21.2 C
İstanbul
Perşembe, Haziran 19, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 53

EIT InnoEnergy, iklim nötrlüğünü hızlandırmak için düğmeye bastı

Breakthrough Enerji tarafından desteklenen “Avrupa Yeşil Hidrojen Hızlandırma Merkezi (EGHAC)”, Avrupa’nın sıfır karbon salınımlı kıta hedefini2050 yılına kadar gerçekleştirmede kilit rol oynayacak. 

Avrupa’da sürdürülebilir enerjide inovasyon ve girişimciliğin önde gelen destekleyicisi olan EIT Inno Energy, 2025 yılına kadar yıllık 100 milyar Euro’luk yeşil hidrojen ekonomisinin gelişimini desteklemek amacıyla eşi görülmemiş bir girişim olan “Avrupa Yeşil Hidrojen Hızlandırma Merkezi’ni (EGHAC)” başlattı. Merkez, yeşil hidrojen değer zincirinde yarım milyon kişiye doğrudan ve dolaylı istihdam yaratabilecek. Merkez, temiz enerji geleceğine geçişi hızlandırmak için Bill Gates ve dünyanın en iyi teknoloji ve iş liderlerinin kurduğu Breakthrough Energy tarafından destekleniyor.

Yeşil hidrojen, Avrupa’nın enerji sektörünü dönüştürmede kilit bir itici güç ve büyük ölçekli endüstrinin karbondan arındırılması için bir katalizördür. Kanıtlanmış düşük emisyonlu güç kaynağı olarak yeşil hidrojen, AB’nin iklim açısından nötr ekonomisinin merkezi bir parçası olmak için idealdir. Kıtanın her yıl 320 milyar Euro’nun üzerinde fosil yakıt ithalatına olan bağımlılığını azaltarak stratejik özerklik sağlamasına yardımcı olur. Bu potansiyeli karşılamak, yenilik ve üretim kapasitesini hızlandırmak için,Avrupa’nın bir yatırım ortamı yaratması gerekiyor. “Avrupa Yeşil Hidrojen Hızlandırma Merkezi’ni (EGHAC)”, Avrupa çapında büyük ölçekli endüstriyel projeler sunmak için gigawatt ölçeğinde yeşil hidrojen üretimini hızlandırmayı vaat ediyor. EGHAC, Avrupa’nın yeşil hidrojen ekosisteminde kilit bir aktör olmaya çalışacak ve Avrupa’nın 2050 vizyonuna ulaşmak için bu alandaki mevcut projelerle işbirliği içinde çalışacaktır. En acil kısa vadeli öncelikler arasında, enerji yoğun endüstriyel uygulamalarda (çelik, çimento, kimyasallar), ağır taşımacılıkta (denizcilik ve ağır nakliye)ve gübrelerde hidrokarbonların önemli ölçüde yer değiştirmesine neden olacak karbon yayan teknolojiler ile yeşil hidrojen arasındaki fiyat farkını kapatmaktır. Yeşil hidrojen aynı zamanda enerjiyi depolamak için de kullanılabilir, bu da onu uçucu yenilenebilir kaynakların, özellikle rüzgar ve güneş enerjisinin genişlemesi için önemli bir kolaylaştırıcı yapmaktadır. 

EIT Inno Energy İcra Kurulu Üyesi Jacob Ruiter şunları söyledi: “Avrupa’nın2050’ye kadar Sıfır Karbon Salınımlı Kıta olma hedefine ulaşması için, yeşil hidrojenin ticarileştirilmesi hayati önem taşımaktadır. Basitçe söylemek gerekirse, ağır sanayi ve ağır taşımacılığın karbondan arındırılmasının daha iyi bir yolu yoktur. Aynı zamanda yeşil hidrojen depolama yoluyla şebeke esnekliğini desteklemede de önemli bir rol oynar.”

Endüstriyel projelerin teşvik edilmesi ve birlikte oluşturulması, diğer endüstriyel ve enerji değer zincirleriyle bağlantı kurulması, teknoloji geliştirmenin hızlanması,pazar büyümesinin teşvik edilmesi, toplumsal kabul ve beceri açığına yönelik çalışmalar yapmak “Avrupa Yeşil Hidrojen Hızlandırma Merkezi’nin (EGHAC)” hedefleri arasında yer almaktadır.

Ulaşım, güç ve endüstriyel uygulamalar için verimli pillere olan ihtiyaç hızla artıyor. EIT InnoEnergy, Avrupa’da uzmanlaşmış endüstriyel değer zincirleri geliştirmek için oldukça başarılı bir plan haline gelen ve rekor hızda müthiş ekonomik etki sağlayan Avrupa Pil Birliği’ne (EBA) liderlik etmektedir. Pil Endüstrisinin 2025’ten itibaren yıllık piyasa değerinin 250 milyar € olacağı tahmin edilmektedir. Avrupa için, temiz bir enerji geçişi ve rekabetçi bir endüstri için eksiksiz bir yerli pil değer zincirinin kurulması zorunludur.

EIT Inno Energy’nin başarısının anahtarı, enerji dönüşümünün merkezinde faaliyet göstererek, çok iddialı hedeflere ulaşmak için yenilikçileri, girişimcileri, yatırımcıları ve diğer kilit paydaşları buluşturmasıdır. EIT Inno Energy İcra Kurulu üyesi Jacob Ruiter ayrıca“Avrupa Yeşil Hidrojen Hızlandırma Merkezi’ne (EGHAC)”Breakthrough Energy’nin desteğiyle öncülük etmekten mutluluk duyuyoruz ve mümkün olan en kısa sürede yeşil hidrojenin maliyetini düşürmek, pazar alımını teşvik etmek ve güçlü bir Avrupa yeşil hidrojen değer zinciri oluşturmak için ciddiyetle çalışmayı dört gözle bekliyoruz. Bu konuda hızlı olmak çok önemli.” dedi.

Breakthrough Energy Kıdemli Müdürü Ann Mettler: “Avrupa Birliği’nin Yeşil Anlaşması, Avrupa Yeşil Hidrojen Hızlandırma Merkezi için mükemmel bir hızlandırıcıdır. Politik ivmeyi temel alan merkez, Avrupa endüstrisinin derin karbondan arındırılması için itici güç olarak yeşil hidrojeni kullanacak. Bu arka plana karşı, büyük ölçekli projelere öncülük edecek bir boru hattı oluşturacak, yeni nesil kamu-özel ortaklıkları başlatacak ve mega-gigawatt’lara teslimat hızını artıracak.” dedi.

Yağma yok

0

Günde 22 bin kişi açlıktan ve susuzluktan ölüyor.

Günde binlerce kişi sıtmadan, kanserden ölüyor.

Günde binlerce kişi başta Afrika olmak üzere doktorsuzluk ve ilaçsızlıktan ölüyor!

Ama virüs, Papa ve Din adamlarına, ünlü aktörlere, 7 Devlet Başkanına, Başbakanlara, Bakanlara her gün milyonlarca dolar para kazanan zengin iş adamlarına ve vergisiz kazançları milyonlarca doları bulan ünlü sporculara bulaşınca!

Virüs sınıf ve varlık ayırımı yapmayınca!

Korktunuz değil mi?

Yağma yok!

Tüm dünyanın bilim adamları, virüse henüz kesin bir çare bulamayınca korkutunuz değil mi?

Masum suçsuz hayvanları, insanlar seyretsin diye “hayvanat bahçelerine” attınız!

Yunus balıklarının yüzlercesini öldürüp onları yunus parklarında birer oyuncak yaptınız!

Sirklerde insanlar eğlensin diye hayvanları istismar ettiniz, ayıları dans etsin diye şartlı refleks kazanmaları için kızgın saçlarda yürüttünüz!

Acımasız avcılar hayvanları en son teknoloji ile aldatıp son beyaz zürafayı bile öldürüp gururlanınca, Avustralya’da develer vurulurken sesiniz hiç çıkmadı!

Yağma yok!

Şimdi sıra doğada, onlar da bizden intikam alıyor! Doğa insansız yaşar ama insanlar doğa olmadan yaşayamaz.

Hele Çin, kürk ticaretine canlı canlı hayvanların kürkünü üstünden çalarak yasakları delip devam etti!

Kuş ve domuz gribi gibi,

Bu virüs da Çin’de gaddarca avlanan bir çeşit pullu karınca yiyen “pangolinden” yayıldı.

Yağma yok!

Sıra diğerlerinde!

Şimdi korkup evlere kapandınız!

Kolonyaları, maskeleri kapıştınız.

Ölümden korkuyorsunuz değil mi?

Virüs çünkü sınıf farkı ayırımı yapmadı.

Korkuyorsunuz değil mi?

Yağma yok!

Çok sayıda uçak seferleri iptal oldu. Okullar sürekli açılıp kapatıldı. Sık sık karantina uygulandı. Futbol maçları seyircisiz oynandı, insanlar birbirinden bir metre uzaklaştı.

Biz insanlar bugüne dek hep tükettik!

Hep daha fazlasını istedik!

Yeni araba, yeni yat, yeni kürkler!

Yeni cep telefonu

Yeni yazlık evler

Suudi Kralı beş özel jeti ile Tayland’a tatile gitti.

Birleşik Arap Emirleri dişleri ağrıyınca özel uçakları ile Londra’ya dişçilerine uçtu.

96 parçalı yemek takımları, çok sayıda mutfak robotları alındı.

Ama ekmeklerinizi, yemeklerinizi çöpe attık.

Sosyal medyada küstahça “gurme ve yemek” resimlerini paylaştınız.

Alışveriş merkezlerinde 8 bin dolara çantalar alındı.

Yüzsüz bir adam tuzu omuzundan akıtıp altın suyunda biftek kızarttı, bin dolar ödeyip bir hayvanın etini zevkleydiniz.

Canlı canlı ıstakozlar kaynar suya atıldı!

22 bin kişi günde açlıktan ölürken!

Doların yeşilini, doğanın yeşiline hep tercih ettiniz!

Zavallı boğayı adım adım işkence ile öldüren zalim matadorları alkışladınız.

Manzara için ağaçlar kesildi!

Oskar töreninde binlerce dolarlık elbise ile kırmızı halıda züppece yürüyenleri hayranlıkla seyrettiniz!

Reklam ve dizilerle kandırıldınız!

İçki masalarında entel takıldınız!

Ama siz bir şey yapmadınız. Hep konuştunuz, hep başkalarından beklediniz.

Serpme kahvaltıda gözünüz bayram etti ama, yiyeceklerin yüzde yetmişi çöp oldu.

Yiyeceklerin en az yarısı çöpe giden iftar sofralarında lüks otellerde oruç tutmayan zenginleri ağırladınız!

Oysa “iftar” fakirlerle paylaşmaktır!

Havai fişeklere dakikada bin dolar ödediniz, hayvanları öldürdünüz, yaşlı ve hastaları korkuttunuz.

Paranız, servetiniz, evleriniz bu sefer işe yaramadı!

Yağma yok!

