19.5 C
İstanbul
Pazar, Haziran 8, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 35

Depozito İade Sistemi’yle Hem Çevre Hem Tüketici Kazanacak

Çevresel sorunları azaltacak Depozito İade Sistemi sayesinde atıkların, hammaddeye dönüşeceğini söyleyen PAGEV Başkanı Yavuz Eroğlu, “20 milyar adet içecek ambalajı geri dönüştürülerek ekonomiye yıllık 1.4 milyar lira kazandırılacak” dedi

Plastik, cam, metal-alüminyum ve karton atıkların çöpe değil, geri dönüşüme gitmesini sağlayacak Depozito İade Sistemi (DİS), 2022 yılında devreye girecek. Çevresel sorunları azaltması beklenen DİS’in, geri dönüşüm sektöründeki yatırımları hızlandırması bekleniyor. Çevreyi korurken, ekonomiye katkı sağlayacak DİS hakkında bilgi veren PAGEV Başkanı Yavuz Eroğlu, sistemin doğru işlemesi halinde Türkiye’de her yıl 1 milyon ton ilave atığın oluşmasının önüne geçilebileceğine dikkat çekti. Depozito İade Sistemi ile tüketicinin, geri dönüşüme teşvik edileceğini belirten Eroğlu “Önümüzdeki yıl yürürlüğe girecek uygulamayla birlikte tüketiciler, ürünleri satın alırken ürün bedeliyle birlikte belirlenen depozito iade ücretini de satış noktasına ödeyecek. Depozito sistemi, tüketiciyi ürünün fiyatı dışında ödenen bedeli geri alabilmek için sistemin belirlediği market veya diğer toplama noktalarına yönlendirecek, tüketici depozite bedelini geri alabilmek için atığı iade edecek. İade bedeli para ya da alışveriş puanı olabilir. Depozito sistemiyle birlikte tüketici için parasal değer ifade edecek atıklar, çevreye çöp olarak atılmayacak ve böylece toplama merkezlerine götürülüp hammaddeye dönüştürülebilecek. Hem çevre korunacak hem ülke ekonomisi kazanacak. Depozito uygulaması, temiz ve geri dönüşüme uygun hammadde elde edilmesine olanak sağlayarak sektörün gelişimini hızlandıracak” şeklinde konuştu.

HEDEF 20 MİLYAR İÇECEK AMBALAJI DÖNÜŞTÜRMEK

Parklara, bahçelere, denizlere atıldığında çevresel kirliliğe yol açan atıklar, Depozito İade Sistemi’yle birlikte parasal değer kazanacağından tüketiciler açısından kıymete binecek. Türkiye’de yıllık 20 milyar adet içecek ambalajının kullanıldığını ve bunun 9 milyarının PET ambalajlardan oluştuğunu dile getiren Eroğlu, DİS ile söz konusu atıkların geri dönüşüme kazandırılması halinde ekonomiye yılda 1.4 milyar lira katkı sağlanabileceğinin altını çizerek sözlerine şöyle devam etti: “Depozite sisteminin 3 sonucu olur. Birincisi ürünü satın alırsınız, kullandıktan sonra atığını iade edip depozito bedelinizi geri alırsınız. İkincisi ürünü alırsınız, kullandıktan sonra iade etmezsiniz ve depozito bedeli sisteme yani devlete kalır. Devlet o parayı, geri dönüşüm sisteminin büyümesi ve çevrenin korunması için kullanır. Üçüncü şıkta ise ürünü alırsınız ve kullandıktan sonra iade etmeseniz ama depozito bedeli için atık toplayan birilerine verirsiniz. O kişi de depozito bedelini almak için atığı toplama merkezine götürür ve depozito iade parasını kendisi alır. Her üç şıkta da ambalajların etrafa atılması engellenerek çevrenin korunması sağlanırken hem tüketicinin hem geri dönüşüm sektörünün kazandığı sistem çalışmış olur.

