24.7 C
İstanbul
Perşembe, Ağustos 14, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 51

Meslek liseleri üretim üssüne dönüştü

Salgın sürecinin başında tıbbi ve medikal malzeme temininin zorlaşmasıyla MEB’in üretim kapasitelerini harekete geçirdiği mesleki ve teknik liseler Kovid-19’la savaşan sağlık çalışanlarına koruyucu malzeme ulaştırmak için adeta üretim üssüne dönüştü.

Dünyada etkisini artırarak sürdüren yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını sürecinde mesleki ve teknik liseler, fedakâr sağlık çalışanlarına koruyucu tıbbi malzeme ulaştırmak için “üretim üssü”ne dönüşürken, meslek lisesi öğretmenleri de üretim seferberliğinin kahramanları olarak öncü rol oynadı.

Koronavirüs salgını birçok alanda olduğu gibi eğitimde de değişime neden oldu. Üretime dayalı eğitimin öneminin bir kez daha kanıtlandığı salgın sürecinde, toplumda meslek liselerine olan olumsuz algı da yıkıldı.

Türkiye’de ilk Kovid-19 vakasının görülmesinin ardından tıbbi ve medikal malzeme temininin zorlaşmasıyla Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), mesleki ve teknik liselerin üretim kapasitesini harekete geçirdi. Bu süreçte Kovid-19’la en ön safta savaşan sağlık çalışanlarına koruyucu tıbbi malzeme ulaştırmak için adeta “üretim üssü” haline gelen meslek liseleri, Türkiye’nin salgınla mücadelesinde hayati görev üstlendi.

Maskeden dezenfektana, solunum cihazından temassız ateş ölçere…

MEB, yaptığı Ar-Ge çalışmalarıyla meslek liselerinde üretilen ürün çeşitliliğine her gün bir yenisini daha ekledi. Meslek liselerinde, maskeden dezenfektana, koruyucu siperlikten tek kullanımlık önlük ve tuluma, ultrasonik cerrahi maske makinasından temassız ateş ölçere, solunum cihazından hava sterilizasyon cihazına, izole numune alma ünitesinden yoğun bakım yatağına kadar ihtiyaç duyulan birçok malzeme ve makinanın üretimi gerçekleştirildi.

İstanbul’da üretime destek veren liselerde 46 milyon 700 bin cerrahi maske, 180 bin litre el dezenfektanı, 7 milyon 280 bin litre yüzey dezenfektanı, 10 bin 350 litre kolonya, 3 milyon 100 bin plastik çatal bıçak, 120 bin tek kullanımlık tulum ve önlük, 1 milyon 200 bin siperlikli maske üretildi.

Ayrıca, 112 3D yazıcı, 30 ultrasonik cerrahi maske makinesi, ultrasonik lastik kaynak makinesi (paletsiz), 12 ultrasonik lastik kaynak makinesi (paletli), 2 solunum cihazı, 50 ozon hava dezenfekte cihazı, 6 Ultraviyole-C hava sterilizasyon cihazı, 2 video laringoskop cihazı ve 55 sosyal mesafe ölçüm cihazının üretimi yapıldı.

İhtiyacı karşılamak için 7/24 mesai harcadılar

Meslek lisesi öğretmenleri, salgının ilk zamanlarında sağlık çalışanlarının acil ihtiyacı olan tıbbi koruyucu malzemeleri üretmek için “Meslek lisesi memleket meselesi” şiarını benimseyerek fedakârca çalıştı. Sürecin başında temininde zorlanılan maske ve dezenfektan üretimine yoğunlaşarak, gerekli ihtiyacı karşılamak için 7/24 mesai harcayan öğretmenler, üretim seferberliğinin kahramanları oldu. Öğretmenlerin yanı sıra idareciler ile mesleki eğitim alarak kollarına “altın bilezik” takan öğrenciler de bu üretim seferberliğine gönüllü destek verdi.

100 tonu aşkın dezenfektan ürettiler

Gaziosmanpaşa Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Kimya Öğretmeni Erkan Uzun, AA muhabirine, salgın sürecinde hem el ve ortam dezenfektanı ile sıvı sabun ürettiklerini hem de Ar-Ge çalışması yaptıklarını, 2 farklı ürünle başladıkları üretime 6 farklı ürünle devam ettiklerini anlattı. Salgının başında yüksek oranda dezenfektana ihtiyaç duyulduğunu, kısıtlı insan gücüyle çalıştıkları için üretimde ve ihtiyacı karşılamada sıkıntı yaşadıklarını belirten Uzun, şöyle konuştu: “Üretime tek başladım. Şu anda 2 öğretmen ve 4 öğrenciyle üretimleri sürdürüyoruz. Günlük 8 ton üretim yapabiliyoruz. Salgın sürecinin başından itibaren 100 tonun üzerinde üretim yaptık. Öğretmenler bu süreçte aktif rol aldılar. Son birkaç yıldır MEB’in üretim konusunda büyük destekleri oldu. Tabii ki öğretmenlerimizin de çok büyük gayreti var. Bilhassa salgın dönemiyle üretim yapmayan okulların üretime başlaması, üretim yapan okulların kapasitesini artırması gibi durumlar söz konusu oldu. Hem MEB’in yardımları hem de öğretmenlerin özverili çalışmalarıyla önemli sonuçlar ortaya koyduk.”

“Mesai saatlerimizi artırarak gece-gündüz demeden ürettik”

Kimya Öğretmeni Gökhan Şit de dünyayı saran bir pandemi süreciyle karşı karşıya olunduğunu ifade ederek, “Sağlık personelleri bu süreçte çok ciddi bir emek sarf ettiler ve sarf etmeye devam ediyorlar. Biz de Milli Eğitim camiası olarak elimizden ne geliyorsa yapmak için ciddi bir mücadelenin içerisine girdik. Öğretmen ve öğrenci sayımız az olsa da mesai saatlerimizi artırarak gece-gündüz demeden çalışarak üretime sürekli devam ettik.” dedi.

Ar-Ge çalışmaları sonucu “hipokloröz asit” adıyla su bazlı dezenfektan ürettiklerini aktaran Şit, bu ürünün 6,2 pH değerinde olduğunu, içerisinde kimyasal madde bulundurmadığını, kalıntı özelliği göstermediğini, evde meyve ve sebzeleri yıkamak için dahi güvenle kullanılabileceğini söyledi.

Küçükköy Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Moda Tasarımı Öğretmeni Deniz Erdoğdu, salgın sürecinde üretim için gönüllü olduklarını, bu işin altına ellerini koyduklarını ifade etti.

“İlk zamanlarda maske temini zor olduğundan 24 saat çalıştık”

Sultanahmet Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Makine Öğretmeni Muhammet Günyüz, makine temininin ardından kurulum aşamasında zorluk yaşadıklarını, 4 makine öğretmeni olarak gece-gündüz çalışıp kurulumu gerçekleştirdikten sonra 24 Nisan’da maske üretimine başladıklarını söyledi.

Günyüz, “İlk zamanlarda maske temini zor olduğundan dolayı 24 saat çalıştık. 12 saat bir grup, 12 saat diğer grup şeklinde mesai yaptık. Sadece makine öğretmenleri değil, idarecisinden hizmetlisine kadar gönüllü çalışmak isteyen kim varsa 15-20 kişilik ekip olarak işe başladık. Ağustos ayına kadar bu yoğunlukta devam ettik. Sonrasından çalışma süremizi 16 saate düşürdük. Atölyemize bir makine daha ekleyip günlük üretim kapasitemizi 100 bin maskeye çıkararak üretimimizi sürdürüyoruz.” diye konuştu.

Kimya sektörü 1,8 Milyar Dolar ihracat ile zirve yaptı

İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) verilerine göre, kimya sektörü ihracatı 2020 yılı son ayında yüzde 1,25 azalışla 1 milyar 804 milyon dolar olarak gerçekleşti. Sektör, 2020 yılını 18 milyar 313 milyon dolarlık ihracatla en fazla ihracat yapan ikinci sektör olarak tamamladı. 

Kimya sektörünün geçtiğimiz yılı ihracat rakamlarını değerlendiren İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) Yönetim Kurulu Başkanı Adil Pelister, “Kimya sektörümüzün Aralık ayı ihracatı 1,8 milyar dolar olarak gerçekleşirken, yıllık bazda ihracatı ise 18,3 milyar dolar oldu. Geçen sene Aralık ayına göre yüzde 1,25 daraldı. Buradaki daralmanın sebebini pandemi dolayısıyla yaşanılan kapanmalar ile birlikte küresel pazarın daralmasından kaynaklı enerji talebinin düşmesi olarak açıklayabiliriz. Ancak pandemiye rağmen sektörümüz büyük bir çaba ile ihracatına devam etti. Sektörümüzde yer alan dezenfektan, kolonya, sabun, tanı kitleri ve ilaç gibi Covid-19 ürünleri, pandemide öne çıkarak ihracatta rekorlar kırdı. Bununla birlikte tek kullanımlık plastik ürünler ve ambalaj ürünleri de üretimini ve ihracatını artırdı. Sektörümüz Aralık ayında 208 ülke ve bölgeye ihracat gerçekleştirdi. Aralık ayında en çok kimya ihracatı yaptığımız ilk üç ülke Irak, Almanya ve ABD oldu. ABD’ye ihracatımız Aralık ayında yüzde 67,46 artarken, İngiltere’ye yapılan ihracatımız ise yüzde 60,37 arttı. Tüm olumsuzluklara rağmen, 2019 yılında olduğu gibi 2020 yılında da Türkiye’nin en çok ihracat gerçekleştiren ikinci sektörü olmayı başardık. Bu başarıda emeği geçen tüm ihracatçılarımızı katkılarından dolayı tebrik ediyorum” dedi.

En fazla ihracat yapılan ülke Irak oldu

Irak, Aralık ayında en çok ihracat yapılan ülke oldu. Aralık ayında Irak’ı takip eden ilk onda yer alan diğer ülkeler ise Irak, Almanya, ABD, Hollanda, İngiltere, Mısır, Belçika, İtalya, İsrail ve Lübnan oldu. Aralık ayında en çok ihracat yapılan 10 ülkeden 7’sine ihracat artışı olurken, Mısır, İtalya ve Lübnan’a yapılan ihracatta daralma yaşandı. Bu ülkeler arasında en çok artış Hollanda, Belçika ve ABD’ye oldu. 

