19.5 C
İstanbul
Cumartesi, Haziran 14, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 39

KGK, Türkiye’nin enerjisine enerji katmaya devam ediyor

Küresel Gazeteciler Konseyi’nin (KGK) küresel buluşması Alanya’da gerçekleşti.

100’den fazla yerli ve yabancı gazeteci üyelerine ev sahipliği yapan KGK Genel Başkanı Mehmet Ali Dim, gazeteci üyelerinden küresel ısınmayla alakalı mücadele başlatmaları sebebiyle destek istedi.

Gazetecilerin sorunlarının da masaya yatırıldığı buluşmada, gazetecilerinin de etik kurallara özen göstermesinin altı çizildi.

Toplantının sonuç bildirgesinde “Türkiye’nin her ilinde bulunan temsilcileri ve 45 ülkedeki dış temsilcileri ile KGK, ülkemizin kamu diplomasisi faaliyetlerine destek vermek amacıyla çalışmalarını arttırarak sürdürecektir” açıklaması yapıldı.

Alanya’da düzenlenen buluşma ile alakalı değerlendirmede bulunan Küresel Gazeteciler Konseyi Yaygın Medya Meclisi Üyesi Gazeteci-Yazar Ferhat Yıldırım, “Alanya buluşmamız gerçek anlamıyla dolu dolu geçti. Çok önemli kararlar aldık. KGK Başkanı Mehmet Ali Dim’in küresel felakete karşı çevre bilinci oluşturmak adına devlet kurumlarımıza destek olmalıyız önerisine tüm meslektaşlarımız destek verdi. Karbondioksit artıyor, oksijen azalıyor, denizler ısınıyor, iklim artık şaşırdı, kuraklık büyük tehdit oluşturuyor. Bu sebeple küresel ısınma ile mücadelede bu önemli misyonu üstlenmekten büyük onur duyduk. Ayrıca ülkemize kamu diplomasisi alanında verdiğimiz destekleri en üst seviyeye çıkarmak adına da 45 ülkedeki temsilciliklerimizle ortak projeler geliştireceğiz. Medyanın etik kurallara uymasının gerekli olduğu vurgusu yapılırken, medya mensuplarının yaşadığı sorunlarda ele alınmıştır. Ve en önemli konulardan birisi de geleneksel medyadan yeni medyaya geçiş sürecinde gazetecilerin eğitim almalarının sağlanacağı iletişim akademisinin kurulması oldu” diyerek konuştu.

KGK, Yumuşak Güç ve Kamu Diplomasisi

Gazeteciler olarak bulunduğumuz organizasyonlardan kareleri sosyal ağlarımızdan paylaştığımızda; eşimiz, dostumuz hemen laf ile iğnelerler.

Bu dünyada işiniz iş sizin derler…

Deniz, kum, lüks oteller, özel davetler, yat gezileri ile parıltılı bir yaşamımız olduğundan dem vururlar.

Dedim ya derler…

Derler ama bilmezler…

Bizim olduğumuz ortamları sefa şeklinde görenler bizler oradayken zihnimizi kayıt cihazı olarak kullandığımızı ve evimize/çadırımıza döndüğümüzde ise zihnimizdekileri klavyeler vasıtasıyla kağıda/ekrana döktüğümüzü ve bu sırada da büyük zaman ve emek harcadığımızı bilmezler.

Bitmiyor gerçekten bir yere gidip gelmekle bitmiyor.

Bitmeyecek…

Bitmemeli zaten…

Üç gün boyunca Anadolu Selçuklu Sultanı II. Alâeddin Keykubad’ın eserleriyle donatılmış ve Selçuklu’ya başkentlik yapma onuruna ulaşmış Alaiye/Alanya’da 19 ülke ve 66 vilayetten gelen Küresel Gazeteciler Temsilcileri ile bir araya geldik. Çok önemli kararlar aldık ve alınan kararları da kamuoyu ile paylaştık.

Türkiye’nin her ilinde bulunan temsilcileri ve Dünya genelinde 45 ülkedeki dış temsilciliklerimiz ile Küresel Gazeteciler Konseyi olarak ülkemizin kamu diplomasisi faaliyetlerine destek vermek amacıyla çalışmalarımızı en üst seviyede tutarak, sürdürme kararı aldık.

Avrupa Birliğinin veya AB ülkelerinin ülkemiz ile alakalı olumsuz eleştirilerde bulunduğu vakitler hemen bizlerde sinir katsayılarımız tavan yapıyor. Türkiye’ye karşı yapılan haksız eleştirilerin arkasında her zaman ülkemiz karşıtı olan lobilerin olduğu aşikardır.

Biz kendimizi iyi anlatmak adına lobiciliği kullanmak yerine sert cevaplar vermeyi tercih etmeyi Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanımız Fahrettin Altun ile rafa kaldırdığımızı çok iyi biliyoruz. Artık eleştiriler karşısında tartışmak yerine doğruları anlatma yolundayız.

Bu yol doğru yoldur ve bizlerde Küresel Gazeteciler Konseyi olarak bu haklı davaya hizmet etmek adına kamu diplomasisi faaliyetlerine destek vereceğiz.

Biz iletişimciler, kamu diplomasisinin anlamını, amacını, nedenlerini, hedeflerini, tarihsel arka planını, faaliyet alanını ve boyutlarını çok iyi bilmekteyiz.

Bildiğimiz gibi durumun farkındayız…

Sert tartışmaların yerine yumuşak gücün kullanılmasının gerekli olduğunun bilinciyle, bu gücü referans edinerek, milletler arasında etkileşime fırsat veren kamu diplomasisi araçlarını da kullanmak adına hazırız.

Kamu diplomasisi araçları ile ekonomik, siyasi ve kültürel ortaklıklar kurarak, coğrafyamızda barış ortamının yeşermesine odaklanmalıyız.

Biz kendimizi iyi anlatır ve güzel bir şekilde ifade edebilirsek, iş birliklerimizi artırarak, güvenirlik kazanırsak, dış politika da stratejik değerimizi artırabilirsek o zaman uluslararası politikada bazı ülkemiz düşmanları lobilerin ektikleri tohumların filizlenmeden çürümesini sağlarız.

Küresel Gazeteciler Konseyi Genel Başkanı Mehmet Ali Dim’in öncülüğünde, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun başta olmak üzere, ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşlarının yöneticileriyle istişare ve iş birliğini arttırarak Kamu Diplomasi alanında bir seferberlik başlatılmasını ümit verici buluyorum.

Daha da beni ümitlendiren durum ise Dünyanın dört bir köşesinde ve ülkemizin tüm illerinde bulunan meslektaşlarımızın bu seferberliğe tam destek vermesidir.

Hadi o zaman güç ve zor kullanmak yerine, yumuşak güç vasıtasıyla hedeflerimizi razı ederek, düşünce, dava ve iddialarımızı anlatarak, ne denli iyi niyetli olduğumuza yedi cihanı inandıralım.

Geri Dönüşüm Sektörü Son Dönemeçte

Plastik Sanayicileri Derneği (PAGDER) Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Gülsün: “Plastik atık ithalatının fiilen yasaklanması üzerinden 1 ayı aşkın bir süre geçti. Tebliğde belirtilen 45 günlük süre sonra ererken geri dönüşüm sektörünün hammadde ihtiyacını karşılayacak bir çözüme ulaşılamamış olması sektörü endişelendiriyor” dedi.

Küresel markaların geri dönüştürülmüş ürünlerle müşterilerinin karşısına çıkmak için adeta bir yarış içerisine girmiş olduğunun altını çizen Gülsün: “Geri dönüştürülmüş hammaddeden elde edilen ürünlere yönelik olarak artan talep ülkemizde de bu sektörde hızlı bir yatırım atağının yaşanmasını sağladı. Kamunun da bölgesel teşvik sistemi ile desteklediği geri dönüşüm yatırımları ülkemizin dört bir yanında hızla faaliyete geçerken yerelde istihdam yaratılması gibi dışsal faydaları da beraberinde getirdiler. Bugün ülkemizin neredeyse her ilinde plastik geri dönüşümü yapan bir tesis olduğunu görüyoruz. Ülkemizde kaynağında ayrıştırma sisteminin kurulmamış olması sebebiyle bu işletmeler üretim için ihtiyaç duydukları plastik atığın önemli bir kısmını ithalat yoluyla karşılıyor. İşletmelerin atık ithalatı yapmasının en önemli gerekçelerinden biri ise ülkemizde kurulu mevcut kapasitenin, toplama ve ayrıştırma tesislerinden çıkan plastik atık miktarının 3 katına ulaşmış olması. Yani sektör ülkemizde çıkan tüm plastik atığı geri dönüştürdüğünde kapasitesinin ancak 3’te 1’ini kullanmış oluyor” dedi.

Akkuyu NGS’de Çalışanlar Covid-19’a Karşı Aşılandı

Akkuyu NGS inşaat sahasında görev yapan tüm çalışanların COVID-19’a karşı toplu olarak aşılanmasına ilişkin süreç başlatıldı. Aşılama, inşaatın devam ettiği NGS’nin sahasında bulunan, aşıların saklandığı özel soğutucu odalar da dahil olmak üzere, gerekli tüm malzeme ve ekipmanlarla donatılmış olan sertifikalı sağlık biriminde yapılıyor. Çalışmalar kapsamında, aşı olmak isteyen tüm personel tek tek aşılanıyor. Bu amaçla, nükleer santralin şantiyesindeki sağlık ofisinde mesai saatleri boyunca bir sağlık ekibi görev yapıyor.

Aşılama çalışmalarının ilk aşaması daha önce sahada gerçekleştirilmiş, Akkuyu Nükleer A.Ş. tarafından birinci aşılama dalgası için bin 200 doz, iki bileşenli Sputnik V aşısı satın alınmıştı. İlk aşamada 600 Rus vatandaşı aşılanırken, aşı çalışmalarının ikinci dalgası ise halen sahada devam ediyor. NGS inşaat sahasına ayrıca, isteyen tüm Rus çalışanların ve onların ailelerinin aşılanmasını sağlayacak bin 620 dozdan oluşan bir parti aşı daha ulaştı.  Akkuyu NGS sahasındaki aşılama çalışmalarını, Rusya’dan gelen ve Rus aşısını uygulama teknolojisiyle ilgili eğitimden geçen nitelikli doktorlardan oluşan ekip yürütüyor.

Türk vatandaşı olan çalışanların aşılanmasına ilişkin çalışmalar ise Mayıs ayında başlatılmış olup, çalışmalar, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenen öncelik kriterlerine göre santral sahasına en yakın sağlık kuruluşlarında planlanan şekilde yürütülüyor. Akkuyu Nükleer A.Ş., ilk olarak, aşı yaptırmak isteyen Türk çalışanların listelerini oluşturmuş ve bu listeleri Sağlık Bakanlığı’na teslim etmişti. Bakanlık tarafından, ortak resmi elektronik sistem üzerinden aşı olmak isteyenlere aşılamanın yapılacağı tarih ve saatle ilgili randevu bilgileri gönderilmişti. Türk çalışanlar Bakanlığın önerisi doğrultusunda, Çin CoronaVac ve Alman Pfizer/BioNTech olmak üzere iki aşı arasında seçim yapabiliyor.

Ayrıca vatandaşlıktan bağımsız olarak projenin tüm çalışanlarının toplu aşılaması da başlatıldı. Nükleer santralin şantiyesindeki sağlık ofisinde mesai saatleri boyunca dileyen herkese aşı yapan bir doktor ekibi görev yapıyor.

Akkuyu Nükleer A.Ş. Kamu Kurumları ile İlişkiler ve Uluslararası İşbirliği Yönetici Direktörü olan, ve aynı zamanda da Koronavirüsle Mücadele Operasyon Merkezi Başkanlığı görevini yürüten Aleksei Frolov, Türkiye’nin ilk nükleer santralinin inşasında çalışanların aşılanmasını şu sözlerle yorumladı: “Akkuyu Nükleer A.Ş., NGS inşaat projesinde görev alan çalışanların sağlığının korunmasına çok sorumlu bir şekilde yaklaşıyor. Bu, güvenlik kültürümüzün de ayrılmaz bir parçasıdır. Çalışanların toplu aşılamasına yönelik hazırlıklara bu yılın başında başladık. Öncelikle aşı olmak isteyenlerin listeleri oluşturuldu, gerekli sayıda aşı sipariş edildi ve aşılama noktasında gerekli hazırlıklar yapıldı. Türkiye’nin ilgili resmi kurumları; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı, bize paha biçilemez bir destek veriyor ve onların desteğiyle projedeki Türk çalışanların aşılaması da süratle devam ediyor.

