluyor.

Doğru mu..?

Evet doğru…

Ama gelin, bu cari duruma ve realiteye bir de şu açıdan bakalım;

“Güçler Dengesi” bilinciyle değerlendirelim.

Yani “Para ve Silah”ı elinde tutan küresel etkinlik bağlamlı “GÜÇ” ile olan, ilişki ve iletişim boyutuyla analizleyelim.

Erdoğan ustalık dönemini yaşıyor.

Görüyor, gözlüyor ve zannımca küresel bazlı gelişmeleri ve muktedir olan “Güç”ün gücünü oldukça iyi okuyor.

Geldiğimiz noktada edinimleri, oluşan basiret ve feraseti ve diplomatik hafızasıyla; herkes ve her şey üzerinde, bir şekilde etkin ve muktedir olan “Güç”le kuracağı diyaloğun, münferiden ve devlet bazlı iletişimden daha müessir olacağının farkında.

Belki de çok ciddi “arka kapı diplomasi” yürütüyordur.

Bilirsiniz ve biliriz ki; devletlerin Dışişleri Bakanlıkları kanalıyla yürütülen resmi ilişkilerin ötesinde, bir de “gayrı resmi diplomasi” gerçeği var.

Ki kanımca; asıl belirleyici ve sonuç verici olan da budur.

Resmi isim ve kurumlar sadece ilan eden, kamuoyuna duyuran ve gayrı resmiliği resmileştirendir.

Şimdi geriye yaslanıp Doğu Akdeniz’e doğru bir bakalım…

Mısır ve Sisi kendi kendinden aldığı milli ve yerli bir güçle mi bizden uzaklaştı,

Keza İsrail,

Hakeze Suriye…

Avrupa’nın ABD’si, Almanya mı..

Yoksa kendini Napolyon sanan Macron’un Fransa’sı mı…

Hiç sanmıyorum…

Çünkü dövüşen devletler de, sarışan ülkeler de –kimse kusura bakmasın ve tabirimi mazur görsün- bu “Güç”ün figüranı olmaktan öteye geçebilecek güç ve kudrette değillerdir.

Hal böyleyken, Türkiye’nin yalnızlaşmışlığı şeklinde gözlenen tablonun yarın bambaşka bir şekle dönüşmeyeceğini kim iddia edebilir…

Ben inanıyorum ki Sayın Erdoğan –her ne kadar kamuoyuna yansımıyor olsa da ve kamuoyunca bir tedirginlik yaşansa da- sessiz ve derinden bölgesel gidişat ve Türkiye’nin geleceğine dair çok ciddi arka kapı diplomasisi yürütmektedir.

Eğer akıllı ve akılcı olursak, sözde değil özde bir kazan-kazan refleksiyle hareket edersek ve en önemlisi; Yeni Dünya Düzeni’ni amaçlayan “Güçler Dengesi”yle dengeli ve tutarlı bir politika yürütürsek;

Türkiye’nin hasımları azalacak, müttefikleri artacak, Yunanistan’la muhatap bile olmayacak ve bölgesel başat aktör olma yolunda ilerleyebilecektir.

Bu arada Rusya ve Putin’e de bir başlık açmak istiyorum.

Defalarca yazdım; ne Putin’den, ne de Rusya’dan “kadim dost” olmaz, diye…

Putin’in Çar Deli Petro’laşmasını, Rusya’nın değişmez emel ve Türkiye samimiyetsizliğini, hep dile getirdim.

Ve, bu Rus oyununu ve riyasını defalarca yaşamadık mı..!

Sonuncusu ise, Suriye’deki PKK unsurlarını Moskova’da misafir edilmesi ve Türkiye’yi etkisizleştirme çabası oldu.

SDG’nin PKK olduğunu bile bile,

Türkiye’nin 30-40 yıldır mücadele ettiği terör örgütü olduğunu göre göre,

Yıllardır Erdoğan’la Suriye İç Savaşı’nın çözümünü konuşuyorken,

Putin’in yaptığına bakın…

Şaşırdım mı..?

Asla şaşırmadım.

Akrep akrepliğini yapar ve sokar.

Çünkü “huyu bu..”

Ama ben, Rusya ve Putin’in eylemleri konusunda bile, o bahsettiğim “Güç”ün etkili olacağını düşünüyorum.

Demirden sert çelik vardır sözü çerçevesinde; Putin Efendi’nin de ipinin “Güçler Dengesi” paradigmasında birilerinin elinde olduğuna eminim.

Yeter ki biz, tutarlı, akılcı, sabırlı, sağduyulu, romantizmden uzak ve karşılıklı menfaatler muvacehesinde “küresel müessirlerle” arka kapı lobi görüşmelerini inşa edici boyutla sürdürebilelim…

Gerisi gelir, zaten….

Signify karbon nötr olmayı başardı

Aydınlatmada dünya lideri Signify (Euronext: LIGHT), %100 yenilenebilir elektrik kullanmanın yanı sıra dünya çapındaki tüm operasyonlarında karbon nötrlük elde ettiğini duyurmaktan gurur duyuyor.   Şirket, 2020 taahhütlerinden geriye kalanları gerçekleştirmeye doğru emin adımlarla ilerlerken, çevre ve toplum üzerindeki olumlu etkisini ikiye katlamaya odaklanacağı beş yıllık yeni bir yolculuğa çıkıyor. 

Tesislerinde enerji verimliliği daha yüksek teknolojilere, daha sürdürülebilir taşıma olanaklarına ve optimize edilmiş lojistik planlamaya, bunun yanında daha sürdürülebilir bir şekilde daha az seyahat etmeye geçiş yapan Signify, 2010 yılından bu yana operasyonel emisyonlarını %70’in üzerinde azaltmayı başardı. Ayrıca şirket, biri Teksas’ta diğeri Polonya’da olmak üzere imzaladığı iki elektrik satın alma anlaşmasıyla %100 yenilenebilir elektrik kullanıyor. Yerel halkın sağlığına fayda sağlamayı amaçlayan projeler gerçekleştirdiği karbon dengeleme programıyla da emisyon azaltımlarında dengeyi yakalıyor.

Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan The Climate Group’un CEO’su Helen Clarkson, şu ifadelere yer verdi: “2020 yılında tüm operasyonlarını karbon nötr hale getirerek büyük bir başarıya imza atan Signify’ı kutluyoruz. Signify’ın RE100 ve EV100 girişimlerine verdiği destekle birlikte enerji verimliliğine sahip LED aydınlatmanın dünya çapında kullanımını hızlandırmak için 10 yılı aşkın bir süredir Signify’la ortak çalışıyoruz. Paris Anlaşması’nın hedeflerine ulaşmak için dünya çapında emisyonları 2030 yılına kadar yarıya indirmemiz gerektiğinden 2020’leri ‘İklim On Yılı’ olarak adlandırıyoruz. Bu nedenle, daha fazla sayıda şirketin kendi nötrlük hedeflerini belirlerken Signify’ın izinden gitmesi gerekiyor.”

Signify’ın CEO’su Eric Rondolat ise şöyle konuştu: “Signify’daki tüm meslektaşlarımla gurur duyuyor ve karbon nötrlük hedefimize ulaşmadaki desteklerinden ötürü hepsine teşekkür ediyorum. Bu başarının şirketimiz için ne kadar önemli olduğunun altını çizerken diğer birçok şirketi de bu yolda bizimle birlikte yürümeye davet ediyorum. Dünyamızın hala demografik değişimler, kentleşme, iklim değişikliği ve kaynak kıtlığı ile karşı karşıya olduğunu unutmamak gerek. Zaman durup kutlama değil, daha da azimli olma ve bu zorlukların üstesinden gelmeye yönelik çalışmalarımıza hız kazandırma zamanıdır. Sürdürülebilirlik için büyüme ve harika bir çalışma ortamı sunmak, şirket stratejimizin temel dayanaklarındandır. Bu da sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda, karbon nötr olmanın ötesine geçeceğimiz, çevre ve toplum üzerindeki olumlu etkimizi 2025’te ikiye katlayacağımız anlamına geliyor.”

Daha Aydınlık Yaşamlar, Daha İyi Bir Dünya 2025: Yeni sürdürülebilirlik programımızla karbon nötr olmanın ötesine Signify, bugün yeni sürdürülebilirlik programını hayata geçirirken rotasını çevre ve toplum üzerindeki olumlu etkisini ikiye katlamaya çeviriyor. Aşağıdaki dört hedefe ulaşmak için şirketin stratejik pusulası BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri olacak:

Asker görevinin başında

0

İstanbul’un şehir merkezinden uzak tüm konumlarında Kovid-19 salgını kapsamındaki tedbirler Jandarma Asayiş Ekiplerince de yürütülmektedir.

