26.2 C
İstanbul
Perşembe, Haziran 19, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 55

Bursagaz, Uludağ’ı doğalgazla buluşturdu

Türkiye’nin üçüncü büyük doğal gaz dağıtım şirketi Bursagaz, Türkiye’de kış turizminin en önemli merkezlerinden biri olan Uludağ’a doğal gaz hizmeti vermeye başladı. Bursagaz Genel Müdürü Bora Çermikli, “Bursamızın simgesi Uludağ’a ekonomik, çevreci ve konforlu yakıt olan doğal gazı ulaştırmanın gururunu yaşıyoruz” dedi.

Türkiye’nin en büyük doğrudan dış yatırımcısı SOCAR Türkiye’nin iştiraki Bursagaz, Türkiye’de kış turizminin önemli merkezlerinden biri olan ve her yıl binlerce yerli ve yabancı turisti ağırlayan Uludağ’a doğal gaz hizmeti vermeye başladı. Bursagaz’ın yaptığı 16 milyon TL yatırım ile 12 ay süren altyapı çalışmaları kapsamında 21 kilometre çelik, 9 kilometre polietilen hat döşendi. Çobankaya, 1. Oteller Bölgesi, 2. Oteller Bölgesi, Sarıalan ve Kirazlıyayla Sanatoryum mevkiinde bulunan vatandaşlar ve işletmeler, kış mevsimi başlamadan önce güvenli, çevreci ve ekonomik bir yakıt olan doğal gazı kullanma imkânına kavuştu. 

‘Doğal gaz, uludağ’ın yaşam standardını artıracak’

Bursagaz Genel Müdürü Bora Çermikli konu ile ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Türkiye’nin en büyük doğal gaz dağıtım şirketlerinden biri olarak, lisans alanımızdaki tüm bölgelere kesintisiz ve güvenli gaz arzı sağlama hedefiyle operasyonlarımızı yürütüyoruz. Kovid-19 ile mücadele sürecinde de yatırımlarımıza hız kesmeden devam ediyoruz. Bu kapsamda hedeflerimiz doğrultusunda Uludağ’a doğal gaz ulaştırmaktan memnuniyet duyuyoruz. Oteller Bölgesi, her yıl binlerce turist ağırlarken kayak ve kış turizminde ülkemizin önemli bir merkez olmasına katkıda bulunuyor. Böylesine önemli bir bölgeye doğal gazı ulaştırmanın gururunu yaşıyoruz. Bursamızın simgesi ve beyaz cenneti Uludağ’ın doğal gaz ile buluşması aynı zamanda çevre kirliliğinin azalmasına, ısınma ihtiyacının en güvenli ve en ekonomik yoldan karşılanmasına ve enerji tasarrufuna da katkıda bulunacaktır. Doğal gazın Uludağ’ın yaşam standardını çok daha yüksek seviyelere taşıyacağına inanıyoruz. Şu anda tüm işletmelerle temas halindeyiz. Abonelik işlemlerini hızla gerçekleştirmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.” 2019 yılında 125 milyon TL yatırım ile 6.700 kilometrelik şebeke altyapısına ulaşan Bursagaz, 2020’nin ilk 9 ayında yaptığı 94milyon TL’lik yatırımı yılsonuna kadar yaklaşık 140 milyon TL seviyesine çıkartarak 7.000 kilometrelik şebeke altyapısına ulaşmayı hedefliyor.

AB’nin enerjisi

Geçtiğimiz sayıda kaleme aldığım ‘Gelincik Tarlası’ başlıklı makalemin yayınlanmasının ardından hem Avrupa’dan hem Türkiye’de yaşayan dostlardan birbirinden değerli birçok yorum aldım. Yenilebilir enerjinin dünyamız için, insanlık ve tüm canlılar adına ne denli önemli olduğunu gelen yorumlar sayesinde bir kez daha zihnimde tazelemiş oldum.

Enerji, insanlık alemi tarafından oluşan arz talep dengesine göre şekillenmiş, uluslararası ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesinde de büyük rol oynamıştır.

Avrupa Birliği’nin oluşumunun ana nedeninin enerji alanındaki iş birliklerinin bir sonucu olduğunu hepimiz bilmekteyiz. AB ülkeleri enerji alanında birbirleriyle geçmişte olduğu gibi yıkıcı savaşlar yaşamamak adına enerji alanında iş birliği yapma kararına varmışlardır.

1 Aralık 2009 tarihinde imzalanan Lizbon Antlaşması AB’nin enerji politikalarının hedeflerinin kayda geçmesidir.

Fakat bu iş birliği ne kadar sağlıklı bir şekilde ilerlese bile Avrupa Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkasların enerji kaynaklarına ihtiyaç duymaktadır. Bu sebeple Türkiye, Avrupa ile enerji kaynaklarının bulunduğu coğrafya arasında bir enerji köprüsü konumundadır. Dolayısıyla bu özellik Türkiye için büyük bir avantajdır.

Avrupa Birliği’nin (AB) enerji politikalarını belirlerken rekabetçi bir enerji piyasası oluşturmayı hedeflerken, enerjinin arz güvenliğini de temin etmeyi amaçlamaktadır. Çevrenin korunmasına ise öncelikler arasında yer vermiştir.

AB bundan 10 yıl önce enerjiyi verimli kullanan bir Avrupa sloganıyla yola çıkmış ve bu konuda titiz bir şekilde hazırlanan projeleri uygulamaya koymuştu. Bu konuda Avrupa devletlerinin başarılı olduğunu söyleyebilirim. Hem enerjiyi verimli kullanmamızı sağladılar hem Avrupa’da yaşayan tüm bireylerin geri dönüşüm konusunda titiz davranmaları hem yasalarla hem eğitimlerle tesis edildi. Bir kâğıdı, bir plastiği, bir atık yağı, bir eski eşyayı çöpe atmak hem cezalandırıldı hem özendirilerek bizlere tasarruflu bir yaşamın ne denli faydalı olduğunu bizlere öğretti. İsraf yapmadan hem ülke ekonomisine hem çevreye hem hanemize hem bütçemize katkı sağlamış olduk. Bu tür çalışmaların ülkemizde bazı şehirlerde yapıldığını bazı hanelerde bir gelenek haline geldiğini gördükçe, duydukça çok seviniyorum. İnşallah ülke geneline yayılır ve Avrupa’da ki gibi hem ülkemize hem dünyamıza fayda sağlamış oluruz.

Artık Avrupa’da geri dönüşüm ve verimli enerji kullanmak daha önce de söylediğim gibi bir gelenek haline dönüşmüştür.

Şimdi Avrupa 2050 hedeflerine doğru ilerlemektedir.

Peki nedir bu 2050 Avrupa hedefleri?

Avrupa sera gazı emisyonlarını 30 yıl sonra en alt seviyeye çekmek adına çalışmalar yapmaktadır.

AB’nin 2050 yılına kadar enerji kaynaklı seragazı salınımlarını %80’in üzerinde azaltma hedefine yenilebilir enerji sayesinde kavuşacağı öngörülmektedir.

Sera gazının azaltılması çalışmaları ve senaryolarına AB’nin “2050 Enerji Yol Haritası”nda geniş bir şekilde yer verilmiştir.

Gelecek yazımda gelecek zamanın gökyüzünü daha parlak yapacak olan ‘2050 Enerji Yol Haritası’ ve ‘Küresel Enerji Dönüşümü’nü kaleme alacağım.

Petrol Ofisi, İDO’nun yakıt tedarikçisi oldu

Türkiye akaryakıt ve madeni yağlar sektörlerinin lideri Petrol Ofisi ile dünyanın en büyük araç ve deniz yolcu taşımacılığı şirketi İDO, önemli bir anlaşmaya imza attı. Petrol Ofisi, deniz yakıtlarındaki markası PO Marine ile, 51gemisiile yılda 35 milyondan fazla yolcu, 11 milyonun üzerinde araç taşıyan İDO’nun yakıt tedarikçisi oldu.

Kamu ve özel sektördeki pek çok önemli kurum ve kuruluşun akaryakıt ikmalini üstlenen Petrol Ofisi, önemli bir anlaşmaya daha imza attı. Türkiye’nin akaryakıt pazarı lideri Petrol Ofisi, deniz yolcu ve araç taşımacılığının en önemli şirketlerinden olan İstanbul Deniz Otobüsleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. (İDO) ile yakıt tedarik anlaşması imzaladı. PO Marine ile geçmişte de hizmet verdiği İDO’nun tekrar yakıt tedarikçisi olan Petrol Ofisi, 3 yıl boyunca şirketin bünyesindeki deniz araçlarına yakıt ikmali sağlayacak. Anlaşma ile aynı zamanda hem Petrol Ofisi’nin hem de İDO müşterilerine değer katacak, kampanya ve hizmetlerin de hayata geçirilmesi hedefleniyor.

365 gün boyunca her koşulda, 7/24 kesintisiz yakıt ikmali

Türkiye’nin tüm limanlarında gemilere yakıt sağlayabilen PO Marine, Hopa’dan İskenderun’a sahil şeridin boyunca konumlandırılmış 7 deniz terminali ve 1 yüzer istasyonu, 15 adet barç,ülkenin en büyük kara tanker filosu ve uzman insan kaynağı ile;her türlü bölge, iskele ve hava koşullarında ikmal yapabilme gücüne sahip. PO Marine, 3 adet barç, 15 adet kara tankeri ve uzman çalışanlarından oluşan özel bir ekip ile İDO’nun deniz araçlarına,yılın 365 günü 7/24 kesintisiz yakıt ikmali sağlayacak.

Denizcilik yakıtları alanında benzersiz altyapı, teknik imkân ve tecrübeye sahip olan PO Marine, hâli hazırda İstanbul Şehir Hatları, TURYOL, SS Erdek başta olmak üzere yolcu ve araç taşımacılığı yapan birçok önemli firmanın yakıt ikmal hizmetlerini de sürdürüyor.

PO Marine, denizcilik sektörünün lideri konumunda

İhracat (transit) ve iç pazarda ÖTV’siz, gümrüklü yakıtlar, deniz yağları ikmal ve hizmetlerini bir arada sunabilen tek şirket olan PO Marine, yılda ortalama 50 binin üzerinde gemi ve tekneye yaklaşık 220 milyon litrelik yakıt satışı gerçekleştiriyor. PO Marine, transit pazarda ise yılda yaklaşık 6 bin gemiye, 600 bin tonun üzerinde yakıt satışı yapıyor. Hizmet verdiği alanda Türkiye’nin en büyük markası olan PO Marine, yılda 1 milyon m3 civarındaki toplam satışı ile denizcilik yakıtları pazarında liderliği üstleniyor.

İDO, Türkiye ve dünyanın da en büyükleri arasında 

İDO, araç ve deniz yolcu taşımacılığında sadece ülkemizin değil aynı zamanda dünyanın da en büyük şirketlerinden biri konumunda.Bünyesinde 7 adet hızlı feribotu, 20 arabalı vapuru ve 24 adet de deniz otobüsü olmak üzere 51gemisi bulunan İDO, 21’i İstanbul, 13’ü Marmara bölgesinde olmak üzere toplam 34 iskelede 16 hatta hizmet veriyor. İDO, 2019 yılında 35 milyon yolcu ve 11 milyon da araç taşıyarak, önemli bir başarıya imza attı.