KGK, Türkiye’nin enerjisine enerji katacak

Küresel Gazeteciler Konseyi’nin (KGK) Küresel Medya Buluşması Alanya’da başladı. Dev organizasyona 100’den fazla yerli ve 20 ülkeden yabancı KGK üyesi gazeteci katıldı. KGK Genel Başkanı Mehmet Ali Dim’in, küresel felakete karşı çevre bilinci oluşturmak adına devlet kurumlarımıza destek olmalıyız önerisine, Küresel Gazeteciler Konseyi Temsilecileri tam destek verdi.

Anadolu Ajansı (AA) Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Serdar Karagöz’ün de katıldığı organizasyonun onur konuğu IKBY Oluşumlardan Sorumlu Bölge Bakanı ve ITC Yürütme Kurulu Üyesi Aydın Maruf oldu.

100’den fazla yaygın ve yerel medya mensubu ile 20’yeyakın ülkeden yabancı KGK üyesi gazetecinin bir araya geldiği dev buluşma, konukların Alanya’ya gelerek otellerine yerleşmeleriyle start aldı.

Otellerine yerleşen konuklar teleferikle Alanya Kalesi’ne çıkarak kale turu yaptı. Ardından tekne turuna çıkan KGK üyeleri, Harbour Restoran’da Alanya Belediye Başkanı Adem Murat Yücel’in verdiği akşam yemeğinde ağırlandılar.

BAKAN MARUF’UN ALANYA TEMASLARI

Organizasyon öncesi IKBY Oluşumlardan Sorumlu Bölge Bakanı ve ITC Yürütme Kurulu Üyesi Aydın Maruf, KGK Genel Başkanı Mehmet Ali Dim’le birlikte bir dizi ziyarette bulundu. Alanya Belediye Başkanı Adem Murat Yücel, Alanya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Şahin ve Alanyaspor Başkanı Hasan Çavuşoğlu’nu ziyaret eden Bakan Maruf, Alanya hakkında bilgiler aldı. Bakan Maruf’a temasları sırasında Alanya’ya özgü hediyeler de verildi.

KGK KURULLARI VE MEDYA MECLİSLERİ TOPLANTILAR GERÇEKLEŞTİRDİ

Buluşmanın ikinci gününde ise peşpeşe planlı seri toplantılar gerçekleştirildi. İlk olarak Yönetim Kurulu, Denetim Kurulu, Etik Kurulu, Onur Kurulu ve Danışma Kurulu kendi aralarında özel olarak toplandı. Yaygın Medya Meclisi, Yerel Medya Meclisi ve Dış Medya Meclisi toplantılarının gerçekleşmesinin ardından ise son olarak tüm üyelerin katılımıyla genel bir toplantı yapıldı.

Meclis başkanlarının yaptıkları gündeme dair konuşmanın ardından Küresel Gazeteciler Konseyi (KGK) Genel Başkanı alkışlar eşliğinde kürsüye gelerek KGK temsilcilerine seslendi.

Her biriniz Alanya’nın birer turizm elçisi oldunuz, bu eşsiz birçok medeniyete ev sahipliği yapmış şehrimize hoş geldiniz diyerek konuşmasına başlayan Genel Başkan Dim, “Yönetim, denetim, etik, onur ve danışma kurullarımızın gerçekleştirdiği toplantıların ardından Yaygın, yerel ve dış medya meclislerimizde toplantılarını tamamladılar. Ve yapılan toplantılar akabinde sonuç bildirgemizde hazırlandı. Bu bildirgemizi kamuoyu ile paylaşacağız. Hepinizi vermiş olduğunuz destekleriniz sebebiyle teşekkür ederim” diyerek konuştu.

Medya buluşmasının finalinde ise Gala Yemeği ve Ödül Töreni gerçekleştirildi.

KGK 2021 Medya Buluşması ile ilgili gazetemize konuşan Küresel Gazeteciler Konseyi Yaygın Medya Meclisi Üyesi Gazeteci-Yazar Ferhat Yıldırım, “Alanya buluşmamız gerçek anlamıyla dolu dolu geçti. Çok önemli kararlar aldık. KGK Başkanı Mehmet Ali Dim’in küresel felakete karşı çevre bilinci oluşturmak adına devlet kurumlarımıza destek olmalıyız önerisine tüm meslektaşlarımız destek verdi. Karbondioksit artıyor, oksijen azalıyor, denizler ısınıyor, iklim artık şaşırdı, kuraklık büyük tehdit oluşturuyor. Bu sebeple küresel ısınma ile mücadelede bu önemli misyonu üstlenmekten büyük onur duyduk. Ayrıca ülkemize kamu diplomasisi alanında verdiğimiz destekleri en üst seviyeye çıkarmak adına da 45 ülkedeki temsilciliklerimizle ortak projeler geliştireceğiz. Medyanın etik kurallara uymasının gerekli olduğu vurgusu yapılırken, medya mensuplarının yaşadığı sorunlarda ele alınmıştır. Ve en önemli konulardan birisi de geleneksel medyadan yeni medyaya geçiş sürecinde gazetecilerin eğitim almalarının sağlanacağı iletişim akademisinin kurulması oldu” diyerek konuştu.

Türkiye genelinden gelen KGK üyesi gazetecilerin yanı sıra yaklaşık dünyanın dört bir yanından KGK üyesi yabancı gazetecilerin de katıldığı organizasyon, Alanya için önemli bir tanıtım fırsatı da oldu. Alanya Belediyesi, Alanya Ticaret ve Sanayi Odası (ALTSO), Lonicera Resort SPA Hotel, Alaiye Resort SPA Hotel, Bizim Transfer ve Muz Dünyası sponsorluğundaki organizasyona katılan yerli ve yabancı gazeteciler, köşe yazıları ve haberleri ile sosyal medya hesaplarında bol bol Alanya’dan bahsedecekler.

KGK Yaygın Medya Meclisi, ‘Basında Etik Anlayışı’nı masaya yatırdı

Küresel Gazeteciler Konseyi (KGK) Yaygın Medya Meclisi, pandemi sonrası gerçekleştirdiği ilk toplantıda önemli kararlara imza attı.

Gazeteciliğin son geldiği noktada yıprandığının altı çizilirken, etik durumlara uyulmasının gerekli olduğu açıklandı.

Yapılan yazılı açıklamada; “Ülkenin geleceğini olumsuz etkileyebilecek çıkar sahibi bir takım güç odaklarının, medyayı ele geçirme sorunsalına, bazı yanlış uygulamalar zemin hazırlar gibi görünse de mesleki profilin olumsuz şekilde değişmesi aslında bu duruma gelinmesinin temel nedenidir de. Medya kuruluşları ve medya çalışanlarının ekonomik kaygılarının olduğu gerçeğinden hareketle, gazeteciliğin bir zenginleşme aracı olarak görülmemesi noktasında etik ve ahlaki değerlerin sağlam eğitsel ve hukuksal temellere sahip olması gerekir. İtibarı kadar sorumlulukları da yüksek olan bu sektörün inandırıcılığa zarar gelmemesi ve anlamına oturması için Konsey’in her bir temsilcisi zorunlu görevlidir ve bu amaç doğrultusunda çalışır. Faaliyet alanı medya olan ve bu konuda temsil yetkisine sahip olan KGK; sektörünün hem toplumsal hem bireysel birçok sebeple değişmeye, etik değerlerden uzaklaşmaya hatta yozlaşmaya maruz kaldığının farkındadır. Oysaki “Medya’da Etik”, her türlü iyileşmenin sırrıdır. Özellikle son dönemde sosyal medyada da afişe edilen, ülke gündemimizi fazlasıyla meşgul edip itibarını bozan konu ve olaylar, bu değerin korunması için herkesi tetiklemelidir” ifadeleri yer aldı.

İletişim fakülteleri ile istişarelerde bulunarak, meslek içi eğitim gereksinimlerini karşılayacak ‘KGK İletişim Akademisi’nin kurulmasına karar verildi.

Toplantıya katılan KGK Yaygın Medya Meclis üyeleri:

Fatma Buse Akbaş (NTV), Bülent Aydemir (Habertürk), Adnan Yüce (İmaj Radyo), Sertaç Virancık (Hürriyet), Hayati Arıgan (Sözcü), Veysi İpek (Habertürk), Sayım Çınar (Hürriyet), Seda Demir (Beyaz TV), Ahmet Çoşkunaydın (Eko Türk TV), Meral Ay (Star TV), Canan Ekici (TRT), Ferhat Yıldırım (Gün Medya Grubu), Yasin Esen (İHA), Ali Kadı (DHA), Sema Tekeli (TRT), Hamza Tav (AA), Erdal Güven (Skala Medya), Ünsal Karabulut (Ankara), Cesurhan Taş (Ankara), Adnan Fişenk (TBMM), Memet Avşar (AA).

Tüpraş’ta, Emniyetli Çalışma İçin Robotlar da İş Başında

Tüpraş, Robotik Yol Haritası kapsamında, petrol depolama tanklarının periyodik kontrol çalışmalarında ve metrelerce yükseklikteki ölçümlemelerde en son dijital uygulamalardan faydalanıyor. Rafineri sahalarındaki riskli iş alanlarında drone kameralarını devreye alarak öncü bir uygulama gerçekleştiren Şirket, en temel değeri olarak gördüğü “emniyet” anlayışını odağa alan iş süreçlerini en ileri dijital teknolojilerle destekliyor.

Dijital dönüşüm yolculuğu kapsamında, enerji sektöründe yenilikçi ve öncü uygulamalara imza atan Tüpraş; içi petrol dolu, derin depolama tanklarında ve metrelerce yükseklikte bulunan ekipmanların periyodik kontrollerinde robotları çalıştırıyor. Artık Online Tank Robotik Kontrol Yöntemi ile depolama tankları servis dışı yapılmadan kontrol edebiliyor. Şirket, böylece iş süreçlerini emniyetli çalışma açısından daha da güçlendiriyor.

Robotlar, yüksekte çalışma riskini ortadan kaldırıyor

Metrelerce yukarılara ulaşan ekipmanların periyodik kontrolleri kapsamında, kaldırma ekipmanları veya yapı iskeleleri aracılığıyla insan gücüyle yapılan teknik kontroller görsel ve özel sensörler ile donatılmış robotlarca üstlenilerek; riskleri ortadan kaldıran emniyetli bir ortam sağlanıyor. Bu sayede normalde erişimi zor olan yüksekteki boru hatları ve ekipmanların kalınlıkları da kolaylıkla ölçülebiliyor.

“Türkiye, Orta Doğu’da barışa destek vermiştir”

Küresel Gazeteciler Konseyi (KGK) tarafından Alanya’da gerçekleştirilen “Küresel Medya Buluşması” Lonicera Otel balo salonundaki gala yemeği ve ödül töreni ile sona erdi. DİM TV’nin de canlı yayınladığı galada bu yıl ilk kez Küresel Başarı Ödülleri de verildi.

