25.1 C
İstanbul
Salı, Haziran 17, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 47

Yüksek Enerji Astrofiziği Araştırma Uydusu Projesi Hayata Geçiyor

Sabancı Üniversitesi, Türkiye Uzay Ajansı (TUA) ve TÜBİTAK Uzay ile yapacağı “Artırılmış X-Işını Zamanlama ve Polarimetri Uydusu Geniş Alan İzleme Uygulama Yazılımı” projesinde Türkiye’de astrofizik amaçlı enstrüman tasarlayan ve üreten tek laboratuvar olan Yüksek Enerji Astrofiziği Algılayıcı Laboratuvarı’na ev sahipliği yapacak.

Türkiye’nin Milli Uzay Programı’nın hayata geçmesi ve açıklanan hedeflere ulaşmaya katkı sağlayacak dört önemli projeden biri olan “Artırılmış X-Işını Zamanlama ve Polarimetri Uydusu Geniş Alan İzleme Uygulama Yazılımı” projesi Türkiye Uzay Ajansı, TÜBİTAK Uzay ve Sabancı Üniversitesi’nin imzaladığı protokol ile hayata geçiyor.

İmzalanan bu protokol ile Sabancı Üniversitesi, uydu verilerinin hizmet edeceği yüksek enerji astrofiziği alanındaki uzman kadrosu ile Türkiye’de astrofizik amaçlı enstrüman tasarlayan ve üreten tek laboratuvar olan Yüksek Enerji Astrofiziği Algılayıcı Laboratuvarı’na ev sahipliği yapacak.

Wide Field Monitor (WFM) algılayıcısına teknik ve bilimsel yönden hakim olan Sabancı Üniversitesi ve uydu yazılımı ve proje yönetimi konusunda önemli tecrübeye sahip olan TÜBİTAK Uzay Enstitüsü projeyi birlikte gerçekleştiriyor.

Bilimsel anlamda proje, Türkiye’de yüksek enerji gökbilimi alanında çalışan tüm bilim insanlarına “Artırılmış X-Işını Zamanlama ve Polarimetri” (The Enchanced X-Ray Timingand Polarimetry-eXTP) uydusunun yeteneklerini tanıtacak ve kendi araştırma alanlarında kullanmalarının yolunu açacak. Bu ön hazırlık Türk bilim insanlarını uydu çalışır hale geldiğinde bilimsel veri girdisi ve yayın çıktısı anlamında camia olarak en uygun konuma getirecek.

Projenin Sabancı Üniversitesi yürütücüsü Prof. Dr. Emrah Kalemci, kurucusu olduğu HEALAB’da eXTP üzerindeki yarı iletken algılayıcıların küçük versiyonlarını geliştiriyor. Türk takımının ESA’ya bağlı diğer ülke takımları ile koordinasyondan da sorumlu olan Kalemci, WFM benzeri kodlanmış maske sistemleri ve x ışını veri analizinde uzman. Sabancı Üniversitesi öğretim üyeleri Doç. Dr. Ayhan Bozkurt ve Doç. Dr. Ahmet Onat projeye güvenli yazılımdan sorumlu sistem mühendisleri olarak destek verecek. eXTP Bilim Takımı’nın bir üyesi olan Prof. Dr. Ersin Göğüş ise projenin Türkiye’deki bilim tarafını üstlenecek ve uydunun bilimsel kapasitesinin Türkiye bilim insanlarına aktarımı için çalıştay ve benzeri etkinlikleri Türkiye Uzay Ajansı ile koordinasyon içerisinde düzenleyecek.

eXTP Projesi, evrendeki en ilginç ve en şiddetli parlamaları yapan gök cisimlerini (kara delikler, nötron yıldızları, gamma ışını patlamaları) tespit edebilen, dev gözlem aletleri ile bu gök cisimlerinin fiziğini hem tayfsal, hem zamansal ve aynı zamanda polarimetrik olarak araştırabilecek bir x-ışını uydu projesidir. Uluslararası Projede uydu platformunu Çin yapacak, dört faydalı yükün ikisi Çin, ikisi Avrupa ülkeleri (European Space Agency – ESA) tarafından gerçekleştirilecek. A fazı tamamlanan projenin B fazı da başladı. Türkiye bu projeye B fazından itibaren dahil olacak. Türkiye’de yürütülecek çalışmaların uzun vadeli amacı, tasarım ve üretim süreci devam eden eXTP uydusundaki dört ana gözlem aletinden biri olan Wide Field Monitor (WFM) algılayıcı sisteminin uygulama kodunu yazmak, böylece eXTP uydusunda hem bilimsel hem teknik olarak Türk bilim insanlarının ve mühendislerinin var olmasını sağlamak.

Capital 500 Ödülleri Sahiplerini Buldu

Capital Dergisi tarafından, Koç Sistem ana sponsorluğunda organize edilen Capital500 Zirvesi ve Ödül Töreni’nde, Capital500 Araştırması sonuçlarına göre dereceye giren şirketler ödüllerini aldı.  Etkinlikte ayrıca iş liderlerine yeni döneme ilişkin vizyon ve perspektif sunan4 farklı başlıkta paneller gerçekleştirildi.

Bu yıl 23’üncüsü gerçekleştirilen “Türkiye’nin En Büyük 500 Özel Şirketi Araştırması”na göre “Türkiye’nin En Büyük Şirketleri”, Tüpraş, Türk Hava Yolları ve Petrol Ofisi oldu. Capital500 Onur Ödülü ise bu yıl Anadolu Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan’a takdim edildi.

Capital500 Zirvesi ve Ödül Töreni’nin açılış konuşmasında, Koç Sistem Genel Müdürü Mehmet Ali Akarca, “Günümüzde kurumların yapısal reformu dijital dönüşümdür. Veribilimini işlerimizin ayrılmaz bir parçası haline getirebilmeli, bunu yapabilmek için de nitelikli işgücüne ve yenilikçi çözümlere olan yatırımlarımızı sürdürmeliyiz” dedi.

İSTANBUL–Capital Dergisi tarafından Koç Sistem ana sponsorluğunda düzenlenen “Capital500 Zirvesi ve Ödül Töreni”,iş dünyası liderlerinin katılımıyla dijital olarak gerçekleşti. “Türkiye’nin En Büyük 500 Özel Şirketi Araştırması” sonuçlarının açıklandığı zirvede açılış konuşmalarını Capital ve Ekonomist Dergileri Yayın Direktörü Sedef Seçkin Büyük ile Koç Sistem Genel Müdürü Mehmet Ali Akarca yaptı. Törene Doğan Dış Ticaret, Odeabank ve Jolly Tur da oturum sponsoru olarak destek verdi.

Türkiye’de ilk defa Capital Dergisi tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’nin En Büyük 500 Özel Şirketi Araştırması”nda, ülke ekonomisinin sürdürülebilir zeminde büyümesine katkı sağlayan şirketler, ciro büyüklüğüne göre sıralanıyor. Capital Dergisi’nin Ağustos 2020 sayısında yayınlanan “Türkiye’nin En Büyük Şirketleri” sıralamasında ilk üçte2019 yılı cirolarına göre sırasıyla Tüpraş, Türk Hava Yolları ve Petrol Ofisi şirketleri yer aldı.

“Veribilimi ve nitelikli işgücüne ağırlık vermeliyiz”

Capital500 Zirvesi ve Ödül Töreni’nin açılış konuşmasını yapan Koç Sistem Genel Müdürü Mehmet Ali Akarca, “Girişimcilik ekosisteminin desteklendiği; “nitelikli insan kaynağı”nın yetişmesine yönelik yatırımların hız kesmeden devam ettiği bir süreçle Türkiye, dünyada dijital dönüşüm yolculuğunda örnek gösterilen ülkeler arasında yerini alacaktır” diyerek şunları ifade etti:

“Türkiye ekonomisinin dinamizmini yansıtan Capital500 şirketlerinin küresel rekabete yönelik güçlü faaliyetleri, içinde bulunduğumuz pandemi koşullarına rağmen bizlere gelecek için ümit veriyor. Günümüzde rekabetçiliğin kurallarını, büyük ölçüde, kurumların dijital dönüşümdeki başarılarının belirlediğine tanık oluyoruz. Ben bu gerçeği, birçok platformda, kurumların yapısal reformu “dijital dönüşümdür” diyerek özetliyorum. Küresel ekonominin yüzde 25’ini dijital şirketler oluştururken, artık bugün kültürü ve iş yapma tarzlarıyla dijital ve küresel ekosistemde yer almak, şirketler için “yaşamsal” öneme sahiptir.Capital500 şirketleri büyük oranda dijital farkındalığı yüksek kurumlardan oluşuyor. Bununla birlikte ekonomide büyümeye odaklı bütün kurumlarımızda veribilimini işimizin ayrılmaz bir bileşeni haline getirebilmeliyiz. Veri odaklı karar süreçlerini hayata geçirebilmek için nitelikli işgücüne ve yenilikçi çözümlere yatırımlarımızı sürdürmeliyiz. Dijitalleşmede göstereceğimiz kararlılık; ölçeği fark etmeksizin tüm kurumların ve Türkiye ekonomisinin gelişmesine önemli bir ivme kazandıracaktır. Capital500 sıralamasına giren tüm şirketlerimizi kutlar, bu geleneği dirençle sürdüren Capital ekibine de başarılarının devamını dilerim.”

Türkiye’nin büyüme, kârlılık, ihracat ve istihdam  liderleri

Capital500 Araştırması, en güncel ve net verilerle özel sektörün gücünü ortaya koyan, sektör ve şirket ayrımı yapmaksızın özel sektörü tüm yönleriyle kapsayan tek araştırma olması sebebiyle, iş dünyasında ayrı bir önem taşıyor. “Türkiye’nin En Büyük 500 Özel Şirketi Araştırması”nda şirketler ciro rakamlarına göre listelenirken kârlılık, ihracat ve istihdam rakamlarına göre de değerlendirildi.

Araştırmada “En Çok Kar Eden Şirketler” zirvesine sırası ile Ereğli Demir Çelik, Türk Hava Yolları ve Enka İnşaat yerleşirken, “En Fazla İhracat Yapan Şirketler” sıralaması için ilk üçte Ford Otosan, Toyota Otomotiv ve Arçelik yer aldı. 

Koluman Motorlu Araçlar, Tab Gıda ve Ege Profil sırasıyla “İhracatını En Fazla Artıran Şirketler” olarak duyurulurken, A101 Mağazacılık, BİM Birleşik Mağazacılık ve RC Rönesans İnşaat “En Fazla Çalışanı Olan Şirketler” olarak belirlendi. “İstihdamını En Çok Artıran Şirketler” kategorisinde ise yine ilk üçe Detaş Sac Profil Demir Çelik, Odaş Elektrik Üretimi ve Limak İnşaat girdi. Capital500 Onur Ödülü ise Anadolu Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan’a takdim edildi.