“Gelenekselleşen başarımızı geliştirerek sürdüreceğiz”

İDO Genel Müdürü Murat Orhan, “İDO olarak sektörünün lideri Petrol Ofisi ile gerçekleştirdiğimiz iş birliğinin operasyonlarımıza güç katacağına inanıyoruz. Yüksek kalite hizmetimizi daha yukarı taşıyacak bu iş birliğiyle gelenekselleşen başarımızı geliştirerek sürdüreceğiz. Petrol Ofisi müşterileri ile İDO yolcularını avantajlı kampanyalarda buluşturacağız. Petrol Ofisi ile iş birliğimizi önümüzdeki yıllarda da hizmetlerimize değer katacak şekilde devam ettirmeyi hedefliyoruz. ” açıklamasında bulundu.

“Kaliteli ürün ve mükemmel operasyonla ikmal yapacağız”

Petrol Ofisi Ticari ve Endüstriyel Satışlar Direktörü Ulvi Kılıç, “İDO, sahip olduğu büyük ve yaygın yapısı, farklı deniz araçları ve hizmetleri, tarifeli seferleri ile önemli bir operasyon dinamiğine sahip. Biz de benzersiz altyapımız, tecrübemiz, kabiliyetimiz ve uzman çalışanlarımızla İDO’nun bu dinamik operasyonuna, her koşulda 7/24 aralıksız mükemmel hizmet ve kaliteli ürün ikmali gerçekleştireceğiz. İDO ile işbirliğimizi daha da geliştirmeyi, müşterilerimize değer katacak kampanya ve hizmetler ile daha uzun yıllar sürdürmeyi arzuluyoruz” diyerek, İDO ile işbirliği yapmaktan duydukları memnuniyeti dile getirdi.

Nargileyi sakın ha masum kabul etmeyin!

İnsanlık milattan önce tanıdı tütünü. İbadet için yakılan tütün yapraklarının verdiği keyfi fark eden insanlar, o günden beri onu yaşamlarında vazgeçilmezlerinden biri olarak kabul etti. Kullanım amacına göre, çeşitli uygarlıklarda değişim gösterdi. Kimi zaman ağızda çiğnendi, puro, sigara, pipo olup içildi, kolonyası bile yapıldı. Ancak bugüne kadar tütünün en çok yakışıp bütünleşerek içildiği tek şey nargile oldu. Bugünkü haline gelene kadar birçok aşamalardan geçti nargile. Hintliler Hindistan cevizinin dışındaki kurumuş tütün kıvamındaki tabakayı yakarak cevizin içine soktukları kamışla başlattılar nargile keyfinin öncülüğünü. Bu yüzden doğu kültüründe nargilenin adı Farsça “Hindistan Cevizi” anlamına gelen “nargil” kelimesinden gelmektedir. Hintlilerin Hindistan cevizi ile öncülük ettiği nargile, zamanla yerini kabağa, gün geçtikçe de porselen ve bronz gövdelilerine bıraktı. Günümüzde ise çini, gümüş ve cam gövdeli olarak kullanılıyor.

Önce İranlılar daha sonra da Araplar arasında yaygınlaşan nargile Araplarca “şişa” İran’da ise “kalyan” olarak adlandırıldı.

Biz de ise XVI. yüzyılda nargile keyfi Amerika’dan getirilen tütünün Osmanlı’da bilinmesi ile başladı. Eskiden sadece tömbeki tütünle içilen nargile, daha sonra Mısır’da içilen aromalı çeşitleri ile ülkemizde çok beğenildi ve yaygınlaştı.

Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı Süleymaniye Camii’nin inşaatı sırasında Mimar Sinan’ın camiinin tam ortasında nargile içtiğini duyan Kanuni kendisine kızmış fakat gerçeği öğrenince ustayı takdir etmişler. Cami ibadete açıldıktan sonra oluşacak insan nefesi ile birleşen yanan yağ kandillerinin isi, süslemelerin üzerinde kir tabakası birikimine neden olabilecekti. Bu nedenle hava akımını sağlamak amacıyla ana giriş kapısı üzerinde hava tahliye aralığı yapılmıştır. Ayrıca nargilenin fokurtusu ile camiinin akustiğini kontrol edebiliyordu. Nargile sadece doğuluların kültürü olarak kalmamış, Avrupa’da da eskiden beri kullanılmaktadır. Hatta Fransa’da George Sand, kendisi içmekle kalmayıp Balzac’ı da nargile tiryakisi yapmıştır.

Bir “Sohbet Medeniyeti” ya da “Zamansızların Keyfi” diye anılan nargile temel olarak dört bölümden oluşuyor. Ağızlık (sipsi), lüle (tütünün ateşin koyulduğu üst kısım), marpuç (boru) ve gövde (içine su ya da süt konulan bölüm). Nargilenin bölümlerinden her biri eskiden farklı zanaatkarlar tarafından özel olarak yapılmaktaydı. Bu zanaatkarlar yaptıkları parçaların adı ve bölge ile anılmaktaydı. Marpuççular semti halen İstanbul’da bu isimle anılmaktadır. Lüle genellikle Tophane’de, gövde ise Beykoz’da gümüş ya da kristalden üretilirmiş. Ağızlık ise eski dönemlerde mikrop tutmadığı inancı ile kehribardan oyulurmuş. Marpuş nedeniyle bulaşıcı hastalıklar yayılmaktadır.

Özellikle okul çevrelerinde ve kentlerin en işlek semtlerinde açılan nargile kahveleriyle gençlerde nargile içme alışkanlığı hızla artış gösteriyor. Dedelerimizin geleneksel keyfi nargile, son yıllarda gençlerden gördüğü yakın ilgiyle ikinci baharını yaşasa da sağlık açısından bakıldığında durum çok iç karartıcı görünüyor. Bir nargile içimi sırasında 3 gram tütün ve 5 gram kömür yakılıyor, toplam 2,25 miligram nikotin ve 242 miligram partiküler madde alınıyor. Bu da kırk nefes kabul edilen bir nargile içiminin elli adet sigara tüketilmesine eşit olduğu anlamına geliyor. Nargile dumanındaki arsenik, nikel, kobalt, krom ve kurşun miktarı da sigara dumanındakinden çok daha yüksektir. Nargile kullanan kişilerde yapılan bir araştırmada, nargile içenlerin akciğer fonksiyonlarının, tütün kullanmayanlara göre yüzde 30 azaldığı saptanmıştır. Ancak nargile için söylenecek tek “olumlu nokta” sigara gibi her an her yerde temin edilememesidir. 

Masum bir Osmanlı geleneği olarak tanıtılan nargilenin zararlarını sayısal verilerle aktarabilmek için internet üzerinden araştırma yapıldığında daha üzücü bir tabloyla karşılaşırsınız. Nargile güzelliklerinin tarihinin ve keyfinin vurgulandığı çok sayıda site bulmak olanaklıyken, zararına ilişkin pek az bilgi yer alıyor. Çoğu sitede “nargile içimiyle sohbetin kalitesi yükseliyormuş” gibi bir mesaj verilmeye çalışıyor. Toplumsal kabul gören bu tehlikeli tütün türüne gençlerin ilgisini çekmek çok kolay görünüyor.  İki yüzden fazla çeşidi olan nargile tütünündeki aroma ile de gençleri ayrıca cezp ediyor. (Aslında aromaların kullanılması ülkemizde yasaklandı.)

Nargile içenler belki de bu risklerini bilseler bu zehri aynı rahatlıkla tüttüremezler. İşte size “tütün dünyasından” bazı haberler.

• Phillip Morris light sigara aldatması yüzünden kanserden ölen bir tiryakinin eşine 150 milyon dolar tazminat ödemiş. Mahkeme “light” sigaraların sağlığa daha az zararlı olduğu görüşünü yanlış ve yanıltıcı buldu.

• Philip Morris’in avukatı Ted Wells ABD hükümetinin dünya devi yedi büyük sigara şirketine karşı açtığı 280 milyon dolarlık dava sırasında üzerinde “light” da yazsa “zararsız sigara” diye bir şey yoktur, biz tehlikeli bir ürün satıyoruz demiş. Yani kazı alıştıra alıştıra yoluyorlar.

• New York’taki 452 daireli bir apartmanda sigara içmek yasaklanmış. Ağır sigara kokusunun hangi daireden geldiğini anlamak zormuş.

• Ereksiyon bozukluğundan tedavi gören hastalara Viagra önerildi. Sigara içmeyenlerin tamamı sağlığına kavuştu. Tiryakilerin %91’inde ise bu ilaç işe yaramadı.

• Türkiye’deki 17 milyon tiryaki, günde bir dolar ödeyerek yılda 3 katrilyonu sigaraya yatırıyor. Bu para “Sağlık Bakanlığı’nın” bütçesinin dört katı ediyor. 

• Denizlerimize en büyük zararı sigara tiryakileri veriyor. Bugüne kadar denizdeki toplam atıkların % 21,5’i izmarit, % 6,7 ise sigara paketi olduğu tespit edildi.

• Son bir istatistiğe göre Türkiye’de nüfusun %41’i sigara içiyor ve bu ülkemize sigara içme oranında dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri yapıyor. 

• Elazığ’ın Karakoçan ilçesine bağlı Sarıbeşik köyünün ihtiyar meclisi köydeki tüm kapalı alanlarda, tabii ki öncelikle kahvelerde sigara içilmesini yasaklamış. Buna dense dense koca bir “bravo” denir.

• Efendim sahte sigara yapmaya başlamışlar. Hem de bu sahte sigara çok daha tehlikeli imiş. İçinde böcekler varmış.  Acaba diyorum, şöyle yüzlerce kişi bu sigaradan bir akşam aniden ölürse, sigara sektörü bir darbe yer mi? İnsanlar bir süre korkar mı (Hani bir ara rakıda böyle oldu ya)

• İtalya’nın Milano kentinde yapılan bir deney sonucu sigara dumanın egsoz gazlarından 10 kat daha fazla insan sağlığına zararlı madde içerdiği tespit edilmiş. İsveç’te yapılan başka bir araştırmada ise sigara içilen bir odanın havasında, içilmeyen bir odaya nazaran 120 kat daha fazla zehirli madde bulunduğu anlaşılmıştır.

• Devlet opera ve balesinin sahnelediği Karmen operasının bir sahnesinde çocuklar dahil, herkese sigara içirtiliyormuş. Zaten söylenen şarkıda meğer “sigaranın dumanı” anlatılırmış. Eserin yüz yıldır böyle oynanması bu yanlışlığın devamını ve yasaların çiğnenmesini gerektirir mi? “Hatalı” olanlar zaman içinde değişir.

• Erzincan’da faaliyet gösteren bir inşaat şirketinin sahibi Ali Yıldırım sigarayı bırakan işçilerine ayda 5 bin YTL zam yapıyormuş. Böyle güzel insanlar da var.

• Enerji Dünyası Kurucusu Gazeteci-Yazar Ferhat Yıldırım sigara bırakan ve 1 yıl ağzına sigara koymayan çalışanlarını her yıl 1 maaş ve 1 ikramiye ile ödüllendiriyormuş. Böyle güzel yöneticilerin de olması sevindiricidir.

• İngiltere’de faaliyet gösteren körlükle mücadele eden “AMD Alliance” Vakfının açıklamasına göre sigara içenlerin kör olma riski, içmeyenlere göre iki kat daha fazla imiş.