Yurt içi ve yurt dışından gelen 100’den fazla gazetecinin katıldığı  organizasyonun finalinde, Lonicera Otel’se yapılan ve KGK Dış Medya Meclis Başkan Vekili Benan Kepsutlu’nun sunduğu muhteşem geceye Irak KBY Oluşumlardan Sorumlu Bölge Bakanı ve Irak Türkmen Cephesi (ITC) Yürütme Kurulu Üyesi Aydın Maruf Selim, MHP Antalya Milletvekili Abdurrahman Başkan, MHP MYK Üyesi Hüseyin Yıldız, Anadolu Ajansı (AA) Genel Müdürü Serdar Karagöz, Alanya Kaymakamı Dr. Fatih Ürkmezer, Alanya Belediye Başkanı Adem Murat Yücel, Alanya Ticaret ve Sanayi Odası (ALTSO) Başkanı Mehmet Şahin, Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi (ALKÜ) Rektörü Prof. Dr. Ekrem Kalan, Alanya Emniyet Müdürü Alper Avcı, Alanya Jandarma Komutanı Binbaşı Burak Mindivanlı ve Alanya üst protokolü ile AK Parti İlçe Başkanı Mustafa Toklu, MHP İlçe Başkanı Mustafa Türkdoğan ve İYİ Parti İlçe Başkanı Alper Arıkan da katıldı. Alanya Gazeteciler Cemiyeti (AGC) üyeleri ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin yanı sıra, Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Engelliler Koordinasyon Kurulu Başkanı Ömer Gürsoy ile Aytemiz Alanyaspor Başkanı Hasan Çavuşoğlu da hazır bulundu.

İLK ÖDÜL TÜRKMEN BAKAN MARUF SELİM’E

Küresel Başarı Ödülleri kapsamında verilen Cesaret Ödülü’nü MHP Milletvekilli Abdurrahman Başkan’ın elinden alan Irak KBY Bölge Bakanı Aydın Maruf Selim, törende yaptığı konuşmada, konseyin düzenlediği Alanya buluşmasında bulunmaktan dolayı mutlu olduğunu söyledi ve başta KGK Genel Başkanı Mehmet Ali Dim olmak üzere emeği geçenlere teşekkür etti.

“MAZLUMLARIN SESİ OLDUNUZ”

Türkiye’nin çok önemli bir ülke olduğunu vurgulayan Selim, “Türkiye, Orta Doğu’da barışa destek vermiştir. Her zaman bu bölgede hiçbir ayrım yapmadan tüm dini gruplara büyük destek vermiştir. Siyasi, kültürel, ekonomik, insani her desteği sağladı. Biz her zaman Iraklı Türkmenler olarak Türkiye ile Irak arasında olan ilişkilere destek veriyoruz. İlişkilerin hep iyi olmasını istiyoruz” diye konuştu. Türkmenlerin önemli bir unsur olduğunu, ilişkileri daha fazla güçlendirmek için mücadele ettiklerini anlatan Selim, yaşanılan coğrafyada barışın, birlikte yaşamanın çok önemli olduğunu kaydetti. Medyanın önemine de değinen Türkmen Bakan Selim, “Anadolu Ajansı başta Türkmenler olmak üzere tüm mazlum insanların sesi olmuştur. Oradaki mazlumların sesini Türkiye başta olmak üzere tüm dünyaya aktarmıştır. O yüzden şükranlarımızı bildirmek istiyorum” dedi.

“DÜNYAYA HİTAP EDEN BİR AJANSA DÖNÜŞTÜK”

Küresel Başarı Ödülleri kapsamında verilen Medya Ödülü’nü Bakan Aydın Maruf Selim’in elinden alan Anadolu Ajansı (AA) Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Serdar Karagöz de konseye ödül için teşekkür etti. AA’nın Türkiye’nin milli mücadelesinin bir başlangıcı olarak, Mustafa Kemal Atatürk tarafından TBMM ve Cumhuriyetten de önce “Milli ve yerli bir medyamız olmalı, haberler doğru verilmeli, dezenformasyon yapılmamalı, milli mücadele yapılırken en önemli şey doğru bilgidir” diyerek 6 Nisan 1920’de kurulduğunu belirtti. AA’nın 101 yaşında olduğunu söyleyen Karagöz, “Dünyanın 29 ülkesinde büyük temsilciliklerimiz var. Hemen hemen her ülkede muhabirlerimiz, gazetecilerimiz var. Sadece Türkiye’nin haberlerini değil, dünyanın haberlerini yine dünya medyasına servis ediyoruz. En son ABD’de Miami’de bir bina çöktü. Bütün dünya medyası AA muhabirinin fotoğraf makinesinden çekmiş olduğu o fotoğrafları servis ettiler, o fotoğrafları kullandılar. Çünkü sadece Türkiye’ye hitap eden bir ajans yok artık, dünyaya hitap eden bir ajansa dönüştük. Bu bizim ülkemizin milli menfaatlerini ifade etmemizi engellemiyor, sadece Türkiye ile sınırlı değiliz. Önümüzdeki dönemde dünyada daha fazla ses getiren bir Anadolu Ajansı olacak” diye konuştu.

ENGELSİZ ASLANLARA ÖDÜL

Küresel Başarı Ödülleri kapsamında verilen Spor Ödülü ise Ampute Futbol Milli Takımı’na verildi. Bu dalda 15 yılını dolduran Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Engelliler Koordinasyon Kurulu Başkanı Ömer Gürsoy, ödülü AA Genel Müdürü Serdar Karagöz’ün elinden aldı. Gürsoy, daha sonra yaptığı konuşmada ödülü engelli sporcular adına aldığını belirterek, “KGK bu konuda öncü oldu. Engelli sporcularımızı motive edecek bir ödül oldu. Duyarlılık için KGK Genel Başkanı Dim ve yönetimine teşekkür ederim” dedi.

VEFA ÖDÜLÜ

Koronavirüs salgınından dolayı geçen mart ayında hayatını kaybeden KGK kurucularından, Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve KGK Genel Başkan Yardımcısı Veli Altınkaya anısına Küresel Başarı Ödülleri kapsamında verilen Vefa Ödülü (oğlu) Talha Altınkaya’ya KGK Genel Başkanı Mehmet Ali Dim tarafından takdim edildi. İzletilen video ve yapılan duygusal konuşmalar sırasında salonda bir anda matem havası esti.

ŞÜKRAN PLAKETLERİ

Konseye ve organizasyona destekleri anısına Türk Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Ömer Kocaman’a, konseyin Arnavutluk temsilcisi Anisa Bahiti’ye, Alanya Belediye Başkanı Adem Murat Yücel’e, Alanya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Şahin’e ve Alanyalı turizmciler Uğur Sipahioğlu ve Hasan Uysal’a “şükran” plaketleri takdim edildi.

“KONSEY TÜRKİYE’NİN GURURU OLDU”

Törende bir konuşma yapan MHP Antalya Milletvekili Abdurrahman Başkan da, her gazetecinin toplumda kanaat önderi olduğunu belirterek, KGK’nin işlevinin sadece gazeteciler için değil ülkemizin milli çıkarları için de önemli olduğunu ifade etti.

Alanya Kaymakamı Fatih Ürkmezer de konseyin Türkiye’de ve dünyada çok farklı meslek grupları ile basını buluşturduğunu söyledi. Alanya Belediye Başkanı Adem Murat Yücel ise yazılı ve görsel basının temsilcilerinin her zaman önemli olduğunu kaydetti.

KGK Genel Başkanı Mehmet Ali Dim de iki günlük yorucu bir maratondan çıktıklarını vurgulayarak, “Türkiye’nin gurur duyacağı bir meslek örgütü olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz. Bugün sadece KGK için değil Alanya için de önemli bir gündür. Bu kadar çok ve önemli yerli ve yabancı gazeteciyi ilk kez Alanya’da buluşturduk. Umarım Alanyamız için önemli bir tanıtım fırsatı olur. Ayrıca, konsey olarak kamu diplomasisine destek vermeye gayret ediyoruz. Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun desteğini her daim hissediyoruz. Bakanımıza sonsuz şükranlarımızı sunuyorum” dedi. Genel Başkan Dim, “Bu büyük organizasyonun Alanya’da olmasını sağlayan destekçilerimiz; Alanya Belediyesi, Alanya Ticaret ve Sanayi Odası, Lonicera Hotels, Alaiye Hotels, Muz Dünyası ve Bizim Transfer’in kıymetli başkan ve yöneticilerine, KGK yönetim kurulumuz başta olmak üzere, KGK Ailesi’ne ve tüm emekçilerimize teşekkür ederim” diye konuştu.

KGK 2021 Medya Buluşması ile ilgili konuşan Küresel Gazeteciler Konseyi Yaygın Medya Meclisi Üyesi Gazeteci-Yazar Ferhat Yıldırım, “Alanya buluşmamız gerçek anlamıyla dolu dolu geçti. Çok önemli kararlar aldık. KGK Başkanı Mehmet Ali Dim’in küresel felakete karşı çevre bilinci oluşturmak adına devlet kurumlarımıza destek olmalıyız önerisine tüm meslektaşlarımız destek verdi. Karbondioksit artıyor, oksijen azalıyor, denizler ısınıyor, iklim artık şaşırdı, kuraklık büyük tehdit oluşturuyor. Bu sebeple küresel ısınma ile mücadelede bu önemli misyonu üstlenmekten büyük onur duyduk. Ayrıca ülkemize kamu diplomasisi alanında verdiğimiz destekleri en üst seviyeye çıkarmak adına da 45 ülkedeki temsilciliklerimizle ortak projeler geliştireceğiz. Medyanın etik kurallara uymasının gerekli olduğu vurgusu yapılırken, medya mensuplarının yaşadığı sorunlarda ele alınmıştır. Ve en önemli konulardan birisi de geleneksel medyadan yeni medyaya geçiş sürecinde gazetecilerin eğitim almalarının sağlanacağı iletişim akademisinin kurulması oldu” diyerek konuştu.

Türkiye’nin İlk YEK-G Sertifikası Zorlu Enerji’den

Türkiye’nin yenilenebilir enerji alanındaki öncülerinden Zorlu Enerji, EPİAŞ tarafından hizmete açılan YEK-G piyasasının ilk işlemini yaparak Türkiye’nin ilk YEK-G sertifikasının sağlayıcısı oldu.

Kızıldere 3 santralinde üretilen yenilenebilir kaynaklı enerji, Zorlu Enerji’nin Osmangazi Bölgesi’nde bulunan perakende ofisleri için EPİAŞ üzerinden YEK-G ile sertifikalandırıldı.  Bu sayede Zorlu Enerji’nin perakende ofis binalarında kullandığı enerji, yenilenebilir enerji sertifikası ile belgelendirilmiş oldu.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının daha etkin ve verimli kullanılması için üretimden tüketime her alanda rol model olmayı hedefleyen Zorlu Enerji, 15 Haziran tarihinde EPİAŞ’ın uzlaştırma sonrası uygulamaya açtığı YEK-G sistemi üzerinden ihraç yoluyla ilk sertifikasını oluşturup itfa yolu ile kullandırarak bir ilke imza attı.

Sürdürülebilirlik yaklaşımının temelinde etki odaklı büyüme, düşük karbonlu çevre dostu operasyon ve tedarik zinciri yönetimi ile yerel sosyo-ekonomik kalkınma yer alan Zorlu Enerji, Kızıldere 3 Jeotermal Enerji Santralinden ürettiği enerjiyi, Afyonkarahisar, Bilecik, Eskişehir, Kütahya, Uşak illerinden oluşan Osmangazi Bölgesi’nde bulunan perakende ofis binalarında kullanarak, binalarını yeşil enerji sertifikası ile belgelendirmiş oldu.

Türkiye’deki elektrik üretiminin tamamını yenilenebilir kaynaklardan gerçekleştiren şirket, ürettiği enerjiyi bireysel ve kurumsal aboneleri ile dileyen serbest tüketicilerin de kullanımına sunacak.

Yenilenebilir Enerji Kaynak Garanti (YEK-G) Sistemi

Enerji Piyasaları İşletme A.Ş. (EPİAŞ), elektriğin üretimi ve tüketiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını yaygınlaştırılmak, belgelemek ve çevre koruma amaçlarıyla, 01 Haziran 2021 tarihinde Yenilenebilir Enerji Kaynak Garanti (YEK-G) Sistemini devreye almıştır.  

Sistem kapsamında şirketler, Avrupa Birliği’nin Paris Anlaşması ile şart koştuğu tedarik zincirinin kaynağını belgelemesi konusunda YEK-G’den faydalanabilecek ve dileyen tüketiciler yeşil enerji kullanma imkanı bulacak.

