24.5 C
İstanbul
Salı, Haziran 17, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 46

Petrokimya Karteliyle Mücadele Etme Kararı Alındı

Yüzde 150’yi aşan zamlara karşı ‘Hammadde Güç Birliği Platformu’nu oluşturduklarını açıklayan PAGEV Başkanı Eroğlu: “Dünyadaki toplam hammadde ithalatının yarısına sahip Çin ve Türkiye, kartele karşı iş birliğine giderek spekülatif fiyatları düşürebilir” dedi.

PAGEV Başkanı Yavuz Eroğlu, hammadde fiyatlarındaki yüzde 150’yi aşan astronomik artışa karşı “Hammadde Güç Birliği Platformu” üzerinden petrokimya karteliyle mücadele etme kararı alındığını söyledi. Çin dünyanın en büyük hammadde ithalatçısı. Türkiye bazı hammaddelerde ikinci diğerlerinde ise ilk 5’te. Örneğin polipropilen hammaddesinde dünyadaki toplam ithalatın %55’ten fazlasını Çin ve Türkiye gerçekleştiriyorlar. Dünyadaki toplam hammadde ithalatının yarısından fazlasını gerçekleştiren ve yılda yaklaşık 7 milyon tonluk alım yapan Çin ve Türkiye, üretimi kısarak hammadde fiyatlarının tavan yapmasına yol açan petrokimya karteline karşı iş birliğine gidiyor. Genel Kurul’daki konuşmasında Çin-Türkiye iş birliğiyle kartele karşı hamle yapacaklarına dair açıklamalarda bulunan Eroğlu, aralıksız zamlardan dolayı üretimde duraksama-kapanma, istihdamda daralma, ihracatta gerileme ve iflas tehlikelerinin göz önüne alınarak soruna üreticinin yaşadığı yangının acilen söndürülmesi gerektiğini söyledi. PETKİM başta olmak üzere Türkiye’de üretim yapan petrokimya tesislerinin, hammadde fiyatlarındaki yangını körükleyecek hareketlerden kaçınmaya davet eden Eroğlu, PETKİM’in üretimini ihracat yerine, iç piyasaya yönlendirmesi gerektiğini ifade ederken, devletten de vergiden arındırılmış hammadde ithalatının yolunun açılmasını beklediklerini söyledi.

KARTEL ÜRETİMİ KISIP FİYATLARI UÇURDU

OPEC’teki kartel yapıya benzer şekilde hareket eden petrokimya devlerinin, üretimlerini kısmalarıyla fiyatları zirve noktalara tırmandırmayı hedeflediklerini savunan Eroğlu, pandemi koşullarında tedarik zincirinde oluşun aksaklıklar veya navlundaki sorunları bildiklerini ancak yüzde 150’yi aşan astronomik fiyat artışlarının perde arkasındaki asıl sebebin petrokimya kartelinin, çeşitli bahanelerle arzı kısması olduğunun altını çizdi. Bazı tesislerini tamamen kapatarak hammadde arzını kısan ve neticede piyasadaki malın azalmasına, böylece hammadde fiyatlarının rekor seviyelere çıkmasına yol açan petrokimya şirketlerinin, ‘yok satan’ malın fiyatının uçmasını planladıklarını ve bunu başardıklarını anlatan Eroğlu, kartelin bu oyununu bozmak için sektörü bilgilendirdiklerini söyledi. PAGEV, TOBB ve TOBB’a bağlı pek çok meslek örgütü ve sivil toplum örgütüyle ortak toplantılar yaptıklarını belirten Eroğlu, ayrıca yazılı ve görsel medya üzerinden de kamuoyunun gündemine sorunu taşıdıklarını ve çözüm önerilerini paylaştıklarını ifade etti. Eş zamanlı olarak Ankara’da kamuyla temaslarda bulunduklarını ve devletten de bu konuda sanayiciler olarak atılması gereken adımlar hakkında destek istediklerini belirten Eroğlu; Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı nezdinde art arda toplantılar gerçekleştirerek hammadde fiyatları hususunda ilgili bakanlıklara da çözüm önerilerini sunduklarını ifade ederek şöyle konuştu: “PETKİM’in bu kritik süreçte ihracat yerine, iç piyasayı öncelemesi gerekiyor. Kendi üreticimiz mal bulamazken PETKİM’in, üretimini dışarıya hem de daha ucuz fiyata satarak ‘ihracat şampiyonu’ olmasını kabul etmiyoruz. Üretimini tamamen iç piyasaya yönlendirmesi gerektiğini düşündüğümüz PETKİM’in, tüccarların elindeki malı, al-sat yolu alıp satarak fiyatların yükselmesini tetiklemesini de yanlış buluyoruz. PETKİM, ülkemizde hammadde konusunda fiyat liderliği yaptığından stratejisini, yerli üreticinin lehine olacak şekilde düzenlemelidir. Öte yandan fiyat artışlarına yönelik ‘kartel yok, bu zamlar enflasyonu tetiklemez, zamlar navlun fiyatlarından kaynaklı…’ şeklindeki matematiğe aykırı söylemleri reddediyoruz. Yatırım yapan, üreten, istihdam sağlayan ve ihracat yaparak Türkiye ekonomisine katkı sunan sanayiciler olarak PETKİM’in, üzerine düşüne yapması gerektiğini öte yandan devletimizin de vergiden arındırılmış hammadde ithalatının yolunu açmasını talep ediyoruz. Bu arada üreticilerimizin, mümkün oldukça geri dönüştürülmüş hammadde kullanımını arttırması ve ihtiyacı kadar hammadde almasını, fazladan stok olacak şekilde panik alımı yapmaması gerektiğinin altını çiziyoruz” dedi.

Çanakkale’deki hanedan üyesi şehzadeler

Değerli Dostlarım,

18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 106.yılında bu vatanı düşmana geçilmez kılan kahraman şehitlerimizi ve bugün hayatta olmayan gazilerimizi rahmetle yad ettik.

Çanakkale yedi düvelin, dünya üzerinden ‘Müslüman Türk’ adını silmek için Anadolu’ya akın ettiği bir savaştı. Müslüman Türk milletinin küllerinden yeniden doğuşunun destanıdır, yeniden varoluş efsanesidir.

Tarih, bu savaşta erkek, kadın, çocuk demeden, zengin fakir demeden Harbiyeli, alaylı, saraylı, köylü, şehirli demeden herkesin cepheye canla başla koştuğuna şahitlik etmektedir.

Öyle ki özellikle 1915 yılında İstanbul’un Mülkiye, Tıbbiye, Darülfünun gibi yüksek okulları, Kabataş, Galatasaray ve Haydarpaşa gibi liseleri boşalan sıralarla tanınıyordu.

Daha 17 yaşında savaşa gönüllü giden bu öğrencilerin hiçbiri okullarına geri dönemedi. Tıbbiye Mektebi, bu sebeple 1921 yılında mezun veremedi.

Bazılarının iddia ettiğinin aksine Çanakkale savaşında Osmanlı hanedan üyeleri saraylarda, köşklerde oturup savaşa müdahil olmadan beklememiştir. Onlar bilfiil orduya katılarak askere moral olmuştur. Hanedan çocuklarını yanlarında görmek Türk ordusuna öyle büyük bir moral ve cesaret vermiştir ki, bütün imkânsızlıklara rağmen büyük bir azimle savaşmışlardır.

ÇANAKKALE SAVAŞINDA BİLFİİL YER ALAN ŞEHZADELER

Arşivlerde Çanakkale savaşına bizzat katılan hanedan ailesi üyeleri şu şekilde yer almaktadır:

Sahra topçu binbaşı Şehzâde Abdurrahim Efendi (Sultan 2. Abdülhamid’in oğlu),

Süvâri yüzbaşı Şehzâde Osman Fuat Efendi (Sultan 5. Murat’ın torunu),

Piyâde kaymakamı (yarbay) Abdülhalim Efendi (Sultan Abdülmecit’in torunu, Şehzâde Süleyman Efendi’nin oğlu),

Piyâde Mülâzım-ı evvel (üsteğmen) Şehzâde Ömer Fâruk Efendi (Son Halîfe Abdülmecid Efendi’nin oğlu),

Mülâzım-ı Sânî (Teğmen) Şehzâde Şerâfeddin Efendi (Sultan Abdülmecit’in torunu, Şehzâde Süleyman Efendi’nin oğlu) ,

Süvâri Mülâzım-ı evvel (üsteğmen) Şehzâde Ahmet Nûreddin Efendi (Sultan 2. Abdülhamid’in oğlu),

‘Bir Çanakkale 10 Hiroşima eder’

Japon eğitim uzmanları eğitim sistemimizi incelemek üzere Türkiye’ye geldiklerinde, Hiroşima felaketi ile ilgili Başbakan Turgut Özal ile Japon diplomatlar arasında ilginç bir diyalog geçti.

Birçok bürokratın da hazır bulunduğu bir ortamda raporlar sunuldu ve Japonlar sonucu şöyle açıkladı: ‘Sizin eğitim sisteminizde milli ruh yok!’

Bunun üzerine Turgut Özal şaşırdı ve ‘Nasıl yani?’ diye sordu.

Japonlar ise şöyle devam etti: ‘Biz Japonya’da okula başlayacak çocuklarımıza milli ruh şoklaması yaparız. Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir; dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir; ülkemizin gücünü gösteririz. Sonra da bu yavrularımızı alır; Hiroşima ve Nagasaki’ye götürür, orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösterir ve deriz ki: Eğer siz bilinçlenmez ve az önce gördüğünüz teknolojiye sahip olmak için çalışmazsanız sonunuz böyle olur.’

Bu sırada Türk bürokratlardan biri atıldı: ‘Ama bizim Hiroşima’mız yok ki!’

Japon uzmanın cevabı ise tokat gibiydi: ‘Sizin Çanakkale’niz on Hiroşima eder!’

Evet dostlarım geleceğimizi sağlam bina etmek istiyorsak geçmişimize sahip çıkmamız lazım. Bu milletin tarihin her köşe taşında bir kahramanlık imzası vardır.

Çanakkale Zaferi bunların en önemlilerinden biridir. Bizler de bu vesile ile Çanakkale’yi geçilmez kılan bütün başkomutan, komutan ve askerlerimize, canla başla savaşan şehit olan, gazi olan bu milletin evlatlarına ve hanedan üyesi şehzadelerimize Allahtan rahmet diliyoruz!

‘Güç ve Akıl’ hesap görmeye başlıyor/başladı

Sevgili Bir Portre okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Biden: Amerikan seçimlerine Rus müdahalesini kastederek; “Putin katil bedelini ödeyecek, yakında göreceksiniz..”

Putin:

“Kendi diyen kendi olur..”