Irak’a yapılan kimya ihracatı 2020 yılı Aralık ayında 106 milyon 570 bin dolar olarak gerçekleşti. Aralık ayında Irak’a en çok “plastikler ve mamulleri”, “eczacılık ürünleri”, “uçucu yağlar, kozmetikler ve sabun”, “boya, vernik, mürekkep ve müstahzarları”, “muhtelif kimyasal maddeler” ve “yıkama müstahzarları” ihraç edildi.  

En çok “plastikler ve mamulleri” ihracatı gerçekleştirildi

Aralık ayında kimyevi maddeler ve mamulleri ürün gruplarında plastikler ve mamulleri ihracatı, 642 milyon 881 bin dolarla kimya ihracatında ilk sırada yer aldı. İkinci sırada 291 milyon 529 bin dolarlık ihracatla mineral yakıtlar, mineral yağlar ve ürünler yer alırken, anorganik kimyasallar ihracatı 152 milyon 478 bin dolarla üçüncü sırada yer aldı. ‘Anorganik kimyasalları takiben ilk onda yer alan diğer sektörler ise; ‘uçucu yağlar, kozmetikler ve sabun’, ‘eczacılık ürünleri’, ‘kauçuk, kauçuk eşya’, ‘boya, vernik, mürekkep ve müstahzarları’, ‘muhtelif kimyasal maddeler’, ‘organik kimyasallar’ ve ‘yıkama müstahzarları’ oldu. 

Aralık ayında alt sektörlerde en çok ihracat artışı yüzde 81,99 ile organik kimyasallar sektöründe olurken en fazla daralma ise yüzde 50,90 ile mineral yakıtlar, mineral yağlar ve ürünleri sektöründe meydana geldi.

2021 yılı Samsung için efsanevi olacak

Samsung Electronics Mobil Dünya Başkanı ve CEO’su TM Roh, Samsung’un 2021 yılında da tek tip mobil cihaz deneyimlerine meydan okuyarak kişiselleştirilmiş, kullanıcıya özel teknolojiler geliştirmeye devam edeceğini söyledi. Roh, ayrıca “Samsung Galaxy 2021’de video tutkunlarının taleplerini karşılamaya fazlasıyla hazır olacak. Bu alandaki ilerleme bakımından önümüzdeki yıl efsanevi olacak.” dedi.

Samsung Electronics Mobil Dünya Başkanı ve CEO’su TM Roh, kaleme aldığı blog yazısında Samsung’un 2020 yılını değerlendirirken 2021 yılı planlarıyla ilgili açıklamalarda da bulundu. TM Roh yazısında, “çok yakında aracınızın kapısını açma biçiminizi bile değiştirecek, kişiselleştirilmiş araç bağlantısını dijital yaşamınızın bir parçası haline getirecek kusursuz entegrasyona sahip araç deneyimleri sunabilecek çok iyi bağlantı olanaklarını kullanıma sunacağız.” müjdesini verdi. Ayrıca Samsung Galaxy cihazlarının 2021’de video tutkunlarının taleplerini karşılamaya fazlasıyla hazır olacağını da söyleyen TM Roh, “Bu alandaki ilerleme bakımından önümüzdeki yıl efsanevi olacak.” dedi.

Sihirli kazanç: Bitcoin…

Gelen-giden, arayan soranın dilinde hep aynı şey.

“Yüz dolarım vardı Bitcoin aldım iki yüz oldu,

Maaşımla her ay bilmem şu kadar Bitcoin alıyorum,

İki ayda yüzde yüz arttı, daha da artacakmış ve hatta 2021’in ikinci yarısında 100 bin dolarların üstüne çıkacakmış…”

Herkesin dilinde Bitcoin…

Yani, an itibariyle gerçekten kazandırıyor.

Kazandırırken de; soranlara bile “hayır düşündüğünüz gibi değil ve olmayacak…” desem de; biliyorum herkes yine bildiğini yapacak ve almaya devam edecek.

Ama bir düşünün…

Borsadan hisse alsan somut bir muhatap ve hissenin üretim bandı var.

Yani fabrika, tesis veya somut bir olgu var.

Döviz-Altın desek, hakeza…

Yani bir karşılık ve muhatap var.

Ama Bitcoin…

Otoritesi yok,

Muhatabı yok,

Olgusu yok, somutluğu yok,

Bir algı var ve bunun üzerinden sanal rakamlar,

Soyut kazançlar…

Belki önümüzdeki günlerde de kazandıracak,

Belki de yıl sonuna kadar veya 2022’de bile…

Ama deneyimlerim, tecrübelerim öngörülerim bu işin sonunun başladığı noktaya dönüş olacağı şeklinde…

Tabir caizse, bir balona benzetiyorum.

Kazanan var olsa da gün be gün yükseliyor olsa da, hemen herkes olumlu sözler ediyor olsa da; açıkçası ben sonunu iyi görmüyorum.

Haaa… Şunu söyleyebilirim ki; kaybedince üzülmeyeceğin bir miktarın varsa, yatır.

Ama şunu da hassaten söylemek isterim ki; aşırı/büyük/cazip ve cezbedar kazanca aldanıp varını yoğunu yatırma.

Belki sözlerime “hadi sen de…” diyenler olacak ama, ne yazık ki; bu şey saadet zinciri gibi geliyor bana.

Hem de küresel ölçekli, çok iyi yönetilen, arkasında ciddi bir manipülatif akıl barındıran ve görünenin ötesinde çok farklı bir amacı olan ekonomik furya olarak düşünüyorum.

Bir şeyde veya bir alışverişte kazanç çok abartılı ve ekstrem ise,

Akıl sınırlarını zorlayan bir kârlılık varsa,

Ve dahi, ele avuca gelir somut bir olgu yoksa,

Ben o durum ve kazanca her zaman şüpheyle bakarım.

Aslında ne oluyor,

Kim ne yapmaya çalışıyor,

İnsanlar kazancın yüksekliğine ve cazibesine odaklanmışken/oyalanırken “kim neyi alıyor, neyi ediniyor veya kime ne kaybettiriliyor…” diye, sorular sormadan duramam.

2019’da bu konuya dair yazmıştım.

Bitcoin denen ekonomik enstrümanın “Güç ve Para” sahiplerinin doları toplama ve karşılığı olmayan e-dolar’ların disipline operasyonu olduğunu söylemiştim.

Hala da kanaat ve fikrim değişmiş değil.

Hatta rakamların artışını gördükçe endişe ve şüphelerim daha da derinleşiyor.

Hatta ve hatta bu işin finalinin yaklaştığını düşünüyorum.

Hani derler ya; “son tahlilde, kazanan hep kasadır…” diye…

Tıpkı onun gibi; Bitcoin furyasının da kazananı oyunu kuran, yöneten ve en baştan sonuna dair kararı alanlar olacaktır.

Kaybeden ise cazibeye kapılan küçük yatırımcı ve tasarruf sahiplerinden başkası olmayacaktır.

Moralleri bozmak istemem.

Ama okumalarım, öngörülerim ve gözlemlerim çerçevesinde bu durum bana pek de normal gelmiyor.

Eş-dost ve uzak-yakın arkadaşlarca çoklukla ve yoğunlukla gündeme gelince konuya ilişkin kaygı ve endişelerimi dile getirmeden edemedim.

Herkes kendisi bilir ama benden söylemesi.

Demedi demeyin…

Türkiye’nin sürücüsüz otobüsü testleri başarıyla geçti

Alternatif yakıtlı araçlar, akıllı otobüsler ve sürücüsüz araçlar üzerine araştırma geliştirme çalışmaları yürüten Otokar, toplu ulaşım sektöründe geleceği şekillendirmeye devam ediyor. Otokar, Okan Üniversitesi iş birliğiyle yürüttüğü Türkiye’nin sürücüsüz otobüsü çalışmasında önemli bir başarı daha sağladı. Üç yıldır yürütülen çalışmalar neticesinde Türkiye’nin ilk otonom otobüsünün ikinci aşama yazılım bütünleştirme ve sürücüsüz doğrulama testleri başarı ile tamamlandı. Koç Topluluğu şirketlerinden Otokar, Türkiye’nin ilk akıllı Otonom Otobüs çalışmalarında yeni bir başarıya imza attı. Son 10 yılda cirosunun yüzde 8’ini Ar-Ge faaliyetlerine ayıran şirket; akıllı ulaşım, alternatif yakıtlı araçlar, akıllı teknolojiler ve sürücüsüz araçlar üzerine yürüttüğü araştırma geliştirme çalışmalarında sürücüsüz otobüs alanında seviye atladı. 

Türkiye’nin ilk akıllı Otonom Otobüs çalışmalarına 2016 yılında “Geleceğin İş Birlikçi Mobil Hizmetleri” CoMoSeF (Co-Operative Mobility Services of the Future) projesi ile başlayan şirket, araç-araç ve araç-cihaz haberleşmesini gerçekleştiren donanım ve yazılımların geliştirildiği bu çalışmanın ardından sürücüsüz otobüs çalışmalarına hız verdi. Otokar, Üniversite-Sanayi İş Birliği Destek Programı kapsamında 2018 yılından günümüze Okan Üniversitesi ile birlikte “İleri Seviyede Otonom Otobüs Sistemi Geliştirilmesi” projesinde Türkiye’nin sürücüsüz otobüsünü geliştirmeye başladı. Üç yıllık çalışmaların ardından Türkiye’nin ilk çevresini algılayan, düşük hızlarda dahi hassas kontrol ve konforlu bir yolculuk sağlayan otonom otobüsünün ikinci aşama yazılım bütünleştirme ve sürücüsüz doğrulama testleri başarı ile tamamlandı.

“HEDEFİMİZE KARARLI BİR ŞEKİLDE İLERLİYORUZ”

Otokar’ın vizyonunda kendi teknolojisini geliştirerek ürünlerinde yerli ve milli özellikleri korumak olduğunu belirten Genel Müdür Serdar Görgüç, “Otokar olarak, sürdürülebilirliği ve yenilikçiliği odağımıza alarak global bir marka olma hedefmize doğru hızla ilerlemeye devam ediyoruz. Geride bıraktığımız 10 yılda Ar-Ge olanaklarımızla Türkiye’nin ilk hibrit otobüsü, Türkiye’nin ilk elektrikli otobüsü gibi ilklere imza attık. Dört yıl önce nesnelerin interneti (IoT) odaklı Akıllı Otobüsümüzü kamuoyuna tanıttık. Birbiriyle, yol kenar üniteleri ve trafik sinyalizasyon sistemleriyle konuşan sistemin hemen ardından Türkiye’nin ilk otonom otobüsü için Okan Üniversitesi ile çalışmalara başladık. Trafiğe açık tüm yollarda ve tüm hava koşullarında direksiyonsuz sürüş seviyesine kadar otonom araç geliştirme ve ticarileştirme hedefimizde kararlı bir şekilde ilerliyoruz” dedi.