Salgının dünyaya kestiği petrol faturası

Dünya ancak 2020’de normalleşecek

Dünya, salgının ekonomideki yaralarını sarmaya çalışırken, enerji dünyasının başrol oyuncusu olan petrol için takvim IEA tarafından açıklandı.

Dünya petrol talebinin Kovid-19 salgının yaralarını sararak normalleşmesi en az 3 yıl sürecek. Salgının daha uzun sürede kontrol altına alınması halinde ise petrol talebinin Kovid-19 öncesi seviyesine dönmesi 2027’yi bulacak.

Dünya enerji talebi bu yıl yüzde 5 azalırken, petrol talebindeki düşüş yüzde 8’i bulacak. Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının yayılmasını önlemek için ülkelerin uyguladığı seyahat kısıtları başta olmak üzere çeşitli karantina kuralları, talepteki düşüşte etkili olacak. 

Böylece, geçen yıl günlük yaklaşık 98 milyon varil olan küresel petrol talebi, bu yıl sonunda günlük 89,6 milyon varile gerileyecek.

Kovid-19 salgınının 2021’de kontrol altına alınması halinde, küresel petrol talebi gelecek yıl günlük 94,5 milyon varile yükselecek. Dünya petrol talebinin Kovid-19 öncesindeki seviyesine dönmesi ise ancak 2023’te gerçekleşecek ve bu dönemde günlük talep 98 milyon varile çıkacak.

Petrol talebi 2025’te 100 milyon varile, 2030’da ise 103,2 milyon varile yükselecek fakat söz konusu miktar 2040’a kadar yatay bir seyir izleyecek. Küresel petrol talebi, 2040’ta ise günlük 104 milyon varil seviyesine çıkabilecek.

Öte yandan, salgının kontrol altına alınmasının daha uzun sürmesi ve ekonomik toparlanmanın 2023’ü bulması durumunda, dünya petrol talebi ancak 2027’de günlük 98 milyon varil seviyesine ulaşarak Kovid-19 öncesi seviyesine dönebilecek.

Bu senaryoda, küresel petrol talebi 2040’ta ise günlük 99,7 milyon varil seviyesine çıkacak.

Talebi etkileyecek birçok faktör mevcutKovid-19 sonrasında araç satışlarındaki yavaşlama, ülkeler arası taşımacılıkta kamyon trafiğinin gerilemesi, elektrikli ulaşımın yaygınlaşması, enerji tüketimindeki alışkanlıkların değişmesi, seyahatlerin azalarak video konferans yoluyla yapılan toplantıların artması, hava yolu kullanımının azalması, zayıf ekonomik büyüme nedeniyle petrokimya sektöründe küçülme ve enerji verimliliği yatırımlarının büyümesi petrol talebinin düşük seyretmesinde etkili olacak.

Toplu taşıma kullanımında isteksizlik, SUV modeli araçların satışındaki hızın devam etmesi, petrol fiyatlarının düşük seyretmesi, emisyonların azaltılmasını sağlayacak uygulama ve kararların ertelenmesi, tek kullanımlık plastik ve paketleme malzemelerinin kullanımındaki artış ise petrol talebinin yüksek seyretmesinde belirgin rol oynayacak.

Petrol talebi, özellikle gelişmiş ülkelerde ekonomik büyümenin en önemli göstergelerinden biri olarak değerlendiriliyor.

Ortak alan çocukları 4

Yaşadığınız toplu yaşam alanını bir aile şirketi olarak düşünün. 500 daire olan sitede 500 aile yaşıyorsa, bu 500 aile sitenin ortağıdır. Ve site yönetiminin kârı ve zararı eşit şekilde pay edilir.

Şimdi site yönetiminde kaçak, zarar ve israfa neden olabilecek en önemli kaleme bakalım.

Tüm kurumların, toplulukların ve hatta milletlerin en önemli ve bütçesini yoran en temel gideri güvenliktir. Güvenlik, asayişi sağlamakla toplumsal huzurun tesisinin oluşması için vazgeçilmez değerdedir.

Toplu yaşam alanı halinde planlanmış olan sitelerin aidatlarının yükselmesinin en büyük nedeni özel güvenlik firmalarına ödenen fahiş hizmet bedelleridir.

2005 yılında AK Parti İstanbul İl Başkanı görevinde bulunan Mehmet Müezzinoğlu ünlülerin evlerinde yaşanan hırsızlık olaylarının arkasında güvenlik şirketlerinin olduğunu iddia etmişti.

Bu iddianın ardından Müezzinoğlu’nun sözlerine çok büyük tepkiler gelmiş ve özellikle güvenlik şirketleri bu iddiaların kabul edilemez olduğunu belirtmişlerdi.

Eski Başbakan Tansu Çiller, Müsteşar Ömer Dinçer, sanatçı Özcan Deniz ve gazeteci Cengiz Çandar gibi kişilerin evlerinde yaşanan hırsızlıkların altında vatandaşa çaresizlik duygusu verilmesinin yattığını söyleyen Müezzinoğlu’nu o vakit tam anlayamasam da şimdi çok daha iyi anlıyorum.

Şu anda İstanbul’da bir sitede insani ve sosyal haklar kapsamında 6 kişiyle 7/24 güvenlik sağlanıyorsa, özel güvenlik şirketine site yönetimleri takriben 30.000 TL – 35.000 TL arası hizmet bedeli ödemek zorundadır. Bu bedele ayrıca çalışan personelin kıdem, ihbar tazminatları ve yıllık izin bedelleri dahil değildir. Birçok güvenlik firması site yönetimlerinden, çalışanlarının tazminatları adına haksız ödemeler almaktadır. Sitede çalışmayan kişinin veya sitede 8 ay çalışan kişinin 5 yıllık tazminatını da talep eden şirketler olduğunu görüyor, duyuyor ve şahit oluyoruz.

Ciddi anlamda artan maliyetler sebebiyle site yönetimleri güvenlik şirketleri ile sözleşmelerini fesih ederek maliyetleri düşürmeyi amaçlamaktadırlar.

Fakat sözleşmeyi fesih etmeyi düşündüklerini güvenlik şirketine bildirdiklerinde şirket yetkililerinden “bizimle çalışmayı bırakırsanız; sitenize hırsızlar girer ve bundan önce bizi bırakan sitelerde çok hırsızlıklar yaşandı.” ifadelerine benzer tehdit ve tahrik oluşturan cevaplarla caydırmaya ve hırsızdan da tehlikeli hale dönüşebildiklerine site yöneticileri pek tabi şahit olmaktadır.

İşini layıkıyla yapan güvenlik firmaları da yaşanan bu tür olaylardan rahatsızlık duyduklarını belirtiyorlar. Site yönetim kurulu başkanlığı yaptığım zamanlarda tanıştığım birçok güvenlik firması sahibi de bu tür olaylardan, haksız kazanç sağlayan ve sektöre zarar veren güvenlik şirketlerinden rahatsızlık duyduklarını belirtiyorlar.

Site yönetimlerinin bu güvenlik kaleminden kurtulmak adına akılcı olarak tek yapmaları gereken, güvenlik personelini kendi bünyesinde çalıştırması ve tasarruf tedbirleri ile giderleri en az seviyeye indirmesi gerekmektedir. Fakat ahlaksızlığı şiar edinmiş yöneticiler için bunu yapmak değil bizzat bu gider kalemi üzerinden de rant sağlamak mümkün olabiliyor.

Etrafı duvarlarla çevrili, araç ve yaya girişlerinin emniyetli olduğu sitelerde yönetimlerin kendi personeli ile güvenliği sağlaması mümkündür. Fakat etrafı çevrili olmayan, teknolojik imkanlarla emniyet tedbirleri alınmayan yaşam alanlarında güvenlik şirketi olmadan güvenliğin sağlanması zor bir durumdur. Gerçi böyle etrafı açık ve kontrolsüz sitelerde güvenliğin pekte esamesine rastlanmıyor. Güvenlik personelinin sadece sitenin ortak alanına giren sahipsiz dostlarımız kedi ve köpeklerine bekçilik ettiği ve sitenin otopark görevlisi haline dönüştüğü gerçeğini de unutmamak gerekir.

Site yaşam alanlarınızın etrafı çevriliyse güvenlik firması yerine kendi güvenlik ağınızı oluşturmak yönetimlere daha kontrol edilebilir ve daha ekonomik bir güvenlik yapısı kazandıracaktır.

Bunun oluşturulması için İstanbul Valiliğine başvurmak ve personeli yönetim bünyesinde çalıştırmak gereklidir. Maliyeti % 60 düşürmek bu şekilde mümkün olacaktır.

Yani sorunu yaşayanlar da bizleriz, sorunu çözecek olanlar da bizleriz…

Sorunu çözemezsek, sorunun ta kendisi bizler oluruz…

‘Uyguristancılar’ bunu görmeli

Tarih, Uluğ Türkistan’da Rus ve Çin siyasetinin temelinin ‘böl, parçala, yönet’ üzerine kurulu olduğuna dair örneklerle doludur. Maalesef her dönem bu siyasete alet olan Türkistanlılara şahit olunmuştur, olunmaya da devam etmektedir.

Bilindiği üzere Çin’de bütün basın-yayın ve sosyal medya ÇKP’nin kontrolündedir. Demokratik ülkelerde sıradan insanların sosyal medya hesaplarından paylaşımları bireyleri bağlasa da, mevzubahis Çin olunca işin seyri değişmektedir. Halkın her hareketini/paylaşımını kontrol altına alan ÇKP yönetiminin bir diğer mahir olduğu alan yine sosyal medya veya internet üzerinden toplum mühendisliği yapmaktır. Bu alanda kendi sınırlarını da aşan ÇKP yönetimi son dönemlerde başta komşu ülkeler olmak üzere uluslar arası topluma sıradan insanların sosyal medya paylaşımlarından veya sıradan bir web sayfasından yayınlanan içeriklerle mesaj üzerine mesaj vermekte.

Bu bağlamda Kazakistan’ın Çin’e bağlanmaya can attığı haberinin Çin web sayfalarında paylaşımı sonrası yaşananları düşündüğümüzde bu ve benzeri olayların araştırıldıkça daha çok ortaya çıkacağı hissine kapılmıştık ki, ÇKP yönetimi bizi yine yanıltmadı.

Lakin bu seferki iş daha büyük bir strateji üzerine kurulmuşa benziyor. Şöyle ki; 2017 yılında çekilen bir video birkaç gün önce twitter’da dolaşıma sokuldu. Pekin’de sıradan bir üniversitenin sıradan bir tarih bölümünden mezun ve yine Pekin’de 4 nolu ortaokulun müdürlüğünü yapan Shi Guo-peng adlı öğretmenin kısa videosundaki söz, mimik ve hareketleri nasıl bir Çin toplumu ve ÇKP yönetimi ile karşı karşıya geldiğimizi görmek açısından birçok done içermekte. Bu kısa videonun 9.36 dk.’lık uzun daha vahim ifadelerle dolu versiyonu ise “bir tarih hocasının öfkesi” adıyla yayınlanmış.

