24.7 C
İstanbul
Cuma, Ağustos 15, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 47

Uzmanlar Suyun Geleceğine Dikkat Çekti

Reckitt-Benckiser markalarından Finish sponsorluğunda gerçekleşen “Suyun Geleceği” oturumunda tüm dünya için hayati bir kaynak olan suyun toplum ve insan için önemi ve geleceği masaya yatırıldı.

Türkiye Su Enstitüsü Proje Geliştirme ve Uygulama Koordinatörü Doç. Dr. Aslıhan Kerç, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin su kaynaklarına da yansıdığını söyledi. Kerç, “Su kaynakları başta yağış rejimi olmak üzere iklim değişikliğinden büyük oranda etkileniyor. Kimi zaman aşırı kimi zaman azalan yağışlar su kaynaklarını baskılıyor. Su kıtlığı uzun yıllardır gündemdeydi ama son zamanlarda daha gözle görünür bir hal aldı. Örneğin su rezervlerimizin ne kadar dolu olduğu artık gündemimizde önemli yer tutuyor. Bu tüm dünyada böyle. Kişi başı yenilenebilir su miktarı 1000 metreküpün altına düşerse biz buna su kıtlığı diyoruz. Türkiye’de bu rakam 1350 metreküp civarında. Kıtlık değil ama stres altındayız” dedi.

Hava Kirliliğinin Türkiye’ye Sağlık Maliyeti 53 Milyar TL

Sağlık ve Çevre Birliği HEAL’in ‘Türkiye’de Kronik Kömür Kirliliği’ raporuna göre kömürlü termik santrallerin neden olduğu hava kirliliğinin yarattığı sağlık sorunları, Türkiye’ye yılda 53 milyar TL’ye mal oluyor. Bu ise toplam sağlık harcamalarının yüzde 27 sini oluşturuyor. Aynı zamanda bu sağlık sorunları 1,4 milyon iş günü kaybına yol açıyor.

Sağlık ve Çevre Birliği HEAL (Healthand Environment Alliance) tarafından 4 Şubat Dünya Kanser Günü’nde yayınlanan ‘Türkiye’de Kronik Kömür Kirliliği: Kömürün Sağlık Yükü ve Kömür Bağımlılığını Sonlandırmak’ raporu, termik santrallerden kaynaklı hava kirliliğinin yarattığı sağlık sorunları ve bunun mali yüküne dikkat çekiyor. Türkiye’de santral bazında sağlık etkilerini ve buna bağlı maliyetleri hesaplayan ilk çalışma olan rapor, kömür santrallerinin yarattığı kirliliğin her yıl 53.6milyar TL’ye yakın sağlık maliyetinin olduğunu ortaya koyuyor.

2019’da Türkiye’de işletmede olan linyit, taş kömürü veya asfaltit kullanan 28 adet büyük elektrik santralini (100 MW ve üzeri kurulu güce sahip) inceleyen raporun başyazarı, HEAL Türkiye Sağlık ve Enerji Politikaları Kıdemli Danışmanı Funda Gacal, “2019’da Türkiye’nin sağlık harcamaları 201 milyar TL olarak açıklandı. Bu meblağının yüzde 27’si ise kömür kaynaklı sağlık sorunlarına harcandı” diyor.

Rapora göre ayrıca, santrallerin yarattığı hava kirliliğinin Türkiye ve 70’ten fazla ülkeye toplam maliyetinin yaklaşık 99 milyar TL olduğu tahmin ediliyor.

11 MİLYON 300 BİN HASTA GEÇİRİLEN GÜN

Kömürlü termik santraller pek çok kronik ve akut hastalığın nedeni. 2019’da bu santraller Türkiye’de 26 bin 500 çocuk bronşit vakası, 3 bin erken doğum, 3 bin 230 yetişkin bronşit vakası, bununla birlikte 11 milyon 300 bin hasta geçirilen güne ve hastalık nedeniyle 1,4 milyon iş günü kaybına neden oldu.

GÜNDE 13 KİŞİ HAVA KİRLİLİĞİNDEN ÖLÜYOR

Kömürlü termik santrallerin yol açtığı erken ölümler de raporun temel bulguları arasında yer alıyor. Buna göre, 2019 yılında bu santraller yaklaşık 5 bin erken ölüme neden oldu, yani günde ortalama 13 kişi kömürün yarattığı kirlilik nedeniyle hayatını kaybetti. Türkiye’de elektrik üretiminin kömürden sağlanmaya devam ettiğini belirten Funda Gacal, sözlerini şöyle sürdürüyor: “19 GW’lık mevcut kurulu kömür gücüne ek olarak toplam 33 GW’lık 30 yeni kömürlü termik santral projesi bulunuyor. Bu santrallerin ortalama ömrü en az 40 yıl. Bu nedenle, her bir yeni kömürlü termik santral yıllar boyunca insan sağlığına zarar veren bu emisyonlarda kilitlenmeye yol açacak. Bu durum, diğer sektörlerin hava kirletici emisyonlarını azaltma çabalarını da boşa çıkarır.

FİLTRE TEK BAŞINA ÇÖZÜM DEĞİL

Raporun başyazarı Gacal, filtre sistemlerinin de çözüm olmadığını söylüyor: “Hava kirliliğine yol açan kömürlü termik santrallerin bazılarının filtreli olduğunu tespit ettik. Ama en iyi filtre sistemleri dahi bacalardan yayılan hava kirleticilerini yalnızca bir noktaya kadar azaltabildikleri için kronik hava kirliliğine çözüm olmuyor. Filtreler ayrıca CO2 salınımını engellemiyor, yani kömürün iklim değişikliğini tetiklemedeki rolünü azaltmıyor. Filtrelerin yanı sıra kömür türü, enerji içeriği ve kazan teknolojisi de bacalarından salınan hava kirletici emisyonları etkiliyor. Ayrıca baca çapı ve yüksekliği gibi, baca tasarım unsurları kirliliğin dağılımında rol oynuyor.

ÇÖZÜM ‘SAĞLIKLI ENERJİ’YE GEÇİŞ

Çalışma, Türkiye’de kömürlü termik santral emisyonlarından kaynaklanan sağlık ve iklim maliyetlerinin enerji politikaları oluşturma süreçlerinde dikkate alınması gerektiğini vurguluyor. Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nden (HASUDER) Yrd. Doç. Dr. Melike Yavuz da bu ihtiyacın altını çiziyor: “Bilgi akışının sağlanması, şeffaf bir diyalog kurulması ve sağlık etki değerlendirmesi yapılabilmesi için, kömürlü termik santraller başta olmak üzere tesis bazında hava ve suyu kirleten tüm emisyon verilerinin kamuya açılması gerekiyor. Sağlık ve tıpta uzmanlık kuruluşları kömür ve enerji üretiminin sağlık üzerindeki etkileri ve maliyetleri konularında her zamankinden daha çok endişe duyuyor. Karar vericiler de bu tartışmalarda yer almalı, sağlık etkilerini değerlendirmek için elini taşın altına koymalı.

Raporda politika yapıcılara öneriler şöyle sıralanıyor:

» Mevcut ve eskimiş kömürlü termik santrallerin en kısa sürede kapatılması ve yenilerinin inşa edilmemesi.

» Sağlık ve çevre etki değerlendirmeleri ile bilinçli enerji seçimleri yapılması.

» Elektrik sektöründen kaynaklanan emisyonların şeffaf bir şekilde raporlanarak veri şeffaflığının artırılması ve bunların bilimsel olarak değerlendirmesine izin verilmesi.

» Sağlık istatistikleri ve ilçe düzeyinde de hastalık vakalarına ilişkin istatistiklerin kamuoyuyla paylaşılması.

» Ekonomi, enerji ve çevre mevzuatları ve stratejilerini birbirleriyle ilişkilendirilerek enerji sektörü planlamasının geliştirilmesi, uzmanların ve halkın katılımına izin verilerek şeffaflığın artırılması.

» Sürdürülebilir yenilenebilir enerji ve enerji tasarrufu biçimlerinin tercih edilmesi.

» Paris İklim Anlaşması’nın onaylanması ve iddialı bir Ulusal Katkı Beyanı (NDC) ile yenilenebilir enerji kaynaklarının paylarının artırılmasına dair hedeflerin belirlenmesi.

Raporda ayrıca enerji, iklim ve temiz hava konularının görüşülüp, karara bağlandığı yerlerde Sağlık Bakanlığı ve sağlık aktörlerinin yer alması gerektiğine vurgu yapılıyor.

Enerji Sektörü Çalışanları Fedakarlıktan Ödün Vermiyor

Uludağ Ekonomi Zirvesinde bugün gerçekleştirilen ‘Enerjide Yeni Dengeler’ panelinde konuşan Sanko Enerji CEO’su Hakan Yıldırım, ‘’Dünyamızı şekillendiren iki önemli mega trend var; iklim değişikliği ve dijitalleşme. İklim değişikliği ile mücadelede insanlığın elindeki en önemli enstrüman,yenilenebilir enerji kaynaklarının değerlendirilmesidir” dedi.

Kişi, kurum ve ülke stratejilerinin megatrendler etrafında şekillendirilmesi gerektiğine dikkat çeken Yıldırım, “Bana göre dünyada iki tane megatrend var. Biri iklim değişikliği diğeri ise dijitalleşme. İklim değişikliğinde insanlığın elindeki en önemli enstrümanlardan birisi yenilenebilir enerji. Kurum olarak nerede olmak istediğimizi bu iki megatrende göre şekillendirmek zorundayız. Başka bir seçeneğimiz yok” diye konuştu.

Tüm dünyayı etkisi altına Covid-19salgını nedeniyle 2020’nin zor bir yıl olduğunu belirten Hakan Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü: “2020 bizim için ilginç ve zor bir yıl oldu. Zorlu süreçler, üstesinden gelebilenler için öğrenme, kendini yenileme, dersler çıkarma ve yeni kabiliyetler elde etme aracıdır.

Pandemi Krizinde 2021 Ekonomi Öngörüleri

Uzmanlar pandemi krizinin yaratmış olduğu sosyo-ekonomik etkilerin bir kısmının kalıcı olacağını ön görüyor.

2020 yılı koronavirüs pandemisi nedeni ile modern dünyanın yaşamış olduğu en büyük krizlerden birinin başlangıcı olarak tarihte yerini almış durumda. Virüse karşı aşı uygulamalarının başlamış olması gelecek için olumlu sinyaller verse de, uzmanlar krizin 2021 yılı sonuna kadar etkisini devam ettireceğini öngörüyor.

