28.4 C
İstanbul
Perşembe, Ağustos 14, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 54

Büyümenin temel kaynağı: güneş enerjisi

Yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını nedeniyle dünyanın enerji talebi 2021 yılında da azalmaya devam edecek.

Dünya’da petrol talebi, yüzde 8 azalarak günlük 100 milyon varilin aşağısı seviyelerde yer alacak. Enerji talebinde azalma, kömür’de yüzde 7, doğalgaz’da yüzde 3 ve elektrik’te ise yüzde 2 seviyelerine gerileyecek.

Enerjide talebin azalması arza da tesir edecek ve dolayısıyla dünya genelinde enerji yatırımları 4/1 oranında azalacak.

Dünyamızı, insanlığı ve geleceğimizi ilgilendiren en önemli gelişme ise enerjide arz talebin düşüşüne paralel olarak küresel karbon emisyonların yüzde 10’a yakın bir düşüş gerçekleştirmesi olacaktır.

Salgının bu sene küresel olarak kontrol altına alınması durumunda küresel enerji talebinin 2022 sonunda pandeminin devam etmesi halinde ise enerji talebindeki normale dönüşün daha uzun yıllarda gerçekleşmesi bekleniyor.

Salgın öncesinde, 10 yıl içerisinde enerji talebinin yüzde 12 artacağı öngörülürken, bu artış pandemi sebebiyle yüzde 9 şeklinde olacak.

Salgın nedeniyle taleplerdeki düşüşlerin enerji piyasasında oynaklık volatilite riskini de artıracağı öngörülüyor.

Hemen hemen birçok enerji kaynaklarından üretimin düşmesine rağmen, yenilebilir enerjiden elektrik üretiminde yükseliş rakipsiz bir şekilde devam edecek.

Teknolojik gelişmelere paralel olarak teşvik edilmesi sebebiyle maliyeti düşen yenilenebilir kaynaklar, dünya enerji piyasasının baş aktörü olma yolunda ilerlemektedir.

Elektrik talebi gelecek 10 yılda yüzde 20 artacak ve bu talebin yüzde 80’ini yenilenebilir enerji kaynakları tarafından karşılanabilecek.

Diğer enerji kaynakları olan yeni kömür ve doğal gaz santrali yatırımlarından daha az maliyetli elektrik kaynağı olması sebebiyle güneş enerjisi büyümenin temel kaynağı durumuna gelecek.

Bu maliyet avantajıyla güneş enerjisi 10 yılda yaklaşık 280 gw artış göstererek büyümeye devam edecek ve ortalama olarak bu büyüme yüzde 12 seviyelerine ulaşacak.

Gelecek 10 yılda yenilenebilir enerji kaynakları dünyanın elektrik talebinin % 50’sini karşılarken, Güneş enerjisi santralleri, Hidroelektrik santralleri, Rüzgar ve deniz üstü rüzgar santrallerine yapılan yatırımlarda artacak. Hidroelektrik, enerji talebinin karşılanmasında en büyük payı alırken, güneş en fazla büyüyen kaynak olacak.

Yenilenebilir enerji kaynaklarından üretimi yapılan enerjinin şebekeye sağlıklı bir şekilde bağlanması için elektrik şebeke şirketlerinin ciddi yatırımlar yapması da gerekecek.

Kömürün küresel enerji portföyündeki payı neredeyse 250 yıldır hiç düşmediği kadar düşecek ve 2040 yılında yüzde 20’nin altına kadar inecek. Yenilenebilir enerji kaynakları kömürün pabucunu dama atacak diyebiliriz.

Doğal gaz talebinin ise dünyada büyüme göstereceği gerçeğini hepimiz bilmekteyiz.

Ya petrol…

Aman petrol…

Kara elmas ne olacak…

Petrol, salgınla beraber ortaya çıkan ekonomik belirsizliğe paralel olarak dayanıksız halini sürdürecek ve 2019’daki rekor seviyelerine bir daha asla dönemeyecek.

Lityum üretim projesi ve önemi

Bilindiği üzere, Lityum periyodik cetvelde (hidrojen ve helyumdan sonra yer alan) 3 numaralı element olup en hafif metaldir. Yer kabuğunda lityum konsantrasyonu % 0,006 mertebesinde olup deniz suyunda 20 ppm kadar bulunmaktadır. Doğada 150’nin üzerinde lityum minerali bulunmasına karşın ticari ve ekonomik olarak değerlendirilenleri hayli limitlidir.

Lityum, günümüzde hayli farklı alanlarda kullanılmaktadır. Bu alanların başlıcaları arasında; uzay araçları, cep telefonları, nükleer teknoloji ve elektrikli otomobil bataryaları gibi farklı ve gelecek vadeden uygulama alanları yer almaktadır. Buna karşın dünyada lityum üretimi ve ticareti yapan ülke sayısı hayli kısıtlıdır. Lityum rezervine sahip olan ve lityum üretimi yapılan ülkeler arasında; Bolivya, Arjantin, Çin, ABD, Şili, Avustralya, Portekiz ve Zimbabve sayılabilir. Son olarak, Avrupa Birliği (AB) tarafından lityum “Stratejik Ürün” listesine alınmış bulunmaktadır. Türkiye’de ekonomik değeri yüksek lityum kaynağı bulunmamakla beraber Tuz Gülü’nde 325 ppm lityum tespit edildiği rapor edilmiştir. Buna karşın, Bor sahalarında kil içinde lityum bulunabilmektedir.

Öte yandan, bilindiği üzere Türkiye, dünya Bor rezervinin 2/3’ünden fazlasına sahiptir. Bu bağlamda, Türkiye’deki bor sahalarındaki killer içinde 2000 ppm mertebesinde lityum içeriği olduğu ifade edilmektedir. Özellikle, Bigadiç ve Kırka bölgesindeki bor rezervi bölgelerindeki lityum içeriklerinin daha yüksek olduğu da belirtilmektedir.

Lityumun Enerji Sistemleri için Önemi

Bilgi çağına geçmekte olan ve Endüstri 4.0 ile Endüstri 5.0 gibi ileri teknoloji uygulamaları çerçevesinde dünyamızda elektriğin yeri giderek artmakta ve farklı sektörlerde elektrik kullanımı yadsınamaz biçimde kendini göstermektedir. Bu bağlamda bataryalara olan gereksinim de her zamankinden çok daha fazla ortaya çıkmaktadır.

2020’li yıllarda, ülkemiz de dâhil olmak üzere pek çok ülke egzost gazı sorununa çare olarak elektrikli arabaları hayata geçirmek üzere projeler geliştirmektedirler. Elektrikli otomobil projeleri için önemli bir konu kullanılacak bataryalar olup, elektrikli arabaların kritik elemanını oluşturmaktadırlar.

Bataryalarda kullanılacak malzeme esas itibariyle lityum olacaktır. Bu durumda, dünyanın pek çok ülkesi elektrikli taşıtlara geçmeyi programlarına aldıklarından, lityum ihtiyacının düşünülenin de ötesinde artabileceği öngörülmektedir. Nitekim Avrupa Birliği, lityumu stratejik ürün olarak ilan etmiş bulunmaktadır. Şekil 1’de 2025’e yönelik lityum kullanımında beklenen artış trendi görülmektedir. Bu artış trendinin sonraki yıllarda da sürmesi beklenmektedir.

Oysa lityum dünyada çok da bol bulunmamaktadır. Fazla olarak dünyanın ancak belli ülkelerinde cevher olarak nitelenebilecek şekilde bulunmaktadır. Dolayısıyla talebin artmasıyla birlikte lityumun ekonomik değerinin de hızla artış gösterdiği gözlenmektedir. Şekil 2’de 2017 itibariyle önceki 15 yılda lityum fiyatlarındaki artış görülmektedir.

Öte yandan, günümüzde dünyada COVID-19 Pandemik salgını nedeniyle sektörlerin yavaşladığı ve dolayısı ile lityum talebinin halen reel talebin altında olduğu ifade edilmektedir. Bir başka deyişle pandemik salgın, etkisini yitirdikten sonra taleplerin artış trendinin etkinleşmesiyle fiyatların şimdiki fiyatların çok üstüne çıkabileceği ve lityumun tonunun 20.000 USD/ton seviyesine çıkmasının beklendiği ifade edilmektedir. Bir başka deyişle lityum, elektrikli arabalar başta olmak üzere birçok elektrikli enerji sistemleri için yadsınamaz öneme sahip olması nedeniyle talebi ve fiyatı arta giden bir karakter göstermektedir. Dolayısıyla lityumun önemi giderek artarak stratejik boyut kazanmaktadır denebilir.

Türkiye’nin Lityum Üretim Projesi

Türkiye otomotivde bir atılım hamlesi başlatmış bulunmaktadır. Bu bağlamda, elektrikli otomobil yapımı projesi yerli ve milli olarak “Türkiye Otomobil Girişim Grubu – TOGG” tarafından Bursa-Gemlik’te yapılmakta olan elektrikli otomobil üretim tesisinde gerçekleştirilecektir.

Toplam sabit yatırım tutarı olarak 22 Milyar Türk Lirası ve yatırım süresi olarak 13 yıl  olarak planlanan projenin ülkenin teknolojik gelişimine ve ekonomisine önemli katkı vermesi beklenmektedir. İlk prototipin 2022 yılında üretileceğinden bahsedilmektedir. Burada önemli bir mesele, elektrikli arabanın bataryası ve bataryası için gerekli olan lityumunun temini olmaktadır.

Dünyada birçok ülke, elektrikli araba yapımını programlarına aldığından, önümüzdeki dönemde lityum temininin önemli bir sorun olarak kendini göstereceği anlaşılmaktadır. Hatta “artık dünyada zenginliğin sembolü olarak lityumun gösterileceği” gibi iddialı ifadeler bile dile getirilmektedir.

Türkiye, konuya ilişkin kendi öz kaynaklarından lityum üretimine ilişkin bir proje başlatmış bulunmaktadır. Önemli ve stratejik bir maden olan ve ülkemizde dünya rezervinin % 70’i bulunan bor madeninin işlenmesi sırasında ortaya çıkan atık sudan lityum elementi üretilmesi amacıyla son derece önemli bir projeye yol verilmektedir. T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı tarafından Temmuz 2020’de bor sahalarındaki killerden yararlanılarak lityum üretimine başlanacağı açıklanmıştır. İlk etapta 10 ton lityum üretim kapasitesinin devreye alınmasının planlandığı ifade edilmiş bulunmaktadır.

Burada şunu da belirtmek yerinde olacaktır ki; Türkiye, 2016 yılında yaklaşık 4.600 kilogram lityum ithal etmiş ve bu ithalat için yaklaşık 94 milyon dolar ödemiştir. 2019’da ise lityum ithalatı 9 bin kilograma kadar yükselmiştir. Dolayısıyla ilk etapta üretilecek olan 10 tonluk lityum miktarının şimdilik ihtiyacı karşılayabileceği anlaşılmaktadır. Ancak, bu miktarın artırılabileceği ve hatta yurtdışına ihraç edilebilecek potansiyelin oluşacağından da bahsedilmektedir.