Bugünleri siz hazırladınız, şimdi korkun bakalım!

Bir süre sonra muhtemelen bu virüsün de etkisi azalacak,

Virüs gündemden düşecek, tüketim sistemi tüm hızı ile devam edecek!

Yoksullar virüslerden veya diğer hastalıklardan ve açlıktan ölmeye devam edecek!

Ama

Yine de bir kesim hiç ama hiç akıllanmayacak!

“Büyük Satranç Tahtası”

Uzun yıllardan beri kim ‘Başkan’ olursa olsun ABD’nin Orta Doğu’daki asıl hedefi, petrol ve İsrail’in güvenliğini korumakla özetleniyor.

Gerçekten de, Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi’nin temelini İsrail ve petrol oluşturuyor.

Afganistan’ı “kule” gibi kullanan ABD, petrol ve enerji yollarının denetiminin yanı sıra İsrail’in güvenliği için her türlü siyasi ve askeri planı devreye sokmaktan asla vazgeçmiyor.

Tabii ki, ister müttefiki ister NATO üyesi olsun Türkiye’yi bu uğurda daima feda etmeye hazır bir ABD, pervasızca planlarını zaman zaman uyguluyor. Hatta terörist örgütleri bile yanına alarak daha doğrusu kullanarak bölgeyi kana bulamaktan çekinmiyor. Oysa, sözde “Arap Baharı”nın proje babaları ne demişti, ne oldu ve neler oluyor.

Friedman’ın “Korkunç Hayali” ve Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası” safsatası aslında tarihin seyrini bozmaya devam ediyor.

Pentagon’un stratejilerini belirleyen Stratfor’un kurucusu ve “Gölge CIA” lakaplı George Friedman, Büyük Orta Doğu Projesi’nin tartışıldığı yıllarda yani 2009’larda, Türkiye’ye yol haritası olarak İslam ülkelerinin liderliğini çiziyordu.

Ne var ki, İslam ülkelerinin liderliği modeli şimdilik askıya alınmış bulunuyor.

Ancak, uygulanacak yeni sisteme göre bu projenin yeniden gündeme getirileceği iddia ediliyor.

Görülüyor ki, ABD’nin radikal güçleri yeni Başkanı ve yönetimi ile denetleme hamlesi, Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor.

Öte yandan, bütün Orta Doğu’nun ister istemez GOP projesinin etkisine artık girmiş olması dikkatlerden kaçmıyor.

Üstelik projenin yeni boyutları da gün geçtikçe kendini gösteriyor.

ABD’nin her ne pahasına olursa olsun İsrail’i koruma ve kollama “derin” planlarını bir yana bırakırsak karşımıza Orta Doğu’da “petrol ve Kürt belası” çıkıyor.

Orta Doğu’da yaşanmakta olan kanlı gelişmeler, petrolün bütün dünya için bir “baş belası” olduğunu adeta ispatlıyor.

Üstüne bir de, gerek korsan addedilen peşmerge devletçiği, gerek terörist örgütleriyle, Kürt oluşumlar, bölgedeki yangını sürekli alevlendiriyor. Özellikle enerji ve yollarının güveni için başta Kürtler olmak üzere çeşitli terör örgütleri Batı tarafından hem kuruluyor hem finanse ediliyor hem ikmalleri yapılıyor hem de istenildiğinde bir “koz” olarak sancılı bölgeye salınıyor.

Bilindiği üzere, dünyaya muhtaç olduğu enerjinin büyük bir bölümünü sağlayan Orta Doğu ve Avrasya bölgelerinin, daima tehlikenin odağı halinde olması, hepimizi hem düşündürüyor hem de endişelendiriyor.

Bir bakıma; enerji kaynağı sahibi olmak ve onu pazarına ulaştırmak daima ya sorun oluyor ya da olmaya namzet sayılıyor.

Nitekim, sözde “Arap Baharı” ve ötesinin asıl nedenlerinin başında petrol geliyor.

Asırlardır insanoğlunun dikkatini sarsan ve çoğu zaman endişeyle üzerine çeken Orta Doğu’ya bakıldığında; çeşitli görüntüler, süreçler, beklentiler ve tehlikeler görülüyor.

Öteden beri, çoğu enerji kaynaklarının ve yollarının Orta Doğu’da olması bu bölgeyi daha da “stratejik” hale getiriyor.

Orta Doğu’yu çoğu zaman buhrana sokan bu stratejik değerin en büyük unsurlarından birinin de Türkiye olduğu kabul ediliyor.

Bilindiği gibi; Türkiye uzun yıllardan beri enerjinin güvenli bir şekilde ulaşımını sağlıyor.

Yani, Türkiye bir bakıma “köprü” görevini üstleniyor.

Zaten, küresel güç ve sermayenin, Orta Doğu’dan beklentisi ve istemi, enerji kaynakları ve enerji yollarının güveni ile özetleniyor.

Beklentiler ve istemler de, bu çerçevede değerlendiriliyor.

Enerjinin Orta Doğu’dan Batı’ya ve öteye intikalinde Türkiye önemli rol oynuyor.

Sonuç olarak, ABD’nin planının çok aşamalı ve dönemli olduğu da anlaşılıyor.

Bir yerde İsrail’in mutlak güvenliği için; Suriye ve Irak’ın Kuzeyi’nin üzerinde tehlikeli planlar ve operasyonlar sürerken, Irak ve Suriye’nin parçalanması Türkiye’yi tehdit, İran’a askeri müdahale gündemden kalkmıyor.

Bu ortamda çok dikkatli ve serinkanlı olmak gerekiyor.

Belçika’dan İstanbul’u seyretmek

Kelt ve Cermen karışımı bir halk olan Belgae’lerden adını alan 12 milyon nüfuslu Belçika devletini 83 milyonluk ülkemiz Türkiye ile mukayese etmeye kalktığımda büyük bir hata yapacağımın farkındayım. Belçika’yı mukayese etmem gerekirse 16 milyonluk İstanbul ile değerlendirmeliyim.

İstanbul’da 16 milyonluk nüfus 5.343 km²’de, Belçika’da 12 milyonluk nüfus 30.689 km²’de yaşamını sürdürmektedir.

İstanbul halkı tabiri caizse dar alanda paslaşırken, Belçika halkı yayla gibi alanlarda zevki sefa sürüyor.

Tabi bu tezat İstanbul’da yaşamın bir kaos şeklinde, Belçika’da ise bir düzen eşliğinde gerçekleşmesine neden oluyor.

Ülke Orta Çağ’dan kalma yapıları ve Rönesans eserleriyle de İstanbul gibi buram buram tarih kokuyor.

Rönesans’ın büyülü ülkesi olarak adlandırdığım Belçika’da tarihi eserler, kiliseler, evler, köprüler, şatolar ve saraylar aslına sadık kalınarak korunmuş.

Belçika’yı; Flaman, Valon ve Brüksel bölgesi olarak üç kısımda ele alabiliriz. Zaman zaman kuzeyde yaşayan Flamanlar ve güneyde bulunan Fransızlar arasında gerilimler yaşanmaktadır.

Kuzeyde yaşayan Flaman arkadaşım ile Brüksel bölgesine gittiğimizde Fransızların Flaman olan dostuma hoş olmayan şekilde üslup kullanmalarına şahit olduğumda çok şaşırdım.

Belçika’nın bir Ayasofya Camisi, Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camisi, İstanbul Boğazı olmasa da Rönesans eserleri ile ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir.

Kaliteli çikolataları, biraları ve meşhur patates kızartmaları ile tanınan Belçika’da hâkim olan ‘düzenlilik’ çikolatasından da daha önemli ve imrenilecek halde.

%75’i Belçikalılardan oluşan ülkede Faslı, Fransız, Türk ve birçok milletten insan yaşamaktadır.

Afrika’dan geleni de görürsünüz, Çinli’yi de ama herkes ülkenin kurallarına uymak zorundadır. Devlet görevlisi ikaz ettiği zaman akan sular durur. Kimse kimsenin huzurunu bozacak davranış, hareket ve eylemde bulunamaz. Polis devleti nasıl oluyormuş bir de oraya bakmanızı tavsiye ederim.

Kırmızı ışık yandığında herkes bilir ki! Cezadan kurtuluşu yok ve bu sebeple herkes kırmızı ışıkta kural ihlali yapmak yerine yeşil ışığın yanmasını bekler. Bizde nasılını siz düşünün.

Türkiye’de ve özellikle de İstanbul’da trafik, hırsızlık ve magandalık toplumun huzurunu kaçıran tüm sebep ve nedenlerin ortadan kaldırılması adına acil tedbirler uygulanmalıdır.

Geçici çözümlerle değil…

Gerekirse sert ve istikrarlı tedbirler…

Kaygı duymaksızın “acıtasıca” tedbirler…

Kanunlarımız var,uygulanmaması bizim halimize derman değil.

Yurtdışından Avrupa ülkelerine giden ilticacılar, göçmenler, mülteciler ve hatta teröristler bile yaşamaya başladıkları şehrin kurallarına uyuyorlar ve şunu çok iyi biliyorlar ki! Kurallara uymazlarsa canları yanacak.

Can yakıcı kanunlar…

Bizim ülkemize gelen göçmenler, mülteciler, kaçaklar ve sağdan soldan gelenler nasıl davranıyor. Bakıyorlar bu topraklar dingonun ahırı, kimin eli kimin cebinde ve başlıyorlar kaosa. Uyumları düzenimize değil kaos halindeki düzensizliğimiz ile şekilleniyor.

Buna toplumsal olarak yeter dedik!

Topluma, gerekirse can yakıcı tedbirler ile bir düzen getirin!

Düzenimizi kurmak yerine kaos ile varlık bulan yöneticilerin hatalarını tekrar etmek bu millete, bu devlete ve bu cennet diyarlara hakaret, zalimlik ve vurdumduymazlıktır. Kısacası yönetim hadsizliğidir.

Her gün her ifadesi ve tweet’inde Sayın Fahrettin Koca’nın “maske takın” sözünden anlamayan kalabalığa sözde insan hakları adı altında şirinlik ile kuralcılık arasında kalan kolluk kuvvetinin hali çok mu hoş. Bir sözü ve kuralı binlerce kez işitmesine rağmen anlamayana karşı şirinlik ile çözüm üretmeye çalışmakta nedir?

Aymazlığının bedelini ödesinler!

Önce kendimizi sonra da şu Suriye, Afganistan, Pakistan vb. gibi ülkelerden topraklarımıza akın etmiş olan mülteci ve kaçaklara artık bir düzen getirelim.

Bizim ülkemizdeki yabancılar bizim kanunlarımızı görmezden gelerek “Nasıl olsa bir şey yapılmıyor.” rahat ve fütursuzca sözde yaşamalarının önüne net bir engel koyalım. Uyum kültürünü yüklenemeyene biz toplum olarak eğiticilik yapmak istemiyoruz. Bu bizim işimiz de değil.