Pandemi krizinin ekonomik etkilerinin sektörel bazda büyük değişimler gösterdiğinin altını çizen Dinamo Danışmanlık Kurucu Ortağı, Kamu Özel Ortaklığı (PPP) ve Proje Finansmanı Uzmanı Fatih Kuran, “Sektörlerin önemli bölümü değişen ölçülerde olumsuz etkilenirken bazı sektörler ise olumlu olarak ayrışmış durumdalar. Kriz turizm, ulaşım, restoran ve eğlence sektörü, otomotiv, enerji ve genel olarak gıda dışında kalan üretim sektörlerini olumsuz etkiledi. Bazı sektörlerin 2019 yılı kapasitelerine erişimin ancak 3-4 yıl gibi uzun bir zaman alabileceği de tahmin edilmekte. Öte yandan e-ticaret, online alışveriş ve kurye hizmetleri, bilgi ve iletişim teknolojileri, kişisel bakım ve sağlık, gıda ve perakende zincirleri, tarım, tıbbi malzeme ve hizmetler ile ilgili sektörler ise krizden olumlu olarak etkilenmiş durumdalar.

Ayrıca, pandemi nedeni ile uluslararası tedarik zincirinde Çin kaynaklı önemli aksamalar yaşanmasının yeni dönemde tedarik zincirinde konsantrasyon riskinin yönetimine daha fazla dikkat çekeceği beklenmektedir. Bu nedenle şirketlerin tedarikçi portföylerinin coğrafi bazda nicelik olarak geliştirilmesine odaklanması öngörülmektedir. Söz konusu durum Türkiye açısından başta tekstil ve otomotiv olmak üzere önemli fırsatlar yaratabilir.

Yanı sıra ülke yönetimlerinin tarım, gıda ve sağlık malzemeleri gibi temel ihtiyaç maddelerinin tedariğinin kriz dönemlerinde bir daha problem teşkil etmemesi için bundan böyle ağırlıklı olarak yerel bazda temin edilmesi için tedbirler alması da sürpriz olmayacaktır. ABD yönetimin ülke ihtiyaçlarını garanti altına almak amacı ile maske ihracatını yasaklaması bu duruma iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bu şekilde global ticaretin önünü kota ve vergi uygulamaları ile sınırlayacak uygulamalar geri gelip yerel üretimler teşvik edilebilir” dedi.

Teknolojik değişim ve dönüşüm

Diğer taraftan otomotiv ve makine üretim sektörleri gibi bazı sektörlerde, pandemi krizinden bağımsız, büyük bir teknolojik değişim ve dönüşümün yaşandığına değinen Fatih Kuran, “Bu sürecin en az önümüzdeki on yıla damgasını vuracağını rahatlıkla ifade edebiliriz. Değişimin büyük ya da küçük tüm oyuncuları etkisi altına alması kaçınılmazdır ve yeni duruma adapte olmak için işletmelerin büyük ölçekli yatırımlar yapma ihtiyacı söz konusu olacaktır. Yatırımların bir kısmı makine, ekipman, donanım şeklinde sabit yatırım ve kalan kısmının da teknoloji transferi ile araştırma geliştirme yatırımları başta olmak üzere entellektüel sermaye şeklinde olmasını beklemekteyiz. Bahsettiğimiz büyüklükte yatırımları özellikle küçük ve orta boy işletmelerin tek başlarına gerçekleştirmeleri ve yeni ekonomide rekabet güçlerini koruyabilmeleri çoğu işletme için mümkün olamayacaktır. Bu nedenle daha büyük hacimlere ulaşarak ölçek ekonomisinden faydalanıp maliyetleri düşürmek, Ar-Ge maliyetlerinden tasarruf etmek, teknoloji transferi sağlamak, satış ile dağıtım kanallarını daha verimli yönetebilmek ve yeni pazarlara açılmak amacı ile şirket satın alma ve birleşme işlemlerinde önümüzdeki yıllarda global düzeyde önemli bir artış gerçekleşmesini beklemekteyiz” dedi.

Türk şirketlerinde satın alma ve birleşme işlemleri

Fatih Kuran, ayrıca Türk yatırımcılar açısından satın alma ve birleşme işlemlerinin yurt içi ve dışı olarak iki kısımda incelenebileceğine vurgu yaptı: “Yurt içi işlemler iki Türk şirketin birleşmesi şeklinde olabileceği gibi yabancı şirketlerin de özellikle döviz kurlarındaki artış nedeni ile Türk Lirası bazında ucuzlayan varlıkları satın alma veya ortaklık kurma konularındaki iştahlarında artış beklemekteyiz. Özellikle uluslararası rekabete açık gelişmiş altyapısı olan sektörlerimiz için Türkiye’deki düşük işçilik maliyetlerinin yabancı yatırımcılar açısından cazibeyi artırmasını da beklemekteyiz. Yanı sıra özellikle pandemi krizi nedeni ile uluslararası tedarik zincirinde yaşanan değişimlere paralel olarak Türk şirketlerin Avrupa ve Kuzey Amerika başta olmak üzere alıcı pazarlarına daha yakın olmak amacı ile yurtdışı yatırım projelerine ağırlık vermesi de beklenen bir trenddir. Yatırımlar satın alma veya birleşme şeklinde olabileceği gibi sıfırdan yeni yatırım projeleri şeklinde de gerçekleşebilecektir.  Ayrıca 2021 ile birlikte satın alma ve birleşme işlemlerinde OBİ ve KOBİ düzeyinde şirketlerin yer alacağı işlemlerde artış beklemekteyiz.

Enerjide Yeni Dengeler Masaya Yatırıldı

Galata Wind sponsorluğunda gerçekleşen “Enerjide Yeni Dengeler” oturumunda Türkiye’nin ve enerji piyasasındaki rolü ve bu alandaki beklentiler,Türkiye’nin dev enerji şirketlerinin üst düzey yöneticileri tarafından ele alındı.

Global Resources Partnership Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Öğütçü’nün moderatörlüğündeki panele SOCAR Türkiye Rafineri ve Petrokimya İş Birimi Başkan Anar Mammadov, Enerji Ticareti Derneği Yönetim Kurulu Başkanı ve Doğan Enerji CEO’su Burak Kuyan, Doğanlar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Davut Doğan, Sanko Enerji CEO’su Hakan Yıldırım ve Zorlu Enerji CEO’su Sinan Ak katıldı.

Mammadov: Pandemiyle petrokimyanın önemi arttı, Türkiye bu alanda çok büyük bir pazar

Salgında en çok etkilenen sektörlerden birinin enerji sektörü olduğunu söyleyen SOCAR Türkiye Rafineri ve Petrokimya İş Birimi Başkan Anar Mammadov, “Tarihte görülmeyen bir krizden geçtik. Tedarik zincirleri kırıldı, rafineriler üretim kıstı, sektör olumsuz etkilendi. Ancak bu dönemde maske dahil pek çok malzemenin üretimde kullanılan petrokimya ürünleri büyük önem kazandı. Bu durum müşterilerimizin ihtiyaçlarını karşılamak için farklı bakış açıları geliştirmemize neden oldu. Örneğin jet yakıtına talep sıfırlanınca biz bunu yüzde 100 motorine çevirdik, çünkü Türkiye’de bu alanda açık vardı. Burada Star Rafineri entegrasyonunun büyük faydasını gördük. Star Petkim entegrasyonuyla üretimi geçen yılın üzerinde kapattık. En büyük fırsatları petrokimya endüstrisinde görüyoruz, Türkiye bu alanda çok büyük ve önemli bir pazar” dedi.

Enerji Ticareti Derneği Yönetim Kurulu Başkanı ve Doğan Enerji CEO’su Burak Kuyan, Galata Wind olarak sadece yenilenebilir enerjide varlık göstereceklerini taahhüt ederek, global arenada da alternatif yenilenebilir enerji teknolojilerine yatırım yapacaklarından bahsetti. Hem Türkiye’de hem yurtdışında büyüme hedefleri olduğundan bahsederek, “Halka arza hazırlandığımız Galata Wind Enerji A.Ş. ile bir yandan yenilenebilir enerji kaynakları tarafında yeni projeler ile yurt içinde ve yurt dışında büyümeyi hedeflerken bir yandan da dağıtık ve alternatif enerji teknolojilerine yatırım yapmak konusunda çalışmaya devam ediyoruz.  Bizim bu ülkeye olan inancımız hiçbir zaman bitmeyecek, yatırımlarımızı yapmaya devam edeceğiz. Doğamız gereği sürdürülebilirliğe ve geleceğe odaklanıyoruz. Yenilenebilir enerjinin gelecek için önemli bir var olma unsuru olduğunu gördük. 2030 yılında bu alanda global ölçekte söz sahibi olan bir şirkete dönüşme vizyonuyla hareket ediyoruz” dedi.

Yaktaş İnşaat, Türkiye’ye Fransız Sermayesini Getirdi

Dünyanın en önemli zemin üreticilerinden Fransız Gerflor, Türk şirketi Yaktaş İnşaatın hakim hissedarı oldu.

Esnek zemin kaplama tasarım ve üretiminde bir dünya lideri olan Gerflor, bugün Türkiye’deki varlığını genişletme yolunda önemli bir adım atarak Türk firması Yaktaş’ı satin aldığını duyurdu.

Bu anlaşma, ünlü Fransız markasının 20 senelik tek yetkili distribütörü ve 26 yıllık partneri olan Yaktaş İnşaatın artık zemin kaplama endüstrisinde bir dünya lideri olan Gerflor Grubuna  katılmasını sağlamaktadır. Gruba dahil olan ve grup içerisinde geliştirilen ünlü markalar arasında Taralay®, Taraflex®, Mipolam®, DLW®, Connor Sport®, Sport Court®, SPM®, Romus®, Gradus® yer almaktadır.

Gerflor Türkiye, bundan sonra Gerflor’un tüm dünyadaki başarılı varlığından, yenilikçi kabiliyetlerinden ve müşteri destek hizmetlerinden faydalanacaktır. Gerflor Türkiye, bu uzmanlığın sağladığı avantajlarla Türkiye’deki aktivitelerini ve marka farkındalığını daha da  geliştirecektir.

Bu anlaşma, Geflor’un esnek zemin kaplama sektöründe coğrafi varlığını genişletmesine devam etmesini sağlayacaktır. Bu aktiviteler, Gerflor’un Türk müşterilerine sağlık, eğitim, ofis, spor, mağaza, endüstri gibi birçok alanda daha geniş çaplı çözümler sunmasına imkan sağlayacaktır.

İmzaların ardından açıklamada bulunan Gerflor SAS CEO’su Bertrand Chammas şunları söyledi: “Bu anlaşma ile denizaşırı faaliyetlerimizi bir adım daha öteye taşımış ve Gerflor’un daha iyiye evrilmesi için yeni bir fırsat yakalamış olduk. Uzun bir geçmişe sahip, firmamıza bağlılığını ispat etmiş olan distribütörümüz ve deneyimli ekibinin grubumuza katılmasından son derece memnunuz.