Lityum üretimi için bor sahalarında, killer içerisinde 2.000 ppm’e yaklaşan lityum içeriğinin dönüştürülerek lityum karbonat olarak ilk üretimin gerçekleştirilebildiği ifade edilmektedir. Bu bağlamda 500 g lityum karbonattan 0,1 g lityum elde edilebildiği de belirtilmiştir. Böylelikle, “Milli Enerji ve Maden Politikası” kapsamında Eti Maden tarafından lityumun elde edilmesi yurt içi kaynaklarla sağlanmış olacaktır.

Bu amaçla, Eskişehir-Kırka’da bir pilot tesis oluşturulmaktadır (Şekil 3.). Son olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 26 Aralık 2020’de açılışını yaptığı ve TC Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın Ekim 2020’de ziyaret ettiği bu tesisin, yerli elektrikli otomobilin batarya malzemesi olan lityum ihtiyacını karşılayabileceği belirtilmektedir. Bir başka deyişle, katma değerli bir ürün üretiliyor olacaktır. Fazla olarak, Türkiye’de ilk defa kritik bir element olan lityum üretimi gerçekleştirilmiş olacaktır. Kırka tesisinin kapasitesinin zaman içinde 500 tona çıkarılmasının hedeflendiği de ifade edilmektedir.

Sonuç

Türkiye’nin lityum üretimi projesine geliştirmesi birkaç açıdan önemlidir. Öncelikle, enerji sistemleri ve bu bağlamda bataryalar için ve dolayısı ile elektrikli arabalar için stratejik bir eleman olan lityumun üretilmesi Türkiye’nin elektrikli araba üretiminde karşılaşabileceği bir sorunu, sorun oluşmadan bertaraf ediyor olması bakımından önemlidir.

Öte yandan, ülke ekonomisine önemli bir katkı da sağlanmış olacaktır. Zira halen bile hayli pahalı bir ürün olan lityumun Türkiye’de yerli ve milli imkânlarla üretiliyor olması ithalatla oluşan dış bütçe açığını aşağı çeken bir unsur olacaktır. Kaldı ki; zaman içinde ihraç edebilme kapasitesinin oluşmasıyla ülke ekonomisine artı katkı sağlanmış olacaktır.

Ancak, bunlardan belki de daha önemlisi teknolojik açıdan önemli bir kazanım sağlanmış olacağıdır. Şöyle ki; bor gibi stratejik bir cevherin değerlendirilmesi katmerlenmiş olacak ve borun işlenmesi sırasında otaya çıkan atık suyun değerlendirilmesiyle stratejik ve katma değeri yüksek bir uç ürün elde edilmiş olacaktır. Bu husus, hem teknolojik ve hem de endüstriyel kazanım bağlamında önemlidir. 

Öz olarak belirtmek gerekirse; bilgi çağına giren dünyada, hızla değişen koşullara uyum sağlayabilmenin yolu, yüksek teknolojik ürünlerin kullanımı ve bu ürünleri üretebilmekten geçmektedir. Bir başka deyişle, değişen dünya şartları ve konjonktürü içinde yer edinebilmek ancak bilgi teknolojilerine ayak uydurmak ve teknolojik atakları yapabilmekle mümkündür.  Dolayısı ile ülkemiz sanayi politikaları ve atakları oluşturulurken ilgili hammadde stratejilerinin geliştirilmesi ve kalkınmamızın dışa bağımlılığının azaltılması yadsınamaz önem taşımaktadır. Bu bağlamda, dünyada kritik ham madde olarak nitelenen ve stratejik ürün kapsamına alınan böylesi önemli bir madde olan lityumun ülke içinde yerli ve milli olarak üretilmesi Türkiye için önemli bir artı değer ve kazanım olacaktır.

Başarılarımızdan endişe ediyorlar

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu ülkede her rekabeti her kavgayı her çekişmeyi belki bir şekilde izah etmek mümkündür ama yatırım düşmanlığına anlam vermek mümkün değildir. Yatırımcıları kökenlerine, inançlarına göre ayıran bu kirli zihniyetin tek derdi Türkiye’nin ekonomik çöküntüye uğramasıdır. CHP’nin geçmişinden bugüne kadar bütün işi hep engellemek olmuştur. Hiçbir zaman teşvik olmamıştır.” dedi.

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, “Bu ülkede her rekabeti her kavgayı her çekişmeyi belki bir şekilde izah etmek mümkündür ama yatırım düşmanlığına anlam vermek mümkün değildir.” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bizi bugün en çok uğraştıran hususlardan biri Türkiye’ye yatırım gelmesini engellemek için ülkesini yurt dışında kötüleyen anlayışla mücadele etmektir. Aynı anlayış Türkiye’ye gelen yatırımcıyı kaçırmak için her türlü yalanı, iftirayı ardı ardına sıralamaktan çekinmiyor. Yatırımcıları kökenlerine, inançlarına göre ayıran bu kirli zihniyetin tek derdi Türkiye’nin ekonomik çöküntüye uğramasıdır. Bunun adı da sadece malum ana muhalefet CHP’dir, yeter ki yatırımcı Türkiye’ye gelmesin. Ya yatırımın rengi olur mu, yatırımın ırkı, dili, dini olur mu? Yatırım Avrupa’dan geldiği zaman güzel ama yatırım Katar’dan geldiği zaman kötü ve ona bir de tabii kılıf giydirmek. Bunun markası kim? CHP. CHP’nin geçmişinden bugüne kadar bütün işi hep engellemek olmuştur. Hiçbir zaman teşvik olmamıştır. Milletin gönlünü kazanarak alamadıkları desteği ülkenin çöküşünü sağlayarak elde etme hesabı içerisindeki bu anlayış giderek pervasızlaşıyor. Uluslararası yatırımcılara adeta savaş açanlar bunu ‘ülkenin ve milletin çıkarlarını korumak’ kılıfıyla gizlemeye çalışıyorlar. Halbuki uluslararası yatırımların bir ülkenin gelişmesindeki, kalkınmasındaki önemi tartışılmazdır. Bugün dünyanın ‘gelişmiş’ diye tarif edilen ülkelerinin hemen hepsi aynı zamanda en çok uluslararası yatırımı çekmeyi başarmış ülkelerdir. Çünkü hiçbir ülke sadece kendi geliri ve kaynaklarıyla büyük bir kalkınma hamlesini hayata geçiremez. Türkiye’de de durum farklı değildir” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’de son 18 yılda cari fiyatlarla yaklaşık 508 milyar dolar kamu yatırımı gerçekleştirildiğini, buna karşılık aynı dönemde Türkiye’ye gelen uluslararası yatırım miktarının 220 milyar olduğunu kaydetti.

Türkiye’nin yaptığı yatırımın neredeyse yarısı kadar uluslararası yatırım çektiğini belirten Erdoğan, “Tabii bu yeterli bir rakam değildir. Keşke bu rakam 2 kat, 3 kat, 10 kat fazla olsaydı. Çünkü uluslararası yatırımcının getirdiği her kuruş sizin kalkınma hedeflerine yapılmış ilave bir katkıdır. Diyelim ki bu yatırımlarla yeni fabrikalar kuruldu veya mevcut tesisler satın alındı, üretim ve ihracat yapıldı. Hiç kimse bu yatırımları sırtına yükleyip başka bir yere götürecek değildir. Yatırımcı sadece karına bakar. İşi bittiğinde de o yatırımı bir başka yatırımcıya devredip gider. Türkiye’yi işte bu imkândan mahrum bırakmak istiyorlar.” diye konuştu.

“Ülkemizin son 7 yılda uğradığı her saldırıya, ekonomimize yönelik tuzaklar da eşlik etmiştir.” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Buna rağmen ülkemizi hedeflerinden koparmayı başaramadılar. Elbette sıkıntı çektik, çekiyoruz. Elbette kayıplarımız oldu, oluyor ama hamdolsun hala istiklalimizi ve istikbalimizi koruyacak güce, dirayete, kararlılığa sahibiz. Biz sağlam durdukça birliğimize, beraberliğimize, kardeşliğimize sahip çıktıkça Allah’ın izniyle bu ülkeye kimse diz çöktüremez. Ülkemize dışarıdan düşmanlık edenler de içerden onların kılıcını çalanlar da hüsrana uğramaya mahkumdur. Bu mücadelede en büyük güç ve destek kaynağımız, bizatihi milletimdir. Çünkü bu millet, hayatları boyunca bu ülkenin ve milletin hayrına yaptıkları tek bir somut hizmetleri bulunmayanlara itibar etmez. Bu millet, bugüne kadar tuğla üstüne tuğla koydukları vaki olmayanları dikkate almaz. Bu millet, siyaset yaptıkları süre boyunca tek bir insanın dahi hayatına dokunmayanları hak ettiği sona maruz bırakır. İnşallah ülkemizi 2023 hedeflerine ulaştırarak dışarıda ve içeride Türkiye’nin pes etmesini bekleyenleri hep beraber bir kez daha hüsrana uğratacağız. Ülkemizi daha büyük projelerle daha büyük eserlerle daha büyük yatırımlarla buluşturmak için gece gündüz çalışmayı sürdüreceğiz. Yurt dışından ve içinden önümüze çıkan hiçbir engel bizi yolumuzdan döndüremeyecektir” diyerek sözlerini tamamladı.