Esas manasıyla ülkemizde de bu kaosun nedeni kanunlarımızın hakikatince işletiliyor olmamasıdır.

Milletimizin suçu yok mu?

Elbette var.

Bananecilik hastalığından ve bencillik arzularını bir kenara koyup “ben bu dünyaya niçin geldim.” hakikatin soru ve sorunlarına odaklanarak, sahte ve sahtekarlıktan uzaklaşmalı. Hep deriz ya hani Müslüman yalan söylemez, Müslüman kimseye rahatsızlık vermez, Müslüman pis olmaz, etrafı kirletmez, saygı, sevgi ve hoş görülü olur diye…

İşte tam da bu hakikat ile hareket eden Müslümanların kabiliyetini yeniden tahsis etmek gerek. Unutmamamız gerekir ki “İslam olmak için önce İnsan olmamız” gerekiyor. Allah razı değilken kulun razı olduğunu, yönetenlerin ve yöneticilerin razı olduğunu nasıl bekler ki bir Müslüman.

Yaşadığımız şehri bir emanetçi edasıyla koruyalım, kollayalım, kurallara uyalım ve yöneticilere de destek verelim. Zira onlar bizim aynamız…

Sadece kendini yetiştirmiş ve düzenlemiş bireylerin yöneticileri düzgün olacaktır. Kendisine yakışır şekilde hizmet etmeye devam edecek, rant ve çıkar ilişkilerinden uzak duracaktır.

Türkiye’de devlet erki halkın bir kısmının hoşuna gitmeyen bir kanun çıkardığı veya uygulamaya başladığı zaman müsriflikle hayat bulmuş bazı kimseler “seçimde görüşürüz.” hadsizliği ile tehdit eder. Mesele bir kısmımız mı yoksa bizi biz yapan tüm millet bedenimiz mi? Başımıza gelenleri dışarıda ya da içimizdeki seçkinlerde aramak yerine kendimize dönmemiz gerekiyor. Taşramıza… Arka sokaklarımıza… Komşumuza… Dost ve akrabalarımıza…

Yöneticilere karşı arzu ve keyfiyetinin hali ile güven hissetmeyenler için resmi bir kurumda bir sorun yaşandığı veya bir olumsuzlukla karşılaşıldığında karşısındaki memura vatandaş aynen şu ifadeyi kullanır: “Benim vergimle orada oturuyorsun, senin maaşını ben veriyorum” diyene toplum olarak “hadi oradan!” diyebilme ferasetinde olmamız gerekir. Kanunlar bizi bir arada tutar. Onları biz çürütürsek yarın bir arada olduğumuz biz kalmayacaktır.

Hükümetler kapitalizm baronlarının musluğunu biraz kesmeye görsün…

Topukları popolarına vura vura Külliye’nin kapılarına nasıl da dayanıyorlar.

Tabi bu olay sadece yöneticileri değil, kapitalizm zulmü ile işkence ettiği tüm milletimize tehdit değil de nedir?

Vatandaşlar, kapitalizmin sömürüsündeki bu hal ile şuurlanmak yerine Amerikan rüyalarına dalınca “devleti koparma” arzu ve isteklerine devleti memur etme omnipotensini yaşıyor. Bu ziyandır.

Mevzu Belçika’ya bir de hoş bir halimizi söyleyeyim.

Bizler onlar gibi değiliz. Bizleri her ne kadar apolitik bir topluma dönüştürmek isteseler de biz siyasetin, politikanın ve bürokrasinin içinde nefes alan bir milletiz. Sokaklarında Kral’ların bisiklet sürdüğünü görsek de bizim gibi devlet-li hiçbir zaman olamazlar. Biz bu kabiliyetimiz ile devletimizle bütünleşirsek “-ki devletimizin de halkı ile bütünleşmesi icap eder.” kanunlar bize zulmün değil, güzel günlerin muştusu olur.

Güvenmeyi tercih ederek, güvenilir olduğumuzu göstermemiz gerekir.

Hasılı…

TAK ARTIK ŞU MASKENİ DE, İŞİMİZE BAKALIM…

Hava kirletici partiküller SOS veriyor

Türk Toraks Derneği Başkanı Prof. Dr. Hasan Bayram, “İtalya’da yapılan bir çalışmada, araştırmacılar belli merkezlerden dış ortamdaki hava kirleticisi partikülleri topladı ve o partiküllerin koronavirüs taşıdığını gösterdi.” dedi.

Prof. Dr. Hasan Bayram, yapılan araştırmaların hava kirliliğindeki partiküllerin koronavirüs taşıdığını gösterdiğini belirterek, dış ortamlarda mutlaka maske takılması gerektiğini söyledi.

Prof. Dr. Hasan Bayram, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yapılan araştırmaların, kapalı ortamlarda öksürük, sesli konuşma, gülme gibi eylemler sırasında açığa çıkan damlacıkların ortama yayılabildiği ve belli bir süre havada asılı kalabildiğini gösterdiğine dikkati çekti.

Bu yöndeki araştırmaların açık alanlar için de yapıldığına değinen Bayram, bu çalışmalarda havadan toplanan partiküllerde çeşitli mantar, bakteri, virüs ve antijenlere rastlandığının altını çizdi. Tayvan’da 2010’da yapılan bir çalışmada, çölden gelen toz fırtınalarının olduğu dönemde partiküllerde Influenza-A virüsü olduğunun saptandığını kaydeden Prof. Dr. Bayram, “Son olarak İtalya’da yapılan bir çalışmada araştırmacılar, belli merkezlerden hava kirleticisi partikülleri topladı ve o partiküllerin koronavirüs taşıdığını gösterdiler.” dedi.

Bu partiküllerin hastalığa yol açabileceği konusunun henüz kanıtlanmadığının altını çizen Prof. Dr. Bayram, şöyle konuştu:

“Şimdi bilim insanları bunu göstermeye çalışıyorlar. Çünkü partiküllerde virüsün olması, hastalığın o yolla yayılabileceği şüphesini doğuruyor. Virüs havada partikül üzerinde bir yerlere taşındığında eğer güneşe maruz kalırsa ya da uzun süre havada asılı kalırsa aktivitesini yitirebilir ama partiküllerin yüzeyine yapıştı, o sırada rüzgarın etkisiyle hızla yayıldı ve 10 dakika içinde canlılığını yitirmeden birileri o partikülleri teneffüs ettiyse o zaman hastalık bulaşabilir. Hele dış ortamda, insanların kalabalık, toplu dolaştıklarını düşünürsek, özellikle İstanbul gibi kalabalık kentlerde, durakta beklerken, sokakta yürürken, caddelerde, parkta bu bulaşma türü ihtimal dahilinde. Bütün bunlardan şöyle bir net sonuç çıkarılabilir: Dış ortamda risk iç ortama göre daha düşük ama bu, riskin sıfır olduğu anlamına gelmiyor. Hele toplu hareket edilen, mesafenin yakın olduğu yerlerde bu risk çok daha yüksek. Dış ortamda da mutlaka iç ortam gibi maske takmak lazım.” 

Hava kirliliği virüs ve bakterilerin yapışmasına zemin hazırlıyor

Kovid-19’un ağır seyrettiği ve aynı zamanda hava kirliliğinin de yoğun olduğu Çin’in Wuhan kenti ve İtalya’nın Lombardia bölgelerini örnek gösteren Prof. Dr. Hasan Bayram, hava kirliliğinin koronavirüsün yayılımına katkı sunabildiğini söyledi.

Partiküler madde, ozon, azot dioksit, kükürt dioksit, ağır metaller gibi hava kirleticilerinin vücuda alındıklarında akciğerler yoluyla tüm vücuda yayılabildiğini kaydeden Bayram, “Hava kirleticileri sadece ilk temas ettikleri akciğerler ve solunum yolları değil, kana karışarak başta kalp ve beyin olmak üzere bütün sistemleri etkileyebilmekte.” ifadelerini kullandı.

Hava kirleticilerinin akciğerler ve solunum yollarının savunma ve temizlenme kapasitesini de olumsuz etkileyebildiğine işaret eden Prof. Dr. Hasan Bayram, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Hava kirleticiler, hava yolları ve akciğerlerde bir tür iltihaplanma ve hücre hasarına yol açıyor. Hasarlanan yüzeylere virüsler ve bakteriler daha kolay yapışabiliyor. Deneysel olarak yapılan çalışmalarda, hava kirliliğine maruziyet sonrasında bu hücrelerin yüzeyinde bir takım virüslerin tutunabildiği reseptör dediğimiz yapılar ortaya çıkıyor. Bu reseptörler, virüslerin yapışma bölgesi olarak rol oynuyor. Dolayısıyla hava kirleticileri, hava yollarında hücre düzeyinde yaptıkları değişikliklerle virüslerin, bakterilerin yapışmasını kolaylaştırıyor.”

Elektrikli araç sayısı artıyor

Türkiye otomobil pazarında hibrit ve elektrikli otomobil satışlarının payı henüz düşük seviyelerde olmasına karşın artış trendi devam ediyor. Türkiye otomobil pazarında yılın 10 aylık döneminde 314 adet elektrikli ve 15 bin 151 adet hibrit otomobil satışı gerçekleşirken, elektrikli otomobil satışları geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 105,2, hibrit otomobil satışları da yüzde 73,9 yükseldi.

Türkiye’de otomobil ve hafif ticari araç pazarı, 2020’nin 10 ayında geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 78,1 büyüyerek 588 bin 354 adet seviyesinde gerçekleşti.

Sadece otomobil satışlarına bakıldığında, 10 aylık dönemde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 73,1 artışla 465 bin 31 adet olurken, hafif ticari araç pazarı yüzde 99,7 artarak 123 bin 323 adede ulaştı.

Dizel otomobil satışlarının payı yüzde 40,8 oldu

2020 yılı ekim sonu itibarıyla otomobil pazarı motor tipine göre, benzinli otomobil satışları, 240 bin 815 adetle yüzde 51,8 pay aldı. Dizel otomobil satışları 189 bin 705 adetle yüzde 40,8 paya sahip olurken, otogazlı otomobil satışlarının payı da 19 bin 46 adetle yüzde 4,1 olarak belirlendi.

Benzinli otomobil satışları ekim sonunda geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 139, otogazlı otomobil satışları yüzde 62,6 ve dizel otomobil satışları da yüzde 28,8 arttı. Geçen yılın ekim ayı sonu itibarıyla 100 bin 739 adet benzinli, 147 bin 305 adet dizel ve 11 bin 716 adet de otogazlı otomobil satışı gerçekleştirilmişti. Bu yılın ekim sonu itibarıyla 314 adet elektrikli ve 15 bin 151 adet hibrit otomobil satışı yapıldı. Elektrikli ve hibrit otomobillerin toplam satışlardaki payı ise yüzde 3,3’ten yüzde 3,4’e yükseldi. Geçen yılın ekim ayı sonu itibarıyla 8 bin 711 hibrit ve 153 de elektrikli otomobil satışı gerçekleşmişti.