Startup’ların Büyük Şirketlere Uzanan Yolculuğu

Doğan Trend Otomotiv markalarından Silence sponsorluğunda gerçekleşen “Startup’tan Büyük Şirkete” oturumunda, küçük girişimlerin büyük şirketlere uzanan yolculuğu Türkiye’de girişimciliğin tanınmış isimleri tarafından ele alındı.

2020’nin girişimcilik açısından verimli bir yıl olduğunu söyleyen Revo Capital Kurucu Ortağı Cenk Bayrakdar, geçtiğimiz yıl 1200 yatırım başvurusu incelediklerini ve 4’üne yatırım yaptıklarını söyledi.

Fon yatırımlarının yüzde 65’ini Türkiye’ye yaptıklarını ifade eden Bayraktar, “Türkiye’de iyi bir projeniz varsa kullanılabilecek 450 milyon Euro fon var. Devlet tarafından, yatırım ajanslarından gelen büyük bir destek var. Biz yatırımlarımızda Ar-Ge ve teknolojiyi Türkiye’de tutarken pazarlamayı yurtdışında aktarmaya odaklanıyoruz. Şirketlerin global düşünmesi çok önemli ve bu alanda önemli bir gelişme görüyoruz. 2013’te şirketleri yurtdışına çıkmaları için ikna etmeye zorlanıyorduk, artık kendileri bize yurtdışı planıyla geliyorlar” dedi.

Isuzu Grand Toro Allison Konforu ile Yollarda

Anadolu Isuzu’nun yeni nesil aracı Grand Toro, Allison tam otomatik şanzıman opsiyonu ile yola çıkıyor. Grand Toro, midibussegmentinde verimlilik ve tasarruf sunarken yolcular için üstün konfor sağlıyor.

Anadolu Isuzu’nun Türkiye ve Avrupa pazarındaki personel ve turizm taşımacılığı uygulamalarının ihtiyaçları doğrultusunda geliştirdiği Grand Toro modeli,8.5 metre midibussegmentine yeni bir soluk getiriyor. Grand Toro, dahili retarderlı AllisonT3270R xFETMtam otomatik şanzıman donanım opsiyonu ile sunuluyor.

Allison Transmission Türkiye Satış Müdürü Meltem Darakcı, yaptığı açıklamada; “Anadolu Isuzu ile geçmişi uzun yıllara dayanan iş birliğimiz, yeni 8.5m turizm tipi midibus Grand Toromodeli ile gelişerek devam ediyor. Şehir içinde otobüslerin zorlukla ilerleyebildiği dar sokaklarda, yokuşlarda ve tarihi bölgelerde yüksek manevra kabiliyeti ve aynı şekilde uzun yolda da üstün yolcu konforu sağlamaları ile midibus sınıfı araçlar, her amaca yönelik kullanılabiliyorlar. Grand Toro’nun gelişmiş özellikleri doğrultusunda Allison’un midibus pazarındaki kanıtlanmış başarısı ile dahili retarderlı Allison T3270R xFE tam otomatik şanzıman opsiyonunun hem yurtiçi hem de yurtdışı pazarda talep göreceğine inanıyoruz” diye belirtiyor.

8.5 metrelik uzunluğa, 35 kişilik yolcu kapasitesine, 210 bg güç ve 850 Nm/Tork üretebilen Cummins ISB Euro 6 motora sahip Grand Toro, altı ileri vitesli, dahili retarderlıAllison T3270RxFE tam otomatik şanzıman donanımı ile sunuluyor. 

Allison tam otomatik şanzımanlar, hidrolik torkkon vertörü sayesinde hem sarsıntısız vites geçişleri ile sürücü ve yolcu konforunun mümkün olan en üst seviyeye çıkarılmasına, hem de turizm ve personel taşımacılığının en önemli gider kalemlerinden biri olan bakım maliyetlerinin azaltılmasına katkıda bulunuyor. Mekanik debriyaj sistemi yerine torkkonvertörü kullanımı ile maliyetli ve zaman alan debriyaj tamir ve değişimleri ortadan kaldırılıyor. Allison tam otomatik şanzıman bakımlarında sadece periyodik yağ ve filtre değişimi yeterli oluyor. Böylece bakım ve onarım maliyetlerinden tasarruf sağlanırken aracın serviste kalma gerekliliği de azalıyor. Dahili hidrolik retarder sistemi, tam ihtiyaç duyulduğu anda aracı güvenle yavaşlatabilirken, dik yokuşların ve inişlerin bulunduğu güzergahlarda büyük bir maliyet kalemi olan fren balatası ve disk ömrü de uzatılıyor.

Ayrıca Allison T3270RxFE, sarsıntısız vites geçişleri sayesinde şehiriçi trafiğinde sık dur kalk yapılan güzergahlarda yolculuk konforunu iyileştiriyor. Dahili retarder sistemi ile araç hakimiyeti ve sürüş güvenliği arttırılıyor. Ayrıca sürücü, vites değiştirmeyle dikkatini dağıtmadan yola odaklanabiliyor.

AllisonxFE şanzımanlar, yakıt tasarrufu teknolojisindeki en son gelişmeleri sunuyor. FuelSense® Max paketi ile birlikte en verimli vites oranlarını bir araya getiren xFE şanzımanlar, daha fazla yakıt tasarrufu için uzun mesafelerde düşük motor hızlarında çalışma ve çok daha fazla lock-up operasyonu yapmak üzere tasarlanıyor.xFE teknolojisi sayesinde vites geçişlerini en verimli devir aralığında, sarsıntısız bir şekilde tamamlayarak yakıt verimliliğini arttırıyor. xFE teknolojisi, araç durduğunda vitesi otomatik olarak boşa alarak yakıt ekonomisini iyileştiriliyor.

Bakan Pakdemirli: “Üreticiyi Koruyor, Tüketiciyi Kolluyoruz”

Komili sponsorluğunda, ilk günün son oturumu olan “Tarımda Yeni Vizyon” da tarımın geleceğine yönelik atılacak adımlar ve stratejiler ele alındı. Uludağ Ekonomi Zirvesi ilk gün kapanış konuşmasını ise T.C. Tarım ve Orman Bakanı Dr. Bekir Pakdemirli yaptı.

Ekonomist Dergisi Haber Müdürü Aram Ekin Duran’ın moderatörlüğündeki panele Bunge Gıda Türkiye Ülke Lideri Turgut Yeğenağa, Sütaş Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz, Adana Çiftçiler Birliği Başkanı Mutlu Doğru, Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Başkanı Ülkü Karakuş ve Akdeniz Yaş Meyve ve Sebze İhracatçılar Birliği Başkanı Nejdat Sin katıldı.

Pandeminin bize kendi kendine yetebilen bir ülke olmanın kıymetini hatırlattığını söyleyen Bunge Gıda Türkiye Ülke Lideri Turgut Yeğenağa, “Tarihte birçok toplum kendi kendini besleyemediği için dağıldı, kuraklık çoğu medeniyetin sonu oldu. Tarımsal üretim çok önemli. Özellikle belli başlı yağlı tohumlarda kendi kendimize yetebilen bir ülke olmalıyız” dedi.

Rüzgar Enerjisinde Üretim İlk Kez %20’yi Geçti

Rüzgar enerjisi, enerji üretiminde günlük bazda ilk kez %20’nin üzerine çıktı.

Tüm zamanların en yüksek değerine ulaşılmasında özellikle rüzgar türbinlerine gerçekleşen hizmetlerin başarısına dikkat çeken Ülke Enerji Genel Müdürü Ali Aydın, rüzgar enerjisi alanında marka ülke olmak için atılması gereken adımları sıralıyor. Son 10 yılda gerçekleştirilen büyük atılımlarla en güvenilir enerji kaynağı olarak görülmeye başlayan rüzgar enerjisi, ülkemizde rekorlarla esiyor. Rüzgar enerjisinin yükselişi, doğru orantıda santrallerin de büyümesine ve çok sayıda rüzgar türbininin kurulması anlamına geliyor. Günlük bazda rekor enerji üretimini elde eden rüzgarın başarısının arkasında ise Avrupa’yı dahi kıskandıracak servis ve bakım hizmetlerinin yattığını aktaran Ülke Enerji Genel Müdürü Ali Aydın, rüzgar enerjisi sektöründe marka ülke olmanın ve Türkiye’nin bu alandaki gelişim gösteren potansiyelini ortaya sermenin yatırımcıların tercih sebebi olacağına dikkat çekiyor.

İlk Kez %20’nin Üzerinde Üretim Gerçekleşti

Enerjide dışa bağımlılığını azaltmak isteyen Türkiye, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik politikalarının meyvelerini toplamaya başlıyor. Özellikle elektrik üretimindeki payı 2020 yıl genelinde %8,44’ü bulan rüzgar enerjisi, kırdığı rekorlara bir yenisini daha ekledi. 167.019 MWh üretim gerçekleştirerek günlük bazda tüm zamanların en yüksek enerji üretimine ulaşan rüzgar enerjisinin potansiyeline dikkat çeken Ali Aydın, rüzgar enerjisi sektörünün tüm paydaşlarıyla topyekûn hareket etmesinin bugünkü tarihi sonuçlara ulaşmada önemli paya sahip olduğunu aktarıyor. Rüzgarın enerjiye dönüşmesi için en önemli unsurlardan olan türbinlere yönelik gerçekleştirilen servis hizmetlerinin ise bu başarının gizli kahramanlarından olduğunu belirten Ali Aydın, türbinlerin sağlığı için verilen mücadeledeki kararlığın bugünkü sonuçların elde edilmesini kolaylaştırdığını belirtiyor.

Rüzgar Enerjisinde Marka Ülke Olmak İçin Atılması Gereken Adımlar

Dünyada rüzgardan elde edilen elektrik üretiminde ilk 10 rüzgar ülkesi arasında gösterilen ve Avrupa’da kurulu rüzgar gücü olarak 7. sırada yer alan Türkiye’nin rüzgar enerjisi alanında marka ülke olma potansiyelinin çok güçlü olduğunu ifade eden Ali Aydın, özellikle RES’lere yönelik verilen hizmetlerde Avrupa standartlarının dahi önünde olduklarına vurgu yapıyor. Rüzgar enerjisi sektöründe atılacak gerekli adımlarla Türkiye’nin bu alandaki marka ülke olmasının kolaylaşacağını aktaran Aydın, bu yoldaki stratejik yol haritasını şu şekilde sıralıyor.

1. Rüzgar enerjisi daha fazla görünürlük kazanmalı. Rekabetçi bir sektöre sahip olduklarını aktaran Ali Aydın, ülke olarak rüzgar enerjisindeki konumu ve görünürlüğü netleştirmek ve tutarlı akış planlarına sahip olmakla birlikte her aşamada katma değer üretecek çalışmaların gerçekleşmesi gerektiğini belirtiyor.