“TÜRKİYE’NİN AR-GE GÜCÜNÜ BİR KEZ DAHA KANITLAYACAK”

Yürütülen çalışmanın Türk otomotiv sektörü açısından önemine dikkat çeken Görgüç; “Otonom otobüs çalışmaları, ulaştırma sektörü ile kentleşmenin geleceğini şekillendirecek olan gelecek teknolojilerinin, verimli ulaşım yöntemlerinin ülkemiz insan kaynağı ile geliştirilebilmesinin mümkün olduğunu gösteren çok önemli bir aşama. Ar-Ge mühendislerimiz, Okan Üniversitesi akademisyenleri, araştırmacıları, doktora, yüksek lisans ve lisans öğrencileriyle geliştirilen otobüs, Türkiye’nin nitelikli insan kaynağı ile yenilikçi gücünü bir kez daha kanıtlayacak. Otonom otobüsümüz, Otokar’ın Avrupa Birliği 2050 hedeflerinde bulunan, sıfır kaza hedefi ile uyumlu olarak geliştireceği, otonom şehir aracı için alt yapı sağlayacak” açıklamasını yaptı.

ULAŞIMDA YENİ BİR GELECEK VADEDEN OTOBÜSÜN ÖNCELİĞİ YAYALAR

Otokar, Türkiye’nin ilk otonom otobüsü projesinin araştırma geliştirme çalışmalarını 4 aşamada ele alıyor. İkinci aşamayı tamamlayan Otokar Otonom Otobüsü, sürücüye gerek kalmadan özel ve bölünmüş yollarda, gelişmiş sensör füzyonu algoritmaları ile çevresini algılayıp, konumunu haritada bulabiliyor. Araç, hassas kontrolcü tasarımı sayesinde 0-30 kilometre arası sürücü sistemlerinin kontrolünün zor olduğu durumlarda konforlu sürüş sağlıyor. Yüksek hassasiyetli sürekli pozisyon kontrollü direksiyon sürüş algoritması sayesinde viraj hakimiyeti ve kavşak dönüşleri emniyetle yapabilen otonom otobüs, durakta bekleyen yolcuları algılayıp durabiliyor, yolcular inmek istediğinde ise sadece dur düğmesine basılması yeterli oluyor. Her zaman önceliği yayalara veren otonom otobüs, yaya geçitlerinde yayalara yol veriyor, acil fren özelliği sayesinde güvenli sürüş imkanı sağlıyor. Herhangi bir hareketli yaya, hayvan veya bisikletli beklenmedik bir şekilde aracın önüne çıktığında, otobüs acil fren yapabiliyor. Önündeki tehlike geçtiğinde yola devam etme kararını yapay zeka, sensör füzyon ve yazılım bütünleştirme ile kendisi veren araç, trafik ışıklarını ve yol kenarı işaretlerini de otomatik algılıyor.

Elektrikte serbest tüketici sayısı 1 milyona ulaştı

Elektrik tedarikçileri karşılaştırma sitesi encazip.com, son 2019 ve 2020 yıllarındaki elektrik tedarikçisi değişikliği verilerini karşılaştırdı. 2019 yılının Ocak ayında serbest tüketici sayısı 130 bin iken 2020 yılının Aralık ayında bu sayı 1 milyona yükseldi. Serbest tüketici sayısının artmasıyla tedarikçi değiştirme piyasası da bir yılda yüzde 314 büyüdü. encazip.com verilerine göre tedarikçi değişikliği yapan tüketiciler ağırlıklı olarak İstanbul, Ankara, Antalya ve İzmir’de bulunurken2021 yılının sonunda toplamda 5 milyon tüketicinin tedarikçi değiştirmesi bekleniyor. EPDK’nın yaptığı düzenlemeler sayesinde tedarikçi değiştirme kolay ve güvenli bir hale gelirken limitlerin düşmesi ve piyasalardaki toparlanma ile birlikte elektrik tedarikçisi değiştiren tüketicilerin sayısı hızla artmaya başladı. Elektrik tarifeleri karşılaştırma sitesi encazip.com’un derlediği bilgilere göre 2019 yılının Ocak ayında serbest tüketici sayısı 130 bin iken 2020 yılının Aralık ayında bu sayı 1 milyona yükseldi. encazip.com verilerine göre tedarikçi değişikliği yapan tüketiciler ağırlıklı olarak İstanbul, Ankara, Antalya ve İzmir’de bulunurken,tedarikçi değiştirenler arasındaki iş yeri, sanayi ve ev tüketicilerinin dağılımı sırasıyla yüzde 89,1, 5,5 ve2,6 oldu.

Türk müteahhitler salgına rağmen başarılara imza atıyor

Türkiye’yi yurtdışında temsil eden Türk müteahhitleri, Covid-19 pandemisinin etkisine rağmen 2020 yılında yurtdışında 14,4 milyar ABD Doları tutarında proje üstlendi. En çok proje üstlenilen ülke 4,6 milyar ABD Doları ile Rusya olurken, Türk müteahhitler geleneksel pazarlarının yanında ABD ve Batı Avrupa’da firma satın alma gibi yöntemlerle tutunmaya çalışıyorlar.

Müteahhitlik sektörünün bugüne kadar dünyanın 128 ülkesinde toplam 418,6 milyar ABD Doları değerinde 10 bin 525 proje üstlendiğini belirten Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, “Sektörün, geleneksel pazarlardaki payını sürdürmesi ve yeni pazarlarda da ciddi bir büyüklüğe ulaşması, geleceğe yönelik beklentilerimizi de güçlendirmektedir” dedi.

Türkiye Müteahhitler Birliği Başkanı Mithat Yenigün, 2021 yılı yurtdışı proje hedefinin 20 milyar ABD Doları olduğunu belirterek, “Finansman temini konusunda somut gelişmeler olması halinde bu seviyeyi de aşabileceğimize inanıyoruz” diye konuştu .TMB Başkanı, “Koşullar belirsiz, riskler büyük, rekabet ise zorlu… Dolayısıyla, küresel çapta öne çıkan sektörümüz ve marka haline gelmiş firmalarımızın ülkemiz ve ulusal ekonomimiz için taşıdığı önem iyi anlaşılmalıdır” dedi.

Türk Müşavir, Mühendisler ve Mimarlar Birliği Başkan Yardımcısı İrfan Aker de kamu – özel işbirliği modeliyle Türk firmalarında küçümsenemeyecek bir bilgi birikimi oluştuğuna dikkat çekerek, büyük proje tecrübe ve referansların sektöre kalite – fiyat kombinasyonunun uygulandığı ihalelerde avantaj sağladığını da kaydetti.

Türk müteahhitleri, Covid-19 pandemisi nedeniyle tüm dünyada zor geçen 2020 yılında yurtdışında 14,4 milyar ABD Doları büyüklüğünde proje üstlendi. Sektörün 2020 yılında en çok proje üstlendiği ülke 4,6 milyar ABD Doları ile yine Rusya olurken, yeni pazarlar için de çalışmalar sürüyor. İnşaat sektörü için önem taşıyan büyük pazarlar Batı Avrupa ve ABD^yi hedefleyen Türk müteahhitleri firma satın alımı, yerel firma kurulumları ve iştirakler gibi yeni yöntemlerle de bu pazarlarda tutunmaya çalışıyor.

Sektörün 2020 yılı yurtdışı performansı ve 2021 yılı vizyonu ile hedefleri, Türkiye Müteahhitler Birliği’nin (TMB) ev sahipliğinde ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan katılımıyla, TMB Başkanı Mithat Yenigün ile Türk Müşavir, Mühendisler ve Mimarlar Birliği (Türk MMMB) Başkan Yardımcısı İrfan Aker’in yer aldığı“2020 yılı Yurtdışı Müteahhitlik ve Teknik Müşavirlik Hizmetleri Değerlendirme Toplantısı”nda ele alındı. 

Toplantıda konuşan Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, inşaat sektörünün yurtdışında açıldığı günden bu yana 48 yılı geçen süre içerisinde büyük ilerlemeler kaydettiğini ve bugün itibariyle, dünyanın 128 farklı ülkesinde 418,7 milyar dolar değerinde 10.525 proje üstlendiğini belirtti.

“Son projeler ile birlikte rakam, 15 milyar doları bulabilir”

Covid-19 salgını nedeniyle küresel ekonomideki olumsuz gelişmelerin yurtdışı müteahhitlik ve teknik müşavirlik sektörünü de doğrudan etkilediğini söyleyen Bakan Pekcan, öte yandan 2020 yılına iyi bir başlangıç yapılarak yılın ilk aylarında ciddi ve prestijli projeler üstlenildiğini belirtti. Küresel ekonomik sorunlara rağmen 2020 yılında 20 milyar dolarlık proje büyüklüğünün aşılabileceğini düşündüklerini dile getiren Pekcan, “Ancak, salgının küresel etkileri, yeni proje üstlenimi açısından zor bir yıl yaşamamıza neden oldu. Buna rağmen, 2020 yılında üstlendiği projelerin itibariyle 14,4 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşmıştır. Yılsonunda üstlenilmiş olan yeni projelerin bilgilerinin de eklenmesi ile birlikte, 2020 yılını 15 milyar doları aşan bir büyüklükle kapatacağımızı öngörüyoruz” dedi.

Pekcan ayrıca sektörün geleneksel pazarlarının yanı sıra büyük pazarlara yönelik çalışmalarını hızlandırdığına dikkat çekerek, “Özellikle ABD ve Batı Avrupa’da firma satın alımı, yerel firma kurulumları ve iştirakler gibi yeni yöntemlerle bu pazarlarda tutunmaya çalışmaktadırlar” dedi.

“Finansman temini sağlanırsa hedef de aşılır”

TMB Başkanı Mithat Yenigün ise yurtdışında salgın nedeniyle 20 milyar dolarlık yıllık yeni proje hedefi yakalanamamış olsa da mevcut koşullarda ulaşılan düzeyi de başarı olarak kabul ettiklerini kaydetti. Yenigün, “Bununla birlikte, aşı çalışmalarındaki gelişmeler tünelin ucunda bir ışık olmuş, bir umut oluşmasına neden olmuştur. Bu kapsamda, 2021 yılının salgının kayıp yıl kıldığı 2020’den daha iyi olacağını ümit ediyoruz. 2021 yılı hedefimiz ilk aşamada yıllık yeni proje tutarında 20 milyar dolar seviyesini tekrar yakalamak… Finansman temini konusunda somut gelişmeler olması halinde bu seviyeyi de aşabileceğimize inanıyoruz. Sonraki yıllara ilişkin hedefimiz ise yılda 50 milyar dolar tutarında yeni iş üstlenmek olacak” dedi.