Doğu Türkistan

0

Gün geçmesin ki Doğu Türkistan’dan aşırı insan hakları ihlallerine dair haberler gelmesin…

Toplama kamplarından, çocuk kamplarına, evlere yerleştirilen Çin istihbarat elemanlarından sokakların yüz tanıma sistemli kameralar tarafından taranmasına aklınıza getiremeyeceğiniz baskı ve dönüştürme siyasetlerine bir yenisi eklenmiş, son birkaç aydır da konu uluslararası kamuoyu tarafından tartışılmaya başlanmıştır.

ÇKP yönetimi ve onun uygulayıcılarının Doğu Türkistan toplumuna reva gördüklerinin insanlık tarihinde kara bir leke olarak yerini aldığını ve muhtemelen Hitler ve Stalin gibi despot idarecileri Xi Jin-ping’in fersah fersah geride bıraktığını söylemek abartı olmayacaktır.

Doğu Türkistan’da yaşananları yakinen takip edeler sözde “eğitim” özde “mankurtlaştırma” kampları olduğunu, devlet eliyle sistemli bir soykırım gerçekleştirildiğini, lakin sistematik olayların sadece kamplarla sınırlı kalmadığını da bilmektedir.

Her geçen gün sınırlı da olsa elde edilen bulgular, iğne ile kuyu kazar gibi takip ve puzzle çözer gibi parçaları bir araya getiren araştırmacılar ortaya tüyleri diken diken edecek yeni bulgular çıkarmaktadır. Lakin onca ağır insan hakları ihlallerine rağmen birçok ülke, sivil toplum kuruluşu, ulusal veya uluslararası teşkilatlar yaşananları hak ettiği şekilde gündeme hala taşımamakta veya taşısalar bile konu bütün yönleriyle tartışılmamakta dahası Çin’e bu türden faaliyetleri durdurmasına yönelik bir yaptırım da uygulanmamaktadır.

Kamplardaki hayat şartlarının ne olduğu, kadın ve genç kızların nelere muhatap olduğu, meslek edindirmeden kastı Komünist Parti’ye ve onun lideri Xi Jin-ping’e tam sadakatin olduğu az-çok biliniyordu. Lakin son gelişmeler işin vehametini gözler önüne sermişe benziyor.

Mahalli idarelerle işbirliği yapılarak kamplardan seçilen kişilerin daha sonra rızaları dışında fabrikalarda çalıştırıldığını öğrendik. Bu türden kişilerin çok düşük ücretlerle hatta ücretsiz çalışmaya zorlandığı, yakın veya uzak demeden zorla çalıştırılmak üzere fabrikalara götürüldüğü de bölgeden alınan haberle arasında yer almakta. Kamplarda seçilen kişilerin yaşadıkları bölge dışına hatta Çin’in iç bölgelerine de götürüldüğü, bu şekilde Çin’in iç bölgelerine gönderilenlerin 500 bin kişiyi bulduğu ise ayrı bir tedirgin olunacak durum.

Dünya Çin’in dünyanın başına musallat ettiği görünmez bir düşman Çin virüsü COVİD-19 ile cebelleşirken ÇKP yönetimi dünyanın gözünün içine baka baka modern dünyanın (!) köle işçi ordusunu oluşturmakla meşgul. ÇKP yönetimi kapitalizmi köleleştirmenin bir aracı haline getirmiş durumda.

Köle işçilerle alakalı bilgiler ilk olarak South China Morning Post gazetesinde yayınlanan Shenzen şehrine 50 bin, Shaogun şehrine ise 30 bin Doğu Türkistanlı’nın işçi olarak gönderileceğine dair bir haberin izi sürülünce, işin görünenden daha vahim olduğu da anlaşılmış oldu. Bu yeni durum üzerine yaptığı araştırmayı bir rapor halinde yayınlayan Avustralya Stratejik Politika Enstitüsün haberi medyada “Satılık Uygurlar” başlığı ile yer aldı.

Çin’in ekonomik hegemonyasını korumak adına kurduğu insanlık tarihinin utanç uygulaması bu modern kölelik sisteminin tasvip edilebilecek bir tarafının bulunmadığı kanaatindeyim. Bu türden ağır insan hakları ihlallerinin ortadan kaldırılması adına uluslararası toplum, BM ve İİT gibi kuruluşların ivedilikle harekete geçmesi gerekmekte.

Modern köle işçilerin dünyanın ünlü markalarının Çin’deki fabrikalarında çalıştırıldığı ve bu yönde istismar edildikleri uluslararası toplumda tartışılınca ilgili markalardan bir kısmı üretimlerini durdurma ve konuyu araştırma yönünde basınla bilgi paylamış, İngiltere Parlamentosundan bir komisyon adı geçen marka temsilcilerin davet ederek durumu soruşturduğu öğrenildi. Dünya genelinde bilinen meşhur ve aklınıza gelebilecek her markanın kurulan bu kirli düzende ÇKP yönetiminin uygulamalarına alet oldukları söylenebilir. Daha vahimi ise bu şekilde kamplar üzerinden mahalli idarecilerle işbirliği yapılarak oluşturulan modern çağın köle işçilerine dair sosyal medya üzerinden yapılan ilanların ne denli gayri insani ve vicdani olduğu hususu ise iğrençlik boyutuna taşınmış. Anlaşılan ÇKP yönetimi ve onun paramiliter ekipleri Müslüman Doğu Türkistan Türklerini “online köle pazarı”nda satışa çıkarmış.

“1000 etnik azınlık, online rezervasyon için bekliyor” başlıklı ilanın detayında: “Sincan yönetimi, Sincan’da eğitim görmüş, politik ve sağlık elemelerinden geçmiş 1.000 kişiyi organize etti. Yaşları 16-18 arasında ve Sincan yönetimi tarafından kayıt altına alındı. Fabrikalar, Sincan polis merkezlerine başvurabilir. Bir yıllık kontrat ile başlanıyor. Kolayca yönetebilmek için Sincanlı aşçı da tedarik edilebilir. Çalışanlar imza atıldıktan sonra 15 gün içinde fabrikada olacaktır. Elemana ihtiyacı olanlar hemen başvurabilir. Sincanlı çalışanların avantajları; yarı-askeri yönetim sistemine uygun, zor işlerin altından kalkabilir, personel kaybı olmaz, kontrat süresince çalışır. Minimum sipariş en az 100 işçi” (bkz. https://campaignforuyghurs.org/tr/uygur-isciler-kole-olarak-hizmetinize-hazir-minimum-siparis-100-isci/).

Küresel boyutta doğum öncesi sessizlik

3 Kasım… ABD Başkanlık seçimi.

Tüm dünyanın gözü kulağı bu seçimde.

Biden mı, yeniden Trump mı..?

Amerika’da kimin başkan olacağı her dönemde önemliydi.

Ama bu defaki gerçekten başka bir önemde.

Neden..?

Çünkü dünya, belki de 100 yıldır yaşamadığı bir süreci yaşıyor.

Yeni bir Dünya Düzeni, Yeni bir Yüzyıl dizaynı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan savaşlar, iç savaşlar, yaşadığımız Pandemi ve Ocak’la birlikte herkesçe somut sonuçları da görülecek olan Büyük Sıfırlama…

Eski Dünya’nın sahipleri Yeni Düzenin dizaynırları,

Yani “Akıl ve Güç” sahipleri,

Yani paranın, silahın ve siyasetin sahipleri…

Son günlerde köşelerine çekilip bıraktıkları izleri izlemekteler…

Ama bir gerçek var.

Bir süredir görünmez haldeler…

Çünkü senaryo-plan-strateji-taktik sonrası, her türlü hakimiyet ve kontrol içerikli “biten ve başlayacak sürecin” tam zırt dediği noktadayız.

Hani vardır ya;

Önemli bir seçim süreci yaşanır.

Ciddi, büyük ve hatta kavgalı bir kampanya yaşanır.

Eteklerdeki tüm taşlar dökülür,

Her türlü silah sahaya sürülür,

Rakibi altetmek, kararsızı ikna etmek ve maksimum zafere ulaşmak için yapılması gereken her şey yapılır,

Ve seçim günü gelip çatar…

İlginç bir fırtına sonrası ama büyük fırtına öncesini hissettiren bir sükunet vardır.

Bir güne, yani seçim gününe mahsus bir sessizlik…

Liderler “yapmacık gülücükler dağıtarak” oy kullanır ve seçim değerlendirme karargahına çekilir ya…

İşte öylesi bir süreç.

“Büyük Kafalar”dan kimsecikler ortalıkta yok.

Ulaşılmazlık yaşanıyor.

Pandemi de işin ideal bahanesi, zaten.

Ama herkes ABD seçimi ve sonrasında yeni yılla birlikte başlayacak “Sıfırlama”yı,

Sıfırlarken, nelerin, nerelerin, kimlerin sıfırlanacağını,

Sıfırdan yüz’e kimlerin/nelerin/nerelerin çıkacağını,

Kimlerin mazi, kimlerin ati olacağını,

Yeni dönemde “Dünya Parlamento”sunda kimlerin yer alacağını/almayacağını,

Küresel Coğrafya’da hangi mevkide kimin oynayacağı, kimin yedek kalacağı ve hatta kimlere jübile yaptırılacağını,

Ve daha neleri neleri planlıyorlar, acaba…

Aslında bence tüm bunlar; yani bir nevi ilk onbirler, yedekler, statlar ve yeni dünyanın turnuva takımları bile belli…

Transferler bile bitti.

Sadece duruma göre ara transferler olabilir.

Şuandaki sessizlik doğum sancısının artık doğumla sonuçlanmasına dair.

Bu küresel doğum  artık sezeryanla mı, yoksa doğal bir doğumla mı olacak; hepimiz göreceğiz.

Çok az kaldı…

Çünkü küresel doğumun süresinin sonuna gelindi.

Gecikme olabilir mi..?

Mümkün.

Ama bu gecikmeler hayra delalet olmaz.

Hayır da getirmez.

Ki, bunun sinyallerini son bir-iki yıldır görüyor ve yaşıyoruz.

Endişeli bir meraktayım.

Çünkü Ocak-2021’le birlikte, öyle şeyler görüp yaşayacağız ki…

Hani 2020 yılı -güya- emsali görülmemiş bir yıl oldu ya;

Siz hele 2021’i bir görün; sonra her şeyin mümkün, hiçbir şeyin imkansız olmadığını farkedeceksiniz.

Dünya’da ekonomik, siyasi, coğrafi, askeri, bilişsel,

Üretimsel, tüketimsel, değersel, yargısal, inançsal,

Her şey ama her şeyle ilgili ve ilintili değişim ve dönüşümü bir arada göreceğiz.

Savaş mı.?

Bolca bolca.

Manipülasyon, provokasyon, algı operasyonları mı.?

Ziyadesiyle.

Siyasi ve ekonomik cinayetler mi.?

En ince ve derin bir akılla…

Değişen haritalar, küçülen/büyüyen devletler, oluşan devletçikler, ortaya çıkan yeni coğrafyalar mı.?