2. İstikrarlı duruş korunmalı. İstikrar ve öngörülebilirlik sektör oyuncuları için çok önemli. Hem paydaşların hem de devlet kanadının bu konuda taviz vermeden yatırımcılara uygun zemini sağlaması gerekiyor.

3. Fiyatlandırmalarda doğru politikalar izlenmeli. Maliyetler ve fiyatlandırmalar konusunda devletlerin izledikleri politikaların engelleyici değil, büyümeyi destekler nitelikte olması çok önemli. Rekabet ortamına uygun atılacak adil adımlar rüzgar enerjisinde önemli kazançlar sağlayacaktır.

4. Operasyon ve hizmetlerde kalite prosedürü oluşturulmalı. Avrupa standartlarının ötesinde kaliteli hizmet verebilmenin ve teknolojik ilerlemenin devamlılığının sağlanması kalite prosedürleri ile güvence altına alınmalı. Özellikle bu alanda Ülke Enerji olarak güçlü bir imaja sahip olduklarını ifade eden Ali Aydın, rüzgar enerjisi sektöründeki diğer tüm paydaşların da buna sahip çıkması gerektiğini belirtiyor.

5. Hızlı ve güvenilir süreçlere sahip olunmalı. Birçok iznin alınması gerektiği alanda bürokrasinin çerçevesi yeniden belirlenmeli. Hem yatırımcılara hem de enerji ihtiyacımıza yönelik önemli adımların atıldığı rüzgar enerjisi alanında yetkili karar mercilerinde ve süreçlerin akışında daha güçlü bir yapının oluşması gerekiyor.

Pandemi Hepimizi Yeni Bir Dünya ile Tanıştırdı

İlk kez hibrit (fiziksel ve online) olarak gerçekleşen Uludağ Ekonomi Zirvesinin açılış konuşmaları Vodafone Türkiye CEO’su Engin Aksoy ve Capital ve Ekonomist Dergileri Yayın Direktörü Sedef Seçkin Büyük tarafından yapıldı.

Pandemi nedeniyle Zirve’yi İstanbul’a taşıdıklarını belirten Sedef Seçkin Büyük, “Bu yıl ise Zirve’yi pandemi koşullarına uygun bir şekilde tasarladık. 10’uncu yılını kutladığımız Uludağ Ekonomi Zirvesi, Türkiye’de ve bölgede her yıl heyecanla beklenen, ses getiren önemli bir fikir platformu. İlk 2 panelimiz fiziksel olarak gerçekleşecek ve Zirve’de iki gün boyunca“Yeni Dünyaya Hazır mıyız” teması dahilinde değişen dünya paradigmalarını konuşacağız” diyerek tüm katılımcılara, sponsorlara ve emeği geçenlere teşekkürlerini iletti.

Bu yıl ‘Yeni Dünya’ya Hazır Mıyız?’ temasıyla gerçekleştirilen Zirve’nin önemine değinen Vodafone CEO’su Engin Aksoy, pandeminin herkesi yeni bir dünya ile tanıştırdığını belirtti. “Yeni alışkanlıkların kazanıldığı bu dönemde toplam nüfusta online tüm işlemler büyük ölçüde arttı. Dijital dünya yarının toparlanmasının temeli olacak ve bizler Vodafone olarak 2025 yılına kadar en hızlı büyüyen dijital şirket olmayı hedefliyoruz. Yeni nesil dijital teknoloji şirketi olma yolunda yeni bir yapıya geçerek holding olduk. Dikey ve yatay yeniden yapılanmamızla dijital hizmet platformlarımızı daha da artıracağız. Toplumsal dönüşümdeki rolümüzün farkındayız. 1 milyar insana ulaşıp, çevresel etkimizi yarıya indireceğiz. Dijital okuryazarlık için çalışmalar başlattık. Kadınlar için ‘Dijital Benim İşim’ projesini başlattık. Telekomünikasyonun, yeni düzenin en temel kaynağı olacağını düşünüyoruz.

Vodafone Business sponsorluğunda gerçekleşen “Kamuda Değişim Ajandası” oturumunda pandemiyle birlikte yaşanan benzeri görülmemiş dönüşüm ve bunun sektörler ile kamunun yeniden organize olmasındaki etkisi konuşuldu. Panelde,değişimin kamudaki önemi masaya yatırıldı.

Panelde ilk konuşmayı yapan T.C. Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi Başkanı Dr. Ali Taha Koç, kamu verisinden değer üretmek istediklerini belirterek şunları söyledi: “Kömür bile doğru değerlendirildiğinde elmasa dönüşüyor. Bizler de kamu verilerini elmasa çevirmek üzere özel sektöre açmak istiyoruz. Ayrıca yeni eğitim sürecinde de dijital teknolojilere daha fazla yer vereceğiz. Siber güvenlik konusunda da Milli Eğitim Bakanlığı ile Siber Güvenlik Lisesi açtık. Dijitalleşmenin en büyük faydası, gelişmekte olan ülkelerin de artık ürün geliştirebilir hale gelmesi…

İhracatçı, Kurlar ve Tedarikte Çözüm Bekliyor

Emtia ve navlun fiyatlarındaki astronomik yükselişlere lojistikteki temin krizinin eşlik etmesi, ihracatçıyı sıkıntıya sürükledi.

TETSİAD Başkanı Hasan Hüseyin Bayram, “İhracatçının önündeki engeller kalkarsa 2021 hedeflerine kolaylıkla ulaşılır” dedi. Döviz kurlarındaki istikrarsızlık, emtia ve navlun fiyatlarındaki anormal artışlar ve temin krizi ile birlikte özellikle tekstil ihracatçıları, ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kaldı. Türkiye Ev Tekstili Sanayici ve İş İnsanları Derneği (TETSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Hüseyin Bayram, 2021 ihracat hedeflerine ulaşabilmenin, bu engelleri kaldırmakla mümkün olabileceğini açıkladı.

Temin süreleri çok uzuyor

Küresel pazarda emtia ve navlun fiyatlarının anormal oranlarda arttığını yanı sıra lojistikte tedarik-temin sürelerindeki krizin giderek tırmandığına da dikkati çeken Hasan Hüseyin Bayram, “Sıkıntılı süreç devam ediyor. Döviz kurlarındaki düzensizliğin yanı sıra firmaların konteyner bulmakta zorlanması ve bu hizmet için yüksek fiyatların zikredilmesi, ithalat ve ihracat yapmak isteyen firmaları zorlayan başlıca konular. Navlun fiyatlarındaki yükseliş ve hammadde temin sürelerinin uzaması, alt sektörleri haliyle zorluyor. Konteyner fiyatlarındaki artış ve konteyner teminindeki sıkıntılar, ihracatçılarımızın işlerini sekteye uğratıyor. Ekonomi yönetimimizin belirlediği hedeflerin gerçekleşmesi için ihracatçıların desteklenip, yüreklendirilmesi gerekiyor. İhracatçıyı destekleyecek yapısal reformlar ve kronikleşmeye başlayan belli başlı sıkıntıların giderilmesi şart. Devlet, sanayici ve ihracatçı işbirliği ile bugünleri atlatabileceğimize olan inancımız tam” ifadelerini kullandı.

Petrokimya Karteliyle Mücadele Etme Kararı Alındı

Yüzde 150’yi aşan zamlara karşı ‘Hammadde Güç Birliği Platformu’nu oluşturduklarını açıklayan PAGEV Başkanı Eroğlu: “Dünyadaki toplam hammadde ithalatının yarısına sahip Çin ve Türkiye, kartele karşı iş birliğine giderek spekülatif fiyatları düşürebilir” dedi.

PAGEV Başkanı Yavuz Eroğlu, hammadde fiyatlarındaki yüzde 150’yi aşan astronomik artışa karşı “Hammadde Güç Birliği Platformu” üzerinden petrokimya karteliyle mücadele etme kararı alındığını söyledi. Çin dünyanın en büyük hammadde ithalatçısı. Türkiye bazı hammaddelerde ikinci diğerlerinde ise ilk 5’te. Örneğin polipropilen hammaddesinde dünyadaki toplam ithalatın %55’ten fazlasını Çin ve Türkiye gerçekleştiriyorlar. Dünyadaki toplam hammadde ithalatının yarısından fazlasını gerçekleştiren ve yılda yaklaşık 7 milyon tonluk alım yapan Çin ve Türkiye, üretimi kısarak hammadde fiyatlarının tavan yapmasına yol açan petrokimya karteline karşı iş birliğine gidiyor. Genel Kurul’daki konuşmasında Çin-Türkiye iş birliğiyle kartele karşı hamle yapacaklarına dair açıklamalarda bulunan Eroğlu, aralıksız zamlardan dolayı üretimde duraksama-kapanma, istihdamda daralma, ihracatta gerileme ve iflas tehlikelerinin göz önüne alınarak soruna üreticinin yaşadığı yangının acilen söndürülmesi gerektiğini söyledi. PETKİM başta olmak üzere Türkiye’de üretim yapan petrokimya tesislerinin, hammadde fiyatlarındaki yangını körükleyecek hareketlerden kaçınmaya davet eden Eroğlu, PETKİM’in üretimini ihracat yerine, iç piyasaya yönlendirmesi gerektiğini ifade ederken, devletten de vergiden arındırılmış hammadde ithalatının yolunun açılmasını beklediklerini söyledi.