Vaillant’tan 700 Kat Daha Çevreci Isı Pompası: aroTHERM Plus

Geleceğin ısıtma sistemleri olarak değerlendirilen ısı pompalarına yatırıma devam eden Vaillant, sektördeki benzerlerine göre küresel ısınma potansiyeli açısından 700 kat daha çevreci ve verimli aroTHERM Plus ısı pompasını tüketicileriyle buluşturuyor.

Vaillant, kombinin yanı sıra ısı pompalarında da çevreci ve akıllı sistemler sunarak hem çevreyi koruyor hem de müşterisine üstün konfor sunuyor. Vaillant’ın 147 yıllık deneyimi ve teknolojisinin bir sonucu olan aroTHERM Plus ısı pompası, benzerlerine göre küresel ısınma potansiyeli açısından 700 kat daha çevreci ve verimli olması ile dikkat çekiyor. Isı pompalarının hem verimlilikleri hem de doğa dostu yapıları ile öne çıktığını belirten Vaillant Group Türkiye CEO’su Alper Avdel “Yeni cihazımız aroTHERM Plus bize göre gerçekten devrim yaratacak bir cihaz. Vaillant bu özellikte bir ürünü Türk tüketicisinin kullanımına sunan ilk firma olacak” dedi.  

Son yıllarda enerji kullanımının çevre üzerine etkisi anlamında hem standartların düzenlendiğini hem de tüketicilerin bilinç düzeyinin arttığını kaydeden Alper Avdel “Günümüzde hibrit, hidrojen ya da hava, su ve toprak kaynaklı ısı pompaları gibi çok çeşitli yeni nesil teknolojiler gündemde. İklimlendirme sektörü bu anlamda kuvvetli bir gelişim içinde. Gelecekte özellikle ısı pompaları ve hidrojen ile çalışan cihazlar öne çıkacak. Biz de geleceğin ısıtma sistemleri olarak değerlendirdiğimiz ısı pompalarını uzun süredir tüketicilerle buluşturuyoruz. aroTHERM Plus ısı pompamız bu doğrultuda yaptığımız yatırımlardan biri” diye konuştu.

Verimlilikte olağanüstü, sessizlikte benzersiz

Türkiye’de kullanılan kombilerin C ve altı enerji verimlilik sınıfına sahip olduğu düşünüldüğünde, A+++ verimlilik sunan aroTHERM Plus ısı pompasının verimliliği ve çevreciliği dikkat çekiyor. Yeni nesil R290 soğutucu akışkana sahip aroTHERM Plus, şu anda piyasada yaygın olarak kullanılan soğutucu doğal akışkana sahip diğer sistemlerle karşılaştırıldığında CO2 emisyonu açısından yaklaşık 700 kat daha çevreci bir çözüm sunuyor. aroTHERM Plus 5,07’e varan COP değeri ile sağladığı yüksek verim sayesinde minimal elektrik enerjisi ile mahallin ısıtma, soğutma ve sıcak su ihtiyaçlarını konforlu bir şekilde karşılıyor. 4,5,8,12 ve 15 kW olarak beş farklı kapasiteye sahip olan aroTHERM Plus, evlerde var olan sistemlerin yenilenmesine gerek kalmadan cihaz kurulumu yapılmasını da mümkün kılıyor. Dış ünitenin gürültü seviyesi üç metre mesafede 28 dB olarak hesaplanan aroTHERM Plus yakın mesafeli binalarda bile düşük ses seviyesiyle öne çıkıyor. 75 °C akış sıcaklıklarına ulaşabilen model, soğuk iklimler için de ideal çözüm sağlıyor.

Yeşil Çevre’nin Çalışmaları Avrupa’nın da Radarında

Bursa’daki temasları sırasında Yeşil Çevre Arıtma Tesisi’ni inceleyen Bulgar iş insanları, hayran kaldıkları çalışmaları ülkelerinde rol model olarak sunacaklarını söyledi.

Yeşil Bursam Derneği’nin ev sahipliğinde Bulgaristan’ın Veliko Tarnovo kentinden Bursa’ya gelen iş insanları, S.S. Yeşil Çevre Arıtma Tesisi İşletme Kooperatifi’nde incelemelerde bulundu. İş insanları, tesisteki çalışmalar hakkında edindikleri bilgileri ülkelerinde uygulamayı planladıklarını söyledi.

‘REKABET GÜCÜNE KATKI SAĞLANIYOR’

Yeşil Çevre’nin konusunda ilk olmanın bilinci ve sorumluluğu ile ülke sanayisi için model oluşturma vizyonu taşıdığını dile getiren Genel Müdür Mehmet Aydın “Yeşil Çevre, ortaklarının çevre otoriteleri nezdindeki atık su bertaraf yükümlülüğünü üstlenirken ortak arıtma tesisi statüsünde olması nedeni ile işletme ve ilk yatırım maliyetleri açısından bölgedeki sanayiciyi korumaktadır. Sanayicimizin rekabet gücünü arttırarak da ekonomik kazanç oluşturuyor. Burada aynı zamanda ülke ekonomisi ve doğal kaynakların etkin ve tasarruflu kullanımını da sağlıyoruz” diye konuştu.

‘ATIK SULARI ÜRETİME KAZANDIRIYORUZ’

Geri dönüşüme ve çevresel faktörlere önemli katkılar sunduklarının da altını çizen Mehmet Aydın “Küresel ısınmanın etkili olduğu bir dönemde şehrimizin su sorununu yaşamaması adına çalışmalarımızla katkıda bulunmaya çabalıyoruz. Atık suları hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak arıtan tesisimiz, üzerine düşen görevi yapmaya devam ediyor. İnsan sağlığına zarar veren etkenlerin yok edilmesi noktasında kentimizin uluslararası platformlarda daha fazla ön plana çıkmasına katkımızın olduğunu görmek, gurur verici” dedi. Tesisin başarısının ülke sınırlarını aşacak şekilde duyulmasının memnuniyet verici olduğunu kaydeden Yeşil Çevre Yönetim Kurulu Saymanı-Barakfakih Organize Sanayi Bölgesi Sanayici ve İş Adamları Derneği Başkanı (BARSİAD) Arif Demirören de ortak çalışmalarla hem kent, hem de ülke ekonomisi açısından önemli kazanımlar elde edildiğini dile getirdi. Bulgar iş insanları ise tesisteki çalışmalara hayran kaldıklarını ve ülkelerine döndüklerinde sanayiciler ve iş insanlarına rol model olarak bilgilendirme yapacaklarını dile getirdi.

Bosch Termoteknoloji, Dekoratif ve Sessiz Çalışan Fanlarından 1500 Modelini Yeniledi!

Isıtma soğutma ve havalandırma sektörünün önde gelen firmalarından Bosch Termoteknik sessiz ve dekoratif duvar tipi aksiyal 1500 fanını kullanıcılar için yeniledi. 

Ev, ofis ve mağazalarda kullanıma uygun olarak tasarlanan Bosch domestik fanlar, iç mekan hava kalitesi ve buna bağlı olarak konfor seviyesini yükseltmek amacıyla ürün gamına eklendi. Bosch, ürün portföyünde bulunan farklı kapasite ve özelliklerdeki 5 yıl garantili aksiyal fanlar ile duvar, kanal ve tavan gibi çeşitli uygulama alanları için çözüm sunuyor. Fan 1500 / Fan 1500 DH banyo fanları rutubete, kötü kokulara ve küfe karşı mükemmel çözüm sunarken, Sessiz ve etkili Yüksek performans, nem sensörü* ve 3 ila 30 dakika arasında kapanma fonksiyonu ile her biri ayrı ayarlanabilen çalıştırma süresiyle etkili ve sessiz havalandırma sunuyor. Aydınlatma anahtarı ile başlatma ve durdurması da çok kolay olan Fan 1500 kullanıcıya konfor sağlıyor. Bosch tasarımı, nötr beyaz renkte yüksek kaliteli plastikten yapılmış ön paneli sayesinde, her tür banyo dekorasyon tarzına uygundur. 

Duvar Tipi Aksiyal Fanlar 

4 farklı modeli bulunan duvar tipi aksiyal fanların tümünde, ürünün çalışmadığı zamanlarda havada bulunan partiküllerin ve kötü kokunun ters yönde akışını engelleyen ve tek yön hava akışı sağlayan geri akış klapesi bulunuyor. Ayrıca düşük ses seviyesi ile ön plana çıkan Fan 1700 serisi, gelişmiş iç tasarım seçenekleri sağlayan yeni bir çözüm sunuyor. Fan 1700 serisi kullanıcılara kişiselleştirilmiş ürün oluşturma imkanı tanırken, düşük ses seviyesi ve düşük enerji tüketimi sayesinde konforlu ve tasarruflu havalandırma sağlıyor. 4 farklı dekoratif  panel alternatifi, mekanın iç tasarımıyla uyumlu renk seçenekleriyle fan gövdesine kolaylıkla monte edilebiliyor.

Sakarya sahasında bulunan doğalgaz rezervi

Giriş 

Karadeniz “Sakarya Sahası” Ağustos 2020’den beri ülkemiz gündeminde sıkça yerini alan bir bölge durumuna gelmiş bulunmaktadır. Bilindiği üzere, 21 Ağustos 2020 tarihinde Cumhurbaşkanı’nın yaptığı bir konuşma ile Karadeniz’de Türkiye’nin “Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB)” sınırları içinde yer alan “Sakarya Sahası”nda Tuna-1 Sondaj alanı olarak nitelenen mevkide 320 Milyar m3’lük önemli bir doğal gaz rezervinin bulunduğu açıklanmıştı. Bu açıklamayla Türk karasularındaki ilk önemli doğal gaz keşfinin anonsu yapılmıştır.

Daha sonra 17 Ekim 2020 tarihinde de yine aynı konumda (ancak daha derin bir katmanda) 85 Milyar m3’lük ek bir doğal gaz rezervi daha bulunduğu yine Cumhurbaşkanı’nı tarafından açıklanmıştır. Böylelikle 2020 yılı içinde Tuna-1 Sondaj alanından toplam 405 Milyar m3’lük bir rezerv keşfi yapılmış olmaktadır.

Son olarak ta, yine Cumhurbaşkanı tarafından 4 Haziran 2021 tarihinde Sakarya Sahası içinde, ancak bu sefer “Amasra-1” Sondaj alanında 135 m3 doğal gaz rezervi bulunduğu açıklanmış bulunmaktadır. Böylelikle, şimdiye kadar söz konusu bu sahadan 540 m3 doğal gaz keşfi yapılmış olmaktadır. Bir başka deyişle, Sakarya Sahası’ndan Türkiye’nin bugüne kadar bulunan en büyük doğal gaz rezervi bulunmuş olmaktadır. Şekil 1’de Türk MEB’i içinde bulunan “Sakarya Sahası” ve bu saha içinde doğal gaz bulunan Tuna-1 ve Amasra-1 Sondaj alanları görülmektedir.

Türkiye için birçok açıdan büyük önemi olan bu rezervin enerji-politik değerlendirmesine geçmeden önce Karadeniz hakkında bazı özellikleri hatırlatmak yerinde olacaktır. 

Karadeniz

Ülkemizin kuzeyinde yer alan Karadeniz, Asya-Avrupa arasında yer alan bir deniz olup daha çok bir iç deniz niteliği taşımaktadır denebilir.  3. Jeolojik dönem ve öncesinde var olduğu düşünülen Büyük Tetis Denizi ile ilişkilendirilmektedir. Daha yakın bir geçmişte  (yaklaşık 4.500 – 6.500 yıl önce) meydana gelmiş olan tektonik hareketler sonucunda da (Boğazlar ve Marmara denizi ile birlikte) günümüzdeki coğrafi görüntüsüne kavuştuğu kabul edilmektedir. Bu bağlamda, geçirdiği jeolojik ve tektonik geçmiş nedeni ile Karadeniz, potansiyel bir hidrokarbon rezerv bölgesi olarak düşünülebilmektedir.

Yaklaşık 8.350 kilometrelik toplam kıyı şeridine sahip olan Karadeniz’in yüzölçümü 461.000 km² kadardır. Tuzluluğu binde 18 mertebesinde,  (1970-2018 yılları arası itibariyle) ortalama sıcaklığı ise 15,2o C olarak ifade edilmektedir. Doğudan batıya en geniş yeri 1.175 km, en derin noktası ise 2.210 m. kadardır.