ABD ve Biden geri adım atmayınca,

Putin’den yeni açıklama geliyor;

“İkili ilişkileri tartışmaya hazırım. Cuma veya pazartesi günü görüşelim…”

Yani Putin’den geri adım/geri vites ve yutkunma geliyor… Neden peki; çünkü Putin küresel dengeleri/Yeni Dünya Düzenini/Akıl ve Güç sahiplerinin gücünü ve aklını iyi bilen birisi…

Başına ne gelebileceğinin farkında.

Ön alıyor, alttan alıyor ve muhtemel hasarı minimize etme gayretinde…

Ama Biden’ın son sözü ise oldukça manidar.

Her anlama gelebilir cinsten; “Bir noktada görüşeceğimizden eminim.”

20 Aralık 2020 tarihli yazıma, “2021 Rusya için çok zor geçecek..” başlığını atmıştım. 25 Ocak 2021’de ise; “Rusya’da durum bu defa başka, Bu defa Putin’in işi daha zor, önümüzdeki günlerde Rusya ve Putin odaklı şaşırtıcı gelişmeler göreceğimizi düşünüyorum.” demiştim.

Hal ve ahval böyleyken sizce Biden “Katil Putin” sözünü ağzından mı kaçırdı/öylesine mi dedi, yoksa sehven söyledi?..

Hayır, asla…

Hatta söylemedi; söyletildi…

Çünkü Trump dönemine dair küresel bazlı bir “Devr-i Sabık” başlatıldı.

(Devr-i Sabık: Yeni gelenin kendinden önceki dönemi sorgulaması/hesap sorması..) Peki Putin alttan alırsa bu süreç duracak mı.?

Hayır…

Çünkü nihai hedef Putin değil ki…

Hedefte Putin ve Rusya’nın bir önceki dönemde Trump’ın kazanması için seçimlere müdahalesi üzerinden bir daha belini doğrultamayacak hale getirilmek istenen/getirilecek olan Trump var.

Avrupa var, Güney Asya var, Afrika var, Akdeniz var…

Ama ana hedefe Çin var…

Biden’ın bu sözüyle, -adına siz “Üst Akıl” mı dersiniz yoksa “Güç ve Akıl” sahipleri mi dersiniz, yahut da “Yeni Dünya Düzeni Dizaynırları” mı dersiniz, ne derseniz deyin-

İşte onlar, hesap görmeye ve fatura kesmeye başladı.

Rusya/Putin kısmıyla ilgili şaşırtıcı ve hizaya getirici olası gelişmeleri dikkatle takip edelim, derim.

Çin’e gelince…

Çin kesilecek faturayı kabul de edebilir.

Ama edip etmemesinin bir önemi de yok. Çin’e, özellikle “Kovid-19” üzerinden öyle bir fatura kesilecek ki; Çin ekonomisi bir daha bu seviyelere gelemeyecek.

Kovid-19’un Çin’den yayıldığına dair öyle bilgi ve belgeler çıkartılacak ki; Çin bunlar sahte dese de, birileri Çin günah keçisi seçildi dese de; yaşadığımız küresel pandeminin faturası Çin’e ödetilecek.

Sadece Kovid-19 mu..?

Hong Kong başta olmak üzere, Uygur bölgesinde yapılan soykırıma dair bilgi ve belgeler ve Tayvan da hesap cetveline dahil edilecek. Son tahlilde Tiananmen Meydanı ve üşüşen/isyan eden/ölümüne başkaldıran Çin halkı sahne alacak…

İşte o zaman, Çin’in dahi/bilge lideri Şi Cinping ne yapacak veya nasıl aciz kalacak, hep birlikte görecek ve yaşayacağız.

Çin ve Rusya’ya dair duyumlarımı/okumalarımı/öngörülerimi daha detaylı şekilde ve ayrı yazılarla önümüzdeki günlerde paylaşacağım.

Çünkü bölgemize de gelmek istiyorum. “Güç ve Akıl” sahipleri Rusya/Çin derken dünyanın geri kalanını da ihmal etmiyor/etmez/etmeyecek.

Her coğrafya ve devlete dönük mutlaka bir planları vardır.

Keza, bölgemizle de ilgili…

Papa’nın Irak ziyaretine önem ve özenle dikkat çekmiştim.

Çünkü Rusya ile ilgili operasyon yapılırken İran’ın düşünülmemesi mümkün değil.

Ki, Papa’nın Irak Şii’leri lideri Sistani görüşmesi ve Haşdi Şabi örgütüne dair “sevgi pıtırcığı” olması asla boşuna değil ve değildi. Bu noktada mesaj, doğrudan bize ve hinterlandımıza idi.

Başlayan “devr-i sabık”la bizim de yürüyüşümüzü takip edecekler.

Eğer bir ittifak ve uyumla hareket edersek, “kiralanan ve yedeklenen” Haşdi Şabi “Atıl Yedek” kalmaya devam edecek; aksi takdirde bu örgüt İran/Irak/Suriye/Türkiye/Yemen vb. gibi bölge ülkelerinde kan/gözyaşı/istikrarsızlık/iç savaş vb. gibi her türlü cinayetin tetikçisi olarak “Akıl ve Güç”ün talimatlarını yerine getirecektir.

Hem de alenen, göstere göstere ve gözünü bile kırpmadan..!

İşte tam bu noktada Türkiye/Erdoğan ve Türk Devlet Aklının akıl ve akılcılığı/feraset ve basireti devreye girecektir.

Ki, son günlerde yaptığım sohbetler ve yabancı dostlarla istişarelerimde bunun sinyallerini görüyorum.

Erdoğan’ın küresel planlara/adımlara ve gelecek projeksiyonuna dair “Akıl ve Güç” sahipleriyle arka kapı diplomasi ve sağlıklı bir iletişim oluşturduğunu duymak beni ferahlattı.

Avrupa Birliğinden gelen açıklamalar,

Mısır’la görüşmelerin geldiği nokta,

ABD Ankara büyükelçisinin bugün “Görüş birliğinde olduğumuz konular ayrılıklardan fazla” şeklindeki açıklamalar,

Doğu Akdeniz/Yunanistan/Libya konusunda basına yansımayan “yumuşak diplomasi” Türkiye ve ABD’nin, dolayısıyla da Türkiye ve Akıl-Güç sahiplerinin “yeni bir normalleşmeye” ve uzlaşı konseptine çok yakın olduğunun yansımasıdır.

Aslında ülkemiz öyle bir coğrafyaya sahip ki;

Biz bir şey yapmasak da, istemiyoruz desek de, gelişmeleri okumasak/görmesek de; birileri Yeni Dünya Düzeni’nin “biz”siz olmayacağının farkında ve bizi mutlaka denkleme dahil etmekteler.

Haaa…

Erdoğan’ın bu süreci “kazan-kazan” çerçevesinde çok iyi değerlendireceğini düşünüyorum.

Hatta özellikle Amerika-Rusya/Amerika-Çin kriz ve husumetinden ülkemiz lehine çok ciddi kazanım ve yeni pozisyonlar çıkartacağı kanaatindeyim.

Bugün, Biden-Putin restleşmesine dair yaptığı yorumu da, “siyasi dehasının” bir yansıması şeklinde değerlendiriyorum.

AB’nin Türkiye’ye hiç olmadığı kadar yakınlaşacağı ve her şeye rağmen bizle beraberleşmek isteyeceği düşüncesindeyim. Hatta sevmeye sevmeye…

Hatta kerhen, Ve hatta hiç istemeden bile olsa… Çünkü görünürde başta Amerika olmak üzere Avrupa ve İngiltere yerkürenin pek çok bölgesine gidebilmek,

Rusya ve Çin’in nüfuzunu kırabilmek,

Özellikle Afrika, Güney Asya, Ortadoğu olmak üzere dünyanın kalbi denen bölgelerde halklar nezdinde kabul görebilmek için Türkiye gibi başatlaşmış bir ülkenin varlığına muhtaçlar.

Onlar bunu görüyor; yeter ki, biz de görelim ve kendi farkımıza varabilelim.

Daha söyleyecek çok şey var ama burada bitiriyorum.

Lakin daha önce de söylediğim gibi; 2021 zor ama çok zor geçecek..!

Yaşanacak hiçbir şeye şaşırmayın ve “bu da mı oldu yahu…” Olmaz olmaz demeyin…

Bu sene dünyada, olmaz olmaz…

Not: Bitcoin’ciler… Çok yazdım/uyardım/ikaz ettim. FED Başkanı Dijital/Kripto paraya dair açıklama yaptı.

Belki sevindiniz bile…

Ama ben açıklamanın sevindirici değil de, Bitcoin’in sonuna dair işaret içerdiği düşüncesindeyim.

Yoksa “Dolarcoin/Dolarkart” mı geliyor… Yoksa Bitcoin’le birileri hedefe ulaşınca; “çekilin kenara, Bitcoin, bilmem ne coin de, ne oluyor… Eğer coin’leşme olacaksa onu da biz yaparız ve doları coin’leştiririz mi” demek istiyor…

Bence ABD yetkililerinin ve özellikle FED başkanının açıklamalarını iyi takip edin ve söylenenden ziyade, neyin söylenmediğini görmeye çalışın!…

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar.

“Anılarla Basınköy”

Bir hayalim vardı; kitap yazmak… Bunun için çok çalışmak ve tecrübe lazımdı. Yıllardır köşe yazısı yazıyorum ama bu başka bir şeydi.

İlk olarak, durumu kahve sohbetlerinde Ediz Çanakçı ile paylaştım. Bir hatıra duvarı yapalım, sonra sergisini açarız. Belki müzesini de kurarız.” dedim.

Hatıralarım, çocukluğum, gençliğim olsun istedim. Yaşadığım yer Basınköy, İstanbul’un incisi…Bir yanı Küçükçekmece Gölü, karşısı Marmara Denizi, yanı Atatürk ormanı, Atatürk Deniz Köşkü… Bunlar bile yeterdi güzelliğini anlatmaya ama devamı var bu hikâyenin.

Öyle bir semt düşününki bütün Cağaloğlu Babıali burada, gazeteciler, tiyatrocular, ressamlar, yazarlar, çizerler, yorumcular, karikatüristler, foto muhabirleri…Aslında hikâyem bir anı duvarı yapmaktı, geleceğe bırakacak hatıralar olsun istedim fakat bu kadar değeri sığdıramadım çerçevelere.

O zaman sergi açarım dedim. Aramaya başladım. İlk telefonla aradığım, Tan Burak oldu. Sezgin amcanın çıkardığı Tarkan dergisi ve Kurt ile Tarkan’ın olduğu iki resmini istedim. Kurt vardı, Basınköy vardı, Tan, Tarkan vardı. O resimlerde hayalimdeki çerçeveyi yapmıştım.