Öncelikle kısa videodaki ifadelere göz atalım; “Bugün küçük bir Uygur grubu ülkelerini “Doğu Türkistan” olarak adlandırmakta. (tükürme ve tiksinti duyma hareketi). Onları gördüğünüz zaman terörist ya da ayrılıkçı olup-olmadıklarına bakmaksızın, yapılması gereken ilk iş bu *içleri gerçek atalarının kim olduğunu unuttukları için haşlamak gerekir. Nasıl Doğu Türkistan diyebilirsiniz? Eğer “Doğu Uygur Kağanlığı” derseniz bir şey demem. Eğer ona “Batı Uyguristan” derseniz buna katılabilirim bile ve bu kesinlikle tartışılabilir. Ama “Doğu Türkistan” derseniz sizi dövmek için tokat atmaktan çekinmem. Haksız mıyım? Bu benim resmi görevli bir tarih öğretmeni olarak vazifem. Sadece Doğu Türkistan dediğiniz için önce suratınıza 1400 kere tokat atacağım, ondan sonra konuşacağız. Tarihin birinde biz aynı zamanda Mısır’ı da yönettik. Gelecekte gerekirse şunu da söyleyebiliriz; “Mısır tarihi olarak Çin’in ayrılmaz bir parçasıdır”. (öğrenciler kahkaha ile gülüşüyor). Bunu sessizce kalbinizden saklayın. Bu bölümün bir video kaydını almalısınız (gülüşüyorlar).

Bu videodaki sözler öyle sıradan, alelade, gelişigüzel söylenmiş sözler değil, aksine bu sıradan bir öğretmen eliyle köhne bir stratejinin uygulamaya sokulmuş halidir. Bu olsa olsa bir taşla birden çok kuş telef etmenin sinsice dolaşıma sokulması halinin dışavurumudur.

Bu cümleler en basitinden Doğu Türkistanlıların birlik ve beraberliklerine, çok ama çok sinsice atılmış, pimi çekilmemiş bir el bombasıdır. Buradan murat bilhassa yurtdışındaki Doğu Türkistanlılar arasına nifak tohumları ekmek, sonrasında ise kardeşi kardeşe düşman hale getirip seyretmek, bu vesile ile bölüp parçalamak ve asırlardır devam ettirdikleri siyasetlerinin bir kere daha meyve verdiğini görmenin hazzını yaşamak.

Çin siyaset yapıcılar çok iyi bilmektedir ki, “Doğu Türkistan” tabiri birleştiricidir. “Uyguristan” zehrini yutacak birileri, “Kazakçılık, Kırgızcılık, Özbekçilik, Tatarcılık… vs” yapan birilerini tetikleyecektir. Bu da kardeşin kardeşi, henüz doğmamış bebeğe don biçmek ile ifade edilebilecek bir durumla meşgul edip, birbirlerine düşmanca bakmalarına ve nihayetinde de asla bir araya gelip güç birliği yapamayacakları bir hale sokmanın zehirlerinden biridir.

Zaten zikredilen bu durumla alakalı Doğu Türkistanlı kardeş boylar arasında kendini bilmez birkaç kişi tarafından inatla tezviratlar yapılmakta ve bu akılalmaz tartışmalar Doğu Türkistanlıların birlik beraberliklerine ciddi darbeler vurmakta.

Kazakistan’da yaşamakta olan bir Uygur’un Kazakistan topraklarının bir kısmıyla alakalı sözleri tamamen yukarıdaki paylaşımda dile getirilen sinsi siyasetin bir dışavurumudur. Aynı şekilde ülkemizde ve batılı devletlerde bu minvalde tezvirat yapanların da aynı yere, bilerek veya bilmeyerek, hizmet ettiklerini düşünenlerden ve asla ama asla bu türden tezvirat yapanların samimi olmadıklarına inananlardanım. Bu durum, hasbelkader Doğu Türkistan, umarım en kısa zamanda, bağımsız bir devlet olsa ki olacaktır, kardeşi kardeşe kırdırmanın altyapısını oluşturmaktır.

Bu türden oluşumlar içerisinde olanlardan veya bu yönde tezvirat yapanlardan bütün Doğu Türkistanlılar uzak durmalı, bırakın teşkilatlarında, aralarında bile barındırmamalıdırlar. “Doğu Türkistan, Uygur’u, Kazak’ı, Kırgız’ı, Özbek’i, Tatar’ı, Tacik’i ile bir bütündür ve dahi asla parçalanamaz” duruşunu her Doğu Türkistanlı olmazsa olmaz bilmelidir.

Endüstriyel tesislere iklimlendirme çözümleri

İklimlendirme sektörünün öncü firmalarından Form Şirketler Grubu, 55 yıllık tecrübesi ve güçlü ortaklıklarından gelen geniş ürün gamıyla, endüstriyel alanların iklimlendirme ihtiyaçlarına yenilikçi çözümler sunuyor. Form Şirketler Grubu iştiraki Form Endüstri Ürünleri, enerji verimliliği yüksek Dunham Bush marka soğutma gruplarıyla Karan Tekstil ve Sepaş Plastik üretim tesislerinin iklimlendirme ihtiyaçlarına çözüm sundu. Gücünü sektördeki 55 yıllık tecrübesi ve başarılı iş ortaklıklarından alan Form Endüstri Ürünleri, endüstriyel alanların iklimlendirme ihtiyaçlarını verimliliği ve teknolojisi yüksek ürünlerle karşılıyor. Form Endüstri Ürünleri,Karan Tekstil üretim tesisine,48 yıldır temsilciliğini başarılı bir şekilde yürüttüğü Amerikan kökenli Dunham Bush soğutma gruplarının yanı sıra Form markalı Klima Santralleri’nin kurulumunu gerçekleştirdi. Gaziantep Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyet gösteren Karan Tekstil tesislerinin iklimlendirmesi, 1.000 kW soğutma kapasiteli Dunham Bush marka Hava Soğutmalı Vidalı Kompresörlü Soğutma Grubu ve 6 adet Form marka Klima Santrali ile sağlandı. Tedariği sağlanan döner tamburlu, bypass damperli, ısı geri kazanımlı, full otomasyonlu ve atomizer buhar nemlendiricili Form Klima Santralleri, tesise 53.000 m3/h (3 adet), 42.500 m3/h (2 adet) ve 40.000 m3/h olmak üzere üç farklı boyutta entegre edildi.Hava Soğutma gruplarının sezonsal verimlilik değeri ise 4,1. Tekstil üretiminde doğru iklimlendirme, havalandırma ve nemlendirmenin üretim kalitesi ve verimlilik açısından son derece önemli olduğu bilinciyle hareket eden Form, bu alanda doğru sistemler kurgulayarak verimliliğin artmasına katkıda bulunuyor. Form tarafından projelendirme ve ürün tedariği yapılan diğer bir proje ise Adana’da bulunan Sepaş Plastik fabrikası. 1984 yılında kurulan ve Türkiye’nin lider PE plastik film üreticisi olan Sepaş Plastik, plastik enjeksiyon sürecinin en önemli ayaklarından olan soğutma aşamasında, ürün kalitesinden taviz vermeden maliyeti düşük tutmak adına enerji verimliliği yüksek Dunham Bush marka Su Soğutmalı Vidalı Kompresörlü Soğutma Grubunu tercih etti.

Akıllı şehir yolculuğu 4

Akıllı şehirler alanında ileri teknolojileri yakından takip eden, ileri seviye akıllı ve güvenli şehirler uygulamalarını ülkemizde ve bölgemizde uzman kadrosu ile hayata geçiren “Güvenli ve Akıllı Şehirler” pazarının liderlerinden biri konumunda olan Proline ile Akıllı Şehir Yolculuğu devam ediyor…

Şehir Güvenlik Sistemleri’nin Dünyadaki gelişimine kısaca bakarak yazımıza giriş yapalım; bu konuda yapılan çalışmalar küresel şehir izleme pazarının 2005’den 2007’ye kadar 12%’lik bir hızlı büyüme gerçekleştirmesinin ardından 2007’den 2011’e kadar yıllık 21%’lük bir büyüme gerçekleştirdiğini göstermektedir. Ve bu pazarda emniyet ve güvenlik uygulamaları çoğunluk payını oluşturmaktadır. Bu uygulamaları hayata geçirmekte çevik çözümler geliştiren İngiltere’de günümüzde yaklaşık olarak her 14 kişiye 1 kamera düşmektedir ve toplamda 4.2 milyon adet kamera kullanılmaktadır. Bu sayede İngiltere’de 10.000 suç çözüme kavuşturulmuş ve yaklaşık 200.000.000’luk zarar önlenmiştir.

Ayrıca tüm dünya açısından bakıldığında da küresel şehir izleme sistemlerinin günümüzde Endüstri 4.0, perakende, sağlık, ulaşım ve turizm gibi çeşitli sektörlere de farklı fırsatlar sunmakta olduğunu da gözlemlemek mümkündür.

Ülkemiz tarafından konuyu ele aldığımızda bir özel sektör yatırımı olan Proline Bilişim Sistemleri ve Ticaret A.Ş.’nin, bu alanda en ileri teknolojileri yakından takip ederek, kendi Ar-Ge merkezinde uzman kadrosu ile geliştirdiği iSIM (Intelligent System Integration Management) yazılımını ve bu yazılımın kullanıldığı alanları ele alarak bir bilgilendirme yapacağız bu hafta.

Ve Proline bakış açısıyla akıllı şehir yönetim sistemlerini yazmadan önce kısaca akıllı şehir ve sağladığı kolaylıklar nedir? Hatırlayıp sonrasında genel olarak şirketin yapısına bir bakalım:

Akıllı Şehir güvenli ve akıllı binalardan merkezi güvenlik yönetim sistemlerine, ulaşımdan kamu güvenliğine kadar birçok fonksiyonu barındıran, insan ve altyapı odaklı şehirler anlamına gelmektedir. Bilginin ve verinin anlık olarak paylaşılabilmesi, şehirlerdeki birçok sorunun ortaya çıkmadan engellenebilmesine olanak sağlamaktadır. Akıllı şehirlerin en önemli özelliklerinden biri vatandaşlara yüksek yaşam kalitesi sunmasıdır. Akıllı şehirlerin vatandaşlara yüksek yaşam kalitesi sunması, insanların yaşamak için bu şehirleri tercih etmelerinin başlıca nedenlerindendir.

Bu tanım ve bakış açısını dikkate alarak Akıllı Şehir vatandaşlarına yüksek yaşam kalitesi sunan, pazarının liderlerinden biri olan şirketi tanıyalım:

2003 yılından bu yana faaliyet gösteren bir Türk teknoloji şirketi olarak Proline son 9 yıldır özellikle “Akıllı ve Güvenli Şehirler” alanına odaklanmakta, bu alandaki vizyonu çerçevesinde güvenliği merkeze alarak oluşabilecek bir olaya anında müdahale edebilen, hatta bir olay oluşmadan onu öngörebilen, kullanıcı dostu ve kolay yönetilebilen sistem ve platformların bütünleşik olarak yönetilmesini sağlayan IoT orkestrasyon platformu olan iSIM’igeliştirerek vatandaşların yaşam kalitelerini artırabilmeyi hedeflemektedir. Bu doğrultuda Ar-Ge merkezinde geliştirdiği akıllı şehirler yönetim sistemlerinde kullanılan akıllı yazılımların yanı sıra e-ID ve biyometri çözümlerinden oluşan geniş ürün yelpazesiyle pazarda yer almaktadır.