Isı sayaçları muayenesi cezalarına af getirilmelidir

1 Ocak-28 Şubat 2020 tarihleri arasında, Ölçüler ve Ayar Kanunu gereği olarak, damga süresi dolmuş olan ısı sayaçlarının periyodik muayene başvurusu Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş yetkili kurumlara yapılmadığı takdirde, 2021’de kullanımı kanunen yasaktır. Belediyelerin ve özel şirketlerin dolaylı olarak bölgesel ısıtma (jeotermal veya atık ısı kullanımı) uygulamaları nedeni ile sorumlu oldukları ısı sayaçları kapsamında yapılan denetimlerde damga süresi geçmiş ısı sayacı kullanımının tespiti halinde, kullanım amacına göre 500-10.000 TL’ye kadar para cezaları uygulanmakta ve ısı sayacına el konulmaktadır.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın, 6 Temmuz 2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 30470 sayılı Isı Sayaçları Muayene Yönetmeliği ile merkezi sistem ve bölgesel ısıtma ile ısıtılan konutlarda, ısı enerjisinin kullanımını ölçerek maliyetlerin paylaştırılmasında kullanılan ısı sayaçlarına periyodik muayene şartı getirilmiştir. Isı Sayaçlarının Periyodik Muayeneleri için bina yönetim kurulu, bina yöneticisi, bina sahibi ve bölgesel ısıtma firmaları tarafından, bakanlık tarafından yetkilendirilmiş bir servise yapılacak başvurular 1 Ocak tarihinde başlayıp ve 28 Şubat tarihinde tamamlanmaktadır. Periyodik muayene başvuruları, 5 yaşını dolduran ısı sayaçları için geçerli olmakla birlikte, Yönetmelik çıktığında, bir kereye mahsus, 5 yaşından büyük ısı sayaçları da başvuru kapsamına alınmıştır. Ancak, sahada çalışır durumda olan çok fazla ısı sayacı bulunması, yeterli duyuru ve bilgilendirme yapılamamış olması nedeni ile zamanında başvurusu yapılmayan önemli miktarda ısı sayacının kullanımı kanunen yasak hale gelecektir. Konuya ilişkin QLAB’ın (Isılab Ölçüm ve Kontrol Sistemleri A.Ş.) Kurucusu ve Teknik Müdürü Ergun Veysel Taşdemiroğlu, şu bilgileri veriyor: “6 Temmuz 2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 30470 sayılı Isı Sayaçları Muayene Yönetmeliği, merkezi ısıtma ve bölgesel ısıtma sistemlerinde kullanıcıların ısınma bedellerini hakkaniyetli bir şekilde paylaştırılabilmesini gözetmek üzere, ısı sayaçlarının periyodik muayenesini zorunlu hale getirdi.

Yönetmeliğe göre yapılacak muayenelerde hata sınırları içinde çalıştığı doğrulanan 5 yılını dolduran ısı sayaçları, beş yıl daha kullanılmak üzere damgalanmaktadır.

Yönetmelik uygulamaya girdiği tarihte geçici bir madde ile, 5 yaşından büyük ısı sayaçları da ilk başvuru döneminde kapsama dahil edildi ve ertesi yıl geçici madde tekrar uygulandı. QLAB (Isılab Ölçüm ve Kontrol Sistemleri A.Ş.) olarak bu uygulama neticesinde sadece bu sene 5 yıldan daha yaşlı 20.000 adetten fazla ısı sayacının muayenesini gerçekleştirdik ve kullanılmak üzere damgaladık.

Bu süre bir dönem daha uzatılmıştı. 31 Aralık 2020 tarihine kadar muayenesini yaptırmamış olan 5 yaş ve üstü ısı sayaçlarının kullanımı halinde yükümlüler hakkında ‘damga süresi dolmuş ölçü aleti kullanma fiilinden dolayı 3516 sayılı Kanun hükümlerine göre idari ve cezai işlemler’ yapılacak.

QLAB firması olarak çeşitli marka, model ve boyutlarda günümüze kadar toplam 58.451 adet ısı sayacı muayenesi tamamladık.

1 Ocak-28 Şubat 2021 tarihleri arasında beş yaşını dolduran, yani 2016 tarihli ısı sayaçları için zorunlu periyodik muayene başvurularının yapılması gerekmektedir.  

1 Ocak-28 Şubat 2021 başvuru döneminde 5 yaşından büyük ısı sayaçları için başvuru yapılamayacak, hala sağlıklı işleyişini sürdüren tahminen 150.000 adet Avrupa’dan ithal edilmiş ve çok uzun yıllar kullanıma uygun ısı sayacı, ne yazık ki kullanım dışı kalacaktır. Bu durum, hem ısı sayacı kullanıcıları ve sahipleri hem de ülke ekonomisine ciddi bir maddi kayba yol açacaktır.

Geçerli yıla sahip damgası olmayan ısı sayaçlarının kullanımı, 3516 Sayılı Ölçüler ve Ayar Kanunu’nca yasaklanmıştır. Damgası kopmuş, bozulmuş, damga süresi geçmiş ölçü aletini kullanan kişiye, ölçü aletinin türüne ve kullanıldığı işin niteliğine göre değişen, önemli miktarlarda para cezasının verilmesinin yanı sıra ısı sayacına el konularak mülkiyeti kamuya devrolmaktadır.

Plastik sanayi ihracatı ile pandemi’ye ilaç oldu

PAGEV, yayınladığı sektör raporlarıyla plastik sanayinin nabzını tutmaya devam ediyor. Türkiye Plastik Sektörü İzleme Raporunu yayınlayan PAGEV’in verilerine göre;Türkiye plastik sektörünün 9 aylık plastik mamul üretimi 2019 yılının aynı dönemine kıyasla miktarda yüzde 2 gerileme ile 7,3 milyon ton ve değerde yüzde 2,8 düşüşle 25,7 milyar dolar olarak gerçekleşti. Pandemi nedeniyle iç pazar talebindeki gerilemeye rağmen üretimdeki büyük düşüşe ihracat fren oldu. Sektördeki kayıplar ihracat ile telafi edilirken plastik sektörünün 2020 yılında tarihinin en yüksek ihracatına ulaşacağı tahmin ediliyor. 

Koronavirüs salgınının Mart ayından bu yana talepte yarattığı gerilemenin etkisi ile plastik mamul üretimi 2019 yılının aynı dönemine kıyasla miktarda yüzde 2 gerileme ile 7,3 milyon ton ve değerde yüzde 2,8 düşüşle 25,7 milyar dolar olarak gerçekleşti. Yılsonunda üretimin miktarda yüzde 1 azalışla 9,2 milyon ton, değerde yüzde 6,6 gerilemeyle 30,5 milyar dolar olarak gerçekleşmesi bekleniyor. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde plastik mamul üretimi miktar bazında 2019’un, değer bazında ise 2015 yılının gerisine düşebileceği tahmin ediliyor. 

Türkiye plastik sektöründe Mart ayından itibaren ciddi oranda gerileyen kapasite kullanım oranları ise geçtiğimiz yılın aynı dönemindeki seviyelerine yaklaştı. Geçen yılın 9 aylık döneminde plastik sektörünün ortalama kapasite kullanım oranı yüzde 69,7 iken 2020 yılının 9 aylık döneminde ortalama yüzde 64,1 oldu.

Koç Holding Sürdürülebilirlik raporunu yayınladı

İnsanı odağına alan, dünyayı ve toplumu gözeten bir yaklaşımla çalışan Koç Holding, 12’nci Sürdürülebilirlik Raporu’nu yayınladı. “Geleceğe. Birlikte” yaklaşımı kapsamında birbirinden farklı sektörlerde faaliyet gösteren şirketlerini ortak bir sürdürülebilirlik anlayışı etrafında buluşturan Koç Holding, böylelikle sürdürülebilirlik alanındaki performansını en üst seviyeye çıkarmayı amaçlıyor. Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç, raporda yer alan değerlendirmesinde dünyanın son 10 yılda artan sosyal eşitsizliklerin karmaşık sonuçları ve iklim krizi ile mücadele ettiğine dikkat çekerken, “Koronavirüs salgını ile birlikte mücadele edilmesi gereken daha büyük bir sağlık kriziyle karşı karşıya kaldık. Koç Topluluğu olarak Ülkemizin ekonomik gelişimine sağladığımız katkının ve milyonlarca insanın yaşamını iyileştirme konusundaki kritik rolümüzün farkındayız. Sağladığımız istihdam, sunduğumuz ürün ve hizmetler ve kurumsal vatandaşlık bilinciyle, tüm paydaşlarımız için değer yaratmaya devam edeceğiz” dedi. Koç Holding CEO’su Levent Çakıroğlu ise raporda yer alan görüşlerinde Topluluk olarak çevresel, sosyal ve yönetimsel kriterlerdeki performanslarını artırırken, paydaşlarıyla diyaloğu geliştirerek onların beklentilerini de stratejilerine dâhil etmeyi amaçladıklarını belirterek, “Sürdürülebilir büyüme yaklaşımımız olan ‘Geleceğe. Birlikte’ sayesinde bu konudaki çalışmalarımızı geliştirmeyi ve paydaşlarımızın beklentilerini en iyi şekilde karşılamayı önceliğimiz haline getiriyoruz” ifadelerini kullandı. Tüm çalışmalarında, faaliyet gösterdiği ülkeler ve dünya için kalıcı değer üretebilme hedefiyle hareket eden Koç Holding, 12’nci Sürdürülebilirlik Raporu’nu yayınladı. 2014’ten bu yana BIST Sürdürülebilirlik Endeksi’nde yer alan Koç Holding, raporu iş dünyasının sürdürülebilirlik gündemindeki değişen rolü ve Koç Topluluğu’nun küresel vizyonu ışığında kapsayıcı bir çerçeve olarak geliştirdiği “Geleceğe. Birlikte” yaklaşımı ile hazırladı. İş, insan, dünya ve toplumsal meseleleri birlikte ele almayı ve iş birlikleri aracılığıyla Koç Topluluğu’nun etki gücünü en üst seviyeye çıkarmayı hedefleyen “Geleceğe. Birlikte” yaklaşımı, Koç Topluluğu şirketlerinin sektörel farklılıklarını kapsarken, sürdürülebilirlik konusundaki iyi uygulamaları ve ilerlemeyi de teşvik ediyor.

Ömer M. Koç: Koç Topluluğu olarak kritik rolümüzün farkındayız 

Koç Holding’in 12’nci Sürdürülebilirlik Raporu’nda yer alan değerlendirmesinde tüm dünyada geçtiğimiz yıllarda artan sosyal eşitsizlikler ve iklim krizine dikkat çeken Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç, koronavirüs salgının iş dünyasının mücadele ettiği sorunlara birlikte ve çok yönlü çözümler geliştirmenin önemini ortaya çıkardığını vurguladı. Ömer M. Koç, sözlerini şöyle sürdürdü: “Koç Topluluğu olarak Ülkemizin ekonomik gelişimine sağladığımız katkının ve milyonlarca insanın yaşamını iyileştirme konusundaki kritik rolümüzün farkındayız. Bu nedenle faaliyetlerimizi sürdürdüğümüz pek çok farklı ülkede ve sektörde sağladığımız istihdam, sunduğumuz ürün ve hizmetler ve kurumsal vatandaşlık bilinciyle, tüm paydaşlarımız için ortak değer yaratmaya devam edeceğiz.”

Yazarımız Prof. Dr. Orhan Kural hayatını kaybetti

Enerji Dünyası yazarlarından Prof. Dr. Orhan Kural, Kovid-19 nedeniyle 28 Kasım’dan beri Prof. Dr. Feriha Öz Acil Durum Hastanesi’ne tedavi görüyordu.

Çevre bilinci ve halk sağlığı alanındaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Orhan Kural, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) nedeniyle 70 yaşında hayatını kaybetti.

Türkiye Gezginler Derneğinden yapılan açıklamaya göre, Prof. Dr. Orhan Kural, koronavirüs nedeniyle 28 Kasım’da Prof. Dr. Feriha Öz Acil Durum Hastanesi’ne kaldırıldı.