KARTEL ÜRETİMİ KISIP FİYATLARI UÇURDU

OPEC’teki kartel yapıya benzer şekilde hareket eden petrokimya devlerinin, üretimlerini kısmalarıyla fiyatları zirve noktalara tırmandırmayı hedeflediklerini savunan Eroğlu, pandemi koşullarında tedarik zincirinde oluşun aksaklıklar veya navlundaki sorunları bildiklerini ancak yüzde 150’yi aşan astronomik fiyat artışlarının perde arkasındaki asıl sebebin petrokimya kartelinin, çeşitli bahanelerle arzı kısması olduğunun altını çizdi. Bazı tesislerini tamamen kapatarak hammadde arzını kısan ve neticede piyasadaki malın azalmasına, böylece hammadde fiyatlarının rekor seviyelere çıkmasına yol açan petrokimya şirketlerinin, ‘yok satan’ malın fiyatının uçmasını planladıklarını ve bunu başardıklarını anlatan Eroğlu, kartelin bu oyununu bozmak için sektörü bilgilendirdiklerini söyledi. PAGEV, TOBB ve TOBB’a bağlı pek çok meslek örgütü ve sivil toplum örgütüyle ortak toplantılar yaptıklarını belirten Eroğlu, ayrıca yazılı ve görsel medya üzerinden de kamuoyunun gündemine sorunu taşıdıklarını ve çözüm önerilerini paylaştıklarını ifade etti. Eş zamanlı olarak Ankara’da kamuyla temaslarda bulunduklarını ve devletten de bu konuda sanayiciler olarak atılması gereken adımlar hakkında destek istediklerini belirten Eroğlu; Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı nezdinde art arda toplantılar gerçekleştirerek hammadde fiyatları hususunda ilgili bakanlıklara da çözüm önerilerini sunduklarını ifade ederek şöyle konuştu: “PETKİM’in bu kritik süreçte ihracat yerine, iç piyasayı öncelemesi gerekiyor. Kendi üreticimiz mal bulamazken PETKİM’in, üretimini dışarıya hem de daha ucuz fiyata satarak ‘ihracat şampiyonu’ olmasını kabul etmiyoruz. Üretimini tamamen iç piyasaya yönlendirmesi gerektiğini düşündüğümüz PETKİM’in, tüccarların elindeki malı, al-sat yolu alıp satarak fiyatların yükselmesini tetiklemesini de yanlış buluyoruz. PETKİM, ülkemizde hammadde konusunda fiyat liderliği yaptığından stratejisini, yerli üreticinin lehine olacak şekilde düzenlemelidir. Öte yandan fiyat artışlarına yönelik ‘kartel yok, bu zamlar enflasyonu tetiklemez, zamlar navlun fiyatlarından kaynaklı…’ şeklindeki matematiğe aykırı söylemleri reddediyoruz. Yatırım yapan, üreten, istihdam sağlayan ve ihracat yaparak Türkiye ekonomisine katkı sunan sanayiciler olarak PETKİM’in, üzerine düşüne yapması gerektiğini öte yandan devletimizin de vergiden arındırılmış hammadde ithalatının yolunu açmasını talep ediyoruz. Bu arada üreticilerimizin, mümkün oldukça geri dönüştürülmüş hammadde kullanımını arttırması ve ihtiyacı kadar hammadde almasını, fazladan stok olacak şekilde panik alımı yapmaması gerektiğinin altını çiziyoruz” dedi.

Çanakkale’deki hanedan üyesi şehzadeler

Değerli Dostlarım,

18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 106.yılında bu vatanı düşmana geçilmez kılan kahraman şehitlerimizi ve bugün hayatta olmayan gazilerimizi rahmetle yad ettik.

Çanakkale yedi düvelin, dünya üzerinden ‘Müslüman Türk’ adını silmek için Anadolu’ya akın ettiği bir savaştı. Müslüman Türk milletinin küllerinden yeniden doğuşunun destanıdır, yeniden varoluş efsanesidir.

Tarih, bu savaşta erkek, kadın, çocuk demeden, zengin fakir demeden Harbiyeli, alaylı, saraylı, köylü, şehirli demeden herkesin cepheye canla başla koştuğuna şahitlik etmektedir.

Öyle ki özellikle 1915 yılında İstanbul’un Mülkiye, Tıbbiye, Darülfünun gibi yüksek okulları, Kabataş, Galatasaray ve Haydarpaşa gibi liseleri boşalan sıralarla tanınıyordu.

Daha 17 yaşında savaşa gönüllü giden bu öğrencilerin hiçbiri okullarına geri dönemedi. Tıbbiye Mektebi, bu sebeple 1921 yılında mezun veremedi.

Bazılarının iddia ettiğinin aksine Çanakkale savaşında Osmanlı hanedan üyeleri saraylarda, köşklerde oturup savaşa müdahil olmadan beklememiştir. Onlar bilfiil orduya katılarak askere moral olmuştur. Hanedan çocuklarını yanlarında görmek Türk ordusuna öyle büyük bir moral ve cesaret vermiştir ki, bütün imkânsızlıklara rağmen büyük bir azimle savaşmışlardır.

ÇANAKKALE SAVAŞINDA BİLFİİL YER ALAN ŞEHZADELER

Arşivlerde Çanakkale savaşına bizzat katılan hanedan ailesi üyeleri şu şekilde yer almaktadır:

Sahra topçu binbaşı Şehzâde Abdurrahim Efendi (Sultan 2. Abdülhamid’in oğlu),

Süvâri yüzbaşı Şehzâde Osman Fuat Efendi (Sultan 5. Murat’ın torunu),

Piyâde kaymakamı (yarbay) Abdülhalim Efendi (Sultan Abdülmecit’in torunu, Şehzâde Süleyman Efendi’nin oğlu),

Piyâde Mülâzım-ı evvel (üsteğmen) Şehzâde Ömer Fâruk Efendi (Son Halîfe Abdülmecid Efendi’nin oğlu),

Mülâzım-ı Sânî (Teğmen) Şehzâde Şerâfeddin Efendi (Sultan Abdülmecit’in torunu, Şehzâde Süleyman Efendi’nin oğlu) ,

Süvâri Mülâzım-ı evvel (üsteğmen) Şehzâde Ahmet Nûreddin Efendi (Sultan 2. Abdülhamid’in oğlu),

‘Bir Çanakkale 10 Hiroşima eder’

Japon eğitim uzmanları eğitim sistemimizi incelemek üzere Türkiye’ye geldiklerinde, Hiroşima felaketi ile ilgili Başbakan Turgut Özal ile Japon diplomatlar arasında ilginç bir diyalog geçti.

Birçok bürokratın da hazır bulunduğu bir ortamda raporlar sunuldu ve Japonlar sonucu şöyle açıkladı: ‘Sizin eğitim sisteminizde milli ruh yok!’

Bunun üzerine Turgut Özal şaşırdı ve ‘Nasıl yani?’ diye sordu.

Japonlar ise şöyle devam etti: ‘Biz Japonya’da okula başlayacak çocuklarımıza milli ruh şoklaması yaparız. Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir; dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir; ülkemizin gücünü gösteririz. Sonra da bu yavrularımızı alır; Hiroşima ve Nagasaki’ye götürür, orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösterir ve deriz ki: Eğer siz bilinçlenmez ve az önce gördüğünüz teknolojiye sahip olmak için çalışmazsanız sonunuz böyle olur.’

Bu sırada Türk bürokratlardan biri atıldı: ‘Ama bizim Hiroşima’mız yok ki!’

Japon uzmanın cevabı ise tokat gibiydi: ‘Sizin Çanakkale’niz on Hiroşima eder!’

Evet dostlarım geleceğimizi sağlam bina etmek istiyorsak geçmişimize sahip çıkmamız lazım. Bu milletin tarihin her köşe taşında bir kahramanlık imzası vardır.

Çanakkale Zaferi bunların en önemlilerinden biridir. Bizler de bu vesile ile Çanakkale’yi geçilmez kılan bütün başkomutan, komutan ve askerlerimize, canla başla savaşan şehit olan, gazi olan bu milletin evlatlarına ve hanedan üyesi şehzadelerimize Allahtan rahmet diliyoruz!

‘Güç ve Akıl’ hesap görmeye başlıyor/başladı

Sevgili Bir Portre okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Biden: Amerikan seçimlerine Rus müdahalesini kastederek; “Putin katil bedelini ödeyecek, yakında göreceksiniz..”

Putin:

“Kendi diyen kendi olur..”

ABD ve Biden geri adım atmayınca,

Putin’den yeni açıklama geliyor;

“İkili ilişkileri tartışmaya hazırım. Cuma veya pazartesi günü görüşelim…”

Yani Putin’den geri adım/geri vites ve yutkunma geliyor… Neden peki; çünkü Putin küresel dengeleri/Yeni Dünya Düzenini/Akıl ve Güç sahiplerinin gücünü ve aklını iyi bilen birisi…

Başına ne gelebileceğinin farkında.

Ön alıyor, alttan alıyor ve muhtemel hasarı minimize etme gayretinde…

Ama Biden’ın son sözü ise oldukça manidar.

Her anlama gelebilir cinsten; “Bir noktada görüşeceğimizden eminim.”

20 Aralık 2020 tarihli yazıma, “2021 Rusya için çok zor geçecek..” başlığını atmıştım. 25 Ocak 2021’de ise; “Rusya’da durum bu defa başka, Bu defa Putin’in işi daha zor, önümüzdeki günlerde Rusya ve Putin odaklı şaşırtıcı gelişmeler göreceğimizi düşünüyorum.” demiştim.

Hal ve ahval böyleyken sizce Biden “Katil Putin” sözünü ağzından mı kaçırdı/öylesine mi dedi, yoksa sehven söyledi?..

Hayır, asla…

Hatta söylemedi; söyletildi…

Çünkü Trump dönemine dair küresel bazlı bir “Devr-i Sabık” başlatıldı.

(Devr-i Sabık: Yeni gelenin kendinden önceki dönemi sorgulaması/hesap sorması..) Peki Putin alttan alırsa bu süreç duracak mı.?

Hayır…

Çünkü nihai hedef Putin değil ki…

Hedefte Putin ve Rusya’nın bir önceki dönemde Trump’ın kazanması için seçimlere müdahalesi üzerinden bir daha belini doğrultamayacak hale getirilmek istenen/getirilecek olan Trump var.

Avrupa var, Güney Asya var, Afrika var, Akdeniz var…

Ama ana hedefe Çin var…

Biden’ın bu sözüyle, -adına siz “Üst Akıl” mı dersiniz yoksa “Güç ve Akıl” sahipleri mi dersiniz, yahut da “Yeni Dünya Düzeni Dizaynırları” mı dersiniz, ne derseniz deyin-

İşte onlar, hesap görmeye ve fatura kesmeye başladı.

Rusya/Putin kısmıyla ilgili şaşırtıcı ve hizaya getirici olası gelişmeleri dikkatle takip edelim, derim.

Çin’e gelince…

Çin kesilecek faturayı kabul de edebilir.

Ama edip etmemesinin bir önemi de yok. Çin’e, özellikle “Kovid-19” üzerinden öyle bir fatura kesilecek ki; Çin ekonomisi bir daha bu seviyelere gelemeyecek.

Kovid-19’un Çin’den yayıldığına dair öyle bilgi ve belgeler çıkartılacak ki; Çin bunlar sahte dese de, birileri Çin günah keçisi seçildi dese de; yaşadığımız küresel pandeminin faturası Çin’e ödetilecek.

Sadece Kovid-19 mu..?

Hong Kong başta olmak üzere, Uygur bölgesinde yapılan soykırıma dair bilgi ve belgeler ve Tayvan da hesap cetveline dahil edilecek. Son tahlilde Tiananmen Meydanı ve üşüşen/isyan eden/ölümüne başkaldıran Çin halkı sahne alacak…

İşte o zaman, Çin’in dahi/bilge lideri Şi Cinping ne yapacak veya nasıl aciz kalacak, hep birlikte görecek ve yaşayacağız.