Maden sektörü ihracat rekoru kıracak

Bütün ürünlerin hammaddesi olması sebebiyle maden sektörünün ihracata dolaylı olarak 40 milyar dolar katkı sağladığını söyleyen İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB) Başkanı Aydın Dinçer, 2021’de daha güçlü bir duruş için maden arama çıkarma ve işlemeye ilişkin sektörün önünü açacak şekilde kamunun desteğine ihtiyaç olduğunu ifade etti.

Maden sektörünün geçtiğimiz yılı 4,27 milyar dolarlık bir ihracatla kapattığını söyleyen Dinçer, bu rakamın 1,7 milyar dolarlık kısmını doğal taş ihracatının oluşturduğunu kaydetti. Pandemi krizinden ilk ve en fazla etkilenen sektörlerden olduklarını ve Şubat 2020 itibariyle ilk sert düşüşü sektör ihracatının yüzde 30’unu oluşturan Çin pazarında yaşadıklarını aktaran Dinçer, “Yeni normal dönemin başlangıcı olarak kabul edilen haziran ayı ile birlikte toparlanmaya başladık. İhracattaki düşüşü hızla telafi etmek adına sektörümüzün her bir paydaşı bizimle birlikte büyük çaba gösterdi. Dijital tanıtım organizasyonlarının yanı sıra dokuz ülkeyi kapsayan sanal ticaret heyetlerimiz düşüşün yüzde 0,9’a kadar geri çekilmesinde önemli rol üstlendi. Sektör olarak geride bıraktığımız sene 190 ülkeye ihracat yaptık ve bütün zorluklara rağmen Türkiye’nin toplam ihracatındaki payımız yüzde 2,73 olarak gerçekleşti” dedi. 

Pandemi krizine rağmen; ABD’ye en çok işlenmiş mermer, Çin’e blok mermer, Bulgaristan’a bakır sattık

Dinçer’in verdiği bilgiye göre, en çok ihracat yaptığımız ülkeler Çin, ABD, İspanya, Belçika, Bulgaristan, Suudi Arabistan, İtalya, İsrail, Hindistan ve Romanya oldu. Çin’in toplam maden ihracatımızın yüzde 30’unu oluşturduğunu aktaran Dinçer, “2020 yılında değer bazında en çok ihraç edilen maden ürünü yüzde 16,98’lik pay ile işlenmiş mermer oldu. İkinci sırada yüzde 15,53’lük pay ile blok mermer-traverten, üçüncü sırada yüzde 7,10’luk pay ile bakır cevherleri yer aldı. Çinko cevherleri yüzde 6,78’lik pay ile dördüncü sırada yer alırken, beşinci sırada yüzde 6,35’lik pay ile işlenmiş traverten yer aldı. İşlenmiş mermer ihracatımızda ilk sırada yüzde 27’lik pay ile ABD, ikinci sırada yüzde 17’lik pay ile Suudi Arabistan, üçüncü sırada ise yüzde 9’luk pay ile İsrail yer aldı. Blok mermer-traverten ihracatımızda ise ilk sırada yüzde 81’lik pay ile Çin, ikinci sırada yüzde 9’luk pay ile Hindistan, üçüncü sırada yüzde 2’lik pay ile Mısır yer aldı. Bakır Cevherleri ihracatımızda yüzde 54’lük pay ile Bulgaristan ilk sırada, yüzde 29’luk pay ile Çin ikinci sırada, yüzde 8’lik pay ile İsveç üçüncü sırada yer aldı” dedi. Maden sektörünün pandemiyi ve onun yarattığı yeni normali en iyi etüt eden sektörlerden olduğunun altını çizen Dinçer, bu strateji ile 2021 yılına başladıklarını söyledi. İMİB olarak ağustos – ekim döneminde; Hindistan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt, Umman, Bahreyn, Fas ve Tunus’a sanal ticaret heyeti düzenlediklerini, bu heyetler kapsamında 757 ikili görüşme gerçekleştiğini aktaran Dinçer, “2021 yılında da heyet organizasyonlarımıza sanal ticaret heyetleri ile devam edeceğiz. 22 Şubat-4 Mart tarihleri arasında Mısır, Ürdün ve Cezayir’e, 8-19 Mart 2021 tarihleri arasında Birleşik Krallık’a sanal ticaret heyeti gerçekleştireceğiz. Bangladeş – Tayvan ticaret heyetlerimizi ise 29 Mart – 6 Nisan tarihleri arasında düzenleyeceğiz. 12-16 Nisan tarihleri arasında ise bir diğer pazarımız olan Rusya’ya sanal ticaret heyetiyle gideceğiz. Amacımız Türk doğal taşının tanıtımını aralıksız sürdürmek ve sonrasında ticarete dönecek ikili buluşmaların gerçekleşmesini sağlamak” diye konuştu.

Maden arama, bulma, çıkarma ve işleme süreçlerine ilişkin yapısal reform bekliyoruz

Sektörün çatı kuruluşu olarak maden arama, bulma, çıkarma ve işleme süreçlerine ilişkin yapısal reformun sektörü daha ileri taşıyacağı inancı içinde olduklarını da dile getiren İMİB Başkanı Aydın Dinçer, sözlerini şöyle tamamladı; “Madencilik aslında bir kamu yararıdır. Otomotiv, kimya, çelik, enerji, inşaat, teknoloji, tarım, cam, seramik, mücevher ve tekstil başta olmak üzere tüm sektörlere hammadde sağladığı gibi ülke istihdamına ciddi oranda katkı sağlıyor, yer altı zenginliklerimizi yer üstüne çıkarıyor. Dolayısıyla yetkililerden 2021 yılında en önemli beklentimiz, maden arama, çıkarma ve işleme süreçlerine ilişkin sektörü daha ileriye taşıyacak, iş süreçlerini hızlandıracak, kapsamı büyütecek düzenlemeler yapmalarıdır.”

Elveda Kırgızistan 1

Zaman zaman bu sütunlarda Çin’in yayılmacı siyaseti, borç diplomasisi ile devletleri nasıl tuzağına düşürdüğü, nüfus transferleri ile ülkelerin demografik yapılarını nasıl değiştirdiği, yaptığı projelerinde kendi insanına nasıl istihdam sağlayıp, kendi mamullerini bu tür projelerde kullandığını ifade etmeye gayret etmiş, bu durumun ülkeleri Çin’e bağımlı, dahası Çin kontrolüne giren birer zoraki peyk haline dönüştürdüğüne değinmiştik.

Bu yazımızda ise Türk Dünyası’nın Çin’e komşu Kırgızistan’ın nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu, şayet tedbir alınmazsa bu durumun diğer bağımsız Türk devletlerinde de vuku bulabileceğini analiz etmeye çalışacağız.   

Bilindiği üzere Kırgızistan’ın ekonomisi diğer bölge ülkelerine göre daha zayıftır. Bununla birlikte Kırgızistan’da ciddi altyapı sorunları bulunmakta hatta birçok bölgede neredeyse altyapı ya hiç yok ya da aşırı derecede yetersiz durumdadır. Çin Komünist Parti’si (ÇKP) birçok ülkede olduğu gibi Kırgızistan’da da şirketleri vasıtasıyla elektrik santralleri, yollar, köprüler ve tüneller inşa etmektedir. Lakin bu projelerin genel özelliği ÇKP’nin sağladığı krediler ile yapılmasında yatmaktadır.

Tabi ki, amiyane tabirle, ÇKP yönetimi üstlendiği projelere “güzellik olsun diye” destek olmamaktadır. Mevcut durumda Kırgızistan’ın Çin’e borcunun 1,8 milyar dolar olduğunu bilirseniz, olayın vahametini ne olduğu daha net anlaşılacaktır. Sakın ha, gözünüze 1,8 milyar dolar küçük bir miktar gibi gelmesin, çünkü bu meblağ Kırgızistan’ın umumi borçlarının yarısından fazlasını oluşturmakta ve Kırgızistan borçlanmasını son 10 yıl içerisinde 200 defa artırmış, arttırmaya da devam etmektedir.

ÇKP yönetimi Kırgızistan ile sadece proje bazlı borç diplomasisi yürütmemekte, bölge ülkelerinden farklı olarak, bir nevi birbirini tamamlayan projelerle, günün sonunda ülkenin git-gide Çin kontrolüne girdiği bir yapı ortaya çıkmaktadır.

Şöyle ki, ÇKP yönetiminin Kırgızistan ile yaptığı ve artarak devam ettirdiği “güvenlik işbirlikleri” Rusya başta olmak üzere bölge ülkelerini tedirgin edecek boyuta ulaşmıştır. Ekonomik ve siyasi işbirliklerinin yakın zamanda askeri alana da yansıması analistler tarafından kaçınılmaz görülmektedir.

Artık bütün dünya, hegemon güç olma sevdasındaki ÇKP yönetimin yatırımlarını sadece ticari ve ekonomik kaygılar ile yapmadığını çok iyi bilmektedir. Çin’in, ekonomisi berbat, kaynakları sınırlı, yeraltı ve yerüstü madenleri bakımından çok çok zayıf olan bir ülkede, devasa diyebileceğimiz yatırımlar yapmasının sebepleri incelendiğinde göze ilk çarpan ilk husus bölgenin jeopolitik konumu olacaktır. Kurulduğu günden bugüne Kırgızistan’da iktidara gelen cumhurbaşkanlarının hemen hemen tamamı Çin ile iyi ilişkiler geliştirilmesinin taraftarı olmuştur.

Muhtemelen Çin’in Kırgızistan üzerindeki hegomonik baskısını azaltmak üzere, 2015’te Avrasya Ekonomik Birliği’ne üye yapılmıştır. 2015 yılında Çin-Kırgızistan ticaret hacmi, bir önceki yıla göre yaklaşık bir milyar dolar azalmasına rağmen sonraki beş yılda işin seyri değişmiştir. Avrasya Ekonomik Birliği’nin gümrük engellemelerine takılmak istemeyen ÇKP yönetimi, Kırgızistan’a Avrasya Ekonomik Birliği ülkelerinde Çin mallarının rahatça dolaşıma sokulabilmesi için Çin’in üretim tesislerinin Kırgızistan’a taşınmasını teklif etmiştir.