Hastanenin yoğun bakım ünitesinde 9 Aralık’tan beri tedavisi süren Kural, yaşamını yitirdi.

Kural’ın ailesi, Prof. Dr. Feriha Öz Acil Durum Hastanesi personeline yakın ilgileri ve özverili çalışmalarından dolayı teşekkür etti.

Çevre bilinci ve halk sağlığı alanındaki çalışmaları, kurucusu olduğu Türkiye Gezginler Kulübüyle de öncülüğünü yaptığı gezi kültürüne tutkusu ve maden mühendisliği alanındaki uluslararası akademik çalışmalarıyla tanınan Kural Orhan Kural, 1950’de İstanbul’da doğdu.

Kadıköy Maarif Koleji ve İTÜ Maden Fakültesi mezunu Kural, Mayıs 1973’te burslu okuduğu New York Columbia Üniversitesinden Maden Yüksek Mühendisi, Eylül 1978’de ise doktor unvanı aldı. İTÜ’de son 9 yılı bölüm başkanı olmak üzere 44 yıl hizmet verdi. Biri İngilizce olmak üzere, kömürle ilgili üç kitabın editörlüğünü yaptı.

Kural, farklı ülkeleri tanıttığı 17 gezi kitabı ve “Bu Kitap Başka” adlı anı kitabı hazırladı. Kural, matematik kitabını 2004’te yayınladı. Türkiye’nin değişik yerlerinde ve yurt dışında 42 kişisel fotoğraf sergisi açtı.

Ayrıca ilk ve orta dereceli okullar, üniversiteler, valilikler, belediyeler, sanayi kuruluşları, silahlı kuvvetler, polis meslek yüksekokulları, yurtlar, huzurevleri, hastaneler, halk eğitim merkezleri, müftülükler, siyasi parti merkezleri, değişik dernekler ve halka açık yerlerde 81 il ve ayrıca 60’a yakın ülkede çevre bilincine odaklanan 6 bine yakın konferans verdi.

Değişik kanallarda radyo ve televizyon programları hazırlayıp sunan Kural, 193 ülkeyi gezdi ve Nomadmania Sitesinde, dünyanın en gezgin insanları listesinde 48. sırada yer aldı.

Türkiye Gezginler Derneğinin kuruculuğunu üstlenen Kural, 2003’te Benin Fahri Konsolosluğu’na, 2013’te Vanuatu Fahri Konsolosluk Yardımcılığına atandı. Bine yakın ödül ve plaket sahibi olan Orhan Kural’a 2014’te Cotonou’da “Benin Cumhuriyeti Devlet Nişanı” takdim edildi.

“Yalıtım tüm şehirlerimizde binaların tamamında uygulanmalı”

Yalıtım sektörünün çatı kuruluşu İZODER, tüm şehirlerde depreme karşı güvenli, enerji verimli ve konforlu binalara sahip olmak için ısı, su, ses ve yangın yalıtımının binaların tamamında uygulanması gerektiğine dikkat çekti. 

Güvenli ve sağlıklı yapılara kavuşmak için tüm yalıtım branşlarının, yönetmelik ve standartlara uygun bir şekilde, tüm şehirlerde binalara uygulanması gerektiğini vurgulayan İZODER Başkanı Levent Gökçe, şunları söyledi: “Ülke olarak depremle yaşamayı öğrenmeli, güvenli ve kaliteli yapılaşma bilinciyle hareket etmeliyiz. Topraklarının yüzde 95’lik bölümü deprem kuşağında yer alan ülkemizde, can ve mal güvenliğini sağlayabilmek için alınması gereken önlemlerin başında uzun ömürlü ve depreme dayanıklı binalar inşa etmek geliyor. Ancak bugün ülke genelinde milyonlarca konutta halen su yalıtımı bulunmuyor. 

Türkiye’de inşaat sektöründe büyük bir eksikliği gidererek, binalara dayanıklılık, kalite ve konfor kazandıracak ‘Binalarda Su Yalıtımı Yönetmeliği’, 1 Haziran 2018’de yürürlüğe girdi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, İZODER’in de destek ve girişimleriyle mevzuattaki eksikleri gidermek üzere hazırlanan yeni yönetmelikle, su yalıtımının yeni binalarda uygulanması zorunlu hale getirildi. Türkiye inşaat sektörü ve kullanıcılar açısından çok önemli bir adım olan bu yönetmelik, su yalıtımı ile ilgili çok büyük bir eksikliği giderecek. Yeni yapılan binalarda bu yönetmelikte öngörülen esaslara uyulmadığının tespit edilmesi halinde, bu eksiklikler giderilinceye kadar binaya yapı kullanma izin belgesi verilmiyor.

İcralık enerji borçlarına yeni yıla kadar faiz affı

Elektrik tedarikçisi Sepaş Enerji, 2020 öncesinden kalan icralık borçlara faiz affı uygulamasını yıl sonuna kadar uzattı. Şirketten yapılan açıklamaya göre, 31 Ekim’e kadar geçerli olan kampanya, abonelerin talebiyle 31 Aralık tarihine kadar uzatıldı. Eylül ayında başlayan kampanya kapsamında, 2019 ve daha eski yıllardan kalan icraya sevk edilmiş fatura borçlarından gecikme faizi alınmıyor. Sepaş Enerji, salgın döneminde yaşanan ekonomik zorluklar dolayısıyla abonelerine fatura borçlarında 9 ay taksit imkanı ve son ödeme tarihini belirleme gibi seçenekler de sunmuştu.

DemirDöküm açık ara liderliğe devam ediyor

Demir Döküm, yetkili satıcıları ile her yıl sezon başlangıcında çeşitli formatlarda yaptığı buluşmayı, bu yıl pandemi koşulları nedeniyle, “Liderler Buluşması” konsepti ve tüm yetkili satıcılarının katılımı ile dijital ortamda gerçekleştirdi. “Mesafeler Açık Ara, Biz Bir Aradayız” konseptiyle düzenlenen toplantı, Demir Döküm’ün Türkiye genelinde 200’ü aşkın iş ortağının katılımı ile gerçekleşti. Liderler Buluşması’nda pandemi sürecinde alınan önlemler, satış, pazarlama ve finans alanında hayata geçirilen uygulamalar, yılın son çeyreğinde iş ortakları için hazırlanan projeler ve satışa sunulacak yeni ürünlerin yanı sıra hedefler de paylaşıldı.

Türkiye’nin yanı sıra 8 ülkede pazar lideri konumunda olan Demir Döküm, ısıtma ana sezonu öncesinde Türkiye genelindeki yetkili satıcılarıyla bir araya geldi. Koronavirüs pandemisi nedeniyle dijital ortamda düzenlenen toplantıda Demir Döküm CEO’su Alper Avdel, Demir Döküm CFO’su Hasan Eren, Demir Döküm Satış Direktörü Ufuk Atan ve Demir Döküm Pazarlama Direktörü Bilge Kıran konuşmacı olarak yer aldı.

“Pandemi sürecinde iş ortaklarımız ve müşterilerimizin yanında olduk”

Organizasyonun açılış konuşmasını gerçekleştiren Demir Döküm CEO’su Alper Avdel, Demir Döküm’ün pandemi sürecini en iyi şekilde yöneten şirketler arasında yer aldığını belirtti. İklimlendirme sektörünün pandemi nedeniyle iş büyüklüğü yüzde 60’a kadar düşen sektörlerden olumlu ayrıştığını söyleyen Avdel; “Ülkemizde koronavirüs vakasının görüldüğü ilk gün itibarıyla çalışanlarımız, iş ortaklarımız ve müşterilerimiz için hızlıca aldığımız önlemleri tek tek hayata geçirdik. Ofis çalışanlarımız 16 Mart’tan itibaren evden çalışmaya başladı. Bozüyük’te yer alan üretim tesislerimizde hayata geçirdiğimiz güvenli üretim uygulamaları ve düzenlemeleriyle Türk Standartları Enstitüsü (TSE) tarafından verilen COVID-19 Güvenli Üretim Belgesi’ni almaya hak kazandık. Servislerimiz üst düzey hijyen ve sağlık önlemleriyle kesintisiz hizmete devam etti. Satış ve pazarlama alanında geliştirdiğimiz özel uygulamalar ve destek önlemleriyle her daim iş ortaklarımızın, müşterilerimizin yanında olduk. İşlerimiz, Haziran ayı itibarıyla giriş yaptığımız normalleşme sürecinde önemli ölçüde arttı. 9 aylık dönemi başarıyla yönettik. Açık ara liderliğe devam ediyoruz. Şimdi sezonu etkili bir şekilde yönetip, 2020 yılını başarıyla tamamlayacağız” dedi.

“Yeniliklerimiz tüm iş kollarında devam edecek”

Demir Döküm’ün sosyal izolasyon ve normalleşme sürecinde yürüttüğü projeler, iş ortaklarına sağladığı finansal teşvik ve müşterileri için düzenlediği satın alma kolaylığı ile yılın 9 ayında sektörün üzerinde bir büyüme yakaladığını belirten Avdel şöyle konuştu; “Geleneksel iş kolumuz olan kombi, panel radyatör ve su ısıtıcılarında yeni nesil ürünlerimiz ile liderliğimizi koruyup pazar payımızı artırdık. Yeni iş kollarında da önemli bir büyüme kaydettik. Klima ve kaskad satışımız iki kat, ısı pompası satışlarımız 1,5 kat arttı. Daha da önemlisi müşterilerimizin memnuniyetini artırmaya devam ediyoruz Aynı şekilde iş ortaklarımızdaki memnuniyet oranımız da arttı. Hedefimiz, yılsonunda liderliğimizi açık ara sürdürmek. Demir Döküm olarak sektörde öncü işlere imza atmaya, ürün gamımızı son yıllarda olduğu gibi genişletmeye devam edeceğiz. Yeniliklerimizi üretimde, finansta, satışta, pazarlamada ve diğer tüm iş kollarımızda devam ettireceğiz.”

Allah’ım Allah’ım enerjimiz bitmesin

Pandemi sürecinde dünya insanlarının dertleriyle dertlendiğimiz bu günlerde bilgisayarın başına oturarak klavyenin tuşlarına dünyanın enerjisi, Avrupa’nın enerjisi ve geleceğimiz adına birkaç konu üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştım ki!

Yakın çevremde Covid-19 hastalığına yakalanan kişiler olması sebebiyle bir gün önce yaptırdığım testimin sonucunun pozitif olduğunu öğrendim.

Dünyanın enerjisinin bitmesinden endişe duyan ben birden kendi enerjimin tavandan tabana indiğini, yaşam enerjimin diplere dalış yaptığını ve elimin ayağımın dermanının kesildiğini hissetmeye başladım.

Bu sebep ve alametle bu sayıdaki dünyanın enerjisi başlıklı köşe yazımın seyri de ben eksenine dönüvermiştir.