Kesinlikle…

Şimdilik burada kesiyorum.

Sadece 2021’i iyi izleyin.

Kaldı ki; zaten izlemek zorunda kalacağız.

Küresel köy dünyamız, “Akıl ve Güç”ün elinde neler yaşayacak neler..!

Türkiye enerjide önemli potansiyele sahiptir

Uluslararası Enerji Ajansı Başkanı Fatih Birol, “Tüketici enerji verimliliğiyle faturasını azaltırken ülkenin cari açıkla olan mücadelesine de katkı sunacak. Türkiye’nin yenilenebilir enerji potansiyeli kadar enerji verimliliği potansiyeli var.” dedi.

Enerji verimliliğindeki en büyük teşvikin faturanın azalması olduğunu dile getiren Birol, “Tüketici enerji verimliliğiyle kendi enerji faturasını azaltıyor ama bunu yaparken ülkenin cari açıkla olan mücadelesine de katkı sunacak. Bu kapsamda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji potansiyeli kadar enerji verimliliği potansiyeli var.” diye konuştu. 

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Fatih Birol, Türkiye’nin enerji verimliliğinde büyük potansiyeli olduğunu ifade etti.

Birol, mevzuattaki önerileri yerine getirerek enerjinin verimli kullanılabileceğine dikkati çekerek, “Özellikle sanayide motorların daha verimli hale getirilmesi büyük bir fark yaratacaktır. Bir sanayi şirketi, hiçbir şeyi düşünmeyip sadece kendi cebini dahi düşünse enerji verimliliğini bir numaralı gündem maddesi haline getirmeli.” değerlendirmesinde bulundu. Türkiye’nin yenilenebilir enerji sektöründe attığı adımların önemine işaret eden Birol, yenilenebilir enerji teknolojilerinde Orta Doğu, Afrika ve Kafkas ülkelerine ihracat yapılabileceğini anlattı. 

Birol, Türkiye’nin elektrik talebinin gelecek yıllarda artmasının beklendiğini belirterek, “Yenilenebilir enerjinin yanı sıra kesintisiz elektrik tedariki için nükleer enerji olmazsa olmaz bir teknoloji. Güvenilir partnerler ve doğru bir ekonomik çerçeve içinde anlaşarak Türkiye’nin nükleer enerjiyi mutlaka hayata geçirmesi gerektiğini düşünüyorum.” dedi. 

Türkiye’nin Karadeniz’deki doğal gaz keşfine de değinen Birol, Sakarya Gaz Sahası’nın “dev gaz sahaları” kategorisinde yer aldığını ve en kısa sürede ekonomiye kazandırılması gerektiğini vurguladı. 

“Salgının yaralarını sarmak 10 yıllar alacak”

Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının dünya enerji sektöründe büyük tahribat yarattığını aktaran Birol, “Dünya ekonomisi birkaç yıl içinde toparlansa bile enerjideki yara izlerinin 10 yıllar boyunca devam edeceğini düşünüyorum.” dedi. Birol, bu yıl enerji talebinde ciddi düşüş yaşanacağını ve bunun içinde en büyük darbeyi petrolün alacağını dile getirdi. Dünyadaki enerji yatırımlarının bu yıl yüzde 20 seviyesinde düşüş göstereceğini ifade eden Birol, salgında sadece yenilenebilir enerji kaynaklarının büyüme gösterdiğini, güneş ve rüzgar enerjisinin büyümeye devam edeceğini sözlerine ekledi.

500. Shell Select marketi açıldı

Her gün 1 milyondan fazla misafirine hizmet veren Shell &Turcas, kalitesiyle güven veren Shell Select marketleri ile perakende sektörüne de öncülük etmeye devam ediyor.2013 yılında Shell Select marketlerine yatırım yapmaya başlayan Shell &Turcas, aradan geçen 7 yılda, 58 şehirde 500 noktaya ulaştı.  

Dünyanın önde gelen enerji şirketlerinden biri olmanın yanı sıra 44 binden fazla satış noktası ile tek marka altındaki en büyük perakende şirketi olan Shell, her gün misafirlerine en kaliteli ürün ve hizmetleri sunmak için çalışmalarına devam ediyor. Türkiye’nin dört bir yanına yayılmış 1.000’i aşkın istasyon ağında her gün 1 milyondan fazla misafire, yılda 10 milyon farklı araca akaryakıt, madeni yağ ve akaryakıt dışı ürün ve hizmet sunan Shell&Turcas, akaryakıt sektöründe birçok ilke imza atıyor. Misafirlerinin zamanlarını verimli bir şekilde kullanmalarına yardımcı olup hayatlarını kolaylaştırmak ve yolculuklarını daha iyi hale getirmek hedefiyle yatırımlarına devam eden firma bu sene, 500. Shell Select marketini açarak sektörüne perakende alanında da öncülük etmeye devam ediyor.

Emre Turanlı: “Kalitesiyle güven veren 500 Shell Select var.”

Yeni nesil market formatı Shell Select marketlerinde,Shell’in kendi ürünleri de dahil olmak üzere 11 farklı kategoride 1500’den fazla ürün sunuluyor. Misafirlerinin yolculuklarına değer katmayı amaçlayan Shell &Turcas, Shell Select marketlerde sunduğu ürünlerini misafirlerinin ihtiyaçları doğrultusunda geliştiriyor. Misafirlerinin sadece akaryakıt almak için değil, farklı ihtiyaçlarını da karşılayabilecekleri bir alan olmak için sürdürdükleri çalışmaların sonuçlarını olumlu bir şekilde aldıklarını belirten Shell &Turcas CEO’su Emre Turanlı “Shell &Turcas olarak 7 gün 24 saat istasyonlarımızda misafirlerimizle buluşuyoruz, onların görüşlerini dikkate alarak işimizi sürekli yeniliyor ve geliştiriyoruz. Ürünlerimizi de misafirlerimizin ihtiyaçlarını dikkate alarak geliştiriyoruz. Bugün itibariyle kalitesiyle güven veren 500 Shell Select var. Shell Select marketlerde 11 kategoride 1500 ürün yer alıyor. Özellikle kendi markamız olan “deli2go” ile çıkarttığımız ürünler misafirlerimiz tarafından çok beğeniliyor. Bunların arasında özel olarak Shell’e tasarlanan, yani kendi patentimiz olan deli2go sandviçler öne çıkıyor. Ayrıca yılda yaklaşık 2,5 milyon adet deli2go sandviç ve 3 milyonun üzerinde bardak kahve satıyoruz.”

Shell’in dünyada 44 binden fazla satış noktası ile tek marka çatısı altından dünyanın en büyük perakende şirketi olduğunda dikkat çeken Turanlı, Shell’in dünyada her gün 30 milyon misafirine hizmet verdiğini, yılda yaklaşık 150 milyon kahve, 250 milyon soğuk içecek ve 450 milyon atıştırmalık satışı gerçekleştirdiğini belirterek, sektördeki öncü konumları ile ilgili şunları söyledi: “Dünya çapında perakende alanında edindiğimiz tecrübemizi, Türkiye’de de çok iyi şekilde uygulamalarımıza yansıtmayı başardık. Bu sayede misafirlerimizin zamanlarını verimli bir şekilde kullanmalarına yardımcı olup hayatlarını kolaylaştırıyor ve yolculuklarını daha iyi hale getiriyoruz. İstasyonlarımızda, akaryakıt dışı ürün ve hizmetlerimiz ile ilgili attığımız adımlara bugün baktığımızda, sektöre ilham kaynağı olduğunu rahatlıkla söylemek mümkün. Yeni nesil market konsepti olarak misafirlerimize ve sektörümüze sunduğumuz Shell Select markası, sektörde açık arayla en yaygın premium market ağı diyebilirim. Sektörümüzdeki diğer firmalarında yakın geçmişte akaryakıt dışı ürün ve hizmetler alanına yatırımlarını arttırmış olması, 7 yıl önce bizim başlattığımız bu yolculukta ne kadar doğru adımlar attığımızı ve öncü marka olarak sektörü bir adım ileriye taşıyabildiğimizi de açıkça göstermektedir.”

Emre Turanlı: “Türkiye, Shell için öncelikli ülkeler arasında yer alıyor. Türkiye’ye yatırım yapmaya her zaman olduğu gibi devam ediyoruz.”

Shell &Turcas CEO’su Emre Turanlı, istasyonlarından akaryakıt alan her 2 kişiden birinin Shell Select marketlerimizi de ziyaret ettiğini söyledi: “Türkiye, Shell için öncelikli ülkeler arasında yer alıyor. Shell &Turcas olarak Türkiye’ye her zaman olduğu gibi yatırım yapmaya devam ediyoruz. Türkiye çapında 58 şehirde 500adet özel konseptli Shell Select marketimiz ile misafirlerimizin akaryakıt dışındaki ihtiyaçlarını da karşılıyoruz. İstasyonlarımızın, şehir içi ve şehir dışı tüm karayolu seyahatlerinde, anne-baba ve çocuklar dahil herkes için konforlu birer uğrak noktası olma hedefiyle yatırımlarımıza devam edeceğiz. Yıl sonuna kadar Shell Select market sayımızı 600’e çıkarmayı hedefliyoruz.”

Geert Wilders’in açlıktan ağzı kokmuş

0

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a “terörist” diyen Geert Wilders’ın İslam’a karşı saldırıları ve ırkçı sözleri de tepki toplamıştı. Tepkilerin tüm dünyada arttığı sırada Belçika’da bulunan Türk Gazete Ekibi, Özgürlük Partisi’nin Başkanı Geert Wilders’in parti genel merkezini görmek ve kendisi ile görüşmek adına Hollanda’ya ulaştıklarında karşılaştıkları manzarayı aktardılar.

ATV ve Sabah Gazetesi Hollanda Temsilcisi Fatih Özyar ile görüşerek parti genel merkezinin adresini soran ekibimiz aldığı cevap karşısında çok şaşırmış ve Özgürlük Partisi’nin bir genel merkezinin dahi olmadığını, maddi sıkıntılar yaşayan Geert Wilders’ın mecliste bulunan milletvekili odasını parti merkezi olarak kullandığı bilgisini almışlar.