Mitsubishi bir kez daha CDP Çevre Kuruluşu’nun iklim ve su listesinde

Mitsubishi Electric Corporation; iklim değişikliği ve su faaliyetlerinin,kâr amacı gütmeyen uluslararası bir kuruluş olan CDP tarafından “A Listesine” lâyık görüldüğünü açıkladı. En yüksek derecede verilen bu not, Mitsubishi Electric’in ticari faaliyetleri ve hedeflerinin çevreye verdiği önemin yanı sıra gerekli bilgileri zamanında ve uygun bir şekilde kamuoyuyla paylaştığını da kanıtlıyor. Mitsubishi Electric, iklim değişiklik kategorisinde dört farklı yılda ve su kategorisinde arka arkaya beş yıldır A Listesinde yer alıyor. Mitsubishi Electric’in çevre inisiyatifleri; düşük karbonlu, geri dönüşüme dayalı bir toplumun oluşturulması ve biyoçeşitliliğe saygı gösterilmesini vurgulayan2021 Çevre Vizyonu politikasını yansıtıyor. Şirket; Haziran 2019’da 2050 Çevresel Sürdürülebilirlik Vizyonu’nu” Herkes için daha iyi bir gelecek sunmak amacıyla hava, kara ve su kaynaklarını kalbimiz ve teknolojilerimizle korumak”olarak açıkladı. Bu politika; dekarbonizasyon ve daha sürdürülebilir bir gelecek gerçekleştirmek için global değer zincirleri, enerji tasarruflu ürün ve sistemlerle altyapı açısından çevresel etkileri azaltmak amacıyla hazırlandı. CDP, tüm dünyada 106 trilyon USD tutarındaki fonları yöneten 515’i aşkın yatırımcının onayıyla şirket ve hükümetlerin çevre inisiyatiflerini değerlendirmektedir. İklim değişikliği, su ve ormanları etkileyen faaliyetlere ilişkin anketlerin ardından, CDP verileri değerlendirmekte ve sonuçları açıklamaktadır. A’dan D’ye sekiz sıra içeren son değerlendirme9 bin 600’den fazla firma tarafından yanıtlandı.

Tasarruflu peteklerle 8 Milyar tl kasamızda kalacak

1 metreküp doğal gaz için konutlarda ortalama 182,6 kuruş ödeyen tüketiciler, ısınmak için günde yaklaşık 20 TL harcıyor. Konutlarda yıllık ortalama 15 milyar metreküp doğal gazın tüketildiğine ve bunun ekonomik değerinin 28 milyar lira olduğuna dikkat çeken Enover Enerji Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Malik Çağlar, geliştirdiği EHP teknolojisinin yer aldığı peteklerin kullanımıyla doğal gazdan %30,5’e varan oranda tasarruf sağlayarak, yılda ortalama 8 milyar TL’nin cebimizde kalacağına dikkat çekiyor. Soğuk havaların gelmesiyle birlikte doğal gaz kullanımı artarken faturalar da cep yakıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2020 yılının ilk yarısına ait açıkladığı enerji tüketim harcamalarına göre, tüketiciler konutlarda 1 metreküp doğal gaz için ortalama 182,6 kuruş harcarken, 24 saat çalıştırdıkları kombilerinin maliyeti ise günlük 20 liraya ulaşıyor. Hem çok para harcayıp hem de verimli ısınamadan şikayetçi olan tüketicilerin kurtarıcısı ise tasarruflu petekler olabilir. Dünyada ilk ve tek, bilinen en hızlı, en verimli, en maliyet etkin ve en basit ısı transfer sistemini peteklerde kullanarak yüksek faturalara son vermeyi hedefleyen Enover Enerji Yönetim Kurulu Başkanı Malik Çağlar, doğal gazdan %30,5’e varan oranda tasarrufu sağlayan EHP’li peteklerle yılda neredeyse 8 milyar TL’nin kasada kalacağına dikkat çekiyor.

Konutlarda Yılda Ortalama 28 Milyar TL Harcanıyor

Türkiye’de son yıllarda Mart ve Nisan aylarının da soğuk geçmesiyle birlikte doğal gaz tüketimi ciddi artış gösteriyor. Pandemiyle birlikte evlerde izole olmaya çalışan hane halkının bu yıl da yüksek miktarda doğal gaz tüketimi gerçekleştireceği de düşünülüyor. Yıllık ortalama 15 milyar metreküp doğal gazın tüketildiği konutlarda yaklaşık 28 milyar TL’lik bir ödemenin gerçekleştiğine dikkat çeken Dr. Malik Çağlar’a göre, doğal gazdan tasarruf sağlamanın yolu kullanılan peteklerden geçiyor. Özellikle kış mevsimde konutlarda kullanılan eski teknolojiye sahip standart peteklerin tasarruf sağlamak için yeterli olmadığına dikkat çeken Çağlar, 11 yıllık Ar-Ge çalışması ile geliştirdikleri EHP teknolojili EHP’li petekler sayesinde verimli ve ekonomik ısınmanın mümkün olabildiğini aktarıyor.

EHP’li Peteklerle 8 Milyar TL Cepte Kalacak

Soğuk havalarla orantılı biçimde artan doğal gaz tüketimi ile faturalar kabarıyor. Günde ortalama 20 TL’lik doğal gaz tüketiminin gerçekleştiği konutlarda tasarrufun önündeki engeli ise yaklaşık yüz yıldır aynı teknoloji ile donatılan standart petekler oluşturuyor. Bu petekler, gerçek yaşam konforunu sağlayan 21 derecelik oda sıcaklığına yaklaşık 45 dakika gibi uzun sürelerde erişebiliyorken, verimli ısınmayı da sağlayamıyor. İçerisinde nano teknolojik partikülleri bulunduran EHP teknolojili peteklerle ise bir odayı muadillerine oranla 21 dereceye sadece 18 ile 22 dakika içerisinde ulaştırarak daha hızlı, daha verimli ve ekonomik ısınmayı mümkün kıldıklarını aktaran Enover Enerji Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Malik Çağlar,tüketicilerin ısınmada tasarruf sağlayabilmesi için geliştirilen EHP teknolojili peteklerle evlerde sadece doğal gazdan yüzde 30,5’e varan oranda tasarruf sağlandığını ve bu sayede yılda ortalama 8 milyar TL’lik harcamanın önüne geçileceğini belirtiyor.

Hastanelerde klimaların önemi arttı

Başta hastaneler olmak üzere, tüm sağlık kuruluşlarında klimalar hayati önem taşıyor. Modern bir HVAC sisteminin uzun vadeli fiziki ve operasyonel etki yaratacağını bilen sağlık kuruluşları, klimaların hastane koşullarına ve hijyen kurallarına uygunluğunun yanı sıra, binanın yapısına uyum sağlaması ve enerji dostu olmasını da önemsiyor. Çok katlı binalar için gelişmiş teknolojileri birleştiren entegre bir çözüm olan LG MULTI V, işletme maliyetlerini en aza indirirken maksimum enerji verimliliği sağlıyor ve İkili Algılama Kontrolü sayesinde nem ve sıcaklığı algılıyor. 2020 yılında ortaya çıkan ve tüm dünyada günlük hayatın yanı sıra, ekonomik hayatı etkileyen pandemi, zaten uzun yıllardır maliyetlerini kısmaya ve verimliliğini artırmaya çalışan sağlık sistemini de etkiledi. Başta hastaneler olmak üzere tüm sağlık kuruluşları artık kaynaklarını daha verimli, daha sürdürülebilir ve daha tasarruflu şekilde kullanmaya çalışıyor. Deloitte’un hazırladığı “2020 Global Health Care Outlook” raporuna göre, dünya genelinde sağlık sistemlerinin bir çoğu finansal anlamda sürdürülebilirliğini sağlayabilmek amacıyla çözüm yolu arayışında. Bir yandan finansal kesintiler, bir yandan düzenli şekilde devam eden işletme giderleri, diğer bir yandan da yenilenme zorunluluğu gelen tıbbi cihaz, demirbaş ve diğerleri… Tüm bu giderlere bir de yeni bina ihtiyacı eklenince iş içinden çıkılamaz bir hal alabiliyor. Bu nedenle, artık sağlık hizmeti sağlayıcıları bütçe kısıtlamalarıyla başa çıkmak amacıyla yeni bina yapmak yerine, var olanı yenileme yoluna gidiyor. Amerikan Sağlık Hizmetleri Mühendisliği Derneği ve Sağlık Tesisleri Yönetimi tarafından yapılan araştırma, hizmet binası renovasyonu ve genişletmelere yatırım yapanların (yüzde 74), yeni inşaat yapımına kaynak ayıranlardan (yüzde 31) daha fazla sayıda olduğunu gösteriyor.

FİNANSAL CHECK-UP’A DİKKAT

Uzmanlar, şirketlerin sürdürülebilirliği ve yeni sistemlere ayak uydurabilmesi için “Finansal Check-up” uyarısı yapıyor.

Bir yıla yakın zamandır tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs pandemisinin ekonomik anlamdaki etkileri şirketleri gelecek kaygısına sürüklüyor. Sürdürülebilirliğin büyük önem taşıdığı iş dünyasında, firmalar gelecek öngörüleri yaparak uzun vadeli çözümler arıyorlar. 

Yapılan araştırmalar Türkiye’deki şirket ömrünün ortalama 10-15 yıl arasında değiştiğini gösteriyor. Kayıtlara göre ülkemizdeki en eski şirket 1777 yılında kurulan ünlü lokum ve şekerleme markası. 1900 yılından önce kurulan ve halen faaliyetlerini sürdüren ise sadece 8 şirket bulunuyor. Bu rakamlar değerlendirildiğinde Türkiye’de şirketlerin kısa ömürlü olduğu ve devamlılık arz etmediği kanaatine varılıyor. 

Durum bu şekilde olunca firmaların, COVID-19 krizine karşı doğru stratejiler çerçevesinde profesyonel yöntemlerle ilerlemek durumunda olduğu ortaya çıkıyor. Bu noktada da profesyonel finans danışmanlığı şirketleri firmaların en büyük yardımcıları oluyor. 

Firmaların sadece kriz dönemlerinde değil her zaman finansal check-up yaptırıp mevcut durumları hakkında bilgi sahibi olarak ileriye yönelik stratejiler belirlemesinin sürdürülebilirlik için çok önemli olduğunu belirten, Dinamo Danışmanlık Kurucu Ortağı, Kamu Özel Ortaklığı ve Proje Finansmanı Uzmanı Fatih Kuran, “COVID-19 tüm dünya ekonomisini altüst ederken zaten şirket ömrünün kısa olduğu ülkemizde de panik havası estiriyor. Haliyle firmalar önlerini görebilmek ve yeni sistemlere ayak uydurabilmek için büyük çaba sarf ediyor. Bu tehlikenin farkında olan şirketler ‘büyüme’ kavramının başına ‘sürdürülebilir’ kelimesini eklediler. Kısa vadede hızla büyüdükten sonra devamlılık gösteremeyip büyük kayıplar yaşamak yerine; uzun vadede, kademeli ve istikrarlı bir büyümeye odaklandılar. 