Eski bir Basınköy resminin üzerine kurucuların isimleri ikinci çerçeve oldu.   

Sanem Altan’ı aradım. Çetin amcanın resimlerini ve bir hatırasını istedim.

Melih Berkan’ı, Cem Meral’ı, Mehmet Mumcu’yu, Mehmet Kınacı’yı, Aslı Kılan’ı, Tutku Günkut’u, Taygun Tonguç’u, Kâni Atmaca’yı, Murat Demirel’i, Sedat Derman’ı, Ercan Okyay’ı… Ama aradıkça öyle hikâyeler, öyle anılar, inanılmaz bilgiler çıkmaya başladı. O zaman dedim ki bu kitap olmalı. Başlı başına Basınköy’ün kurucular listesini koysam zaten bir kitap çıkıyor ama öyle anılar var ki yeri dolmayacak, bunlarla ölümsüzleşecek.

Necmettin Erbakan bile burada oturmuş, Mikail Bakkal, Hans, Bambi çay bahçesi, Madam Eleny’nin evi Safiye Ayla’nınmış. Kitap bitene kadar bakalım daha neler öğreneceğiz. Neler çıkacak. Ama burada da kalmamalı bence müzesi olmalı Basınköy’ün.

Hatıralarla başlayan bu yol hayallerimizin hepsiyle biter umarım. Başlamak bitirmenin yarısı derler. Ben de başladım, haydi hayırlısı.

Sevgili Mehmet Tezkan’ın çok güzel bir yazısı var: “Çetin Altan’ın mahallesi”. “50,50 yüz… Biz Basınköylüyüz”. O kadar güzel anlatmıştı ki mahallemizi. Üstüne ancak bu kadar yazabildim. Benim feyzim oldu. Umarım ben de layık olurum büyüklerimize. Basınköyü’müzü geleceğe taşırım.

Yıllar o kadar çabuk geçiyor ki biz anlayana kadar değerlerimiz bir bir eksiliyor. Uçurtma yaptığımız, ormana yürüyüşlere gittiğimiz, Yaşar amcamızla Yaşar Kemal ile bir fotoğrafım yok. Çünkü o zaman Yaşar amcamızdı. İmzalayıp verdiği İnce Mehmet kitabı da yok. İstesek şimdi alamayız. O yaşlarda kıymetini bilemedik.

Çetin amcamızın yaramaz çocuğu Kamil’dim ben. Bahçesindeki bodur elma ağacını her sene tam toplayacağı zaman koparıp yiyen, onu çileden çıkaran haylaz, keşke Çetin Altan şimdi yaşasaydı. Bir kare resim çekilip helalleşseydim kalıcı bir anım olsaydı.

Anlatmakla bitmeyecek o kadar çok hikâye var ki. Türkiye’nin tarihine mâl olmuş o değerli insanlarla, bu güzel mahalleyle.

“Hayat hikâyelerle güzel” diyerek “Anılarla Basınköy “.

Tayfun Talipoğlu’nun dediği gibi: “Beni her ölüm etkiler. Tanımasam bile üzülürüm yitirilmiş ümitlere… Hiç gerçekleşmeyecek ideallere, yaşanmamış sevgilere üzülürüm… Bu yüzden, korkarım yaşamı ertelemekten.”

Myanmar olayları ve enerji politik arka planı

Myanmar olayları ve enerji politik arka planı

Myanmar’da geçen Kasım başında yapılan seçimlerden sonra çoğunluk sağlanarak iktidar oluşturulmuştu. Ancak, 1 Şubat 2021 tarihinde Myanmar ordusunun askeri darbe gerçekleştirdiği haberleri gelmiştir. Darbenin başarılı olduğu ve 1 yıllık bir askeri yönetime geçildiği ifade edilmekle beraber karşı halk hareketleri başlamış ve halen de süre gitmektedir. Böylelikle ülkede 50 yıllık askeri idareden sonra 2011’de demokratik düzene geçilmişken, 10 yıllık demokratik yönetimden sonra yine bir askeri yönetime geçildiği anlaşılmaktadır. Bu durum, Mynmar’da hoşnutsuzlukların devam edebileceğini düşündürmektedir.

Gerçekte önemli ve stratejik bir konuma sahip olan bu ülkede yaşananları daha iyi anlayabilmek için ülke coğrafyası, tarihi ve jeopolitiği ve de enerji politiği üzerinde durmak gerekmektedir. Öncelikle de ülkeyi tanımak yerinde olacaktır.

Günümüzde Myanmar adıyla anılan ülke, geçmişte Birmanya veya Burma olarak ta anılmıştır. Coğrafi olarak güneydoğu Asya’da Bengal Körfezi ile Andaman Denizine geniş kıyısı bulunan bir Asya devletidir. Bölgenin genel özelliklerini sahip olan ülke; Bengladeş, Hindistan, Çin, Laos ve Tayland ile komşudur.

Tarihsel olarak bakıldığında; Orta Asya’dan Türk ve Moğol asıllıların göçlerinin yapıldığı hayli eski bir yerleşim bölgesidir. Ancak esas itibariyle 11. yy.da devlet olarak tarih sahnesinde yerini aldığı görülmektedir. 13. yy.da Cengiz Han’ın torunlarından Kubilay Han’ın Çin’e hâkim olmasından sonra işgale uğramıştır. Sonraları farklı hanedanların etkinlik gösterdiği bir bölge olmuş ve 19. yüzyılda refah seviyesi hayli yüksek bir bölge karakteri kazandığı gözlenmiştir. Bölge, 1882’de İngiliz işgaline uğradıktan sonra İngiliz sömürgesi durumunda olan Hindistan’a bağlanmıştır. II. Dünya Savaşında Japon işgaline uğramış, 1948’de ise bağımsızlığını kazanmıştır. Ancak hayli çalkantılı dönemler yaşamış ve askeri yönetimler etkin olmuştur.  2010 yılında cumhuriyete geçiş süreci başlamış 2011’den itibaren demokrasi inşa edilmiş, ancak Müslümanlara yönelik acımasız davranışlar da gözlenmiştir. Son olarak da (1 Şubat 2021 de) yaşanan darbeyle tekrar dünya gündemine gelmiş bulunmaktadır.

Mynmar, 57 milyon civarında nüfusa sahip olmakla beraber farklı etnik grupları da içinde barındırmaktadır. Nüfusunun çoğunluğu Budist olup % 15’i ise Müslüman olarak bilinmektedir. Bölgede Müslümanlık, Müslümanlığın ortaya çıkışından yaklaşık bir yüzyıl sonra Bengal Körfezinde batan Müslüman tacirlere ait bir geminin yolcularının (deniz kıyısı bölgesi) olan Arakan (veya Rakhine) bölgesine yerleşmesiyle kendini göstermiştir. Böylelikle de bölgede Müslümanlık yaygınlaşmış ve yayılmıştır. Burada İslami bir devlet de kurulmuş ve deniz ticareti yoluyla varlıklarını zenginleştirerek sürdürmüşlerdir. Ancak, İngiliz işgalinin yaşanmasıyla Burma içinde nitelenmişlerdir. Bundan sonra da hayli sorunlu ve kanlı süreçler yaşanmış olduğu söylenebilir.

Enerji Politik Açıdan Myanmar

Myanmar yer altı maden yatakları bakımından hayli zengin bir ülkedir. Buna karşın Asya’nın yoksul ülkeleri arasında yer almaktadır. Kişi başı yurtiçi hasılası 1000 USD’ın altında olduğu ifade edilmektedir. Ülkenin sahip olduğu madenler arasında kalay, çinko, kurşun, tungsten, altın, gümüş, bakır ve yeşim taşı sayılabilir. Madenlerinin çok iyi değerlendirildiği söylenemez.

Bunlardan ayrı olarak ülke, petrol ve doğal gaz yataklarına sahiptir. Karada yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin yanı sıra (off-shore) denizde bulunan kaynaklar da bulunmaktadır. Şekil 1’de kara ve deniz petrol ve doğal gaz yatakları görülmektedir. Deniz rezervlerinin halen kanıtlanmış olan rezervlerden daha çok olduğu düşünülmektedir.

Myanmar’da ilk önemli petrol üretimi, İngilizler tarafından 1871 yılında başlatılmıştır. Ülke 1970 yılından beri de doğal gaz üretmektedir. Myanmar yönetimi 1990’lı yıllarda Andaman Denizi’ndeki doğal gaz yataklarının işletme ayrıcalıklarını Fransa ve İngiltere’ye vermiştir. İlaveten, önemli bir rezerv kapasitesine ilişkin işletme ayrıcalığı da ABD şirketlerine verilmiştir. Çin, Tayland ve Güney Kore 2005 yılında, Myanmar’ın petrol ve doğal gaz sektörüne yoğun yatırımlar yapmışlardır. Ayrıca, devlet tarafından ve Japon şirketleri tarafından işletilen sahalar da bulunmaktadır. Bu arada, Tayland bölgede araştırma yapmış ve yeni doğal gaz alanları bulunmuştur.

Hemen anlaşıldığı üzere Myanmar’ın fosil yakıt rezervleri hayli dikkat çekicidir. Fazla olarak deniz rezervlerinin daha da fazla olması söz konusudur. Bu bağlamda, enerji politik açıdan önemli bir bölge olarak nitelenmektedir. Sahil bölgesinde ise Arakan eyaleti yer almakta olup ülkenin genelinden farklı bir yapı sergilemektedir ve deniz ticareti ile deniz bağlantılı hatlar bu bölgenin kontrolü altında olduğu görülmektedir. Fazla olarak bu bölgedeki deniz rezervleri ile Çin ilgilenmektedir.

Çin açısından bakıldığında; bu bölgenin Çin için taşıdığı anlam yadsınamazdır denebilir. Zira Çin 20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana önemli ölçüde büyüme ve gelişme göstermiş ve nitekim “Doğunun parlayan yıldızı” olarak anılmaya başlanmıştır. Fazla olarak ABD’yi zorlayacak kadar dünyada etkin olma yolunda yol almaktadır. Dolayısıyla da Çin’in enerji gereksinimi devasa boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Kendisi daha çok kömür yataklarına sahip olduğundan petrol ve doğal gaz gereksinimini önemli ölçüde ithal ederek karşılamaktadır.

