27.3 C
İstanbul
Çarşamba, Haziran 18, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 50

Nova Wind 48 rüzgar türbini tamamlanıyor

Rusya Devlet Atom Enerjisi Kurumu Rosatom’un rüzgar enerjilerinden sorumlu bölümü Nova Wind A.Ş, Rusya’daki çalışmalarına devam ediyor. Şirket geçtiğimiz günlerde, Rostov bölgesinde bulunan Marchenkovskaya Rüzgar Çiftliği’nin şantiyesindeki 48 rüzgar türbininin temel inşaat çalışmalarını tamamladı. 

Türbinlerin montajı, mevcut on adet paketlenmiş trafo merkezi (PTS) sahasında devam ediyor. Diğer sahalarda bulunan PTS temellerinin inşaat çalışmaları da yakında tamamlanacak. Proje kapsamında yolların ve rüzgar türbini sahalarının inşaatında da son aşamaya gelindi.

Bu arada rüzgar çiftliği için yapılacak trafo merkezi kontrol binası inşaatı ve, 35 kV kablo hatları ve fiber optik iletim hatları için hendek açma çalışmaları ile, 110 kV trafo merkezinin tasarımı ve inşaat çalışmaları da büyük bir titizlikle yürütülüyor. 

Marchenkovskaya Rüzgar Çiftliği, Rosatom’un Rostov bölgesinde yapım aşamasında olan ilk rüzgar çiftliği olma özelliğini taşıyor. Tamamlandığında bu tesisin toplam kapasitesi 120 MW (Megawatt) olacak ve planlanan yıllık ortalama üretimi 402 GW (gigawatt) saati aşacak. Çiftlik, her biri 2,5 MW kapasiteli 48 rüzgar türbininden oluşacak. Rüzgar çiftliği inşasına yapılan yatırım miktarı 16 milyar rubleyi aşıyor. Nova Wind A.Ş’nin bir başka çalışması da Stavropol Bölgesi’nde bulunan Bondarevskaya Rüzgâr Santrali’nin inşaatına yönelik. Bölgede bulunan inşa halindeki 3’ncü rüzgâr santrali olan Bondarevskaya’nın kapasitesi 120 MW olacak. Santralin yıllık üretimi ise 354 milyon kWh olarak planlandı. Yatırım miktarı 16 milyon Ruble’yi aşan santralde her biri 2,5 MW kapasiteli 48 rüzgar türbini yer alacak. 

İnşaat sahasında şu anda inşaat ekipmanlarının15 ünitesi ile50’den fazla işçi ve mühendis hazır bulunuyor. İnşaat öncesi faaliyetler ve fore kazık inşası da devam ediyor. Alanda faaliyette ve beton karıştırma kapasitesi 135 metreküp/saat olan bir de beton santrali yer alıyor. Ayrıca kapasitesi 100 metreküp/saat’ten fazla olan ikinci bir beton santrali de inşa ediliyor.

Renault Trucks, araç filosunu genişletiyor

Renault Trucks, müşterilerinin temiz enerjiye geçişlerini hızlandırmalarına yardımcı olmak için tam elektrikli ürün gamını genişletiyor. Dağıtım gamı elektrikli araçlar için daha geniş batarya seçenekleri bulunuyor: Renault Trucks D ve D Wide Z.E artık 66 kWh bataryaları ile de sunuluyor. Ayrıca Renault Trucks Master Z.E.’nin, 3,5 tonluk modeli pazara sürülüyor. Tam elektrikli ürün gamı olan Renault Trucks Z.E. serisindeki araçlar, gürültü kirliliğini önlüyor ve kentsel hava kalitesini koruyor. Sıkı trafik kısıtlamalarına tabi olan uygulamalara bile şehir içi bölgelere erişim sağlıyor. Nakliye şirketlerinin elektrikli araçlara geçmesine yardımcı olmak için tam elektrikli Renault Trucks kamyonlar, 400 km’ye kadar çalışma menziliyle 3,1 ila 26 ton brüt araç ağırlığı arasında özelleştirilebiliyor. Batarya, bir elektrikli kamyondaki en maliyetli bileşenlerden biri olarak ön plana çıkıyor. Renault Trucks, maksimum çalışma aralığını sistematik olarak dahil etmek yerine müşterilerine gerçekten ihtiyaç duydukları menzili sunmayı tercih ediyor.

Opet Ultra Kargo e-ticarette fark yaratıyor

OPET fark yaratan Ultrakargo projesi ile pandemi döneminde artışa geçen e-ticaret alışverişlerinin kargo paketlerini OPET istasyonlarından teslim alabilme olanağı sunuyor. Kargopark ile yapılan işbirliği ile gerçekleşen ortak kargo istasyonu projesi kapsamında e-ticaret sitelerinden yaptığı alışverişin teslimat adresi olarak kendisine en uygun OPET Ultrakargo lokasyonunu seçenler,kargo firması tarafından bildirilen şifre ve kimlik bilgisi ile 7 gün 24 saat paketini teslim alabiliyor.

Akaryakıt sektörünün müşteri memnuniyetinde değişmez lideri OPET, müşterilerinin her alanda yanında olma hedefiyle çalışmalarını sürdürüyor. Akaryakıt istasyonlarında araçların her türlü ihtiyacının karşılanmasının yanı sıra yakıt dışı hizmetler sunarak istasyonları keyifli ve verimli bir uğrak noktasına dönüştüren OPET, pandemi döneminde artışa geçene-ticaret alışverişlerinin kargo teslimatı konusunda yeni bir hizmete başladı. OPET, Kargopark ile yaptığı işbirliği ile kargo teslimatı konusunda mesai saatleri içinde evde bulunmadıkları, işyerlerine kargo teslimatı yapılmasına izin verilmediği veya pandemi sonrası temas konusunda hassasiyeti arttığı için sorun yaşayan tüketiciler için paketlerine 7/24 kolayca ulaşabilecekleri bir çözüm getiriyor. Ortak kargo istasyonu olarak tasarlanan OPET Ultrakargo Projesi ile e-ticaret sitelerinden alışveriş yapan müşterilerine kargo teslimatlarını OPET istasyonlarından teknolojik, pratik ve kimseyle temas etmeden güvenli bir şekilde alabilme olanağı sunuluyor.

Yeni işbirlikleri ve yeni lokasyonlarla kapsamı genişletilecek

İstasyonlarda yer alan akıllı otomatlar, üretici ve işletmeci firma Kargopark ile e-ticaret ve kargo firmaları arasındaki yazılım entegrasyonu ile tüketicilerin kargolarını OPET istasyonlarından teslim almalarına olanak sağlıyor. Proje kapsamında e-ticaret sitelerinden yaptığı alışverişin teslimat adresi olarak kendisine en uygun OPET Ultrakargo lokasyonunu seçen müşteriler, kargo firması tarafından bildirilen şifre ve kimlik bilgisi ile paketini 7/24 teslim alabiliyor.

“Hayatın her alanında müşterilerimizin yanındayız”

Müşteri memnuniyeti odaklı yaklaşımlarına yeni bir boyut getirdiklerini belirten OPET Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Murat Zengin, OPET’in yeni ürün ve hizmetleri, müşteri memnuniyeti konusunda kurduğu sistemler ile müşterilerinin en çok tercih ettiği marka olmaya devam ettiğini söyledi. Zengin, “OPET olarak hayatın her anında müşterilerimizin yanında olma ve “OPET’se fark eder” vizyonuyla hareket ediyor, yeni ürün ve hizmetlerimiz, müşteri memnuniyeti konusunda kurduğumuz yenilikçi ve teknoloji odaklı sistemlerle müşterilerimizin en çok tercih ettiği marka olmaya devam ediyoruz. Akaryakıt istasyonlarımızda, araçların her türlü ihtiyacının yanı sıra müşterilerimize de alternatif hizmetler sunuyoruz.” diye konuştu.

Kölelik düzeni nasıl çalışır?

Sözün özünü bütün dünya biliyor da bir biz anlayamadık ve hatta anlatamadık. Bu sefer biraz ince eleyip sık dokuyalım belki inandırabiliriz.

Kendi kendinize yeten bir hayatınız var. Bahçeniz, ineğiniz, tavuğunuz birde işgüzar komşumuz var. Bir gün gelir komşunuz ve size derki; “Bu ineği niye besliyorsun, bu kadar masraf edip azıcık süt alıyorsun. Değer mi buna. Sat bu ineği bana ve içeceğin sütü sana yarı fiyatına vereyim” der. Komşu buna inanır, karlı görür ve satar. Sütü yarı fiyatına verir ama peynir lazım tereyağı lazım. Durum böyle olunca ineği satan komşudan fazla süt istenir. Cevap; ben sana içebileceğin sütü veririm dedim, fazlasını istersen değeri bu kadar der. O an anlar iyi niyetli komşu hata yaptığını ama iş işten geçer. Aldığı parada hazıra dağ dayanmadığı sebebiyle gider ve kandırıldık deyiverir.

Niye mi bu hikâyeyi anlattık?

Gelelim sözün özüne…

Eskiden bilirsiniz, ülkemizde şeker pancarı çiftçinin elmasıydı. Ülkemiz ekonomisinde değerli bir yer tutardı. Fakat düzen için zararlı ve bitirilmeliydi. Hindistan, Brezilya gibi ülkelerde, yağmur ormanları yok edilerek, insan gücü nede az ihtiyaç olan 2,3 defa mahsul veren makinalı tarıma uygun şeker kamışı ve GDO’lu mısırdan şurubu ürettiler. Büyük plan başladı.