Şirketlerin sürdürülebilir bir büyüme yakalayıp, uzun vadede başarılı olması için pek çok gereklilik söz konusu. Odaklanma, istikrarlı hareket etme, temkinli olma ancak yeri geldiğinde risk de alabilme, yumurtaların hepsini aynı sepete koymama, insan kaynağına yatırım yapma, inovasyon, verimlilik vb. konuları içeren uzun bir liste yapılabilir. Tabi burada en önemli konuların başında doğru finansal yönetim geliyor. İyi bir finansal yönetim şirketlerin uzun vadede istikrarlı şekilde büyümeleri ve mevcudiyetlerine devam etmeleri için kritik unsurlardan birini oluşturuyor. 

Ne kadar sağlıklı olduğumuzu düşünsek de her yıl en az bir kere düzenli sağlık kontrolünden geçip check-up yaptırmamız gerektiğini bilir ve faydalarını kabul ederiz. Peki ya şirketinize en son ne zaman check-up yaptırdınız? Şirketinizin gelecek bir yılını ve ötesini ne kadar sağlıklı tahmin edebiliyorsunuz; kur ve faiz artışı, satışlarda ve/veya karlılıkta azalma, maliyetlerde artış, vergi düzenlemelerinde olası farklılıklar, piyasanın daralması ve işletme sermayesi ihtiyacınızın artması gibi olası risklerin gerçekleşmesi durumunda şirketinizin durumunu öngörebiliyor musunuz?

Türkiye’de faaliyet gösteren pek çok şirketin net olarak önünü göremediği için gerekli önlemleri almadığını deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim. Genelde ilk aşamada pazarda boşluk bulan şirketler, yüksek karlılıklar ile hızlı bir büyüme oranı yakalıyorlar. Bu büyüme ile birlikte kadrolar artıyor, işler karmaşıklaşmaya başlıyor ve pazardaki boşluğu gören diğer şirketler rekabete katılarak kar marjlarını aşağıya indiriyor. İşte özellikle bu noktada şirket iyi bir finansal yönetim politikası geliştirmemiş ise önce sıkışıklıklar, ardından takip eden dar boğazlar ve son aşamada da iflaslar yaşanıyor.

Bu yaz barbekü keyfi Aygaz’dan

Türkiye’nin en çok tercih edilen ve en güvenilir LPG markası olan Aygaz, yeni barbekü ve aksesuarlarıyla mangal tutkunlarına sağlıklı, çevreci, pratik ve şık ürünler sunuyor. Aygaz’ın paslanmaz çelikten oluşan, güvenli ve düşük sıcaklıklarda bile kolay pişirme imkânı sunan çeşitli boyutlardaki yeni nesil barbeküleri ve aksesuarlarıyla bu yaz mangal keyfi ikiye katlanıyor. Ürün kalitesi, yaygın ve üstün hizmet anlayışıyla Türkiye’nin en çok tercih edilen tüpgaz markası olan Aygaz,ürün gamına eklediği yeni nesil barbekü ve aksesuarlarını mangal tutkunlarının beğenisine sundu. Aygaz, ayrıca3.000 TL’ye kadar alınan barbekü ürünlerinde, depozito bedeli hariç ilk Aygaz 2 kg’lık Mini Tüp, 3.000 TL ve üzerine ise,depozito bedeli hariç ilk Aygaz 12 kg’lık Ev Tüpü’nü hediye ediyor.  Aygaz yeni nesil barbeküler, üstün özellikleriyle hem sağlık de hem pratiklik sunuyor. Ayrıca, geniş ürün gamıyla ister küçük ister büyük ailelere, ister bahçede, ister balkon veya terasta barbekü yapma imkanı sağlıyor. Küçük veya dar alanlarda da barbekü keyfi sürmek için tasarlanan Aygaz Minichef 420 G ve Aygaz Chelsea 420 G Yeni Nesil Barbeküleri, mobil ve pratik yapıları sayesinde kolay kullanım sağlıyor.

Aksa Enerji’den fark yaratan atamalar

Türkiye’nin halka açık en büyük serbest elektrik üreticisi Aksa Enerji, enerji sektörünün deneyimli profesyoneli Sn. Korkut Öztürkmen’i Yönetim Kurulu Üyesi ve İcra Komitesi Başkan Yardımcısı olarak atadı. 2 kıta ve 5 ülkede enerji santralleriyle faaliyet gösteren  Aksa Enerji, yönetim kadrosunu yenileyerek güçlendiriyor. Aksa Enerji tarafından Kamuyu Aydınlatma Platformu’nda yayınlanan açıklamaya göre, Sn. Korkut Öztürkmen Yönetim Kurulu Üyesi ve İcra Komitesi Başkan Yardımcısı olarak atanırken, Aksa Enerji’nin ana ortağı Kazancı Holding’de operasyonel mükemmelik ve dijital dönüşüme odaklı projelere imza atan Sn. Barış Erdeniz ve finans piyasalarının yakından tanıdığı Sn. Erkin Şahinöz de İcra Komitesi’ne Üye olarak atandı.

Rus NGS’leri 2020 yılında tüm zamanların rekorunu kırdı

Rus nükleer endüstrinin 75. yıldönümünde, Rusya Devlet Atom Enerjisi Kurumu Rosatom’un Elektrik Enerjisi Bölümü’nün bir parçası olana Rosenergoatom, ülkenin en fazla güç üreten şirketi olduğunu kesinleştirdi. Rosenergoatom nükleer enerji santralleri 2020 yılında, 215.746 milyar kWh (KiloWatt Saat)’in üzerinde elektrik üreterek tüm zamanların rekorunu kırdı.

Rosenergoatom Genel Müdürü Andrei Petrov, konuya ilişkin şunları söyledi: “2020 yılını daha önce sadece Sovyet Dönemi’nde 1988 yılında elde edilmiş olan rekoru geride bırakarak, Rus nükleer enerji tarihinin mutlak rekoruyla bitirdik. 1988 yılında tüm nükleer santrallerin (Ukrayna, Litvanya ve Ermenistan nükleer santralleri dâhil olmak üzere) toplam üretimi 215,669 milyar kWh’idi.”

Rus nükleer santralleri sadece Sovyet rekorunu kırmakla kalmadı, aynı zamanda 2019’da elde ettiği başarısını da yaklaşık 7 milyar kWh (208,78 milyar kWh)  aştı.

Nükleer enerji gelişiminin zirvesinde,1988 yılında Sovyetler Birliği’nde 47 güç ünitesi faaliyet gösteriyorken, bugün Rosenergoatom Grubu’nda 37 güç ünitesi faaliyet gösteriyor. Ayrıca 2021 yılı, içinde Leningrad NGS’nin VVER-1200 reaktöre sahip olan 6 numaralı güç ünitesi devreye alınmaya hazırlanıyor.

Rus nükleer santralleri arasında maksimum üretimi yapan ve bu rekora en fazla katkı sunan nükleer santraller; 32,8 milyar kWh’den fazla üretim ile Rostov, 30,6 milyar kWh’den fazla üretim ile Balakovo ve 28,4 milyar kWh’den fazla üretim ile Kalinin nükleer santralleri oldu.

COVID-19 salgını nedeniyle endüstriyel üretimdeki azalmaya bağlı olarak elektrik talebindeki düşüşe rağmen alınan bir dizi önlemin uygulanması sayesinde bu kadar yüksek sonuçlar elde edildi. Alınan önlemler arasında nükleer santrallerin istikrarlı, güvenli ve güvenilir şekilde çalışmasının devamlılığını sağlamak, yönetim döngüsüne dâhil olan tüm kontrol çemberi işletme ekiplerinin birbirine bağlı biçimde çalışması ile koronavirüs salgınının yayılmasını önlemek için endüstri yönetimi tarafından zamanında alınan önlemler bulunuyor.

Elektrik üretimindeki artışa neden olan ana faktörler arasında onarım seferlerinin süresinin 130,5 günlük optimizasyonu ve 12 aylık yakıt döngüsünden 18 aylık yakıt döngüsüne geçiş yer alıyor. Onarım seferlerinin optimizasyonu sayesinde 2,4 milyar kWh’lik ek üretim elde edilirken, Novovoronej NGS’nin 6 numaralı güç ünitesinin 12 aylık yakıt (bakım) döngüsünden 18 aylık döngüye geçişi de ek üretime destek sağladı.

Ayrıca, Mayıs 2020’de Chukotka’da yüzen nükleer termik santral (SMR) devreye alındı. Bu santral yılın başından bu yana yaklaşık 127,3 milyon kWh üretim yaptı. Ekim ayında ise Leningrad NGS’nin VVER-1200 reaktörlü 6 numaralı yeni güç ünitesi ülkenin birleşik enerji sistemine bağlandı.

Şu anda, nükleer üretimin payı ülkedeki toplam elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 19’unu karşılıyor. Dolaysıyla Rusya Federasyonu’ndaki her beş ampulden biri nükleer santrallerin ürettiği enerji ile aydınlanıyor.

ASİS CT ile şehir teknolojileri

Akıllı şehir yolculuğumuz bu hafta Türkiye’nin 81 iline ve dünyanın 12 ülkesine bu alanda anahtar teslim çözümler sağlayan ve şehirleri yarına hazırlayan ASİS CT – City Technologies ile devam ediyor.

Şehirlerin ihtiyaçları doğrultusunda akıllı projeler geliştiren, IoT teknolojisi ve yapay zeka ile sürdürülebilir ve yenilikçi çözümler üreten ASİS CT, yol haritasını yüzde 100 yerli sermayeye sahip global bir teknoloji şirketi olma hedefiyle belirlemiş durumda.

Teknolojide yaşanan gelişmeler, hemen her sektörde iş yapış süreçlerini baştan uca yeniden biçimlendirirken, yarının dünyası için rekabetçiliği teknolojide atılan öncü adımlar belirliyor. Teknoloji eksenli olarak gelişen bu yeni dünyada kendi yazılım ve ileri teknolojisiyle ürettiği sistem ve ürünleriyle ilerleyen ASİS Elektronik de Akıllı Şehirler, Savunma, Siber Güvenlik ve Finansal Teknolojiler sektörlerine yönelik çözümler üretiyor ve ASİS CT- City Technologies markasıyla şehirleri yarına hazırlıyor. Bu kapsamda ASİS CT, şehirlerin ihtiyaçları doğrultusunda akıllı projeler geliştiriyor, IoT teknolojisi ve yapay zeka ile sürdürülebilir ve yenilikçi çözümler üretiyor.

Akıllı şehirler konusunda yürüttükleri faaliyetleri ve hedeflerini; ASİS CT Genel Müdürü Fatih Gündoğan ile konuştuk.

Ülkemiz için üretiyoruz, dünya ile paylaşıyoruz!