Çin ve Rusya’ya dair duyumlarımı/okumalarımı/öngörülerimi daha detaylı şekilde ve ayrı yazılarla önümüzdeki günlerde paylaşacağım.

Çünkü bölgemize de gelmek istiyorum. “Güç ve Akıl” sahipleri Rusya/Çin derken dünyanın geri kalanını da ihmal etmiyor/etmez/etmeyecek.

Her coğrafya ve devlete dönük mutlaka bir planları vardır.

Keza, bölgemizle de ilgili…

Papa’nın Irak ziyaretine önem ve özenle dikkat çekmiştim.

Çünkü Rusya ile ilgili operasyon yapılırken İran’ın düşünülmemesi mümkün değil.

Ki, Papa’nın Irak Şii’leri lideri Sistani görüşmesi ve Haşdi Şabi örgütüne dair “sevgi pıtırcığı” olması asla boşuna değil ve değildi. Bu noktada mesaj, doğrudan bize ve hinterlandımıza idi.

Başlayan “devr-i sabık”la bizim de yürüyüşümüzü takip edecekler.

Eğer bir ittifak ve uyumla hareket edersek, “kiralanan ve yedeklenen” Haşdi Şabi “Atıl Yedek” kalmaya devam edecek; aksi takdirde bu örgüt İran/Irak/Suriye/Türkiye/Yemen vb. gibi bölge ülkelerinde kan/gözyaşı/istikrarsızlık/iç savaş vb. gibi her türlü cinayetin tetikçisi olarak “Akıl ve Güç”ün talimatlarını yerine getirecektir.

Hem de alenen, göstere göstere ve gözünü bile kırpmadan..!

İşte tam bu noktada Türkiye/Erdoğan ve Türk Devlet Aklının akıl ve akılcılığı/feraset ve basireti devreye girecektir.

Ki, son günlerde yaptığım sohbetler ve yabancı dostlarla istişarelerimde bunun sinyallerini görüyorum.

Erdoğan’ın küresel planlara/adımlara ve gelecek projeksiyonuna dair “Akıl ve Güç” sahipleriyle arka kapı diplomasi ve sağlıklı bir iletişim oluşturduğunu duymak beni ferahlattı.

Avrupa Birliğinden gelen açıklamalar,

Mısır’la görüşmelerin geldiği nokta,

ABD Ankara büyükelçisinin bugün “Görüş birliğinde olduğumuz konular ayrılıklardan fazla” şeklindeki açıklamalar,

Doğu Akdeniz/Yunanistan/Libya konusunda basına yansımayan “yumuşak diplomasi” Türkiye ve ABD’nin, dolayısıyla da Türkiye ve Akıl-Güç sahiplerinin “yeni bir normalleşmeye” ve uzlaşı konseptine çok yakın olduğunun yansımasıdır.

Aslında ülkemiz öyle bir coğrafyaya sahip ki;

Biz bir şey yapmasak da, istemiyoruz desek de, gelişmeleri okumasak/görmesek de; birileri Yeni Dünya Düzeni’nin “biz”siz olmayacağının farkında ve bizi mutlaka denkleme dahil etmekteler.

Haaa…

Erdoğan’ın bu süreci “kazan-kazan” çerçevesinde çok iyi değerlendireceğini düşünüyorum.

Hatta özellikle Amerika-Rusya/Amerika-Çin kriz ve husumetinden ülkemiz lehine çok ciddi kazanım ve yeni pozisyonlar çıkartacağı kanaatindeyim.

Bugün, Biden-Putin restleşmesine dair yaptığı yorumu da, “siyasi dehasının” bir yansıması şeklinde değerlendiriyorum.

AB’nin Türkiye’ye hiç olmadığı kadar yakınlaşacağı ve her şeye rağmen bizle beraberleşmek isteyeceği düşüncesindeyim. Hatta sevmeye sevmeye…

Hatta kerhen, Ve hatta hiç istemeden bile olsa… Çünkü görünürde başta Amerika olmak üzere Avrupa ve İngiltere yerkürenin pek çok bölgesine gidebilmek,

Rusya ve Çin’in nüfuzunu kırabilmek,

Özellikle Afrika, Güney Asya, Ortadoğu olmak üzere dünyanın kalbi denen bölgelerde halklar nezdinde kabul görebilmek için Türkiye gibi başatlaşmış bir ülkenin varlığına muhtaçlar.

Onlar bunu görüyor; yeter ki, biz de görelim ve kendi farkımıza varabilelim.

Daha söyleyecek çok şey var ama burada bitiriyorum.

Lakin daha önce de söylediğim gibi; 2021 zor ama çok zor geçecek..!

Yaşanacak hiçbir şeye şaşırmayın ve “bu da mı oldu yahu…” Olmaz olmaz demeyin…

Bu sene dünyada, olmaz olmaz…

Not: Bitcoin’ciler… Çok yazdım/uyardım/ikaz ettim. FED Başkanı Dijital/Kripto paraya dair açıklama yaptı.

Belki sevindiniz bile…

Ama ben açıklamanın sevindirici değil de, Bitcoin’in sonuna dair işaret içerdiği düşüncesindeyim.

Yoksa “Dolarcoin/Dolarkart” mı geliyor… Yoksa Bitcoin’le birileri hedefe ulaşınca; “çekilin kenara, Bitcoin, bilmem ne coin de, ne oluyor… Eğer coin’leşme olacaksa onu da biz yaparız ve doları coin’leştiririz mi” demek istiyor…

Bence ABD yetkililerinin ve özellikle FED başkanının açıklamalarını iyi takip edin ve söylenenden ziyade, neyin söylenmediğini görmeye çalışın!…

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar.

“Anılarla Basınköy”

Bir hayalim vardı; kitap yazmak… Bunun için çok çalışmak ve tecrübe lazımdı. Yıllardır köşe yazısı yazıyorum ama bu başka bir şeydi.

İlk olarak, durumu kahve sohbetlerinde Ediz Çanakçı ile paylaştım. Bir hatıra duvarı yapalım, sonra sergisini açarız. Belki müzesini de kurarız.” dedim.

Hatıralarım, çocukluğum, gençliğim olsun istedim. Yaşadığım yer Basınköy, İstanbul’un incisi…Bir yanı Küçükçekmece Gölü, karşısı Marmara Denizi, yanı Atatürk ormanı, Atatürk Deniz Köşkü… Bunlar bile yeterdi güzelliğini anlatmaya ama devamı var bu hikâyenin.

Öyle bir semt düşününki bütün Cağaloğlu Babıali burada, gazeteciler, tiyatrocular, ressamlar, yazarlar, çizerler, yorumcular, karikatüristler, foto muhabirleri…Aslında hikâyem bir anı duvarı yapmaktı, geleceğe bırakacak hatıralar olsun istedim fakat bu kadar değeri sığdıramadım çerçevelere.

O zaman sergi açarım dedim. Aramaya başladım. İlk telefonla aradığım, Tan Burak oldu. Sezgin amcanın çıkardığı Tarkan dergisi ve Kurt ile Tarkan’ın olduğu iki resmini istedim. Kurt vardı, Basınköy vardı, Tan, Tarkan vardı. O resimlerde hayalimdeki çerçeveyi yapmıştım.

Eski bir Basınköy resminin üzerine kurucuların isimleri ikinci çerçeve oldu.   

Sanem Altan’ı aradım. Çetin amcanın resimlerini ve bir hatırasını istedim.

Melih Berkan’ı, Cem Meral’ı, Mehmet Mumcu’yu, Mehmet Kınacı’yı, Aslı Kılan’ı, Tutku Günkut’u, Taygun Tonguç’u, Kâni Atmaca’yı, Murat Demirel’i, Sedat Derman’ı, Ercan Okyay’ı… Ama aradıkça öyle hikâyeler, öyle anılar, inanılmaz bilgiler çıkmaya başladı. O zaman dedim ki bu kitap olmalı. Başlı başına Basınköy’ün kurucular listesini koysam zaten bir kitap çıkıyor ama öyle anılar var ki yeri dolmayacak, bunlarla ölümsüzleşecek.

Necmettin Erbakan bile burada oturmuş, Mikail Bakkal, Hans, Bambi çay bahçesi, Madam Eleny’nin evi Safiye Ayla’nınmış. Kitap bitene kadar bakalım daha neler öğreneceğiz. Neler çıkacak. Ama burada da kalmamalı bence müzesi olmalı Basınköy’ün.

Hatıralarla başlayan bu yol hayallerimizin hepsiyle biter umarım. Başlamak bitirmenin yarısı derler. Ben de başladım, haydi hayırlısı.

Sevgili Mehmet Tezkan’ın çok güzel bir yazısı var: “Çetin Altan’ın mahallesi”. “50,50 yüz… Biz Basınköylüyüz”. O kadar güzel anlatmıştı ki mahallemizi. Üstüne ancak bu kadar yazabildim. Benim feyzim oldu. Umarım ben de layık olurum büyüklerimize. Basınköyü’müzü geleceğe taşırım.

Yıllar o kadar çabuk geçiyor ki biz anlayana kadar değerlerimiz bir bir eksiliyor. Uçurtma yaptığımız, ormana yürüyüşlere gittiğimiz, Yaşar amcamızla Yaşar Kemal ile bir fotoğrafım yok. Çünkü o zaman Yaşar amcamızdı. İmzalayıp verdiği İnce Mehmet kitabı da yok. İstesek şimdi alamayız. O yaşlarda kıymetini bilemedik.

Çetin amcamızın yaramaz çocuğu Kamil’dim ben. Bahçesindeki bodur elma ağacını her sene tam toplayacağı zaman koparıp yiyen, onu çileden çıkaran haylaz, keşke Çetin Altan şimdi yaşasaydı. Bir kare resim çekilip helalleşseydim kalıcı bir anım olsaydı.

Anlatmakla bitmeyecek o kadar çok hikâye var ki. Türkiye’nin tarihine mâl olmuş o değerli insanlarla, bu güzel mahalleyle.

“Hayat hikâyelerle güzel” diyerek “Anılarla Basınköy “.

Tayfun Talipoğlu’nun dediği gibi: “Beni her ölüm etkiler. Tanımasam bile üzülürüm yitirilmiş ümitlere… Hiç gerçekleşmeyecek ideallere, yaşanmamış sevgilere üzülürüm… Bu yüzden, korkarım yaşamı ertelemekten.”