Satılık medya, bürokratlar, akademisyenler, yazarlar, siyasetçiler vasıtasıyla şeker çok pahalı ve fabrikalar zarar ediyor, dışarıdan alırsak daha ucuz olur algısı yaratıldı. Derken zavallı halk inanır ve plan işler. Fiyatlar düşer, paralar geç ödenir, çiftçi bıkar, pancar üretmez, fabrikalar özelleştirilir ama üretemez. Düzen fabrikaları alır üretimi durdurur ve kendi şekerlerini satmaya başlarlar.

Böylelikle bizim komşunun ineği hikayesi gerçek olur. Pancar üretimi biter, tarlada çalışan vatandaş işsiz kalır, pancarı taşıyan kamyoncular batağa düşer, fabrikadakiler işlerini kaybeder, aileler perişan olur, küspe ucuz yem olmaktan çıkar, et, süt pahalanır, ispirto ve melas üretimi düşer. Bu günlerde en lazım olan saf alkol üretilemez, dışarıya bağımlılık ve pancarın sadece şeker demek olmadığını öğretir bize ama kölelik düzeni kazanan taraf olur.

Düzen gelir, ülkende yatırım yapacağım der, devletten arazi alır, vergi muafiyeti alır, teşvik alır, senin vergilerinle kahve fabrikası kurar ve sana bedavaya eğitim verir, ekmen için bedava tohum verir, işi öğrettiğini sanırsın ve kârlı gösterir, iyi fiyatla alım yapacağını söyler, kendi şirketlerinin bankalarından sana krediler çıkartır, kahveyi stoklar para kazanan çiftçi sevinir, traktör alır iş makinaları alır rehavete düşer, parayı harcar, sistemin devletteki yöneticileri de buna göz yumar. Bir bakmışsın borsada fiyatlar düşmüş, düzenin kalemşorları medyada kriz var diyerek bankalara destek verir. Bu bahaneyle dibe batmaya başlarlar, gariban çiftçimize umut verirler ve bu kötü günler geçecek derler ama sistem seni öyle bir batağa çeker ki modern köleler olursun. Bu borç çocuğuna kadar yansır. Atsan atamazsın satsan satamazsın.

Çalışır ve çabalarsın karın tokluğuna…

Karnında doymaz olanlara aklında ermez…

Sisteme hizmet edersin yıllar boyunca…

Gene kölelik düzeni kazanır ama biz ders almayız ve yeni tuzaklara yelken açarız. Birlik ve beraberlik ile özümüze dönmek, ilkelerimize sahip çıkmak tek kurtuluş yolumuz olduğunu umarım anlarız.

Güzel ülkemin güzel insanları kalın sağlıcakla umudumuz birliğimiz olsun.

Boğazlarda gemilere müdahale edilebilir mi?

Türk Boğazlarının hukuki statüsünü belirleyen pek çok antlaşma yapılmıştır. Bugün yürürlükte olan Montrö Sözleşmesi, boğazlardan geçiş rejimini düzenleyen en uzun süreli antlaşmadır. Bu yazı Montrö Sözleşmesi’ne göre Türkiye’nin boğazlardan geçiş yapan gemiler üzerindeki zabıta yetkisini salgın hastalık durumunda ne şekilde kullanacağına ilişkin kısa bir değerlendirmedir.

Türk Boğazları, Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı’ndan ortak geçiş rejimini ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Terim ilk kez, 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesinin Başlangıç kısmında yer almış, daha sonra ise 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesinin Başlangıç kısmında tekrarlanmıştır. Montrö Sözleşmesinin 1. maddesinde Boğazlardan geçiş ve ulaştırma serbestliği ilkesinin tanındığı belirtilmektedir. Sözleşmenin kabul edildiği dönemde karasuları ve boğazlardan geçiş ve ulaşıma ilişkin hukuki rejim arasında belirgin farklılıklar bulunmadığından burada zararsız geçiş rejiminden söz edilebilir. Bu kapsamda zararsız geçiş kıyı devletinin barışına, düzenine veya güvenliğine zarar getirmedikçe bu geçiş zararsızdır.  Boğazlardaki geçişin karasularından zararsız geçişten farkı kıyı devleti karasularından geçen bir gemiyi barışını düzenini ve güvenliğini bahane ederek askıya alabilirken, boğazlardan geçişi kesintiye uğramaksızın sağlamak zorundadır. Sözleşme, Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini sadece geçiş ve ulaşım konularında sınırlandırmaktadır. Bu açıdan Sözleşme kapsamına girmeyen, örneğin zabıta ve yargı yetkisinin kullanılmasıyla ilgili konularda, Türkiye’nin yetkileri saklıdır. Ayrıca Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun olarak egemenliği altında bulunan Boğazlar da gerekli önlemleri alma yetkisi de bulunmaktadır.

Türkiye’nin boğazlardan geçen yabancı gemilere pandemi dolayısıyla müdahale etme hakkının bulunup bulunmadığı konusunda, Montrö Sözleşmesi uyarınca, barış zamanında, ticaret gemileri, gündüz ve gece, bayrakları ve taşıdıkları yükleri ne olursa olsun hiçbir merasime tabi olmadan boğazlardan geçiş tam özgürlüğünden yararlanırlar. Ancak, uluslararası sağlık kuralları çerçevesinde Türk yasalarıyla korunmuş olan sağlık denetimine tabi tutulmaları hususu bu durumun bir istisnasıdır. Boğazlara giren her gemi, Boğazların girişine yakın bir sağlık istasyonunda duracaktır. Türk makamlarının sağlık koruma görevlilerini göndermesi ve geminin de bu sağlık görevlisini gemiye alarak sağlık kontrolünden geçmeleri veya kaptanın imzalı beyanının alınması gereklidir. Gemiler, bir temiz sağlık belgesi veya gemide bulaşıcı ve salgın bir hastalık olmadığını doğrulayan bir sağlık bildirisi göstermek zorundadırlar.  Aksi halde her türlü sağlık tedbirinin uygulanması Türkiye Cumhuriyeti’nin yetkisindedir. Uluslararası Sağlık Tüzüğüne göre, Dünya Sağlık Örgütü tarafından bildirilen bulaşıcı ve salgın hastalıklar ile ilgili gemiye sağlık tedbiri uygulamak gerekirse, bulaşıcı hastalık taşıyan gemi, mikroplardan temizleninceye kadar karantina demir yerinde bekletilebilir. Gemide bulunanlardan gerekli görülenler portör araştırması, tedavi, tecrit ve diğer sağlık işlemleri için en kısa sürede, yükleri ile birlikte, sağlık görevlisi gözetiminde, kimse ile temas ettirilmeden Bakanlık ve Genel Müdürlükçe belirlenen sağlık kuruluşlarına gönderilebilir.

Sonuç olarak Türkiye Boğazlardan geçen gemilere salgın hastalık durumlarında sağlık denetimini uygularken uluslararası hukuktan kaynaklanan yetkilerini kullanmakta ve bu konuda bayrak devletinin rızasının aranmasına da ihtiyaç duymamaktadır.

Modern ipekyolu değerlendirmesi

Çoğu kez, “İpek Yolu” denince ilk akla gelen “Tarihi İpek Yolu” olmaktadır. Bu durum, olağan olarak düşünülebilir. Zira  “Tarihi İpek Yolu” yüzyıllar boyunca dünyada en etkin ve önemli ticaret yolu olarak işlev görmüş ve geçmişin vazgeçilemez ticaret ana arterini oluşturmuştur. Günümüzde de “Modern İpek Yolu” veya “Bir Kuşak Bir Yol (One Belt-One Road)” nitelemesiyle hayli iddialı şekilde gündeme gelen proje, yine tarihsel alt yapıdan nüvelenmekte ve dünya konjüktüründe dengeleri değiştirebilecek nitelik taşımaktadır denebilir.

Modern İpek Yolu

Bu yeni projenin gelişim seyrine bakılacak olursa; 2000’li yıllara gelindiğinde konuya ilişkin alt yapıyı oluşturacak İpek Yolu fikrinin kuvvetle gündeme gelmeye başladığı görülmektedir. Burada önemli ve somut gelişim Çin devlet başkanı Şi Cinping tarafından 2013 yılı sonunda Orta Asya ve Güney Asya ülkelerine gerçekleştirilen ziyaretler olduğu söylenebilir. Takiben  (Türkiye’nin de dahil olduğu) 29 ülkenin üst düzeyde katıldığı Pekin’de düzenlenen zirveyle  yüzyılın önemli bir projesi olarak “One Belt One Road –OBOR  (Bir Kuşak Bir Yol)” projesi, bir başka deyişle “Modern İpek Yolu”nun tanıtımı yapılmıştır.

“Modern İpek Yolu” projesi ile; Asya’yı, Afrika’yı ve Avrupa’yı ilgilendiren büyük çaplı ve fonksiyonel altyapı yatırımları öngörülmektedir. Dolayısıyla söz konusu bu proje, hayli büyük bir coğrafyayı ilgilendiren ve dünya güç dağılımını değiştirebilecek karaktere sahip bulunmaktadır. Projenin daha şimdiden en az 69 ülke ile ilişkili olabileceğinden bahsedilmektedir.

Burada şunu da belirtmek gerekir ki; “Modern İpek Yolu” projesi, “Tarihi İpek Yolu” güzergâhı ile hayli örtüşen bir nitelik taşımaktadır. Ancak, “Bir Kuşak Bir Yol” projesi kara yolunun yanı sıra deniz yolunu da önemle öngörmektedir. Şekil 1’de genel hatları ile “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin güzergahları görülmektedir. Bu bağlamda proje; iddialı ve stratejik bir nitelik taşımaktadır. Ayrıca,  (iklim değişikliği etkisiyle buzların erimesiyle artık mümkün hale geldiği ifade edilen) Arktik bağlantılı deniz yolu da, çok ta uzak olmayan bir gelecekte proje içinde yerini alacak gibi görünmektedir.