Türkiye’deki genç nüfusun tüketim alışkanları sebebiyle her yıl kullanılan içecek ambalajı miktarının arttığını ve rakamların kişi başı yılda 279, toplamda ise 20 milyar adet olduğunu ifade eden Eroğlu, “2030 başlarında rakamın toplamda 30 milyara çıkacağı öngörülüyor. Dolayısıyla çevreyle uyumlu büyüme modeli için depozito sistemi zorunluluktur. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, sisteminin altyapısını oluşturmak için uzun süredir detaylı çalışma içerisinde. Bu süreçte 30 Aralık 2020 tarihli Resmi gazetede, depozito ile ilgili Çevre kanununda değişiklik yapıldı. Çevre Ajansı kuruldu ve Zorunlu Depozito uygulamasına geçiş kararı alındı. Türkiye Çevre Ajansı, sürecin mali ve idari denetimini yaparak sürdürülebilirliğini ve güvenliğini sağlayacak yetkilerle donatıldı. Ambalaj atıkları kontrolü yönetmeliğine göre 1.1.2022 tarihinde cam, alüminyum ve pet ambalajlarının, zorunlu depozito kapsamına girdiği kesinleşti” açıklamasında bulundu.

Akkuyu NGS’nin 4. Ünitesinin Temel Çalışmalarına Başlandı

Türkiye’nin ilk nükleer güç santrali (NGS) olan Akkuyu NGS sahasında 4. Ünite’nin inşası için hazırlıklara başlandı.

Çalışmalar, Türkiye Cumhuriyeti Nükleer Düzenleme Kurumu’nun 30 Haziran 2021’de verdiği Sınırlı Çalışma İzni uyarınca yürütülüyor. 4. Ünite’nin reaktör binası inşası, türbin binası, yardımcı reaktör binası ve diğer ana tesislerinin inşası için başlayan çukur kazma çalışmaları, 655 m2’lik bir alan üzerinde yapılıyor. En alçak noktada çukur derinliği yaklaşık 12,5 metre olacak. İşçilerin toplamda yaklaşık 600 bin metreküp toprağı taşıması bekleniyor. Çukur kazma çalışmaları, kayalık zeminin arındırılması ve kazılmasının yanı sıra drenaj kurulumunu da kapsıyor.4. Ünite inşaat alanında halihazırda ekskavatörler, damperli kamyonlar, sondaj makineleri gibi 20’nin üzerinde iş makinesi bulunuyor.

AKKUYU NÜKLEER A.Ş Genel Müdür Birinci Yardımcısı ve NGS Yapı İşleri Direktörü Sergei Butckikh konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamada “Bu yıl, 4. Ünite için inşaat lisansı almayı ve önümüzdeki yılın başlarında ünitede tam ölçekli inşaat çalışmalarına başlamayı umuyoruz. Yılsonuna kadar reaktör ve türbin binalarının temel plakaları için beton dökme işlemine başlanacak, ardından plakalar güçlendirilecek. Böylelikle Akkuyu NGS, aynı anda dört güç ünitesinin inşa edileceği dünyanın en büyük nükleer inşaat merkezi olacak. Bu, dünya nükleer sanayi tarihinde benzeri olmayan bir durum. NGS’nin dört güç ünitesinin eşzamanlı inşası, yüksek kaynak konsantrasyonu gerektirecek ancak bunun için tamamen hazırız” dedi.

Çukur kazma süreci kapsamında, zemin iyileştirme çalışmaları da yapılıyor. Bu kapsamda, masife su-çimento karışımı pompalanıyor ve bazı alanlarda jet grouting yöntemi kullanılıyor.