Jandarma Asayiş Ekipleri, İstanbul’da görev yaptıkları yaşam alanlarında Kovid-19 denetimlerine ara vermeden devam ederken vatandaşlara karşı nazik ikazlarıyla örnek oluşturuyorlar.

Gazetemiz muhabirleri Jandarma Ekiplerinin Sarıyer’de restoran, kafe gibi alanlarda gerçekleştirdiği denetimlere katıldılar.

İstanbul İl Jandarma Komutanlığına bağlı ekipler, Sarıyer Kilyos bölgesinde sorumluluk alanlarında bulunan umuma açık istirahat ve eğlence yerleri başta olmak üzere kafe, restoran gibi yeme içme mekânlarında denetleme gerçekleştirdi.

198 Asayiş Timi, 24 Motosikletli Asayiş Timi ve 12 Jandarma Suç Araştırma Timi olmak üzere toplam 234 Tim ve 702 personelin katıldığı denetlemelerde bu alanlarda Kovid-19 tedbirlerine uyulup uyulmadığı kontrol edildi. Ekipler, bu mekanlarda bulunan vatandaşları da bilgilendirerek maske ve sosyal mesafe kuralını bir kez daha hatırlattı.

Jandarma, devriye araçlarıyla anons yaptı.

Havaların soğumaya başlamasıyla birlikte kapalı alanlarda yoğunlaşmaların artacağını dikkate alan Jandarma ekipleri, devriye müdahale araçlarından yapılan anonslarla vatandaşları uyardı. Ekipler, fiziki mesafe kuralının hayatın her alanında ve tüm mekânlarda uygulanması gerektiği ile kapalı alanlarda kalabalık bir şekilde toplanılmaması ve kapalı alanların sık sık havalandırılması konusunda hem vatandaşlara hem işletme sahiplerine uyarılarda bulundu.

İstanbul İl Jandarma Komutanlığınca gerçekleştirilen bu tür denetimlerin aralıksız olarak sürdürüleceği öğrenildi.

İstanbul’da Jandarmanın sorumluluk bölgesi:

 Jandarmanın genel olarak görev ve sorumluluk alanı; Polis görev sahası dışı olup, bu alanlar il ve ilçe belediye hudutları haricinde kalan veya polis teşkilatı bulunmayan yerlerdir. Ancak, belediye sınırları içinde olmakla birlikte hizmet gerekleri bakımından uygun görülen yerler, Jandarmanın görev ve sorumluluk alanı olarak tespit edilebilir. Milli ekonomiye veya devletin savaş gücüne önemli ölçüde katkısı bulunan, kısmen veya tamamen yıkılmaları, hasara uğratılmaları veya geçici bir zaman için dâhi olsa çalışmadan alıkonulmaları halinde ülke güvenliği, ülke ekonomisi veya toplum hayatı bakımından olumsuz neticeler yaratacak kamuya ait bazı kritik tesislerin güvenliği Jandarma birlikleri tarafından özel koruma ve kollama tedbiri alınmak suretiyle sağlanmaktadır. Sorumluluk sahaları açısından; İstanbul yüzölçümünün % 66’sı, nüfusunun % 1,4’i emniyet ve asayiş hizmetlerinin sağlanması açısından, İstanbul İl Jandarma Komutanlığının sorumluluğunda bulunmaktadır. Ulusal ekonomiye önemli ölçüde katkısı bulunan; İstanbul Yeni Havalimanı, Sabiha Gökçen ve Atatürk Havalimanı ile Topkapı Sarayının koruması Jandarma Birliklerince yapılmaktadır.

Jandarmanın görev tanımı:

Türkiye Cumhuriyeti Jandarması, emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlayan ve diğer kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin verdiği görevleri yerine getiren, silahlı genel kolluk kuvvetidir. Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri Bakanlığına bağlıdır.

Jandarmanın sorumluluk alanlarında genel olarak görevleri şunlardır:

a) Mülki görevleri; emniyet ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak, korumak ve kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korunmalarını yapmak, Adli ve askeri görevler dışında kalan ve diğer kanun ve nizam hükümlerinin icrası ile bunlara dayalı emir ve kararlarla Jandarmaya verilen görevleri yapmak.

b) Adli görevleri; işlenmiş suçlarla ilgili olarak kanunlarda belirtilen işlemleri yapmak ve bunlara ilişkin adli hizmetleri yerine getirmek.

c) Askeri görevleri; Kanunlarla ve Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle verilen askeri hizmetleri yerine getirmek.

Ermeni Diasporası’nın kalleşliği

Değerli hocamızın konuşmasında, ‘’belge’’ niteliği taşıyan bazı cümleleri sütunumuza aktarmak görevi de bize düşüyor.

Bugün komşumuz Ermenistan Anayasasında ne yazıyor?.

Komşumuz Ermenistan’ın Anayasa’sında, bu Anayasa’nın doğu Anayasa’sı olduğu, batı için de ileride yürürlüğe gireceği yazılı. Yani, Türkiye’nin önemli 6 vilayeti ki, bugünkü vilayetler değil, Osmanlı vilayetleri. Yani Sivas’tan Çukurova dahil, Doğu Anadolu Ermenistan’a geçecekmiş gibi bir yazılı metin var.

Bütün buna rağmen, biliyorsunuz biz komşumuz Ermenistan ile olan ilişkilerimizi olabildiğince iyi tutmaya çalışıyoruz. 

Şimdi, özellikle şu noktanın altını çizmek istiyorum.1876-1877 Rus-Osmanlı savaşından sonra, esasen 1820’lerde Yunanlılar için başlamış olan bağımsızlık hevesleri, Ermeni Rum halkında da vardır. Ve, 1877- 1878 savaşının sonunda Ruslar galip gelerek Osmanlı’ya, Ayestefanos’a, yani Yeşilköy’e geldiler. Ermeni patriği gayet keyifli bir şekilde arabasına bindi, Ayestefanos’a, yani Yeşilköy’e gitti.’’ Bizi Osmanlı’dan koruyun ve bizi kurtarın’’ dedi.

Bu olaydan sonra 1877’den itibaren devamlı olarak Ermeni’leri tahrik edenler isyan çıkarttılar. 100 isyan çıktı.

Ermeni’ler silahlanıp Anadolu’nun herhangi bir şehrine, Merzifon’a, Sivas’a, Yozgat’a, Van’a gidiyor, silahsız Müslüman ahâliyi öldürüyorlardı. Osmanlı devleti son derece mütereddit ve zayıf davranıyor. Hatta, müsamahakar oluyor. 165 kişiyi öldüren, Osmanlı Bankası baskınını yapanlara arka çıkmak için, İngiliz Büyükelçisi saraya gidiyor. Bankalar Caddesi’ndeki Osmanlı Bankasını basan Ermeni eşkiya, ellerini-kollarını sallayarak Vatan Caddesi’nden Tophane’ye yürüyor. Tophane’de beklemekte olan bir Fransız gemisine biniyorlar. Marsilya’ya doğru dümen kırıyorlar. Topkapı Sarayı’nın önünden geçerken de, Padişah-ı efendimize ayıp ve münasebetsiz el hareketleri yapıyorlar. Bu iş böyle devam ediyor. Osmanlı’nın en sert zaptiye nazırlarından Nazım Paşa, Ermeni Patrikhanesinde toplanıp, Eyüp’e, oradan da Kumkapı’ya yürüyerek, yüzlerce kişiyi, masum insanı, kadını, çoluk çocuğu öldürerek, Nuruosmaniye Camii’nin bahçesine gelen Ermeni çetesine dokunamıyor. Hiç bir asker, zaptiye bir tane kurşun sıkmıyor.

Sultan Abdülhamid Yıldız Camii’nden çıkarken, bir Ermeni terörist bomba atıyor. Padişah, Şeyhülislam ile merhabalaş için dururken, arabası infilak ediyor. Ve padişah, kendisini öldürmesine ramak kalmış olan katile karşı takibat yaptırmıyor’’.

Prof. Akyol’un belirttiği gibi, bizim ülkemizde yaşayan Ermeni vatandaşlarla en ufak bir ihtilafımız bulunmuyor.