21. yüzyılın ortalarında tamamlanacağı öngörülen Modern İpek Yolu ile güzergah ülkeleri arasında işbirliklerinin hayata geçirilmesi ve ortak yatırımlar yapılması gündeme gelmektedir. “Modern İpek Yolu”nun tarihsel süreçtekine benzer olarak güzergâh ülkelerinin gelişmesi ve refah seviyelerini yükseltmeleri de beklenmektedir.

“Modern İpek Yolu”nun hayata geçirilmesi konusunda yol da alınmaya başlanmış bulunmaktadır. Bu bağlamda, Çin’den 2017’de Hazar’ın kuzeyinden ve Rusya üzerinden Londra’ya demiryolu hattı ile ilk ticari taşıma yapılmıştır. Kasım 2019’da da Anadolu’dan geçen ve “Demir İpek Yolu” olarak ta nitelenen demiryolu hattı kullanılarak Çin’den İngiltere’ye ticari transfer gerçekleştirilmeye başlanmıştır (Şekil 2).

Son olarak da Türkiye (ilki Aralık 2020’de olmak üzere), Çerkezköy’den Çin’in Xian kentine ticari ihracat bağlamında söz konusu demiryolu hattını iki kez kullanmış bulunmaktadır (Şekil 2). Bu seferlerin, 2021 yılı içinde her hafta gerçekleştirilmesi yönünde planlanmalar yapıldığı ifade edilmektedir. Böylelikle Modern İpek Yolu konsepti için önemli bir aşama kaydedilmiş olmaktadır.

Enerji Politik Açıdan İpek Yolu

Enerji Politikaları, ülkelerin kalkınmasını doğrudan etkileyen metafor olup enerji kaynakları ve bu kaynaklara ulaşım tüm ülkeler için temel konuların başında gelmektedir. Kanıtlanmış petrol ve doğal gaz kaynakları, önemli ölçüde Avrasya ve Orta Doğu bölgesinde yoğunlaşmış olduğundan enerji kaynaklarının taşınması çağımızın siyasi, konjüktürel ve ekonomik en önemli sorunlarından biri durumundadır. Her ne kadar fosil yakıtlardan vazgeçilmeye çalışılsa da petrol ve doğal gaz hala tüm ülkeler için başat önem taşımaktadır.

Burada şunu belirtmek de yerinde olur ki; enerji hatları ile ana arter karayolları birbirini takip etmektedir. Zira yolların ulaştığı bölgelerde sosyal ve ekonomik hayat gelişmekte ve dolayısıyla enerjiye gereksinim artmakta ve bu bölgelerin enerji ihtiyacının karşılanması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Buna karşın; enerji hatlarının geçtiği bölgeler, taşınan enerji hatlarından yararlanmakta ve kalkınma atakları yapabilmektedirler. Bu da üretilen malların hızlı şekilde taşınabilmesi için yeni taşıma yollarının yapılmasını elzem kılmaktadır. Bu bağlamda, enerji hatları ve ana arter karayolları birbirini tetikleyen  ve takip eden bir karakter göstermektedirler.

Öte yandan ülkelerin enerji politikları içinde temel konular arasında, enerji hatlarını yönetmek ve/veya enerji hatlarını planlamak yer almaktadır. Bu bağlamda Modern İpek Yolu projesi kapsamında yol projelerinin yanısıra benzer coğrafyalarda ve çoğu kez benzer güzergahları takip eden enerji projelerinin de oluşturulduğu ve/veya oluşturulmak üzere planlanmakta olduğu gözlenmektedir. Bu açıdan ipek yolunun yeniden canlandırılmasının, enerji-politik açıdan ayrı bir önemi bulunmaktadır.

Nitekim, Modern İpek Yolu projesinin resmiyet kazandığı Pekin Zirvesinde ulaştırma, altyapı, sanayi yatırımlarıyla birlikte enerji ve enerji kaynakları konusunda işbirliği de gündeme gelmiştir. Nitekim enerji hatlarına ilişkin olarak, var olan enerji hatlarıyla birlikte yeni enerji hatlarına ilişkin planlamaların yapıldığı da anlaşılmaktadır.  Şekil 3’ten hemen görüldüğü üzere, Modern İpek Yolu ile enerji hatları projelerinin güzergahları birbirleriyle  hayli örtüşmektedir.

Ayrıca, şunu da belirtmek yerinde olacaktır ki; Modern İpek Yolu Projesi, “Bir Kuşak Bir Yol” betimlemesiyle tanıtılmış olup, burada projenin isminde yol sözcüğünden ayrı “Kuşak” terimi de yer almaktadır. Fazla olarak ilk ifade de “Kuşak” kelimesidir. “Kuşak” terimi hayli geniş bir anlamı ifade etmekte ve enerji hatlarını da kapsadığı anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle “Kuşak” kelimesinin ekonomik, enerji-politik, sosyo-ekonomik kavramları ifade ettiği söylenebilir.

Dağlık Karabağ Meselesi ve Modern İpek Yolu

Öte yandan, 2020 yılı için Modern İpek Yolu için önemli olan bir gelişme olarak Dağlık Karabağ Meselesinin çözülmesi bağlamında önemli yol kat edilmiş bulunmaktadır. Bilindiği üzere, 28 yıldır Ermenistan tarafından işgal altında kalmış olan Azerbaycan “Dağlık Karabağ” bölgesinin 27 Eylül 2020’de Ermenistan tarafından gerçeklenen taciz atışından sonra Azerbaycan tarafından başlatılan harekât ile Karabağ’ın işgalinin sona ermesini sağlayan gelişmeler hayata geçirilmiştir.

Dağlık Karabağ’ın konjüktürel durumu, Hazar jeopolitiği ve enerji-politiği ile yakından ilişkilidir. Hemen şunu da ifade etmek gerekir ki; ”Bir Kuşak Bir Yol” projesi için Hazar Bölgesi ve Kafkasya özel bir konjüktürü ifade etmektedir. Öte yandan, Hazar Bölgesi’nin önemli ve stratejik bağlamda enerji politik bir bölge olduğu düşünülürse, bu bölgenin batıya bağlantısı üzerinde (kısa bağlantı anlamında) Dağlık Karabağ’ın yer almakta olduğu görülmektedir.

Hazar enerji kaynakları yadsınamaz boyutlarda olup, bunların taşınması sorunu gündeme gelmekte ve dolayısıyla da enerji hatlarının hayata geçirilmesini gerektirmektedir. Burada şunu belirtmek gerekir ki; Azerbaycan ve Türkiye için enerji politik açıdan Hazar bölgesi kaynaklarının batıya, bir başka deyişle özellikle Akdeniz’e ve Avrupa’ya ulaştırılması ayrı bir önem taşımaktadır. Nitekim bu amaçla bazı enerji hatları da gerçekleştirilmiş bulunmaktadır.

Hem kara yolları ve hem de enerji boru hatları için önemli bir başlangıç noktası Azerbaycan’ın başkenti olan Bakü’dür. Bakü’den Türkiye’ye olan bağlantılar açısından en kısa yol kullanılmak istendiğinde Dağlık Karabağ’dan geçilmesi gerekmektedir. Ancak, son 28 yılda Dağlık Karabağ Meselesi ile bölgenin fiili işgali söz konusu olduğundan hem demiryolu ve hem de enerji hatları bu bölge üzerinden gerçekleşememiştir. Buna karşın, yol uzamakla beraber Gürcistan üzerinden bu bağlantı sağlanabilmiştir (Şekil 2 ve Şekil 3)

Azerbaycan’ın 27 Eylül 2020 başlayan 44 günlük harekâtı sonrasında Rusya’nın aracılığında 10 Kasım 2020’de imzalanan anlaşmayla, Karabağ’da işgal altında kalmış bölgelerin Azerbaycan’a tekrar geri geçişinin sağlanması yönünde önemli gelişmeler yaşanmış ve ateşkes sağlanmıştır. Bu çerçevede Azerbaycan ile Nahçıvan arasında bir geçiş koridorunun oluşması konusunda da mutabakata varılmış bulunmaktadır. Takiben 11 Ocak 2021 tarihinde Moskova’da imzalanan “Ortak Bildiri” ile karayolu ve demiryolu bağlantıları konusunda da bir işbirliği sağlanabilmiş görünmektedir. Böylelikle de Azerbaycan toprakları arasında bağlantı sağlanıyor olmasının yanı sıra Azerbaycan ana karası ile Türkiye arasında da doğrudan bağlantı kurulabiliyor olmaktadır. Bu durum Türkiye ve Azerbaycan açısından önemli olduğu gibi Hazar Bölgesi ve Modern İpek Yolu açısından da son derece önem arz etmektedir.

Ayrıca, Türkiye ile Azerbaycan’ın karadan bağlantısı (doğrudan bağlandığında) Türkiye’nin Rusya ile kara bağlantısının da Azerbaycan üzerinden sağlanabilmesini mümkün kılacaktır. Bilindiği üzere, Türkiye’nin Rusya ile kara sınırı olmadığından halen Türkiye-Rusya kara bağlantısı Gürcistan üzerinden sağlanmaktadır. Yeni yol projesi bu bağlantıya bir alternatif oluşturacaktır. Bu durum, Modern İpek Yolu hatları arasında da bağlantı sağlanmasına olanak verecektir. Bir başka deyişle Hazar’ın kuzeyinden Rusya topraklarından geçen Modern ipek yolu Arteri ile Bakü-Türkiye arasında sağlanacak yeni yol arasında da bağlantı sağlanabileceği anlaşılmaktadır.