ASİS CT- City Technologies’in 2007’de akıllı bilet sistemleri ile başlayan yolculuğu, bugün artık alanında öncü markalardan biri olduğu, insan ve şehir hayatını kolaylaştıracak çözümler geliştirdiği bir konuma ulaşmış durumda. Elektronik Ücret Toplama Sistemleri başta olmak üzere, Filo Yönetim Sistemleri, Araç Telemetri Sistemleri, Araç Takip Sistemleri, Geçiş Kontrol Sistemleri, Kişi & Yolcu Sayma ve Analiz Sistemleri, Yolcu Bilgilendirme Sistemleri ve Mobil İzleme Sistemleri gibi akıllı şehirlerin mobilite alanında anahtar teslim çözümler üretiyor. Bununla birlikte Mikro Mobilite alanında Akıllı Bisiklet, Elektrikli Scooter gibi yeni nesil kısa mesafe ulaşımı çözümlerini de pazara sunuyor. Gerek sistem üreticisi gerekse sistem entegratörü kimliği ile yerel ve ulusal pazarda önemli başarılara imza atan ASİS CT- City Technologies, ileri teknoloji ile kurguladığı sistemleri ve şehir hayatına değer katan misyonuyla, akıllı şehir teknolojileri alanında bir dünya markası olmak üzere “Ülkemiz için üretiyoruz, dünya ile paylaşıyoruz!” vizyonu ile sağlam adımlarla ilerliyor. Akıllı şehir teknolojileri alanında mobil kamera sistemleri, kişi-yolcu sayma sistemleri, elektronik ücret toplama sistemleri, dijital bilgilendirme sistemleri, otopark yönetim otomasyonu, akıllı bisiklet ve scooter alanlarında geliştirdiği teknolojilerle, kent yaşamının daha modern hale getirilmesi noktasında ASİS CT- City Technologies, belediyelerle yol alıyor. Geliştirdiği elektronik ücret toplama sistemini, bugün artık tüm dünyada 16 milyondan fazla kişi kullanıyor.

Şehirlerin ihtiyaçları doğrultusunda çevre sorunlarından yolcu bilgilendirmeye, temizlikten güvenlik ve analize akıllı projeler oluşturarak ürettiği sürdürülebilir ve yenilikçi çözümleriyle, Avrupa’dan Asya ve Afrika’ya geniş bir coğrafyaya hizmet sunuyor. İhracatta hedef büyüten ve bu kapsamda öncelikli pazarlarından olan Hindistan’ın akıllı ulaşımında ağırlığını her geçen gün artıran şirket, ülkenin toplamda 4.8 milyon doları bulan ulaşım projesinde çözüm ortağı. Halihazırda Hindistan’ın 5 büyük şehrinde akıllı ulaşım çözümleriyle hizmet veren şirket, son olarak kazandığı Pune Metro ihalesi kapsamında, ülkenin validatör ve yazılım ihtiyacını karşılamaya hazırlanıyor.

ASİS Elektronik’in global bir teknoloji şirketi olma hayaline doğru çıktığı yolda önemli bir rolü bulunan ve akıllı şehir çözümlerinde yerli ve milli teknolojiler üreten ASİS CT- City Technologies çatısı altında, Akıllı Şehir Danışmanlığı ile geleceğin şehirlerinin bugünden planlanmasına da katkı sunuluyor. Şehirlerin hayatına değer katan bilgi ve iletişim teknolojileri ve yenilikçi yaklaşımlar, kentsel çalışmaların izlenebilir ve kontrol edilebilir olmasını beraberinde getirirken, kaynakların ise daha verimli kullanılmasını sağlıyor. Bu sayede şehirlerde yaşayan insanların memnuniyeti ve konforu artarken, ulusal ve uluslararası endekslerde şehirlerin konumları daha da yukarı taşınıyor ve yerel yönetimler hayatın her alanında yapacakları iyileştirmelerle, şehir yaşamını daha rahat planlayabiliyor. Akıllı şehirciliğin bütüncül bir yaklaşım çerçevesinde yapılması ise büyük önem taşıyor. Çünkü akıllı şehircilik çalışmalarının bir bütünün parçası olarak görülmesi, yapılan tüm çalışmaların başarısını, yarattığı değerle birlikte artırıyor. ASİS CT de şehre değer katan uygulamalar ve projelerde, uzman kadrosuyla strateji ve teknoloji odağında Akıllı Şehir Danışmanlık Hizmeti veriyor. Bu kapsamda akıllı şehri destekleyecek farklı teknolojilerin ve servislerin uyumlu halde çalışabilmesi adına, mevcut mimari yaklaşımları da dikkate alarak orta ve uzun vadeli Bilgi ve İletişim Teknolojileri stratejilerine göre şekillendirdiği bir “Bilgi Teknolojileri Mimarisi” oluşturuyor, şehirleri bütüncül bir teknoloji mimarisi ile yarına hazır hale getiriyor.

Elveda Kırgızistan 2

Bir önceki yazımızda Türk Dünyası’nın en zayıf ve en coğrafi olarak küçük bağımsız ülkesi durumundaki Kırgızistan üzerinde Çin siyasetinin nasıl sinsice işletildiğine değinmiş ve konuyu birkaç yazı dizisi şeklinde ele almaya devam edeceğimizi ifade etmiştik.

Bugünkü yazımızda Çin’in Kırgızistan’da amacına ulaşmak üzere uygulamaya koyduğu proje bazlı siyasetinin ince ayrıntıları üzerinde duracağız ve gelecek birkaç yazımızda da konuyu değerlendirmeye devam edeceğiz.

Bilindiği üzere Sovyetlerin 1991’de dağılması üzerine ortaya çıkan Bağımsız Türk devletlerinden biri olan Kırgızistan’a Çin, kapı komşusu olmasının sağladığı avantajla ile ilk başlarda emlak ve sanayi sektörlerine yatırım yaparak girmiştir. 2005 yılından sonra ise Kırgızistan’ın altyapı ve enerji sektörüne öncelik vermeye başlayan Çin, ülkenin temel ulaştırma, enerji ve teknoloji altyapısını yapan bir ülke konumuna gelmiştir.

Hala tartışılan ve birçok eleştiri alan ama üç ülke (Çin, Kırgızistan, Özbekistan) lideri tarafından yapılması planlanan “Çin-Kırgızistan-Özbekistan Demir Yolu” ile ilk aşamasının inşası için Çin Exim Bank’ın 400 milyon dolar kredi temininde bulunduğu “Kuzey-Güney Karayolu” projeleri, Çin’in Kırgızistan’daki en kapsamlı ve en iddialı iki projesi olmuştur.

Çin’in modernize edilmesi amacıyla 386 milyon dolar harcadığı “Bişkek Elektrik Santrali” ve 1,4 milyar dolar yatırım yaptığı “Orta Asya-Çin Doğalgaz Boru Hattı D Akımı”nın Kırgızistan’dan geçen 215 km’lik kısmı Çin’in Kırgızistan’daki en önemli iki enerji projesidir.

Bu devasa projelere ilaveten Huawei ve China Telecom gibi Çin teknoloji şirketleri, Kırgızistan’ın, Kuşak-Yol Girişimi’nin “dijital merkezi” olma hedefi doğrultusunda “Taza Koom/Akıllı Şehir” inovasyon programına da ortak olmuştur.

Hemen aklınıza “ne güzel işte, Kırgızistan’ın altyapı ve ulaşım eksiklikleri Çin tarafından sağlanan finansmanlarla tamamlanıyor” düşüncesi gelmesin, çünkü işin geldiği nokta bu kadar iyimser olmayı kabul edemeyecek kadar girift bir hal almış.

Şöyle ki;

Huawei ve China Telecom gibi Çin’in dev teknoloji firmalarının inovasyon programına ortak olmasındaki amacı iyi niyetle yorumlayacaklara sözümüz; iki ülke arasındaki anlaşmalar çerçevesinde Kırgızistan’ın Bişkek ve Oş şehirlerinde kurulması planlan “akıllı şehirler” üzerinden Çin iletişim ve istihbarat paylaşımı için bir ağ oluşturmayı planlaması olacaktır.

Bunun ne anlama geldiğini veya gelebileceğini varın siz düşünün. Doğu Türkistan’da insanları yüz tanıma sistemleriyle donatılmış kameralarla takip eden Çin’in aynı sistemi Kırgızistan’da kurmaya çalıştığını artık sağır sultanlar bile duymuş durumda.

Çin bununla da yetinse iyi diyebileceğimiz bir proje de toplam maliyetinin 7 milyar dolar civarında olacağı tahmin edilen “Çin-Kırgızistan-Özbekistan Demiryolu” projesidir. Gerçekleşmesi durumunda bu proje Kırgızistan’da Çin sermayeli yapılması planlanan en büyük yatırım projesi özelliği taşımaktadır.

İşin tartışmalı kısmı da burada başlamaktadır. Zikredilen 7 milyar dolarlık tahmini bütçe, Kırgızistan’ın 2017 yılı GSYH’sinin %97’sine eşdeğerdir ve dolayısıyla Bişkek yönetiminin projeyi tek başına finanse etmesi mümkün görünmemektedir. Daha da sıkıntılı olanı ise Kırgızistan’ın muhtemelen projenin hayata geçirilmesi için, Çin’den borç alacak olmasında yatmaktadır.

Pekin ise Kırgızistan’ın doğal kaynaklarından yararlanma hakkını kendisine vermesi durumunda kredi vermeye hazır olduğunu zaman kaybetmeden açıklamış ama bununla da yetinmemiştir. Kırgızistan ise bu teklife sıcak bakarak, Çin’in teklifini proje maliyetlerini geri ödemek üzere kendi doğal kaynaklarının bir kısmını Çinli şirketlerin kullanımına açacağını beyan etmiştir.

Çin’in zikredilen projenin hayata geçirilmesi konusunda ısrarcı olduğu görülmektedir. Bu ısrarın arkasında yatan neden ise projenin Kırgızistan ve Özbekistan’ın doğal kaynaklarına erişimini kolaylaştıracak bir güzergah ortaya çıkaracağına olan beklentiden kaynaklanmaktadır.

Lakin proje ile ilgili ciddi eleştiriler yapılmaktadır.

Söyle ki;

Bahse konu proje, Üç devletin hükümetleri tarafından onaylanmış ve başlatılması kararlaştırılmışsa da Kırgız uzmanlar tarafından hala tartışılmakta ve eleştirilmeye devam etmektedir.

Mezkur projeye dair en büyük eleştiri proje planının Çin’de çizilen ilk versiyonunda hattın yerleşim yerlerinden önemli bir mesafede uzak, buna mukabil değerli maden yataklarının çok yakınından geçecek bir şekilde tasarlanmış olmasınadır.

Küresel sistem ve yeni dünya düzeni

Küresel Sistem ve Yeni Dünya Düzeni’ne dair gidişat öyle hızlı değişiyor ve öyle gelişmeler oluyor ki…

Bazen yetişemiyorsun.

Paradigmaya dair her geçen gün yeni bir şey ve yeni bir netleşme ve somutlaşma görülüyor.