ÇKP’nin, Çin ürünlerinin Kırgızistan üzerinden diğer Orta Asya’ya ülkelerine ihraç edilmesindeki ısrarının sebebi Kırgızistan’ın ithalat ve gümrük vergisinin %5 gibi düşük bir seviyede olmasındandır. Kırgızistan tam bu teklifi kabul etmeyi düşündüğü dönemde, 17 Mayıs 2018 tarihinde, Avrasya Ekonomik Birliği ile Çin arasında “Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması” imzalanmış, böylece Kırgızistan-Çin ticareti önündeki gümrük sorunları rayına girmiştir. Mayıs 2018 itibarıyla Kırgızistan’da Çin sermayeli şirket ve işletmelerin sayısı 400’ü geçmiştir.

Gidişat Kırgızistan’ın apaçık aleyhine gelişirken Kırgızistan, Avrasya Ekonomik Birliği üyesi olmasına rağmen, ekonomik kalkınmasını sürdürmeyi ve altyapı yatırımlarını finanse etmek üzere ÇKP’in “Bir Kuşakta-Bir Yolma(!)”ya amiyane tabirle balıklama atlamıştır.

Kırgızistan’ın bu hevesli hali üzerine Çin, Kırgızistan’daki yatırımlarına hız vermiştir. Nitekim 2005 yılında Çin’in Kırgızistan’a yaptığı toplam doğrudan yabancı yatırım sadece 45 milyon dolar seviyesindeyken; bu rakam 2015’in başında 984 milyon dolara yükselmiştir. 2016 itibarıyla Çin’in 10’dan fazla ortak yatırım anlaşmasının hayata geçirilmesi için Kırgızistan’a verdiği toplam kredi miktarı 1,8 milyar dolara ve sağladığı hibe miktarı da 274,4 milyon dolara ulaşmıştır.

İş seyri bu kadarla sınırlı olsa neyse diyebileceğiniz durumlara bir dahaki sayıda devam edeceğiz.

Rüzgarın yükselişi devam edecek

Enerji alanında 2020 yılı bir film olsa, adı “Rüzgarın Yükselişi” olurdu. COVID-19 pandemisi, ekonomik durağanlık ve geleneksel enerji kaynaklarından üretimin az olmasının karşısında 2020 yılında kuvvetli esen rüzgara dikkat çeken Ülke Enerji Genel Müdürü Ali Aydın, 2021 ve sonrasında rüzgar enerjisi sektöründe köklü değişimlerin olacağını aktarırken rüzgarın yeni yol haritasını da paylaşıyor. Daha temiz bir çevre ve sürdürülebilir bir enerji için tüm ülkelerin yönünü çevirdiği rüzgar enerjisi sektörü, her geçen gün büyüyor. 2020 yılında yaşanan birçok zorluğa rağmen büyümesine ara vermeyen rüzgar enerjisi sektöründe gelecek yıllar daha da umut verici gözüküyor.

1. Enerji politikalarında rüzgar enerjisi ilk sıralarda olacak. Ekonomik etkenler, çevresel faktörler ve geleceğe daha temiz bakabilme arzusu, rüzgar enerjisinin gelişmesinde önemli noktaları barındırıyordu. Artık bunlardan daha fazlasının rüzgar enerjisine yönelimi gerçekleştirdiği görülüyor. 

2. Rüzgar enerjisinin depolanması için pil teknolojileri geliştirilecek. Rüzgar enerjisinde büyümenin anahtarlarından biri depolama kaynakları olarak görülüyor. Büyük pil teknolojilerinin gelişerek ekonomik hayata katılması ile enerjinin depolanması önemli kazanımlar sağlarken, yatırım ve üretim prosesleri dikkate alındığında en ucuz yöntem olan rüzgar enerjisinin  daha da tasarruflu bir enerji kaynağı olmasının önü açılacak.

3. Türbinlerin durmaması için planlı bakımlar daha sıkı ele alınacak. Bakımı yapılmayan arabanın sizi yarı yolda bırakması gibi kontrolleri ve bakımları gerçekleştirilmeyen türbinlerin de enerji üretmesi beklenemez. Ayrıca arabalardaki soruna bağlı çözüm hızlı gerçekleştirilirken, bir rüzgar türbinin kalbi olan dişli kutusundaki arızanın giderilmesi ise günleri ya da haftaları alabiliyor.

4. Teknoloji ve rüzgar ayrılmaz bir bütün olacak. Türbinlerin bileşenlerinin üretiminden, santrallerde işletilmesine ve planlı/plansız bakımlarının her aşamasında gerçekleştirilen operasyonlarında, teknoloji rüzgarın yardımcısı olarak bulunuyor.

5. Kara rüzgarlarının yanı sıra açık deniz rüzgarının da yükselişine tanık olunacak. Rüzgar enerjisi denilince daha çok akla karadaki rüzgar türbinleri gelse de Avrupa ve İskandinav ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede açık deniz rüzgarları da önemli bir kaynak olarak bulunuyor. Türkiye’de henüz bu alanda çalışmalar gerçekleşmese de ilerleyen yıllarda rüzgar ülkesi olmak adına gözlerin çevrileceği bir alan olacak gibi duruyor.

Kordsa, iklim değişikliği raporlarında lider

2016 yılından bu yana CDP İklim Değişikliği ve Su Programlarına raporlama yapan Kordsa, 2020 yılı raporlama döneminde hem iklim değişikliği hem de su programı notunu B’den A-’ye çıkararak yönetim seviyesinden liderlik seviyesine yükseldi.

Dünya ve Avrupa’da endüstri ortalamasının B olduğu 2020raporlama döneminde Kordsa, ortalamanın üzerindeki performansı ile iklim değişikliği ve su programları ile ilgili risklerini yönetme konusunda,değerlendirilen şirketler arasında %20’lik dilimde yer aldı.

Sabancı Holding iştiraklerinden Kordsa, faaliyet gösterdiği iş kollarında teknoloji yatırımlarıyla büyüyerek hissedar ve yatırımcıları için ekonomik değer yaratırken, doğal kaynakları sorumlu kullanarak tüm paydaşları ve içinde bulunduğu ekosistem için sürdürülebilir bir gelecek inşa ediyor.

Kordsa, bu doğrultudaki çalışmalarını sistematik olarak takip etmek amacıyla,2016 yılında, şirketlerin karbon ve su kaynaklı riskini küresel çapta raporlayan tek bağımsız kuruluş olan Karbon Saydamlık Projesi’nin (CDP) İklim Değişikliği ve Su programı raporlamasına dahil olmuştu. CDP İklim Değişikliği ve Su Programları puanlarını, dahil olduğu yıldan bu yana kademeli olarak arttıran Kordsa, bu yıl her iki raporlamada da “A-” notuna ulaştı. Bu notuyla Kordsa, kendi endüstrisinde “B” olan Dünya ve Avrupa ortalamasının üzerinde yer alarak %20’lik dilime girdi ve liderlik seviyesinde yer almaya başladı. Sabancı Holding Sanayi Grup Başkanı ve Kordsa Yönetim Kurulu Başkanı Cevdet Alemdar, Kordsa’nın sürdürülebilirlik alanındaki bu başarısının hem ülkemiz hem de Sabancı Holding için gurur kaynağı olduğunu belirtti.

Nova Wind 48 rüzgar türbini tamamlanıyor

Rusya Devlet Atom Enerjisi Kurumu Rosatom’un rüzgar enerjilerinden sorumlu bölümü Nova Wind A.Ş, Rusya’daki çalışmalarına devam ediyor. Şirket geçtiğimiz günlerde, Rostov bölgesinde bulunan Marchenkovskaya Rüzgar Çiftliği’nin şantiyesindeki 48 rüzgar türbininin temel inşaat çalışmalarını tamamladı. 

Türbinlerin montajı, mevcut on adet paketlenmiş trafo merkezi (PTS) sahasında devam ediyor. Diğer sahalarda bulunan PTS temellerinin inşaat çalışmaları da yakında tamamlanacak. Proje kapsamında yolların ve rüzgar türbini sahalarının inşaatında da son aşamaya gelindi.

Bu arada rüzgar çiftliği için yapılacak trafo merkezi kontrol binası inşaatı ve, 35 kV kablo hatları ve fiber optik iletim hatları için hendek açma çalışmaları ile, 110 kV trafo merkezinin tasarımı ve inşaat çalışmaları da büyük bir titizlikle yürütülüyor. 

Marchenkovskaya Rüzgar Çiftliği, Rosatom’un Rostov bölgesinde yapım aşamasında olan ilk rüzgar çiftliği olma özelliğini taşıyor. Tamamlandığında bu tesisin toplam kapasitesi 120 MW (Megawatt) olacak ve planlanan yıllık ortalama üretimi 402 GW (gigawatt) saati aşacak. Çiftlik, her biri 2,5 MW kapasiteli 48 rüzgar türbininden oluşacak. Rüzgar çiftliği inşasına yapılan yatırım miktarı 16 milyar rubleyi aşıyor. Nova Wind A.Ş’nin bir başka çalışması da Stavropol Bölgesi’nde bulunan Bondarevskaya Rüzgâr Santrali’nin inşaatına yönelik. Bölgede bulunan inşa halindeki 3’ncü rüzgâr santrali olan Bondarevskaya’nın kapasitesi 120 MW olacak. Santralin yıllık üretimi ise 354 milyon kWh olarak planlandı. Yatırım miktarı 16 milyon Ruble’yi aşan santralde her biri 2,5 MW kapasiteli 48 rüzgar türbini yer alacak. 

İnşaat sahasında şu anda inşaat ekipmanlarının15 ünitesi ile50’den fazla işçi ve mühendis hazır bulunuyor. İnşaat öncesi faaliyetler ve fore kazık inşası da devam ediyor. Alanda faaliyette ve beton karıştırma kapasitesi 135 metreküp/saat olan bir de beton santrali yer alıyor. Ayrıca kapasitesi 100 metreküp/saat’ten fazla olan ikinci bir beton santrali de inşa ediliyor.