Bu gelişmelerden ayrı olarak Aralık 2020’de Türkiye ve Azerbaycan arasında imzalanan işbirliği anlaşması ile Iğdır-Türkiye’den Nahçıvan’a doğal gaz boru hattı çekilmesi konusunda mutabakata varılmıştır. Ayrıca, ilk kez Türkiye Azerbaycan havayolu bağlantısı, Aralık 2020’de Dağlık Karabağ hava sahası kullanılarak gerçekleştirilebilmiştir.

Sonuç

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, ana arter durumundaki yolların gelişmesi ile enerji hatlarının gelişiminin paralellik göstereceği anlaşılmaktadır. Modern ipek yolu bağlamında geliştirilecek projeler ile gelişen ve geliştirilecek enerji hatları bölge ülkeleri açısından da yadsınamaz önem taşıyacaktır. Dolayısıyla güzergah üzerindeki ülke ve bölgelerde ekonomi önemli ölçüde gelişecek ve refah seviyesi yükselecektir. Bir başka deyişle ilgili ülke ve bölgeler zenginleşecektir.

Modern İpek yolu projesi öncesinde bölge ülkeleri arasında fazla sıkı olmayan ilişkilerin canlanacağı söylenebilir. Bu arada Dağlık Karabağ Meselesi’nin çözülüyor olması da Modern İpek Yolu’na önemli hizmet eden konjüktürel bir durum oluşturmaktadır. Bu bağlamda artık alternatifli yollar oluşmaktadır. Nitekim, literatürde artık “Modern İpek Yolu” projesine “(Bir Kuşak Bir Yol” ifadesindeki “bir” nitelemeleri bırakılarak) “Kuşak-Yol (Belt-Road)” Projesi denmeye başlamış bulunmaktadır. Ayrıca, anlaşılan odur ki; hızla yol alan bu proje yakın gelecekte “İpek Yolu” denince “Tarihi İpek Yolu”ndan önce “Modern İpek Yolu”nu çağrıştıracaktır.

Bütün bu gelişmeler, muhtemelen dünya dengelerinin yeniden tesis edileceği anlamına gelecektir. Söz konusu projelerin hayata geçmesiyle zenginlik ve refahın batıdan doğuya doğru kayacağı söylenebilir. Ancak bu denli değişimlerin yaşanması, dünyanın diğer bölgelerinden bakıldığında, projenin sorun ve/veya tehdit olarak algılanması çok muhtemeldir. Böylesi yorumlar, ipek yolu güzergahı için güvenlik sorunlarını tetikleyebilir. Bu ise, tedbirli olunması gerektiğini ve küresel bazda sancılı durumların yaşanabileceğini düşündürmektedir.

Ya var oluruz ya da yok

Dünyanın ortalama sıcaklığının 2090 yılına kadar tahmini olarak 5,0 derece artacağıyla alakalı uzmanlar tehlikenin boyutlarını peş peşe sıralayarak uyarıyor ama kimse tedbir almak yerine tüm olumsuzlukları siyasi enstrüman olarak kullanmaktan çekinmiyor.

Gezegeni serin tutmak zorundayız…

Dünyanın yaşam enerjisini bitirmemek adına tedbir almalıyız. Yoksa bir önlem alamazsak bu şekilde giderse alışkanlıklarımız bu bizimde dünyanın da sonunu getirecektir.

Hem de ne son…

Can acıtırcasına bir bitiş…

İnanılmazı zor doğa olayları ardı ardına yaşanacak ve bir damla suyun bile kalmayacağı bir zaman diliminden bahis ediliyor.

Dünyamızda erişilebilir içilecek su miktarı, dünya üzerinden bulunan toplam su rezervinin binde 10’undan daha az bir seviyededir. Su olmadan ne yaşam olur ne üretim ne gelişim ne de gelecek. Su sıkıntısı dünyanın yaşadığı en büyük sorunlardan birisi olarak son zamanlarda gündemde yer almaktadır.

Ülkemiz su rezervi konusunda birçok ülkeye kıyasla iyi bir durumda iken, tasarruf ve önlem alınmaması sebebi alametiyle 2030 yılında su fakiri olan ülkeler arasında anılacağı konuşuluyor.

Akdeniz’de suya ulaşamayan insanların sayısının 20 yıl içerisinde 180 milyondan 250 milyona yükseleceğini belirten uzmanların uyarıları dikkate alınmalıdır. Bu şekilde su sıkıntısı yaşanması halinde bunun sebebinin aşırı ısınma olması nedeniyle yaşanacağı da bir gerçektir. Kuraklık nedeniyle tarımcılıkta büyük kayıplar yaşanırken, deniz ürünlerinin sayısında da ciddi eksilme öngörülüyor.

Batı Akdeniz, Batı Karadeniz, Marmara Havzalarında baraj seviyelerinde ciddi düşüşler olduğunu biliyoruz. İstanbul, Ankara ve İzmir’e su sağlayan barajların da suyun ciddi alt seviyelerde olması basite alınacak ve geçici çözümlerle ele alınacak konu değildir.

Şimdi sonbahar mevsimsel olarak yağmur konusunda kurak geçti. Kış ve Bahar ayının da aynı şekilde olması halinde ne yapacağızları düşünmek zorundayız ama sadece düşünmek yetmiyor, acilen eyleme geçmeli, topyekûn akılcı tasarruf planlarımızın sert kanunlarla uygulanmasını sağlamalıyız.

Bir doğal afet olarak kuraklığı kabullenmeliyiz.

Su kesinlikle bilinçsizce tüketilen bir kaynak değildir.

Su korunması gereken doğal varlıktır.

Bu varlığımızı korursak var oluruz, koruyamaz isek yok oluruz…

Systemair 2021’de yeni yatırımlara imza atacak

İklimlendirme sektörünün teknoloji öncüsü Systemair HSK, pandeminin gölgesinde geçen 2020 yılına dair değerlendirmelerde bulundu ve 2021 hedeflerini paylaştı. 2020 yılında tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19, hemen hemen her ülkede pek çok sektörü derinden etkilerken en çok gündeme gelen ve önemi artan sektör iklimlendirme oldu.

2020 yılında tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19, hemen hemen her ülkede pek çok sektörü derinden etkilerken en çok gündeme gelen ve önemi artan sektör iklimlendirme oldu. Pandemiyle birlikte daha da kritik hale gelen “kapalı alanlardaki iç hava sağlığının önemi” konusunda kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla “Taze Hava Akımı” kampanyasını başlatan Systemair HSK şirketinin Genel Müdürü Ayça Eroğlu, 2020 yılını sektör ve şirket açısından değerlendirirken 2021 yılı hedeflerini de paylaştı. Pandemi ve şehir hastaneleri, alışveriş merkezleri, fabrikalar, havalimanları gibi dev projelere taze ve temiz hava sağlayan Systemair HSK’nın 25 ülkeye gerçekleştirdiği ihracat oranını yeni ülkelere açılarak daha da büyütmeyi hedeflediğini belirten Eroğlu, Türkiye’nin İsveçli Systemair Grup içinde öncelikli pazarlar arasında yer aldığını vurguladı. Bu noktada Türkiye için yatırımlara artan bir ivmeyle devam edeceklerinin altını çizen Eroğlu, 2021 yılında hayata geçecek olan Veri Merkezi Soğutma Laboratuvarı yatırımıyla Avrupa’nın en son teknolojiye sahip veri soğutma merkezi olacaklarını açıkladı. Eroğlu, tüm dünyayı etkisi altına alan zorlu pandemi koşullarına rağmen bu süreçte Systemair AB’nin de yatırımlarına devam ettiğini ve büyüme planlarını sürdüreceğini söyledi. 

Systemair HSK olarak; şehir hastaneleri, acil durum hastaneleri, fabrikalar, alışveriş merkezleri, havalimanları, endüstriyel tesisler gibi dev projelerin iklimlendirmesini sağlayan klima santralleri sektöründe Türkiye’de yaklaşık 10 yıldır pazar lideri olduklarını belirten Ayça Eroğlu sözlerine şöyle devam etti: “Pandeminin başından bu yana tüm dünyada sektördeki gelişmeleri yakından takip ettik ve faaliyetlerimizi sürdürdük. Öncelikle, sektör toplantıları ve düzenlediğimiz webinarlarda çok önemli bir bilgi kirliliğine ve algı karmaşasına şahit olduk. Bu alandaki sorumluğumuzun farkında olarak tümsoru işaretlerini ortadan kaldırıp sağlıklı havalandırma konusunda kamuoyunda farkındalık sağlamak için yakın zaman önce ‘Taze Hava Akımı’ kampanyasını başlattık. Bu bilinçlendirme kampanyası kapsamında; hastanelerden alışveriş merkezlerine, okullardan otellere, fabrikalardan ofislere kadar pek çok farklı alanda sektör profesyonellerine ulaşarak toplum sağlığı için taze havanın önemini ve doğru havalandırma yöntemlerini anlatmaya başladık. Bireylere ise evleri, ofisleri, çocuklarının okulları, gittikleri alışveriş merkezleri, oteller ve hastaneler gibi günlük hayatta içerisinde bulundukları tüm bu mekânlardaki iç ortam hava sağlığını nasıl sorgulayabilecekleri konusunda bilgiler vermeye başladık ve yeni yılda da çalışmalarımıza devam edeceğiz.”