Çin mesela…

Hedefte mi idi; evet,

Operasyon çekilen ülke miydi; evet,

Hatta önümüzdeki günlerde ameliyatların devam edeceği bir ülke mi; evet.

Ama şu da bir realite ve öyle görünüyor ki; Yeni Dünya Düzeni’nin saçayağının birisi Çin olacak gibi…

Ama nasıl bir Çin ve hangi Çin…

Ehilleştirilmiş, light’laştırılmış, ayar verilmiş, başkaldırısı bastırılmış ve dize getirilmiş bir Çin.

Çünkü Çin ve yöneticileri de biliyor ki; ekonomileri dolar üzerinden ve “Güç ve Aklın” organizasyonuna bağlı bir sistematik.

Hani Amerika’ya (dolayısıyla da Küresel Efendilere) efelendi, itiraz yöneltti, yaptırıma yaptırım filan dedi ya; aslında kendileri de biliyor ki; Çin, üst üste küplerle kurulmuş bir kule ve diplerden dolar çekildiğinde devasa bir deprem yaşanacak.

“Ama neden bu kadar diklendiler peki”, sorusu akla gelebilir.

Çin yönetiminin en büyük güvendiği şey “Güç ve Akıl” sahiplerinin Çin’de başlayacak bir sarsıntının küresel etki ve oluşturacağı öngörülmez karmaşayı göze alamayacaklarını düşünmesi oldu. Ama her şeyiyle, dolara ve dolara endeksli değerlere bağlı/bağımlı olduklarını unutup biraz da Çin’li soğukkanlılığına yakışmayan şekilde “Yükselen Yıldız Çin” vb. şeklinde, sahip oldukları veya sahip olduklarını sandıkları gücün havasına girmeleri, bence en büyük taktik ve stratejik hataları oldu.

Bunun üzerine askeri ve ekonomik boyutla başlayan ayar verme süreci, Pandemi’yi Çin’de başlatarak esaslı bir tokada dönüştü.

Bu süreç Çin’in istenen seviyeye ve ayara geldiğini görülene dek devam edecek. Ve küresel saçayağının birisi, işte bu Çin olacak.

Diğer ikisi ise Amerika ve Almanya.

Amerika zaten küresel pergelin sabit ayağı idi ve yine öyle olacak.

Almanya ise zaten güçlüydü ama daha bir belirleyici, etkileyici ve Avrupa başta olmak üzere hinterlandında çok daha müessir hale gelecek.

Bunun sinyalleri gelmeye başladı bile…

Mesela Navalny denen adam zehirlendikten sonra tedavi için Rusya’dan Amerika’ya/İngiltere’ye değil de, neden Almanya’ya getirildi.

Almanya ABD üsleriyle dolu ve yüzbinden fazla Amerikan askerinin olduğu bir ülke.

Ve her ne kadar AB içinde başat aktör olsa da, belirleyici ve bağımsız bir devlet gibi görünse de Amerika’dan ve dolayısıyla “Güç ve Akıl”dan bağımsız olmadı, olamaz ve olmayacak.

Bu yüzden yeni dönemde Almanya’nın rolü, fonksiyonu ve yeri daha büyük. Özetle çatı hazır.

Amerika-Almanya ve Çin…

Önceki yazımda iki dergiden ve semboller üzerinden verdikleri mesajdan bahsetmiştim.

Şimdi de Time dergisi.

Kapağı oldukça manidar. 2020-2030 arası on yıla dikkat çekiyor.

Yeni bir dünya’ya girişin süreci, diyor.

Açıkcası ben biraz daha uzun sürebileceğini düşünüyorum.

Aldığım duyumlar, okumalarım, izlenimlerim, uluslararası istişare ve görüşmelerim bu sürecin on yıldan fazla süreceğine işaret ediyor.

Hele de ilk beş yılı oldukça karışık/karmaşık/büyük olay ve gelişmelere gebe.

2021 sonu Pandemi bitebilir ama 2022’ye de uzayabilir. Ama ne yazık ki; Kovid-19 ile gelen Pandemi’ye rahmet okutacak yeni bir “Kara Bela” bizi bekliyor olabilir.

Çünkü bu Pandemiyle insanlık test edildi ve ilginçtir ki; beklenen sonuç fazlasıyla gözlendi. Bu pandemi sonrası gelmesi muhtemel kimyasal veya virüssel “Yeni bir Pandemik Süreç” daha sistematik şekilde taşların yerine oturmasını sağlayacak.

Çünkü o zaman insanlar sadece can derdinde, hayatta kalma çabasında ve çok büyük çaresizlik içinde kalacak.

Sadece bu mu..?

Hayır…

Ülkeler üzerinde siyasi ameliyatlar da hız kazanacak.

Mesela Rusya’yı görüyoruz.

Rusya’nın yılın sonunda veya 2022’nin başlarında bugünlerini mumla arayacak bir konuma düşmesi çok muhtemel.

Navalny ve onunla ortaya çıkan gösterilerle Rus kamuoyu test ediliyor.

Ama daha önce de söylediğim gibi “Sosyal Medya” denen habbeyi kubbe yapabilen ve sıradan bir insandan “kahraman/hero” yaratabilen platform Rusya’nın dibine dinamit koymaya devam edecek.

Şimdiki yaşananlar henüz bir sınama…

Türkiye’ye gelince…

Memnuniyetle görüyorum ki, Kovid-19 Pandemisine dair süreci iyi yönetti. Hatta pek çok Avrupa ülkesine göre daha iyi götürdü/götürüyor.

Bu açıdan eksiklere rağmen takdir ediyorum.

Allah vergisi bir coğrafyadayız.

Sahip olduğu bu jeopolitika ve jeostratejisi bile, hele de Rusya’nın etkisizleştirildiği bir süreçte Erdoğan gibi bir liderin basiret ve ferasetiyle Türkiye’nin popülaritesini artıracaktır.

Bunların yanında, ben Erdoğan ve Türk Devlet refleksinin akıl ve akılcılığı ön planda tutacağını ve bu “Yeni Dünya Düzeni” trenini kaçırmayacağını düşünüyor ve inanıyorum.

Önümüzdeki günlerde ülkemizin atacağı bazı adımlar, alacağı kimi kararlar ve uluslararası arenaya hitaben söylenecek sözler bu “yön belirleme ve tercih” noktasına dair daha somut doneler gösterecektir.

2021’in yeni umudu: Hidrojen

Hidrojen yakıt hücresi teknolojisinin pille çalışan elektrikli araçlara oranla daha verimli olabileceği görüşünü savunan endüstri yöneticilerinin, hidrojene olan ilgiyi en üst seviyeye çıkardığını biliyoruz.

Teknolojik olarak daha hızlı yol almak ve daha tasarruflu olması adına hidrojen yakıt teknolojisinin baş köşede yer alacağını söylemek doğru olacaktır.

Avrupa ülkelerinin hidrojen ile alakalı ciddi bir planlama için düğmeye bastığını, dev hizmet kuruluşlarının hidrojene geçmek adına projeler ürettiğini düşünürsek, ülkemizde enerji sektörü, hidrojen konusundaki gelişmelere ayak uydurmuyor mu?

Tabiki Türkiye’de uyumuyor…

Hidrojen gündemimizde…

Alternatif yakıt olarak kullanılması adına projeler geliştiriyoruz.

Türkiye ısınmada hidrojen kullanımına hazırlanıyor.

Yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen hidrojenin ısınmada kullanılmasıyla dışa bağımlılığımızı azaltmayı ve artırılan verimlilik sayesinde de emisyonlar düşürülecek.

Türk enerji şirketlerimiz doğal gaza belirli oranda hidrojen enjekte ederek performans değerlendirmelerini de tamamladılar.

Bu yılın sonlarına doğru tamamlanması düşünülen projeyle, doğal gaz dağıtım şebekesine verilen gaz miktarının % 6’sı hidrojen olacak.

Hidrojen ile hem tasarruf sağlayacağız hem karbon ayak izlerini azaltacağız.

Rüzgar ve Güneş enerjisi üretimi ile alışılmış enerji tüketen sektörler arasında bir köprü vazifesi görecek olan hidrojen, yenilebilir enerji ile var olacak gelecek enerjisi sistemimizde etkin bir rol oynayacaktır.

Bu sebeple hidrojen konusunda devletlerin destekleyici ve düzenleyici bir duruş sergilemesi gerekmektedir.

Son yıllarda büyük devletler ve devletlerin bağlı olduğu birlikler özel hidrojen planlarını ve projelerini hayata geçirmek adına anlaşmalar imzalıyorlar.

İngiltere, Japonya, Güney Kore, Avustralya, Hollanda, Fransa, İtalya, İspanya, Çin, Ukrayna, Almanya, İsviçre, Fas, Kaliforniya, Rusya ve Norveç hidrojen konusunda hızlı davranarak enerji hedeflerine daha çabuk ulaşmayı amaçlıyorlar.

Yapılan son stratejik planlar, dinamik olarak büyüyecek olan hidrojen pazarını ortaya çıkaracaktır.

Ulusal stratejiler, 2050 için beklenen hidrojen talebinin küresel düzeyde toplamı 9000TWh’ye varan bir potansiyeli veya yılda yaklaşık 270 milyon ton hidrojeni işaret ediyor.

Hidrojen hedeflerine ulaşmak için yeni politikalara ihtiyaç duyulduğu bir gerçektir. Bu gerçeğin farkında olarak planlarını ve projelerini bu eksende gerçekleştiren ülkelerin enerjide büyük bir başarı yakalaması kaçınılmazdır.

Yerli üretim veya ithalat yoluyla mevcut enerji bağımlılığını azaltarak enerji arzını çeşitlendirmeye yardımcı olan hidrojen evrensel bir enerji taşıyıcısıdır.

Hidrojen üretimi yeni iş imkanları yaratmakta ve ekonomik büyümeyi desteklemektedir.

Hidrojen bu yönüyle dışa bağımlılığımızı azaltmak adına Türkiye için vazgeçilmezdir.

Yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen yeşil hidrojen, fosil yakıtlardan üretilen gri hidrojenden 3-5 kat daha pahalı maliyete sahiptir. Uzmanların önümüzdeki 10 yıl içinde yeşil hidrojen üretimi maliyetinin %70-80 oranında düşeceğini öngörüyor olması hidrojene olan ilgiyi de artırmaktadır.

Bugün dünyada üretilen hidrojenin %99’dan fazlası fosil yakıtlardan üretiliyor. Bunu yeşil hidrojene dönüştürmek için ise ciddi yatırımlar gerektiriyor. Bu arada küresel yenilenebilir enerji kapasitesinin de en az 2 kat artması lazımdır. Bu ise hükümetlerin ciddi finansal politikalar ve sübvansiyonlar oluşturmaları ile mümkün olacaktır.

Türkiye’yi uzay alanında birinci lige çıkartacağız

Türkiye Uzay Ajansı (TUA) Başkanı Serdar Hüseyin Yıldırım, Milli Uzay Programı kapsamındaki hedefleri hayata geçirerek Türkiye’yi uzay alanında birinci lige çıkartacaklarını söyledi.