Kömürlü Termik Santraller Elektrik Üretiminin Lokomotifi

Özellikle son günlerdeki orman yangınlarıyla birlikte gündeme gelen kömürlü termik santraller, yeniden tartışma konusu oldu. Elektrik tedarikçileri karşılaştırma internet sitesi encazip.com termik santrallerin Türkiye’de elektrik üretimindeki yeri ile ilgili veriler derledi. encazip.com’un aktardığı bilgilere göre, Türkiye’de kullanılan elektriğin üçte biri kömürlü termik santrallerden karşılanıyor. encazip.com’un kurucusu Çağada Kırım, elektrik üretiminde kaynak olarak kömür kullanımının geçmişe göre çok daha çevreci olduğunun ve yakıt ve kurulum maliyeti düşük olduğu için bu santrallerin ileride de tercih edilmeye devam edileceğini söylüyor.

Son birkaç haftadır termik santraller yeniden ülkenin gündeminde. Yaşanan orman yangılarının termik santrallere sıçrama riski ve endişesi, tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu santrallerin kurulduğu bölgeler ve çevreye olan potansiyel zararı yeniden tartışılmaya başlandı. Özellikle kaynak açısından kömürden elektrik üretimi çevresel etkileri nedeniyle tüm dünyada tartışma konusu. Ancak elektrik üretimi açısından potansiyeline bakıldığında diğer enerji kaynaklarına göre daha kolay ve ucuza bulunabilen kömürün, global elektrik üretiminde önemli bir rol üstlendiği görülüyor. Ucuz yakıta ilave olarak diğer santrallere kıyasla yatırım maliyetinin görece düşük olması, ucuz elektrik üretiminde kömürlü termik santrallerin kritik bir öneme sahip olmasına neden oluyor. Elektrik tedarikçileri karşılaştırma internet sitesi encazip.com, kömürlü termik santrallerin elektrik üretimindeki önemini ve merak edilenleri aktardı.

Maden ocaklarının yakınlarına kuruluyor

Türkiye’de elektrik üretiminde kömür, ilk kez 1914 yılında İstanbul’da Silahtarağa Elektrik Santralinde kullanıldı. Burada Zonguldak’tan getirilen taş kömürden elektrik üretildi. Osmanlı Devleti’nin kent ölçekli ilk elektrik santrali olan bu tesis, İstanbul’un en eski endüstri bölgesi olan Haliç’te kurulduğu 1914’ten itibaren 1983’e kadar İstanbul’a elektrik sağladı. Burada üretilen elektrik ilk olarak İstanbul tramvayları ile Osmanlı sultanının o dönemde yaşadığı Dolmabahçe Sarayı’na verildi. İthal kömürlerin kullanıldığı santraller ise 2000’li yıllardan itibaren kurulmaya başlandı. Türkiye’nin en büyük kömür yakan santralleri arasında Çatalağzı Termik, Afşin-ElbistanTermik, Cenal Termik, İskenderun İthal Kömür, Bekirli Termik ve Atlas Termik santralleri yer alıyor. Ulaşım maliyetini düşük tutmak için tüm dünyada kömürlü termik santrallerin birçoğu maden ocaklarının yakınına inşa ediliyor. İthal kömür ile çalışan santraller ise genellikle limanlara yakın yerlere ya da kıyılara kuruluyor. Bu santrallerin çalışma prensibi, kömürün suyu ısıtmasına dayalı olduğundan su kaynaklarına yakınlık da dikkat edilen noktalar arasında. Çevreye olan potansiyel etkileri azaltmak için de genellikle şehir merkezinden uzakta yer alıyorlar. Kömürlü termik santrallerin, iklim değişikliğinin ve hava kirliliğinin en büyük nedenlerinden biri olarak gösterilmesiyle birtakım önlemler de alınmaya başlandı. Teknolojik gelişmelerden faydalanarak karbon salınımı azaltılıyor. İleri teknoloji filtreleme sistemleri ile zararlı gazların önemli bir çoğunluğunun filtrelendikten sonra atmosfere salınması sağlanıyor.