Türkiye’deki şehir hastanelerinin yüzde 70’ini havalandırıyor

Pandemi döneminde mevcut hastanelerin kapasitesini güçlendirmek için İstanbul’da iki büyük acil hastane inşa edilmesine karar verildiğini hatırlatan Eroğlu, “Biz de sadece 45 gün gibi kısa bir sürede inşa edilen Sancaktepe Prof. Dr. Feriha Öz Acil Durum Hastanesi’nin iklimlendirme projesinde yer aldık. Üretim sırasında mühendislerimiz, Ar-Ge ekibimiz ve sahada çalışan mavi yakalı çalışma arkadaşlarımız dâhil olmak üzere tüm fabrika ekibimiz böyle bir projeye ve halk sağlığına katkıda bulunmanın sorumluluğuyla büyük bir tutkuyla çalıştı. Aynı zamanda Türkiye’de kamu-özel sektör iş birliği modeliyle yapılan birçok şehir hastanesine ileri teknolojiye sahip ürün ve sistemlerimizi sunarak sağlıklı nefese katkıda bulunmaktan gurur duyuyoruz. Şu anda ülkemizdeki şehir hastanelerinin yatak kapasitesi olarak yüzde 70’ini biz havalandırıyoruz” dedi.

Rahmi M. Koç Bilim Ödülleri sahiplerini buldu

Türkiye’nin yetiştirdiği, evrensel bilgi birikimine katkıda bulunan başarılı bilim insanlarını ödüllendiren, “Koç Üniversitesi Rahmi M. Koç Bilim Madalyası” 2019 ve 2020 yılı ödülleri düzenlenen online törenle iki kadın bilim insanına takdim edildi.

2019 yılına ait ödül, “İktisadi, İdari, Sosyal, İnsani Bilimler ve Hukuk” alanlarında çığır açıcı çalışmalar gerçekleştiren Cornell Üniversitesi Ekonomi ve Toplum Çalışmaları Merkezi Direktörü ve Cornell Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Filiz Garip’in oldu. 2020 yılının ödülü ise “Fen, Mühendislik ve Tıp Bilimleri” alanında çalışmalar gerçekleştiren İsviçre’de École Polytechnique Fédérale de Lausanne (EPFL) Fotonik Doktora Okulu Direktörü ve Biyomühendislik Enstitüsü’nde Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Hatice Altuğ’a verildi. Törende konuşan Koç Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Prof. Dr. Nur Yalman, Koç Üniversitesi Rahmi M. Koç Bilim Madalyası’nı dünya çapında ses getiren ve diğer araştırmacılara ilham veren çalışmaları nedeniyle, dünyaca ünlü iki bilim insanına vermekten gurur duyduklarını belirtti. Koç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Umran İnan ise “Gelecek 10-20 yıl içinde insanlığı ve toplumları en çok etkileyecek olan yeni buluşların çoğunun sosyal ve insani bilimlerle temel bilimler, mühendislik ve tıp alanlarının kesişmelerinde ortaya çıkacağını” söyledi.

Koç Üniversitesi tarafından, başarılı ve öncü bilim insanlarını ödüllendirerek, bilime hizmet etmek amacıyla başlatılan Koç Üniversitesi Rahmi M. Koç Bilim Madalyası bu yıl online törenle sahiplerini buldu. 2019 ve 2020 yıllarına ait ödüller, iktisadi, idari, sosyal, insani bilimler ve hukuk alanlarında çığır açıcı çalışmalar gerçekleştiren Cornell Üniversitesi Ekonomi ve Toplum Çalışmaları Merkezi Direktörü ve Cornell Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Filiz Garip ile Fen, Mühendislik ve Tıp bilimleri alanında çalışmaları olan İsviçre’de École Polytechnique Fédérale de Lausanne (EPFL) Biyomühendislik Enstitüsü’nde Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Hatice Altuğ’un oldu.

Prof. Dr. Nur Yalman: Üniversitemiz, hayır eserlerinin belki de en önemlisidir

Törende konuşan, Koç Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Prof. Dr. Nur Yalman, bu yıl Koç Üniversitesi Rahmi M. Koç Bilim Madalyası’nı dünya çapında ilham veren çalışmaları nedeniyle iki bilim insanına vermekten büyük gurur duyduklarını belirtti. Prof. Dr. Nur Yalman, “İdarî, sosyal, insanî bilimler ve hukuk alanlarında önemli çalışmalara imza atan Prof. Dr. Filiz Garip ile fen, mühendislik ve tıp bilimleri alanında çığır açan araştırmaları bulunan Prof. Dr. Hatice Altuğ’u tebrik ediyorum. Bundan sonra da büyük başarılarla isimlerinden söz ettireceklerine inandığımızı ifade etmek istiyorum” dedi.

Prof. Dr. İnan:  Prof. Dr. Garip ve Prof. Dr. Altuğ yeni ufuklar açan isimler

Törende konuşan Koç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Umran İnan, COVID-19’un bilimsel araştırmanın önemini çok daha fazla öne çıkardığını ve Dünyamızın bu salgın hastalıktan çıkış yolunun bilimsel araştırma ile olacağını kaydetti. Prof. Dr. Umran İnan, “Koç Üniversitesi’nde de COVID-19 özelinde hali hazırda 40 küsur araştırma projesi yürütülmekte olup, hem Rumelifeneri Kampüsü’ndeki hem de Koç Üniversitesi Hastanesi’ndeki laboratuvarlarımızda geliştirilen maliyeti düşük ve hızlı bir tanı kiti, filyasyon ve takip sistemi ve aşı çalışmaları ön plana çıkıyor” dedi. Gelecek 10-20 yıl içinde insanlığı ve toplumları en çok etkileyecek olan yeni buluşların çoğunun sosyal ve insani bilimlerle temel bilimler, mühendislik ve tıp alanlarının kesişmelerinde ortaya çıkacağını belirten Prof. Dr. İnan, Koç Üniversitesi’nin de kurulduğundan bu yana disiplinlerarası çalışmalara odaklandığına dikkat çekti. 

Bizleri böyle bir gelecek beklerken kadınların eğitimde, ekonomide ve iş dünyasında en etkin şekilde yer almalarını sağlamayan toplumların global düzeyde çağdaş medeniyet ve insanlık için mücadelelerinde bir elleri arkada yarışmaya mahkum olduklarına yürekten inanıyorum. Bu nedenle de, bu iki bilim insanımızın ışığında kadınların toplumumuzdaki önemli yerlerini, tarifleyici katkılarını ve potansiyelini bir kez daha idrak edelim isterim. Üniversitemizin hem akademik hem de idari üst yönetiminin %40’ının kadınlardan oluşmasının da başarımızın en önemli unsurlarından biri olduğunu da eklemek isterim.

2019 senesinin madalya sahibi, sosyal bilimler alanında yaptığı çalışmalarını en gelişmiş ağ analitiğiyle, ileri veri toplama yöntemlerini kullanarak bir araya getiren ve 21. yüzyılın en önemli sorunlarından biri olan göç konusu hakkındaki çalışmalarıyla yeni ufuklar açan bir isim. Cornell Üniversitesi’nden Prof. Dr. Filiz Garip’e, geliştirmiş olduğu çığır açıcı nitelikteki modern metodolojiler ile nüfus bilimi ve göç alanlarındaki çalışmaları ve bilgisayar bilimleri, istatistik, siyasi bilimler gibi farklı disiplinlerin ötesine uzanan çok yönlü kuramsal katkılarına istinaden takdim etmekten olağanüstü gurur duyuyoruz.  

2020 Koç Üniversitesi Rahmi M. Koç Bilim Madalyası’nı alan bilim insanı ise, ışık ve nano teknolojiyi birleştirerek geliştirdiği yeni nesil sağlık araçlarıyla sepsis gibi ölümcül ve kanser, Parkinson, Alzheimer ve demans gibi çok ciddi hastalıkların erken teşhisi için çalışmalarını sürdüren bir isim. École Polytechnique Fédérale de Lausanne’dan (EFPL) Prof. Dr. Hatice Altuğ’a, nano boyutta ışık-madde etkileşimleri, ışığın çip üstünde manipülasyonu ve yenilikçi nano-biyo-fotonik uygulama alanlarındaki öncü katkılarına istinaden takdim etmekten olağanüstü gurur duyuyoruz.”

Tüpraş, akaryakıt sektörü için çözümler üretiyor

Türkiye’deki tüm akaryakıt analizi ihtiyaçlarına uygun çözümler sunan Tüpraş, dört rafinerisindeki laboratuvarlarında bir günde 2500’ü aşkın deney gerçekleştiriyor.

Tüpraş, İzmit, İzmir, Kırıkkale ve Batman rafinerilerinde yer alan ve son teknolojiyle donatılan laboratuvarlarında;akaryakıt, yakıt ve bitüm sektörlerinin analiz ihtiyacını karşılıyor. 

35 yılı aşan laboratuvar deneyimiyle, Tüpraş laboratuvarlarının akreditasyonu 2006yılından bugüne iç denetimlerin yanı sıra resmi kurum ve kuruluşlar tarafından 112 kez denetlendi. Tüpraş laboratuvarlarında gerçekleştirilen400’den fazla deney, resmi kurum ve kuruluşlar tarafından akredite oldu. Bir günde 2500’ü aşkın deney gerçekleştiren Şirket, geçtiğimiz yıl 1 milyona yakın deney çalışmasını tamamladı.

Toplam 184 çalışanı bulunan akredite laboratuvarlar, farklı sektörlerden kurum ve kuruluşlara hizmet veriyor. Tüpraş laboratuvarlarında yapılan analizlerin doğruluğu, ulusal ve uluslararası karşılaştırma testleri düzenleyicilerinin sunduğu programlarla sürekli olarak takip ediliyor. Tüpraş laboratuvarları, sahip olduğu akreditasyonların haricinde Yapı Malzemeleri Yönetmeliği (305/2011/AB) gerekliliğine göre CE belgesini de elinde bulunduruyor. Ayrıca Tüpraş laboratuvarlarında yapılan bitüm ve bitümlü bağlayıcılar analizleri, Türk Akreditasyon Kurumu haricinde tarafsız bir kuruluşça da denetleniyor. Tüm faaliyetlerini entegre yönetim sistemi çerçevesinde sürdüren Tüpraş, ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi, ISO 14001 Çevre Yönetim Sistemi, OHSAS 18001 İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemi ve ISO 50001 Enerji Yönetim Sistemi, ISO 17025 Laboratuvar yönetim sistemi sertifikalarıyla hizmet veriyor.