Yaşadıklarımı, duygularımı ve düşüncelerimi okuduğunuzda Mustafa Kemal Atatürk’ün, ‘Beni Türk hekimlerine emanet ediniz’ sözünün geçmişte olduğu gibi zamanımızda da geçerli bir özlü söz olduğunu anlayacaksınız.

İnsan hakları….

İnsanın hakları…

Elimizden alınmaması gereken haklar…

İnsana insan olduğu için, dili, dini, ırkı, cinsiyeti, milleti, sosyal statüsü, mezhebi, siyasi görüşü, yaşam tarzı ve rengine bakılmaksızın tanındığı iddia edilen haklara ne oldu?

Hani herkes eşitti!

Ayrım yoktu!

Ne oldu?

Yaşayan her insanın hakları ve itibarı bakımından eşit ve özgür olduğu söylemi de insan hakları sözleşmesinde kayıtlı olmasına rağmen neden rafa kaldırıldı.

Kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi yaşamayan, kendisinin doğru bulmadığı tüm uygulamalar hakkında dünya üzerinde bulunan birçok ülkeye balans ayarı verme yetkisinin kendisinde bulunduğunu iddia eden Avrupa’nın insan hakları karnesi virüslü günlerde oldukça zayıf notlarla dolu olduğunu görmekteyiz, hissetmekteyiz, yaşamaktayız ve bu kötü karne nedeniyle de acı çekmekteyiz hem çok derin izler bırakabilecek ölüm korkusuna sebep olabilecek acılar…

Şimdi bende bu yazıyı yazmaya sevk eden yaşanmışlara ve hatta yaşadıklarıma değinmek istiyorum.

Sağlık konusunda aşırı titiz, kendisini ve hatta çevresini hastalıklardan korumayı görev edinmiş bir kişiliğim vardır.

Tıp dilinde Pnömoni, halk arasında Zatürre olarak bilinen iğneyi ve hatta grip aşısını düzenli olarak kullanan C, D, B vitaminlerini bünyesinden eksik etmeyen, sosyal mesafesine de aşırı önem gösteren ‘ben’ korona oldum.

Bu hastalığa yakalandığımı yaptırdığım covid testi ile öğrendim. İnsan bunu ilk duyduğunda vücudunun her yerine kar ve buz kütlelerinin temas ettiğini düşünerek soğukluk hissediyor.

Bu haberi veren doktoru yaşadığım şokun ardından tekrar arayarak, ‘bana hasta olduğumu söylediniz ben şimdi ne yapacağım’ dediğimde aldığı cevaplar nedeniyle ikinci şoku yaşamış oldum.

“Siz daha yeni hasta olmuşsunuz. Şu an iyisiniz. Birkaç gün içinde ağırlaşacaksınız”

Doktor bu sözleri söylediğinde kronik astım hastası olmam sebebiyle bir an ölecek gibi zannettim ve zaten doktor bana büyük ihtimal öleceksin gibi bir şeyler söyledi.

Doktor ile görüşmemin ardından Türkiye’de bulunan akraba ve dostlarım ile görüşmeyi paylaştım.

Türkiye’den aldığım cevap şu şekilde oldu:

“Verdikleri cevap büyük hadsizlik. Bizim burada bir hastalık ortaya çıkar ve test pozitif olursa hastanın ağırlaşması beklenilmeden hemen evine sağlık bakanlığı tarafından ilaç gönderilir ve devamlı suretle aile hekimi günlük periyodik olarak arar ve herhangi bir sıkıntı halinde de acil müdahalede bulunulur”

Şu ilaçları al ve kullanmaya başla tavsiyesi ve önerilerle panik ataktan kurtularak kendime geldim ve yaşama yeniden döndüm diyebilirim.

Endişeye kapılmamı sağlayan sözler eden bir doktorun hastasına yaklaşımı ile ilgili sözler bana olduğu kadar eminim sizlere de bir sürü ipucu vermiştir.

Avrupalı doktorun sözlerinden ne anladık…

“Grip ilaçları alacaksın ağırlaşırsan hastaneye gideceksin yani kısaca güçlü kuvvetliysen yaşarsın, güçlü kuvvetli değilsen bu yarışı kaybedersin”

Allah’ım Allah’ım…

Ne olur Allah’ım kendime ve kimseye bir şey olmasın…

EIT InnoEnergy, iklim nötrlüğünü hızlandırmak için düğmeye bastı

Breakthrough Enerji tarafından desteklenen “Avrupa Yeşil Hidrojen Hızlandırma Merkezi (EGHAC)”, Avrupa’nın sıfır karbon salınımlı kıta hedefini2050 yılına kadar gerçekleştirmede kilit rol oynayacak. 

Avrupa’da sürdürülebilir enerjide inovasyon ve girişimciliğin önde gelen destekleyicisi olan EIT Inno Energy, 2025 yılına kadar yıllık 100 milyar Euro’luk yeşil hidrojen ekonomisinin gelişimini desteklemek amacıyla eşi görülmemiş bir girişim olan “Avrupa Yeşil Hidrojen Hızlandırma Merkezi’ni (EGHAC)” başlattı. Merkez, yeşil hidrojen değer zincirinde yarım milyon kişiye doğrudan ve dolaylı istihdam yaratabilecek. Merkez, temiz enerji geleceğine geçişi hızlandırmak için Bill Gates ve dünyanın en iyi teknoloji ve iş liderlerinin kurduğu Breakthrough Energy tarafından destekleniyor.

Yeşil hidrojen, Avrupa’nın enerji sektörünü dönüştürmede kilit bir itici güç ve büyük ölçekli endüstrinin karbondan arındırılması için bir katalizördür. Kanıtlanmış düşük emisyonlu güç kaynağı olarak yeşil hidrojen, AB’nin iklim açısından nötr ekonomisinin merkezi bir parçası olmak için idealdir. Kıtanın her yıl 320 milyar Euro’nun üzerinde fosil yakıt ithalatına olan bağımlılığını azaltarak stratejik özerklik sağlamasına yardımcı olur. Bu potansiyeli karşılamak, yenilik ve üretim kapasitesini hızlandırmak için,Avrupa’nın bir yatırım ortamı yaratması gerekiyor. “Avrupa Yeşil Hidrojen Hızlandırma Merkezi’ni (EGHAC)”, Avrupa çapında büyük ölçekli endüstriyel projeler sunmak için gigawatt ölçeğinde yeşil hidrojen üretimini hızlandırmayı vaat ediyor. EGHAC, Avrupa’nın yeşil hidrojen ekosisteminde kilit bir aktör olmaya çalışacak ve Avrupa’nın 2050 vizyonuna ulaşmak için bu alandaki mevcut projelerle işbirliği içinde çalışacaktır. En acil kısa vadeli öncelikler arasında, enerji yoğun endüstriyel uygulamalarda (çelik, çimento, kimyasallar), ağır taşımacılıkta (denizcilik ve ağır nakliye)ve gübrelerde hidrokarbonların önemli ölçüde yer değiştirmesine neden olacak karbon yayan teknolojiler ile yeşil hidrojen arasındaki fiyat farkını kapatmaktır. Yeşil hidrojen aynı zamanda enerjiyi depolamak için de kullanılabilir, bu da onu uçucu yenilenebilir kaynakların, özellikle rüzgar ve güneş enerjisinin genişlemesi için önemli bir kolaylaştırıcı yapmaktadır. 

EIT Inno Energy İcra Kurulu Üyesi Jacob Ruiter şunları söyledi: “Avrupa’nın2050’ye kadar Sıfır Karbon Salınımlı Kıta olma hedefine ulaşması için, yeşil hidrojenin ticarileştirilmesi hayati önem taşımaktadır. Basitçe söylemek gerekirse, ağır sanayi ve ağır taşımacılığın karbondan arındırılmasının daha iyi bir yolu yoktur. Aynı zamanda yeşil hidrojen depolama yoluyla şebeke esnekliğini desteklemede de önemli bir rol oynar.”

Endüstriyel projelerin teşvik edilmesi ve birlikte oluşturulması, diğer endüstriyel ve enerji değer zincirleriyle bağlantı kurulması, teknoloji geliştirmenin hızlanması,pazar büyümesinin teşvik edilmesi, toplumsal kabul ve beceri açığına yönelik çalışmalar yapmak “Avrupa Yeşil Hidrojen Hızlandırma Merkezi’nin (EGHAC)” hedefleri arasında yer almaktadır.

Ulaşım, güç ve endüstriyel uygulamalar için verimli pillere olan ihtiyaç hızla artıyor. EIT InnoEnergy, Avrupa’da uzmanlaşmış endüstriyel değer zincirleri geliştirmek için oldukça başarılı bir plan haline gelen ve rekor hızda müthiş ekonomik etki sağlayan Avrupa Pil Birliği’ne (EBA) liderlik etmektedir. Pil Endüstrisinin 2025’ten itibaren yıllık piyasa değerinin 250 milyar € olacağı tahmin edilmektedir. Avrupa için, temiz bir enerji geçişi ve rekabetçi bir endüstri için eksiksiz bir yerli pil değer zincirinin kurulması zorunludur.

EIT Inno Energy’nin başarısının anahtarı, enerji dönüşümünün merkezinde faaliyet göstererek, çok iddialı hedeflere ulaşmak için yenilikçileri, girişimcileri, yatırımcıları ve diğer kilit paydaşları buluşturmasıdır. EIT Inno Energy İcra Kurulu üyesi Jacob Ruiter ayrıca“Avrupa Yeşil Hidrojen Hızlandırma Merkezi’ne (EGHAC)”Breakthrough Energy’nin desteğiyle öncülük etmekten mutluluk duyuyoruz ve mümkün olan en kısa sürede yeşil hidrojenin maliyetini düşürmek, pazar alımını teşvik etmek ve güçlü bir Avrupa yeşil hidrojen değer zinciri oluşturmak için ciddiyetle çalışmayı dört gözle bekliyoruz. Bu konuda hızlı olmak çok önemli.” dedi.

Breakthrough Energy Kıdemli Müdürü Ann Mettler: “Avrupa Birliği’nin Yeşil Anlaşması, Avrupa Yeşil Hidrojen Hızlandırma Merkezi için mükemmel bir hızlandırıcıdır. Politik ivmeyi temel alan merkez, Avrupa endüstrisinin derin karbondan arındırılması için itici güç olarak yeşil hidrojeni kullanacak. Bu arka plana karşı, büyük ölçekli projelere öncülük edecek bir boru hattı oluşturacak, yeni nesil kamu-özel ortaklıkları başlatacak ve mega-gigawatt’lara teslimat hızını artıracak.” dedi.

Yağma yok

0

Günde 22 bin kişi açlıktan ve susuzluktan ölüyor.

Günde binlerce kişi sıtmadan, kanserden ölüyor.

Günde binlerce kişi başta Afrika olmak üzere doktorsuzluk ve ilaçsızlıktan ölüyor!