Türk mühendisler tarafından Proline Ar-Ge merkezinde geliştirilen,akıllı şehirler yönetim sistemlerinde kullanılan iSIM yazılımı ile şehirde mevcut olan dağınık sensörlerin, sensör ağlarının, kameraların ve diğer platformların marka ve modelden bağımsız olarak tek noktadan, verimli şekilde yönetilmesi amaçlanmaktadır. Kullanıcı dostu bir arayüz ile tasarlanan iSIM sayesinde insan kaynaklı olası hataların en aza indirgenerek, şehirlerin ve/veya kritik altyapıların yönetiminin güvenli bir şekilde sağlanması da hedeflenmektedir. Ayrıca yeni bileşenlerin eklenmesi tarafında da kolay bir arayüz sunularak karmaşık işlemlerin önüne geçebilmektedir. Ve 2018 yılında Akıllı Ulaşım Sistemleri, 2019 yılında da Endüstri 4.0 Proline’ın odağına alınarak iSIM ile yönetilebilecek alan potansiyeli önemli bir şekilde artırılmış bulunmaktadır.

Türkiye’de ve yurt dışında birçok şehir ile Akıllı Şehir deneyimleri Proline tarafından paylaşılarak şehirlerin daha ileri seviyeye taşınabilmesi için görüşmeler yapılmakta ve temaslar devam etmektedir. Proline’ın yurt dışı projelerinden bir örnek verilecek olursa; geçtiğimiz yıllarda Proline tarafından geliştirilen yeni nesil teknolojiler ile Katar’ın başkenti Doha “Akıllı ve Güvenli Şehirler” kriterlerine uygun güvenlik seviyesine taşınmış bulunmaktadır.

Yaklaşık 200 km fiber optik altyapı üzerine güvenlik kameraları, sensörler ve video analitik sistemleri içeren güvenlik çözümü konumlandırılmıştır. Ayrıca sistemin, komuta ve kontrol merkezinde çalışan akıllı yazılımlar ile desteklenmesi de sağlanarak, proje Katarlı yetkililere başarıyla teslim edilmiş, böylece “Tala’a” olarak adlandırılan proje ile 2022 FIFA Dünya Kupası’na ev sahipliği yapması planlanan Katar’ın başkenti Doha’nın güvenliğinin tek bir merkezden yönetilebilmesi sağlanmıştır.

SONUÇ

Dünya ve Ülkemiz açısından baktığımızda COVID-19 sonrası iş ve yaşam biçimlerinin eskisi gibi olmayacağı/olamayacağı gerçeği ile yüz yüzeyiz. Bu gerçek bizi iş, yaşam biçimlerini yeniden kurgulamaya yöneltmektedir. Bu açıdan bakıldığında Güvenli ve Akıllı Şehirler Yolculuğunda “Veri”, “Altyapı”, “Sensör”, “Enerji” çok daha fazla önem kazanmakta ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan “Mega Şehirler” ve “Mega Koridorlar” tarafından giderek daha fazla şekillenen bir dünyada, liderlerin ve kuruluşların becerileri kadar kritik sorumlulukları da artmaktadır. Kritik kararlarla karşı karşıya gelindiğinde insan ve şehir verimliliği ve güvenliği için karar verme, derhal harekete geçme ve en iyi doğru sonuçları almak, değerlendirmek eksiksiz, doğrudan ve ilgili bir bilgi akışı gerektirir. Bunun sağlanması da; “Başka Türkiye yok” felsefesinden hareketle; Ülkemiz Akıllı Şehir çalışmalarının içinde olan kamu ve özel sektör kuruluşlarının birbirleriyle ve bu konuda faaliyetleri bulunan küresel oyuncularla daha fazla işbirliği içinde olmaları ile mümkün olabilecektir.

‘Güçler Dengesi’ ve Türk diplomasisi

Para ve silah… Güçler Dengesi’ni görmek için takip edilmesi gereken iki ana, değişmez ve her devrin ederi…

İsim değiştirir, şekil değiştirir, nitelik değiştirir ama son tahlilde işin özünde hep “para ve silah” vardır.

Şöyle de denebilir; “para ve silah” güç getirir, güç ise; belirleyicilik, söz hakkı ve hakimiyet getirir.

“Para ve silah” menşeili bu güç, kah şirketler, kah aileler ve kah devletler eliyle kendini gösterir.

Terör örgütleri bile bu “güç”ten azade hareket edemezler.

Her devirde böyleydi,

Son 250 yıldır da böyle,

Bugün ise devrin idrakına uygun ve modernize yöntemlerle yine başat aktör…

Bu aktör öyle etkilidir ki;

Düşman devletlerde, hasım ve rakip liderlerde, farklı pakt ve birliklerde vücut bulabilecek kadar her taraftır, her yerdedir ve herkesledir.

Mesela; Biden ve Trump,

ABD’nin başkan adayları,

Birbirlerine söylemedik laf bırakmayacak kadar hasımlar.

Ama ikisi de o “güç”ün adayı ve adamıdır.

ABD ve Rusya…

İki tarihi hasım diye biliriz.

Biri diğerinin zayıflığıyla beslenir, gücüyle zayıflar.

Her konu ve alanda rakiptirler.

Ama ikisi de o “güç”ün etkinlik alanıdır ve o “güç”e sadıktırlar.

ABD-Kuzey Kore,

ABD-Küba,

ABD-Venezuela…

Güney Kore-Kuzey Kore,

Hindistan-Pakistan,

Hatta;

İsrail-Filistin,

İsrail-Mısır,

İsrail-Suudi Arabistan vb…

Görünüşte hasımdırlar, birbirlerine…

Ama tarafların belki de tek müştereği, bu “güç”e aynı mesafede olmaları…

“Güç”ün de onlara…

Hal ve ahval böyleyken Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve özellikle Türkiye özeline gelirsek;

Suların iyice ısındığı, donanmaların cirit attığı ve Türk-Yunan ilişkisinin gerildiği hengamede Türkiye’nin yalnızlaştığı algısı gün be gün artıyor.

İsrail’le, Mısır’la, Almanya-Fransa-İtalya’yla, Rusya-Suriye-BAE-Suudi Arabistan’la kötü ilişkiden ve bu ülkelerin Türkiye karşıtlığında yer alışlarından dem vuruluyor.

Doğru mu..?

Evet doğru…

Ama gelin, bu cari duruma ve realiteye bir de şu açıdan bakalım;

“Güçler Dengesi” bilinciyle değerlendirelim.

Yani “Para ve Silah”ı elinde tutan küresel etkinlik bağlamlı “GÜÇ” ile olan, ilişki ve iletişim boyutuyla analizleyelim.

Erdoğan ustalık dönemini yaşıyor.

Görüyor, gözlüyor ve zannımca küresel bazlı gelişmeleri ve muktedir olan “Güç”ün gücünü oldukça iyi okuyor.

Geldiğimiz noktada edinimleri, oluşan basiret ve feraseti ve diplomatik hafızasıyla; herkes ve her şey üzerinde, bir şekilde etkin ve muktedir olan “Güç”le kuracağı diyaloğun, münferiden ve devlet bazlı iletişimden daha müessir olacağının farkında.

Belki de çok ciddi “arka kapı diplomasi” yürütüyordur.

Bilirsiniz ve biliriz ki; devletlerin Dışişleri Bakanlıkları kanalıyla yürütülen resmi ilişkilerin ötesinde, bir de “gayrı resmi diplomasi” gerçeği var.

Ki kanımca; asıl belirleyici ve sonuç verici olan da budur.

Resmi isim ve kurumlar sadece ilan eden, kamuoyuna duyuran ve gayrı resmiliği resmileştirendir.

Şimdi geriye yaslanıp Doğu Akdeniz’e doğru bir bakalım…

Mısır ve Sisi kendi kendinden aldığı milli ve yerli bir güçle mi bizden uzaklaştı,

Keza İsrail,

Hakeze Suriye…

Avrupa’nın ABD’si, Almanya mı..

Yoksa kendini Napolyon sanan Macron’un Fransa’sı mı…

Hiç sanmıyorum…

Çünkü dövüşen devletler de, sarışan ülkeler de –kimse kusura bakmasın ve tabirimi mazur görsün- bu “Güç”ün figüranı olmaktan öteye geçebilecek güç ve kudrette değillerdir.

Hal böyleyken, Türkiye’nin yalnızlaşmışlığı şeklinde gözlenen tablonun yarın bambaşka bir şekle dönüşmeyeceğini kim iddia edebilir…

Ben inanıyorum ki Sayın Erdoğan –her ne kadar kamuoyuna yansımıyor olsa da ve kamuoyunca bir tedirginlik yaşansa da- sessiz ve derinden bölgesel gidişat ve Türkiye’nin geleceğine dair çok ciddi arka kapı diplomasisi yürütmektedir.

Eğer akıllı ve akılcı olursak, sözde değil özde bir kazan-kazan refleksiyle hareket edersek ve en önemlisi; Yeni Dünya Düzeni’ni amaçlayan “Güçler Dengesi”yle dengeli ve tutarlı bir politika yürütürsek;

Türkiye’nin hasımları azalacak, müttefikleri artacak, Yunanistan’la muhatap bile olmayacak ve bölgesel başat aktör olma yolunda ilerleyebilecektir.

Bu arada Rusya ve Putin’e de bir başlık açmak istiyorum.

Defalarca yazdım; ne Putin’den, ne de Rusya’dan “kadim dost” olmaz, diye…

Putin’in Çar Deli Petro’laşmasını, Rusya’nın değişmez emel ve Türkiye samimiyetsizliğini, hep dile getirdim.

Ve, bu Rus oyununu ve riyasını defalarca yaşamadık mı..!

Sonuncusu ise, Suriye’deki PKK unsurlarını Moskova’da misafir edilmesi ve Türkiye’yi etkisizleştirme çabası oldu.

SDG’nin PKK olduğunu bile bile,

Türkiye’nin 30-40 yıldır mücadele ettiği terör örgütü olduğunu göre göre,

Yıllardır Erdoğan’la Suriye İç Savaşı’nın çözümünü konuşuyorken,

Putin’in yaptığına bakın…

Şaşırdım mı..?

Asla şaşırmadım.

Akrep akrepliğini yapar ve sokar.

Çünkü “huyu bu..”

Ama ben, Rusya ve Putin’in eylemleri konusunda bile, o bahsettiğim “Güç”ün etkili olacağını düşünüyorum.

Demirden sert çelik vardır sözü çerçevesinde; Putin Efendi’nin de ipinin “Güçler Dengesi” paradigmasında birilerinin elinde olduğuna eminim.

Yeter ki biz, tutarlı, akılcı, sabırlı, sağduyulu, romantizmden uzak ve karşılıklı menfaatler muvacehesinde “küresel müessirlerle” arka kapı lobi görüşmelerini inşa edici boyutla sürdürebilelim…

Gerisi gelir, zaten….

Signify karbon nötr olmayı başardı

Aydınlatmada dünya lideri Signify (Euronext: LIGHT), %100 yenilenebilir elektrik kullanmanın yanı sıra dünya çapındaki tüm operasyonlarında karbon nötrlük elde ettiğini duyurmaktan gurur duyuyor.   Şirket, 2020 taahhütlerinden geriye kalanları gerçekleştirmeye doğru emin adımlarla ilerlerken, çevre ve toplum üzerindeki olumlu etkisini ikiye katlamaya odaklanacağı beş yıllık yeni bir yolculuğa çıkıyor. 