Yerli ve milli teknoloji ile gelişeceğiz

1977 yılında suyun ve enerjinin etkin kullanılması ilkesiyle ve yüzde 100 yerli sermaye ile kurulan Masdaf, Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası kapsamında yerli ve milli sanayinin gücüne ve önemine dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Pompa sektöründeki inovatif ürün ve hizmetleri ile hem yurt içinde hem de küresel rekabette değer zincirinin önemli bir halkasını oluşturduklarını belirten Masdaf Yönetim Kurulu Üyesi Denizhan Polatoğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Cari açığı kapatmanın yolu katma değeri yüksek olan yerli ve milli teknolojilerden geçiyor. Masdaf olarak 52 bin metre kare alan üzerine kurulu üretim tesislerimizde geliştirdiğimiz inovatif ve rekabetçi pompa teknolojilerimiz ile hem iç pazardaki talebi karşılıyoruz hem de 65’den fazla ülkeye ihracat yapıyoruz. Hedef pazarlardaki tüketici eğilimlerini yakından takip edip, müşterilerimizin nabzını tutuyoruz ve bu doğrultuda AR-GE faaliyetlerimize yön veriyoruz. Kısacası iç pazardaki motivasyonumuzla yetinmiyoruz, global pazarlarda markalaşma yolunda önemli adımlar atıyoruz.” dedi.

Üretim süreçlerimizde % 20’lere varan verim artışı sağladık

Türk sanayisinin hem teknolojik altyapısıyla hem de mühendislik gücüyle dünyadaki gelişmelere kısa sürede adapte olduğunu belirten Polatoğlu, “İlk kez 2011 yılında Almanya’da bir fuarda telaffuz edilen endüstri 4.0, Masdaf dahil alanında lider sanayi kuruluşlarının üretim süreçlerine adapte edildi. Dijitalleşen üretim süreçleri, Türk sanayicilerine global pazarlarda rekabet üstünlüğünün yanı sıra yüzde 15 -20 sanayi verimliliği sağladı. Ayrıca dünya üretim zincirinden daha fazla pay alan bir Türk sanayisi yarattı. Biz de Masdaf olarak Endüstri 4.0 kapsamında hayata geçirdiğimiz teknoloji yatırımlarımızla üretim süreçlerimizde yüzde 20’lere varan verim artışı sağladık. 

Su kayıp ve kaçaklarını önlüyoruz

Türk sanayisinin hayatımızı kolaylaştıran “akıllı ürünler” konusunda da global markalara karşı rekabet üstünlüğü sağladığını belirten Polatoğlu, konuyu pompa özelinde ele alarak, yerli ve milli olan “akıllı pompa” teknolojilerinin, su ve enerji kaynaklarının verimli kullanımı açısından sağladığı faydaya dikkat çekti: “Küresel ısınmadan doğrudan etkilenen su kaynaklarının yanlış yönetimi ve kullanımı nedeniyle dünya nüfusunun yüzde 40’ı susuzluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK), Türkiye nüfusunun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağını öngörüyor. Bu durumda da kişi başına düşen su miktarının 1.120 m³/yıl olması bekleniyor. Kısacası artan nüfusumuzla birlikte “su fakiri” bir ülke olma yolunda ilerliyoruz. Hem ham su transferi ve dağıtımı hem de kullanım sonrası oluşan atık suların etkili ve verimli bir şekilde yönetilmesi, ekosistem ve dolayısıyla geleceğimiz için hayati önem taşıyor.”

Arçelik Asya Pasifikte ortak şirket kuruyor

Arçelik global büyüme yolculuğunda attığı önemli adımlara bir yenisini daha ekledi.  Güneydoğu Asya pazarının önemli oyuncusu Hitachi GLS’nın Japonya dışında Hitachi markalı beyaz eşya sektöründeki tüm faaliyetlerinin bir şirket altında toplanması ve kurulacak şirketin yüzde 60’ının Arçelik tarafından alınması için ortaklık anlaşması imzalandı. Arçelik’in global yetkinliği, Hitachi’nin bölgesel ve marka gücünü bir araya getirecek olan yeni şirket, Hitachi GLS’nin Çin ve Tayland’da bulunan iki üretim ve 10 satış şirketi ile 3.800 çalışanını devralacak. Hitachi markasıyla üretim ve pazarlama faaliyeti yapacak olan yeni şirketin, Arçelik’in küresel büyümesine güç katması ve Asya Pasifik bölgesinin lider oyuncusu olması hedefleniyor.

Koç Holding CEO’su Levent Çakıroğlu, Arçelik’in bu önemli yatırımını, Koç Topluluğu’nun küresel büyüme yolculuğundaki stratejik bir hamle olarak gördüklerini belirtti. Çakıroğlu; “Ülkemiz ve Topluluğumuz için uzun vadeli değer yaratma hedefimiz ve küresel vizyonumuz doğrultusunda yatırımlarımızı kararlılıkla sürdürüyoruz” dedi. Koç Topluluğu iş yerlerinde 48 farklı dil konuşulduğunu, 64 üretim tesisi ve pazarlama şirketi bulunduğunu belirten Çakıroğlu şöyle devam etti: “Hızlı büyüyen Asya Pasifik bölgesi son yıllarda yeni yatırımlar için önemli bir merkeze dönüştü. Topluluğumuzun stratejik büyüme alanlarından biri olarak belirlediğimiz ve daha öncesinde yatırımlara başladığımız bu bölgede; Hitachi gibi güçlü bir oyuncu ile kurduğumuz iş birliği Arçelik’in global büyüme yolculuğunu hızlandıracak.” 

Ev teknolojilerinde Türkiye’nin lider, dünyanın önde gelen şirketi Arçelik, global büyüme yolculuğuna hız kesmeden devam ediyor. Arçelik, dayanıklı tüketim alanında Güneydoğu Asya pazarının önde gelen oyuncusu Hitachi GLS ile ortak şirket kurmak üzere anlaşma imzaladı. Yeni şirkette, Arçelik’in yüzde 60, Hitachi GLS’nin yüzde 40 oranında payları bulunacak. Arçelik’in global yetkinliği ile Hitachi GLS’nin bölgesel ve marka gücünü bir araya getirecek olan yeni şirket, Hitachi markalı ürünleri Japonya hariç, dünyanın tüm ülkelerinde tüketicilerle buluşturacak.  Ortaklık anlaşması, 16 Aralık’ta Koç Holding, Arçelik, Hitachi Ltd. ve Hitachi GLS’nin üst yönetimlerinin katıldığı sanal imza töreniyle hayata geçirildi.  

300 milyon dolar büyüklüğündeki (Yeni kurulacak şirketteki hisselerin %60’ı için net nakit/borç hariç ve tüm azınlık hakları dahil tutarı ifade etmektedir) işlem kapsamında; Hitachi GLS’nin 3.800 çalışana sahip, Çin ve Tayland’da bulunan 2 üretim ve 10 satış şirketi 2021 yılının ikinci çeyreğinde kurulacak yeni şirkete devredilecek. Arçelik ve Hitachi GLS’nin sürdürülebilirliği merkeze alan ortak vizyonlarını da aktaracakları yeni şirket, toplum ve çevre için değer üretmeye odaklı bir yaklaşımla da önemli bir rol üstlenecek.

Koç Holding Dayanıklı Tüketim Grubu Başkanı Fatih Kemal Ebiçlioğlu: “Bugün global büyüme stratejimize ivme kazandıran çok önemli bir iş birliğine daha imza atıyoruz” dedi. Yeni kurulacak şirkette Arçelik’in global iş yapma birikimi ve deneyimini, Hitachi markasının gücü ile birleştirmeyi hedeflediklerini belirten Koç Holding Dayanıklı Tüketim Grubu Başkanı Fatih Kemal Ebiçlioğlu, “Koç Topluluğu’nun küreselleşme yolculuğunda, dünya genelindeki 12 markası ve 22 üretim tesisiyle önemli bir yere sahip olan Arçelik, küresel büyüme stratejisine ivme kazandıran adımlarına bir yenisini daha ekledi. Bu önemli iş birliği ile Arçelik Asya Pasifik bölgesinde büyüme stratejisini güçlendiren ve rekabetçiliğini artıran bir adım attı. Küresel büyüme yolculuğunu sürdüren Arçelik, bugün 150’ye yakın ülkede faaliyetlerini sürdürüyor.  Ortaklık anlaşmasıyla bu yolculuk daha da etkileyici bir boyut kazanıyor “dedi.

Güneş enerjisi doğalgazın yerini alacak

Güneş enerjisinin evlerde ısıtma amacıyla kullanılabileceğine dikkat çeken ISOMER Isıtma Soğutma Merkezi Genel Koordinatörü İlgin Eray, “Daha temiz bir dünya için fosil yakıtların kullanımını azaltmalıyız. Elimizde güneş gibi sonsuz bir kaynak ve ısı pompası gibi Avrupa’da uzun yıllardır kullanılan bir sistem var. Güneş enerjisinden beslenen ısı pompası ile evler ısıtılabilir ve evlerin sıcak su ihtiyacı karşılanabilir. Bu sistem hem maliyeti düşürür hem de Türkiye’nin enerji ithalatını azaltır.” dedi.