Hollanda ziyareti ile alakalı açıklamalarda bulunan Gazeteci-Yazar Ferhat Yıldırım, “Daha önce camileri kapatacağını ve Kuran-ı Kerimi yasaklayacağını söyleyen Hollanda’nın aşırı sağcı Özgürlük Partisi’nin Başkanı ve Milletvekili Geert Wilders, ben ve ekibimiz Belçika’da iken Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın resmedildiği karikatürün altına terörist içerikli paylaşım yapmıştı. İki Türk gazeteci Hollanda’ya doğru yola çıktık ve yanımıza da Belçika vatandaşı olan flaman dostumuzu aldık. Amacımız ırkçı liderin partisinin nasıl bir yer olduğunu görmekti. Hollanda’nın Turkuaz medya temsilcisi Fatih Özyar’a; Wilders’ın parti genel merkezini görmek istediğimizi ve kendisi ile de karşılaşırsak saldırılarının sebebi hikmetini sormak istediğimizi söyledim.” dedi. Sayın Özyar, “Ferhat bey size ne gerekiyorsa her türlü yardıma hazırım. Fakat Wilders’in parti genel merkezi kapalı, yani yok. Maddi sıkıntıdan dolayı mecliste bulunan milletvekili odasından parti faaliyetlerini yürütüyor. O nedenle parti merkezine sizi götüremem” dedi ve şöyle ekledi; “Wildersson zamanlarda popülaritesini kaybetmiş ve ne zaman kendisine prim kazandırmak istese ne vakit seçimler yaklaşsa ya Türk’lere, ya İslam’a ya da göçmenlere saldırıyor. Bu seferde Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alarak kendi popülaritesini artırmayı hedeflemiştir” dedi.

Sayın Özyar’ın aktardığı bilgiler sonrasında istikametini değiştirmeyen Yıldırım, “Biz Hollanda ziyaretimizde Wilders’ı ve parti merkezini göremedik. Fakat Faslı ve Türk siyasetçilerin Wilders ile alakalı görüşlerini ve bizde hoş seda bırakan ifadelerini dinleme fırsatımız oldu. Ancak kayıt dışı olan bu özel görüşme detaylarını buradan söz verdiğim için paylaşmayacağım” diyerek konuştu.

Yıldırım, “İnsana, inanca ve milletlere saygısı olmayan Wilders tam anlamıyla insanlık suçu işlemeye devam etmektedir. Fakat meydan o kadar da boş değil, mecliste yiğit Türk ve Faslı vekiller onun ne kadar rezil işler yaptığını kürsüden bağıra bağıra haykırıyorlar” dedi. Siyasi kaygıları ile saldırganlaştığı bilinen Wilders’ın bu politikasının ilk olmadığı gibi bir son da olmayacağı gözüküyor.

Fatih ve Kanuni Karadeniz’de tarih yazıyor

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Yavuz sondaj gemisinin Selçuklu-1 kuyusundan ümit verici sonuçlar aldığını ve bu bölgenin yakınında yeni sondajlar yapılmaya başlandığını açıkladı.

Kanuni, gemicilik hizmetlerinin yanı sıra sondaj platformu ve teknik hizmetleri de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) tarafından yürütülen ilk Türk sondaj gemisi olarak Karadeniz’deki görevine başladı. Karadeniz’de Sakarya Gaz Sahası’nda bulunan Tuna-1 lokasyonundaki doğal gaz keşfi, Türkiye’nin son birkaç yıldır denizlerde yoğun şekilde yürüttüğü sismik arama ve sondaj faaliyetlerinin ilk somut meyvesi oldu.

Türkiye Karadeniz’de Sakarya Gaz Sahası’nda bulunan Tuna-1 lokasyonunda bu yılın derin denizlerdeki en büyük doğal gaz keşfini gerçekleştirirken, bu alanda tarihindeki en büyük keşfi de yaptı. Fatih sondaj gemisinin 20 Temmuz’da Tuna-1’de başladığı sondajda 320 milyar metreküplük gaz rezervine ulaşıldı.

Daha sonra 85 milyar metreküplük ilave rezervle keşfedilen gaz miktarı 405 milyar metreküpe yükseldi. Bu miktar “üretilebilir” rezerv olarak kayıtlara geçerken, Fatih sondaj gemisi Tuna-1 kuyusunun 3,8 kilometre kuzeybatısında bulunan Türkali-1 kuyusunda ilk değerleme sondajına başladı. Fatih’in Türkiye’nin açık denizlerdeki ilk değerleme kuyusu Türkali-1’deki çalışmalarını yaklaşık 2 ay içinde bitirmesinin ardından, Kanuni sondaj gemisi de aynı kuyuda 2 ay sürmesi öngörülen ilk kuyu tamamlama işlemini gerçekleştirecek.

Türkiye’nin Karadeniz’deki faaliyetleri kapsamında yaklaşık 40 kuyu açılacak.

Kanuni, milli olarak sertifikalandırılan ilk gemi

Haydarpaşa Limanı’ndan 13 Kasım’da Karadeniz’e doğru yola çıkan Kanuni sondaj gemisi, TPAO’nun hayata geçirdiği millileştirme çalışmaları kapsamında tamamen milli olarak sertifikalandırılan ilk gemi olarak göreve başlayacak.

Gelecek yılın ilk aylarında Karadeniz’deki ilk görevine başlayacak olan Kanuni, gemicilik hizmetlerinin yanı sıra, sondaj platformu ve teknik hizmetleri de TPAO tarafından yönetilen ilk Türk sondaj gemisi olacak.

Münhasır ekonomik bölgenin yüzde 18’i tarandı

Şu ana kadar, Karadeniz’in 180 bin kilometrekarelik Türkiye Ekonomik Münhasır Alanı içinde yer alan bölgesinin yaklaşık 33 bin kilometrekarelik kısmı (yüzde 18) 3 boyutlu sismik çalışmalarla tarandı.

Öte yandan, 10 bin 700 kilometrekare büyüklüğe sahip olan Sakarya Gaz Sahası’nda ise halihazırda 2 bin 200 (yüzde 20) kilometrekarelik alanda sismik arama çalışmaları tamamlandı. Türkiye, taranan bu bölgenin 225 kilometrekarelik bölümünde doğal gaz rezervlerine ulaştı.

Sakarya Gaz Sahası’nın kalan 8 bin 500 kilometrekarelik alanında yapılacak üç boyutlu araştırmalardan gelecek yılın ilk yarısında ilk sismik veriler toplanacak. Böylece, alınan veriler ışığında sahada keşif amaçlı yapılacak yeni sondajlara ilişkin karar verilecek.

Doğu Akdeniz’de 3 gemi faaliyette

Karadeniz’deki sondaj çalışmalarının yanı sıra Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığında kalan bölgede 2 sismik ve bir sondaj gemisi faaliyetlerini yürütüyor. Bu kapsamda, Oruç Reis sismik araştırma gemisi Antalya Kaş açıklarında yer alan Demre-1 lokasyonunda 6 bin 822 kilometrelik iki boyutlu veri topladı.

Kıbrıs açıklarındaki Batı Güzelyurt-1 lokasyonunda üç boyutlu sismik araştırmalarına devam eden Barbaros Hayrettin Paşa gemisi ise bugüne kadar 195 bin 525 kilometrelik alanı taradı. Yavuz sondaj gemisi ise Kıbrıs adasının güney batısında yer alan Selçuklu-1 kuyusundaki sondajını 6 bin metrede tamamladı ve Mersin Taşucu Limanı’nda geminin bir sonraki sondajı için bakım çalışmaları yapılıyor.

Hollanda Türklere karşı ambargo hazırlığında

0

Hollanda devleti 1 Ocak 2021’de Türklere karşı demokratik olmayan bir şekilde bazı kanun dışı uygulamaları devreye sokmaya hazırlanıyor. Demokratik olması ile her fırsatta övünen Hollanda’nın Türklere karşı antidemokratik uygulamalarına tepkiler çığ gibi büyüyor.

İnsanların yaşadıkları ülkeye uyum sağlamasının faydalı bir durum olduğunu belirten Türk kökenli tanınmış hukukçu Avukat Nazmi Türkkol;“Hollanda’nın Türkiye’den aile birleşimi veya farklı sebeplerle Hollanda’ya yerleşecek olanlara AB ile yapılan anlaşmaya göre hiçbir mecburiyet veya şart getiremez. Verilen haklar geri alınmaz” diyerek karar uygulamaya başlamadan hukuki olarak itiraz ettiklerini söyledi.

Hollanda 2007 yılında Avrupa Birliği ülkeleri dışından gelecek olan göçmenlere uyum sınavı yapılması hakkında bir yasa çıkarmıştı.

Yürürlüğe giren yasa ile aile birleşimi veya başka nedenlerle Hollanda’ya gelecek göçmenler önce bulundukları ülkede uyum kurslarına katılacak ve sınavlarda başarı göstermeleri neticesinde ülkeye girişlerine izin verilecekti.

Fakat bu yasanın yürürlüğe girmesinin ardından uygulanmaması adına Türkler mücadele verdi. Türkiye ve AB arasında yapılan 1963 anlaşmasına göre Türk vatandaşlarının uyum yasası ile zorlanamayacağı itirazı 2011 yılında sonuçlandı ve Türkler bu yasadan muaf tutuldu.

Türk sivil toplum kuruluşları ve hukukçuların verdiği mücadele sonucu elde edilen bu hak Hollanda tarafından gasp edilmeye çalışılıyor.

Uyum yasası kapsamında kurslara katılan ve sınavlarda başarılı olanlar Hollanda’ya giriş hakkı elde edecekler. Fakat 3 yıl içinde uyum kursuna yeniden katılarak başarılı olmak ve diploma almak zorunda. Bu kurslarda başarı sağlamayanlara ikamet izni verilmeyecek.

Türkiye’deki uzmanların Hollanda’nın bu yaklaşımına ve demokrasi söylemi ile uyguladıkları faşizme karşın şaşkınlık duyulmadığını belirterek, bu yaklaşımların insanlık onurunu incitici olduğunu söylediler.

“Türkiye’nin sığınmacılara ve yabancılara uyguladığı tavrın insani hassasiyetleri öncelediği açıktır.”

Batının bu yozlaşmasının Avrupa toplumunda değil, yönetim sistemlerinde var olduğunun da ayrıca altını çizen uzmanlar, bu tür yaklaşımlar sebebiyle ülkemizin değerinin her geçen gün daha da takdire alındığını ifade ettiler.

NGS’nin 1. ünitesi son aşamasına yaklaşıyor

VVER-1200 reaktörleriyle donatılmış olan Belarus NGS’nin 1. ünitesi, minimum kontrol gücü seviyesine getirildi. Fisyon zincirleme tepkimesini devam ettirmeye yetecek seviyede çalışan bir reaktörde nötron akışı gözlemlendiğinde, minimum kontrol gücü seviyesine ulaşılıyor. 

Minimum kontrol gücü seviyesine ulaşmak, fiziksel olarak işletmeye alınma prosedürünün son aşaması olarak kabul ediliyor. Bu işlem, personelin gerekli tedbirleri güvenli bir şekilde almasına ve reaktör çekirdeğinin fiziksel özelliklerinin tasarım gereksinimleriyle örtüşüp örtüşmediğini anlamaya olanak sağlıyor. Uzmanlar, reaktörün ilk yakıt dolumunun nötronlarla ilgili özelliklerine ilişkin 50’den fazla fiziksel deney yapıyor. Bunların yanı sıra reaktörün tüm izleme ve güvenlik sistemlerinin emniyeti de, uzmanlar tarafından deneylerle doğrulanıyor. 