Karadeniz, bilindiği üzere Boğazlar ve Marmara Denizi üzerinden Akdeniz’e bağlanmaktadır. Daha geniş bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde ise; Cebelitarık ile Atlantik’e, Süveyş ve Kızıldeniz ile de Hint Okyanus’una, bir başka deyişle dünya açık denizleri ile bağlantısı sağlanmaktadır. Ayrıca, nehir bağlantılarıyla da; batıda Atlantik Okyanusu’na, doğuda Hazar Denizine ve Kuzeyde Arktik Denizine ulaşılması mümkün olabilmektedir.  

Karadeniz çevresinde; Türkiye ile beraber 6 ülkenin (Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya ve Gürcistan’ın) kıyısı yer almaktadır. Bulgaristan ve Romanya’nın Avrupa Birliği (AB)’ne girmesiyle artık Avrupa Birliği’nin de Karadeniz’e kıyısı bulunmaktadır. Ancak, Karadeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip ülke Türkiye’dir.

Karadeniz’de Bulunan Doğalgaz Rezervlerinin Enerji-Politik Değerlendirmesi

Öncelikle şunu belirtmek yerinde olacaktır ki; Türkiye tarafından Karadeniz’de bulunan rezervler, tümüyle yerli ve milli imkânlarla belirlenmiş ve deniz yüzeyine çıkarılmıştır. Bir başka deyişle, rezerv araştırması için yapılan sismik araştırmalardan sondaj çalışmalarına, rezerv miktarının belirlenmesinden kalitesinin tayinine kadar tüm çalışmalar ülkemiz olanaklarıyla yapılmış bulunmaktadır. Böylelikle, başka ülke imkânları kullanılmadığından (şimdiye kadar) farklı ülkelere pay verme durumu da söz konusu olmamıştır. Bu husus, enerji ekonomisi açısından önemli olduğu kadar enerji politik açıdan da önem arz etmektedir.

Bulunan doğal gaz rezervlerinin 250 km2’yi aşan araştırma alanında yapılan çalışmalarla belirlendiği anlaşılmaktadır. Tuna-1 sondaj alanında 20 Ağustos’ta duyurulan ve ilk bulunan rezerve 2.117 m su derinliğinde 3.520 m son derinlikte ulaşılmıştır. Yine Tuna-1 sondaj alanında 17 Ekim 2020’de duyurulan ikinci rezervin 4.525 m kadar son derinlikte bulunduğu belirtilmiştir.  Amasra-1 sondaj alanında, bu sene bulunan rezerve ise 1.938 m su derinliğinde,  3.850 m son derinlikte ulaşılmış olduğu ifade edilmiştir. Sakarya sahasındaki Türkali mevkiinde de sondaj çalışmalarının sürdüğü ifade edilmektedir.

Türkiye’nin Karadeniz’de bulunan rezerv dışındaki, öz kaynağı olan bugüne kadar bilinen doğal gaz miktarının 16,6 Milyar m3 olduğu göz önüne alınırsa, bulunan bu rezervlerin Türkiye için önemi kendini göstermektedir.  Ayrıca, ülkemizin yıllık doğal gaz gereksiniminin yaklaşık 48-49 Milyar m3 mertebesinde olduğu düşünüldüğünde de Karadeniz rezervinin ehemmiyeti anlaşılmaktadır. Konu dışından olanlar, düz mantıkla rezerv miktarını, ülkenin toplam yıllık gereksinimine bölerek rezerv değerlendirmesi yapma yoluna gidebilmektedirler.

Oysa ülkeler için hangi enerji kaynağı olursa olsun, hiçbir zaman tek bir bölgeden kaynak temini enerji ekonomisi ve enerji politik açıdan uygun olarak nitelenmemektedir. Zira rezerv bölgesinde (deprem, arıza ve teknik sorunlar vb. gibi)  herhangi bir sorun olması halinde enerji arz güvenliği riski ortaya çıkmaktadır. Bir başka deyişle, bulunan rezervin yedeklilik kriteri bağlamında farklı rezerv bölgeleri ve/veya farklı alımlarla yedeklenmesi esas olmaktadır.

Türkiye açısından bakıldığında, Türkiye’nin çeşitli anlaşmalarla (başta Rusya, İran ve Azerbaycan olmak üzere) farklı ülkelerle yapmış olduğu doğal gaz bağlantıları bulunmaktadır. Fazla olarak,  (ABD, Cezayir, Katar ve Nijerya’dan) LNG bağlantıları bulunmaktadır. Dolayısıyla ülke gereksinimi, tümüyle bulunan bu rezervden karşılanmayacaktır.

Ayrıca, rezerv işletim sistemi genellikle Gaussian değişime uygun olarak planlanmaktadır. Bir başka deyişle ilk senelerde “az” çıkarım yapılırken nihayet yüksek kullanım seviyelerine çıkılmakta, rezervin azalmaya başlamasıyla birlikte de yine kullanımdaki katkı miktarı düşürülerek kaynak bölgesinin devrede kalma süreci uzatılmaktadır. Dolayısıyla da, rezerv azalımı başladığında diğer kaynakların arzda yer almaları uyumlu şekilde sağlanmaktadır.  Bu bağlamda, Sakarya Sahasında şimdiye kadar ulaşılan rezervlerin 25-30 yıl ülke kullanımında bulunacağı söylenebilir. 

Öte yandan bulunan rezerv miktarının önemi, genel rezerv değerlendirmesi bağlamında irdelenmek istenirse; öncelikle global ölçekte 85-850 Milyar m3 mertebesindeki rezervlerin “Dev Keşif Rezervleri” olarak nitelendiğini belirtmek gerekir. Bu bakımdan Sakarya Sahasında Tuna-1 ve Amasra-1 sondaj bölgelerinde bulunan rezervlerin bu aralıkta yer aldığı görülmektedir.

Bilinen bazı diğer ülke doğal gaz rezervleriyle kıyaslaması yapıldığında, bulunan rezervin önemi daha net anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, Doğu Akdeniz’de sıkça sözü edilen (Leviathan, Tamar, Afrodit, Zohr ve Nour)  doğal gaz rezervleri ile karşılaştırıldığında Sakarya sahasının “iyi” olarak nitelenebilecek bir doğal gaz rezerv bölgesi olduğu kendini göstermektedir (Şekil 2).

Öte yandan, sismik araştırma çalışmalarının daha geniş alanlarda yapılmasının koordine edilmekte olduğu ifade edilmektedir. Bir başka deyişle, yeni rezervlerin bulunabilmesi muhtemeldir. Nitekim Türkiye “Kanuni” adı verilen yeni bir derin deniz sondaj gemisi almış ve Karadeniz sondaj faaliyetlerinde yer almak üzere hazırlamış bulunmaktadır. Böylelikle, Karadeniz’de sondaj çalışmalarını gerçekleştiren ve doğal gazı bulan “Fatih Sondaj Gemisi” ile birlikte “Kanuni Sondaj Gemisi” beraberce enerji kaynaklarını arama faaliyetlerini sürdürebileceklerdir.

Karadeniz’de Sakarya bölgesinde bulunan doğal gaz rezervinin eder olarak (bulunan doğal gazın süreklilikle zaman içinde aynı kalitede sağlanıp sağlanamamasıyla ilgili olarak değişebilmekle beraber) yaklaşık 180 Milyar USD mertebesinde bir değere sahip olduğu ifade edilmektedir.  Bu eder, doğal gaz ihtiyacı yüksek olan Türkiye’nin bütçe cari açığında önemli bir yer tutan enerji ithalatının azaltılması bakımından önemlidir. Dolayısıyla söz konusu rezervin kullanıma girmesiyle, Türkiye’nin bütçe ödemeler dengesinin olumlu etkileneceği açıktır.

Öte yandan, Sakarya sahasında bulunan doğal gazın rutin çıkarım şartlarının sağlanması ve çıkarılan doğal gazın karaya taşınması burada üzerinde durulması gereken önemli bir hususu oluşturmaktadır. Açıklandığı üzere; bulunan doğal gazın karaya taşınması işleminin Türkiye Cumhuriyetinin 100. Kuruluş Yıldönümüne, bir başka deyişle 2023’e yetiştirilmesi hedeflenmektedir.

Verilen hedef hayli iddialı olmakla beraber gerçeklenmesi, projeye öncelik verilmesi halinde mümkün de olabilir. (Nitekim İsrail, kıyıya yaklaşık olarak benzer mesafedeki Tamar bölgesi rezervini karaya 2 senede taşıyabilmiştir. Mısır da 2,5-3 sene gibi bir sürede Akdeniz’de bulduğu doğal gazın karaya akışını sağlayabilmiştir.)

Bulunan gaz rezerv noktalarında öncelikle platform konuşlandırılması gerekmektedir. Platform inşa edilebileceği gibi satın alınabilir veya kiralanabilir de… Örneğin; bu konuda Güney Afrika ile işbirliği yapılabilir olduğu gözlenmektedir. Ayrıca, boru hattı çekilmesi de önemli bir diğer hususu oluşturmaktadır. Bütün bu işlemler için yabancı ülke veya yabancı şirket desteği de alınabilir. Ancak, şimdilik böyle bir girişimde bulunulmadığı anlaşılmaktadır.

Açık deniz rezervlerinin karaya taşınmasında akla gelen bir diğer çözüm de uygun şartların sağlanmasıyla FSRU (Floating Storage Regasification Unit) gemisi kullanılması olabilir. Fizibl bir çözüm olması tartışılır olsa da, Türkiye için başlangıçta denenebilecek bir çözüm olarak ta düşünülebilir.

Bilindiği üzere, Türkiye Güney Kore’ye bir FSRU gemisi sipariş etmişti. “Ertuğrul Gazi” adı verilen bu gemi ilgili testleri de tamamlandıktan sonra Hatay-Dörtyol’a Nisan 2021 sonu itibariyle ulaşmış bulunmaktadır.

Önemli bir aşama da; taşınan gazın uygun bir liman üzerinden dağıtıma girmesi olacaktır. Bilindiği üzere, ülke içi doğal gaz dağıtım şebekesi, Türkiye’de hayli yaygın donanımlıdır ve 81 vilayete de doğal gaz şebekesi ulaşmış bulunmaktadır. Dolayısıyla ülke içi dağıtım şebekesinde sorun olacağı beklenmemektedir. Bununla beraber ilgili liman ve uygun liman tesislerine gereksinim bulunmaktadır.

İlgili liman olarak Zonguldak’ın Filyos limanı belirlendiği anlaşılmaktadır (Şekil 1). Son olarak 4 Haziran 2021 tarihinde Filyos’ta “Doğal Gaz İşleme Tesisi”nin temeli atılmıştır (Şekil 3). Söz konusu bu tesiste, tesise ulaşan doğal gazın ayrıştırılması, filtrelenmesi, basınçlandırılması ve şebekeye verilmesi sağlanacaktır.

Burada önemli bir diğer husus ta; Türkiye’nin doğal gaza ilişkin dış bağlantı anlaşmalarının bu yıldan başlayarak önümüzdeki yıllarda sırasıyla sürelerinin doluyor olmasıdır. Dolayısıyla, anlaşmaların sürelerinin uzatılması veya yenilenmesi gündeme gelecektir. Bu bağlamda söz konusu anlaşmalar konusunda, (artık alternatif bir öz kaynağın varlığı nedeniyle) Türkiye açısından daha avantajlı şartlarla ve daha ekonomik olarak sözleşmeler yapılabilmesi mümkün olabilecektir.