Türkiye’nin ısıtma ihtiyacının büyük bölümünü fosil yakıtlardan karşıladığına dikkat çeken ISOMER Isıtma Soğutma Merkezi Genel Koordinatörü İlgin Eray, “Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu, evlerini doğalgaz ile ısıtıyor. Doğalgaz da fosil yakıtların türevlerinden bir tanesidir. Kombiler doğalgazı yaktığı zaman bir emisyon ortaya çıkar. Kömür, odun ve fuel oil kadar havayı kirletmese de doğalgaz da havayı kirletir. Türkiye coğrafi konumu gereği güneş enerjisi potansiyeli bakımından zengin bir ülke. Elimizde güneş gibi sonsuz bir kaynak ve ısı pompası gibi Avrupa’da uzun yıllardır kullanılan bir sistem var. Güneş enerjisinden beslenen ısı pompası ile evler ısıtılabilir ve evlerin sıcak su ihtiyacı karşılanabilir. Bu sistem hem maliyeti düşürür hem de Türkiye’nin enerji ithalatını azaltır.” dedi. Türkiye’nin ısı pompası hakkında fazla bilgi sahibi olmadığına dikkat çeken İlgin Eray, sistemi ve çalışma prensibi için “Avrupa’da yıllardır kullanılan ısı pompası, ısı enerjisini bir ortamdan diğer bir ortama taşıma prensibine dayanan ve elektrikle beslenen bir sistemdir.” dedi.

Türk Traktör çalışanlarıyla bağlılığını arttırdı

Türk Traktör İK Direktörü Osman Özdemir: “Pandemi sürecinde, çalışanlarımız için ‘pozitif, etkili, ihtiyaç ve beklentilere uygun’ deneyimler tasarladık. Tüm bu uygulamalarımız ile çalışan bağlılık skorumuzu 9,6 puan arttırarak 80 puana taşıdık.’ dedi.

İki üretim tesisi ve 2 bin 500’den fazla çalışanıyla ülke ekonomisine katkısını sürdüren Türk Traktör, pandemi döneminde çalışan deneyimini üst seviyelere taşıyan birçok uygulamaya imzasını attı. 

Türk Traktör İK Direktörü Osman Özdemir, tüm dünya için zorlu koşullar yaratan salgın döneminde, bu sürecin toplum, iş ve sosyal yaşam üzerindeki etkilerine odakladıklarını belirtti: İlk kez deneyimlediğimiz durumlara çözümler üretmeye ve alışık olmadığımız sorulara yanıtlar bulmaya çalıştık. Sağlığa verdiğimiz öncelik ve ‘En önemli sermayemiz, insan kaynağımızdır’ yaklaşımımızla, yaşadığımız deneyimi bir bütün olarak, tüm boyutlarıyla ele aldık. Pandemi öncesinde şirketimizin öncelikli stratejileri arasında yer alan ‘Çevik Dönüşüm’ çalışmaları kapsamında pandemi süresince de çevik çalışan deneyimi çalışmalarını sürdürdük ve organizasyonumuza oldukça etkin şekilde katma değer sağladık.”

Osman Özdemir, pandemiyle birlikte İK Yönetimi olarak başta Pandemi Özelinde Alınan Önlemler, Uzaktan Çalışma, Çalışan Deneyimi, Dijitalleşme ve  Değişim Yönetimi olmak üzere farklı alanları ajandalarında önceliklendirdiklerini söyledi ve “Pandemi öncesinde, esnek çalışma uygulamamız, çalışma modellerimiz içerisinde yer alıyordu. Pandemiyle birlikte ise, ‘uzaktan çalışma’ modeli, iş hayatımıza çok hızlı bir şekilde girdi. Uzaktan çalışma deneyiminde, İK strateji ve uygulamalarımız ile dijital sistemlerimiz, çalışma kültürümüzün hızla dönüşmesini sağladı.” dedi.

Uzaktan çalışmanın pandemi sonrasında da uygulanabilir olduğunu düşünerek uygun olan iş birimleri için haftanın bir gününü uzaktan çalışma için kalıcı hale getirdiklerini sözlerine ekleyen Özdemir; “İşe alım ve oryantasyon süreçlerimizdeki çevrimiçi uygulamalarımız da devam edebilecek nitelikte. Davranışsal, teknik ve liderlik gelişimi için düzenlediğimiz programları çevrimiçi ve fiziki olabilecek şekilde hibrit yapıda devam ettirebilmek için altyapı çalışmalarımızı yapıyoruz. Ayrıca çevrimiçi yapmaya başladığımız staj süreçleri, ödüllendirme süreçleri ve üniversite etkinlikleri de çevrimiçi ve fiziki, yani hibrit yapıda devam edebilecek” diye açıkladı.

“Dijital Dönüşümün avantajlarını, bu dönemde daha fazla deneyimledik”

Osman Özdemir, yaşanan dijital dönüşümün özellikle İnsan Kaynakları’na etkisinin oldukça fazla olduğunu da ifade ederek,“İK sistemi ve uygulamalarımız, uzun zamandır bir dijital dönüşüm sürecinin içindeydi. Pandemi ile birlikte bu dijitalleşme de ivme kazandı. İşe alım ve oryantasyon süreçleri, gelişim programları, performans ve yetenek yönetimi, çalışan deneyimi programları, geribildirim mekanizmaları gibi birçok konuda dijital çözümler hayati önem taşıyor ve teknolojik yaklaşımlar değişim yönetiminin etkisini artırıyor. Bu nedenle, dijital dönüşüm kapsamında yaptığımız çalışmaların avantajlarını bu zorlu değişim sürecinde daha fazla gördük. Pandemi sürecinin çalışma hayatında yarattığı dönüşümü bundan sonra da en iyi şekilde yönetmeye devam ederek, çalışan deneyiminde sürdürülebilirliği odağa alan yepyeni uygulamalar geliştireceğiz.

Doğalgaz kullanımı hava kalitesini artıyor

Dünyada her yıl 8.8 milyon kişi hava kirliliği nedeniyle hayatını kaybediyor. European Heart Journalisimli bilim dergisinde, Profesör Thomas Münzel imzasıyla yayımlanan rapora göre hava kirliliği sebebiyle hayatını kaybedenlerin sayısı tütün kullanımı nedeniyle hayatını kaybedenlerden daha fazla. “Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre hava kirliliğinin en önemli sebeplerinden biri ısınma amacıyla kullanılan odun ve kömür gibi parçacık salınımı yüksek yakıtlar” diyen Üçay Mühendislik Genel Koordinatörü Özgür Şahin, doğalgazın yanma sürecinde ortaya çıkan katı parçacık salınımı bakımından odun ve kömürden 25 kat daha az olduğuna dikkat çekti ve ekledi: “Doğalgaz kullanımı ile hava kalitesi arasında doğru orantı var.”

Mainz Üniversitesi’nden Profesör Thomas Münzel ve ekibi tarafından yapılan araştırmaya göre dünyada her yıl 8.8 milyon kişi, hava kirliliği sebebiyle hayatını daha erken kaybediyor. European Heart Journal isimli bilim dergisinde yayımlanan araştırma, hava kirliliği kaynaklı ölüm sayısının tütün ürünleri sebebiyle yaşanan ölümlerden daha fazla olduğunu da ispatlıyor. Hava kirliliğinin akciğer hastalıklarının yanı sıra kardiyovasküler rahatsızlıkların da sebebi olduğu araştırma sonucu ortaya çıkıyor.

Odun ve kömür yerine doğalgaz kullanımı artırılmalı

Hava kirliliğinin Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri olduğuna dikkat çeken Üçay Mühendislik Genel Koordinatörü Özgür Şahin, “Dünya Sağlık Örgütü’ne göre hava kirliliğinin en büyük sebebi sanayi kaynaklı kimyasallar ve evlerde ısınma amaçlı kullanılan yakıtlar. Sanayi bölgelerinin dışında görülen hava kirliliğinin sebebi ise doğrudan ısınma amaçlı kullanılan odun ve kömür kullanımı. Bu maddeler yanma sürecine girdiği andan itibaren içinde bulunan arsenik ve cıva gibi ağır metaller ortaya çıkarak atmosfere yayılır. Yanma sonucu ortaya çıkan kükürt dioksit ve azot dioksit gibi maddeler doğrudan akciğer ve solunum yolu tahribatına sebep olan kirleticilerdir. Fakat doğalgazın yanma sürecinde ortaya çıkan katı parçacık salınımı,odun ve kömürden 25 kat daha azdır. Bu sebeple doğalgaz insan sağlığı açısından daha güvenlidir.” dedi.

Bakanlık verileri doğalgazın hava kalitesine etkisini doğruluyor

Doğalgaz kullanımı ile hava temizliği arasında doğru orantı olduğunu belirten Üçay Mühendislik Genel Koordinatörü Özgür Şahin şu bilgileri paylaştı: “Türkiye genelinde doğalgazın kullanılmaya başlamasıyla birlikte Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre 2007’den 2010’a hava kirliliği yükünde yüzde 29 azalma sağlanırken kükürt dioksit oranında da yüzde 43 iyileşme görüldü.2000 yılı öncesinde dünya standartlarına göre 1 metreküp havada bulunması gereken maksimum 150 mikrogram kükürtdioksit oranı İstanbul’da 2 bin 330 mikrograma kadar yükselmişti. Günümüzde sanayi tesisi ve taşıt sayısı artmasına rağmen tüm şehirlerimizin hava kalitesi geçmiş yıllara oranla daha iyi. Bunun sebebi doğalgaz kullanımının artmasıdır.”