İklim Değişikliğini Sınırlandırmak İçin Derhal Harekete Geçilmeli

Tüm dünyanın “en büyük küresel sorun” olarak kabul ettiği iklim değişikliği, etkilerini artırmaya devam ediyor. Son dönemde dünyanın pek çok noktasında olduğu gibi Türkiye’de de ortaya çıkan ve ülkenin tamamını üzüntüye boğan orman yangınları ve seller gibi doğal afetler de, iklim değişikliğinin en önemli sinyalleri olarak görülüyor.

Uzmanlar, özellikle fosil yakıtların neden olduğu küresel ısınmanın önüne geçebilmek için ‘karbonsuz gelecek’ çağrıları yapıyor. Ülkelerin enerji karmalarında fosil yakıtların payını azaltması gerektiğinin altını çizen uzmanlar, yenilenebilir enerji kaynaklarına ve nükleer enerjiye yönelmenin gelecek için önemini her fırsatta hatırlatıyor. Halen enerji ihtiyacının büyük bölümünü fosil yakıtlardan sağlayan Türkiyede, temiz bir gelecek için yenilenebilir enerjinin payını artırma yolunda adımlar atıyor. Ülkenin elektrik ihtiyacının yaklaşık yüzde 10’unu karşılayacak olan ve Mersin’de inşası hızla devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) projesi, bu adımlardan en önemlisi olarak görülüyor.

Türkiye gibi tüm dünya ülkelerinin çözüm aradığı iklim değişikliği konusunda bir çağrı da Birleşmiş Milletler’den geldi. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son raporunda, sera etkisine yol açan gaz emisyonlarının derhal, hızlı biçimde ve geniş ölçekte azaltılmaması halinde küresel sıcaklık artışını yaklaşık 1,50C ve hatta 20C dereceyle sınırlandırmanın çok uzak bir ihtimal olduğuna dikkat çekildi. İklim değişikliğinin fiziki temelinin değerlendirildiği yeni IPCC Çalışma Grubu I raporu, seneye tamamlanacak IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu’nun (AR6) ilk bölümünü teşkil ediyor.

Çalışma Grubu I, iklim sistemi ve iklim değişikliğine ilişkin en güncel bilgileri ele alıyor, iklim bilimindeki son gelişmeler ile paleoiklim, gözlemler, süreç bilgisi, küresel ve bölgesel iklim simülasyonları konusunda pek çok kanıtı bir araya getiriyor. Rapor, bugüne dek iklimin nasıl ve neden değiştiğini, uç noktadaki durumlar da dahil insanların daha geniş yelpazede iklimin özelliklerine etkisi konusunda daha fazla bilgi sunuyor.

İklim Değişikliği 2021: Fiziksel Bilimi Temeli 2021 başlıklı rapor, 66 ülkeden 234 uzman tarafından kaleme alındı. Nisan 2021’de öngörülen raporun yayımlanma zamanı Covid-19 pandemisi nedeniyle birkaç ay gecikti. Rapor, 26 Temmuz’da başlayan ve iki haftadan uzun süren, sanal olarak düzenlenen genel kurulun onay oturumunda IPCC’ye üye 195 hükümet tarafından kabul edildi. IPCC ilk kez raporlarından biri için sanal onay oturumu düzenlemiş oldu.

Raporda, insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera etkisine yol açan gazların emisyonunun1850-1900’den bu yana yaklaşık 1.10C ısınmaya neden olduğu kaydedildi. Önümüzdeki 20 yıl boyunca ortalama olarak küresel sıcaklığın 1.50 C artışa ulaşacağı ya da bunun üzerine çıkacağı tahmininde bulunulan raporda, iklim değişikliğinin etkilerinin dünya genelinde zaten görüldüğü vurgulandı.

“Etkiler geri döndürülemez hale geldi”

Raporda “İklimde gözlemlenen değişikliklerin çoğunun benzeri, binlerce hatta yüz binlerce yılda olmasa öncesinde yok ve deniz seviyesindeki süregelen artış gibi değişikliklerden bazıları artık yüz binlerce yıl boyunca geri döndürülemez halde” ifadesi kullanıldı.