Ne var ki, Ermeni diasporası hâlâ düşmanlıklarını her fırsatta ‘’canavarca’’ gösteriyor.

Üstüne üstlük, Ermenistan ile yeniden ilişkiler kuralım diye, Azerbaycan gibi dost ve gerçekten kardeş bir devleti, Azeriler gibi asil Türkler’in gönlü bile kırılıyor…

Nutanix yeni iş ortaklığı programını duyurdu

Kurumsal bulut bilişim sektörünün liderlerinden Nutanix (NASDAQ: NTNX), iş ortaklarıyla olan yolculuğunu yepyeni bir seviyeye taşımak üzere tasarladığı yeni küresel iş ortaklığı programı Elevate’i duyurdu. Nutanix’in halihazırdaki güçlü iş ortaklığı ekosistemini (KatmaDeğerli Satıcıları (VAR) ve Katma Değerli Dağıtıcılar (VAD); Telekom Şirketleri ve Servis Sağlayıcılar; Hiper Ölçekleyiciler; Bağımsız Yazılım, Donanım ve Platform Satıcıları; Global Sistem Entegratörleri ve Hizmet Sağlayıcılar)tek bir entegre iş ortaklığı programı altında bir araya getirmek üzere kurgulanan Elevate, basitliğe, kazanca ve çok ürünlü, çok bulutlu yol haritası sayesinde iş ortaklarının dönüşümünün hızlandırılmasına hizmet edecek.

Elevate, yeni Nutanix İş Ortağı Portalı üzerinden sağlanan bir dizi araç, kaynak ve pazarlama platformu sayesinde Nutanix’in iş ortağı ekosisteminde katılımı kolaylaştırıyor ve başarıya giden yolun ana hatlarının çizilmesini sağlıyor. Yeni iş ortaklığı platformunun getirdiği iyileştirmeler arasında teşvik potansiyelini artırmak ve fırsatları koruma altına almak için tasarlanan Performance+ Anlaşma Kaydı özelliği de yer alıyor. Deneyim ve destek noktasında sağlanan bu tutarlılık, tüm iş ortaklarını tek bir Elevate program markası ve simgesi altında bir araya getiriyor.

Riyad yönetimi Türk ürünlerini boykot ediyor!

Suudi Arabistan’ın Türk ürünlerine uyguladığı “yarı resmi boykot” ile İsrail ürünlerinin BAE ile Bahreyn üzerinden Suud piyasasına girme olasılığı arasında güçlü bir bağlantı olduğu belirtiliyor. Siyonist ve Emperyalist seviciliğinin Suud halkında karşılığı yok.

Gözlemciler, Suudi Arabistan’ın yakın müttefikleri BAE ve Bahreyn’in eylül ayında İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzalamasının ardından Riyad ile Tel Aviv arasında gayriresmi ve dolaylı bir yakınlaşma olmasını da bunun kanıtı olarak görüyor.

Suudi Arabistan’ın eski Washington Büyükelçisi ve Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Prens Bender bin Sultan’ın son dönemde Filistinli liderleri eleştiren ve Filistin meselesinde fırsatları boşa harcamakla suçlayan açıklamalarının da İsrail’in Suud sokağında kabul görmesi için bir tür zemin hazırlama çabası olarak değerlendiriliyor.

Türkiye- Suudi Arabistan ilişkilerinin seyri

Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır’ın Haziran 2017’de Katar’a boykot kararının ardından Türkiye, Doha yönetiminin yanında yer alan bir tutum sergiledi. Bu da Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinde gerilime yol açtı. Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim 2018’de ülkesinin İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülmesinin ardından, Türkiye’nin bu suikastten sorumlu olanların yargılanması yönünde net bir tutum sergilemesi ve söz konusu kişilerin ABD istihbaratının doğrudan sorumlu tuttuğu Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’a yakın bir grup olması iki ülke arasındaki gerilimi daha da artırdı.

Orta Doğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında yaşanan halk ayaklanmaları ve “Arap Baharı” adı verilen süreçte Suudi Arabistan ve müttefiki BAE ile Türkiye ve Katar arasında birçok köklü anlaşmazlık ortaya çıktı. Ankara ve Doha bu devrimlere destek verirken, Riyad ve Abu Dabi ise Arap ülkelerindeki barışçıl devrimler yoluyla değişim hareketlerine yönelik “karşı devrim” yürüttü.

Türkiye’yle ticari ilişkileri durdurmaları için baskı yapılıyor

Öte yandan basında yer alan raporlara göre, Suudi Arabistan’da ticaret sektöründen sorumlu yetkililer, ülkedeki iş adamları ve şirketlere Türkiye ile ticari ilişkileri durdurmaları için baskı yapıyor.

Suudi Arabistan’ın Türk ürünlerine yönelik “yarı resmi boykotu” aslında geçtiğimiz günlerde veya haftalarda ortaya çıkmadı. Ancak Suudi Arabistan Ticaret Odaları Konseyi Başkanı Aclan bin Abdulaziz el-Aclan’ın “boykot” çağrısı ve Kraliyet çevresine yakın kimselerin katılımıyla sosyal medya üzerinden yapılan “Tük ürünlerine boykot” kampanyalarıyla bu durum daha belirgin hale geldi.

Aynı zamanda Riyad Ticaret Odası Başkanı da olan Aclan, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Türkiye’ye ithalat, yatırım ve turizm alanlarında boykot” çağrısında bulunmuş ve bunun tüm Suudi Arabistan vatandaşlarının “görevi” olduğunu ileri sürmüştü. Suudi Arabistan’da karar merkezinin yönlendirmesi olmaksızın Aclan’ın kendi iradesiyle böyle bir çağrıda bulunabileceği bir ifade özgürlüğü alanı bulunmadığı düşünülmekte.

Riyad yönetimi, “Türk ürünlerine yasak” iddialarını yalanlıyor

Reuters’ın Suudi Arabistan hükümeti basın ofisine dayandırdığı habere göre, Riyad yönetimi uluslararası anlaşmalar ve Serbest Ticaret Anlaşmasına bağlı olduğunu vurgulayarak, Türk ürünlerinin ülkeye girişinin resmi olarak yasaklandığı yönündeki haberleri yalanladı.

Suudi Arabistan, iki ülke arasındaki ticaretin, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının yansımaları dışında önemli bir gerileme yaşamadığını kaydetti.

Suud firmalarına taahhütname imzalatıldığı iddiası

Türk ekonomisinin önde gelen 8 sivil toplum ve meslek kuruluşunun 10 Ekim’de yaptığı ortak açıklamada, Türk firmalardan mal tedarik eden birçok Suud firmasına Türkiye’den ithalat yapılmaması için taahhütname imzalatıldığı yönünde şikayetler alındığı belirtilmişti. Açıklamada, tüm bu olumsuz gelişmelerin yıllardır Suudi Arabistan ekonomisine katkı sağlayan ve bugüne kadar ülkede yüzlerce önemli projeyi başarıyla tamamlayan Türk müteahhitlik firmaları için de geçerli olduğu aktarılmıştı. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Başkanı Nail Olpak da yaptığı açıklamada, Suudi Arabistan’ın Türk mallarına boykot uygulayacağı yönünde bilgiler aldıklarını kaydetmişti.

Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ticaret hacmi

Türkiye Dışişleri Bakanlığı sitesine göre, iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2015’te 5,59 milyar dolarken 2016’da bu rakam 5 milyar dolara, 2017’de ise 4,84 milyar dolara geriledi. Suudi Arabistan-Türkiye ticaret hacmi 2018’de 4,95 milyar dolar, 2019’da ise 5,1 milyar dolar oldu.

İki ülke arasındaki ticaret dengesi Türkiye’nin lehine gelişiyor. Öyle ki 2015-2016 yıllarında Türkiye’nin ihracatı Suudi ithalatını yaklaşık 1,3 milyar dolar aştı. İki ülke arasındaki siyasi anlaşmazlıkların zirveye ulaştığı 2018’de ise Türk ihracatındaki gerilemenin bir göstergesi olarak fark yaklaşık 300 milyon dolara indi. Türkiye’nin Suudi Arabistan’a ihracat farkı 2019’da yine 1,3 milyar dolarlık normal seviyesine yükseldi. Türkiye Ticaret Bakanlığı’nın internet sitesinde yer alan son rakamlara göre, Türkiye’nin Suudi Arabistan’a ihracatı geçen yıl ocak-ağustos aylarında 2,3 milyar dolar iken, bu yıl aynı dönemde 400 milyon dolar azalarak 1,9 milyar dolar oldu.