Myanmar olayları ve enerji politik arka planı

Myanmar olayları ve enerji politik arka planı

Myanmar’da geçen Kasım başında yapılan seçimlerden sonra çoğunluk sağlanarak iktidar oluşturulmuştu. Ancak, 1 Şubat 2021 tarihinde Myanmar ordusunun askeri darbe gerçekleştirdiği haberleri gelmiştir. Darbenin başarılı olduğu ve 1 yıllık bir askeri yönetime geçildiği ifade edilmekle beraber karşı halk hareketleri başlamış ve halen de süre gitmektedir. Böylelikle ülkede 50 yıllık askeri idareden sonra 2011’de demokratik düzene geçilmişken, 10 yıllık demokratik yönetimden sonra yine bir askeri yönetime geçildiği anlaşılmaktadır. Bu durum, Mynmar’da hoşnutsuzlukların devam edebileceğini düşündürmektedir.

Gerçekte önemli ve stratejik bir konuma sahip olan bu ülkede yaşananları daha iyi anlayabilmek için ülke coğrafyası, tarihi ve jeopolitiği ve de enerji politiği üzerinde durmak gerekmektedir. Öncelikle de ülkeyi tanımak yerinde olacaktır.

Günümüzde Myanmar adıyla anılan ülke, geçmişte Birmanya veya Burma olarak ta anılmıştır. Coğrafi olarak güneydoğu Asya’da Bengal Körfezi ile Andaman Denizine geniş kıyısı bulunan bir Asya devletidir. Bölgenin genel özelliklerini sahip olan ülke; Bengladeş, Hindistan, Çin, Laos ve Tayland ile komşudur.

Tarihsel olarak bakıldığında; Orta Asya’dan Türk ve Moğol asıllıların göçlerinin yapıldığı hayli eski bir yerleşim bölgesidir. Ancak esas itibariyle 11. yy.da devlet olarak tarih sahnesinde yerini aldığı görülmektedir. 13. yy.da Cengiz Han’ın torunlarından Kubilay Han’ın Çin’e hâkim olmasından sonra işgale uğramıştır. Sonraları farklı hanedanların etkinlik gösterdiği bir bölge olmuş ve 19. yüzyılda refah seviyesi hayli yüksek bir bölge karakteri kazandığı gözlenmiştir. Bölge, 1882’de İngiliz işgaline uğradıktan sonra İngiliz sömürgesi durumunda olan Hindistan’a bağlanmıştır. II. Dünya Savaşında Japon işgaline uğramış, 1948’de ise bağımsızlığını kazanmıştır. Ancak hayli çalkantılı dönemler yaşamış ve askeri yönetimler etkin olmuştur.  2010 yılında cumhuriyete geçiş süreci başlamış 2011’den itibaren demokrasi inşa edilmiş, ancak Müslümanlara yönelik acımasız davranışlar da gözlenmiştir. Son olarak da (1 Şubat 2021 de) yaşanan darbeyle tekrar dünya gündemine gelmiş bulunmaktadır.

Mynmar, 57 milyon civarında nüfusa sahip olmakla beraber farklı etnik grupları da içinde barındırmaktadır. Nüfusunun çoğunluğu Budist olup % 15’i ise Müslüman olarak bilinmektedir. Bölgede Müslümanlık, Müslümanlığın ortaya çıkışından yaklaşık bir yüzyıl sonra Bengal Körfezinde batan Müslüman tacirlere ait bir geminin yolcularının (deniz kıyısı bölgesi) olan Arakan (veya Rakhine) bölgesine yerleşmesiyle kendini göstermiştir. Böylelikle de bölgede Müslümanlık yaygınlaşmış ve yayılmıştır. Burada İslami bir devlet de kurulmuş ve deniz ticareti yoluyla varlıklarını zenginleştirerek sürdürmüşlerdir. Ancak, İngiliz işgalinin yaşanmasıyla Burma içinde nitelenmişlerdir. Bundan sonra da hayli sorunlu ve kanlı süreçler yaşanmış olduğu söylenebilir.

Enerji Politik Açıdan Myanmar

Myanmar yer altı maden yatakları bakımından hayli zengin bir ülkedir. Buna karşın Asya’nın yoksul ülkeleri arasında yer almaktadır. Kişi başı yurtiçi hasılası 1000 USD’ın altında olduğu ifade edilmektedir. Ülkenin sahip olduğu madenler arasında kalay, çinko, kurşun, tungsten, altın, gümüş, bakır ve yeşim taşı sayılabilir. Madenlerinin çok iyi değerlendirildiği söylenemez.

Bunlardan ayrı olarak ülke, petrol ve doğal gaz yataklarına sahiptir. Karada yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin yanı sıra (off-shore) denizde bulunan kaynaklar da bulunmaktadır. Şekil 1’de kara ve deniz petrol ve doğal gaz yatakları görülmektedir. Deniz rezervlerinin halen kanıtlanmış olan rezervlerden daha çok olduğu düşünülmektedir.

Myanmar’da ilk önemli petrol üretimi, İngilizler tarafından 1871 yılında başlatılmıştır. Ülke 1970 yılından beri de doğal gaz üretmektedir. Myanmar yönetimi 1990’lı yıllarda Andaman Denizi’ndeki doğal gaz yataklarının işletme ayrıcalıklarını Fransa ve İngiltere’ye vermiştir. İlaveten, önemli bir rezerv kapasitesine ilişkin işletme ayrıcalığı da ABD şirketlerine verilmiştir. Çin, Tayland ve Güney Kore 2005 yılında, Myanmar’ın petrol ve doğal gaz sektörüne yoğun yatırımlar yapmışlardır. Ayrıca, devlet tarafından ve Japon şirketleri tarafından işletilen sahalar da bulunmaktadır. Bu arada, Tayland bölgede araştırma yapmış ve yeni doğal gaz alanları bulunmuştur.

Hemen anlaşıldığı üzere Myanmar’ın fosil yakıt rezervleri hayli dikkat çekicidir. Fazla olarak deniz rezervlerinin daha da fazla olması söz konusudur. Bu bağlamda, enerji politik açıdan önemli bir bölge olarak nitelenmektedir. Sahil bölgesinde ise Arakan eyaleti yer almakta olup ülkenin genelinden farklı bir yapı sergilemektedir ve deniz ticareti ile deniz bağlantılı hatlar bu bölgenin kontrolü altında olduğu görülmektedir. Fazla olarak bu bölgedeki deniz rezervleri ile Çin ilgilenmektedir.

Çin açısından bakıldığında; bu bölgenin Çin için taşıdığı anlam yadsınamazdır denebilir. Zira Çin 20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana önemli ölçüde büyüme ve gelişme göstermiş ve nitekim “Doğunun parlayan yıldızı” olarak anılmaya başlanmıştır. Fazla olarak ABD’yi zorlayacak kadar dünyada etkin olma yolunda yol almaktadır. Dolayısıyla da Çin’in enerji gereksinimi devasa boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Kendisi daha çok kömür yataklarına sahip olduğundan petrol ve doğal gaz gereksinimini önemli ölçüde ithal ederek karşılamaktadır.

Çin petrol ithalatını büyük ölçüde deniz yoluyla Orta Doğu’dan ve Afrika bağlantılarından sağlamaktadır. Söz konusu bu deniz yolu güzergâhı; Hint Okyanusu üzerinden Malaka boğazından geçerek ve Hindi Çini’yi dolaşarak Çin’e ulaşmaktadır. Buna karşın iyi bir alternatif de; Hint Okyanusundan deniz yolu ile gelen petrolün Mynmar üzerinden boru hatları ile Çin’e ulaştırılması olmaktadır. Bu seçenek, Çin açısından hayli uygun ve kârlı bir seçeneği oluşturmaktadır (Şekil 3). Böylelikle güzergâh, yaklaşık 1200 km kadar kısalmış olmaktadır. Böylelikle, Hindi Çini bölgesi denizlerinde yaşanabilen tayfunlardan etkilenme de ortadan kalkmakta ve lojistik destek gereksinimi azalmaktadır.

Öte yandan, Myanmar’ın kendi enerji rezervleri de Çin’in petrol tedariki için yakın çevre alternatifini oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, petrol ithalatının bir kısmını komşu ülke olan Myanmar’dan karşılanması Çin açısından hayli avantajlı görünmektedir. Keza doğal gaz açısından, Myanmar’ın kanıtlanmış rezervleri ve de bulunması olası rezervleri, Çin için hayli cazip görünmektedir.

Nitekim 2004 yılından itibaren Çin ile Mynmar petrol ve doğal gaz konusunda iş birliğine gitmiş bulunmaktadırlar. Fazla olarak 2009 yılında Çin ile Myanmar arasında Çin-Myanmar Petrol ve Doğal Gaz Boru Hatları Projesi başlatılmıştır. Proje iki hattan oluşmakta olup, biri petrol ve diğeri doğal gaz boru hattıdır. Petrol boru hattı projesi (deniz yoluyla gelecek petrolün taşınması bağlamında) kara terminali bağlantılı boru hattı niteliğindedir. İkinci hat doğal gaz boru hattı olup, Mynmar’ın derin su doğal gaz geliştirme projesi ile ilişkilidir. Dolayısıyla, Mynmar’ın doğal gaz kaynaklarından taşıma yapılmasını amaçlayan doğal gaz boru hattını ifade etmektedir (Şekil 4).

Bu hatlar gündeme geldiğinden bu yana Myanmar ile ilgili birçok siyasi, ekonomik ve enerji-politik gelişmeler ve olaylar yaşanmış ve halen de yaşanmaktadır. Burada, şunu da belirtmek gerekir ki; bu bölgede etkin olmak isteyen yalnız Çin değildir. Enerji-politik olarak, farklı ülkeler ve aktörler (yukarıda belirtildiği üzere) bölgeye yatırım yapmışlardır ve etkinliklerini sürdürmek istemektedirler. Bu bağlamda, bölge üzerinden önemli rekabet yaşanmakta ve dolayısıyla da bu durumun bölge olaylarına yansımaları olmaktadır.

Bunlardan önemli biri Arakan’da yaşananlardır denebilir. Mynmar ve kıyı eyaleti Arakan, petrol ve doğal gaz rezervlerin bulunması ve de boru hattı projeleriyle dikkat çeken önemli bir enerji-politik alan haline gelmiş olmaktadır. Nitekim önce Mynmar’ın kendi içinde eyalet bazında Arakan sorunu olarak görülmüşse de kısa zamanda sorunlar üst boyutlara taşınmıştır. Dinsel farklılıklar öne çıkarılarak Müslümanların katledilmesi ve Arakanlıların göçe zorlanması söz konusu olmuştur. Bu bağlamda, hayli elim olaylar yaşanmıştır. Zor şartlarda kalan Arakanlılar çevre ülkelere özellikle de Bangladeş’e geçmeye çalışmışlardır. Son olarak bakıldığında, Arakanlı Müslümanlar çoğunlukla ya hayatlarını kaybetmiş veya göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu olaylar sırasında Türkiye de, zor durumda kalan Müslümanlara yardım elini uzatmıştır.