Türkiye’nin yaklaşık 20 yıldır uzay faaliyeti sürdürdüğünü fakat diğer gelişmiş ülkelerden farklı olarak bir ajansa sahip olmadıklarını belirten Yıldırım, bu eksikliğin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla TUA’nın kurulmasıyla giderildiğini ifade etti.

Yıldırım, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü bir iradeyle Milli Uzay Programı’nı açıkladığını hatırlatarak 10 sene içerisinde 10 büyük hedef için yürüyeceklerini kaydetti.

Türkiye’nin bu konuda kendi başına yürümeye muktedir olduğunu vurgulayan Yıldırım, dost ve kardeş ülkelerle de beraber yürüme arzusunda olduklarını belirtti. Yıldırım, “Bu program, hem bizim hem de dost ve kardeş ülkelerin yüzünü ağartacaktır. Büyük hedeflerimiz var. 2023’te aya ulaşmak, 2028’te ise yumuşak inişle gezen araç indirerek bilimsel çalışmalar yapmak gibi hedeflerimiz var. Bunu yaptığımız zaman Türkiye birinci lige çıkmış olacaktır.” dedi.

İlk 10 senelik dönemde insanlı bir uzay uçuşu planlamadıklarını bildiren Yıldırım, “Bunu söylersek ayakları yere basmayan bir şey söylemiş oluruz. Çok zor ve riskli bir iş. Dünyada insanlı uzay uçuşlarını sadece 3 ülke yapabiliyor. Biz bunu uluslararası iş birliği ile yapacağız. Hedefimiz uzayda bilimsel çalışmaları yürütmektir. Çünkü yer çekimi olmayan ortamda bazı bilimsel deneyler daha net yapılabiliyor. Çok çeşitli hedeflerle ülkemizi birinci lige çıkaracağız.” ifadelerini kullandı.

Yıldırım, Azerbaycan’ın uzay ajansı ve uydu işletmesi yapan Azerkosmos isimli kuruluşuyla belli bir kapasiteye sahip olduğunu, Milli Uzay Programı kapsamında hangi konularda iş birliği yapabileceklerini Azerbaycanlı yetkililerle görüşeceğini bildirdi.

21. Yüzyıl Türk Deniz Jeopolitiği

Her Türk Denizci Doğar!

Denizler ve okyanuslar, insanoğluna tabiatın gücüyle hayatta kalmayı ve insani değerleri öğretmiştir. İnsanlığın ilk gününden itibaren insanlar için önemli besin ve ekonomik geçim kaynağı konumunda olmuştur. Denizlerden yararlanmayı başarabilen medeniyetler ve kültürler, kendi uygarlıklarının doğuşunda ve yükselişinde büyük avantajlar sağlamıştır. Ayrıca denizler, medeniyetlerin kurmuş olduğu uygarlıkların yayılmasına, kaynaşmasına ve bazen de savaşmalarına neden olmuştur. Böylece çağlar boyunca devam eden uygarlıklar arasındaki bilimsel ve kültürel etkileşimin asıl olarak denizler aracılığıyla sağlanmıştır. Denizlerin ve okyanusların sahip olduğu bu özelliğinden dolayı Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli Kaptan-ı Deryası olan Barbaros Hayrettin Paşa’nın “denizciler ufkun ötesini görenlerdir” ve “denizlere hakim olan cihana hakim olur” sözleri her çağda geçerliliğini sürdürmüştür.

Deniz, tarih boyunca milletlerin savunma ve güvenlik alanlarında çok önemli bir rol oynamıştır. Denizlerdeki mücadeleler insanlık tarihini şekillendirmiştir. Modern deniz jeopolitiğinin temel ilkelerini ortaya koyan ünlü jeopolitkçi Alfred Thayer Mahan “Deniz Gücünün Tarih Üzerine Etkisi” isimli eserinde büyük denizler ve ulaşım yolları üzerinde denetimi ele geçiren ülkelerin dünya gücü olabileceği ve diğerleri karşısında büyük bir avantaja sahip olabileceğini öne sürerek denizler üzerinde hakimiyet kurmanın uluslararası politikada ne kadar önemli olduğunu ifade etmiştir. Böylece deniz jeopolitiği uluslararası ilişkilerde bir üstünlük kurma aracı olarak birçok devlet tarafından günümüze kadar benimsenmiştir.

Afro-Avrasya Denizleri, tarih boyunca Eski Dünya olarak bilinen Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan ve Doğu ile Batı arasında yalnızca mal ve hizmet dolaşımını değil, aynı zamanda bilginin, fikirlerin, kültürlerin, dinlerin ve inançların etkileşimini sağlayan ana güzergâh olmuştur. Çin’den başlayıp Asya’nın güneyini çevreleyen Anadolu’yu Avrupa ve Afrika’ya bağlayan bu deniz alanlarının, jeopolitik ve jeostratejik öneminin yanı sıra Doğu ile Batı’nın farklı medeniyetlerini ve kimliklerini birbiriyle tanıştıran jeokültürel bir ayrıcalığa ve kadim bir tarihe sahiptir. Bu bağlamda Afro-Avrasya coğrafyasını çevreleyen denizler sadece tüccarların değil, aynı zamanda bilginin, bilgelerin, düşüncelerin, dinlerin, inançların, kültürlerin ve medeniyetlerin de yolu olmuştur.

Doğu ve Batı medeniyetleri arasındaki jeopolitik, jeostratejik ve jeokültürel önemini asırlarca koruyan kara yolları, M.Ö. 2. ve 3. yüzyıllar (özellikle Büyük İskender dönemi), M.S. 7.-10. ve 12-14. yüzyıllar arasında üç dönemde altın çağlarını yaşamış, fakat 16. yy’da Portekiz’in Çin ve Hindistan ile Ümit Burnu üzerinden deniz yoluyla ticarete başlaması ile arka planda kalmıştır. Günümüzde, özellikle sahip olduğu zengin doğal kaynaklar ve bu kaynakların doğu-batı ve kuzey-güney transferindeki stratejik rolü nedeniyle Çin’in öncülüğünde deniz jeopolitiği üzerinden dünyaya açılan Modern İpek Deniz Yolu Projesi oluşturulmuştur. Böylece Deniz İpek Yolu’nun hem kurulmakta olan 21. yy küresel düzenindeki jeoekonomik boyutu ön plana çıkmış, hem de jeopolitik, jeostratejik ve jeokültürel önemi yeniden canlanmaya başlamıştır. Nitekim günümüz küresel karmaşık karşılıklı bağımlılık sisteminde gerek başta Çin ve Rusya olmak üzere bölge-içi büyük güçler, gerek güzergâhın önemli geçit yollarında yer alan çeşitli Afro-Avrasya ülkeleri, gerekse de ABD ve AB gibi küresel aktörler söz konusu projeye ilişkin kendi jeostratejik açılımlarını ortaya koymaya ve çok taraflı bu yeni düzende söz sahibi olmaya çalışmaktadır.

Bu çerçevede Deniz İpek Yolu’nun Hint Okyanusu, Basra Körfezi, Kızıldeniz, Akdeniz ve Karadeniz eksenindeki deniz yolu göz önünde bulundurulduğunda sahip olduğu özel jeopolitik, jeostratejik ve jeokültürel konumuyla Türkiye bir yandan Afro-Avrasya deniz jeopolitiğinin kalpağını oluşturmakta diğer yandan da yeni küresel güç denkleminin bölgesel aktörü olarak rol oynamaktadır.

Jeopolitik açıdan Karadeniz, Akdeniz, Kızıl Deniz, Basra Körfezi-Arap Denizi ve Hazar Denizi olarak sayabileceğimiz beş denizin yaylası olan Anadolu’da konumlanmış olan Türkiye, en doğudaki Avrupalı, en batıdaki Asyalı ve en kuzeydeki Afrikalı Devlet olarak, dünyanın tek “Afro-Avrasya” ülkesidir.

Aralık 1991’de Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Afro-Avrasya’da bir güç boşluğu oluşmuştur. Türkiye bu dönemde “Adriyatik Denizi’nden Çin Seddine Türk Dünyası” kavramı ile bölgede “Köprü-Geçiş Ülkesi” olarak konumlanmıştır.

2000’li yıllarla birlikte Türkiye “Yeni Osmanlıcılık” kavramı ile bölgede “Terminal Ülke-Birlikte Geçiş” ülkesi olarak konumlanmıştır.

Günümüzde ise Türkiye bu iki kavram ile İslam dünyasını da içine alacak şekilde coğrafi anlamının da ötesinde üçüncü bir kavram olan “Afro-Avrasya” ülkesi olarak konumlanmaktadır.

Türkiye’nin 10 bin km olan bugünkü mevcut siyasi-coğrafi sınırları düşünüldüğünde bunun yaklaşık 8 bin kilometresi denize sınırıdır. Bunun sonucu olarak Türkiye’nin kara ülkesinin yarısı kadar büyüklükte olan bir deniz ülkesi bulunmaktadır. Bu haliyle bir yarımada olan Türkiye kültürel sınırları ile birlikte ele alındığında bir ada ülkesi olmaktadır.

21. yüzyılda Türkiye’nin deniz jeopolitiği Adriyatik Denizinden Çin Seddine Türk Dünyasını, Osmanlı Coğrafyasını ve İslam Coğrafyasını içine alacak şekilde coğrafi olarak Afro-Avrasya’yı çevreleyen denizler üzerinden belirlenmektedir. Türkiye, kendini merkeze alarak çevresinde, Karadeniz, Ege Denizi, Akdeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Hazar Denizi olan bir “Ada Ülkesi”ne dönüşmektedir.

Uzaya hakim olamayan yeryüzüne sahip olamaz

0

Ünlü sanatçı, Türkücü ve Fütürist Mustafa Topaloğlu ile uzayda neden olmamız gerektiği konusunda verdiği 35 yıllık mücadelenin gerçekleşecek olmasından dolayı duyduğu memnuniyeti konuştuk.

Yukarıya hakim olamayanın aşağıya hakim olamayacağını belirten Mustafa Topaloğlu, “Uzun yıllar bunun mücadelesini veriyorum. Bu mücadelemden dolayı bana deli diyenler oldu. Bana inanmadılar. Fakat bana inanan ve benim gibi düşünenler olması nedeniyle artık Türkler uzaya gidecek ve bir hayalim daha gerçek olacak. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Ay’a astronot gönderileceğini açıklamasının ardından çok büyük bir sevinç yaşadım” dedi. Uzay meselesinin milli bir mesele olarak ele alınmasının gerekli olduğunun altını çizen Topaloğlu, “Ülkemizin uzay politikaları alanındaki vizyonu, stratejileri, hedefleri ve projelerini kapsayan Milli Uzay Programının çok isabetli olduğunu söyleyebilirim. Ve bu politikaları desteklemek milli bir görevdir” diyerek herkesi bu projeye destek vermeye davet etti.

Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Ay’a ilk teması gerçekleştirmek hedefinin kendisini çok heyecanlandırdığını belirten Topaloğlu, “Bana soruyorlar, uzaya ilk giden olmak ister misiniz? Tabi isterim ama bu isteğim benim daha önce uzaya gitmediğim anlamına gelmez. Ben insanları 35 yıldır uzaya davet ediyorum. Gönül yoluyla, rahmanın yardımıyla zaten gittik, gördük, istişarelerde bulunduk ve bu sebeple davet ediyoruz” dedi. Topaloğlu, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dan önce uzay konusunu kimsenin dikkate almadığını ama artık bu tabunun yıkıldığını ve uzayın çok yakın olduğunu söyledi.

Ben şeklinde değil biz anlayışını her zaman kendisine yaşam felsefesi edindiğini söyleyen Topaloğlu, “Çok işler yaptım, birçok işletme kurdum ve her zaman ben olarak değil biz anlayışı müesseselerimizde hakim olmuştur. Uzay konusunda da ben olarak değil biz şeklinde bir anlayışı benimsiyorum. O nedenle hepimiz uzaydan nasiplenelim istiyorum. Hep beraber uzaya gidelim ve sizlere orada gereken misafirperverliği göstereceğimizden emin olabilirsiniz. Şimdi siz kimlersiniz dediğinizi duyar gibiyim. Uzaylı dostlarımla şahsımı biz olarak düşünebilirsiniz” şeklinde konuştu.

Tamamlanamayan tamamlayıcı sağlık sigortası

Senesini doldurduğumuz salgın günlerinde belki de en çok kullanılan kavramların başında sağlık geliyor. Geçmişteki günlerde dönem dönem popülaritesini zirveye taşıyan sağlık gündem ve günceli son bir yıldır global gündemimiz oldu. Sabah programlarında hazırlanan bitkisel karışımlarla mantar, cilt, mide, uyku hastalıklarının alternatif tedavileri ile genel bir kültür oluşturulurken, Covid19 tüm ezberleri bozdu. Fakat bağışıklık sistemini nasıl güçlendiririz meselesi gündemden hiç düşmedi.

İnsanlar özellikle modern çağda üç hususta ekonomilerini düşünmez hale geliyor. Bunların başında sağlık gelirken, eğitim ve hürriyet diğer ikisi. Canımızın tatlılığından değil, bu kimi zaman sorumluluklarımızın kimi zaman ise sorumlu olduklarımızın etkisiyle, en iyi tedaviyi görmek isteme arzusu içinde oluyoruz. Bu arzuların cevabı ise ülkemizde hayli bol seçenekler karşımıza çıkarıyor.

Sosyal Güvenlik Kurumuna kaydı olan çalışanlar, emekliler, işverenler devletimizin sağlamış olduğu sağlık hizmetlerine erişebiliyor. Zorunlu sağlık sigortası ve devletimizin 18 yaş altı tüm vatandaşlarına sağlamış olduğu sağlık imkanı ise neredeyse dünyanın hiçbir yerinde söz konusu olmayan bir hizmet. Fakat SGK’lı olmanın yetmediği ve yetse dahi daha iyi “konforlu” tedavi olmak isteyenlerin tercihinde ise özel sağlık sigortaları alternatiflerin başında geliyor.

SGK kaydınız varsa birde “Tamamlayıcı Sağlık Sigortası” diye özelimsi bir hizmet daha oluşuyor. Devletin verdiği hizmetlerin yanı sıra daha düşük ücretlerle bu sigortalılığınızı daha da konforlu hale dönüştürebiliyorsunuz. Bunu yapabilmek için ise çalışan ve işverenler, SGK kayıtlarını ibraz ederek sigorta şirketlerinin birini tercih etmesi gerekiyor. Ücret mukabilinde devletin verdiği imkânların daha üstünde hizmet almanız sağlanıyor. Bunu yaparken dikkat edilmesi gereken elbette birçok husus var. Hangi sigorta şirketi hangi sağlık kuruluşları ile anlaşmalı, poliçeniz neleri kapsıyor, yıl içerisinde ne tür sağlık hizmetleri alabiliyorsunuz…

Bu tamamlayıcı sağlık sigortasını yaptığınızda, kendinizi ve ailenizi gerçekten özel hissedeceğinizi sanıyorsanız; “burada” biraz yanıldığınızı söyleyebilirim. Çünkü bu ciddi bir sorun halinde… Bu sorun ki özel sağlık sigortasına güvenerek hizmet almaya çalışan birçok hasta vatandaşımızın ekonomik mağduriyeti ile son buluyor.

Sağlık tüccarları diyebileceğim bu sigortacılık kültürünün ciddi düzenlemelere ihtiyaç duyduğunu hemen her hastaneye yolu düşen sigortalı pekiyi bilmektedir. Bende o sigortalılardan biriyim. SGK kaydımızla birlikte sözde fırsat olarak nitelenen tamamlayıcı sağlık sigortasını NN Sigorta şirketinden yaptırdım. Devletimizin sağlamış olduğu imkânlara birazda konfor eklemek, hastalıklarımızın çözümünde özel sağlık kuruluşlarından faydalanabilmek için bu hizmeti almak üzere bedel ödedim. Bu hizmetler sınıflara ayrılmış olduğundan tamamlayıcı sağlık sigortası kapsamındaki en üst seviyede olan hizmeti tercih edenlerden biriyim. Fakat bu tercihimin beni hırsız yapacağından habersizdim.

Evet, yanlış okumadınız…

Hırsız…

Çünkü muamele sanki bir hırsızmışız muamelesine dönüşmüş durumda.

Hastaneye gidiyorum, çoğu kez gündem yoğunluğundan sağlığımıza zaman ayıracak fırsatı bulamamamıza rağmen yorgun ve hasta düşebiliyoruz. Konumumuza yakın olan ve ivedilikle sıhhat bulmak üzere Bağcılar Medipol Mega Üniversite Hastanesi’ne çalışma arkadaşlarımın yardımı ile ulaştık. Kalbimde hissettiğim çarpıntı, sırt ağrıları ve hiç düşmeyen tansiyon rahatsızlığı ile acilin kapısından giriş yapmıştım. Kapının girişinde iki uzun masa arkasında gözleri ışıl ışıl gencecik dört beş kız çocuğu oturmuş ve giriş yaptığım sıra kaydımı açmak için kimliğimi istemişlerdi. Kimliğimi uzatıp kaydımı yapabilmelerini sağladım fakat sonrasında kimliğiniz bizde kalacak siz müşahede odasına geçebilirsiniz dendi. Kimliğimi niçin alıyorsunuz dedim ve aldığım cevap “sigorta şirketinizden provizyon alacağız, tedavinizi karşıladığı zaman geri vereceğiz.” bu cevaba mukavemet göstermedim ve o haldeyken gösterebilmem de mümkün değildi. Kişisel verilerin korunması kanunu kapsamındaki yönetmelik hususiyetini boş verdim bile. Canımız yanarken adımız, soyadımız, ana adı, baba adımız, kimlik numaramız kimin neyin elinde nasıl gezmiş kimin umurunda…

Hizmet çok güzel…

Tansiyonuma bakıldı, kalp ritmim dinlendi, serumlar takıldı, ağrı kesiciler katıldı derken saatler geçti. Gün ışımaya başlarken istirahat etmeninde verdiği güçle sorunun bile ne olduğunu anlamadan taburcu edildim. Kalbimde bir şey yokmuş. Tansiyonum çıkmış ama düşürmüşler. Serumla verdikleri takviye biraz daha dinç yapıyormuş. E o halde artık evin yolunu tutmalıyım.

Kapıdaki banko tutsak almasa ne de güzel olacaktı.

Fakat almaları gerekiyormuş…

Ellerinde bana uzatmaktan imtina ettikleri kimliğim…

Saatlerdir içerideydim ve çıkışta ayaküstü sigorta şirketimden gelmeyen provizyonun tartışanı haline dönüştürdüler. Ne serumun etkisi, ne ağrı kesiciler, ne düşen tansiyonum… Sağlanan tedavi kapıda iade alındı.

Hizmet alıp kaçacak olan bir hırsızdım.

Tüm kimlik bilgilerimden, sigortalılık bilgilerime kadar her bilgiye sahip olan arkadaşlar, kimliğimi vermek istemiyorlar. Neymiş efendim… NN Sigorta dönüş yapmamış. Neye dönecek? Nasıl dönecek?

Kalp ve tansiyondan gelmiş biriyim, eğlence olsun diye, aldığım hizmetin ödemesini yapmamak için mi oradayım? Tüm bilgilerimiz elinizde, mesele para ise bedelini söyleyin de bu rezilliği yaşatmayın!

15 gün öncesinde de aynı sorunu başka bir poliklinikte yine aynı hastane ve aynı sigorta şirketi ile yaşadım. O gün kimliğime yetkisizce el koymanızın nedeni buradan hizmet ya da tedavi alıp parasını ödemeden kaçanlar mı oldu da bu muameleyi reva görüyorsunuz demiştim.

Tamamlanan bir sigorta göremiyorum. Bunun usulü ve tertibi bu şekilde olamaz. Olmamalı…

Ülkece sağlık sistemimizden gururlandığımız bu günlerde işinin liyakatinde olmayan sözde sigortacılar eliyle vatandaşa bu karmaşa ve muamele hak değildir. Birçok hususta kulağının üzerine yatmayan yetkililerimiz, umarım bu kontrolsüz sigortacılık kültürüne de gerekli düzenlemeler ile müdahale eder.

Biz şımarık bir toplum değiliz.

Hakkımız olanı alırken dahi tevazu ile alanlarız.

Bize iyilik yapanı incitmemek için incinmeyi göze alan bir milletiz.

Kaldı ki tedavi edeni baş tacı ederiz.

Bu niyetimizi, bu içtenliğimiz ve tevazuumuzu bizden almaya çalışan sigorta lobisinin bu kısa sorunun dışında yüzlerce sorun çıkardığının farkındayız.

Ülkemiz insanını bu simsarlara yem etmeyin.

‘MALİ’ olayları ve enerji politik düşündürdükleri

Mali, Afrika’nın batı bölgesinde yer alan bir kıta ülkesi olup kıtanın yedinci büyük ülkesi durumundadır. Cumhuriyet ile idare edilen ülkenin yüzölçümü 1 milyon 240 bin km2 olup sekiz bölgeden oluşmaktadır. Ancak, topraklarının yaklaşık % 65’i çöl bölgesidir. Bu bağlamda, kuzeyi bir Sahra ülkesi niteliği taşırken güneyde Nijer ve Senegal nehirlerinin geçtiği bölgeler nüfusun yoğunlaştığı daha yaşanası yöreleri oluşturmaktadır (Şekil 1).