Ama virüs, Papa ve Din adamlarına, ünlü aktörlere, 7 Devlet Başkanına, Başbakanlara, Bakanlara her gün milyonlarca dolar para kazanan zengin iş adamlarına ve vergisiz kazançları milyonlarca doları bulan ünlü sporculara bulaşınca!

Virüs sınıf ve varlık ayırımı yapmayınca!

Korktunuz değil mi?

Yağma yok!

Tüm dünyanın bilim adamları, virüse henüz kesin bir çare bulamayınca korkutunuz değil mi?

Masum suçsuz hayvanları, insanlar seyretsin diye “hayvanat bahçelerine” attınız!

Yunus balıklarının yüzlercesini öldürüp onları yunus parklarında birer oyuncak yaptınız!

Sirklerde insanlar eğlensin diye hayvanları istismar ettiniz, ayıları dans etsin diye şartlı refleks kazanmaları için kızgın saçlarda yürüttünüz!

Acımasız avcılar hayvanları en son teknoloji ile aldatıp son beyaz zürafayı bile öldürüp gururlanınca, Avustralya’da develer vurulurken sesiniz hiç çıkmadı!

Yağma yok!

Şimdi sıra doğada, onlar da bizden intikam alıyor! Doğa insansız yaşar ama insanlar doğa olmadan yaşayamaz.

Hele Çin, kürk ticaretine canlı canlı hayvanların kürkünü üstünden çalarak yasakları delip devam etti!

Kuş ve domuz gribi gibi,

Bu virüs da Çin’de gaddarca avlanan bir çeşit pullu karınca yiyen “pangolinden” yayıldı.

Yağma yok!

Sıra diğerlerinde!

Şimdi korkup evlere kapandınız!

Kolonyaları, maskeleri kapıştınız.

Ölümden korkuyorsunuz değil mi?

Virüs çünkü sınıf farkı ayırımı yapmadı.

Korkuyorsunuz değil mi?

Yağma yok!

Çok sayıda uçak seferleri iptal oldu. Okullar sürekli açılıp kapatıldı. Sık sık karantina uygulandı. Futbol maçları seyircisiz oynandı, insanlar birbirinden bir metre uzaklaştı.

Biz insanlar bugüne dek hep tükettik!

Hep daha fazlasını istedik!

Yeni araba, yeni yat, yeni kürkler!

Yeni cep telefonu

Yeni yazlık evler

Suudi Kralı beş özel jeti ile Tayland’a tatile gitti.

Birleşik Arap Emirleri dişleri ağrıyınca özel uçakları ile Londra’ya dişçilerine uçtu.

96 parçalı yemek takımları, çok sayıda mutfak robotları alındı.

Ama ekmeklerinizi, yemeklerinizi çöpe attık.

Sosyal medyada küstahça “gurme ve yemek” resimlerini paylaştınız.

Alışveriş merkezlerinde 8 bin dolara çantalar alındı.

Yüzsüz bir adam tuzu omuzundan akıtıp altın suyunda biftek kızarttı, bin dolar ödeyip bir hayvanın etini zevkleydiniz.

Canlı canlı ıstakozlar kaynar suya atıldı!

22 bin kişi günde açlıktan ölürken!

Doların yeşilini, doğanın yeşiline hep tercih ettiniz!

Zavallı boğayı adım adım işkence ile öldüren zalim matadorları alkışladınız.

Manzara için ağaçlar kesildi!

Oskar töreninde binlerce dolarlık elbise ile kırmızı halıda züppece yürüyenleri hayranlıkla seyrettiniz!

Reklam ve dizilerle kandırıldınız!

İçki masalarında entel takıldınız!

Ama siz bir şey yapmadınız. Hep konuştunuz, hep başkalarından beklediniz.

Serpme kahvaltıda gözünüz bayram etti ama, yiyeceklerin yüzde yetmişi çöp oldu.

Yiyeceklerin en az yarısı çöpe giden iftar sofralarında lüks otellerde oruç tutmayan zenginleri ağırladınız!

Oysa “iftar” fakirlerle paylaşmaktır!

Havai fişeklere dakikada bin dolar ödediniz, hayvanları öldürdünüz, yaşlı ve hastaları korkuttunuz.

Paranız, servetiniz, evleriniz bu sefer işe yaramadı!

Yağma yok!

Bugünleri siz hazırladınız, şimdi korkun bakalım!

Bir süre sonra muhtemelen bu virüsün de etkisi azalacak,

Virüs gündemden düşecek, tüketim sistemi tüm hızı ile devam edecek!

Yoksullar virüslerden veya diğer hastalıklardan ve açlıktan ölmeye devam edecek!

Ama

Yine de bir kesim hiç ama hiç akıllanmayacak!

“Büyük Satranç Tahtası”

Uzun yıllardan beri kim ‘Başkan’ olursa olsun ABD’nin Orta Doğu’daki asıl hedefi, petrol ve İsrail’in güvenliğini korumakla özetleniyor.

Gerçekten de, Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi’nin temelini İsrail ve petrol oluşturuyor.

Afganistan’ı “kule” gibi kullanan ABD, petrol ve enerji yollarının denetiminin yanı sıra İsrail’in güvenliği için her türlü siyasi ve askeri planı devreye sokmaktan asla vazgeçmiyor.

Tabii ki, ister müttefiki ister NATO üyesi olsun Türkiye’yi bu uğurda daima feda etmeye hazır bir ABD, pervasızca planlarını zaman zaman uyguluyor. Hatta terörist örgütleri bile yanına alarak daha doğrusu kullanarak bölgeyi kana bulamaktan çekinmiyor. Oysa, sözde “Arap Baharı”nın proje babaları ne demişti, ne oldu ve neler oluyor.

Friedman’ın “Korkunç Hayali” ve Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası” safsatası aslında tarihin seyrini bozmaya devam ediyor.

Pentagon’un stratejilerini belirleyen Stratfor’un kurucusu ve “Gölge CIA” lakaplı George Friedman, Büyük Orta Doğu Projesi’nin tartışıldığı yıllarda yani 2009’larda, Türkiye’ye yol haritası olarak İslam ülkelerinin liderliğini çiziyordu.

Ne var ki, İslam ülkelerinin liderliği modeli şimdilik askıya alınmış bulunuyor.

Ancak, uygulanacak yeni sisteme göre bu projenin yeniden gündeme getirileceği iddia ediliyor.

Görülüyor ki, ABD’nin radikal güçleri yeni Başkanı ve yönetimi ile denetleme hamlesi, Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor.

Öte yandan, bütün Orta Doğu’nun ister istemez GOP projesinin etkisine artık girmiş olması dikkatlerden kaçmıyor.

Üstelik projenin yeni boyutları da gün geçtikçe kendini gösteriyor.

ABD’nin her ne pahasına olursa olsun İsrail’i koruma ve kollama “derin” planlarını bir yana bırakırsak karşımıza Orta Doğu’da “petrol ve Kürt belası” çıkıyor.

Orta Doğu’da yaşanmakta olan kanlı gelişmeler, petrolün bütün dünya için bir “baş belası” olduğunu adeta ispatlıyor.

Üstüne bir de, gerek korsan addedilen peşmerge devletçiği, gerek terörist örgütleriyle, Kürt oluşumlar, bölgedeki yangını sürekli alevlendiriyor. Özellikle enerji ve yollarının güveni için başta Kürtler olmak üzere çeşitli terör örgütleri Batı tarafından hem kuruluyor hem finanse ediliyor hem ikmalleri yapılıyor hem de istenildiğinde bir “koz” olarak sancılı bölgeye salınıyor.

Bilindiği üzere, dünyaya muhtaç olduğu enerjinin büyük bir bölümünü sağlayan Orta Doğu ve Avrasya bölgelerinin, daima tehlikenin odağı halinde olması, hepimizi hem düşündürüyor hem de endişelendiriyor.

Bir bakıma; enerji kaynağı sahibi olmak ve onu pazarına ulaştırmak daima ya sorun oluyor ya da olmaya namzet sayılıyor.

Nitekim, sözde “Arap Baharı” ve ötesinin asıl nedenlerinin başında petrol geliyor.

Asırlardır insanoğlunun dikkatini sarsan ve çoğu zaman endişeyle üzerine çeken Orta Doğu’ya bakıldığında; çeşitli görüntüler, süreçler, beklentiler ve tehlikeler görülüyor.

Öteden beri, çoğu enerji kaynaklarının ve yollarının Orta Doğu’da olması bu bölgeyi daha da “stratejik” hale getiriyor.

Orta Doğu’yu çoğu zaman buhrana sokan bu stratejik değerin en büyük unsurlarından birinin de Türkiye olduğu kabul ediliyor.

Bilindiği gibi; Türkiye uzun yıllardan beri enerjinin güvenli bir şekilde ulaşımını sağlıyor.

Yani, Türkiye bir bakıma “köprü” görevini üstleniyor.

Zaten, küresel güç ve sermayenin, Orta Doğu’dan beklentisi ve istemi, enerji kaynakları ve enerji yollarının güveni ile özetleniyor.

Beklentiler ve istemler de, bu çerçevede değerlendiriliyor.

Enerjinin Orta Doğu’dan Batı’ya ve öteye intikalinde Türkiye önemli rol oynuyor.

Sonuç olarak, ABD’nin planının çok aşamalı ve dönemli olduğu da anlaşılıyor.

Bir yerde İsrail’in mutlak güvenliği için; Suriye ve Irak’ın Kuzeyi’nin üzerinde tehlikeli planlar ve operasyonlar sürerken, Irak ve Suriye’nin parçalanması Türkiye’yi tehdit, İran’a askeri müdahale gündemden kalkmıyor.

Bu ortamda çok dikkatli ve serinkanlı olmak gerekiyor.

Belçika’dan İstanbul’u seyretmek

Kelt ve Cermen karışımı bir halk olan Belgae’lerden adını alan 12 milyon nüfuslu Belçika devletini 83 milyonluk ülkemiz Türkiye ile mukayese etmeye kalktığımda büyük bir hata yapacağımın farkındayım. Belçika’yı mukayese etmem gerekirse 16 milyonluk İstanbul ile değerlendirmeliyim.

İstanbul’da 16 milyonluk nüfus 5.343 km²’de, Belçika’da 12 milyonluk nüfus 30.689 km²’de yaşamını sürdürmektedir.

İstanbul halkı tabiri caizse dar alanda paslaşırken, Belçika halkı yayla gibi alanlarda zevki sefa sürüyor.

Tabi bu tezat İstanbul’da yaşamın bir kaos şeklinde, Belçika’da ise bir düzen eşliğinde gerçekleşmesine neden oluyor.

Ülke Orta Çağ’dan kalma yapıları ve Rönesans eserleriyle de İstanbul gibi buram buram tarih kokuyor.

Rönesans’ın büyülü ülkesi olarak adlandırdığım Belçika’da tarihi eserler, kiliseler, evler, köprüler, şatolar ve saraylar aslına sadık kalınarak korunmuş.