“Doğalgaz diğer tüm seçeneklerden daha hesaplıdır”

Doğalgazın bilinenin aksine fiyat açısından daha uygun olduğunu belirten Özgür Şahin, “Çevreci bir kaynak olan doğalgaz aynı zamanda diğer tüm seçeneklerden daha hesaplıdır. Doğalgaz ile bir evin ısınma, mutfak ocağı ve sıcak su ihtiyacı konforlu şekilde karşılanır. Bu ihtiyaçlar giderilirken yılın büyük bölümünde çok düşük faturalar ödenir. Fakat ısınmada kömür, mutfakta tüp, sıcak su ihtiyacında elektrikli sistemler kullanıldığında maliyetler daha yüksek olacaktır. Buna bir de yıllık ev boyama ve tadilat maliyetleri eklendiğinde rakamlar daha da artacaktır. Vatandaşlar hem toplum sağlığını hem de bütçelerini düşünerek doğalgazı tercih etmelidir.” şeklinde konuştu.

Güneş enerjisi teknolojilerine ‘ARENA’ imzası

Türkiye’nin en büyük teknoloji şirketlerinden biri olan Arena, Borsa İstanbul’da yaptığı son açıklamada şirket bünyesinde “Yenilenebilir Enerji Teknolojileri” iş biriminin kurulmasına karar verdiğini duyurdu. 

Birim bünyesinde, başta güneş enerjisi olmak üzere yenilenebilir temiz enerji üretimi teknolojilerine ait ürünlerin dağıtımı yapılacak. 

Türkiye’nin lider teknoloji sağlayıcısı Arena, duyurduğu “Yenilenebilir Enerji Teknolojileri” iş birimi altında ilk aşamada Set Photo – Voltaic (PV) güneş enerjisi panellerinin, Huawei Güneş Paneli Inverter’larının ve Nexans Solar Kablo ürünlerinin dağıtımı yapılacak. Bununla birlikte birimin çatısı altında, iş ortakları ve müşterilerin ihtiyaç duyabileceği finansal çözüm ve teknik destek hizmetleri sunulacak. 

“Tüm dünya ve tabii ki ülkemizde küresel ısınmaya bağlı olarak artan doğa felaketleri ve oluşan çevre bilinci insanlığı fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeye zorluyor. Bu bilinç ile yenilenebilir enerji kaynaklarına olan yatırımlar artarken, bu yatırımların ana öğesi olan teknoloji ürünlerinin maliyetleri düşüyor. Bu da doğal olarak yatırımları mali olarak cazip hale getiriyor” diyen Arena Grup CEO’su Serkan Çelik sözlerine şöyle devam etti; “Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) Yenilenebilir Enerji 2020 Raporu’nda, yeni tip koronavirüse (Kovid-19) rağmen dünyada bu yıl yenilenebilir enerji yüzde 4 artışla rekor büyümeye imza atacak. Ülkemizde de enerji ihtiyacına bağlı olarak gerek devletimizin yenilenebilir enerji yatırımlarına sağladığı teşvikler ile gerekse bu yatırımların her geçen gün finansal olarak daha avantajlı hale gelmesi ile büyüyen bir yenilenebilir enerji üretim kapasitesi görüyoruz.” dedi.

Petrol Ofisi Vava Cars’ı tercih ediyor

Petrol Ofisi Auto Matic filo yönetimi müşterileri araç satış süreçlerini de kolaylıkla ve güvenle yürütebilecek. Petrol Ofisi Automatic Filo Yönetimi müşterileri artık öz mal filo araçlarının satışını da Petrol Ofisi’nin kardeş şirketi Vava Cars ile kolayca yapabilecek. Bunun için Automatic Filo müşterilerinin sadece Petrol Ofisi web sitesinden form doldurmaları yeterli. Formun ardından Vava Cars temsilcileri en kısa sürede filo firması yetkililerine direkt ulaşarak işlemleri başlatacak.

Vava Cars’ta en önem verilen konuların başında gelen “Şeffaf Hizmet” ile Automatic Filo Yönetimi’nin sağladığı “hızlı, kolay ve yenilikçi” hizmeti buluşturan bu işbirliği sayesinde,Automatic Filo Yönetimi müşterilerinin filo araç satış süreci hızlı ve sunulan özel çözümler ile avantajlı hale gelecek. 

Filo araçların satışı Vava Cars’a emanet

İkinci el araç sektörüne Mart 2019’da giriş yapan Vava Cars, 1,5 sene gibi kısa bir sürede İstanbul’dan başlayarak, Bursa, İzmir ve Ankara’da araç alım merkezlerinin kapılarını açtı. “Dünyanın en güvenilir araç ticareti platformu” olma hedefiyle yola çıkan Vava Cars, modern, üstün hizmet kalitesi ile araçların satış sürecini hızlı, güvenli hale getiriyor. Vava Cars ile filo müşterilerinin araç satış süreçleri uzman yetkililer ve ayrıcalıklı hizmet anlayışı ile özel olarak yürütülüyor. Vava Cars İş Geliştirme ve Operasyon Direktörü Tuluy Noyan, “Vava Cars olarak müşterilerimize sunduğumuz deneyimi her şeyin üzerine tutuyoruz. Petrol Ofisi’nin filo müşterilerine, akaryakıt yönetiminde sağladığı kazançlı ve ihtiyaca yönelik sunduğu etkin çözüm kalitesini,filo satış sürecinde de biz sürdürerek yanlarında olacağız. ” dedi.

Enerji tasarrufu için doğru kompresör seçilmeli

Endüstride işletmelerin enerji tasarrufu sağlayabilmesi için en önemli kriterlerden biri ihtiyaca göre doğru kompresör ve ekipmanların belirlenmesidir. Her işletmenin basınçlı hava debi tüketimi birbirinden farklılıklar gösterir. Farklı endüstriler aynı toplam debiyi tüketmelerine rağmen, basınçlı hava tüketiminde oluşan değişiklikler nedeniyle aynı tip kompresörlerin seçilmemesi gerekir.

İşletmelerin performanslarında yüksek verimlilik sağlamaları için ihtiyaca yönelik uygun kompresör ve ekipmanları belirlemenin önemine dikkat çeken Atlas Copco Kompresör Tekniği Ürün ve Pazarlama Uzmanı Erdem Enç, “Kompresörü doğru boyutta seçmek çok önemlidir. Aynı zamanda basınçlı havadan beklenen kalite de kompresör seçiminde önemli kriterlerden biridir. Her işletmenin ihtiyacı farklıdır. Kurumun ihtiyacına yönelik seçilecek en uygun ve doğru boyuttaki kompresör işletmelere önemli oranda enerji tasarrufu sağlar.” dedi.

İşletmelerin ihtiyacına göre en uygun kompresörü seçerken nelere dikkat edilmesi gerektiğini detaylı olarak paylaşan Atlas Copco Kompresör Tekniği Ürün ve Pazarlama Uzmanı Erdem Enç, “Hava  kalitesinin, debi ihtiyacının ve basıncının belirlenmesi ile debi tüketiminin günlük dağılımının tespitinin yapılması sonucu ihtiyaca göre seçilecek en uygun kompresör ve ekipmanlarla işletmeler daha verimli çalışma sonuçlarına ulaşacaktır. Kurumlar, ihtiyaçlarına uygun kompresör ve ekipmanları belirlemek için, alanında lider bir teknolojiye sahip olan Atlas Copco Kompresör Tekniği olarak ücretsiz sunduğumuz mühendislik hizmetlerinden faydalanabilirler.” dedi.

Hava kalitesinin belirlenmesi

Endüstri tipine göre basınçlı havanın kalitesinin değişiklik gösterdiğini belirten Erdem Enç, “Kompresörler için bu kalite sınıfı yağlı veya yağsız teknoloji olarak ikiye ayrılır. İlaç, gıda, elektronik gibi son ürün kalitesinin hayati önem taşıdığı işletmelerde, yağsız kompresör sistemleri kullanılmalıdır. Yağsız kompresör yerine, yağlı kompresör kullanılması ve havanın daha sonra filtreler ile yağsızlaştırılmaya çalışılması havayı yağsız hale getirmez. Seçimin yağsız kompresörden yana kullanılması sıfır risk almak anlamına gelir. Atlas Copco Kompresör Tekniği yağsız hava kompresörleri ISO 8573-1 CLASS 0 (2010) ve ISO 22000 sertifikası ile uyumlu %100 saf ve temiz hava sağlar. Bu da sıfır kirlenme riski, sıfır hasarlı ürün riski, sıfır arıza süresi riski ve şirketinizin büyük emeklerle kazandığı itibarına sıfır zarar gelme riski anlamına gelir.” dedi. 

Debi ihtiyacının ve basıncının belirlenmesi

Kompresör büyüklüğünün belirlenmesindeki ikinci etken debi ve basınç olduğunu söyleyen Erdem Enç, “Hava kullanan ekipmanların çalışma basınçlarını ve boru hattındaki kaybı dikkate alarak kompresörün basıncının belirlenmesi gerekir. Basınç belirlendikten sonra debi ihtiyacının belirlenmesi ile doğru kompresör seçimine bir adım daha yaklaşmış olursunuz. Var olan bir işletme için çalışan kompresör üzerinden bu değer yaklaşık olarak hesaplanabilir. Yeni işletmeler içinse ya aynı işi yapan bir işletme ile kıyas yapılması ya da hava kullanan ekipmanların tüketimlerinin ve yük durumlarının belirlenmesinde önemli bir yol gösterici olacaktır. Ayrıca bunların hangi kombinasyonlarının çalışacağının netleştirilmesi, regülasyon boşluklarına düşmemek ve küçük debi ihtiyaçlarında yüksek kW gücüneki kompresörlerin çalışmasını önlemek adına önem taşır.” dedi.