Türkiye ekonomisine büyük bir yansımasının olması beklenmiyor

Riyad’ın Türk ürünlerini boykot etmesinin, ticari faaliyetlerinde Suud piyasasını önceleyen iş adamları, yatırımcılar ve şirketlere etki etme ihtimali bulunmakla beraber, Türkiye ekonomisine büyük bir yansımasının olması beklenmiyor.

Suudi Arabistan’ın Türkiye’ye ihracatı geçen yıl ocak-ağustos aylarında 1,44 milyar dolarken, bu yıl aynı dönemde 350 milyon dolar azalarak 1,1 milyar dolar oldu. Dünyada birçok ülke, Kovid-19 salgınını önlemek için tam veya kısmi kapanma yaşıyor. Dolayısıyla bu aylarda iki ülke arasındaki ticaret hacminin düşmesi siyasi gerilimlerle ilgili olmayabilir.

Suudi Arabistanlılar Türk ürünlerini boykot etmeyi reddediyor

Muadil ürünlere göre daha düşük fiyatlı ve daha kaliteli Türk ürünleri, Suudi Arabistan vatandaşlarının günlük tüketiminde önemli bir alanı kapsıyor. Dolayısıyla bu boykot Suud tüketicisi için de ek bir yük anlamına geliyor. Suudi Arabistanlı tüketicilerin, sosyal medyadaki paylaşımlarından Türk ürünlerini boykot etmeyi reddettikleri anlaşılıyor. Suudi Arabistanlılar Türk ürünlerine alternatif olarak düşünülen BAE’den ithal edilecek özellikle gıda ve sigara gibi ürünleri kaliteli bulmuyor. Riyad yönetiminin, Türk ürünlerinin ithalatını yasaklamak veya Türk şirket ve yatırımcılarla iş yapmayı engellemek için resmi bir karar alması beklenmiyor.

Yeşil başlı gövel ördek

Enerjide yapılan yatırımlar meyvesini vermeye başlıyor. Tüketicilerin kullandığı elektriğin yenilenebilir enerji kaynaklarından üretildiğini garanti eden Yenilenebilir Enerji Kaynak Garanti (YEK-G) Sistemi ve Piyasası, 2021’de devreye giriyor. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun (EPDK) onayından geçen Yenilenebilir Enerji Kaynak Garanti; AB standardına uyumlu bir yeşil sertifika sistemi geliştirmek amacıyla uluslararası örnekler incelenerek yapılan çalışmaların sonuncunda nihayete erdi.

Bu gelişmenin ışığında yarının teknolojisi bu defa gezegenimize zarar değil fayda kazandıracak. Yeşil başlı gövel ördeğin de yaşamına saygı ile atılan adımlar halen salgın süreci yaşadığımız bugünlerde; geçmişimizi doğru muhasebe ettiğimiz anlamı taşımaktadır. Bu adımlar atılırken YEK-G sertifika sistemi elbette ki özendirilmeye ihtiyaç duyacaktır.

Nedenlerini çok kere izah ettiğimiz yenilenebilir enerjinin kitlelerce kabul görmesi için farkındalık projeleri ile toplumun bilinçlendirilmesine ihtiyaç var. Halen yenilenebilir enerjinin ne olduğunu dahi bilmeyen sanayicilerin olduğunu da düşünürsek, bu farkındalığın sürat kazanması için hali hazırda hayli yavaş olduğumuzu söyleyebilirim.

Yenilenebilir enerjiyi kullanmayı tercih edenlerin sadece sertifika ile değil yaşama dokunan alanlarda teşvik ve imtiyazlarının da oluşturulması gerekir. Örneğin yenilenebilir enerji sertifikasına sahip olan bir aile belediyelerin ücretli sunduğu bazı hizmetlerden ücretsiz yararlanabilir olmalı.

Basın ise siyasetin ekseltizi ile enerjinin sadece magazin gündemini tartışmaya açmak yerine, yenilenebilir enerjinin toplumsal niteliklerine daha fazla yer vermesi gerekir. Basılı medyanın kitlelerin yönelimi hususunda neredeyse hiçbir etkisi kalmamış ve fakat dijital ve sosyal medya aracılığı ile yenilenebilir enerjinin halen “davul fırın” ile nice güzel börek yapan ev hanımların heyecanına dokunması gerekir.

Yenilenebilir enerji kültürünün teknolojinin odağı ve atölyesi haline dönüşen ülke genelindeki teknoparklarda ise zorunluluk olarak gündeme taşınması gerektiğini de ayrıca belirtmekte fayda görüyorum. Zira teknoparklarda geliştirilen teknolojinin bu sayede hem üretiminde yenilenebilir enerji ile olması hem de bu farkındalık ile teknoloji geliştirebilmesi sağlanabilir.

Organik süreçler ve ihale şartnameleri yeni baştan düzenlenmeli. Özelikle devlet ihalelerinde yenilenebilir enerji kültürüne ve vasıflarına sahip kuruluşların öncelik görmesi, fayda sürecinin enerji hususunda da olmasının koşullandırılması lazım gelir.

Zihnen ifade ettiğim hususlar kamuoyunun düşüncesine ve tartışmasına açılmalıdır. Yenilenebilir enerji yöneliminin devamlılığı ve farkındalığı adına söyleşi ve seminerler oluşturulurken toplumumuzun bu sürecin gelişmesine destek ve katkısının alınması gerekir.

Türkiye toplumu riyakarlığı sevmez. Bu özelliği ile yaşama, gezegenimize ve ülkesine fayda adına bu gelişmelerin arkasında duracağından ve bu çalışmaların gerçeğe dokunan neticeler vereceğinden hiçbir kuşkum yok.

Yenilenebilir enerjideki bu mükemmel gelişmeyi gurur ile karşılarken “organik ürünler” masalına dönüşmemesi için tedbirli olmamız gerektiğini de unutmamamız gerekir.

Ülkemiz gölleri öyle güzel ki…

Gövel ördeğin takıldığı yüksek gerilim hatları bir gün yok olunca başımızı kaldırdığımızda gökyüzündeki bulutların üzerini çizen kabloların olmayışı ile nefesimiz değişecektir.

Yangın riskine karşı farkındalık semineri

Pompa sektöründe yarım asıra yaklaşan tecrübesiyle birçok önemli projeye imza atan Masdaf, ülkemizde risk yönetimi bilincinin oluşmasında büyük katkısı olan sigorta şirketlerinden Allianz Sigorta A.Ş. bünyesinde hizmet veren Allianz Teknik ile birlikte yangın riskine karşı farkındalığı arttırmak amacıyla “Sigortacılıkta Yangın Sistemleri” konulu bir seminer düzenledi. Masdaf, pompa sektöründeki mühendislik gücünü, Mas Academy kapsamında iş ortaklarıyla paylaşmaya devam ediyor. Müşterilerinin ihtiyaçları doğrultusunda düzenlediği seminerlere bir yenisini daha ekleyen Masdaf, ülkemizde risk yönetimi bilincinin oluşmasında büyük katkısı olan sigorta şirketlerinden Allianz Sigorta A.Ş. bünyesinde hizmet veren Allianz Teknik ile birlikte toplumdaki risk farkındalığını arttırmak amacıyla “Sigortacılıkta Yangın Sistemleri” konulu bir seminer düzenledi.  

Risk farkındalığını artırmayı hedefledi

Mas Academy’de düzenlediği müşteri odaklı eğitim ve seminerleriyle hem müşterilerinin hem de iş ortaklarının memnuniyetini en üst seviyeye çıkarmayı hedefleyen Masdaf, 19 Ağustos’da gerçekleştirdiği online seminer kapsamında; yangın söndürme sisteminde yangın pompasının önemini anlatarak, risk farkındalığını artırmayı hedefledi. Allianz Teknik ise yangın sigortalarının evleri ve işyerlerini nasıl koruduğu konusunda aydınlatıcı bilgiler aktardı. 