Çin petrol ithalatını büyük ölçüde deniz yoluyla Orta Doğu’dan ve Afrika bağlantılarından sağlamaktadır. Söz konusu bu deniz yolu güzergâhı; Hint Okyanusu üzerinden Malaka boğazından geçerek ve Hindi Çini’yi dolaşarak Çin’e ulaşmaktadır. Buna karşın iyi bir alternatif de; Hint Okyanusundan deniz yolu ile gelen petrolün Mynmar üzerinden boru hatları ile Çin’e ulaştırılması olmaktadır. Bu seçenek, Çin açısından hayli uygun ve kârlı bir seçeneği oluşturmaktadır (Şekil 3). Böylelikle güzergâh, yaklaşık 1200 km kadar kısalmış olmaktadır. Böylelikle, Hindi Çini bölgesi denizlerinde yaşanabilen tayfunlardan etkilenme de ortadan kalkmakta ve lojistik destek gereksinimi azalmaktadır.

Öte yandan, Myanmar’ın kendi enerji rezervleri de Çin’in petrol tedariki için yakın çevre alternatifini oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, petrol ithalatının bir kısmını komşu ülke olan Myanmar’dan karşılanması Çin açısından hayli avantajlı görünmektedir. Keza doğal gaz açısından, Myanmar’ın kanıtlanmış rezervleri ve de bulunması olası rezervleri, Çin için hayli cazip görünmektedir.

Nitekim 2004 yılından itibaren Çin ile Mynmar petrol ve doğal gaz konusunda iş birliğine gitmiş bulunmaktadırlar. Fazla olarak 2009 yılında Çin ile Myanmar arasında Çin-Myanmar Petrol ve Doğal Gaz Boru Hatları Projesi başlatılmıştır. Proje iki hattan oluşmakta olup, biri petrol ve diğeri doğal gaz boru hattıdır. Petrol boru hattı projesi (deniz yoluyla gelecek petrolün taşınması bağlamında) kara terminali bağlantılı boru hattı niteliğindedir. İkinci hat doğal gaz boru hattı olup, Mynmar’ın derin su doğal gaz geliştirme projesi ile ilişkilidir. Dolayısıyla, Mynmar’ın doğal gaz kaynaklarından taşıma yapılmasını amaçlayan doğal gaz boru hattını ifade etmektedir (Şekil 4).

Bu hatlar gündeme geldiğinden bu yana Myanmar ile ilgili birçok siyasi, ekonomik ve enerji-politik gelişmeler ve olaylar yaşanmış ve halen de yaşanmaktadır. Burada, şunu da belirtmek gerekir ki; bu bölgede etkin olmak isteyen yalnız Çin değildir. Enerji-politik olarak, farklı ülkeler ve aktörler (yukarıda belirtildiği üzere) bölgeye yatırım yapmışlardır ve etkinliklerini sürdürmek istemektedirler. Bu bağlamda, bölge üzerinden önemli rekabet yaşanmakta ve dolayısıyla da bu durumun bölge olaylarına yansımaları olmaktadır.

Bunlardan önemli biri Arakan’da yaşananlardır denebilir. Mynmar ve kıyı eyaleti Arakan, petrol ve doğal gaz rezervlerin bulunması ve de boru hattı projeleriyle dikkat çeken önemli bir enerji-politik alan haline gelmiş olmaktadır. Nitekim önce Mynmar’ın kendi içinde eyalet bazında Arakan sorunu olarak görülmüşse de kısa zamanda sorunlar üst boyutlara taşınmıştır. Dinsel farklılıklar öne çıkarılarak Müslümanların katledilmesi ve Arakanlıların göçe zorlanması söz konusu olmuştur. Bu bağlamda, hayli elim olaylar yaşanmıştır. Zor şartlarda kalan Arakanlılar çevre ülkelere özellikle de Bangladeş’e geçmeye çalışmışlardır. Son olarak bakıldığında, Arakanlı Müslümanlar çoğunlukla ya hayatlarını kaybetmiş veya göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu olaylar sırasında Türkiye de, zor durumda kalan Müslümanlara yardım elini uzatmıştır.

Son olarak da yaşanan darbe ile, Myanmar’da enerji-politik manada uzlaşmalı bir durumun taraflarca kabul görmemiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun, seçim ve sonrasında yaşanan darbe ve takiben ortaya çıkan sokak olaylarıyla kendini gösterdiği söylenebilir.

Sonuç

Açıklananlar doğrultusunda denebilir ki; Myanmar bölgesi üzerinde eski ve yeni etkin olanlar ve de olmak isteyenler arasında acımasız bir rekabet ve birbirlerini engelleme yaşanmaktadır.  Önceleri Müslüman Arakanlılar üzerinden yaşananlar, dünya kamuoyunda sadece bir dini etnisite olarak görülmüştür. Oysa Arakan olaylarından sonra da bölge sükûnet bulamamıştır. Bu da esas sorunun, dini etnisiteden öte olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bölgede, enerji-politik arka plan bağlamında etkin olmak isteyen aktörlerin durumlarını koruma ve geliştirme veya dengeleri değiştirme gibi hayli karmaşık bir yarışma ve çekişme ortamını çeşitli yerel yapılar üzerinden dizayn etmekte olduklarını düşündürmektedir. Sahada hayli farklı ülke ve güçlerin çıkarları gündeme geldiğinden, yaşanan gelişmeleri pek çok dünya ülkesinin sessizlikle izlediği gözlenmektedir. Sonuçta, bölgenin sükûnete ermesinin pek de kolay olmayacağı anlaşılmaktadır.

AB’NİN EUNAVFOR MED IRINI ENTEGRASYONU VE MİSYONU 1

Birçok imparatorluklara ev sahibi yapmış olan dünyamızda yakın tarihimizde de birtakım yıkımlar gerçekleşti. Dünyaya hâkim olan Osmanlı İmparatorluğunun hükmünün sona ermesiyle Ortadoğu da küçük devletçiklerin kurulmasına zemin hazırladılar. Ardından bu kurulan devletlerin sözlerini dinlemez hale gelmesi sebebiyle oyun kurucular bu ülkeleri parçalayarak mikro devletçikler kurmak için ikinci planlarını devreye soktular. Böylelikle birçok devlet parçalandı ve terör odaklarının yuvası haline geldi. Her zaman Ortadoğu’da söz sahibi olmak isteyen siyasi aktörlerin elinde bulunan Avrupa Birliği Devletleri de kendilerine göre güvenlik endişeleri adı altında değişik savaş stratejilerini uygulamaya başladılar. Bu düşüncelerle AB kendisini hem Avrupa’da hem Asya’da güvenlik aktörü olarak tayin etti. Ortak Güvenlik ve Savunma Politikaları kapsamasında Avrupa Birliği askeri operasyonu olan IRINI Operasyonu için 31 Mart 2020’de düğmeye bastı. Birleşmiş Milletlerin Libya’ya silah ambargosu uygulaması amacıyla başlatılan IRINI Operasyonu, bölgedeki İslamcılara, teröriste, korsanlara ve silah kaçakçılığına karşı mücadele ediyor mu? Esas amacı nedir? gibi sorulara cevap aramak niyetindeyim. Bu tez, AB’nin IRINI Operasyonu ile sivil ve askeri operasyonlarını nasıl yapılandırdığını ve kendisini nasıl güvenlik aktörü olarak belirlediğini ortaya koymaktadır.

Avrupa Birliği (AB), Birleşmiş Milletlerin (BM) silah ambargosunun denetlenmesi için 31 Mart tarihinde ‘İrini Operasyonu’nu başlatma kararı almıştı. Alınan kararın ardından daha bir ay bile geçmeden hemen operasyonun aktif duruma geldiğini ve operasyonda hava, uydu ve deniz unsurlarından yararlanılacağı açıklanmıştı.

“BM kararları dayanak yapılarak Avrupa Konseyi 31 Mart 2020 tarihinde Avrupa Birliği’nin Akdeniz’de askeri güç kullanımına dair [Council Decision, (CFSP) of ona European Union military operation in the Mediterranean (EUNAVFOR MED IRINI)] 2020/472 sayılı kararını vermiştir. Karara göre; Avrupa Birliği işbu vesileyle, Birleşmiş Milletler’in Libya’ya silah ambargosuna ilişkin kararları uyarınca, üzerinde anlaşmaya varılan operasyon alanı ve ilgi alanı dahilinde silah kaçakçılığının önlenmesine katkıda bulunmak için bir askeri kriz yönetimi operasyonu kurar ve başlatır.

Ayrıca, operasyon, Birleşmiş Milletler kararları uyarınca Libya’dan yasadışı petrol ihracatını önlemeye yönelik BM önlemlerinin uygulanmasına katkıda bulunacaktır. Ek olarak, operasyon, Libya Sahil Güvenlik ve Donanması’nın denizdeki kolluk görevlerinde kapasitelerinin geliştirilmesine ve eğitimine yardımcı olacaktır. Operasyon aynı zamanda BM Deniz Hukuku Konvansiyonu, ilgili herhangi bir UNSCR ve uluslararası insan hakları hukuku dahil olmak üzere geçerli uluslararası hukuk uyarınca insan kaçakçılığı ve insan ticareti ağlarının iş modelinin bozulmasına da katkıda bulunacaktır. Operasyonun adı EUNAVFOR MED IRINI olarak adlandırılacak ve operasyonun tüm görevlerini yerine getirebilmek için operasyon alanı, ilgi alanı ve bu alanlarda bilgi toplamaya yönelik detaylı düzenlemeler, Konsey tarafından onaylanan ilgili planlama belgelerinde tanımlanacaktır.” (Kara, H., (2021). Deniz Ticareti , cilt.34, sa.1, 53-54.)

İtalya’nın başkenti Roma’dan yürütülen operasyon öncelikle Libya ile alakalı denetim mekanizmasını kontrol ediyor olsa da AB çıkarlarına ters olan her türlü unsur ve hatta devletler bile İrini Operasyonu’nun hedefi konumundadır.

İrini ile Libya’da yasa dışı silah satışı engellenecek, ülkenin açıklarında bulunan tüm gemiler kontrol altına alınarak denetlenecek, yasa dışı petrol ticareti konularında veri toplanacak idi. Fakat durumun böyle olmadığı iddiaları özellikle Akdeniz’de operasyonun güvenirliliğine gölge düşürmektedir.

Yunanca “barış” anlamına gelmektedir. Fakat operasyon başladığı gibi Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti tarafından İrini operasyonunun barışa hizmet etmediği şeklinde beyanlar verildi.

Bu operasyon için hazırlıklar başladığından bu yana tüm gelişmeleri yakından takip ediyorum ve Yunanca barış anlamına gelen “İrini”nin kural tanımaz hamleleri anlamıyla ters düştüğü şeklinde yorumlanmaktadır.

Hatta söz konusu operasyonun, Libya’nın ve Libya halkının huzuru noktasında büyük tehdit olarak görülen gayri meşru silahlı güçlerin lideri Hafter’e silah ve mühimmat taşınan sınır bölgelerini ve hava sahasının kontrolünü ihmal etmesi de yakın zamanda Akdeniz’de gerginliğe ve restleşmelere neden olmuştu.