Renault Trucks, araç filosunu genişletiyor

Renault Trucks, müşterilerinin temiz enerjiye geçişlerini hızlandırmalarına yardımcı olmak için tam elektrikli ürün gamını genişletiyor. Dağıtım gamı elektrikli araçlar için daha geniş batarya seçenekleri bulunuyor: Renault Trucks D ve D Wide Z.E artık 66 kWh bataryaları ile de sunuluyor. Ayrıca Renault Trucks Master Z.E.’nin, 3,5 tonluk modeli pazara sürülüyor. Tam elektrikli ürün gamı olan Renault Trucks Z.E. serisindeki araçlar, gürültü kirliliğini önlüyor ve kentsel hava kalitesini koruyor. Sıkı trafik kısıtlamalarına tabi olan uygulamalara bile şehir içi bölgelere erişim sağlıyor. Nakliye şirketlerinin elektrikli araçlara geçmesine yardımcı olmak için tam elektrikli Renault Trucks kamyonlar, 400 km’ye kadar çalışma menziliyle 3,1 ila 26 ton brüt araç ağırlığı arasında özelleştirilebiliyor. Batarya, bir elektrikli kamyondaki en maliyetli bileşenlerden biri olarak ön plana çıkıyor. Renault Trucks, maksimum çalışma aralığını sistematik olarak dahil etmek yerine müşterilerine gerçekten ihtiyaç duydukları menzili sunmayı tercih ediyor.

Opet Ultra Kargo e-ticarette fark yaratıyor

OPET fark yaratan Ultrakargo projesi ile pandemi döneminde artışa geçen e-ticaret alışverişlerinin kargo paketlerini OPET istasyonlarından teslim alabilme olanağı sunuyor. Kargopark ile yapılan işbirliği ile gerçekleşen ortak kargo istasyonu projesi kapsamında e-ticaret sitelerinden yaptığı alışverişin teslimat adresi olarak kendisine en uygun OPET Ultrakargo lokasyonunu seçenler,kargo firması tarafından bildirilen şifre ve kimlik bilgisi ile 7 gün 24 saat paketini teslim alabiliyor.

Akaryakıt sektörünün müşteri memnuniyetinde değişmez lideri OPET, müşterilerinin her alanda yanında olma hedefiyle çalışmalarını sürdürüyor. Akaryakıt istasyonlarında araçların her türlü ihtiyacının karşılanmasının yanı sıra yakıt dışı hizmetler sunarak istasyonları keyifli ve verimli bir uğrak noktasına dönüştüren OPET, pandemi döneminde artışa geçene-ticaret alışverişlerinin kargo teslimatı konusunda yeni bir hizmete başladı. OPET, Kargopark ile yaptığı işbirliği ile kargo teslimatı konusunda mesai saatleri içinde evde bulunmadıkları, işyerlerine kargo teslimatı yapılmasına izin verilmediği veya pandemi sonrası temas konusunda hassasiyeti arttığı için sorun yaşayan tüketiciler için paketlerine 7/24 kolayca ulaşabilecekleri bir çözüm getiriyor. Ortak kargo istasyonu olarak tasarlanan OPET Ultrakargo Projesi ile e-ticaret sitelerinden alışveriş yapan müşterilerine kargo teslimatlarını OPET istasyonlarından teknolojik, pratik ve kimseyle temas etmeden güvenli bir şekilde alabilme olanağı sunuluyor.

Yeni işbirlikleri ve yeni lokasyonlarla kapsamı genişletilecek

İstasyonlarda yer alan akıllı otomatlar, üretici ve işletmeci firma Kargopark ile e-ticaret ve kargo firmaları arasındaki yazılım entegrasyonu ile tüketicilerin kargolarını OPET istasyonlarından teslim almalarına olanak sağlıyor. Proje kapsamında e-ticaret sitelerinden yaptığı alışverişin teslimat adresi olarak kendisine en uygun OPET Ultrakargo lokasyonunu seçen müşteriler, kargo firması tarafından bildirilen şifre ve kimlik bilgisi ile paketini 7/24 teslim alabiliyor.

“Hayatın her alanında müşterilerimizin yanındayız”

Müşteri memnuniyeti odaklı yaklaşımlarına yeni bir boyut getirdiklerini belirten OPET Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Murat Zengin, OPET’in yeni ürün ve hizmetleri, müşteri memnuniyeti konusunda kurduğu sistemler ile müşterilerinin en çok tercih ettiği marka olmaya devam ettiğini söyledi. Zengin, “OPET olarak hayatın her anında müşterilerimizin yanında olma ve “OPET’se fark eder” vizyonuyla hareket ediyor, yeni ürün ve hizmetlerimiz, müşteri memnuniyeti konusunda kurduğumuz yenilikçi ve teknoloji odaklı sistemlerle müşterilerimizin en çok tercih ettiği marka olmaya devam ediyoruz. Akaryakıt istasyonlarımızda, araçların her türlü ihtiyacının yanı sıra müşterilerimize de alternatif hizmetler sunuyoruz.” diye konuştu.

Kölelik düzeni nasıl çalışır?

Sözün özünü bütün dünya biliyor da bir biz anlayamadık ve hatta anlatamadık. Bu sefer biraz ince eleyip sık dokuyalım belki inandırabiliriz.

Kendi kendinize yeten bir hayatınız var. Bahçeniz, ineğiniz, tavuğunuz birde işgüzar komşumuz var. Bir gün gelir komşunuz ve size derki; “Bu ineği niye besliyorsun, bu kadar masraf edip azıcık süt alıyorsun. Değer mi buna. Sat bu ineği bana ve içeceğin sütü sana yarı fiyatına vereyim” der. Komşu buna inanır, karlı görür ve satar. Sütü yarı fiyatına verir ama peynir lazım tereyağı lazım. Durum böyle olunca ineği satan komşudan fazla süt istenir. Cevap; ben sana içebileceğin sütü veririm dedim, fazlasını istersen değeri bu kadar der. O an anlar iyi niyetli komşu hata yaptığını ama iş işten geçer. Aldığı parada hazıra dağ dayanmadığı sebebiyle gider ve kandırıldık deyiverir.

Niye mi bu hikâyeyi anlattık?

Gelelim sözün özüne…

Eskiden bilirsiniz, ülkemizde şeker pancarı çiftçinin elmasıydı. Ülkemiz ekonomisinde değerli bir yer tutardı. Fakat düzen için zararlı ve bitirilmeliydi. Hindistan, Brezilya gibi ülkelerde, yağmur ormanları yok edilerek, insan gücü nede az ihtiyaç olan 2,3 defa mahsul veren makinalı tarıma uygun şeker kamışı ve GDO’lu mısırdan şurubu ürettiler. Büyük plan başladı.

Satılık medya, bürokratlar, akademisyenler, yazarlar, siyasetçiler vasıtasıyla şeker çok pahalı ve fabrikalar zarar ediyor, dışarıdan alırsak daha ucuz olur algısı yaratıldı. Derken zavallı halk inanır ve plan işler. Fiyatlar düşer, paralar geç ödenir, çiftçi bıkar, pancar üretmez, fabrikalar özelleştirilir ama üretemez. Düzen fabrikaları alır üretimi durdurur ve kendi şekerlerini satmaya başlarlar.

Böylelikle bizim komşunun ineği hikayesi gerçek olur. Pancar üretimi biter, tarlada çalışan vatandaş işsiz kalır, pancarı taşıyan kamyoncular batağa düşer, fabrikadakiler işlerini kaybeder, aileler perişan olur, küspe ucuz yem olmaktan çıkar, et, süt pahalanır, ispirto ve melas üretimi düşer. Bu günlerde en lazım olan saf alkol üretilemez, dışarıya bağımlılık ve pancarın sadece şeker demek olmadığını öğretir bize ama kölelik düzeni kazanan taraf olur.

Düzen gelir, ülkende yatırım yapacağım der, devletten arazi alır, vergi muafiyeti alır, teşvik alır, senin vergilerinle kahve fabrikası kurar ve sana bedavaya eğitim verir, ekmen için bedava tohum verir, işi öğrettiğini sanırsın ve kârlı gösterir, iyi fiyatla alım yapacağını söyler, kendi şirketlerinin bankalarından sana krediler çıkartır, kahveyi stoklar para kazanan çiftçi sevinir, traktör alır iş makinaları alır rehavete düşer, parayı harcar, sistemin devletteki yöneticileri de buna göz yumar. Bir bakmışsın borsada fiyatlar düşmüş, düzenin kalemşorları medyada kriz var diyerek bankalara destek verir. Bu bahaneyle dibe batmaya başlarlar, gariban çiftçimize umut verirler ve bu kötü günler geçecek derler ama sistem seni öyle bir batağa çeker ki modern köleler olursun. Bu borç çocuğuna kadar yansır. Atsan atamazsın satsan satamazsın.

Çalışır ve çabalarsın karın tokluğuna…

Karnında doymaz olanlara aklında ermez…

Sisteme hizmet edersin yıllar boyunca…

Gene kölelik düzeni kazanır ama biz ders almayız ve yeni tuzaklara yelken açarız. Birlik ve beraberlik ile özümüze dönmek, ilkelerimize sahip çıkmak tek kurtuluş yolumuz olduğunu umarım anlarız.

Güzel ülkemin güzel insanları kalın sağlıcakla umudumuz birliğimiz olsun.

Boğazlarda gemilere müdahale edilebilir mi?

Türk Boğazlarının hukuki statüsünü belirleyen pek çok antlaşma yapılmıştır. Bugün yürürlükte olan Montrö Sözleşmesi, boğazlardan geçiş rejimini düzenleyen en uzun süreli antlaşmadır. Bu yazı Montrö Sözleşmesi’ne göre Türkiye’nin boğazlardan geçiş yapan gemiler üzerindeki zabıta yetkisini salgın hastalık durumunda ne şekilde kullanacağına ilişkin kısa bir değerlendirmedir.

Türk Boğazları, Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı’ndan ortak geçiş rejimini ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Terim ilk kez, 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesinin Başlangıç kısmında yer almış, daha sonra ise 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesinin Başlangıç kısmında tekrarlanmıştır. Montrö Sözleşmesinin 1. maddesinde Boğazlardan geçiş ve ulaştırma serbestliği ilkesinin tanındığı belirtilmektedir. Sözleşmenin kabul edildiği dönemde karasuları ve boğazlardan geçiş ve ulaşıma ilişkin hukuki rejim arasında belirgin farklılıklar bulunmadığından burada zararsız geçiş rejiminden söz edilebilir. Bu kapsamda zararsız geçiş kıyı devletinin barışına, düzenine veya güvenliğine zarar getirmedikçe bu geçiş zararsızdır.  Boğazlardaki geçişin karasularından zararsız geçişten farkı kıyı devleti karasularından geçen bir gemiyi barışını düzenini ve güvenliğini bahane ederek askıya alabilirken, boğazlardan geçişi kesintiye uğramaksızın sağlamak zorundadır. Sözleşme, Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini sadece geçiş ve ulaşım konularında sınırlandırmaktadır. Bu açıdan Sözleşme kapsamına girmeyen, örneğin zabıta ve yargı yetkisinin kullanılmasıyla ilgili konularda, Türkiye’nin yetkileri saklıdır. Ayrıca Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun olarak egemenliği altında bulunan Boğazlar da gerekli önlemleri alma yetkisi de bulunmaktadır.