“Satış odaklı değil; müşteri odakli bir firmayız”

Masdaf Satış Yöneticisi ve Makine Yük. Mühendisi Ezgi BABA, seminerde yaptığı konuşmada müşteri ihtiyaç ve beklentilerinin önemine dikkat çekti. BABA: “Masdaf olarak satış odaklı değil ;müşteri odaklı bir firmayız. Doğru ürün ve hizmetlerle müşteri sadakati yaratmayı, satıştan montaja, devreye almadan satış sonrası hizmetlere kadar her aşamaya hassasiyetle yaklaşıp, müşterilerimize eşsiz bir deneyim yaşatmayı hedefliyoruz. Yangın pompaları da bizim hassasiyetle yaklaştığımız ürün gruplarımız arasında yer alıyor. Sürekli kullanılmayan ;ancak ihtiyaç halinde %100 performansla çalışması gereken bir ürün olduğu için projeleri ve şartnameleri doğru bir şekilde inceleyip, müşterilerimizin doğru ürün seçimi yapmalarını sağlarken, satış sonrası bakım süreçlerinde de işbirliği yaparak ürünün güvenli bir şekilde çalışması konusunda gerekli kontrolleri yapıyoruz. 

“Marka tercihinde ilk yatırım maliyetinden çok doğru ürün ve uygulama önemli”

Bu tür yüksek güvenlik ve teknoloji gerektiren ürünlerde ilk yatırım maliyetinden çok doğru ürün ve doğru uygulama ile işletmenin yangın anında en az zararla kurtulmasını sağlayacak yüksek mühendislik gücüne sahip markaların tercihi hayati önem taşıyor. Marka tercihi noktasında ise standartlar devreye giriyor. Dünyanın en yüksek kalite standardı olan FM (Factory Mutual) ve uluslararası bağımsız bir mühendislik ve güvenlik şirketi olan UL (Underwriters Laboratories) tarafından sertifikalandırılan ürünler ile binalarda ve endüstriyel tesislerde oluşabilecek yangın felaketine karşı zamanında müdahale imkanı sunarak binanın güvenliğini sağlamak mümkün. 

“Güncellenen standartları yakından takip ediyoruz”

Ancak standartların tamamı değerlendirilmeden, standartta geçen birkaç maddeyi karşılayan ürüne “onaylı ürün” demek doğru olmaz. Biz Masdaf olarak bina ve işletmelerde hayati önem taşıyan yangın pompalarımızı, devamlı olarak güncellenen standartları yakından takip ederek ve tüm süreçlerimizde standartların tamamına uyarak geliştiriyoruz ve böylece müşterilerimize, doğru ve onaylı ürünlerin yanı sıra mühendislik gücümüzle sunduğumuz hizmetlerimiz ile komple bir deneyim sunuyoruz.”

Salgının dünyaya kestiği petrol faturası

Dünya, salgının ekonomideki yaralarını sarmaya çalışırken, enerji dünyasının başrol oyuncusu olan petrol için takvim IEA tarafından açıklandı.

Dünya petrol talebinin Kovid-19 salgının yaralarını sararak normalleşmesi en az 3 yıl sürecek. Salgının daha uzun sürede kontrol altına alınması halinde ise petrol talebinin Kovid-19 öncesi seviyesine dönmesi 2027’yi bulacak.

Dünya enerji talebi bu yıl yüzde 5 azalırken, petrol talebindeki düşüş yüzde 8’i bulacak. Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının yayılmasını önlemek için ülkelerin uyguladığı seyahat kısıtları başta olmak üzere çeşitli karantina kuralları, talepteki düşüşte etkili olacak.

Böylece, geçen yıl günlük yaklaşık 98 milyon varil olan küresel petrol talebi, bu yıl sonunda günlük 89,6 milyon varile gerileyecek.

Kovid-19 salgınının 2021’de kontrol altına alınması halinde, küresel petrol talebi gelecek yıl günlük 94,5 milyon varile yükselecek. Dünya petrol talebinin Kovid-19 öncesindeki seviyesine dönmesi ise ancak 2023’te gerçekleşecek ve bu dönemde günlük talep 98 milyon varile çıkacak.

Petrol talebi 2025’te 100 milyon varile, 2030’da ise 103,2 milyon varile yükselecek fakat söz konusu miktar 2040’a kadar yatay bir seyir izleyecek. Küresel petrol talebi, 2040’ta ise günlük 104 milyon varil seviyesine çıkabilecek.

Öte yandan, salgının kontrol altına alınmasının daha uzun sürmesi ve ekonomik toparlanmanın 2023’ü bulması durumunda, dünya petrol talebi ancak 2027’de günlük 98 milyon varil seviyesine ulaşarak Kovid-19 öncesi seviyesine dönebilecek.

Bu senaryoda, küresel petrol talebi 2040’ta ise günlük 99,7 milyon varil seviyesine çıkacak.

Talebi etkileyecek birçok faktör mevcutKovid-19 sonrasında araç satışlarındaki yavaşlama, ülkeler arası taşımacılıkta kamyon trafiğinin gerilemesi, elektrikli ulaşımın yaygınlaşması, enerji tüketimindeki alışkanlıkların değişmesi, seyahatlerin azalarak video konferans yoluyla yapılan toplantıların artması, hava yolu kullanımının azalması, zayıf ekonomik büyüme nedeniyle petrokimya sektöründe küçülme ve enerji verimliliği yatırımlarının büyümesi petrol talebinin düşük seyretmesinde etkili olacak.

Toplu taşıma kullanımında isteksizlik, SUV modeli araçların satışındaki hızın devam etmesi, petrol fiyatlarının düşük seyretmesi, emisyonların azaltılmasını sağlayacak uygulama ve kararların ertelenmesi, tek kullanımlık plastik ve paketleme malzemelerinin kullanımındaki artış ise petrol talebinin yüksek seyretmesinde belirgin rol oynayacak.

Petrol talebi, özellikle gelişmiş ülkelerde ekonomik büyümenin en önemli göstergelerinden biri olarak değerlendiriliyor.

Satış otomasyonuna şirketler ilgi gösteriyor

Şirketlerin satış sürecini hızlandıran ve temsilcilerin görevlerini otomatikleştirmeye yarayan mobil uygulama yani Satış Ekibi Otomasyonu (SFA), kurumların ve satış ekiplerinin hayatına her geçen gün daha fazla giriyor. Satışçıların ziyaret hazırlığından, satış esnasında alınan notlara ve raporlamaya kadar tekrarlanan işleri otomatikleştirmeye yardımcı olan SFA uygulamaları, sahada görev yapan satış ekiplerinin verimliliğinde yüzde 40’a varan orandaartış sağlıyor. Türkiye’de saha satış ekibi bulunan birçok kurumun yoğun olarak kullanmaya başladığı SFA, satış ekipleri tarafından da hedeflerine ulaşmada en verimli araç olarak görülüyor.

Satış ekibi otomasyonunun satış ekipleri olan firmalar için son derece önemli hale geldiğini belirten Ekmob Kurucusu ve CEO’su Sunay Şener, “Firmalar, kullanılan otomasyon sayesinde müşterileriyle daha etkili iletişim kuruyor. Doğru müşteriye hitap ederek satış hacmini artırıyor” diyor. 

Şener, satış ekibi otomasyonu kullanan satış ekiplerinin avantajlarını şöyle anlatıyor: 

• Satış döngüsünü kısaltır, zamandan tasarrufu sağlar.

• Sahadaki verileri doğrudan mobil cihazda toplar, kontrol eder ve yöneticiye anlık olarak veri iletir.

• SFA aynı zamanda satış projeksiyonu yapar. Kurumsal hafızada biriken geçmiş bilgilerle gelecek için öngörülerde bulunur. Bu sayede iyileştirme yapmanız gereken kısımları gösterir.

• Satış ekibinin aktivitelerini verilere dayalı raporlar. 

• Beyan esaslı raporlama süreçlerini ortadan kaldırır.

• Satış yöneticileri, olağandışı durumları kolayca tanımlar ve bunları düzeltmek için daha hızlı hareket eder.

Enerji politiğinde Kıbrıs’ın yeri ve önemi

Kıbrıs, coğrafi olarak Doğu Akdeniz’in adeta kalbinde yer alan ve birçok açıdan önemli bir ada olup Türkiye için olduğu kadar tüm bölge için de önem taşımaktadır.  Bir başka deyişle Kıbrıs; ticari, siyasi ve enerji politik vasıflarıyla öne çıkan bir kara parçasıdır. Bu bağlamda, Doğu Akdeniz’in en büyük adası olması ve sahip olduğu yer altı, yerüstü deniz zenginlikleri nedeniyle devlet yapılanmasına imkân tanıyabilecek karakteriyle bir adadan öte stratejik öneme haiz bulunmaktadır. Nitekim tarih boyunca da “Eski Karalar” topluluğu olarak nitelenen bölgede kadim uygarlıkların vazgeçemediği bir merkez olmuştur. Günümüzde de böylesi özel bir ada olan Kıbrıs adeta ticari, siyasi, askeri ve son olarak ta enerji-politik doğal üs niteliği taşımaktadır.