Tesislerinde enerji verimliliği daha yüksek teknolojilere, daha sürdürülebilir taşıma olanaklarına ve optimize edilmiş lojistik planlamaya, bunun yanında daha sürdürülebilir bir şekilde daha az seyahat etmeye geçiş yapan Signify, 2010 yılından bu yana operasyonel emisyonlarını %70’in üzerinde azaltmayı başardı. Ayrıca şirket, biri Teksas’ta diğeri Polonya’da olmak üzere imzaladığı iki elektrik satın alma anlaşmasıyla %100 yenilenebilir elektrik kullanıyor. Yerel halkın sağlığına fayda sağlamayı amaçlayan projeler gerçekleştirdiği karbon dengeleme programıyla da emisyon azaltımlarında dengeyi yakalıyor.

Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan The Climate Group’un CEO’su Helen Clarkson, şu ifadelere yer verdi: “2020 yılında tüm operasyonlarını karbon nötr hale getirerek büyük bir başarıya imza atan Signify’ı kutluyoruz. Signify’ın RE100 ve EV100 girişimlerine verdiği destekle birlikte enerji verimliliğine sahip LED aydınlatmanın dünya çapında kullanımını hızlandırmak için 10 yılı aşkın bir süredir Signify’la ortak çalışıyoruz. Paris Anlaşması’nın hedeflerine ulaşmak için dünya çapında emisyonları 2030 yılına kadar yarıya indirmemiz gerektiğinden 2020’leri ‘İklim On Yılı’ olarak adlandırıyoruz. Bu nedenle, daha fazla sayıda şirketin kendi nötrlük hedeflerini belirlerken Signify’ın izinden gitmesi gerekiyor.”

Signify’ın CEO’su Eric Rondolat ise şöyle konuştu: “Signify’daki tüm meslektaşlarımla gurur duyuyor ve karbon nötrlük hedefimize ulaşmadaki desteklerinden ötürü hepsine teşekkür ediyorum. Bu başarının şirketimiz için ne kadar önemli olduğunun altını çizerken diğer birçok şirketi de bu yolda bizimle birlikte yürümeye davet ediyorum. Dünyamızın hala demografik değişimler, kentleşme, iklim değişikliği ve kaynak kıtlığı ile karşı karşıya olduğunu unutmamak gerek. Zaman durup kutlama değil, daha da azimli olma ve bu zorlukların üstesinden gelmeye yönelik çalışmalarımıza hız kazandırma zamanıdır. Sürdürülebilirlik için büyüme ve harika bir çalışma ortamı sunmak, şirket stratejimizin temel dayanaklarındandır. Bu da sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda, karbon nötr olmanın ötesine geçeceğimiz, çevre ve toplum üzerindeki olumlu etkimizi 2025’te ikiye katlayacağımız anlamına geliyor.”

Daha Aydınlık Yaşamlar, Daha İyi Bir Dünya 2025: Yeni sürdürülebilirlik programımızla karbon nötr olmanın ötesine Signify, bugün yeni sürdürülebilirlik programını hayata geçirirken rotasını çevre ve toplum üzerindeki olumlu etkisini ikiye katlamaya çeviriyor. Aşağıdaki dört hedefe ulaşmak için şirketin stratejik pusulası BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri olacak:

Asker görevinin başında

0

İstanbul’un şehir merkezinden uzak tüm konumlarında Kovid-19 salgını kapsamındaki tedbirler Jandarma Asayiş Ekiplerince de yürütülmektedir.

Jandarma Asayiş Ekipleri, İstanbul’da görev yaptıkları yaşam alanlarında Kovid-19 denetimlerine ara vermeden devam ederken vatandaşlara karşı nazik ikazlarıyla örnek oluşturuyorlar.

Gazetemiz muhabirleri Jandarma Ekiplerinin Sarıyer’de restoran, kafe gibi alanlarda gerçekleştirdiği denetimlere katıldılar.

İstanbul İl Jandarma Komutanlığına bağlı ekipler, Sarıyer Kilyos bölgesinde sorumluluk alanlarında bulunan umuma açık istirahat ve eğlence yerleri başta olmak üzere kafe, restoran gibi yeme içme mekânlarında denetleme gerçekleştirdi.

198 Asayiş Timi, 24 Motosikletli Asayiş Timi ve 12 Jandarma Suç Araştırma Timi olmak üzere toplam 234 Tim ve 702 personelin katıldığı denetlemelerde bu alanlarda Kovid-19 tedbirlerine uyulup uyulmadığı kontrol edildi. Ekipler, bu mekanlarda bulunan vatandaşları da bilgilendirerek maske ve sosyal mesafe kuralını bir kez daha hatırlattı.

Jandarma, devriye araçlarıyla anons yaptı.

Havaların soğumaya başlamasıyla birlikte kapalı alanlarda yoğunlaşmaların artacağını dikkate alan Jandarma ekipleri, devriye müdahale araçlarından yapılan anonslarla vatandaşları uyardı. Ekipler, fiziki mesafe kuralının hayatın her alanında ve tüm mekânlarda uygulanması gerektiği ile kapalı alanlarda kalabalık bir şekilde toplanılmaması ve kapalı alanların sık sık havalandırılması konusunda hem vatandaşlara hem işletme sahiplerine uyarılarda bulundu.

İstanbul İl Jandarma Komutanlığınca gerçekleştirilen bu tür denetimlerin aralıksız olarak sürdürüleceği öğrenildi.

İstanbul’da Jandarmanın sorumluluk bölgesi:

 Jandarmanın genel olarak görev ve sorumluluk alanı; Polis görev sahası dışı olup, bu alanlar il ve ilçe belediye hudutları haricinde kalan veya polis teşkilatı bulunmayan yerlerdir. Ancak, belediye sınırları içinde olmakla birlikte hizmet gerekleri bakımından uygun görülen yerler, Jandarmanın görev ve sorumluluk alanı olarak tespit edilebilir. Milli ekonomiye veya devletin savaş gücüne önemli ölçüde katkısı bulunan, kısmen veya tamamen yıkılmaları, hasara uğratılmaları veya geçici bir zaman için dâhi olsa çalışmadan alıkonulmaları halinde ülke güvenliği, ülke ekonomisi veya toplum hayatı bakımından olumsuz neticeler yaratacak kamuya ait bazı kritik tesislerin güvenliği Jandarma birlikleri tarafından özel koruma ve kollama tedbiri alınmak suretiyle sağlanmaktadır. Sorumluluk sahaları açısından; İstanbul yüzölçümünün % 66’sı, nüfusunun % 1,4’i emniyet ve asayiş hizmetlerinin sağlanması açısından, İstanbul İl Jandarma Komutanlığının sorumluluğunda bulunmaktadır. Ulusal ekonomiye önemli ölçüde katkısı bulunan; İstanbul Yeni Havalimanı, Sabiha Gökçen ve Atatürk Havalimanı ile Topkapı Sarayının koruması Jandarma Birliklerince yapılmaktadır.

Jandarmanın görev tanımı:

Türkiye Cumhuriyeti Jandarması, emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlayan ve diğer kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin verdiği görevleri yerine getiren, silahlı genel kolluk kuvvetidir. Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri Bakanlığına bağlıdır.

Jandarmanın sorumluluk alanlarında genel olarak görevleri şunlardır:

a) Mülki görevleri; emniyet ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak, korumak ve kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korunmalarını yapmak, Adli ve askeri görevler dışında kalan ve diğer kanun ve nizam hükümlerinin icrası ile bunlara dayalı emir ve kararlarla Jandarmaya verilen görevleri yapmak.

b) Adli görevleri; işlenmiş suçlarla ilgili olarak kanunlarda belirtilen işlemleri yapmak ve bunlara ilişkin adli hizmetleri yerine getirmek.

c) Askeri görevleri; Kanunlarla ve Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle verilen askeri hizmetleri yerine getirmek.

Ermeni Diasporası’nın kalleşliği

Değerli hocamızın konuşmasında, ‘’belge’’ niteliği taşıyan bazı cümleleri sütunumuza aktarmak görevi de bize düşüyor.

Bugün komşumuz Ermenistan Anayasasında ne yazıyor?.

Komşumuz Ermenistan’ın Anayasa’sında, bu Anayasa’nın doğu Anayasa’sı olduğu, batı için de ileride yürürlüğe gireceği yazılı. Yani, Türkiye’nin önemli 6 vilayeti ki, bugünkü vilayetler değil, Osmanlı vilayetleri. Yani Sivas’tan Çukurova dahil, Doğu Anadolu Ermenistan’a geçecekmiş gibi bir yazılı metin var.

Bütün buna rağmen, biliyorsunuz biz komşumuz Ermenistan ile olan ilişkilerimizi olabildiğince iyi tutmaya çalışıyoruz. 

Şimdi, özellikle şu noktanın altını çizmek istiyorum.1876-1877 Rus-Osmanlı savaşından sonra, esasen 1820’lerde Yunanlılar için başlamış olan bağımsızlık hevesleri, Ermeni Rum halkında da vardır. Ve, 1877- 1878 savaşının sonunda Ruslar galip gelerek Osmanlı’ya, Ayestefanos’a, yani Yeşilköy’e geldiler. Ermeni patriği gayet keyifli bir şekilde arabasına bindi, Ayestefanos’a, yani Yeşilköy’e gitti.’’ Bizi Osmanlı’dan koruyun ve bizi kurtarın’’ dedi.

Bu olaydan sonra 1877’den itibaren devamlı olarak Ermeni’leri tahrik edenler isyan çıkarttılar. 100 isyan çıktı.

Ermeni’ler silahlanıp Anadolu’nun herhangi bir şehrine, Merzifon’a, Sivas’a, Yozgat’a, Van’a gidiyor, silahsız Müslüman ahâliyi öldürüyorlardı. Osmanlı devleti son derece mütereddit ve zayıf davranıyor. Hatta, müsamahakar oluyor. 165 kişiyi öldüren, Osmanlı Bankası baskınını yapanlara arka çıkmak için, İngiliz Büyükelçisi saraya gidiyor. Bankalar Caddesi’ndeki Osmanlı Bankasını basan Ermeni eşkiya, ellerini-kollarını sallayarak Vatan Caddesi’nden Tophane’ye yürüyor. Tophane’de beklemekte olan bir Fransız gemisine biniyorlar. Marsilya’ya doğru dümen kırıyorlar. Topkapı Sarayı’nın önünden geçerken de, Padişah-ı efendimize ayıp ve münasebetsiz el hareketleri yapıyorlar. Bu iş böyle devam ediyor. Osmanlı’nın en sert zaptiye nazırlarından Nazım Paşa, Ermeni Patrikhanesinde toplanıp, Eyüp’e, oradan da Kumkapı’ya yürüyerek, yüzlerce kişiyi, masum insanı, kadını, çoluk çocuğu öldürerek, Nuruosmaniye Camii’nin bahçesine gelen Ermeni çetesine dokunamıyor. Hiç bir asker, zaptiye bir tane kurşun sıkmıyor.

Sultan Abdülhamid Yıldız Camii’nden çıkarken, bir Ermeni terörist bomba atıyor. Padişah, Şeyhülislam ile merhabalaş için dururken, arabası infilak ediyor. Ve padişah, kendisini öldürmesine ramak kalmış olan katile karşı takibat yaptırmıyor’’.