Bu deneylerin sonuçları, güç verme işlemini onaylayacak olan Belaruslu nükleer gözlemci kuruluş Gosatomnadzor’a iletilecek. Sonuçlar tatmin edici bulunur ve onay alınırsa, reaktörün gücü kademeli olarak artırılarak ünite güç verme işlemine hazırlanacak.

Avrupa’nın özgürlüğü ve iki yüzlülüğü

Avrupa da yaşayan gençler uyuşturucunun çok daha büyük tehlikesindedir. Esrar, yasaların izin verdiği yerde kullanılabilir ve fakat bu kanunlar tavize de açık konumdadır. Kanunen kamusal alanlarda içilmemesi gerekirken bazı bölgelerde bu kanun esnetilmiş ve baskılama yapılmıyor. Esrar böyle iken “Eroin” ile ciddi bir mücadele var. Asla tahammül edilmiyor, esnetme ve boş verme yok. Burada alkışlıyoruz…

Toplanın hanımlar, beyler…

Avrupa topraklarında özgürlük var!

Sar esrarını iç…

Karışan yok…

Miss!

Sevişecek misin?

Karışan yok!

Miss!

Başkasına karışma, karışırız o zaman sana…

Burada da alkışlıyoruz…

Burası özgürlüklerin ülkesi…

Eşcinsel misin?

Özgürsün, takıl kafana göre…

Hele bi karışsınlar…

Canını yakan cezalar veririz!

Burada ne yapacağınızı bilirsiniz…

Kilisenin edepsizliğine girersen, dersen pedofili…

Canını yakan cezalar veririz!

Burada ne yapacağınızı bilirsiniz…

Sözde Ermeni soykırımını inkâr ve protesto edersen…

Canını yakan cezalar veririz!

Burada ne yapacağınızı bilirsiniz…

Siyonizm’e mi sövdün…

Cezalandırırız!

Hass…

Ayrımcılığa da karşılarmış…

Mesela…

Müslüman’a ve İslam’a geldiğinde ise sövgü ve iftira…

Ne ceza var, ne yargı, ne engel…

Şimdi adalet mi diyorsunuz ahali?

Avrupa’nın özgürlüğü gibi adaleti de bir tuhaf…

Alkışlayasımız kalmadı,

Adileşmelerine…

Şimdi dağılın efendiler…

Durun hele durun biraz daha anlatayım.

Laf söylememiz, laf atmamız, işkembeden sallamamız o kadar kolay ki…

Gel gelelim memleketimizin dışarıdan haline. Adam arsız olduğu kadar hadsiz, kansız olduğu kadar da cahil. Sövüp sayıyor Türk’e ve Türkiye’ye… Özgürlüğü imiş düşünce saydığı necaseti. Onların sövgüsüne, övgümüzden başka ne çare var ki.

Mızmızlanmayı adet bilmiş kalabalığımız; üretmeden sövüşenlerin, iç siyasetimizin erklerine saydırmaları ile günler geçiyor. Gelin de bir bakın ağızlarından irin dökülenlerin, üç kuruşluk arzuları yerine gelmediğinde kızıp, sayanların liderimize ne hakaret ettiğine.

Animasyon filmler yapıp, aşağılık propagandalarda anamıza, bacımıza nasıl sövdüklerine bakın. Bunlara şahit olup gocunmuyorsa eğer kendini vatan evladı sayan zevat, biliniz ki kanı bozuk olduğu kadar aklı da bozuktur. Kalabalığın kininde zerre olsa hakikat, oturalım düşünelim derim de Haçlı kafası hiç mi değişmez… Boş ki ne boş…

Hadi olmayalım ya Erdoğan’cı…

Zorunan yaparlar Milleti Erdoğan’cı…

Altmış gün Avrupa’da kalıpta, ülkemiz erklerine hürmet etmeyi öğrenemezsen ya kanından şüphe et ya gelme hiç bu topraklara…

Mersin Akkuyu’da gelişmeler

Elektrik kullanımı, bilgi çağına girmekte olan insanoğlu için artık yadsınamaz önem taşıyan bir metafor durumundadır. Elektrik enerjisinin böylesine yadsınamaz öne çıkışının nedeni olarak elektriğin diğer enerji çeşitlerine dönüşüme uygunluğu ve alternatif akım formunda binlerce kilometre uzak mesafelere taşınabiliyor olmasıdır. Günümüzde bilgisayar kullanımı ve yapay zekâ, bir başka deyişle akıllı sistemler için elektrik gereksinimi vazgeçilmezlik ifade etmektedir. Bütün bu paradigmalar büyük güçlerde elektrik üreten enerji santralarının hayata geçirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Elektrik üretiminde farklı enerji kaynakları kullanılabilir olmakla beraber emre amade santralar olan fosil yakıtlı santralar ile nükleer santralar öne çıkmaktadır. Zira mevsimden ve günden bağımsız olarak, her istenen zamanda istenen güçte enerji üretilebilmesi “baz santral” olarak nitelenen söz konusu bu santralar ile sağlanabilmektedir.

Global olarak elektrik kullanımının artmasıyla kronolojik olarak önce fosil yakıtlardan (sırasıyla kömür, petrol ve doğal gazdan) yararlanılmıştır. Nükleer teknolojinin geliştirilmesiyle II. Dünya Savaşından sonra nükleer santralar kullanılmaya başlanmıştır. Halen tek üniteden net 1000 MWe üzerinde elektrik enerjisi üretimi nükleer santrallarla mümkün olabilmektedir.

Bilindiği üzere, fosil yakıtların büyük miktarlarda kullanımı sera gazı salımı bağlamında çevre sorunlarına neden olabilmektedir. Dolayısıyla çeşitli çevre kuruluşları ve çevre toplantılarıyla fosil yakıt kullanımının sınırlandırılması gündeme gelmiş bulunmaktadır. Buna karşın COP-21ve COP 25 gibi toplantılarda nükleer enerjinin kullanımı tavsiye edilir olmuştur. Bu bağlamda Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı – IAEA’nın verilerine göre, 31 Aralık 2019 tarihi itibariyle dünyada 443 nükleer santral çalışmakta, 54 nükleer santral da inşa edilmektedir. Mersin Akkuyu’da inşa edilmekte olan Nükleer Güç Santralı da inşa halindeki nükleer santrallar arasında yer almaktadır.

Akkuyu Nükleer Güç Santralında Son Durum

Bilindiği üzere, nükleer santral kurma konusu Türkiye’de birçok kez gündeme gelmiş olmasına rağmen ertelenen veya iptal edilen ihalelerle 2010 yılına kadar yarım asırdan fazla bir sürede istenen sonuca ulaşılamamıştı. Nihayet, Rusya Federasyonu ile 12 Mayıs 2010 tarihinde (Yap-İşlet bağlamında) imzalanan işbirliği anlaşması ile Mersin-Akkuyu’da nükleer güç santralinin hayata geçirilmesi süreci başlamıştır. 13 Aralık 2010 tarihinde ise konuya ilişkin proje firması kurulmuştur.  Akkuyu santralına ilişkin Yer Seçimi lisansı yenilenmiş ve Aralık 2011’de  ÇED Raporu da Türkiye Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca onaylanmıştır. 

Her biri 1200 MWe’lik güçte dört ünite olarak kurulacak olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı, Rus yapımı olup VVER tipi Basınçlı Su Reaktörü tipinde olacaktır. Böylelikle Akkuyu Nükleer Güç Santralı dört ünitesiyle toplam 4800 MWe güç üretecektir ve santralların ömrünün  60 yıl olması planlanmaktadır.

Yerli katkının olabildiğince fazla olmasının benimsendiği projede yardımcı sistemler kapsamında düşünülen ve bir Türk firma tarafından üstlenilen deniz yapılarına ilişkin ilk temel atma töreni Nisan 2015 de gerçekleştirilmiştir. Haziran 2017’de ise EPDK tarafından 49 yıllığına Akkuyu NGS’ye elektrik üretim lisansı verilme işlemi tamamlanmıştır. Ekim 2017’de ilk üniteye ilişkin inşaat izni alındıktan sonra Aralık 2017’de sahada şantiye çalışmaları başlamıştır. Takiben söz konusu bu birinci ünite için İnşaat Lisansı’nın alınmasından sonra 3 Nisan 2018 tarihinde Akkuyu NGS’nin 1. ünitesinin temel atma töreni Rusya ve Türkiye Devlet Başkanlarının yer almasıyla gerçekleştirilmiştir. Böylelikle ilk üniteye ilişkin kapsamlı inşaatı başlamıştır.

Öte yandan, ağır ve hacimli ekipmanların taşınmasında kullanılacak Akkuyu mevkiindeki limanın doğu terminal inşaatı da tamamlanmış bulunmaktadır. Mayıs 2019’da Ulaştırma ve Alt Yapı Bakanlığı’ndan Liman işletme izni de alınmıştır. Yine büyük ve ağır ekipmanların yerlerine yerleştirilmesinde kullanılacak 3000 ton kapasiteli (paletli özel bir) vinç Ağustos 2019’da sahaya getirilmiş ve konuşlandırılmıştır.  Saha alt yapısı hazırlandıktan sonra, Akkuyu Nükleer Güç Santralı’nın 1. Ünitesinin ilk büyük ekipmanı olarak (+3. Nesil, gelişkin) nükleer güç reaktörlerinin pasif güvenlik sistemleri içinde yer alan ve 150 ton mertebesinde ağırlığa sahip bulunan “Kor Tutucu” sahaya getirilmiş ve paletli özel vinç ile yerine yerleştirilmiştir. Son olarak, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin birinci güç ünitesine ilişkin yaklaşık 320 ton ağırlığında olan ve yapımı 3 yıl süren reaktör basınç kabının teknik güvenilirliği ağlamında hidrolik testleri de  tamamlanmış ve nihayet inşaat sahasına ulaşmıştır (Şekil 1). Ayrıca 1. Ünitenin buhar jeneratörlerinin de yapımı tamamlanmış ve sahaya kadar ulaştırılmıştır. Böylelikle, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin 1. Ünitesinin en önemli parçaları konusunda önemli ilerleme kat edilmiş bulunmaktadır.

Bir diğer önemli gelişme; Akkuyu Nükleer Güç Santralı’nın 1. Ünitesinin önemli yapı ekipmanlarının içinde yer alacağı çift katlı özel bir yapı olan “Dış Güvenlik Kabuğu”nun ikinci katmanının montaj işlemine başlanmış olmasıdır.  Bu bağlamda, 1. Ünitenin inşaat yüksekliği 17 m’yi aşmış bulunmaktadır.

Akkuyu Nükleer Güç Santralı için bir başka gelişme; buhar türbinine  monte edilecek “Kondansör”e ilişkin bazı parçaların tamamlanmış olması ve Akkuyu’ya gönderilmek üzere yola çıkarılmasıdır.