Tarihine bakıldığında; M.Ö. 10000’lere kadar uzanan bir geçmişi olduğu görülmektedir.  M.Ö. 3000’lerde dünyada bronz çağının yaşanmasıyla birlikte bronzun temel alaşım elementi olan bakır madenciliğinin önem kazandığı görülmektedir. M.Ö. 1500’lere kadar ada daha muhtar bir idareye sahip iken bu tarihlerden sonra burada farklı güçlerin hegemonyası kendini göstermiştir. Bir başka deyişle, Doğu Akdeniz’de etkin olan güçler Kıbrıs’a hâkim olmaya çalışmışlardır. Nitekim Hititler, Mısırlılar, Asurlular, Fenikeliler, Persler, Büyük İskender, Roma, Bizans, Emeviler, Haçlılara, Tapınak Şövalyeleri, Memlükler, Cenevizliler, Venedikliler ve nihayet Osmanlılar ve de Birleşik Krallığa kadar tarihte pek çok kavim ve devlet adada hâkimiyet kurmuş ve/veya koloni bağlamında etkin olmuşlardır.  Bu bağlamda, ada tarihi hayli kanlı olaylara da sahne olmuştur denebilir.

Yakın tarihe bakıldığında ise, 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti (üzerinde iki İngiliz üssü olan Ağrotur ve Dikelya ile birlikte) kurulmuştur. Bilindiği üzere, 1974’de Yunan Darbe girişimini takiben Türkiye garantör ülkelerden biri olarak “Kıbrıs Barış Harekâtı”nı gerçekleştirmiş ve adada iki bölgeli yapı ortaya çıkmıştır. 1983’te “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)” oluşmuştur (Şekil 1). 2004’te ise Birleşmiş Milletlerin hazırladığı “Birleşme Planı” her iki bölgede de oylanmış, Kuzey “evet” derken, Güney “hayır” demiş ve birleşme gerçekleşmemiştir. Daha sonra, Rumlar tarafından yönetilen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla Avrupa Birliği (AB)’ne alınmıştır. Hal böyleyken, taraflar arasında birçok kez konuya ilişkin gerçeklenen müzakerelerde çözüme ulaşılamamıştır. Bütün bu yaşananlar Kıbrıs’ta durumu hayli karmaşık hale getirmiş bulunmaktadır.

Kıbrıs’ın Enerji Politik Önemi

Doğu Akdeniz’de doğal üs niteliği taşıyan Kıbrıs adası, günümüzde enerji politik açıdan da yadsınamaz öneme haiz bulunmaktadır. Bir başka deyişle Kıbrıs; tarih boyunca sahip olduğu ticari, askeri ve siyasi konuma ilaveten en az bunlar kadar stratejik önemde olmak üzere enerji-politik açıdan da öne çıkan bir karakter taşımaktadır.

Enerji politik açıdan konu ele alındığında; Kıbrıs, farklı yönlerden önem arz eden bir durum sergilemektedir. Bunlardan biri, enerji taşıma yollarını kontrol edebilme olanağı sağlayan bir konjüktürel coğrafyaya sahip olmasıdır. Şöyle ki; önemli bir petrol rezerv bölgesi olan Orta Doğu’dan, petrol gereksinimi yüksek bir bölge olan Avrupa’ya (kara taşınmasını takiben) en kısa deniz yolu çıkışı esas itibariyle Doğu Akdeniz üzerinden olmaktadır. Bir başka deyişle Kıbrıs, Mezopotamya petrollerinin deniz yoluyla Avrupa’ya taşınma hatlarını ve de Doğu Akdeniz kıyılarında yer alan terminal limanları kontrol edebilecek bir konuma sahip bulunmaktadır.

Ayrıca, Süveyş kanalı bağlantılı enerji taşıma yolları da adanın güneyinden geçmektedir.  Bu bağlamda ada, geçmişten buyana sahip olduğu ticaret yollarına hâkim konumda olma özelliğini I. Dünya savaşından sonra enerji geçiş yollarını kontrol edebilme özelliğini de ekleyerek stratejik önemini pekiştirmiş olmaktadır.

Son dönemde, özellikle Kuzey Irak’ta bulunan yeni rezervler ve bu bölgedeki olası yeni rezerv bölgelerinin olabilirliği, Doğu Akdeniz kıyılarında yeni terminal limanların oluşmasına gerekçe oluşturmuş bulunmaktadır. Bu bağlamda, bölge dışı ülkelerin ve aktörlerin bölgeye bakış açıları, dolayısıyla da Kıbrıs’a verdikleri dikkat artmıştır. Nitekim Kıbrıs; kendi içinde sınır sorunlarını halletmemiş bir bölge olmasına rağmen  (ve de Avrupa Birliği (AB)’nin böyle ülkeleri Birliğe almama kriteri bulunmasına karşın) Avrupa Birliği’ne alınmıştır. Buradan hareketle Kıbrıs, adanın ticari ve enerji politik açıdan sahip olduğu stratejik konum nedeniyle AB’ye alınmıştır denebilir. Ancak, Kıbrıs’ta iki bölgeli durum yokmuş gibi davranılarak ve KKTC görmezden gelinerek davranılması Kıbrıs’ın sahip olduğu sorunları daha da pekiştirmiş görünmektedir.

Bunlara ilaveten “Bir Yol Bir Kuşak (One Belt One Road) olarak nitelenen Modern İpek Yolu’nun özellikle 21. Yüzyılda kuvvetle dillendirilir olması ve bu projenin hayata geçirilmesine ilişkin gelişmelerin de yaşanıyor olması Kıbrıs’ı yakından ilgilendirmektedir. Zira Modern İpek Yolu’nun deniz hattı Doğu Akdeniz’den geçmekte ve Kıbrıs’ı daha da stratejik hale getirmektedir.

Kıbrıs için enerji-politik açıdan bir diğer önemli husus; son dönemlerde Kıbrıs çevresindeki deniz bölgelerinde bulunan zengin hidrokarbon yatakları ve belki de bilinenlerden daha fazlasının bulunmasının bekleniyor olmasıdır. Şimdilik, bulunan rezervler esas itibariyle Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ın güneydoğusundaki Afrodit Bölgesi ile İsrail karasularındaki Levitan ve Tamara yer almaktadır. Ayrıca Mısır karasularında da önemli rezervler bulunmuştur. Kıbrıs çevresinde de bilinenlerden ayrı çok önemli rezervlerin varlığından bahsedilmektedir.

Ayrıca, Kıbrıs’ın çevresindeki denizlerde bulunmuş olan rezervlerin ve de bulunması olası rezervlerin esas itibariyle Doğu Akdeniz’de deniz boru hatlarıyla Avrupa’ya taşınması konusunu gündeme gelmiş bulunmaktadır. Bu bağlamda, bulunan ve bulunacak olan rezervlerin hangi güzergâh üzerinden taşınacağı ve hangi ülkelerin “Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB)”nden geçeceği sorunu kendini göstermiştir. Farklı alternatifler söz konusu olmakla beraber (Şekil 2) en akılcı ve ekonomik yolun, hatların Türkiye üzerinden geçmesi olduğu gözlenmektedir. Böyle bir çözüm, hem fiziksel hem coğrafi ve hem de ekonomik açıdan diğer seçeneklere göre daha rasyonel görülmektedir.

Hal böyleyken, Yunanistan’ın “Sevilla Haritası” olarak ortaya attığı ve kendisi açısından maksimalist yapılanmayı ifade eden MEB yayılımı, özellikle Türkiye’yi ve KKTC’yi dışlayan ve haklarını gasp eden bir nitelik taşımaktaydı. Buna karşın Türkiye’nin Libya’nın Birleşmiş Milletlerce tanınan “Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH)” ile Kasım 2019’da imzaladığı ve TBMM’de Aralık 2019’da onaylanmasından sonra BM’lere bildirdiği Mutabakat Zaptı’yla bu yapılanma reddedilmiş olmaktadır. 