Türkiye’nin boğazlardan geçen yabancı gemilere pandemi dolayısıyla müdahale etme hakkının bulunup bulunmadığı konusunda, Montrö Sözleşmesi uyarınca, barış zamanında, ticaret gemileri, gündüz ve gece, bayrakları ve taşıdıkları yükleri ne olursa olsun hiçbir merasime tabi olmadan boğazlardan geçiş tam özgürlüğünden yararlanırlar. Ancak, uluslararası sağlık kuralları çerçevesinde Türk yasalarıyla korunmuş olan sağlık denetimine tabi tutulmaları hususu bu durumun bir istisnasıdır. Boğazlara giren her gemi, Boğazların girişine yakın bir sağlık istasyonunda duracaktır. Türk makamlarının sağlık koruma görevlilerini göndermesi ve geminin de bu sağlık görevlisini gemiye alarak sağlık kontrolünden geçmeleri veya kaptanın imzalı beyanının alınması gereklidir. Gemiler, bir temiz sağlık belgesi veya gemide bulaşıcı ve salgın bir hastalık olmadığını doğrulayan bir sağlık bildirisi göstermek zorundadırlar.  Aksi halde her türlü sağlık tedbirinin uygulanması Türkiye Cumhuriyeti’nin yetkisindedir. Uluslararası Sağlık Tüzüğüne göre, Dünya Sağlık Örgütü tarafından bildirilen bulaşıcı ve salgın hastalıklar ile ilgili gemiye sağlık tedbiri uygulamak gerekirse, bulaşıcı hastalık taşıyan gemi, mikroplardan temizleninceye kadar karantina demir yerinde bekletilebilir. Gemide bulunanlardan gerekli görülenler portör araştırması, tedavi, tecrit ve diğer sağlık işlemleri için en kısa sürede, yükleri ile birlikte, sağlık görevlisi gözetiminde, kimse ile temas ettirilmeden Bakanlık ve Genel Müdürlükçe belirlenen sağlık kuruluşlarına gönderilebilir.

Sonuç olarak Türkiye Boğazlardan geçen gemilere salgın hastalık durumlarında sağlık denetimini uygularken uluslararası hukuktan kaynaklanan yetkilerini kullanmakta ve bu konuda bayrak devletinin rızasının aranmasına da ihtiyaç duymamaktadır.

Modern ipekyolu değerlendirmesi

Çoğu kez, “İpek Yolu” denince ilk akla gelen “Tarihi İpek Yolu” olmaktadır. Bu durum, olağan olarak düşünülebilir. Zira  “Tarihi İpek Yolu” yüzyıllar boyunca dünyada en etkin ve önemli ticaret yolu olarak işlev görmüş ve geçmişin vazgeçilemez ticaret ana arterini oluşturmuştur. Günümüzde de “Modern İpek Yolu” veya “Bir Kuşak Bir Yol (One Belt-One Road)” nitelemesiyle hayli iddialı şekilde gündeme gelen proje, yine tarihsel alt yapıdan nüvelenmekte ve dünya konjüktüründe dengeleri değiştirebilecek nitelik taşımaktadır denebilir.

Modern İpek Yolu

Bu yeni projenin gelişim seyrine bakılacak olursa; 2000’li yıllara gelindiğinde konuya ilişkin alt yapıyı oluşturacak İpek Yolu fikrinin kuvvetle gündeme gelmeye başladığı görülmektedir. Burada önemli ve somut gelişim Çin devlet başkanı Şi Cinping tarafından 2013 yılı sonunda Orta Asya ve Güney Asya ülkelerine gerçekleştirilen ziyaretler olduğu söylenebilir. Takiben  (Türkiye’nin de dahil olduğu) 29 ülkenin üst düzeyde katıldığı Pekin’de düzenlenen zirveyle  yüzyılın önemli bir projesi olarak “One Belt One Road –OBOR  (Bir Kuşak Bir Yol)” projesi, bir başka deyişle “Modern İpek Yolu”nun tanıtımı yapılmıştır.

“Modern İpek Yolu” projesi ile; Asya’yı, Afrika’yı ve Avrupa’yı ilgilendiren büyük çaplı ve fonksiyonel altyapı yatırımları öngörülmektedir. Dolayısıyla söz konusu bu proje, hayli büyük bir coğrafyayı ilgilendiren ve dünya güç dağılımını değiştirebilecek karaktere sahip bulunmaktadır. Projenin daha şimdiden en az 69 ülke ile ilişkili olabileceğinden bahsedilmektedir.

Burada şunu da belirtmek gerekir ki; “Modern İpek Yolu” projesi, “Tarihi İpek Yolu” güzergâhı ile hayli örtüşen bir nitelik taşımaktadır. Ancak, “Bir Kuşak Bir Yol” projesi kara yolunun yanı sıra deniz yolunu da önemle öngörmektedir. Şekil 1’de genel hatları ile “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin güzergahları görülmektedir. Bu bağlamda proje; iddialı ve stratejik bir nitelik taşımaktadır. Ayrıca,  (iklim değişikliği etkisiyle buzların erimesiyle artık mümkün hale geldiği ifade edilen) Arktik bağlantılı deniz yolu da, çok ta uzak olmayan bir gelecekte proje içinde yerini alacak gibi görünmektedir.

21. yüzyılın ortalarında tamamlanacağı öngörülen Modern İpek Yolu ile güzergah ülkeleri arasında işbirliklerinin hayata geçirilmesi ve ortak yatırımlar yapılması gündeme gelmektedir. “Modern İpek Yolu”nun tarihsel süreçtekine benzer olarak güzergâh ülkelerinin gelişmesi ve refah seviyelerini yükseltmeleri de beklenmektedir.

“Modern İpek Yolu”nun hayata geçirilmesi konusunda yol da alınmaya başlanmış bulunmaktadır. Bu bağlamda, Çin’den 2017’de Hazar’ın kuzeyinden ve Rusya üzerinden Londra’ya demiryolu hattı ile ilk ticari taşıma yapılmıştır. Kasım 2019’da da Anadolu’dan geçen ve “Demir İpek Yolu” olarak ta nitelenen demiryolu hattı kullanılarak Çin’den İngiltere’ye ticari transfer gerçekleştirilmeye başlanmıştır (Şekil 2).

Son olarak da Türkiye (ilki Aralık 2020’de olmak üzere), Çerkezköy’den Çin’in Xian kentine ticari ihracat bağlamında söz konusu demiryolu hattını iki kez kullanmış bulunmaktadır (Şekil 2). Bu seferlerin, 2021 yılı içinde her hafta gerçekleştirilmesi yönünde planlanmalar yapıldığı ifade edilmektedir. Böylelikle Modern İpek Yolu konsepti için önemli bir aşama kaydedilmiş olmaktadır.

Enerji Politik Açıdan İpek Yolu

Enerji Politikaları, ülkelerin kalkınmasını doğrudan etkileyen metafor olup enerji kaynakları ve bu kaynaklara ulaşım tüm ülkeler için temel konuların başında gelmektedir. Kanıtlanmış petrol ve doğal gaz kaynakları, önemli ölçüde Avrasya ve Orta Doğu bölgesinde yoğunlaşmış olduğundan enerji kaynaklarının taşınması çağımızın siyasi, konjüktürel ve ekonomik en önemli sorunlarından biri durumundadır. Her ne kadar fosil yakıtlardan vazgeçilmeye çalışılsa da petrol ve doğal gaz hala tüm ülkeler için başat önem taşımaktadır.

Burada şunu belirtmek de yerinde olur ki; enerji hatları ile ana arter karayolları birbirini takip etmektedir. Zira yolların ulaştığı bölgelerde sosyal ve ekonomik hayat gelişmekte ve dolayısıyla enerjiye gereksinim artmakta ve bu bölgelerin enerji ihtiyacının karşılanması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Buna karşın; enerji hatlarının geçtiği bölgeler, taşınan enerji hatlarından yararlanmakta ve kalkınma atakları yapabilmektedirler. Bu da üretilen malların hızlı şekilde taşınabilmesi için yeni taşıma yollarının yapılmasını elzem kılmaktadır. Bu bağlamda, enerji hatları ve ana arter karayolları birbirini tetikleyen  ve takip eden bir karakter göstermektedirler.

Öte yandan ülkelerin enerji politikları içinde temel konular arasında, enerji hatlarını yönetmek ve/veya enerji hatlarını planlamak yer almaktadır. Bu bağlamda Modern İpek Yolu projesi kapsamında yol projelerinin yanısıra benzer coğrafyalarda ve çoğu kez benzer güzergahları takip eden enerji projelerinin de oluşturulduğu ve/veya oluşturulmak üzere planlanmakta olduğu gözlenmektedir. Bu açıdan ipek yolunun yeniden canlandırılmasının, enerji-politik açıdan ayrı bir önemi bulunmaktadır.

Nitekim, Modern İpek Yolu projesinin resmiyet kazandığı Pekin Zirvesinde ulaştırma, altyapı, sanayi yatırımlarıyla birlikte enerji ve enerji kaynakları konusunda işbirliği de gündeme gelmiştir. Nitekim enerji hatlarına ilişkin olarak, var olan enerji hatlarıyla birlikte yeni enerji hatlarına ilişkin planlamaların yapıldığı da anlaşılmaktadır.  Şekil 3’ten hemen görüldüğü üzere, Modern İpek Yolu ile enerji hatları projelerinin güzergahları birbirleriyle  hayli örtüşmektedir.

Ayrıca, şunu da belirtmek yerinde olacaktır ki; Modern İpek Yolu Projesi, “Bir Kuşak Bir Yol” betimlemesiyle tanıtılmış olup, burada projenin isminde yol sözcüğünden ayrı “Kuşak” terimi de yer almaktadır. Fazla olarak ilk ifade de “Kuşak” kelimesidir. “Kuşak” terimi hayli geniş bir anlamı ifade etmekte ve enerji hatlarını da kapsadığı anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle “Kuşak” kelimesinin ekonomik, enerji-politik, sosyo-ekonomik kavramları ifade ettiği söylenebilir.