Belçika’yı; Flaman, Valon ve Brüksel bölgesi olarak üç kısımda ele alabiliriz. Zaman zaman kuzeyde yaşayan Flamanlar ve güneyde bulunan Fransızlar arasında gerilimler yaşanmaktadır.

Kuzeyde yaşayan Flaman arkadaşım ile Brüksel bölgesine gittiğimizde Fransızların Flaman olan dostuma hoş olmayan şekilde üslup kullanmalarına şahit olduğumda çok şaşırdım.

Belçika’nın bir Ayasofya Camisi, Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camisi, İstanbul Boğazı olmasa da Rönesans eserleri ile ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir.

Kaliteli çikolataları, biraları ve meşhur patates kızartmaları ile tanınan Belçika’da hâkim olan ‘düzenlilik’ çikolatasından da daha önemli ve imrenilecek halde.

%75’i Belçikalılardan oluşan ülkede Faslı, Fransız, Türk ve birçok milletten insan yaşamaktadır.

Afrika’dan geleni de görürsünüz, Çinli’yi de ama herkes ülkenin kurallarına uymak zorundadır. Devlet görevlisi ikaz ettiği zaman akan sular durur. Kimse kimsenin huzurunu bozacak davranış, hareket ve eylemde bulunamaz. Polis devleti nasıl oluyormuş bir de oraya bakmanızı tavsiye ederim.

Kırmızı ışık yandığında herkes bilir ki! Cezadan kurtuluşu yok ve bu sebeple herkes kırmızı ışıkta kural ihlali yapmak yerine yeşil ışığın yanmasını bekler. Bizde nasılını siz düşünün.

Türkiye’de ve özellikle de İstanbul’da trafik, hırsızlık ve magandalık toplumun huzurunu kaçıran tüm sebep ve nedenlerin ortadan kaldırılması adına acil tedbirler uygulanmalıdır.

Geçici çözümlerle değil…

Gerekirse sert ve istikrarlı tedbirler…

Kaygı duymaksızın “acıtasıca” tedbirler…

Kanunlarımız var,uygulanmaması bizim halimize derman değil.

Yurtdışından Avrupa ülkelerine giden ilticacılar, göçmenler, mülteciler ve hatta teröristler bile yaşamaya başladıkları şehrin kurallarına uyuyorlar ve şunu çok iyi biliyorlar ki! Kurallara uymazlarsa canları yanacak.

Can yakıcı kanunlar…

Bizim ülkemize gelen göçmenler, mülteciler, kaçaklar ve sağdan soldan gelenler nasıl davranıyor. Bakıyorlar bu topraklar dingonun ahırı, kimin eli kimin cebinde ve başlıyorlar kaosa. Uyumları düzenimize değil kaos halindeki düzensizliğimiz ile şekilleniyor.

Buna toplumsal olarak yeter dedik!

Topluma, gerekirse can yakıcı tedbirler ile bir düzen getirin!

Düzenimizi kurmak yerine kaos ile varlık bulan yöneticilerin hatalarını tekrar etmek bu millete, bu devlete ve bu cennet diyarlara hakaret, zalimlik ve vurdumduymazlıktır. Kısacası yönetim hadsizliğidir.

Her gün her ifadesi ve tweet’inde Sayın Fahrettin Koca’nın “maske takın” sözünden anlamayan kalabalığa sözde insan hakları adı altında şirinlik ile kuralcılık arasında kalan kolluk kuvvetinin hali çok mu hoş. Bir sözü ve kuralı binlerce kez işitmesine rağmen anlamayana karşı şirinlik ile çözüm üretmeye çalışmakta nedir?

Aymazlığının bedelini ödesinler!

Önce kendimizi sonra da şu Suriye, Afganistan, Pakistan vb. gibi ülkelerden topraklarımıza akın etmiş olan mülteci ve kaçaklara artık bir düzen getirelim.

Bizim ülkemizdeki yabancılar bizim kanunlarımızı görmezden gelerek “Nasıl olsa bir şey yapılmıyor.” rahat ve fütursuzca sözde yaşamalarının önüne net bir engel koyalım. Uyum kültürünü yüklenemeyene biz toplum olarak eğiticilik yapmak istemiyoruz. Bu bizim işimiz de değil.

Esas manasıyla ülkemizde de bu kaosun nedeni kanunlarımızın hakikatince işletiliyor olmamasıdır.

Milletimizin suçu yok mu?

Elbette var.

Bananecilik hastalığından ve bencillik arzularını bir kenara koyup “ben bu dünyaya niçin geldim.” hakikatin soru ve sorunlarına odaklanarak, sahte ve sahtekarlıktan uzaklaşmalı. Hep deriz ya hani Müslüman yalan söylemez, Müslüman kimseye rahatsızlık vermez, Müslüman pis olmaz, etrafı kirletmez, saygı, sevgi ve hoş görülü olur diye…

İşte tam da bu hakikat ile hareket eden Müslümanların kabiliyetini yeniden tahsis etmek gerek. Unutmamamız gerekir ki “İslam olmak için önce İnsan olmamız” gerekiyor. Allah razı değilken kulun razı olduğunu, yönetenlerin ve yöneticilerin razı olduğunu nasıl bekler ki bir Müslüman.

Yaşadığımız şehri bir emanetçi edasıyla koruyalım, kollayalım, kurallara uyalım ve yöneticilere de destek verelim. Zira onlar bizim aynamız…

Sadece kendini yetiştirmiş ve düzenlemiş bireylerin yöneticileri düzgün olacaktır. Kendisine yakışır şekilde hizmet etmeye devam edecek, rant ve çıkar ilişkilerinden uzak duracaktır.

Türkiye’de devlet erki halkın bir kısmının hoşuna gitmeyen bir kanun çıkardığı veya uygulamaya başladığı zaman müsriflikle hayat bulmuş bazı kimseler “seçimde görüşürüz.” hadsizliği ile tehdit eder. Mesele bir kısmımız mı yoksa bizi biz yapan tüm millet bedenimiz mi? Başımıza gelenleri dışarıda ya da içimizdeki seçkinlerde aramak yerine kendimize dönmemiz gerekiyor. Taşramıza… Arka sokaklarımıza… Komşumuza… Dost ve akrabalarımıza…

Yöneticilere karşı arzu ve keyfiyetinin hali ile güven hissetmeyenler için resmi bir kurumda bir sorun yaşandığı veya bir olumsuzlukla karşılaşıldığında karşısındaki memura vatandaş aynen şu ifadeyi kullanır: “Benim vergimle orada oturuyorsun, senin maaşını ben veriyorum” diyene toplum olarak “hadi oradan!” diyebilme ferasetinde olmamız gerekir. Kanunlar bizi bir arada tutar. Onları biz çürütürsek yarın bir arada olduğumuz biz kalmayacaktır.

Hükümetler kapitalizm baronlarının musluğunu biraz kesmeye görsün…

Topukları popolarına vura vura Külliye’nin kapılarına nasıl da dayanıyorlar.

Tabi bu olay sadece yöneticileri değil, kapitalizm zulmü ile işkence ettiği tüm milletimize tehdit değil de nedir?

Vatandaşlar, kapitalizmin sömürüsündeki bu hal ile şuurlanmak yerine Amerikan rüyalarına dalınca “devleti koparma” arzu ve isteklerine devleti memur etme omnipotensini yaşıyor. Bu ziyandır.

Mevzu Belçika’ya bir de hoş bir halimizi söyleyeyim.

Bizler onlar gibi değiliz. Bizleri her ne kadar apolitik bir topluma dönüştürmek isteseler de biz siyasetin, politikanın ve bürokrasinin içinde nefes alan bir milletiz. Sokaklarında Kral’ların bisiklet sürdüğünü görsek de bizim gibi devlet-li hiçbir zaman olamazlar. Biz bu kabiliyetimiz ile devletimizle bütünleşirsek “-ki devletimizin de halkı ile bütünleşmesi icap eder.” kanunlar bize zulmün değil, güzel günlerin muştusu olur.

Güvenmeyi tercih ederek, güvenilir olduğumuzu göstermemiz gerekir.

Hasılı…

TAK ARTIK ŞU MASKENİ DE, İŞİMİZE BAKALIM…

Hava kirletici partiküller SOS veriyor

Türk Toraks Derneği Başkanı Prof. Dr. Hasan Bayram, “İtalya’da yapılan bir çalışmada, araştırmacılar belli merkezlerden dış ortamdaki hava kirleticisi partikülleri topladı ve o partiküllerin koronavirüs taşıdığını gösterdi.” dedi.

Prof. Dr. Hasan Bayram, yapılan araştırmaların hava kirliliğindeki partiküllerin koronavirüs taşıdığını gösterdiğini belirterek, dış ortamlarda mutlaka maske takılması gerektiğini söyledi.

Prof. Dr. Hasan Bayram, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yapılan araştırmaların, kapalı ortamlarda öksürük, sesli konuşma, gülme gibi eylemler sırasında açığa çıkan damlacıkların ortama yayılabildiği ve belli bir süre havada asılı kalabildiğini gösterdiğine dikkati çekti.

Bu yöndeki araştırmaların açık alanlar için de yapıldığına değinen Bayram, bu çalışmalarda havadan toplanan partiküllerde çeşitli mantar, bakteri, virüs ve antijenlere rastlandığının altını çizdi. Tayvan’da 2010’da yapılan bir çalışmada, çölden gelen toz fırtınalarının olduğu dönemde partiküllerde Influenza-A virüsü olduğunun saptandığını kaydeden Prof. Dr. Bayram, “Son olarak İtalya’da yapılan bir çalışmada araştırmacılar, belli merkezlerden hava kirleticisi partikülleri topladı ve o partiküllerin koronavirüs taşıdığını gösterdiler.” dedi.

Bu partiküllerin hastalığa yol açabileceği konusunun henüz kanıtlanmadığının altını çizen Prof. Dr. Bayram, şöyle konuştu:

“Şimdi bilim insanları bunu göstermeye çalışıyorlar. Çünkü partiküllerde virüsün olması, hastalığın o yolla yayılabileceği şüphesini doğuruyor. Virüs havada partikül üzerinde bir yerlere taşındığında eğer güneşe maruz kalırsa ya da uzun süre havada asılı kalırsa aktivitesini yitirebilir ama partiküllerin yüzeyine yapıştı, o sırada rüzgarın etkisiyle hızla yayıldı ve 10 dakika içinde canlılığını yitirmeden birileri o partikülleri teneffüs ettiyse o zaman hastalık bulaşabilir. Hele dış ortamda, insanların kalabalık, toplu dolaştıklarını düşünürsek, özellikle İstanbul gibi kalabalık kentlerde, durakta beklerken, sokakta yürürken, caddelerde, parkta bu bulaşma türü ihtimal dahilinde. Bütün bunlardan şöyle bir net sonuç çıkarılabilir: Dış ortamda risk iç ortama göre daha düşük ama bu, riskin sıfır olduğu anlamına gelmiyor. Hele toplu hareket edilen, mesafenin yakın olduğu yerlerde bu risk çok daha yüksek. Dış ortamda da mutlaka iç ortam gibi maske takmak lazım.” 