20 milyona yaklaştığı ifade edilen nüfusun artış oranı % 3 mertebesindedir ve popülasyonun % 65 kadarı 25 yaşın altındadır dolayısıyla hayli genç bir nüfusa sahip bulunmaktadır. Çoğunluk güneyde ve kırsal alanlarda yaşamakta buna karşın % 40 kadarı kentlerde yaşamaktadır.  Bununla beraber nüfusu 1 milyonu aşan şehirleri bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi, 2 milyona yaklaşan nüfusuyla Mali’nin başkenti olan Bamako’dur ve Afrika’nın nüfusu en hızlı artan şehirleri arasında yer almaktadır. Ülkenin büyük bir çoğunluğu (% 95 kadarı) Müslüman, % 2,4 kadarı Hıristiyan, % 3’e yakın kısmı ise yerli geleneksel dinlere mensup bulunmaktadır. Halen resmi dili Fransızcadır. 

Mali’nin tarihi; hayli eski tarihlerde yaşamış geleneksel yapılara kadar götürülebilmekle beraber esas itibariyle Batı Afrika’da vücut bulmuş üç imparatorluğa dayandırılmaktadır. Bunlar; Mali İmparatorluğu, Gana İmparatorluğu ve Songhay İmparatorluğu’dur. Ülkenin bugünkü adının da Mali İmparatorluğu’ndan geldiği betimlenmektedir.

Detaylı tarihi kayıtlara ulaşmak hayli zor olmakla beraber, bu İmparatorluğun Mandingler tarafından Nijer Vadisinde, Bamako bölgesi-Mande yöresinde kurulduğu ve M.S. 1235 – 1670 tarihleri arasında hüküm sürdüğü ve zengin bir devlet olduğu bilinmektedir. Hükümdarının Mekke’ye gittiği ve bu bağlamda Mali bölgesinde Müslümanlığın daha da yaygınlık kazandığı söylenebilir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki; (günümüz de dâhil) dünya tarihinin gelmiş geçmiş en zengin insanının (sahip olduğu altın ve tuz madenleri ile servetinin 400 Milyar USD olduğu tahmin edilen) Mali Kralı Mansa Musa olduğu kabul edilmektedir. 

19. yüzyılın ortalarına kadar yerli unsurların çatışmaları ve bu bağlamda farklı devlet yapılanmalarının oluşmasıyla geçen bir süreçten sonra Senegal vadisinden başlayarak, misyoner faaliyetlerle birlikte Fransız müdahalesi yaşanmış ve kademeli bir işgalle 19. Yüzyılın sonunda işgal harekâtı tamamlanmıştır.

1904’te Haut-Senegal-Niger Sömürgesi oluşturulmuş, 1920’de ise bölge “Fransız Sudan”ı adını almıştır. Bu bağlamda, Mali bölgesi 1899-1959 yılları arasında Fransız Batı Afrikası Federasyonu’na bağlı kalmıştır. 1960’ta bağımsızlığını kazanarak Mali Cumhuriyeti adını almış ve bundan sonra darbelerin yaşandığı görülmüştür. 2012’de askeri bir isyan sonrasında Fransa’nın 2013’te müdahalesiyle Mali ordusunun denetimi sağlanmış bulunmaktadır.

Bununla beraber, günümüze kadar çoğu kez kuzeydeki Tuaregler’den kaynaklandığı belirtilen sorunlar, hoşnutsuzluklar ve siyasi krizlerden bahsedilebilir. Bu bağlamda, Fransa tarafından “Barkhane Operasyonu” olarak nitelenen harekât ile Mali’de görevlendirilen 4 bin kadar asker bulunmaktadır. Birleşmiş Milletlerce oluşturulan “Mali Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu (MINUSMA)”nun 15 bin kişilik Barış Gücü ile de şimdiye kadar güvenliğin yeterince sağlanamamış olduğu görünmektedir Şiddet olayları yaşanmaya devam ede gitmektedir. Ülkede kişi başı milli gelir ise 1000 USD mertebesindedir.

Türkiye- Mali İlişkileri

Türkiye Cumhuriyeti ile Mali arasındaki ilişkiler farklı yönlerden hayli ileri seviyede olarak nitelenebilir. İlk ilişki, Türkiye ve KKTC (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) Dışişleri yetkililerinin beraberce 1998 de Mali’ye gerçekleştirdiği resmi ziyaretle başlamıştır. Türkiye’nin Mali Elçiliği 2010 tarihinde faaliyetlerine başlamıştır. 2014 yılında ise Mali, Ankara Büyükelçiliği’ni oluşturmuştur. Türk Hava Yolları, doğrudan Bomako seferlerine 2015 yılında başlamış bulunmaktadır.

İki ülke arasındaki temaslar 2 Mart 2018’de T.C. Cumhurbaşkanı’nın Mali’ye gerçekleştirdiği resmi ziyaretle hız kazanmıştır. 2003 Yılında 5 milyon USD olan ikili ticaret hacmi 2019 yılında, 2003 deki ticaret hacminin 10 mislini aşarak 57 milyon USD seviyesine çıkmıştır. İkili ticaret hacminin 48 milyon USD’ı aşkın kısmı ihracatı ve 9 milyon USD’a yakın kısmı ise ithalatı ifade etmektedir. Ayrıca, Mali’de TMV vakfı bulunmakta ve Burslu öğrenciler Türkiye’de öğrenim görmektedirler.

Enerji Politik Değerlendirme  

Mali esas itibariyle tarım ülkesi olarak nitelense de zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Nitekim Mali’nin en önemli ihracat ürünleri, altın ve tarım ürünleri olmaktadır. Ülkenin yer altı kaynakları arasında; altın, demir, boksit, nikel, fosfat, manganez, uranyum, lityum, kireçtaşı sayılabilir. Ayrıca, petrol rezervlerinden de bahsedilmektedir. Yakın zamana kadar altın, demir, tuz ve kireçtaşının değerlendirilmesine ağırlık verilmiştir. Petrol ve elmas da potansiyel yer altı kaynakları arasındadır. Şekil 2’de Mali’nin bazı önemli yer altı rezerv bölgeleri görülmektedir. 

Hemen anlaşıldığı üzere Mali’nin yer altı kaynakları yadsınamaz önemdedir. Afrika’nın üçüncü büyük altın üreticisi durumundadır. Ayrıca, Mali’nin yer altı kaynakları arasında enerji kaynağı ve/veya enerji sistemleri için stratejik olarak ifade edilen rezervler bulunmaktadır. Bunlar arasında; nükleer güç santraların yakıt malzemesi olan uranyum ayrı bir yere sahiptir. Mali’nin Falea bölgesindeki uranyum madeni potansiyelinin 5 bin ton olduğu ifade edilmektedir. Fazla olarak lityum, nikel gibi elementler de enerji sistemlerinde, özellikle de bataryaların yapımında temel eleman durumundadırlar.   

Burada şunu da belirtmek gerekir ki; Fransa, dünyada en çok nükleer santrala sahip olan ülkeler arasında yer almakta olup halen çalışır halde 57 nükleer güç santralı bulunmaktadır. Fazla olarak Fransa, dünyada elektrik üretiminde en yüksek oranda nükleer enerjiden yararlanan ülke olup elektriğinin % 70’inden fazlasını nükleer santrallardan sağlamaktadır. Dolayısıyla uranyum, Fransa için yadsınamaz öneme haizdir.

Ne tesadüftür ki; Mali’de uranyum rezervlerinin gündeme gelmesinden sonra, ülkede sorunlar giderek şiddetlenmiş ve (Mali yönetimince davet edilmesiyle) Fransa müdahalede bulunmuştur.

Öte yandan Mali’nin kuzey bölgelerinde yaşayan aşiret ve Tuaregler’in maden üretimlerinden pay istedikleri belirtilmektedir. Sonuçta söz konusu bu hareketlerin dünyanın birçok yerinde olduğu üzere, İslam ile ilişkilendirilerek haberleştirildiği görülmektedir.

Bütün bunlardan ayrı olarak, Sub-Sahara (Sahra altı)  bölgesinden geçirilmesi planlanan enerji boru hattının, Mali’den de geçmesi planlanmaktadır. Yakın gelecekte, bu bölge dolayısıyla Mali de önemini arttıracaktır. Afrikanın batısında var olan ve/veya çıkarılmayı bekleyen yeni rezervlerin Afrika’nın doğusuna taşınması farklı yönlerden bölgenin ve bölge ülkelerinin stratejik önemini arttıracaktır.

Sonuç

Günümüzde yeraltı kaynakları açısından hayli zengin olan Mali, yazıktır ki; dünyanın en yoksul 25 ülkesi arasında yer almaktadır.  Oysa, geçmişte zenginliği ile anılmış böyle bir ülke, yaşadıkları ile dikkat çekmektedir.

Bilindiği üzere Mali; Sahra kuşağının güneyinde kalan ve Atlantik’ten Kızıldeniz’e ulaşan “Sahel” coğrafyasında  yer almaktadır. Senegal, Moritanya, Mali, Nijer, Çad ve Sudan’ın yer aldığı söz konusu bu bölgede bulunan Mali ve Mali’de yaşananların münferit olaylar olarak düşünülmemesi gerektiği de söylenebilir. Bu bağlamda, sahra altı bölgeden enerji hatlarının geçirilmesi planları da bu bölgeyi giderek öne çıkarmaktadır. Mali’nin güney bölgesinden geçirilmesi düşünüldüğü anlaşılan söz konusu boru hattının kuzeyde bulunan gruplar tarafından nasıl karşılanacağı konusu da gelecekte hırçın olayların yaşanabileceğini düşündürmektedir.

Denize kıyısı olmayan Mali’nin zengin kaynaklarını dış pazarlara ulaştırması ancak farklı ülkeler üzerinden mümkün görünmektedir. Dolayısı ile Sahel ülkeleri ile ilişkisinin önem arz ettiği söylenebilir. Bu bağlamda, Sahel coğrafyası ile ilişkilendirilen Nijerya ve Burkina Faso ile etkileşimler de önem arz etmektedir. Bir başka deyişle bu durum, ülkelerde yaşananların birbirini etkileyecek ve tetikleyecek mahiyette olabileceğini düşündürmektedir. Burada özellikle enerji-politik gelişmeler önem kazanacaktır.

Türkiye’nin THY ile Mali’ye hava taşımacılığını başlatmış olması, burada ayrı bir önem taşımaktadır. Bu durumun, Türkiye-Mali ilişkilerine giderek daha stratejik bir veçhe kazandırması beklenebilir.

Öte yandan, Fransa’nın Mali’deki pozisyonu, enerji politik olarak irdelendiğinde   olayların derinliğinin hayli fazla olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda durum, olayların kısa sürede sonuca ulaşmasının zor olabileceği ve çevre ülkelerle de ilişkili olayların yaşanabileceğini düşündürmektedir.

Öz olarak belirtmek gerekirse; Mali ve ilgili gelişmeler ve ülkenin sahip olduğu altının yanı sıra uranyum gibi enerji-politik açıdan son derece önemli bir madenin bulunması, olayların kolay durulmayacağını ve yazık ki, yine bölge insanlarının ve inançlarının sorun oluşturduğu üzerinden gidileceği izlenimi edinilmektedir.