Önümüzdeki yıllarda iklim değişikliğinin tüm bölgelerde artacağının vurgulandığı raporda, 1.50Clik küresel ısınmayla, sıcak hava dalgalarının artacağına, daha uzun yazların ve daha kısa kışların olacağına dikkat çekildi. Raporda, 20Clik küresel ısınmada, yakıcı sıcakların tarım ve sağlık alanlarında daha sık kritik tahammül sınırına ulaşmaya yol açacağı da belirtildi. Ancak IPCC, karbondioksit (CO2) ve diğer sera etkisine yol açan gazların kararlı ve sürdürülebilir biçimde azaltılmasının iklim değişikliğini sınırlandırabileceğini açıkladı. Hava kalitesindeki iyileşmenin hızla görülebileceğinin belirtildiği raporda, küresel sıcaklıklarda istikrarın görülmesinin ise 20-30 yıl alabileceği vurgulandı.  Değerlendirme, iklim sisteminin insan kaynaklı emisyonlara verdiği karşılığa ilişkin bilimsel bilgilerdeki gelişmenin yanı sıra geçmişteki ısınmayla ilgili geliştirilmiş verilere dayanıyor.

IPCC Çalışma Grubu Eşbaşkanı Panmao Zhai yaptığı açıklamada “İklimi istikrara kavuşturmak, sera gazı emisyonlarının kararlı, hızlı ve sürekli azaltılması ve net sıfır CO2 emisyonuna ulaşılmasını gerektirecektir” diyerek “Başta metan olmak üzere diğer sera gazlarını ve hava kirleticilerini sınırlamak hem sağlık hem de iklim için fayda sağlayabilir” ifadesini kullandı.

Rosatomflot’un Buzkıranı Kutup Gezisini Destekledi

Ünlü gezgin Fedor Konyukhov, nükleer buzkıran “50 Let Pobedy” (Zaferin 50. Yılı) ile yaptığı tek kişilik kutup gezisini tamamlayarak Murmansk’a döndü. Konyukhov “Temiz Arktik” projesi çerçevesinde gerçekleştirdiği gezide, buz erime hızı, mikroplastik konsantrasyonu ve Arktik Okyanusu tabanının sismik aktiviteleri hakkında bilgi topladı.

Arktik araştırmaları tarihinde ilk kez yaz ayında yüzer buz istasyonu hizmete alındı. Konyukhov’un yolculuğu 11 Temmuz’da Murmansk’tan başlamıştı. Önceki yolculuğunda buzkıran “50 Let Pobedy”, Konyukhov’u Kuzey Kutbu noktasına getirmişti. Buzun sürüklenmesi 249 saat sürdü. Araştırma programının verileri, RAS’ın Shirshov Oşinoloji Enstitüsü’ne teslim edilecek.

Konyukhov, Murmansk’ta Murmansk Bölgesi hükümetinin temsilcileri, FSUE Atomflot Genel Müdürü Mustafa Kashka ve diğer yetkililer tarafından karşılandı.

Kashka burada yaptığı konuşmada “Temiz Arktik projesinden bahsetmişken, genellikle bizden uzak olan Kuzey Kutbu hakkında konuşuyoruz. Ama kendimizden başlamalıyız. Rosatomflot, bölgedeki ekolojik durumun iyileştirilmesinde uzun süredir kullanılmış nükleer yakıtı ve radyoaktif atıkları ortadan kaldırma görevi üstleniyor. Yakın zamanda, yüzer bakım üssü “Lepse”nin bertaraf edilmesi projesi tamamlandı. Bu proje çevresel riskleri önemli ölçüde azaltmıştır. Kuzey Kutbu’nu daha temiz hale getirmek önemli, ancak uzak bölgelerden ziyade bölgemizde çalışmaya başlamalıyız” dedi.