Hava kirliliği virüs ve bakterilerin yapışmasına zemin hazırlıyor

Kovid-19’un ağır seyrettiği ve aynı zamanda hava kirliliğinin de yoğun olduğu Çin’in Wuhan kenti ve İtalya’nın Lombardia bölgelerini örnek gösteren Prof. Dr. Hasan Bayram, hava kirliliğinin koronavirüsün yayılımına katkı sunabildiğini söyledi.

Partiküler madde, ozon, azot dioksit, kükürt dioksit, ağır metaller gibi hava kirleticilerinin vücuda alındıklarında akciğerler yoluyla tüm vücuda yayılabildiğini kaydeden Bayram, “Hava kirleticileri sadece ilk temas ettikleri akciğerler ve solunum yolları değil, kana karışarak başta kalp ve beyin olmak üzere bütün sistemleri etkileyebilmekte.” ifadelerini kullandı.

Hava kirleticilerinin akciğerler ve solunum yollarının savunma ve temizlenme kapasitesini de olumsuz etkileyebildiğine işaret eden Prof. Dr. Hasan Bayram, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Hava kirleticiler, hava yolları ve akciğerlerde bir tür iltihaplanma ve hücre hasarına yol açıyor. Hasarlanan yüzeylere virüsler ve bakteriler daha kolay yapışabiliyor. Deneysel olarak yapılan çalışmalarda, hava kirliliğine maruziyet sonrasında bu hücrelerin yüzeyinde bir takım virüslerin tutunabildiği reseptör dediğimiz yapılar ortaya çıkıyor. Bu reseptörler, virüslerin yapışma bölgesi olarak rol oynuyor. Dolayısıyla hava kirleticileri, hava yollarında hücre düzeyinde yaptıkları değişikliklerle virüslerin, bakterilerin yapışmasını kolaylaştırıyor.”

Elektrikli araç sayısı artıyor

Türkiye otomobil pazarında hibrit ve elektrikli otomobil satışlarının payı henüz düşük seviyelerde olmasına karşın artış trendi devam ediyor. Türkiye otomobil pazarında yılın 10 aylık döneminde 314 adet elektrikli ve 15 bin 151 adet hibrit otomobil satışı gerçekleşirken, elektrikli otomobil satışları geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 105,2, hibrit otomobil satışları da yüzde 73,9 yükseldi.

Türkiye’de otomobil ve hafif ticari araç pazarı, 2020’nin 10 ayında geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 78,1 büyüyerek 588 bin 354 adet seviyesinde gerçekleşti.

Sadece otomobil satışlarına bakıldığında, 10 aylık dönemde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 73,1 artışla 465 bin 31 adet olurken, hafif ticari araç pazarı yüzde 99,7 artarak 123 bin 323 adede ulaştı.

Dizel otomobil satışlarının payı yüzde 40,8 oldu

2020 yılı ekim sonu itibarıyla otomobil pazarı motor tipine göre, benzinli otomobil satışları, 240 bin 815 adetle yüzde 51,8 pay aldı. Dizel otomobil satışları 189 bin 705 adetle yüzde 40,8 paya sahip olurken, otogazlı otomobil satışlarının payı da 19 bin 46 adetle yüzde 4,1 olarak belirlendi.

Benzinli otomobil satışları ekim sonunda geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 139, otogazlı otomobil satışları yüzde 62,6 ve dizel otomobil satışları da yüzde 28,8 arttı. Geçen yılın ekim ayı sonu itibarıyla 100 bin 739 adet benzinli, 147 bin 305 adet dizel ve 11 bin 716 adet de otogazlı otomobil satışı gerçekleştirilmişti. Bu yılın ekim sonu itibarıyla 314 adet elektrikli ve 15 bin 151 adet hibrit otomobil satışı yapıldı. Elektrikli ve hibrit otomobillerin toplam satışlardaki payı ise yüzde 3,3’ten yüzde 3,4’e yükseldi. Geçen yılın ekim ayı sonu itibarıyla 8 bin 711 hibrit ve 153 de elektrikli otomobil satışı gerçekleşmişti.

Doğu Türkistan

0

Gün geçmesin ki Doğu Türkistan’dan aşırı insan hakları ihlallerine dair haberler gelmesin…

Toplama kamplarından, çocuk kamplarına, evlere yerleştirilen Çin istihbarat elemanlarından sokakların yüz tanıma sistemli kameralar tarafından taranmasına aklınıza getiremeyeceğiniz baskı ve dönüştürme siyasetlerine bir yenisi eklenmiş, son birkaç aydır da konu uluslararası kamuoyu tarafından tartışılmaya başlanmıştır.

ÇKP yönetimi ve onun uygulayıcılarının Doğu Türkistan toplumuna reva gördüklerinin insanlık tarihinde kara bir leke olarak yerini aldığını ve muhtemelen Hitler ve Stalin gibi despot idarecileri Xi Jin-ping’in fersah fersah geride bıraktığını söylemek abartı olmayacaktır.

Doğu Türkistan’da yaşananları yakinen takip edeler sözde “eğitim” özde “mankurtlaştırma” kampları olduğunu, devlet eliyle sistemli bir soykırım gerçekleştirildiğini, lakin sistematik olayların sadece kamplarla sınırlı kalmadığını da bilmektedir.

Her geçen gün sınırlı da olsa elde edilen bulgular, iğne ile kuyu kazar gibi takip ve puzzle çözer gibi parçaları bir araya getiren araştırmacılar ortaya tüyleri diken diken edecek yeni bulgular çıkarmaktadır. Lakin onca ağır insan hakları ihlallerine rağmen birçok ülke, sivil toplum kuruluşu, ulusal veya uluslararası teşkilatlar yaşananları hak ettiği şekilde gündeme hala taşımamakta veya taşısalar bile konu bütün yönleriyle tartışılmamakta dahası Çin’e bu türden faaliyetleri durdurmasına yönelik bir yaptırım da uygulanmamaktadır.

Kamplardaki hayat şartlarının ne olduğu, kadın ve genç kızların nelere muhatap olduğu, meslek edindirmeden kastı Komünist Parti’ye ve onun lideri Xi Jin-ping’e tam sadakatin olduğu az-çok biliniyordu. Lakin son gelişmeler işin vehametini gözler önüne sermişe benziyor.

Mahalli idarelerle işbirliği yapılarak kamplardan seçilen kişilerin daha sonra rızaları dışında fabrikalarda çalıştırıldığını öğrendik. Bu türden kişilerin çok düşük ücretlerle hatta ücretsiz çalışmaya zorlandığı, yakın veya uzak demeden zorla çalıştırılmak üzere fabrikalara götürüldüğü de bölgeden alınan haberle arasında yer almakta. Kamplarda seçilen kişilerin yaşadıkları bölge dışına hatta Çin’in iç bölgelerine de götürüldüğü, bu şekilde Çin’in iç bölgelerine gönderilenlerin 500 bin kişiyi bulduğu ise ayrı bir tedirgin olunacak durum.

Dünya Çin’in dünyanın başına musallat ettiği görünmez bir düşman Çin virüsü COVİD-19 ile cebelleşirken ÇKP yönetimi dünyanın gözünün içine baka baka modern dünyanın (!) köle işçi ordusunu oluşturmakla meşgul. ÇKP yönetimi kapitalizmi köleleştirmenin bir aracı haline getirmiş durumda.

Köle işçilerle alakalı bilgiler ilk olarak South China Morning Post gazetesinde yayınlanan Shenzen şehrine 50 bin, Shaogun şehrine ise 30 bin Doğu Türkistanlı’nın işçi olarak gönderileceğine dair bir haberin izi sürülünce, işin görünenden daha vahim olduğu da anlaşılmış oldu. Bu yeni durum üzerine yaptığı araştırmayı bir rapor halinde yayınlayan Avustralya Stratejik Politika Enstitüsün haberi medyada “Satılık Uygurlar” başlığı ile yer aldı.

Çin’in ekonomik hegemonyasını korumak adına kurduğu insanlık tarihinin utanç uygulaması bu modern kölelik sisteminin tasvip edilebilecek bir tarafının bulunmadığı kanaatindeyim. Bu türden ağır insan hakları ihlallerinin ortadan kaldırılması adına uluslararası toplum, BM ve İİT gibi kuruluşların ivedilikle harekete geçmesi gerekmekte.

Modern köle işçilerin dünyanın ünlü markalarının Çin’deki fabrikalarında çalıştırıldığı ve bu yönde istismar edildikleri uluslararası toplumda tartışılınca ilgili markalardan bir kısmı üretimlerini durdurma ve konuyu araştırma yönünde basınla bilgi paylamış, İngiltere Parlamentosundan bir komisyon adı geçen marka temsilcilerin davet ederek durumu soruşturduğu öğrenildi. Dünya genelinde bilinen meşhur ve aklınıza gelebilecek her markanın kurulan bu kirli düzende ÇKP yönetiminin uygulamalarına alet oldukları söylenebilir. Daha vahimi ise bu şekilde kamplar üzerinden mahalli idarecilerle işbirliği yapılarak oluşturulan modern çağın köle işçilerine dair sosyal medya üzerinden yapılan ilanların ne denli gayri insani ve vicdani olduğu hususu ise iğrençlik boyutuna taşınmış. Anlaşılan ÇKP yönetimi ve onun paramiliter ekipleri Müslüman Doğu Türkistan Türklerini “online köle pazarı”nda satışa çıkarmış.

“1000 etnik azınlık, online rezervasyon için bekliyor” başlıklı ilanın detayında: “Sincan yönetimi, Sincan’da eğitim görmüş, politik ve sağlık elemelerinden geçmiş 1.000 kişiyi organize etti. Yaşları 16-18 arasında ve Sincan yönetimi tarafından kayıt altına alındı. Fabrikalar, Sincan polis merkezlerine başvurabilir. Bir yıllık kontrat ile başlanıyor. Kolayca yönetebilmek için Sincanlı aşçı da tedarik edilebilir. Çalışanlar imza atıldıktan sonra 15 gün içinde fabrikada olacaktır. Elemana ihtiyacı olanlar hemen başvurabilir. Sincanlı çalışanların avantajları; yarı-askeri yönetim sistemine uygun, zor işlerin altından kalkabilir, personel kaybı olmaz, kontrat süresince çalışır. Minimum sipariş en az 100 işçi” (bkz. https://campaignforuyghurs.org/tr/uygur-isciler-kole-olarak-hizmetinize-hazir-minimum-siparis-100-isci/).