Sonuç

Yukarıda açıklananlar beraberce değerlendirildiğinde; Türkiye için Karadeniz’de, Sakarya sahasında bulunan doğal gaz rezervi öncelikle öz kaynak olarak, yerli ve milli imkânlarla bulunmuş olup bu kaynak  “dev doğal gaz rezervi” grubunda yer almaktadır. Burada, doğal gazın aranarak bulunması, çıkarılması, karaya taşınması ve dağıtım sistemine dâhil edilmesiyle Türkiye önemli ölçüde mühendislik deneyimi sahibi olacaktır. Böyle bir deneyim,  Türkiye’nin ileriki yıllarda farklı bölgelerde ve farklı ülke Münhasır Ekonomik Bölgeleri (MEB)’ndeki girişimleri ve uygulamaları için yadsınamayacak bir deneyim niteliğinde olacaktır. Ayrıca, konuya ilişkin önemli bir istihdam alanı açılmış olacak ve ülke kalkınmasına önemli katkı sağlanabilecektir.

Öz olarak belirtmek gerekirse; Karadeniz’de bulunan söz konusu doğal gaz rezervi gelecek vaat etmektedir. Bir başka deyişle, bulunanlara ilaveten yeni bulunabilecek kaynaklar da beklenti içinde görünmektedir. Bu durum, Türkiye’ye enerji kaynaklarına ilişkin konjüktürel inisiyatif kullanmada etkinlik kazandırabilecektir. Dolayısıyla Türkiye’nin jeopolitik etkinliğini enerji-politik manada daha da öne çıkartacaktır. Böylelikle, Türkiye’nin bölgedeki, hatta dünyadaki önemi giderek artacaktır. Bununla beraber, söz konusu bu durumun getireceği enerji-politik rekabet ve oluşturabileceği risklere karşı da hazırlıklı olunması gerekebilecektir.

Enerji savaşlarının gölgesinde güvenlik ve göç (1)

Sanayi Devriminin ardından insanoğlu için yiyecek, ısınma, su, elektrik ve ulaşım çok değerli bir ihtiyaç haline gelmiştir. Fosil enerji yakıtlarının belirli bölgelerde bulunması ve uzun süredir geleneksel yakıtlar ile enerji tüketiminin yapılması yeni enerji kaynaklarının araştırılmasına sebep vermiştir.

Sınırlı olan enerji kaynaklarının etrafında çıkan çatışmalar göçlere neden olmuş ve bu durum politik ekonomi literatürüne birçok kez makaleler ile girmiştir.

Enerji kaynaklarımızın azalması, küresel ısınma, su kaynaklarının eksilmesi ile özellikle içinde kıtlık ve göç riski bulunduran fosil enerjilerden kaynaklanan sera gazı tüm dünya geleceğini tehdit etmektedir.

Tüm bu yaşanan kargaşalar göç ve mülteci sorununu ana gündemimiz haline getirmiş ve insan hakları da günümüzün önemli konuları arasında yerini almıştır.

Peki ne oldu da günümüzde göç ana gündem oldu?

İnsan hakları neden rafa kaldırıldı?

Avrupa’da uygulanan etnik köken ve din ayrımcılığı insan haklarını sözde işlettiğini gözler önüne sermektedir. Elbette ki tarihte yaşamış oldukları toplumsal travmalar bugün ilerlemecilik maskesi ardında ne zaman hortlayacağı belli olmayan ihlallere yöneltmektedir. Zira Avrupa toplumunun genetiğine işlemiş olan dinsel ve ırkçı faşizmin hukuk ve ekonomideki gelişmeleri ile yok edilemeyecek kadar derin ve yok edilemez haldedir.

Geçmişte mezhep savaşlarına sahne olan Avrupa, yakın tarihimizde Yahudi Soykırımı ve coğrafyanın tek Müslüman topluluğu olarak kalan Bosna Hersek katliamları da hafızalarımızda halen güncelliğini korumaktadır.

Fertleri bir arada tutan temel gereksinimlerden ziyade bu gereksinimleri edinimdeki ulaşılabilirlik esastır. Fırsat eşitliği gibi kavramlarla anlamlandırılmaya çalışan ve fakat temelde dini mitlerden edinilmiş haklar ve hukuk, sürekliliğini bilim, sanat ve felsefi gelişmeler ile kurguladığı düşünülse de coğrafya ve enerji tedariki ve dolayısıyla ekonomi ana mihengidir. Hak ihlallerinin ve hukuksuzluğun en yoğun görüldüğü coğrafyalar, iç ve dış unsurlarca oluşan yaşamsal durumun tehlikeye dönüştüğü toplumlardadır. İç ve Dış Savaş olarak niteleyebileceğimiz bu gibi durumları yaşayan toplumlarda güvenliğin en şiddetli sarsıldığı ve onarılması en güç hak ihlallerinin gerçekleştiğinden bahsedebiliriz.

Can güvenliğinin, mal güvenliğinin, hürriyet, eğitim, fikir, inanç güvenliği ve güvenilirliğinin bozulduğu toplumlardaki insan hakları ihlallerinin hemen her alanda hiçe sayılmış olması insan hakları hususunda güvenliğin ne derece önemli olduğunu anlamamız için bizlere somut deliller sunmaktadır.

Arap Baharı olarak ifade edilen süreçte insanların haklarından güvenlik zafiyetleri sebebiyle kurumsal kültürü tamamlamış olan diğer ülkelere göç ettiklerine tüm dünya ile birlikte bizlerde şahit olduk. Hemen ardından yaşanan ve halen devam etmekte olan Suriye iç ve dış savaşı sürecinde ise yine can güvenliği kalmamış olan insanların akın akın başka ülkelere göç ettiklerine tanık olduk, oluyoruz. En temel hak olan yaşam hakkının dahi çiğnendiği bu kaos ortamında sözde ileri olan dünya ülkelerinin nasıl üç maymunu oynadığına da ayrıca tanık olduk.

Göç hareketleri sosyal, siyasal ve ekonomik nedenlerinin yanında güvenlik boyutu açısından da incelenmesi gerekmektedir. Türkiye’de ve ülkeler arası göçe baktığımız zaman göç hareketleri genellikle, ekonomik sebeplerden kaynaklandığı belirtilirken, güvenlik nedenleri de göç hareketlerine neden olduğu bilinmelidir. İç savaş, baskı, iç karışıklık, hayat şartları, güvensizlik ortamı, gelir düzeyinin düşük olması gibi sorunlar güvenlik nedenlerinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Güvenlik nedenleri göç politikalarını değiştirmiş ve ülkelerin bazı göçleri uluslararası bir güvenlik tehdidi olarak kabul etmesine neden olmuştur. Bunun sonucunda ise göç ve güvenlik kavramları birbirleri ile ilişkili olarak analiz edilmiştir. Ülkelerin genelinde artan nüfus eğilimleri 2000 yıllara gelindiğinde göç alanında güvenlik boyutunu daha detaylı olarak ele alınmasını sağlamıştır. Bu bağlamda ülke genelinde güvenlik boyutu kapsamında çok denetleyici ve engelleme amacıyla politikalar geliştirilmektedir. Ülkemiz adına daha çok sınır güvenliği politikalarının oluşturulduğu görülmektedir (Gök, 2016:65-82).

Suriye’de iç savaşın başlaması ile birlikte Ortadoğu’da yeni bir göç dalgalanması başlamıştır. Suriye’den bölgeye dağılan göçü ilk hareketlendiren ve büyüten neden güvenliğin tamamen ortadan kalkmasıdır. Suriye’ de yaşanan iç savaşlar, zulümler, katliamlar giderek artan bir eğilim gösterdiğinden yerleşik nüfus önce güvenli yerlere göç etmiş daha sonra da ekonomik, sosyal ve siyasal bakımdan daha iyi şartlar aramaya ve yeniden göç etmeye çalışmıştır. Suriye’de yaşanan krizden dolayı hiçbir mültecinin Batı ülkelerine getirilmeyeceğini ve gelenlerin geri gönderilmesini gerektiği söylenerek göçün etki alanını daraltılmıştır. Göç bölgesinde ve göç alanındaki etki daha büyük güvenlik sorunlarına neden olmuştur. İnsan Güvenliği ise ilk defa insani gelişme raporunda ele alınmıştır. Bu kapsamda sağlık güvenliği, siyasal güvenlik, gıda güvenliği, çevre güvenliği, toplum güvenliği, birey güvenliği ve iktisadi güvenlik olarak ele alınmıştır (Gök, 2016:7).

AB ülkelerine güvenlik nedeniyle gelen göçmenler bir tehdit olarak görüldüğünden bu haklardan yararlandırılmayıp geri gönderilmişlerdir.

“Kuşak ve Yol Projesi” karşısında “Yeşil Kuşak ve Yol” Projesi

Geçtiğimiz günlerde yapılan G7 Zirvesi ve ardından gerçekleşen NATO zirvelerinde temel mesajlar yolsuzlukla mücadele, kara para trafiğinin önlenmesi, finansal şeffaflık, temiz toplum gibi konularda oldu. Her iki zirvenin sonuç bildirgelerinde bu hususlar detaylarıyla yer aldı. Özellikle G7 Zirvesinde vurgulanan “Yeşil Kuşak ve Yol Girişimi Projesi” üzerinde dikkatle durulması gereken bir konudur.

Bu proje, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi olarak adlandırdığı, Doğu Asya’dan Avrupa’ya uzanan demiryolları, boru hatları, sınır geçişleri, deniz taşımacılığı güzergahları ve özel ekonomik bölgeler ağı oluşturmayı amaçlayan devasa bir altyapı projesine alternatif olarak sunuldu. Bugün altmıştan fazla ülke Kuşak ve Yol projelerine imzalamış ve yüzden fazla ülke de ilgi göstermektedir. Buna rağmen Kuşak ve Yol’un birçok ülkenin geri ödemekte zorlandığı düşük faizli kredileri kullanan “borç tuzağı diplomasisi” olduğunu iddia edilmektedir.  Ayrıca Kuşak ve Yol’un yolsuzluk kültürünü beslediği iddia edilmektedir. Şeffaf olmayan ihale süreçleri, Kuşak ve Yol Girişimi’ne katılan ülkelerin yalnızca Çinli firmaları işe alma zorunluluğunun olması gibi konular tartışılmaya devam etmektedir.

Gelişmekte olan ülkelerdeki Çin’in geleneksel ortakları, altyapı projeleri için gelen milyarlarca dolarlık fon akışının ardından giderek Pekin’e yönelmişlerdir. Pekin, Kuşak ve Yol’un 2013’teki başlangıcından bu yana 770 milyar dolardan fazla yatırım yapmıştır.

Proje sayesinde Çin devletine ait şirketler yapmış oldukları yatırımlar ve verdikleri krediler ile Doğu Afrika, Güney Asya, Orta Asya gibi coğrafyalara geniş çaplı ekonomik büyüme sözü vermişlerdir. Proje kapsamında Çin bankaları ve şirketleri, dünya çapında yollar, enerji santralleri, limanlar, demiryolları, 5G ağları ve fiber optik kabloları finanse etmeye ve inşa etmeye çalışmaktadırlar. Projenin bir parçası olarak Çin, Sri Lanka’da Hambantota, Bangladeş’te Payra ve Pakistan’da Gwadar’ın derin limanlarının geliştirilmesine kaynak aktarmıştır.

Yeşil Kuşak ve Yol Projesi ise daha çok düşük ve orta gelirli ülkelerde iklim değişikliğinin etkilerini yavaşlatmak ve bunlara uyum sağlamak için küresel bir altyapı projesi olarak tanımlanmaktadır.

G7’nin ve NATO’nun Yeşil Kuşak ve Yol Girişimi, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne rakip olmayı ve Pekin’in büyüyen ekonomik ve siyasi nüfuzunu engellemeyi amaçlamaktadır.

Bu proje ile gelişmekte olan ülkelerde yapılacak her projenin ekonomik etkisinin yanı sıra finansal şeffaflığı ve çevresel sürdürülebilirliğine öncelik verilmesi amaçlanmaktadır.

Çin, dünya çapında uzun vadeli iklim ve kalkınma hedefleriyle uyumlu olmayan ulusal hükümetlerin isteklerini karşılamakta, onların iç işlerine karışmamaktadır.

Kuşak ve Yol Projesi’ne yönelik eleştiriler dikkate alındığında, “Yeşil Kuşak ve Yol” kesinlikle şeffaflık ve yolsuzlukla mücadeleye güçlü bir bağlılık içerecektir.