Son olarak da yaşanan darbe ile, Myanmar’da enerji-politik manada uzlaşmalı bir durumun taraflarca kabul görmemiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun, seçim ve sonrasında yaşanan darbe ve takiben ortaya çıkan sokak olaylarıyla kendini gösterdiği söylenebilir.

Sonuç

Açıklananlar doğrultusunda denebilir ki; Myanmar bölgesi üzerinde eski ve yeni etkin olanlar ve de olmak isteyenler arasında acımasız bir rekabet ve birbirlerini engelleme yaşanmaktadır.  Önceleri Müslüman Arakanlılar üzerinden yaşananlar, dünya kamuoyunda sadece bir dini etnisite olarak görülmüştür. Oysa Arakan olaylarından sonra da bölge sükûnet bulamamıştır. Bu da esas sorunun, dini etnisiteden öte olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bölgede, enerji-politik arka plan bağlamında etkin olmak isteyen aktörlerin durumlarını koruma ve geliştirme veya dengeleri değiştirme gibi hayli karmaşık bir yarışma ve çekişme ortamını çeşitli yerel yapılar üzerinden dizayn etmekte olduklarını düşündürmektedir. Sahada hayli farklı ülke ve güçlerin çıkarları gündeme geldiğinden, yaşanan gelişmeleri pek çok dünya ülkesinin sessizlikle izlediği gözlenmektedir. Sonuçta, bölgenin sükûnete ermesinin pek de kolay olmayacağı anlaşılmaktadır.

AB’NİN EUNAVFOR MED IRINI ENTEGRASYONU VE MİSYONU 1

Birçok imparatorluklara ev sahibi yapmış olan dünyamızda yakın tarihimizde de birtakım yıkımlar gerçekleşti. Dünyaya hâkim olan Osmanlı İmparatorluğunun hükmünün sona ermesiyle Ortadoğu da küçük devletçiklerin kurulmasına zemin hazırladılar. Ardından bu kurulan devletlerin sözlerini dinlemez hale gelmesi sebebiyle oyun kurucular bu ülkeleri parçalayarak mikro devletçikler kurmak için ikinci planlarını devreye soktular. Böylelikle birçok devlet parçalandı ve terör odaklarının yuvası haline geldi. Her zaman Ortadoğu’da söz sahibi olmak isteyen siyasi aktörlerin elinde bulunan Avrupa Birliği Devletleri de kendilerine göre güvenlik endişeleri adı altında değişik savaş stratejilerini uygulamaya başladılar. Bu düşüncelerle AB kendisini hem Avrupa’da hem Asya’da güvenlik aktörü olarak tayin etti. Ortak Güvenlik ve Savunma Politikaları kapsamasında Avrupa Birliği askeri operasyonu olan IRINI Operasyonu için 31 Mart 2020’de düğmeye bastı. Birleşmiş Milletlerin Libya’ya silah ambargosu uygulaması amacıyla başlatılan IRINI Operasyonu, bölgedeki İslamcılara, teröriste, korsanlara ve silah kaçakçılığına karşı mücadele ediyor mu? Esas amacı nedir? gibi sorulara cevap aramak niyetindeyim. Bu tez, AB’nin IRINI Operasyonu ile sivil ve askeri operasyonlarını nasıl yapılandırdığını ve kendisini nasıl güvenlik aktörü olarak belirlediğini ortaya koymaktadır.

Avrupa Birliği (AB), Birleşmiş Milletlerin (BM) silah ambargosunun denetlenmesi için 31 Mart tarihinde ‘İrini Operasyonu’nu başlatma kararı almıştı. Alınan kararın ardından daha bir ay bile geçmeden hemen operasyonun aktif duruma geldiğini ve operasyonda hava, uydu ve deniz unsurlarından yararlanılacağı açıklanmıştı.

“BM kararları dayanak yapılarak Avrupa Konseyi 31 Mart 2020 tarihinde Avrupa Birliği’nin Akdeniz’de askeri güç kullanımına dair [Council Decision, (CFSP) of ona European Union military operation in the Mediterranean (EUNAVFOR MED IRINI)] 2020/472 sayılı kararını vermiştir. Karara göre; Avrupa Birliği işbu vesileyle, Birleşmiş Milletler’in Libya’ya silah ambargosuna ilişkin kararları uyarınca, üzerinde anlaşmaya varılan operasyon alanı ve ilgi alanı dahilinde silah kaçakçılığının önlenmesine katkıda bulunmak için bir askeri kriz yönetimi operasyonu kurar ve başlatır.

Ayrıca, operasyon, Birleşmiş Milletler kararları uyarınca Libya’dan yasadışı petrol ihracatını önlemeye yönelik BM önlemlerinin uygulanmasına katkıda bulunacaktır. Ek olarak, operasyon, Libya Sahil Güvenlik ve Donanması’nın denizdeki kolluk görevlerinde kapasitelerinin geliştirilmesine ve eğitimine yardımcı olacaktır. Operasyon aynı zamanda BM Deniz Hukuku Konvansiyonu, ilgili herhangi bir UNSCR ve uluslararası insan hakları hukuku dahil olmak üzere geçerli uluslararası hukuk uyarınca insan kaçakçılığı ve insan ticareti ağlarının iş modelinin bozulmasına da katkıda bulunacaktır. Operasyonun adı EUNAVFOR MED IRINI olarak adlandırılacak ve operasyonun tüm görevlerini yerine getirebilmek için operasyon alanı, ilgi alanı ve bu alanlarda bilgi toplamaya yönelik detaylı düzenlemeler, Konsey tarafından onaylanan ilgili planlama belgelerinde tanımlanacaktır.” (Kara, H., (2021). Deniz Ticareti , cilt.34, sa.1, 53-54.)

İtalya’nın başkenti Roma’dan yürütülen operasyon öncelikle Libya ile alakalı denetim mekanizmasını kontrol ediyor olsa da AB çıkarlarına ters olan her türlü unsur ve hatta devletler bile İrini Operasyonu’nun hedefi konumundadır.

İrini ile Libya’da yasa dışı silah satışı engellenecek, ülkenin açıklarında bulunan tüm gemiler kontrol altına alınarak denetlenecek, yasa dışı petrol ticareti konularında veri toplanacak idi. Fakat durumun böyle olmadığı iddiaları özellikle Akdeniz’de operasyonun güvenirliliğine gölge düşürmektedir.

Yunanca “barış” anlamına gelmektedir. Fakat operasyon başladığı gibi Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti tarafından İrini operasyonunun barışa hizmet etmediği şeklinde beyanlar verildi.

Bu operasyon için hazırlıklar başladığından bu yana tüm gelişmeleri yakından takip ediyorum ve Yunanca barış anlamına gelen “İrini”nin kural tanımaz hamleleri anlamıyla ters düştüğü şeklinde yorumlanmaktadır.

Hatta söz konusu operasyonun, Libya’nın ve Libya halkının huzuru noktasında büyük tehdit olarak görülen gayri meşru silahlı güçlerin lideri Hafter’e silah ve mühimmat taşınan sınır bölgelerini ve hava sahasının kontrolünü ihmal etmesi de yakın zamanda Akdeniz’de gerginliğe ve restleşmelere neden olmuştu.

Türkiye ile Libya mutabakatının ardından acilen ‘İrini Operasyonu’nun devreye sokulması da operasyonun amacının ne olduğu konusunda fikirler vermekteydi.

Libya ile varılan son mutabakattan sonra Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlarını gösteren haritayı Dışişleri Bakanlığımız 2019 yılının son ayında dünya kamuoyu ile paylaşmıştı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Al Sarraj ile 27 Kasım 2020’de İstanbul’da bir araya gelmişti.

Yapılan görüşmede, Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında, “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” ile iki ülkenin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının muhafazasını hedefleyen “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imza altına alınmıştı.

Doğu Akdeniz’de en uzun ana kara kıyısına sahip ülke olan Türkiye’nin kıyı projeksiyonunun adalarla kesilmeyeceğinin, iki ana kara arasındaki ortay hattın ters tarafında kalan adaların kara suları dışında deniz yetki alanı yaratamayacağının ve deniz yetki alanları hesaplaması yapılırken, kıyıların uzunluklarının ve yönlerinin hesaba katıldığının farkında olarak bir uzlaşı anlaşma ile hakkaniyet sağlanmıştır. (Önce Vatan Gazetesi – Ferhat Yıldırım)

Maksimalist ve uzlaşmaz Yunan-Rum tezleri savunucuları bu durumdan rahatsız oldular.

Bu hakkaniyeti en güzel şekilde Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Çağatay Erciyes’in ifadeleri ile anlatmak isterim.

“Türkiye’nin ana karasının karşısında küçük bir ada olan Meis’e kendi yüz ölçümünün 4 bin katı kadar deniz yetki alanı kazandırmaya çalışan maksimalist ve uzlaşmaz Yunan-Rum tezleri yatmaktadır. Bu anlayış, zamanında Mısır’a 40 bin kilometrekare alan kaybettirmiştir. Libya’yla imzalanan son anlaşmayla iki ülkenin oldubittilere izin vermeyeceği en açık şekilde ortaya konmuştur” (Çağatay Erciyes- Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü)

İşte durum böyle iken hakkaniyet çalışmaları titizlikle yürütülürken, anlaşmalar imzalanırken, hemen barış manasını taşıyan İrini ile AB sahneye çıktı. Bu bir tesadüf değildi! Bu çok uluslu güçlerin ve özellikle AB’nin derin planıydı.

Bunların tesadüf olmadığını biz çok iyi biliyoruz ve bazı AB ülkeleri de farkına varmış olacaklar ki! “İrini Operasyonu”nu önemseyen ülkelerin sayısında azalma olduğunu görmekteyiz.

Bazı ülkeler operasyonun finansmanına, bazıları işleyişine, bazıları da tarafsız olmayışına itiraz ediyor.

Avrupa Birliği’ne (AB)’ne bağlı bazı ülkeler, Libya konusunda Hafter, Mısır, Rusya, Wagner ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) aynı taraftaymış gibi bir algı oluşmasından rahatsız olduklarını seslendiriyorlar.

Kıbrıs Rum Kesimi ile BAE’nin İrini Operasyonu ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelerle ilgili yaptıkları değerlendirmeler bazı AB ülkelerinin “İrini Operasyonu” ile ilgili endişelerinde haklı oldukları gözler önüne sermektedir.

AB yetkilileri, İrini Operasyonu’nun tamamen tarafsız ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararında yer alan silah ambargosunun Libya’nın bütününde uygulandığını denizden, havadan ve uzaydan denetleme amacı taşıdığını vurgulamaları bile endişeleri gidermeye yetmiyor. (Turkiye’de Enerji – Ferhat Yıldırım)