Türkiye ile Libya mutabakatının ardından acilen ‘İrini Operasyonu’nun devreye sokulması da operasyonun amacının ne olduğu konusunda fikirler vermekteydi.

Libya ile varılan son mutabakattan sonra Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlarını gösteren haritayı Dışişleri Bakanlığımız 2019 yılının son ayında dünya kamuoyu ile paylaşmıştı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Al Sarraj ile 27 Kasım 2020’de İstanbul’da bir araya gelmişti.

Yapılan görüşmede, Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında, “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” ile iki ülkenin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının muhafazasını hedefleyen “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imza altına alınmıştı.

Doğu Akdeniz’de en uzun ana kara kıyısına sahip ülke olan Türkiye’nin kıyı projeksiyonunun adalarla kesilmeyeceğinin, iki ana kara arasındaki ortay hattın ters tarafında kalan adaların kara suları dışında deniz yetki alanı yaratamayacağının ve deniz yetki alanları hesaplaması yapılırken, kıyıların uzunluklarının ve yönlerinin hesaba katıldığının farkında olarak bir uzlaşı anlaşma ile hakkaniyet sağlanmıştır. (Önce Vatan Gazetesi – Ferhat Yıldırım)

Maksimalist ve uzlaşmaz Yunan-Rum tezleri savunucuları bu durumdan rahatsız oldular.

Bu hakkaniyeti en güzel şekilde Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Çağatay Erciyes’in ifadeleri ile anlatmak isterim.

“Türkiye’nin ana karasının karşısında küçük bir ada olan Meis’e kendi yüz ölçümünün 4 bin katı kadar deniz yetki alanı kazandırmaya çalışan maksimalist ve uzlaşmaz Yunan-Rum tezleri yatmaktadır. Bu anlayış, zamanında Mısır’a 40 bin kilometrekare alan kaybettirmiştir. Libya’yla imzalanan son anlaşmayla iki ülkenin oldubittilere izin vermeyeceği en açık şekilde ortaya konmuştur” (Çağatay Erciyes- Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü)

İşte durum böyle iken hakkaniyet çalışmaları titizlikle yürütülürken, anlaşmalar imzalanırken, hemen barış manasını taşıyan İrini ile AB sahneye çıktı. Bu bir tesadüf değildi! Bu çok uluslu güçlerin ve özellikle AB’nin derin planıydı.

Bunların tesadüf olmadığını biz çok iyi biliyoruz ve bazı AB ülkeleri de farkına varmış olacaklar ki! “İrini Operasyonu”nu önemseyen ülkelerin sayısında azalma olduğunu görmekteyiz.

Bazı ülkeler operasyonun finansmanına, bazıları işleyişine, bazıları da tarafsız olmayışına itiraz ediyor.

Avrupa Birliği’ne (AB)’ne bağlı bazı ülkeler, Libya konusunda Hafter, Mısır, Rusya, Wagner ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) aynı taraftaymış gibi bir algı oluşmasından rahatsız olduklarını seslendiriyorlar.

Kıbrıs Rum Kesimi ile BAE’nin İrini Operasyonu ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelerle ilgili yaptıkları değerlendirmeler bazı AB ülkelerinin “İrini Operasyonu” ile ilgili endişelerinde haklı oldukları gözler önüne sermektedir.

AB yetkilileri, İrini Operasyonu’nun tamamen tarafsız ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararında yer alan silah ambargosunun Libya’nın bütününde uygulandığını denizden, havadan ve uzaydan denetleme amacı taşıdığını vurgulamaları bile endişeleri gidermeye yetmiyor. (Turkiye’de Enerji – Ferhat Yıldırım)

Deniz ticaretinde konteyner savaşları

Deniz Ticareti uluslararası ticaretin en önemli kilit noktasını oluşturmaktadır. Kara ve hava yoluyla yapılan ticarete nazaran çok daha ucuz ve güvenli bir ticari yoldur. Dünya ticaretinin yüzde seksen gibi büyük bir kısmı deniz yolu ile gerçekleştirilmektedir. Pek çok insan evinde kullandığı ürünlerin yüzde doksanının deniz yoluyla geldiğinin farkında dahi değildir.

Konteyner, uluslararası standartlara sahip taşımacılık sistemi içinde verimli, güvenli ve hasarsız bir şekilde malzeme taşıması için üretilmiş, yeniden kullanılabilir çelik kutu şeklindeki yapılardır. Konteynerler modern ticaretin hızlı, önemli aynı zamanda da çok kullanışlı bir enstrümanıdır. Deniz dışında trenle taşınabilir, kamyonlarla taşınabilir.  Genel olarak deniz ticaretinin en önemli girdisini konteynerler oluşturmaktadır. Dünya deniz ticaretinde konteyner taşımalarının çok büyük bir kısmı Maersk, MSC, CMA CGM, COSCO, OOCL, HapagLlyod, Hamburg Süd ve Online gibi şirketler tarafından gerçekleştirilmektedir.

Güney Kore’nin küresel konteyner gemi operatörü Hanjin’in iflas ettiği haberi Ağustos 2016’da ilan edilinceye kadar ABD piyasasına hizmet eden trans-Pasifik deniz ticaret yollarındaki hacmin yüzde 7.8’i Hanjin Shipping tarafından karşılanıyordu. Bu iflas, dünya nakliye pazarında etkileri kolay kolay silinmeyecek bir “Konteyner Krizi”ne neden olmuştur. Bu tarihten sonra konteyner sektörünün devleri bir kısmı ya stratejik hat anlaşmaları yaparak birleşmek zorunda kalmış ya da küçülme yoluna gitmiştir. Sonuç olarak denizyolu taşıma ücretleri Ocak 2017’den bugüne neredeyse yüzde 400 artmış ve hala artmaya devam etmektedir. Lojistik firmalarının ihracattaki artışla doğru orantılı şekilde konteyner ve liman seferlerinin sayısında artırıma gitmesi gerektiği bir dönemde yaşanan bu kriz dünyanın iki büyük ticaret devi Çin ve ABD’yi de karşı karşıya getirmiştir.

2019 yılında kısmen 2020 yılında ise tamamen deniz ticaretini olumsuz etkileyen küresel pandemi nedeniyle gemilerin günlerce limanlarda bekletilmesi ve ithalat-ihracat dengesindeki değişim küresel ticarette konteyner arzı sorununu daha da artırmıştır. Özellikle Çin’den ABD’ye giden gemiler yükünü boşaltamadığı için, kısa sürede dönememiş, bu da konteyner arzı sorunu yaratmıştır.

Bugün dünya ticaretinde büyük bir krize sebep olan ve tedariki giderek zorlaşan boş konteynerler, ABD ve Çin arasında stratejik güç olarak kullanılmaya başlanmıştır. ABD limanları üzerinden taşınan tüm konteyner ithalatının neredeyse yarısı Çin’e aittir. ABD ithalatı fazla olan bir ülke olduğu için ülkesine gelen çok miktardaki konteynerleri biriktirmektedir.  Çin ise, bir yandan tüm dünyadan boş konteynerleri toplarken diğer yandan da 2020 yılından beri konteyner arzını artırmak için adımlar atmaktadır. Çin, pazara daha fazla konteyner sağlamak, konteynerlerin geri dönüşünü hızlandırmak ve konteyner üreticilerinin üretkenliği artırmalarına yardımcı olmak için yoğun çaba göstermektedir. Çin, bu alanda teşvikler ve ekonomik hamlelerle üstünlük kurmak istemektedir. ABD ise bu duruma vergiler koyarak ülkesinden mal alma şartı getirerek karşılık vermeye çalışmaktadır.

Küresel deniz ticaretinde yaşanan bu durum, Türk ihracatına da ağır darbe vurmuştur. 2020 yılı haziran ayından sonra normalleşme ile ihracatta artış yaşanırken, boş konteyner bulunamadığı için ihracat yükleri limanlarda ve depolarda kalmıştır. Ürünlerin zamanında sevk edilememesi ödemelerde gecikmelere yol açmıştır. Bu durum Türk firmalarını uluslararası ticarette çıkmaza sürüklemektedir.

Sonuç olarak, yaşanan boş konteyner krizi göstermektedir ki, dünyada birkaç şirketin tekelinde olan konteyner üretimi, stratejik bir sektör olarak ön plana çıkmaktadır. Afro-Avrasya’nın tasarım ve üretim üssü olma hedefindeki Türkiye’nin bu krizi bir fırsata dönüştürerek hızlı bir şekilde sektörde gerekli adımları atması gerekmektedir.

Panasonic Yeni Led Aydınlatma Serisi Türkiye’de

Işığın kalitesini ve aydınlatma armatürlerinin güvenilirliğini geliştirmede yaklaşık bir asırlık deneyime sahip olan Panasonic, şimdi yeni LED lambaları ile teknolojinin aydınlatmada ulaştığı noktayı gözler önüne seriyor.

Işığın gelişiminde ön saflarda yer alan Panasonic, güvenli, konforlu ve verimli LED lambalarla, gündelik hayat için özenle tasarlanan aydınlatmanın önemini bir kez daha gösteriyor. Markanın yeni LED lamba serisi, ülkemizde Panasonic Life Solutions Türkiye ayrıcalığı ile tüketicilerle buluşuyor.

Dünyayı Aydınlatan Panasonic ile Güvenli ve Verimli Aydınlatma

Rahat ve dinlendirici bir atmosfer yaratmak için tasarlanan yeni Panasonic LED Lamba Serisiyle, mutfaktan çalışma odalarına kadar yaşam alanlarının her noktası ideal ışık kalitesinde aydınlatmayla buluşuyor.E27, E14, GU10 duy seçenekleri ve 2700K ile 6500K renk sıcaklığı ile satışa sunulan ürünler;estetik ve çekici tasarımları ile kullanıldıkları her alana şıklık katıyor. Etkileyici ışık ve doğru aydınlatma prensiplerini yansıtan Panasonic LED Lamba Serisi,yüksek verimlilik ve üstün malzeme kalitesi ile de dikkat çekiyor.

Hem aydınlatıyor hem koruyor

LVD direktiflerine uygun olarak üretilen Panasonic LED Lamba Serisi, izolasyonlu dış gövde tasarımı sayesinde elektrik çarpmalarına karşı tam koruma sağlıyor. Ağır metal ve zehirli madde barındırmayan Panasonic LED Lambalar, RoHS Kalite Standartlarına ve geri dönüşüme uygun, çevre dostu bir teknoloji ile geleceği de aydınlatıyor. Panasonic LED Lambalar, EN 62471 Standartlarını sağlamakla beraber UV yaymayan LED’lere sahip, sağlıklı bir ışık kaynağı olarak göz sağlığını da koruyor.