Yarını Kodlayanlar Fikir Maratonunda

Türkiye Vodafone Vakfı ve Habitat Derneği işbirliğiyle hayata geçirilen ve Türkiye’nin dört bir yanında 180 bini aşkın çocuğa ulaşan “Yarını Kodlayanlar” projesi kapsamında ortaokul ve lise öğrencilerine yönelik eşzamanlı iki fikir maratonu düzenlendi. “Çevre İçin Akıllı Teknolojiler Fikir Maratonu” ortak adıyla online olarak gerçekleştirilen etkinliklerde, katılımcı takımlardan akıllı teknolojileri kullanarak iklim ve çevre sorunlarına çözüm bulmaları istendi. Fikir maratonunu Lise grubunda “Fişmatik” projesiyle TED-R Yeşil Gelecek takımı, Ortaokul grubunda ise “Yapay Çiy Ağacı” projesiyle Stenocora takımı kazandı.

Türkiye Vodafone Vakfı ve Habitat Derneği tarafından hayata geçirilen “Yarını Kodlayanlar” projesi, çocuk ve gençleri dijital geleceğe hazırlamaya devam ediyor. Türkiye’nin dört bir yanında 180 bini aşkın çocuğa ulaşan proje kapsamında, biri ortaokul diğeri ise lise öğrencilerine yönelik olmak üzere eş zamanlı iki fikir maratonu düzenlendi. “Çevre İçin Akıllı Teknolojiler Fikir Maratonu” ortak adıyla online olarak gerçekleştirilen etkinliklerde, katılımcı takımlardan akıllı teknolojileri kullanarak iklim ve çevre sorunlarına çözüm bulmaları istendi. Katılımcılara Vodafone çalışanları da uzmanlık alanlarına göre mentorluk desteği verdi.

Toplam 45 takım halinde 103 öğrencinin yarıştığı fikir maratonunu Lise grubunda “Fişmatik” projesiyle TED-R Yeşil Gelecek takımı, Ortaokul grubunda ise“Yapay Çiy Ağacı” projesiyle Stenocora takımı kazandı. Her iki kategoride de birinci takıma 15 bin TL, ikinci takıma 10 bin TL ve üçüncü takıma 5 bin TL para ödülü sunuldu.

Fikir maratonunu değerlendiren Türkiye Vodafone Vakfı Başkanı Hasan Süel, şunları söyledi: “Türkiye Vodafone Vakfı ve Habitat Derneği olarak, dijital geleceğe hazır nesiller yetiştirme hedefiyle 5 yıl önce başlattığımız ‘Yarını Kodlayanlar’ projesini büyük bir kararlılıkla sürdürüyoruz. Teknolojiyi insanlığın iyiliği için, toplumun sosyal bir ihtiyacına cevap vermek için nasıl kullanabiliriz diye düşündüğümüz bir dönemde, dedik ki, biz önce insanların teknoloji okuryazarlığını, teknolojiye olan yatkınlığını artırmak için bir proje yapalım ve çocuklardan başlayalım. Böylece, Ağustos 2016’da Habitat Derneği işbirliğiyle 7-14 yaş arasındaki çocuklarımıza dijital dünyanın lisanı kodlamayı öğretmeye başladık. ‘Yarını Kodlayanlar’ projemizle, tüketen değil, üreten bir neslin yetişmesine katkıda bulunmak istiyoruz. Bugüne kadar 81 ilde 180 bini aşkın çocuğumuza kodlama öğrettik. Yeni dönemin ilk fikir maratonunu gerçekleştirdik. Bu maratonla, somut toplumsal sorunlara çözüm üretilecek hikâyeler çıkarılmasını amaçladık. Maratonumuza ilgi yüksek oldu. Öğrencilerimiz çok iyi hazırlanmışlardı. Özellikle orman yangınları üzerine yoğunlaşıp fikir üreten çok sayıda öğrencimiz oldu. Katılımcı öğrencilerimize Vodafone çalışanları da mentorluk desteği verdi. Başta dereceye giren öğrencilerimiz olmak üzere tüm katılımcılarımızı kutluyoruz.