Prof. Akyol’un belirttiği gibi, bizim ülkemizde yaşayan Ermeni vatandaşlarla en ufak bir ihtilafımız bulunmuyor.

Ne var ki, Ermeni diasporası hâlâ düşmanlıklarını her fırsatta ‘’canavarca’’ gösteriyor.

Üstüne üstlük, Ermenistan ile yeniden ilişkiler kuralım diye, Azerbaycan gibi dost ve gerçekten kardeş bir devleti, Azeriler gibi asil Türkler’in gönlü bile kırılıyor…

Nutanix yeni iş ortaklığı programını duyurdu

Kurumsal bulut bilişim sektörünün liderlerinden Nutanix (NASDAQ: NTNX), iş ortaklarıyla olan yolculuğunu yepyeni bir seviyeye taşımak üzere tasarladığı yeni küresel iş ortaklığı programı Elevate’i duyurdu. Nutanix’in halihazırdaki güçlü iş ortaklığı ekosistemini (KatmaDeğerli Satıcıları (VAR) ve Katma Değerli Dağıtıcılar (VAD); Telekom Şirketleri ve Servis Sağlayıcılar; Hiper Ölçekleyiciler; Bağımsız Yazılım, Donanım ve Platform Satıcıları; Global Sistem Entegratörleri ve Hizmet Sağlayıcılar)tek bir entegre iş ortaklığı programı altında bir araya getirmek üzere kurgulanan Elevate, basitliğe, kazanca ve çok ürünlü, çok bulutlu yol haritası sayesinde iş ortaklarının dönüşümünün hızlandırılmasına hizmet edecek.

Elevate, yeni Nutanix İş Ortağı Portalı üzerinden sağlanan bir dizi araç, kaynak ve pazarlama platformu sayesinde Nutanix’in iş ortağı ekosisteminde katılımı kolaylaştırıyor ve başarıya giden yolun ana hatlarının çizilmesini sağlıyor. Yeni iş ortaklığı platformunun getirdiği iyileştirmeler arasında teşvik potansiyelini artırmak ve fırsatları koruma altına almak için tasarlanan Performance+ Anlaşma Kaydı özelliği de yer alıyor. Deneyim ve destek noktasında sağlanan bu tutarlılık, tüm iş ortaklarını tek bir Elevate program markası ve simgesi altında bir araya getiriyor.

Riyad yönetimi Türk ürünlerini boykot ediyor!

Suudi Arabistan’ın Türk ürünlerine uyguladığı “yarı resmi boykot” ile İsrail ürünlerinin BAE ile Bahreyn üzerinden Suud piyasasına girme olasılığı arasında güçlü bir bağlantı olduğu belirtiliyor. Siyonist ve Emperyalist seviciliğinin Suud halkında karşılığı yok.

Gözlemciler, Suudi Arabistan’ın yakın müttefikleri BAE ve Bahreyn’in eylül ayında İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzalamasının ardından Riyad ile Tel Aviv arasında gayriresmi ve dolaylı bir yakınlaşma olmasını da bunun kanıtı olarak görüyor.

Suudi Arabistan’ın eski Washington Büyükelçisi ve Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Prens Bender bin Sultan’ın son dönemde Filistinli liderleri eleştiren ve Filistin meselesinde fırsatları boşa harcamakla suçlayan açıklamalarının da İsrail’in Suud sokağında kabul görmesi için bir tür zemin hazırlama çabası olarak değerlendiriliyor.

Türkiye- Suudi Arabistan ilişkilerinin seyri

Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır’ın Haziran 2017’de Katar’a boykot kararının ardından Türkiye, Doha yönetiminin yanında yer alan bir tutum sergiledi. Bu da Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinde gerilime yol açtı. Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim 2018’de ülkesinin İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülmesinin ardından, Türkiye’nin bu suikastten sorumlu olanların yargılanması yönünde net bir tutum sergilemesi ve söz konusu kişilerin ABD istihbaratının doğrudan sorumlu tuttuğu Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’a yakın bir grup olması iki ülke arasındaki gerilimi daha da artırdı.

Orta Doğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında yaşanan halk ayaklanmaları ve “Arap Baharı” adı verilen süreçte Suudi Arabistan ve müttefiki BAE ile Türkiye ve Katar arasında birçok köklü anlaşmazlık ortaya çıktı. Ankara ve Doha bu devrimlere destek verirken, Riyad ve Abu Dabi ise Arap ülkelerindeki barışçıl devrimler yoluyla değişim hareketlerine yönelik “karşı devrim” yürüttü.

Türkiye’yle ticari ilişkileri durdurmaları için baskı yapılıyor

Öte yandan basında yer alan raporlara göre, Suudi Arabistan’da ticaret sektöründen sorumlu yetkililer, ülkedeki iş adamları ve şirketlere Türkiye ile ticari ilişkileri durdurmaları için baskı yapıyor.

Suudi Arabistan’ın Türk ürünlerine yönelik “yarı resmi boykotu” aslında geçtiğimiz günlerde veya haftalarda ortaya çıkmadı. Ancak Suudi Arabistan Ticaret Odaları Konseyi Başkanı Aclan bin Abdulaziz el-Aclan’ın “boykot” çağrısı ve Kraliyet çevresine yakın kimselerin katılımıyla sosyal medya üzerinden yapılan “Tük ürünlerine boykot” kampanyalarıyla bu durum daha belirgin hale geldi.

Aynı zamanda Riyad Ticaret Odası Başkanı da olan Aclan, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Türkiye’ye ithalat, yatırım ve turizm alanlarında boykot” çağrısında bulunmuş ve bunun tüm Suudi Arabistan vatandaşlarının “görevi” olduğunu ileri sürmüştü. Suudi Arabistan’da karar merkezinin yönlendirmesi olmaksızın Aclan’ın kendi iradesiyle böyle bir çağrıda bulunabileceği bir ifade özgürlüğü alanı bulunmadığı düşünülmekte.

Riyad yönetimi, “Türk ürünlerine yasak” iddialarını yalanlıyor

Reuters’ın Suudi Arabistan hükümeti basın ofisine dayandırdığı habere göre, Riyad yönetimi uluslararası anlaşmalar ve Serbest Ticaret Anlaşmasına bağlı olduğunu vurgulayarak, Türk ürünlerinin ülkeye girişinin resmi olarak yasaklandığı yönündeki haberleri yalanladı.

Suudi Arabistan, iki ülke arasındaki ticaretin, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının yansımaları dışında önemli bir gerileme yaşamadığını kaydetti.

Suud firmalarına taahhütname imzalatıldığı iddiası

Türk ekonomisinin önde gelen 8 sivil toplum ve meslek kuruluşunun 10 Ekim’de yaptığı ortak açıklamada, Türk firmalardan mal tedarik eden birçok Suud firmasına Türkiye’den ithalat yapılmaması için taahhütname imzalatıldığı yönünde şikayetler alındığı belirtilmişti. Açıklamada, tüm bu olumsuz gelişmelerin yıllardır Suudi Arabistan ekonomisine katkı sağlayan ve bugüne kadar ülkede yüzlerce önemli projeyi başarıyla tamamlayan Türk müteahhitlik firmaları için de geçerli olduğu aktarılmıştı. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Başkanı Nail Olpak da yaptığı açıklamada, Suudi Arabistan’ın Türk mallarına boykot uygulayacağı yönünde bilgiler aldıklarını kaydetmişti.

Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ticaret hacmi

Türkiye Dışişleri Bakanlığı sitesine göre, iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2015’te 5,59 milyar dolarken 2016’da bu rakam 5 milyar dolara, 2017’de ise 4,84 milyar dolara geriledi. Suudi Arabistan-Türkiye ticaret hacmi 2018’de 4,95 milyar dolar, 2019’da ise 5,1 milyar dolar oldu.

İki ülke arasındaki ticaret dengesi Türkiye’nin lehine gelişiyor. Öyle ki 2015-2016 yıllarında Türkiye’nin ihracatı Suudi ithalatını yaklaşık 1,3 milyar dolar aştı. İki ülke arasındaki siyasi anlaşmazlıkların zirveye ulaştığı 2018’de ise Türk ihracatındaki gerilemenin bir göstergesi olarak fark yaklaşık 300 milyon dolara indi. Türkiye’nin Suudi Arabistan’a ihracat farkı 2019’da yine 1,3 milyar dolarlık normal seviyesine yükseldi. Türkiye Ticaret Bakanlığı’nın internet sitesinde yer alan son rakamlara göre, Türkiye’nin Suudi Arabistan’a ihracatı geçen yıl ocak-ağustos aylarında 2,3 milyar dolar iken, bu yıl aynı dönemde 400 milyon dolar azalarak 1,9 milyar dolar oldu.

Türkiye ekonomisine büyük bir yansımasının olması beklenmiyor

Riyad’ın Türk ürünlerini boykot etmesinin, ticari faaliyetlerinde Suud piyasasını önceleyen iş adamları, yatırımcılar ve şirketlere etki etme ihtimali bulunmakla beraber, Türkiye ekonomisine büyük bir yansımasının olması beklenmiyor.

Suudi Arabistan’ın Türkiye’ye ihracatı geçen yıl ocak-ağustos aylarında 1,44 milyar dolarken, bu yıl aynı dönemde 350 milyon dolar azalarak 1,1 milyar dolar oldu. Dünyada birçok ülke, Kovid-19 salgınını önlemek için tam veya kısmi kapanma yaşıyor. Dolayısıyla bu aylarda iki ülke arasındaki ticaret hacminin düşmesi siyasi gerilimlerle ilgili olmayabilir.

Suudi Arabistanlılar Türk ürünlerini boykot etmeyi reddediyor

Muadil ürünlere göre daha düşük fiyatlı ve daha kaliteli Türk ürünleri, Suudi Arabistan vatandaşlarının günlük tüketiminde önemli bir alanı kapsıyor. Dolayısıyla bu boykot Suud tüketicisi için de ek bir yük anlamına geliyor. Suudi Arabistanlı tüketicilerin, sosyal medyadaki paylaşımlarından Türk ürünlerini boykot etmeyi reddettikleri anlaşılıyor. Suudi Arabistanlılar Türk ürünlerine alternatif olarak düşünülen BAE’den ithal edilecek özellikle gıda ve sigara gibi ürünleri kaliteli bulmuyor. Riyad yönetiminin, Türk ürünlerinin ithalatını yasaklamak veya Türk şirket ve yatırımcılarla iş yapmayı engellemek için resmi bir karar alması beklenmiyor.

Yeşil başlı gövel ördek

Enerjide yapılan yatırımlar meyvesini vermeye başlıyor. Tüketicilerin kullandığı elektriğin yenilenebilir enerji kaynaklarından üretildiğini garanti eden Yenilenebilir Enerji Kaynak Garanti (YEK-G) Sistemi ve Piyasası, 2021’de devreye giriyor. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun (EPDK) onayından geçen Yenilenebilir Enerji Kaynak Garanti; AB standardına uyumlu bir yeşil sertifika sistemi geliştirmek amacıyla uluslararası örnekler incelenerek yapılan çalışmaların sonuncunda nihayete erdi.