G7 zirvesinden sonra yayınlanan nihai tebliğin bir parçası olarak açıklandığı üzere, Çin’in Afrika ve Güney Asya üzerindeki etkisini ortadan kaldırmayı ve gelişmekte olan ve yoksul ülkelere acilen en az 100 milyar dolarlık yatırım yapılması amaçlanmaktadır.

Yeşil Kuşak ve Yol Girişimi batıdan doğuya güç kaymasının olduğu bir dönemde, düşmekte olan batının yükselişte olan Doğu karşısındaki Çin’in Kuşak ve Yol Girişimine tepkisel bir proje olarak karşımıza çıkmaktadır.  ABD bu proje ile hala güçlü olduğunu ve kendisini yeniden güçlendirme kapasitesine sahip olduğunu ortaya koymaktadır.

Her iki projeye Türkiye açısından bakıldığında, Türkiye’nin bölgesinde otonom davranışlarının kabul göreceği ve kendi çıkarlarını özgürce savunabileceği bir tarafta yer alması kuşkusuzdur fakat bu ortamda Türkiye’nin oyun kurma şansının henüz olmadığı söylenebilir. Türkiye’nin otonomisini sağlamanın en etkili yolunun hala güç dengelerinde kapasitesi yüksek kampta yer almak ya da yakın olmak şeklinde söylenebilir.

Türkiye’nin güncel pozisyonuna aşı metaforu üzerinden bakacak olursak, ülke ilk olarak Çin tarafından üretilen Sinovac aşısı ile aşılama faaliyetine başlamışken bugün Batı tarafından üretilen Biontech aşısı ile devam etmektedir. Bu dahi uluslararası sistem içindeki pozisyonunuzu etkilemektedir. (Aşı kartı, seyahat kısıtlamaları vs.) Bu konuda bir örnek vermek gerekirse; İkinci Dünya savaşında atom bombasını elde etmek için yarışan ülkeler, bugün de en etkili aşıyı bulmak için yarışmaktadırlar. Güçlü aşısı olan savaşı kazanacaktır.  İkinci dünya savaşı sırasında atom bombası uluslararası sistem üzerinde nasıl bir etki doğurduysa bugün de aşı aynı etkiyi doğuracaktır. Sonuç olarak Türk aşısı kullanılmaya başlandığı gün Türkiye’nin görece olarak bu projeler karşısında daha bağımsız davranması mümkün olacaktır.

Ekonominin yönünü yeşil enerji belirliyor

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez Enerji Piyasaları İşletme AŞ (EPİAŞ) bünyesinde geçtiğimiz ay başında devreye giren ve şimdi ise yenilenebilir kaynak bazında işleme açılan YEK-G Sistemi ve Organize YEK-G Piyasası ile ilgili yaptığı konuşmada, sistemin yenilenebilir enerji kaynaklarının gelişimine önemli katkı sağlayacağını söyledi. Türkiye’nin yenilenebilir enerji kapasitesinin mayıs sonu itibarıyla 51 bin 388 megavata ulaştığını ve toplam kurulu gücün yüzde 52,7’sini oluşturduğunu aktaran Dönmez, “Kurulu güçteki bu artışımız elektrik üretimimize de yansıdı. 2002’de yüzde 26 olan yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimi oranımız son 3 yılda yüzde 40-45 bandına geldi.” diye konuştu. Dönmez, böylece Türkiye’nin yenilenebilir enerjiden elektrik üretiminde 2023 hedefine bugünden ulaştığını söyledi. Devreye giren YEK-G sistemi ve piyasasıyla yenilenebilir enerjinin teşviki ve geliştirilmesi için önemli bir adım daha atıldığını dile getiren Dönmez, şunları kaydetti: “YEK-G gönüllülük esasına dayanacak. Üreticilerimize ve tüketicilerimize kullandıkları elektriğin kaynağını seçme alternatifi sunuyoruz. Böylece yeşil enerji kullanımının bilinçli bir seçenek haline gelmesini sağlayacağız. Bireysel tüketicilerden büyük ölçekli kuruluşlarımıza kadar yenilenebilir enerji kaynaklarını tercih edenler, artık YEK-G ile bu seçimlerini belgelendirebilecek. Böylece üretimden tüketime kadar her aşamada elektriğin hangi yenilenebilir kaynaktan üretildiğini takip edebilecek. Tüketiciler artık satın aldığı elektriğin kaynağını bilecek. Bunu bir sertifikayla ispat edecekler. Üreticiler de portföylerinde yenilenebilir enerji bulundurduklarına dair yükümlülüklerini böylece doğrulamış olacaklar. Yenilenebilir enerjide artık her aşama kayıt altında olacak.”

Dönmez, YEK-G sisteminin yüzde 100 yerli imkanlarla blok zincir teknolojisi kullanılarak oluşturulduğuna işaret ederek, “Üretilen her 1 megavat elektrik üretimine karşılık özel bir kod tanımlanacak. Bu da sistemin veri doğruluğunu ve takibini sağlayacak. 21 Haziran itibarıyla 100 piyasa katılımcısının 127 yenilenebilir enerji santrali sisteme kaydını yaptı. Bunların 53’ü üretim, 47’si tedarik lisansına sahip. 1 Haziran’da devreye aldığımız sistemimizde bugüne kadar 5,2 teravat/saatlik YEK-G belgesi ihraç edildi.” ifadelerini kullandı.

YEK-G piyasasının iki farklı aşamaya sahip olduğunu belirten Dönmez, ilk aşama olan YEK-G sisteminde elektriğin EPİAŞ tarafından kaynağına göre sertifikalandırılacağını, üretici adına kaydının yapılacağını ve ihraç edileceğini anlattı. Dönmez, ikinci aşama olan YEK-G piyasasına ilişkin ise “Burası organize bir piyasa. EPİAŞ tarafından işletilecek. Üretilen sertifikalar organize piyasalarda işlem görerek el değiştirecek. Burada fiyat organize piyasada kaynağa bağlı olarak oluşacak. Organize piyasa ayda bir işleme açık olacak.” değerlendirmesinde bulundu.

Organize YEK-G piyasasında hidroelektrik, rüzgar, jeotermal, biyokütle ve güneş enerjisinin kaynaklarına bağlı olarak ayrı ayrı işlem göreceğini kaydeden Dönmez, kaynağa bağlı olarak farklı YEK-G belge fiyatları oluşacağını dile getirdi.

Yeşil enerjinin artık ekonomilerin gidişatını belirleyen, oluşturan, onlara yön veren bir niteliğe kavuşmaya başladığını anlatan Dönmez, ülkelerin son zamanlarda iklim değişikliğiyle mücadele için yenilenebilir enerjide önemli düzenlemeleri hayata geçirdiğini belirtti.

Dönmez, bu düzenlemelerden birinin Avrupa Birliği’nin (AB) yayımladığı Yeşil Mutabakat olduğunu anımsatarak, “İlerleyen dönemde YEK-G, AB’nin karbon vergisi yükümlülükleri ve sınırda karbon vergisine karşılık kullanılabilecek. Kaynak ifşası ve bunun sertifikalandırılmasıyla, yenilenebilir enerji, üreticilerimiz için yeni bir ihracat kapısı olacak. YEK-G şirketlerimiz için yeni bir kar kapısı oluştururken, bizim için de enerjide merkez ülke Türkiye hedefimize yönelik önemli bir adım daha olacak. Türkiye’nin yurt dışına açılan yeni gümrük kapılarından biri de YEK-G olacak.” diye konuştu.

Bunun için Bakanlığı, EPİAŞ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının başını çektiği bir çalışma grubunun görüşmelerini sürdürdüğünü bildiren Dönmez, firmaların karbon salınımlarının kayıt altına alındığını, raporlandığını ve doğrulandığını ifade etti.

Dönmez, bundan sonraki sürecin piyasanın kurulması ve mekanizmanın işletilmesine yönelik olacağını ve hazırlık sürecini yakından takip ettiklerini söyledi. Yenilenebilir enerji kullanımını belgeleyen şirketlerin yurt içi ve yurt dışındaki muadillerine göre rekabet açısından daha güçlü bir konuma geleceğini vurgulayan Dönmez, “Sosyal sorumluluk, çevre bilinci ve karbon ayak izinin azaltılmasına yönelik atılan bu adım şirketlerimizin marka değerine de olumlu katkılar sunacak. İtibar yönetiminde önemli bir enstrüman olacak. Firmalarımız, sürdürülebilirlik raporlarında YEK-G belgelerine yer verebilecek. Çevreye karşı duyarlılıklarını bu şekilde kanıtlamış olacaklar.” dedi.

Dönmez, piyasada gerçekleştirilen ilk işleme ilişkin, “Organize YEK-G Piyasasında ilk eşleşme jeotermal enerjide oldu. İlk eşleşmede megavat/saati 5 lira olmak üzere 10 adet YEK-G Belgesi oluşturuldu.” ifadelerini kullandı.

Akıllı ve akılcı diplomasi nasıl olur/olmalı..!

Adamın biri Afrika’da safariye çıkarken, yanına minik köpeğini de almış.

Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş.

Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki, karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki, günlük yiyeceğini arıyor.

– Şimdi başım dertte, diye düşünmüş köpekçik…

Etrafına bakmış ve yerde kemik parçalarını görmüş.

Hemen arkasını leoparın geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlamış.

Bir yandan da arkadaki leoparın hareketlerini kestirmeye çalışıyormuş.

Leopar tam saldıracakken, minik köpek kendi kendine konuşmuş:

– Ne kadar lezzetli bir leoparmış.

 Acaba etrafta bundan bir tane daha var mı ki..?

Bunu duyan leopar bir anda donup kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış ve;

– Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım, diye düşünmüş…

Bütün bunlar olup biterken, başka bir ağacın üstündeki maymun olup biteni izliyormuş.

Kendisini leopardan kurtarmak için hemen düşünmeye başlamış.

Leoparın yanına giderek neler olduğunu/küçük köpeğin kendisine nasıl bir oyun yaptığını anlatmış.

Leopar, köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna, “atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım” demiş.

Hala az önceki yerde duran minik köpek, bakmış ki, kızgın leopar sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaşıyor.

Eyvah ki eyvah…

En kritik an; ölmek veya yaşamak…

Hızla ne yapacağını düşünürken, kaçmaya da kalkmamış.

Bunun yerine, ilk yaptığı gibi yapıp arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri kemirmeye devam etmiş.

Tam leopar saldıracakken, leoparın duyacağı şekilde yine kendi kendine konuşarak;

–”Şu aptal maymun da nerede kaldı?

Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok..!”

Neden anlattım…

Tam da, ince/akıllı-akılcı/ sonuç alıcı ve çözüm getirici diplomasiye ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde;

Küresel Güçlerce yalnızlaştırılmış bir Türkiye oluşturulmaya çalışılırken,

Dost denen ülkelerden hasımlık mermileri gelirken,

Ve de güncelde, Cumhurbaşkanımız ABD Başkanı Biden’le görüşmeye giderken, “neler önemlidir/nelere dikkat etmeliyiz ve neleri gözden kaçırmamalıyız” hususu öne çıkmakta ve çok büyük önem arzetmektedir.

(gerçi, diplomasi her zaman ve hep ihtiyaç duyulan, önemi hiç değişmeyen bir enstrümandır ama ben yine de, fıkra-diplomasi korelasyonuna devam edeyim.)

Hal ve ahval böyleyken;

Zamanında sergilenen sakinlikle,

Yerinde hızlı düşünerek,

Gerekli koşul ve durumda, ikna edici şekilde gücünü gösterip/güçlü görünerek,

Ve son tahlilde; hasmını/düşmanını ve karşı müzakereciyi yenmek,

Veya görüşmeden kazançlı yahut da kayıpsız çıkmak için,

Yani, rakibi kendi silahıyla vurabilmek adına, nasıl davranılması gereğine örneklik teşkil ettiği için, paylaştım fıkrayı…

‘Yunus Emre ve Türkçe Yılı’ ile hakikat

Türk kültür ve tarihinin yansıtıldığı romanlardan tanıdık ‘Bizim Yunus’u… Yunus ile beraber aynı dönemde yaşayan efsanevileşmiş halk kahramanı ve kanaat önderlerinin değerlerini ve kötülükle iyilerin nasıl bir yaşam savaşı verdiklerini de değerli aktarımlarla zihnimize kazıdık.