Aydınlatmada bütçe dostu ve uzun ömürlü çözüm

A+ ve A++ enerji sınıfına sahip Panasonic LED Lambalar ile enerji tasarruf edilerek verimli, konforlu ve güvenli bir aydınlatma sağlanıyor. Panasonic LED Lambalar, yüksek kaliteli tasarımı ve etkin sıcaklık yönetimi ile 15.000 saat boyunca mekânları ilk günkü gibi aydınlatıyor.

Panasonic, yeni ErP/Eko-tasarım yönetmeliğine hazır

Eko-tasarım gerekliliklerine ilişkin olarak sürdürülebilirlik anlamında aydınlatmada yeni bir düzenlemeye gidiliyor. Yakın gelecekte yürürlüğe girecek Yeni ErP ve Yeni Verimlilik Sınıfı tanımlamalarıyla aydınlatma ürünlerinde yepyeni bir dönem başlıyor. Panasonic’in LED Lamba Serisi, yeni ErP ve Verimlilik Sınıfı Regülasyonu’na uygun olarak tasarlanmış durumda.Yenilikçi teknolojilerle yeni boyutlar kazanan ve güvenilir aydınlatma sağlayan Panasonic LED Aydınlatma Serisi şimdi Türkiye’de ve Panasonic tüm gücüyle diğer yeni aydınlatma çözümlerini de yakın gelecekte pazara sunarak konforlu geleceğe giden yolu daha da aydınlatmayı planlıyor.

YTÜ Teknopark Kuluçka Merkezi Firmalarından Fiber Games’e Yatırım

Kral Şakir: Macera Adası ve Weld it 3D oyunlarıyla tanınan YTÜ Teknopark Kuluçka Merkezi girişimi Fiber Games, gelişen teknolojilere yatırım yaparak girişim ekosisteminin sürekliliğine katkı sağlayan Boğaziçi Ventures’dan 30 milyon TL değerleme ile yatırım aldı.

Yerli oyun şirketlerine yatırımcı ilgisi devam ediyor. YTÜ Teknopark’ta faaliyetlerini sürdüren Fiber Games, Boğaziçi Ventures’dan30 milyon TL üzerinden yapılan değerleme ile yatırım çekmeyi başardı. Böylece ‘Girişimci Üniversite’ modeli ile sanayi-üniversite iş birliğine odaklanan Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) de YTÜ Teknopark Kuluçka Merkezi girişiminin almış olduğu yatırım ile Türkiye’de oyun sektörünün gelişimine katkı sağladı.

Yılmaz: Girişimci ekosisteminin gelişimine katkıda bulunuyoruz

Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tamer Yılmaz, Fiber Games’in aldığı yatırıma ilişkin üniversite olarak girişimci ekosisteminin gelişimine katkıda bulunmaktan dolayı gurur duyduklarını belirterek şunları söyledi: “21. yüzyılın girişimci üniversite modeli doğrultusunda; sanayi iş birliği odaklı eğitim modellerimizin yanı sıra üniversitemizin kurucusu olduğu YTÜ Teknopark aracılığıyla başta yazılım ve teknoloji alanlarında olmak üzere çok sayıda girişimciye ev sahipliği yapıyoruz. YTÜ Teknopark Kuluçka Merkezi ile girişimciler arası etkileşimin arttırılması, girişimcilere daha fazla yatırımcının yatırım yapması ve üniversite-sanayi iş birliğinin artırılması da en önemli hedeflerimiz arasında. Dolayısıyla Fiber Games’in almış olduğu yatırım, bu hedefe doğru emin adımlarla yürüdüğümüzün önemli bir göstergesi. İnanıyorum ki, gelecek dönemde girişimcilerimiz yeni başarılara imza atacaktır.

2021 Yılı Kobi’lerde Dijitalleşme Yılı Olacak

e-dönüşüm kavramı, 1 Ocak 2014 tarihinde iş hayatının gündemine girdi. O günden günümüze hayatımızda çok şey değişti. Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB)’in 19 Ekim 2019 tarihinde yayımladığı VUK 509 Nolu Genel Tebliği ile e-dönüşüm uygulamalarının kapsamı 2020 yılında büyük ölçüde genişletildi. 2020 önemli bir dönüm noktası oldu ve birçok sektörden mükellef firmalar, e-belge uygulamaları ile tanıştı.

e-dönüşümdeki gelişmeleri değerlendiren Kolaysoft Teknoloji AŞ Genel Müdürü Kezban Boztürk, şunları söyledi: “Bugünkü mevcut durumda yaklaşık, e-faturada 340 bin, e-defterde 204 bin, e-irsaliyede 92 bin, e-serbest meslek makbuzunda 198 bin, e-müstahsil makbuzunda 27 bin kullanıcı bulunuyor. 2021 yılı da, benzer şekilde çeşitli e-belgelere zorunlu geçişlerin olacağı ve mevcutta kullanılan e-belgelerin kapsamının daha da genişleyeceği bir yıl olacak. Geçmiş yıllarda, Kobi’lerin ticari yazılım kullanımları ve dijitalleşme oranları düşük oranlarda iken, pandemiyle birlikte bu süreç hız kazandı. Gerek e-belge uygulamaları, gerek diğer teknolojik altyapı çalışmalarıyla, 2021 yılı Kobi’lerde dijitalleşme yılı olacaktır” dedi.

70 binin üzerindeki mükellefe hizmet veriyoruz

e-Dönüşüm pazarının yaklaşık %20’nin altyapısını sağladıklarını ifade eden Kolaysoft Teknoloji Genel Müdürü Kezban Boztürk, şunları söyledi: “Kolaysoft Teknoloji ve altyapı hizmetini sunduğumuz 14 özel entegratör ile birlikte, e-dönüşüm pazarının yaklaşık %20’nin altyapısını Kolaysoft olarak biz sağlıyoruz. Diğer bir değerlendirmeyle, Kolaysoft olarak, gerek kendi entegratörlüğümüz, gerekse diğer entegratörlere sunmuş olduğu altyapı hizmeti ile 70 binin üzerindeki mükellefe / son kullanıcıya hizmet veriyoruz. 2019’a damgasını vuran ilk 500 bilişim şirketi arasında e-dönüşüm kategorisinde 7. sırada yer aldık. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, e-dönüşüm dünyasına öncülük ediyoruz. Sektörde söz sahibiyiz ve bu başarımızı doğru değerlendirip, doğru çözümler ile müşterilerimize ve altyapı hizmeti sağladığımız entegratörlere sunuyoruz. Ayrıca, önemli noktalardan birisi şudur ki, diğer entegratörler ile beraber çalışırken, sahadaki rekabeti en nezaketli şekilde yürüten bir firmayız.”

İşletmeler, dijital dönüşüm sürecine “kolay” entegre oluyor 

Dijital dönüşümün kaçınılmaz olduğunu, iş hayatından eğitime, sağlıktan sosyal hayata kadar her alanı dönüştürdüğünü anlatan Kolaysoft Genel Müdürü Kezban Boztürk, konuşmasına şöyle devam etti: “Kolaysoft olarak, yaklaşık 5 yıl önce mottomuzu şöyle belirledik. Evet, dijital dönüşüm hayatımızın bir kaçınılmazı ve içinde bulunmamız gereken bir durum. Bunu zorlaştırarak değil de, en “kolay” haliyle nasıl yapabiliriz diye mühendislik olarak bu konuya eğildik. Regülasyonlar hayatımıza zorunluluk olarak gelmiş ve gelirken de hayatımızı kolaylaştırmayı hedeflemişti. Bizde bu nedenle projelerimizde, friendly uygulamaları hayata geçirdik. Kolaysoft olarak, her uygulamamızda, kullanıcılar için mühendisliğimizin kolay kullanım tarafını ön plana çıkarıyoruz. Muhasebecilerin, mükelleflerin, kullanıcıların ve tüm paydaşlarımızın hayatlarına regülasyonları, sağlıklı ve kolay bir şekilde entegre ediyoruz. Bugün geldiğimiz noktada, avukatlar, mali müşavirler, doktorlar ve eczacıların hayatlarını kolaylaştırarak, bir tuşa basarak tüm işlemlerini rahatlıkla yapabilmelerine imkan sunuyoruz. Kısaca, dijital dönüşüm yolculuğunda, müşterilerimize rehberlik ediyoruz. Onlara yaşamış oldukları veya yaşayabilecekleri problemlerle ilgili önceden bilgiler vererek, kendilerini güvende hissetmelerini sağlıyoruz. Ayrıca, Kolaysoft olarak, sektörel call centerlar ve sektörel portallar oluşturarak, arayan mükelleflerin, call centerda veya portal içinde kaybolmasını engelleyerek, e-dönüşümün kolaylığını müşterimize yansıtıyoruz.”

Hager’den Yaşam Alanlarına Uzaktan Erişim İmkânı

Enerji dağıtım, bina otomasyonu, kablo yönetimi ve enerji verimliliği alanlarında faaliyet gösteren Hager Group Türkiye, cihazları birbirine bağlayan akıllı bina sistemleri sayesinde; aydınlatma, ısıtma-soğutma, jaluzi ve alarm sistemlerini tek bir dokunuşla kontrol etme ve yönetme imkânı sunuyor.

Dijital çözümler, iş hayatında olduğu kadar yaşam alanlarında da benzersiz konfor alanları yaratıyor. Dünya genelindeki 25 fabrikası ile 136 ülkede faaliyet gösteren Hager Group’un üyesi Hager Group Türkiye, Hager KNX akıllı bina sistemleri ile sürdürülebilir yaşam kalitesinin kapılarını açıyor. Hager KNX, tek ekran veya birkaç anahtar ile yaşam alanlarının kendi kendini yönetmesini sağlıyor. Evde olunmayan zamanlarda bile tüm sistemlerin kontrolünü sağlayan Hager KNX; tablet, telefon veya bilgisayar üzerinden kontrol ve enerji yönetimine olanak tanıyor.

Hager KNX ile evler dışarıdan kontrol edilecek

Bünyesinde 760’ın üzerinde Ar-Ge çalışanı olan Hager’in, her yıl cirosunun yüzde 7’sini araştırma ve geliştirme çalışmaları için ayırdığını ifade eden  Hager Group Türkiye Genel Müdürü İlker İşgör, Hager KNX hakkında şu bilgileri verdi:

Yaşam alanlarına daha fazla konfor sunabilmek için yenilikçi çözümlere odaklanmaya devam ediyoruz. Hager KNX de bu çözümlerimizden bir tanesi. Ürünümüz, bireylerin dışarıdayken bile evlerini kontrol etmesini ve fonksiyon yönetimini sağlıyor. Aydınlatma, ısıtma-soğutma, jaluzi ve alarm sistemlerinin yanı sıra sensör ve akıllı anahtarlar sayesinde enerji tasarrufu sağlayan Hager KNX ile artık ‘Ütüyü prizde mi unuttum’, ‘Tüm pencereler kapalı mı’ gibi daha birçok soru tarih oluyor. Bireyler istenilen her an evdeki fonksiyonları tek bir dokunuş kontrol edilebilecek.