Doğal olarak bu durum Yunanistan (ve bağlantılı olarak AB ve/veya bazı AB ülkeleriyle) Türkiye arasında 2020 boyunca Doğu Akdeniz’de hayli sorunlu bir dönem yaşanmasına sebep olmuştur. Konunun Türkiye-AB sorunu haline getirilmeye çalışıldığı da gözlenmiştir. Son olarak Eylül 2020’de, Birleşmiş Milletler, Türkiye ile Libya UMH arasında imzalanan Mutabakatın onaylandığını açıklamıştır. Bu karar, Sevilla Haritası’nın hükümsüzlüğünü tescillemiş olmaktadır şeklinde yorumlanabilir. Türkiye, KKTC ile daha önce (2011 yılında) bir ortak MEB mutabakat da imzalamış bulunmaktadır.

Öte yandan, Yunanistan 2020 yılı içinde Mısır ile bir MEB anlaşması imzalamıştır. Tüm bu mutabakatların birbiriyle çakışması söz konusudur.  Şekil 3’te Çakışan MEB’ler görülmektedir. Önümüzdeki süreçte diplomatik yolların denenmesi beklenmektedir. Ancak, böylesi şartlarda sürecin gerginleşme olasılığı da hep gündemde olacaktır ve tüm bu yaşananlar ve yaşanacaklar Kıbrıs ile de  ilişkilendirilir olacaktır.

Sonuç

Görüldüğü üzere Kıbrıs; ticari, siyasi ve askeri açıdan olduğu kadar enerji-politik açıdan da öne çıkmaktadır. Kıbrıs’ın enerji politik karakteri, hem Türkiye ve hem de küresel güçler için yadsınamaz önem arz etmektedir. Bir başka deyişle belirtilen farklı enerji-politik unsurlar ve paradigmalar Kıbrıs sorununa gelip dayanmaktadır. Bu durum hayli kompleks bir keyfiyeti betimlemektedir. Bir başka deyişle, Kıbrıs her bakımdan stratejik kilit konumdadır denebilir.

Burada dikkatle izlenen ve sonucu beklenen bir konu da KKTC’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri idi. 11 Ekim 2020 tarihinde yapılan seçimde hiçbir adayın % 50’nin üzerinde oy alamaması nedeniyle seçimin ikinci aşamasına geçilmiş ve (birinci aşamada en çok oy alan iki aday arasında) 18 Ekim 2020’de seçimin ikinci aşaması gerçekleşmiştir. Seçimde hayli farklı savlar gündeme gelmiş olmasına karşın sağduyunun hâkim olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, önümüzdeki süreçte, hem konjüktürel, hem jeopolitik ve hem de enerji politik açıdan uyumlu politikaların hayata geçirilmesi beklenebilir.

Öte yandan, 8 Ekim 2020’de Magosa-Maraş Bölgesinin açılmış olması da önem arz etmektedir. Ticari, ekonomik ve turizm açısından önemli olan bu bölge aynı zamanda Doğu Akdeniz kıyılarını kontrol edilebilen pozisyonu ile enerji politik açıdan da stratejik öneme sahiptir.

Son dönemde, dünyada konjüktürel dengelerin yeniden tesis ediliyor izlenimi edinilmektedir. Hal böyleyken, Kıbrıs’ta çözüm, taraflarca farklı değerlendirmeleri gündeme getirecektir. Türkiye için hayati önemi taşıyan bu meselede, (Kıbrıs’ta taraflar arasında yıllarca süren sonuçsuz müzakerelerle) ortaya çıkan durumlar ve oluşan şartlar farklı alternatifleri gündeme getirecek gibi görünmektedir.

Öz olarak belirtmek gerekirse, öyle anlaşılmaktadır ki; Kıbrıs’a ilişkin olarak yeni bakış açılarıyla yeni alternatifler masada olacaktır. Türkiye için, farklı seçenekleri analiz etmek, müzakere etmek, değerlendirmek ve farklı inisiyatifleri doğru zamanlamayla kullanmak yadsınamaz önemde olacaktır.

500 bin evden sobayı kaldırdı Hedefi yenilenebilir enerjide liderlik

Türkiye’de doğalgaz dönüşümünün öncüsü olan ve 500 bin evi doğalgazla buluşturan ÜÇAY Grup, 20 yılı aşkın tecrübesi ile elektromekanik, inşaat, yenilenebilir enerji, ısıtmave soğutma sistemleri alanındaki şirketleriyle büyümeye devam ediyor. Kurulduğu günden beri 500 bin evden sobayı kaldırdıklarını belirten ÜÇAY Grup CEO’su Turan Şakacı, gelecek 5 yılda en az 150 bin haneyi de doğalgazla buluşturup, Türkiye’nin hava kalitesine ve tüketicilerin tasarruf etmesine daha da çok katkıda bulunacaklarını söyledi. Geleceğe yatırım yaptıklarının altını çizen Şakacı,  nihai hedeflerinin yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmada Türkiye’nin en büyük öncü kuruluşu olmak olduğunu ve bu yönde de Ar-Ge çalışmalarının hızla devam ettiğini belirtti. 

20 yılı aşkın tecrübesiyle Türkiye’de 500 bin evi doğalgaz ile tanıştıran mekanik ve endüstriyel mühendislik sektörünün önde gelen şirketlerini bünyesinde barından ÜÇAY Grup, 24 şehirdeki 51 şubesi ve yüzlerce personeli ile sektörde büyümeyi sürdürüyor. Türkiye’nin birçok şehrinde doğalgazın yayılmasına öncülük eden ÜÇAY Grup’unfaaliyet alanlarını genişlettiğini belirten Grup CEO’su Turan Şakacı, “Doğalgaz dönüşümü başta olmak üzere, elektromekanik, inşaat, yenilenebilir enerji, ısıtma ve soğutma sistemlerinde Türkiye’nin en büyük topluluklarından biriyiz. Üçay Mühendislik şirketimiz, doğalgaz dönüşümünde Türkiye’nin açık ara en çok projeye imza atan şirketidir. Bugüne kadar 500 bin evi doğalgaz ile tanıştırdık. Gelecek beş yılda da en az 150 bin haneyi doğalgaz ile buluşturmayı planlıyoruz. Bu; 500 bin evden sobanın kalkması ve Türkiye’nin hava kalitesinin artması anlamına geliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) açıkladığı verilere göre dünya nüfusunun yüzde 91’i hava kalitesi sınırının aşıldığı yerlerde yaşıyor. Bu da beraberinde sağlık sorunlarını getiriyor. Üçay Mühendislik yaptığı her dönüşüm ile Türkiye’nin hava kalitesinin yükselmesine katkı sağlamıştır” ifadelerini kullandı.

“Bu yıl hedefimiz 30 bin ev” 

Pandemi süresince insanların zoraki olarak evlere kapandığını belirten Turan Şakacı, “Özellikle pandemi etkisiyle insanlarda ev konforu çok önemli hale geldi. Bu konforun en önemli kısmı da doğalgaz ısıtma sistemleri. Dolayısıyla sahada talepler artıyor ve biz de bu yıl hedeflerimizi daha da yükselttik. 2020 yılı sonuna kadar toplamda 30 bin haneyi doğalgazla buluşturmayı hedefliyoruz” ifadelerini kullandı. 

“İstanbul depremine güvenilir yapılar inşa ederek hazırlanıyoruz”

ÜÇAY Grup’un diğer iştiraklerinden Üçay Elektromekanik ’in mühendislik alanında oluşan tecrübe ile faaliyetlerini sürdürdüğünü belirten Turan Şakacı, Türkiye’nin önde gelen inşaat firmalarına elektro-mekanik taahhüt hizmetleri verdiklerini dile getirdi. Sinpaş ve Tahincioğlu gibi firmaların çözüm ortağı olduklarını söyledi. Üçay İnşaat ile özellikle kentsel dönüşüm sürecine katkı sağlamak istediklerinin altını çizen Turan Şakacı sözlerini şöyle sürdürdü;“Bilim insanlarımız olası bir İstanbul depremine karşı hazırlıklı olmamız gerektiğini söylüyor. Bu hazırlıkların en önemlisi mevcut yapı stokunun yenilenmesidir. Üçay İnşaat, mühendislik sektöründeki tecrübesi ile güvenilir ve konforlu yapılar inşa ediyor. Elektromekanik ve inşaat sektörlerinde örnek projelere imza atıyoruz. Yakın dönemde bunlara yenisini ekleyeceğiz.”