2011 yılında İskender Pala’nın kaleme aldığı “Bir Yunus Romanı OD” eserinin kritiğini Yıldız Teknik Üniversitesinde Yüksek Lisans yaparken sevgili hocamız Prof. Dr. Selim Hilmi Özkan’ın dersinde makale olarak hazırlamıştım. Kitabı okurken tarihin dehlizlerine naif bir yolculuk gerçekleştirirken, Yunus benim için ‘Bizim Yunus’ oluvermişti.

UNESCO, Yunus Emre’nin vefatının 700. sene-i devriyesinde 2021 yılını Yunus Emre’ye adayarak, bu senenin ‘Bizim Yunus Yılı’ olarak ilan edilmesine vesile oldu.

Türkiye başta olmak üzere Azerbaycan, Bosna Hersek, Kuzey Makedonya ve Özbekistan’ın bu konunun imarları arasında olması da unutulmamalıdır.

Bizim Yunus’un dilinden Anadolu coğrafyasının insanını ve toplumsal değerlerini yakından tanıma fırsatı yakaladık ve bu yılın UNESCO yılı olması sebebiyle tüm dünyaya da hem değerlerimizi hem dil zenginliklerimizi anlatabilme şansı yakaladığımızı ve buna paralel olarak çok güzel şekilde bu fırsatı değerlendirmemiz gerektiğinin altını çizmek isterim.

Bu coğrafyanın hasbel kader bildiği arif ve erenlerini de ilmik ilmik işleyerek dünya kamuoyuna bir ayna misali aktarmalıyım/aktarmalısın/aktarmalıyız.

Yunus Emre döneminde coğrafyamız insanının düzen kurma gereksinim ve telaşında olan sivil yaşamın dertleri ve geçirdikleri travmaları da gözden geçirerek günümüz ile kıyaslayarak öz eleştiride bulunmayı da ihmal etmemeliyiz.

Her okuduğumuzdan, her anlatılandan gurur duymak yerine bazı esas ve hakikatlerden de ders almak zaruriyeti içerisinde olmalıyız.

O vakit öngörememekten dolayı yaptığımız hatalara yenilerini ekleme hastalığından da kurtulabiliriz.

Şimdi eserimize dönelim…

Bir Yunus Romanı OD eserinde kimler vardı?

Kimler yoktu ki!

Ölmüş olmasına rağmen Yunus’un hayallerinde olan, rehberi ve yol arkadaşı Sitare ana kahramanımız diyebilirim.

Ayrıca eserde, Çekik Göz (Moğollar), Molla Kasım, Temür Alp Ata, Satı Nine, Sitare, İsmail, İbrahim, Aslanlı Hünkarı, Tapduk Emre, Çelebi Faruk, Geyikli Baba, Turakçın Derviş, Dört Abdal, Ana Bacı ve de hayvanlar ile bir sürü karakter vardı.

Tabi kitap ile alakalı yapmış olduğum kriteri buradan anlatmaya çalışsam yazı işleri müdürümüz ayrı, genel yayın yönetmenimiz ayrı tepki verecektir. Bu kadar uzun yazı olmaz şablonumuzu, planlarımızı ve sayfa düzenimize saygı lütfen Ferhat beyikazı sebebiyle eser ile alakalı yapmış olduğum akademik kritiği internet ortamında sizlerle paylaşacağım.

Fakat Bizim Yunus’un sevgiden, emekten, umuttan, yaşam ve ölüme birçok husustaki yaklaşımlarından birkaç alıntıyı sizlerle buradan paylaşmadan da edemeyeceğim.

Eserde, Yunus’un Sitare’si ile olan süreci işlenmektedir. Sitare’yi nasıl sevdiği ve bu sevginin nasıl karşılık bulduğunu anlatıyor Yunus. Aşk mefhumunu anlamlandırıyor onu anlatırken, varlığına nasıl anlam kattığını ve yaratıcının yarattıklarını sevmesindeki hakikati yorumlayarak izah ediyor. Birlikteliğin ne ve nasıl olması gerektiğini söylüyor eserde Molla Kasım aracılığı ile bizlere. Ve olumsuzluklar ardından Hacı Bektaş-ı Veli’nin varlığı ve eylemlerinden haberdar olmasıyla bir hoş oluyor Yunus.

Ayrıca bizleri Sitare’nin yorum ve değerlendirmelerini öncelikli tutan bir erkek profili ile tanıştırıyor. Yunus, kadın’ın sadece aşk ve ihtiyaç duyulan varlığına inat anlam ve akıl ile bir bütünleştirme oluşturuyor.

Hacı Bektaş-i Veli’yi anlatıyor bu defa Yunus. Dergah’ın kültürünü Hû, Hû’leri, Ya Hay, Ya Hû’leri Hu’arı ve Hay Hay’ları… “Hay’dan gelen Hû’ya gider.” tüm ülkemizde neredeyse bilinen en eski deyişlerden olan bu ifade hakikati bakımında yanlış yorumlanmış ve yanlış yerlerde kullanılmaktadır. Boş ve emeksiz gelmiş olan bir değerin yine boşluğa ve emeksizce ziyana gidişinin ardından genellikle bu ifade kullanılır. Fakat bu mottonun hakikati, kullanım yeri gibi buharlaşmıştır. Bu hakikat özellikle bu sloganı yeniden aslına ulaşmamız için imkân sağlıyor.

“Hay’dan yani Allah’tan gelen yine Hû’ya Allah’a gider…”

Yaşamsal ihtiyaçlarını tedarik için kapı çalan Yunus, o kapıda öğrendiklerinin ne denli güzel olduğunu ve Bektaş-i’nin topluma yaklaşımındaki hassasiyeti ile her geçen gün nasıl da ulaştığı canların arttığını anlatıyor. O kapının sadece karın doyurmalık değil gönül doygunluğunun kapısı olduğu işleniyor. Bu bağlamda ise Yunus’un Bektaş-i’den istifade ettiği ve kendisi için ne denli önemli olduğu vurgulanıyor.

Eseri okuduğunuzda, sevginin renklerini, Aşk’ın mucizelerini, Umudun tükenmeyişini, Geleceğin muhakkak gelecek olduğunu okuyucuya gizli bir anlatımla sunulduğunu göreceksiniz.

Kıssadan hissemiz ise “ve emin oluyoruz… yaklaşıyor yaklaşmakta olan!”

Müsilaj sorunu kökünden çözülecek

0

İstanbul Teknik Üniversitesi’nden (İTÜ) bir grup bilim insanı, Marmara Denizi’ni tehdit eden müsilaj (deniz salyası) sorununa ilişkin tespitleri ve olası çözümleri içeren teknik bir değerlendirme raporu açıkladı.

İTÜ öğretim üyelerinden Prof. Dr. İsmail Koyuncu, Prof. Dr. İzzet Öztürk, Prof. Dr. Mustafa Yanalak, Prof. Dr. Özcan Arslan, Doç. Dr. Ebru Dülekgürgen, Doç. Dr. Mustafa Evren Erşahin ve Dr. Öğr. Üyesi Türker Türken’in müsilaj sorununa ilişkin görüş ve öneriler yer alıyor.

Müsilaj oluşumu ve sebep olduğu zararlarla ilgili analiz modellerinin de yer aldığı raporda, İTÜ Uydu Haberleşme ve Uzaktan Algılama Merkezi (UHUZAM) tarafından sağlanan uydu görüntülerine de yer veriliyor.

Teknik raporda müsilaj sorununun nedenleri ortaya konuyor

Güncel verilerine göre, Marmara Denizi havzasındaki belediye atık sularının %53’ü mekanik arıtma, %42’si ileri biyolojik (C, N, P giderimle) arıtma, %5’i ise biyolojik (C, kısmi N, P giderimli) arıtma sonrası denize deşarj edilmektedir.

Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı’nda yürütülen modelleme çalışmaları sonuçlarına göre, Marmara’da ötrofikasyon kontrolü ve alt tabakadaki çözünmüş oksijen seviyesinin daha da kötüye gitmesinin önlenmesi; diğer bir deyişle, alıcı ortamın yüzme su sporları ve balıkçılık gibi amaçlarla kullanımının sağlanması için, başta İstanbul olmak üzere Marmara’ya yapılacak bütün noktasal atıksu deşarjları öncesi biyolojik C, N ve P giderimli arıtma uygulanması önerilmektedir.

Son 10 yılda başta İstanbul, İzmit ve Bursa olmak üzere Marmara’ya yapılan kentsel ve endüstriyel atıksu deşarjları öncesi biyolojik N ve P giderimli arıtma uygulamaları hız kazanmıştır. Söz konusu uygulamaların sonucu olarak özellikle Haliç, İzmit ve Gemlik Körfezlerinde belirgin su kalitesi iyileşmeleri sağlanmış ve biyo-çeşitlilik artmıştır. Ancak Yenikapı, Kadıköy, Küçükçekmece ve Büyükçekmece Ön Arıtma Tesisleri çıkış sularının deşarj edildiği Büyükçekmece Baba Burnu ~ Tuzla Yarımadası aksı kuzeyi ile su alışverişinin sınırlı olduğu İzmit Körfezi doğu bölgesinde alt tabakadaki çözünmüş oksijen seviyelerinin < 2 mg/L olduğu gözlenmektedir.

10 maddede müsilaj sorununa çözüm önerileri

1. Marmara Denizi’ni, Boğazları ve deniz bağlantılarını içine alan Marmara Havzası bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmelidir.

2. Marmara Denizi’nde müsilaj oluşum süreçlerini arttıran kirletici yüklerinin azaltılması için disiplinlerarası bilimsel temelli bir yaklaşım uygulanmalı ve üniversite-kamu-sanayi-özel sektör-STK işbirlikleri geliştirilmelidir.

3. İleri Biyolojik AAT çıkış sularının azami oranda kentsel yeşil alanların (varsa tarım alanlarının) sulamasında ve/veya endüstride kullanılarak, Marmara’ya verilen atıksu miktarının azaltılması sağlanmalıdır.

4. Atıksu arıtma tesislerinde geri kazanıma öncelik verilmelidir. Bu kapsamda yenilikçi, az yer kaplayan ve enerji verimliliği yüksek atıksu arıtma proseslerinin uygulanmasına geçilmelidir.

5. OSB ve tekil sanayi tesislerinin etkin izleme ve denetimlerle öncelikli ve tehlikeli maddeleri belediye kanal şebekesine deşarj etmeleri önlenmelidir.

6. Marmara Denizi üst tabakasında ekolojik şartların oluşumu desteklenmelidir. Karadeniz, Marmara ve Ege Denizi arasındaki balık göçüyle balık sığınma/yumurtlama alanları korunarak bu bölgelerin sürdürülebilirliği sağlanmalıdır.

7. Su kalitesi sürekli takip edilmeli, evsel ve endüstriyel AAT deşarjlarının izleme, denetim ve yaptırım kapasitelerinin geliştirilerek, standartlara uygun olarak işletilmeyen tesislere caydırıcı yaptırımların uygulanması ile izleme verilerinin paylaşımı sağlanmalıdır.

8. İleri biyolojik atıksu arıtma tesislerinin işletiminin, uzman özel sektör firmalarınca, asgari 8-10 yıllık sözleşmelere dayalı olarak işletilmeleri yaygınlaştırılmalıdır.

9. Özellikle müsilaj ve kirlenmenin izlenmesi için farklı mekânsal ve zamansal çözünürlüklerde uydu görüntüleri temin edilmelidir. Aktif uydu sistemleri incelenerek çalışmalara entegre edilmelidir.

10. Marmara Denizi ve Havzası için karar destek sistemi olarak da hizmet edecek dinamik bir Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS) kurulmalıdır. Marmara Denizi ve etkileşimde olduğu alanlar hakkında sürekli olarak güncel bilgi üretilmeli, bu alanlardaki yapılaşma ve meydana gelen değişim belirlenmeli ve Marmara Denizi ekosistemine olan etkiler ortaya konulmalıdır.