Akkuyu Nükleer Güç Santralı’nın 1. Ünitesinden ayrı, diğer ünitelerine ilişkin de bazı gelişmeler kaydedilmiştir. Şöyle ki; 30 Kasım 2018 tarihinde 2. Ünite için inşaat çalışmalarına başlama izni alınmış ve Ocak 2019’da 2. Güç ünitesi tesisleri için temel kazı çalışmalarına başlanmıştır. Takiben, 2. Güç ünitesi temel beton dökme çalışmaları 8 Mart 2019 tarihi itibariyle tamamlanmış bulunmaktadır. Son olarak 2. Üniteye ilişkin kor tutucu da tamamlanmış bulunmaktadır.

Akkuyu Nükleer Güç Santralı’nin 3. ünitesinin de zemin hazırlanması çalışmalarına başlanmış olduğu ifade edilmiş ve son olarak bu üniteye ilişkin inşaat lisansı da alınmış bulunmaktadır. 4. ve son üniteye ilişkin olarak ise inşaat lisansı başvurusu yapılmış olduğu ifade edilmektedir. Dolayısıyla Akkuyu NGS projesinde yer alan güç reaktörü ünitelerinin hepsi için çalışmalar sürdürülmekte olup aşama aşama gelişmeler hayata geçirilmektedir (Şekil 2).

Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin inşaatının tüm aşamaları Nükleer Düzenleme Kurumu tarafından takip edildiği gibi uluslar arası bağlamda da kontrol edilmektedir. Bir başka deyişle inşaat bütünüyle denetlenmektedir.

Öte yandan, Akkuyu Nükleer Güç santralında çalışacak nitelikli Türk elemanların yetiştirilmesi de bir diğer önemli konuyu oluşturmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’den Rusya’ya konuya ilişkin eğitime gönderilen 143 öğrencinin mezun olduğu ve Akkuyu’da işbaşı yaptıkları ifade edilmiş bulunmaktadır. Ayrıca, 102 lisans ve 22 Yüksek Lisans öğrencisinin de yurtdışında eğitimlerine devam ettikleri belirtilmektedir. Bunlardan ayrı olarak 25 öğrencinin de Yüksek Lisans eğitimi almak üzere yine yurt dışına gönderilmeleri planlandığı açıklanmıştır. Tüm bu elemanlar Akkuyu’da çalışmak üzere eğitilmiş ve/veya eğitilen elemanlar olacaklardır.

Sonuç

Görüldüğü üzere, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Kuruluş yılı olan 2023 yılında tamamlanması hedeflenen Akkuyu Nükleer Güç santralının birinci Ünitesinin inşasında hayli önemli aşamalar kaydedilmiş bulunmaktadır. İlaveten bu üniteye ilişkin çalışmaların yoğun şekilde devam ettiği anlaşılmaktadır. Ancak, diğer üniteler için de çalışmalar devam ede gitmektedir. Mersin-Akkuyu Nükleer güç santralının dört ünitesinden üçü için inşaat lisansı alınmış bulunmaktadır. Bir başka deyişle santralının üç ünitesi resmen başlamış olmaktadır.

Burada şunu belirtmek gerekir ki; Türkiye’nin nükleer güç santralına sahip olması öncelikle (emre amade) baz santral kapsamında elektrik üretim envanterine sahip olacak olmasından ötürü önemlidir. Akkuyu Nükleer Güç Santralı’nın devreye girmesiyle ülke elektrik ihtiyacının (tek başına) en az % 6’sını karşılayacağı öngörülmektedir. Dolayısı ile Türkiye’nin elektrik temin güvenilirliği bağlamında önemli yol kat edilmiş olacaktır.

İlaveten, Akkuyu Nükleer Güç Santralı yapımında (birinci devre sistemlerinde olmasa da) Türkiye’nin katkısına olabildiğince yer verilmesinin benimsendiği ifade edilmektedir. Bu bağlamda hafriyat işlerinde yer alınmıştır. Bu konu ülkemiz açısından bir ilk adım kazanç olarak nitelenebilir. Ayrıca, Akkuyu Nükleer Güç Santralı’da çalışacak nitelikli eleman ihtiyacı için Türk öğrencilerin yetiştiriliyor olması da Türkiye açısından yine olumlu bir gelişmeyi ifade etmektedir.

Öz olarak belirtilmek gerekirse; Akkuyu Nükleer Güç Santralı’nın devreye alınması, Türkiye için enerji temin politikası bağlamında önemli olduğu kadar ileri teknoloji bir santral kurulumu, lisanslanması ve hayata geçirilmesiyle edinilecek deneyim açısından da önem arz etmektedir. Bu açıdan konu ele alındığında Akkuyu Nükleer Güç Santralı projesinin ilk ünitesinin Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Kuruluş yılına yetiştirilmesiyle Türkiye için ufuk açan bir anlam ifade edecektir denebilir.

Masdaf, yangınla mücadelede ediyor

Pompa sektörünün lider markası Masdaf, İtfaiye Haftası’nda Sakarya Büyükşehir İtfaiye Dairesi Başkanlığı ile birlikte düzenlediği “Yangınla Mücadele” webinarında binalarda ve endüstriyel tesislerdeki yangınlar nedeniyle yaşanan can ve mal kayıplarının önüne geçebilmek adına alınabilecek önlemleri masaya yatırdı. 

Masdaf, Sakarya Büyükşehir İtfaiye Müdürlüğü ile birlikte düzenlediği “Yangınla Mücadele” webinarında yangınlar nedeniyle yaşanan can ve mal kayıplarının önüne geçebilmek adına alınabilecek önlemleri masaya yatırdı. Sakarya Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi Başkanlığı Önleme ve Eğitim Şube Müdürlüğü ile ortak düzenlenen webinarda özellikle konutlarda ve endüstriyel tesislerde yaşanan yangınlardaki ihmallerin altı çizildi. 

Türkiye’de her yıl yaklaşık 400 büyük fabrika yangını yaşandığını ve bu yangınlarda yılda ortalama 25 kişinin hayatını kaybettiğini belirten Sakarya Büyükşehir İtfaiye Dairesi Başkanlığından Makine Mühendisi M. Zahit Akkaya, binaların ve endüstriyel tesislerin yangın tehlikesine karşı hazırlıklı inşa edilmesi gerektiğini vurguladı. Akkaya sözlerine şöyle devam etti: “Bu süreç binanın veya endüstriyel tesisin mimari projesiyle başlayıp, mekanik projesiyle devam eden bütünleşik bir süreç. Binalar ve endüstriyel tesisler henüz mimari proje aşamasındayken bina veya tesis işler duruma geldiğinde oluşabilecek yangın durumları öngörülebilir olmalı ve gerekli önlemler alınmalıdır. Bu konuda öncelikle “binaların yangından korunması hakkındaki yönetmeliğe” uyulması ve bu kapsamda binanın yangın sınıflandırmasının yapılması gerekiyor. Proje bir endüstriyel tesise ait ise hangi tehlike sınıfındaki endüstriyel tesise ait olduğu dikkate alınarak tasarlanmalıdır. Burada binanın işlevi, yangın yükü, yanıcılık yükü dikkate alınmalıdır. Örneğin yönetmelik; 2000 metrekare ve üzerindeki katlı mağazalarda ve 1000 metrekare üzerinde kolonya, boya gibi yanıcı madde ihtiva eden işletmelerde yağmurlama zorunluluğu getiriyor. Bu tür projelerde binanın yapısına göre kaçış yolu, havalandırması ve pompa sistemleri tercih edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla tüm bunları tasarım aşamasında öngörebilmek önemli;ancak bizdeki işleyiş biraz farklı, biz önce binanın inşasına başlıyoruz ve zamanla yangın tesisatı hariç aklımıza gelen her şeyi binaya uyguluyoruz. Zorunluluk olursa şayet yangın tesisatını uygulamayı tercih ediyoruz. Ancak yabancı yatırımlar özellikle sigorta şirketleri Avrupalı olan yatırımlarda ya da yabancı ortaklı yatırımlarda “binaların yangından korunması hakkında yönetmelik” biraz daha nizami olarak uygulanıyor. Yapıların inşası aşamasında standartlara uygun üretim her geçen gün artmaya devam ediyor;fakat burada mevzuatında eş zamanlı olarak bu standartlara entegre edilmesi gerekiyor.”

Avrupa Nükleer’e geri mi dönüyor?

Covid-19 salgını sonrasında yenilenebilir enerjinin tüm dünya ve ülkemizde enerji planlamalarında önceliklendiği bu günlerde; Avrupa’nın enerji sıkıntısı yaşaması ve nükleer tesislerin kapatılması yönünde alınan doğru kararların sorgulamasına neden oldu.

Avrupa Birliği, Brexit ve Euro Bölgesi Politika Analisti, Open Europe Düşünce Kuruluşu’nun Brüksel Ofisi Başkanı Pieter Cleppe, Avrupa’da nükleer santrallerin kapatılma kararı ile sosyal, çevresel ve ekonomik ağır maliyetlerle karşı karşıya kalan pek çok ülkede nükleer santrallerin durumunun tekrardan sorgulanmaya başlandığını söyledi. Cleppe, nükleer tartışmaların seyrinin değiştiğine dikkat çekerek; “Covid-19 krizinin her Avrupa ülkesini kendi araçlarıyla nasıl baş başa bıraktığı göz önüne alındığında, Fransa veya diğer komşularının enerjisine bel bağlamak, AB ülkeleri için çekici bir deneyim olmayabilir” dedi. 

Nükleer lehine daha olumlu bir manzara ortaya çıktığına değinen Cleppe, nükleer santrallerin kapatılma kararlarının da sorgulandığını söyledi.

Fukuşima nükleer felaketinden sonra nükleer enerjiyi tamamen ortadan kaldırmaya karar veren Avrupa’da fikirlerin değişmeye başladığını vurgulayan Cleppe, “2018’de elektriğinin yüzde 39’unu nükleer enerjiden üreten Belçika’nın da yaşlanan nükleer santralleri kapatma kararı ile ilgili olarak büyük bir ‘U dönüşü’ yapılması bekleniyor. Uzmanlar, ülkenin enerjik kimya endüstrisi için kısa süre önce İngiltere kimya firması INEOS tarafından multi milyar Euro’luk bir etan gazı çöktürücüsü projesi için Anvers limanında büyük bir yatırım yapıldığını, enerji kesintilerinin endişe verici olabileceğine karşı uyardılar. Çoğu siyasi parti de artık enerji arzı açısından sürdürülebilir alternatiflerin olmadığını fark ediyor.” dedi.

Avrupa’nın bu dönüşüm sancısının yakından takip eden uzmanlar, yenilenebilir enerji kaynakları hususunda Avrupa’nın yeni çözümler bulamadığı takdirde istikrarlı kalamayacağı konusunda endişeli olduklarını belirtiyorlar.

Avrupa ülkelerinin enerjide oluşan açığı ABD ve Rusya’nın sağladığı enerji çözümleri ile sağlanıyor. Bu bağımlılık ile pahalı enerji Avrupa ülkelerini Nükleer Enerji’deki hassasiyetlerini yeniden gözden geçirmeye itmektedir.