Kontrolmatik, Hidroelektrik Santral Projesine İmza Attı

2020’de dünyanın en büyük 37. sistem entegretörü olan ve 24 ülkede 300’ü aşkın projeye imza atan Kontrolmatik, Gürcistan’da yer alan Namakvhani Hidroelektrik Santral Projesi için yaklaşık 4 milyon dolarlık sözleşme imzaladı

Enerji, madencilik, endüstriyel tesis ve ulaşım sektörlerinin ana faaliyet alanlarında yer alan Kontrolmatik; operasyonel teknolojiler, endüstriyel yazılım, haberleşme, bilgi güvenliği, nesnelerin interneti, güç sistemleri ve proje yönetimi çalışmalarının içerisinde yer alarak önemli iş birlikleri için imza atmaya devam ediyor.

Türkiye’nin önde gelen teknoloji enerji ve mühendislik şirketlerinden biri olan Kontrolmatik geçtiğimiz yıl şirketini halka arza açarak 12-13 Ekim tarihlerinde 1,3 milyar TL tutarında 26 kat üzerinde talep toplamış, bireysel ve kurumsal yatırımcıların yoğun ilgisiyle karşılaşmıştı.

Yılın son çeyreğinde ise elektrik ve elektronik cihazların yedek parça imalatı üzerine 1973’te Finlandiya’da kurulan, başta Çin olmak üzere dünyanın birçok noktasında üretim ve montaj fabrikaları olan SALCOMP’un Türkiye’de kuracağı cep telefonu fabrikasındaki tüm teknik çözümleri üstlenen Kontrolmatik, 2 bin kişiye istihdam yaratacak yatırımın teknoloji çözüm ortağı olarak yılı kapattı.

2021’e hızlı girdi, projeler peş peşe geldi

2020 yılını hedeflerinin üzerinde tamamlayan Kontrolmatik, 2021 yılına da başarılı bir giriş yaptı. Geçtiğimiz ay Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş. tarafından düzenlenen “AG/OG Elektrik Tesis Yapım İşi” ihaleleri kapsamında kazandığı üç adet ihaleyle ilgili olarak vergiler hariç yaklaşık 65milyon  TL’lik sözleşmeye imza atan Kontrolmatik, yılın ikinci ayına da hızlı girdi.

Yükselen değeri ile başarılı projelerin içerisinde yer almaya devam eden Kontrolmatik, Gürcistan’da yer alan Namakvhani Hidroelektrik Santral Projesi’nin tasarım, imalat, mühendislik hizmetleri, fabrika testlerinin yapılması, sistemin sahaya teslimi, montaj süpervizörlük hizmeti ve sistemin yüksek gerilim testlerinin yapılması görevlerini üstlenerek ENKA İnşaat ve Sanayi A.Ş’ ile vergiler hariç yaklaşık 4 milyon Dolar bedelli sözleşme imzaladı.

Epos 7 ile Birlikte Bolu’dan Gelen Minik Kültür Elçileri, İstanbul’un Tarihi ve Kültürel Yerlerini Gezdi

EPOS 7 Tarih, Kültür ve Sanat Derneği, bu yıl başlattığı “Minik Kültür Elçileri” projesine katılan ilk öğrencileri İstanbul’da ağırladı.

EPOS 7 Tarih, Kültür ve Sanat Derneği, kültürel mirasımızın korunması, tarih bilincinin kazandırılması ve gelecek kuşaklara aktarılması amacı ile  başlattığı “Minik Kültür Elçileri” projesine Bolu’dan katılan ilk öğrenciler İstanbul’un tarihi ve kültürel mekanlarını gezdiler.

Bolu’dan gelen Minik Kültür Elçileri, EPOS 7 Derneği Başkanı Arzu Sabancı, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Yonca Ebuzziya,  Yönetim Kurulu Üyeleri  Berna Çebi, Zafer Kozanoğlu, Beste Yurttaş ve Fatoş Mildon ve Dernek İletişim ve Gönüllü İletişim Çalışma Komitesi Başkanı Özgür Doğa Keleş  ile buluştuktan sonra Dernek Gönüllüsü Bolu’dan Görsel Sanatlar Öğretmeni Projenin fikir annesi Elif Topçuoğlu  ile birlikte geziye katıldılar. 

 

Bu kapsamda EPOS 7’nin değerlerimizi geleceğe taşıyacak “Minik Kültür Elçileri” projesine Bolu ilindeki tarihi ve kültürel değerlerle ilgili  kısa video hazırlayan 20 gönüllü çocuk oldu.

Projeye bu yıl Bolu’dan; Suavi Can Topçuoğlu, Kerem Can Topçuoğlu, Haktan Doğan Kocaçalıkoğlu, İnanç Kocaçalıkoğlu, Zeynep Kuru, Zümra Kuru, Kuzey Yılmaz, Nehir Yılmaz, Eylül Bağca, Duru Becikoğlu, Mete Semercioğlu, Kaan Çiçek, Zeynep Çilkara, Kaan Arslan, Ege Arslan, Deniz Özturan, Ece Turan, Nehir Kadıoğlu, Elif Erkan ve Hazar Salih Çiçek adlı öğrenciler katıldı.

Bolu’dan gelen öğrenciler, İstanbul’da, Ayasofya Camii ve Şerefiye Sarnıcı gibi tarihi ve kültürel yerleri  Tur Rehberi Çağla Öztek önderliğinde ve anlatımı ile gezip bilgi aldılar. 

Hollanda ve Polonya’ya 40 Milyon Dolarlık Enerji Yatırımı

Türkiye’nin köklü holdinglerinden Zeren Group, Avrupa’da gerçekleştireceği yenilenebilir enerji yatırımları için harekete geçti. Grup, Hollanda ve Polonya’ya 40 milyon dolar değerinde enerji yatırımı yapacak.

B2PRESS Türkiye’nin köklü holdinglerinden Zeren Group, Avrupa’da gerçekleştireceği yenilenebilir enerji yatırımları için harekete geçti. Mali müşavirlik, inşaat, gayrimenkul, medya, açık hava reklamcılığı, bilgi teknolojileri ve otomotiv sektörlerinde yarım asra yakın süredir çözümler sunan grup, Avrupa’da yenilenebilir enerji yatırımlarına imza atacak. Holdingden edinilen bilgiye göre bu kapsamda Hollanda ve Polonya’da 40 milyon dolarlık güneş ve rüzgar enerjisi yatırımları gerçekleştirilecek.

İngiltere ve Karadağ’dan sonra sıra Hollanda ve Polonya’da

Konuya ilişkin açıklamada bulunan Zeren Group CEO’su Mustafa Yiğit Zeren, grubun İngiltere ve Karadağ’da bulunan yatırımlarına dikkat çekti ve yeni yatırımlar hakkında şu bilgileri paylaştı: “Tüm yatırımlarımızda, potansiyelimizin karşılığını bulabileceğimize inandığımız ve olası fikirleri fırsata çevirebileceğimiz bir anlayışı benimsiyoruz. 2021’de de yurt dışı yatırımlarımıza devam edeceğiz. Uzun süredir gündemimizde olan Hollanda ve Polonya’da yenilenebilir enerji yatırımları konusunu pandemi döneminde hızlandırdık. Bu ülkelerde, güneş ve rüzgar enerjisine yapacağımız yatırımlarla Zeren Group olarak, ülkemize milli gelir sağlama misyonumuzu sürdüreceğiz. En önemlisi de dünya şirketi olma yolunda bir büyük adım daha atacağız.

Hedef önümüzdeki 3 yılda 50 MW’lik portföye ulaşmak

Özellikle enerji ve turizm alanında gerçekleştirecekleri yeni yatırımlarla büyümeye devam edeceklerinin altını çizen Mustafa Yiğit Zeren, “Pandemi sürecinde, uzun vadeli yatırımlarımızı daha geniş çapta ele alarak organize ettik. Zeren Group olarak 2021 yılını uluslararası yatırım ve stratejik alanlarda büyüme hedefindeyiz. Bu kapsamda öncelikle ele aldığımız sektörlerin başında yenilenebilir enerji yatırımları geliyor. Özellikle güneş enerjisi alanında gelişen teknolojilerin getirdiği maliyet avantajları yatırımları pozitif olarak ayrıştırıyor. Şu anda Hollanda, Ukrayna ve Romanya başta olmak üzere birkaç Avrupa ülkesinde yenilenebilir enerji projelerini geliştiriyoruz. Bu alanda enerji sektörünün önemli uluslararası oyuncuları ile işbirliği halindeyiz. Hedefimiz önümüzdeki 3 yıllık dönemde 50 MW’lik bir portföye ulaşmak” dedi. 

“Gelecek yenilenebilir enerjide”

Yenilenebilir enerji kaynaklarının dünyanın geleceği için hayati öneme sahip olduğuna da dikkat çeken Mustafa Yiğit Zeren, “Dünyanın enerji tüketimi giderek artarken fosil yakıt kaynakları da sürekli azalıyor. Her yıl bir öncekinden daha fazla enerji tüketiyoruz. Oluşan bu yüksek talebin karşılanması için yenilenebilir enerji kaynaklarından maksimum düzeyde faydalanmalıyız. Zeren Group olarak biz geleceğin yenilenebilir enerjide olduğuna inanıyoruz. Bu sebeple güneş ve rüzgara yatırım yapmaya devam edeceğiz” şeklinde konuştu.

Oyak Renault, Pandemi Döneminde de Üretim Liderliğini Korudu

Oyak Renault Otomobil Fabrikaları, 2020 yılına damga vuran pandemiye rağmen üretim ve ihracattaki liderliğini sürdürdü. Oyak Renault, geçen yıl 308 bin 568 adet otomobil, 431 bin 337 adet motor üretimi gerçekleştirdi. Şirket, 211 bin 954 adetlik ihracatıyla da Türkiye’nin otomobil ihracatındaki liderliğini devam ettirdi.