Dağlık Karabağ Meselesi ve Modern İpek Yolu

Öte yandan, 2020 yılı için Modern İpek Yolu için önemli olan bir gelişme olarak Dağlık Karabağ Meselesinin çözülmesi bağlamında önemli yol kat edilmiş bulunmaktadır. Bilindiği üzere, 28 yıldır Ermenistan tarafından işgal altında kalmış olan Azerbaycan “Dağlık Karabağ” bölgesinin 27 Eylül 2020’de Ermenistan tarafından gerçeklenen taciz atışından sonra Azerbaycan tarafından başlatılan harekât ile Karabağ’ın işgalinin sona ermesini sağlayan gelişmeler hayata geçirilmiştir.

Dağlık Karabağ’ın konjüktürel durumu, Hazar jeopolitiği ve enerji-politiği ile yakından ilişkilidir. Hemen şunu da ifade etmek gerekir ki; ”Bir Kuşak Bir Yol” projesi için Hazar Bölgesi ve Kafkasya özel bir konjüktürü ifade etmektedir. Öte yandan, Hazar Bölgesi’nin önemli ve stratejik bağlamda enerji politik bir bölge olduğu düşünülürse, bu bölgenin batıya bağlantısı üzerinde (kısa bağlantı anlamında) Dağlık Karabağ’ın yer almakta olduğu görülmektedir.

Hazar enerji kaynakları yadsınamaz boyutlarda olup, bunların taşınması sorunu gündeme gelmekte ve dolayısıyla da enerji hatlarının hayata geçirilmesini gerektirmektedir. Burada şunu belirtmek gerekir ki; Azerbaycan ve Türkiye için enerji politik açıdan Hazar bölgesi kaynaklarının batıya, bir başka deyişle özellikle Akdeniz’e ve Avrupa’ya ulaştırılması ayrı bir önem taşımaktadır. Nitekim bu amaçla bazı enerji hatları da gerçekleştirilmiş bulunmaktadır.

Hem kara yolları ve hem de enerji boru hatları için önemli bir başlangıç noktası Azerbaycan’ın başkenti olan Bakü’dür. Bakü’den Türkiye’ye olan bağlantılar açısından en kısa yol kullanılmak istendiğinde Dağlık Karabağ’dan geçilmesi gerekmektedir. Ancak, son 28 yılda Dağlık Karabağ Meselesi ile bölgenin fiili işgali söz konusu olduğundan hem demiryolu ve hem de enerji hatları bu bölge üzerinden gerçekleşememiştir. Buna karşın, yol uzamakla beraber Gürcistan üzerinden bu bağlantı sağlanabilmiştir (Şekil 2 ve Şekil 3)

Azerbaycan’ın 27 Eylül 2020 başlayan 44 günlük harekâtı sonrasında Rusya’nın aracılığında 10 Kasım 2020’de imzalanan anlaşmayla, Karabağ’da işgal altında kalmış bölgelerin Azerbaycan’a tekrar geri geçişinin sağlanması yönünde önemli gelişmeler yaşanmış ve ateşkes sağlanmıştır. Bu çerçevede Azerbaycan ile Nahçıvan arasında bir geçiş koridorunun oluşması konusunda da mutabakata varılmış bulunmaktadır. Takiben 11 Ocak 2021 tarihinde Moskova’da imzalanan “Ortak Bildiri” ile karayolu ve demiryolu bağlantıları konusunda da bir işbirliği sağlanabilmiş görünmektedir. Böylelikle de Azerbaycan toprakları arasında bağlantı sağlanıyor olmasının yanı sıra Azerbaycan ana karası ile Türkiye arasında da doğrudan bağlantı kurulabiliyor olmaktadır. Bu durum Türkiye ve Azerbaycan açısından önemli olduğu gibi Hazar Bölgesi ve Modern İpek Yolu açısından da son derece önem arz etmektedir.

Ayrıca, Türkiye ile Azerbaycan’ın karadan bağlantısı (doğrudan bağlandığında) Türkiye’nin Rusya ile kara bağlantısının da Azerbaycan üzerinden sağlanabilmesini mümkün kılacaktır. Bilindiği üzere, Türkiye’nin Rusya ile kara sınırı olmadığından halen Türkiye-Rusya kara bağlantısı Gürcistan üzerinden sağlanmaktadır. Yeni yol projesi bu bağlantıya bir alternatif oluşturacaktır. Bu durum, Modern İpek Yolu hatları arasında da bağlantı sağlanmasına olanak verecektir. Bir başka deyişle Hazar’ın kuzeyinden Rusya topraklarından geçen Modern ipek yolu Arteri ile Bakü-Türkiye arasında sağlanacak yeni yol arasında da bağlantı sağlanabileceği anlaşılmaktadır.

Bu gelişmelerden ayrı olarak Aralık 2020’de Türkiye ve Azerbaycan arasında imzalanan işbirliği anlaşması ile Iğdır-Türkiye’den Nahçıvan’a doğal gaz boru hattı çekilmesi konusunda mutabakata varılmıştır. Ayrıca, ilk kez Türkiye Azerbaycan havayolu bağlantısı, Aralık 2020’de Dağlık Karabağ hava sahası kullanılarak gerçekleştirilebilmiştir.

Sonuç

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, ana arter durumundaki yolların gelişmesi ile enerji hatlarının gelişiminin paralellik göstereceği anlaşılmaktadır. Modern ipek yolu bağlamında geliştirilecek projeler ile gelişen ve geliştirilecek enerji hatları bölge ülkeleri açısından da yadsınamaz önem taşıyacaktır. Dolayısıyla güzergah üzerindeki ülke ve bölgelerde ekonomi önemli ölçüde gelişecek ve refah seviyesi yükselecektir. Bir başka deyişle ilgili ülke ve bölgeler zenginleşecektir.

Modern İpek yolu projesi öncesinde bölge ülkeleri arasında fazla sıkı olmayan ilişkilerin canlanacağı söylenebilir. Bu arada Dağlık Karabağ Meselesi’nin çözülüyor olması da Modern İpek Yolu’na önemli hizmet eden konjüktürel bir durum oluşturmaktadır. Bu bağlamda artık alternatifli yollar oluşmaktadır. Nitekim, literatürde artık “Modern İpek Yolu” projesine “(Bir Kuşak Bir Yol” ifadesindeki “bir” nitelemeleri bırakılarak) “Kuşak-Yol (Belt-Road)” Projesi denmeye başlamış bulunmaktadır. Ayrıca, anlaşılan odur ki; hızla yol alan bu proje yakın gelecekte “İpek Yolu” denince “Tarihi İpek Yolu”ndan önce “Modern İpek Yolu”nu çağrıştıracaktır.

Bütün bu gelişmeler, muhtemelen dünya dengelerinin yeniden tesis edileceği anlamına gelecektir. Söz konusu projelerin hayata geçmesiyle zenginlik ve refahın batıdan doğuya doğru kayacağı söylenebilir. Ancak bu denli değişimlerin yaşanması, dünyanın diğer bölgelerinden bakıldığında, projenin sorun ve/veya tehdit olarak algılanması çok muhtemeldir. Böylesi yorumlar, ipek yolu güzergahı için güvenlik sorunlarını tetikleyebilir. Bu ise, tedbirli olunması gerektiğini ve küresel bazda sancılı durumların yaşanabileceğini düşündürmektedir.

Ya var oluruz ya da yok

Dünyanın ortalama sıcaklığının 2090 yılına kadar tahmini olarak 5,0 derece artacağıyla alakalı uzmanlar tehlikenin boyutlarını peş peşe sıralayarak uyarıyor ama kimse tedbir almak yerine tüm olumsuzlukları siyasi enstrüman olarak kullanmaktan çekinmiyor.

Gezegeni serin tutmak zorundayız…

Dünyanın yaşam enerjisini bitirmemek adına tedbir almalıyız. Yoksa bir önlem alamazsak bu şekilde giderse alışkanlıklarımız bu bizimde dünyanın da sonunu getirecektir.

Hem de ne son…

Can acıtırcasına bir bitiş…

İnanılmazı zor doğa olayları ardı ardına yaşanacak ve bir damla suyun bile kalmayacağı bir zaman diliminden bahis ediliyor.

Dünyamızda erişilebilir içilecek su miktarı, dünya üzerinden bulunan toplam su rezervinin binde 10’undan daha az bir seviyededir. Su olmadan ne yaşam olur ne üretim ne gelişim ne de gelecek. Su sıkıntısı dünyanın yaşadığı en büyük sorunlardan birisi olarak son zamanlarda gündemde yer almaktadır.

Ülkemiz su rezervi konusunda birçok ülkeye kıyasla iyi bir durumda iken, tasarruf ve önlem alınmaması sebebi alametiyle 2030 yılında su fakiri olan ülkeler arasında anılacağı konuşuluyor.

Akdeniz’de suya ulaşamayan insanların sayısının 20 yıl içerisinde 180 milyondan 250 milyona yükseleceğini belirten uzmanların uyarıları dikkate alınmalıdır. Bu şekilde su sıkıntısı yaşanması halinde bunun sebebinin aşırı ısınma olması nedeniyle yaşanacağı da bir gerçektir. Kuraklık nedeniyle tarımcılıkta büyük kayıplar yaşanırken, deniz ürünlerinin sayısında da ciddi eksilme öngörülüyor.

Batı Akdeniz, Batı Karadeniz, Marmara Havzalarında baraj seviyelerinde ciddi düşüşler olduğunu biliyoruz. İstanbul, Ankara ve İzmir’e su sağlayan barajların da suyun ciddi alt seviyelerde olması basite alınacak ve geçici çözümlerle ele alınacak konu değildir.

Şimdi sonbahar mevsimsel olarak yağmur konusunda kurak geçti. Kış ve Bahar ayının da aynı şekilde olması halinde ne yapacağızları düşünmek zorundayız ama sadece düşünmek yetmiyor, acilen eyleme geçmeli, topyekûn akılcı tasarruf planlarımızın sert kanunlarla uygulanmasını sağlamalıyız.

Bir doğal afet olarak kuraklığı kabullenmeliyiz.

Su kesinlikle bilinçsizce tüketilen bir kaynak değildir.

Su korunması gereken doğal varlıktır.

Bu varlığımızı korursak var oluruz, koruyamaz isek yok oluruz…