Bu gelişmenin ışığında yarının teknolojisi bu defa gezegenimize zarar değil fayda kazandıracak. Yeşil başlı gövel ördeğin de yaşamına saygı ile atılan adımlar halen salgın süreci yaşadığımız bugünlerde; geçmişimizi doğru muhasebe ettiğimiz anlamı taşımaktadır. Bu adımlar atılırken YEK-G sertifika sistemi elbette ki özendirilmeye ihtiyaç duyacaktır.

Nedenlerini çok kere izah ettiğimiz yenilenebilir enerjinin kitlelerce kabul görmesi için farkındalık projeleri ile toplumun bilinçlendirilmesine ihtiyaç var. Halen yenilenebilir enerjinin ne olduğunu dahi bilmeyen sanayicilerin olduğunu da düşünürsek, bu farkındalığın sürat kazanması için hali hazırda hayli yavaş olduğumuzu söyleyebilirim.

Yenilenebilir enerjiyi kullanmayı tercih edenlerin sadece sertifika ile değil yaşama dokunan alanlarda teşvik ve imtiyazlarının da oluşturulması gerekir. Örneğin yenilenebilir enerji sertifikasına sahip olan bir aile belediyelerin ücretli sunduğu bazı hizmetlerden ücretsiz yararlanabilir olmalı.

Basın ise siyasetin ekseltizi ile enerjinin sadece magazin gündemini tartışmaya açmak yerine, yenilenebilir enerjinin toplumsal niteliklerine daha fazla yer vermesi gerekir. Basılı medyanın kitlelerin yönelimi hususunda neredeyse hiçbir etkisi kalmamış ve fakat dijital ve sosyal medya aracılığı ile yenilenebilir enerjinin halen “davul fırın” ile nice güzel börek yapan ev hanımların heyecanına dokunması gerekir.

Yenilenebilir enerji kültürünün teknolojinin odağı ve atölyesi haline dönüşen ülke genelindeki teknoparklarda ise zorunluluk olarak gündeme taşınması gerektiğini de ayrıca belirtmekte fayda görüyorum. Zira teknoparklarda geliştirilen teknolojinin bu sayede hem üretiminde yenilenebilir enerji ile olması hem de bu farkındalık ile teknoloji geliştirebilmesi sağlanabilir.

Organik süreçler ve ihale şartnameleri yeni baştan düzenlenmeli. Özelikle devlet ihalelerinde yenilenebilir enerji kültürüne ve vasıflarına sahip kuruluşların öncelik görmesi, fayda sürecinin enerji hususunda da olmasının koşullandırılması lazım gelir.

Zihnen ifade ettiğim hususlar kamuoyunun düşüncesine ve tartışmasına açılmalıdır. Yenilenebilir enerji yöneliminin devamlılığı ve farkındalığı adına söyleşi ve seminerler oluşturulurken toplumumuzun bu sürecin gelişmesine destek ve katkısının alınması gerekir.

Türkiye toplumu riyakarlığı sevmez. Bu özelliği ile yaşama, gezegenimize ve ülkesine fayda adına bu gelişmelerin arkasında duracağından ve bu çalışmaların gerçeğe dokunan neticeler vereceğinden hiçbir kuşkum yok.

Yenilenebilir enerjideki bu mükemmel gelişmeyi gurur ile karşılarken “organik ürünler” masalına dönüşmemesi için tedbirli olmamız gerektiğini de unutmamamız gerekir.

Ülkemiz gölleri öyle güzel ki…

Gövel ördeğin takıldığı yüksek gerilim hatları bir gün yok olunca başımızı kaldırdığımızda gökyüzündeki bulutların üzerini çizen kabloların olmayışı ile nefesimiz değişecektir.

Yangın riskine karşı farkındalık semineri

Pompa sektöründe yarım asıra yaklaşan tecrübesiyle birçok önemli projeye imza atan Masdaf, ülkemizde risk yönetimi bilincinin oluşmasında büyük katkısı olan sigorta şirketlerinden Allianz Sigorta A.Ş. bünyesinde hizmet veren Allianz Teknik ile birlikte yangın riskine karşı farkındalığı arttırmak amacıyla “Sigortacılıkta Yangın Sistemleri” konulu bir seminer düzenledi. Masdaf, pompa sektöründeki mühendislik gücünü, Mas Academy kapsamında iş ortaklarıyla paylaşmaya devam ediyor. Müşterilerinin ihtiyaçları doğrultusunda düzenlediği seminerlere bir yenisini daha ekleyen Masdaf, ülkemizde risk yönetimi bilincinin oluşmasında büyük katkısı olan sigorta şirketlerinden Allianz Sigorta A.Ş. bünyesinde hizmet veren Allianz Teknik ile birlikte toplumdaki risk farkındalığını arttırmak amacıyla “Sigortacılıkta Yangın Sistemleri” konulu bir seminer düzenledi.  

Risk farkındalığını artırmayı hedefledi

Mas Academy’de düzenlediği müşteri odaklı eğitim ve seminerleriyle hem müşterilerinin hem de iş ortaklarının memnuniyetini en üst seviyeye çıkarmayı hedefleyen Masdaf, 19 Ağustos’da gerçekleştirdiği online seminer kapsamında; yangın söndürme sisteminde yangın pompasının önemini anlatarak, risk farkındalığını artırmayı hedefledi. Allianz Teknik ise yangın sigortalarının evleri ve işyerlerini nasıl koruduğu konusunda aydınlatıcı bilgiler aktardı. 

“Satış odaklı değil; müşteri odakli bir firmayız”

Masdaf Satış Yöneticisi ve Makine Yük. Mühendisi Ezgi BABA, seminerde yaptığı konuşmada müşteri ihtiyaç ve beklentilerinin önemine dikkat çekti. BABA: “Masdaf olarak satış odaklı değil ;müşteri odaklı bir firmayız. Doğru ürün ve hizmetlerle müşteri sadakati yaratmayı, satıştan montaja, devreye almadan satış sonrası hizmetlere kadar her aşamaya hassasiyetle yaklaşıp, müşterilerimize eşsiz bir deneyim yaşatmayı hedefliyoruz. Yangın pompaları da bizim hassasiyetle yaklaştığımız ürün gruplarımız arasında yer alıyor. Sürekli kullanılmayan ;ancak ihtiyaç halinde %100 performansla çalışması gereken bir ürün olduğu için projeleri ve şartnameleri doğru bir şekilde inceleyip, müşterilerimizin doğru ürün seçimi yapmalarını sağlarken, satış sonrası bakım süreçlerinde de işbirliği yaparak ürünün güvenli bir şekilde çalışması konusunda gerekli kontrolleri yapıyoruz. 

“Marka tercihinde ilk yatırım maliyetinden çok doğru ürün ve uygulama önemli”

Bu tür yüksek güvenlik ve teknoloji gerektiren ürünlerde ilk yatırım maliyetinden çok doğru ürün ve doğru uygulama ile işletmenin yangın anında en az zararla kurtulmasını sağlayacak yüksek mühendislik gücüne sahip markaların tercihi hayati önem taşıyor. Marka tercihi noktasında ise standartlar devreye giriyor. Dünyanın en yüksek kalite standardı olan FM (Factory Mutual) ve uluslararası bağımsız bir mühendislik ve güvenlik şirketi olan UL (Underwriters Laboratories) tarafından sertifikalandırılan ürünler ile binalarda ve endüstriyel tesislerde oluşabilecek yangın felaketine karşı zamanında müdahale imkanı sunarak binanın güvenliğini sağlamak mümkün. 

“Güncellenen standartları yakından takip ediyoruz”

Ancak standartların tamamı değerlendirilmeden, standartta geçen birkaç maddeyi karşılayan ürüne “onaylı ürün” demek doğru olmaz. Biz Masdaf olarak bina ve işletmelerde hayati önem taşıyan yangın pompalarımızı, devamlı olarak güncellenen standartları yakından takip ederek ve tüm süreçlerimizde standartların tamamına uyarak geliştiriyoruz ve böylece müşterilerimize, doğru ve onaylı ürünlerin yanı sıra mühendislik gücümüzle sunduğumuz hizmetlerimiz ile komple bir deneyim sunuyoruz.”

Salgının dünyaya kestiği petrol faturası

Dünya, salgının ekonomideki yaralarını sarmaya çalışırken, enerji dünyasının başrol oyuncusu olan petrol için takvim IEA tarafından açıklandı.

Dünya petrol talebinin Kovid-19 salgının yaralarını sararak normalleşmesi en az 3 yıl sürecek. Salgının daha uzun sürede kontrol altına alınması halinde ise petrol talebinin Kovid-19 öncesi seviyesine dönmesi 2027’yi bulacak.

Dünya enerji talebi bu yıl yüzde 5 azalırken, petrol talebindeki düşüş yüzde 8’i bulacak. Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının yayılmasını önlemek için ülkelerin uyguladığı seyahat kısıtları başta olmak üzere çeşitli karantina kuralları, talepteki düşüşte etkili olacak.

Böylece, geçen yıl günlük yaklaşık 98 milyon varil olan küresel petrol talebi, bu yıl sonunda günlük 89,6 milyon varile gerileyecek.

Kovid-19 salgınının 2021’de kontrol altına alınması halinde, küresel petrol talebi gelecek yıl günlük 94,5 milyon varile yükselecek. Dünya petrol talebinin Kovid-19 öncesindeki seviyesine dönmesi ise ancak 2023’te gerçekleşecek ve bu dönemde günlük talep 98 milyon varile çıkacak.

Petrol talebi 2025’te 100 milyon varile, 2030’da ise 103,2 milyon varile yükselecek fakat söz konusu miktar 2040’a kadar yatay bir seyir izleyecek. Küresel petrol talebi, 2040’ta ise günlük 104 milyon varil seviyesine çıkabilecek.

Öte yandan, salgının kontrol altına alınmasının daha uzun sürmesi ve ekonomik toparlanmanın 2023’ü bulması durumunda, dünya petrol talebi ancak 2027’de günlük 98 milyon varil seviyesine ulaşarak Kovid-19 öncesi seviyesine dönebilecek.

Bu senaryoda, küresel petrol talebi 2040’ta ise günlük 99,7 milyon varil seviyesine çıkacak.

Talebi etkileyecek birçok faktör mevcutKovid-19 sonrasında araç satışlarındaki yavaşlama, ülkeler arası taşımacılıkta kamyon trafiğinin gerilemesi, elektrikli ulaşımın yaygınlaşması, enerji tüketimindeki alışkanlıkların değişmesi, seyahatlerin azalarak video konferans yoluyla yapılan toplantıların artması, hava yolu kullanımının azalması, zayıf ekonomik büyüme nedeniyle petrokimya sektöründe küçülme ve enerji verimliliği yatırımlarının büyümesi petrol talebinin düşük seyretmesinde etkili olacak.

Toplu taşıma kullanımında isteksizlik, SUV modeli araçların satışındaki hızın devam etmesi, petrol fiyatlarının düşük seyretmesi, emisyonların azaltılmasını sağlayacak uygulama ve kararların ertelenmesi, tek kullanımlık plastik ve paketleme malzemelerinin kullanımındaki artış ise petrol talebinin yüksek seyretmesinde belirgin rol oynayacak.

Petrol talebi, özellikle gelişmiş ülkelerde ekonomik büyümenin en önemli göstergelerinden biri olarak değerlendiriliyor.