Türkiye’nin en büyük entegre otomobil fabrikası Oyak Renault, COVİD-19 salgınının gölgesinde geçirilen zorlu 2020 yılını, 308 bin 568adet otomobil, 431 bin 337 adet de motor üretimi ile tamamlayarak sektördeki liderliğini korudu. Oyak Renault yine geçtiğimiz yıl, 166 bin 991 vites kutusu ve 276 bin 979 adet şasi üretti. Öte yandan Oyak Renault Otomobil Fabrikaları’nın içinde yer alan ve Groupe Renault’nun tüm dünyadaki tesislerine parça ve yedek parça ikmali gerçekleştiren İttifak Uluslararası Lojistik Merkezi’nden (AILN) yapılan taşıma hacmi de geçen yıl 312 bin 769 metreküpe ulaştı.

Oyak Renault Otomobil Fabrikaları, 211 bin 954 adetlik ihracat adediyle de Türkiye’nin binek otomobil ihracatındaki liderliğini sürdürdü. 2020’de yılın otomobili seçilen yeni Clio ile yılın ilk yarısında üretilmeye başlayan Yeni Clio Hibrit modeli de dahil olmak üzere Oyak Renault, ürettiği otomobillerin yaklaşık yüzde 69’unu 50 ülkeye ihraç ederek ülke ekonomisine katkıda bulundu.

Oyak Renault’nun 2020’ye ait üretim ve ihracat rakamlarıyla ilgili değerlendirmede bulunan Oyak Renault Genel Müdürü Dr. Antoine Aoun, şöyle konuştu: “Pandeminin etkisi altında başlayan ve tüm sektörlerde olduğu gibi otomotiv sektörü için de zorlu geçen 2020 yılında, başarılı bir üretim performansı gösterdik. Oyak Renault Otomobil Fabrikaları’ndaki tüm faaliyetlerimizin odağına çalışanlarımızın sağlığını güvenceye alarak, yerel ve ulusal sağlık otoritelerinin talimatlarına uyacak şekilde üretimimize devam ettik.

Görünen o ki otomotiv sektörü bir süre daha pandemi koşullarında çalışmaya devam edecek. 2021’de de çalışan sağlığına önem veren, zorlu üretim koşullarına en iyi adapte olan şirketler öne çıkacak. Bu noktada, 50 Yıllık bilgi birikimi ile kazandığımız çevik ve esnek üretim kabiliyeti fabrikamızın en büyük gücü. Bu çok değerli özelliğimizi pandemi dönemini en etkin şekilde şekilde yönetmemizi sağlıyor.

Oyak Renault Otomobil Fabrikaları olarak, Groupe Renault’nun teknolojik dönüşüm stratejisine uyumlu bir şekilde motor üretiminde yepyeni bir sayfa açtık. Geçen yıl fabrikalarımızda hibrit araçlar için motor seri üretimine başladık. Groupe Renault içinde ve Türkiye’de hibrit araçlar için motor üreten ilk fabrika konumundayız. Groupe Renault’nun dünyadaki en önemli üretim merkezlerinden biri olarak, sahip olduğumuz insan gücüyle ve teknolojimizle bugüne dek olduğu gibi bundan sonra da başarılarımızı sürdürmeye devam edeceğiz.

Tüpraş Pandemi Döneminde 806 Milyon TL Yatırım Yaptı

Türkiye’nin lider sanayi kuruluşu Tüpraş, 2020 yılının son dönemine ait finansal sonuçlarını açıkladı.

2020 yılında toplam 23,4milyon ton üretim, 24,5 milyon ton satış gerçekleştiren Tüpraş’ın cirosu 63,2 milyar TL oldu. Tüpraş 2020 yılının dördüncü çeyreğine ilişkin finansal sonuçlarını açıkladı. Buna göre Tüpraş, ürün talebi üzerindeki baskıların azalmasıyla yılın son çeyreğinde,%84’lük kapasite kullanımıyla 6,1 milyon ton üretim ve 6,3 milyon ton satış gerçekleştirdi.

Modernizasyon ve enerji verimliliği konularında yatırımlarını sürdüren Tüpraş, 2020 yılında toplam 806 milyon TL yatırım yaptı. COVID-19’un olumsuz etkisiyle geçen yıla kıyasla Tüpraş’ın yıllık toplam üretimi %17 düşüşle 23,4 milyon ton, toplam satışları ise %16 düşüşle 24,5milyon ton oldu. Pandemi etkisiyle hareketliliğin düşüşü küresel petrol ürünleri talebinde 2020 yılı boyunca baskı yarattı. Uçuş sayılarının küresel çapta sert düşüşü sonucunda özellikle jet yakıtı ürün marjlarında tarihi düşük seviyeler ve ilk kez negatif marjlar görüldü.

Diğer yandan, bu gelişmeler paralelinde üreticilerin jet yakıtı üretimini sınırlandırarak motorin üretimini artırmaları, arz fazlası nedeniyle motorin ürün marjlarınında tarihi düşük seviyeleri görmesine neden oldu. Yıl boyunca çok dalgalı bir seyir gösteren Brent ham petrol fiyatı, özellikle yılın ikinci yarısında etkili olan OPEC+ üretim kısıtları ile yükselmesine rağmen, 2020 yılında geçen yılın %35 altında kalarak ortalamada 41,7USD/v seviyesinde gerçekleşti. Talepte yaşanan gerileme sonrası tarihi düşük seviyelerde daralan marjlar ve ağır ham petrol arzının kısıtlı kalması ile artan maliyetler, rafinaj sektörü kârlılığını olumsuz yönde etkiledi.

Naturelgaz, Petrol Ofisi İstasyonlarında Oto CNG Satışı Yapacak

Petrol Ofisi ile Naturelgaz arasında gerçekleştirilen işbirliği kapsamında Naturelgaz, Petrol Ofisi’nin 12 istasyonunda kendi markası altında OtoCNG satışı yapacak. Doğal gazın ağır ticari araçlar için ekonomik ve çevreci bir alternatif yakıt olduğunu söyleyen Petrol Ofisi CEO’su Selim Şiper, “Bütün alternatif yakıtlarda olduğu gibi Oto CNG’nin de gelişimine katkı sağlamaktan, önemli bir ivme kazandırmaktan memnuniyet duyuyoruz” dedi.

Global Yatırım Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kutman, “Naturelgaz olarak daha fazla noktada, daha fazla müşteriye hizmet vermek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Petrol Ofisi ile imzaladığımız bu yeni anlaşma ile stratejik büyüme hedeflerimizi gerçekleştirme yolunda önemli bir adım attık” diye konuştu.

Türkiye akaryakıt ve madeni yağlar sektörlerinin lideri Petrol Ofisi ile Global Yatırım Holding iştiraki ve Türkiye taşımalı doğal gaz pazarının önde gelen oyuncularından Naturelgaz arasındaki protokol, belirli Petrol Ofisi istasyonlarında Naturelgaz’ın kendi marka ve lisansları ile OtoCNG satışı yapmalarına olanak sağlıyor. İlk etapta OtoCNG müşterilerinin mevcut ikmal optimizasyonuna göre şehir çıkışları ve ana arterler üzerindeki 12 Petrol Ofisi istasyonu belirlendi. Bu anlaşmayla birlikte NaturelgazOtoCNG istasyon sayısını 21’e çıkaracak. Ekonomik ve çevreci özellikleri ile ağır ticari araçlar için önemli bir alternatif yakıt kaynağı oluşturan doğalgaz kullanımı, Türkiye’de de yeni gelişmeye başlayan bir alan. Hâlihazırda 25,5 milyonSm3 olan Türkiye’deki OtoCNG satışının 12 milyon Sm3’üNaturelgaz çatısı altında gerçekleştiriliyor.

“Oto CNG ikmali yapılabilen istasyon sayısında önemli bir aşama kaydedilecek”

Petrol Ofisi’nin her alanda lidere yakışır bir şekilde yeniliklere imza atarak, sektörlerine öncülük ettiğine vurgu yapan Petrol Ofisi CEO’su Selim Şiper, “LPG’nin binek ve hafif ticari araçlarda olduğu gibi doğalgaz da ağır ticari araçlar için ekonomik ve çevreci bir alternatif yakıt konumunda. Türkiye’de ağır vasıtalarda doğal gaz kullanımı yeni gelişmekte olan bir alan. Petrol Ofisi olarak Naturelgaz ile gerçekleştirdiğimiz anlaşma kapsamında ülkemizdeki OtoCNG ikmali yapılabilen istasyon sayısında önemli bir aşama kaydedilecek. Bütün alternatif yakıtlarda olduğu gibi OtoCNG’nin de gelişimine katkı sağlamaktan, önemli bir ivme kazandırmaktan memnuniyet duyuyoruz” dedi.

“Oto CNG trendinden Türkiye’nin etkilenmemesi mümkün değil”

Dünyada çevreci özelliği ile ön plana çıkan doğal gazlı araçların yaygınlaşmaya başladığını ifade eden Global Yatırım Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kutman, dünyanın elektrikli araçları konuşmasına rağmen özellikle ağır vasıtalarda CNG kullanımının artış gösterdiğini vurguladı. Kutman, Avrupa Birliği’nin çevre politikalarında yer alan hedefler nedeniyle doğal gazla çalışan otobüs ve ticari araç pazarında ciddi bir büyüme beklediklerini hatırlattı.

‘TÜSİED’ ve ‘ULAK’ etkinliğinde başarılar ödüllendirildi

Tüm Sigorta Emeklilik ve Değer Kaybı Derneği (TÜSİED) ve Uluslararası Akreditasyon Organizasyonu (ULAK) işbirliği ile Greenpark Bostancı Hotelde düzenlenen organizasyonda Türk Böbrek Vakfı Başkanı Timur Erk ödül aldı.

Ödül töreninde bir konuşma yapan Timur Erk, organ bağışı ve naklinin önemine değinerek, organ bağışı hakkında gerçekleştirilen sosyal sorunluluk projelerine destek verilmesinin önemine işaret etti.

Sosyal sorumluluk projeleri ile dernekleri hakkında açıklamalarda bulunan Tüm Sigorta Emeklilik ve Değer Kaybı Derneği (TÜSİED) Başkanı Tülay Yağdırma, kazazedelerin danışabileceği, güvenilir ve hızlı çözüm üreten TÜSİED’in başarılı projeleri hızla hayata geçirdiğini söyledi.

Uluslararası Akreditasyon Organizasyonu (ULAK) Genel Başkanı Fatih Sinan Yılmaz, “Türk firmalarının dünya tarafından kabul edilen IAO belgesi ile tanınmalarına katkı vermeye devam ediyoruz. Birçok milli firmamız akreditasyon tanınırlığını üst seviyeye çıkardılar. Ben bu firma yöneticilerimize ülkemize katma değer kattıkları için teşekkür ediyorum” diyerek başarının anahtarının inanmak olduğunu söyledi.

Yapılan sunum ve konuşmaların ardından gerçekleşen ödül töreni ile etkinlik son erdi.