Reaktör kontrol montajı başladı

Rosatom’un Mühendislik Bölümü olan Atomenergomash AEM-Teknoloji AŞ Volgodonsk Şubesi, Türkiye’de inşaatı devam eden Akkuyu NGS’nin ilk ünitesinde yer alacak reaktörün üretiminde son aşamaya geçti. Uzmanlar reaktör kabı, kapağı ve iç parçalarının kontrol montajına başladı. Kontrol montajı, reaktör kapağı ve reaktör kabı ile beraber üretilen tüm iç parçaların montajlanabilme özelliğinin kontrol edildiği önemli bir işlem. Bu işlem özel bir yeraltı tezgah kesonunda gerçekleştiriliyor. Reaktör kazanının içine 73 ton ağırlığındaki karotiyer yerleştiriliyor. Montaj işlemleri kapsamında sırasıyla 38 ton ağırlığındaki bir çekirdek bölme duvarı, 68 ton ağırlığındaki bir koruyucu boru ünitesi ve 90 ton ağırlığındaki bir reaktör kapağının montajı yapılıyor. Montaj sırasında, reaktör kapağının merkezlenmesini sağlamak için uygun kilitleme kamaları da yerleştiriliyor. Bu işlemler sırasında ayrıca, kapak koruma kontrol sistemi nozullarındaki deliklerin, karotiyer destek elemanları ve koruyucu boru ünitesinin flanşları ile hizası kontrol ediliyor.

Şehirler iklim değişikliğinin hem faili hem mağduru

İklim değişikliği ve karbon ayak izimizin düşürülmesi için mücadele veren sivil toplum kuruluşu 350, ‘İklim için Kentler’ raporunu yayınladı. İklim değişikliğinde şehirlerin oynadığı rolü gözler önüne seren 350 raporu, yeryüzünde karbon salınımının en yoğun olduğu bölgelerin şehirler olduğunu gözler önüne sererek, hanelerde ve endüstriyel faaliyetlerdeki enerji kullanımını fosil enerjiden sürdürülebilir kaynaklara dönüştürülmesi ve ulaşımda kirletici yakıtlardan vazgeçilmesi çağrısında bulundu. Dünyanın en büyük alternatif yakıt sistemleri üreticisi BRC’nin Türkiye CEO’su Kadir Örücü 350 raporuna yönelik, “BRC, faaliyetlerinin temeline karbon ayak izini azaltacak, emisyon değerlerini sıfıra indirgeyecek çalışmaları aldı. 350’nin raporu ulaşımda kullanılan kirletici yakıtların iklim değişikliği üzerindeki yıkıcı etkisini bir kez daha ortaya koyuyor” ifadelerini kullandı. İklim değişikliği ve karbon ayak izimizin düşürülmesi için mücadele eden uluslararası sivil toplum kuruluşu 350, atmosferdeki 400 ppm (milyonda bir partikül) olan karbondioksit miktarını, küresel ısınmanın yarattığı etkilerin normale döndürülmesi için gerekli olan 350 ppm’ye düşürülmesini amaçlıyor.

Global Ports, Turquality’e kabul edilen ilk şirket oldu

Dünyanın en büyük kruvaziyer liman işletmecisi ve Global Yatırım Holding iştiraki Global Ports Holding, Turquality Marka Destek Programı’na kabul edildi. Global Ports Holding, kendi sektöründe programa kabul edilen ilk şirket olurken, yeni projelere odaklandı. Dünyanın en büyük kruvaziyer liman işletmecisi ve Global Yatırım Holding iştiraki Global Ports Holding, Türk ürünlerinin yurtdışında markalaşması, Türk malı imajının yerleştirilmesi ve Turquality’nin desteklenmesi amacıyla oluşturulan ‘Turquality Marka Destek Programı’na kabul edildi. Global Ports Holding kendi alanında programa kabul edilen ilk şirket oldu. Portföyünde 13 ülkede 21 liman bulunan Global Ports Holding, program ile birlikte yeni projelere odaklanacak. Yolcu deneyimini anlamak için bugüne kadar birçok çalışma yapan Global Ports Holding, destek programı kapsamında müşteri deneyimini geliştirecek dijital bir proje yürütecek. Müşteri yönetimi konusunda Salesforce ile “bütünsel ilişki yönetimi” sistemine geçiş yapmaya karar veren Global Ports Holding, finans ve operasyonun entegre edildiği bir platform üzerinde de çalışmalarını sürdürüyor.

‘Turquality programı bizi daha da güçlendirecek’

Turquality Marka Destek Programı’nın, şirketin dünya liderliğini daha da pekiştireceğini vurgulayan Global Ports Holding CEO’su Emre Sayın, programa kabul edilmekten büyük mutluluk duyduklarını söyledi. Program kapsamında yürütecekleri projelerin, uluslararası arenada kendilerini daha da güçlendireceğini kaydeden Sayın, “13 ülkede 19’u kruvaziyer 2’si ticari olmak üzere 21 limanımız ile Karayipler’den Singapur’a kadar uzanan bir ağa sahibiz. Dünyada sektörünün lideri olan tek Türk şirketi olarak bunu devam ettirmenin bu noktaya gelmekten daha zor olduğunun farkındayız ve kendimizi sürekli yeniliyoruz. Türkiye’ye döviz girdisi sağlamanın yanında bir sektörün standartlarını belirliyor ve bunu yaparken Türk firmalardan destek alıyoruz.  Devletimizin tam da bu amaçla kurduğu Turquality programından alacağımız güç ile yürüttüğümüz projeler bizi daha da güçlendirecek” dedi.

Rüzgar enerjisi, Türkiye’de binlerce kişiye istihdam sağlıyor

Rüzgar enerji kapasitesinin %90’ını karadan elde eden Avrupa, 2050 yılına kadar 750 GW kurulu kara rüzgarı gücünü hedefliyor. Yerel enerji kaynağı kara rüzgarlarında Türkiye’nin de söz sahibi olabileceğini aktaran Ülke Enerji Genel Müdürü Ali Aydın, ülkemizde yaklaşık 17 bin kişinin istihdam edildiği rüzgar enerjisine desteğin gerektiğini belirtiyor.

Geleceğin enerjisi olarak görülen rüzgar, yeni enerji üretimleri arasında en ucuz kaynağı oluşturuyor. Özellikle karadan esen yerel kaynağın ekonomik buhranlarda bile sağladığı faydalar ülkelere her açıdan ciddi avantajlar sağlıyor. Öyle ki, kara rüzgarında önemli paya sahip olan Avrupa, 2050’ye kadar 750 GW kurulu kara rüzgarı enerjisi kapasitesine ulaşmayı hedefliyor. Avrupa’da rüzgar enerjisinin yaklaşık 300 bin kişiye istihdam sağladığını ve rüzgar santralleri yakınında yaşayanların yaklaşık %80’inin de rüzgar enerjisini desteklediğini belirten Ülke Enerji’nin Genel Müdürü Ali Aydın’a göre,sahip olduğu 8,3 GW kurulu rüzgar enerjisi kapasitesinin tamamını karadan alan Türkiye’nin, yerel enerji kaynağı rüzgarın sağladığı faydalara inanarak destek çıkması gerekiyor. Sağladığı istihdam ile gelecekteki meslekler arasında kendine yer edinen rüzgar enerjisi hem Türkiye’de hem de Avrupa’da önemli bir ekonomiye kaynak oluşturuyor. Rüzgarın enerjiye dönüşmesini sağlayan türbinlerin üretiminde, santrallerin işletilmesinde ve türbinlerin bakımlarında birçok kişi yer alırken, Avrupa’da 300 bin, Türkiye’de ise yaklaşık 17 bin kişi rüzgar enerjisi alanında istihdam ediliyor. Avrupa’da rüzgarın ekonomiye 37 milyar euro destek sağlayabildiğine dikkat çeken Ali Aydın,üretiminin ucuz ve yerel olduğu, yarattığı ekonomik alan ile fark yaratan ve en çevreci enerji kaynağı olabilen rüzgara ülkemizde de desteğin giderek artmasının gerektiğini belirtiyor. Rüzgar enerjisi üzerindeki tanımlamaları sonuna kadar verebilen bir enerji olarak yoluna devam ediyor. Sera gazı yaymaması, çevresindeki habitat ve türler üzerindeki minimum etkisi, suyu kirletmemesi, kara rüzgarı enerjisinin çevreciliğini ortaya çıkardığını belirten Ali Aydın, bir rüzgar türbinin %85-90’ının geri dönüştürülebilir olduğunu aktarıyor.