Sektör İki Yılın Enerjisini Bu Fuarda Atacak

Sektörün heyecanla beklediği Avrasya Bölgesi’nin lider baskı fuarı FESPA Eurasia iki yıl aradan sonra sektörün devleriyle buluşmaya hazırlanıyor! Ülkemizde Covid-19 aşılamasının artması sonucu baskı sektöründe de oluşan canlılık nedeniyle neredeyse yüzde 100’lük doluluğa ulaşan FESPA Eurasia, 2-5 Aralık’ta İstanbul Fuar Merkezi’nde (İFM) 10 binden fazla ziyaretçiyi Avrasya Bölgesi’nin lider oyuncularıyla buluşturacak…

Endüstriyel reklam ve dijital baskı dünyası, 2-5 Aralık tarihleri arasında Avrasya Bölgesi’nin lider baskı fuarı FESPA Eurasia’da buluşacak. Ülkemizde Covid-19 aşı uygulamaları sayesinde etkisini yitirirken giderek canlanan baskı sektörü heyecanla büyük buluşmayı bekliyor. FESPA Eurasia 2021, sektörü 8. kez bir araya getirecek. Türkiye’nin sektör liderleri ve küresel markalar, yeni teknolojilerini ve yenilikçi uygulamalarını FESPA Eurasia’da sergileyecek.

Rekor katılım bekleniyor

10 binden fazla ziyaretçiyle bu yıl rekor sayıya ulaşması beklenen FESPA Eurasia, katılımcı alanında önemli markaların teyidini alırken neredeyse yüzde 100’lük doluluğa ulaştı. Sektörün lider firmaları, 2-5 Aralık’ta düzenlenecek büyük buluşma için tüm hazırlıklarını tamamladı. Mimaki Eurasia, Matset, SDS, İstanbul Reklam ve CMYK katılımlarını kesinleştirirken son fuara katılan birçok firma katılımını teyit etti. Sektör liderleri, fuarda en yeni ürün ve hizmetleriyle ziyaretçilerini ağırlayacak. Tüm yıl heyecanla beklenen FESPA Eurasia birçok lansmana da ev sahipliği yapacak.

Sektör liderleri bu fuarı iple çekiyor

Endüstriyel reklam ve baskı dünyasının merakla beklediği fuar için tüm hazırlıkların tamamlandığını, belirten FESPA Eurasia Fuar Müdürü Betül Binici, “Firmalar fuarı iple çekiyor, aşılamalar iyi gidiyor. Bu sene umutluyuz ve fuarın hem iç piyasayı hareketlendireceğini hem de ihracatı artırıp sektörü büyütecek bir itici güç olacağını tahmin ediyoruz” diyor.

FESPA Eurasia’nın Avrasya’da çok geniş bir coğrafyada takip edilen en önemli fuar olduğunu vurgulayan Binici şöyle devam ediyor: “Baskı ve endüstriyel reklam alanındaki lider uluslararası platform olarak, katılımcı firmalarımızla birlikte pandemi döneminde zor bir süreçten geçtik. Biz de bu süreçte fuar katılımıyla ilgili firmalarımıza destek olmak için onları koruyucu önlemler düşünmeye başladık. Mücbir sebep oluşmazsa, fuarı tüm kurallara uyarak gerçekleştireceğiz. Fuarın ertelenme durumu olursa isteyen katılımcılara ödedikleri ücreti kesinti yapmaksızın iade edeceğiz veya bir sonraki sene düzenleyeceğimiz fuara yeni sene zammı yapılmaksızın, ödedikleri ücretten katılmalarını taahhüt edeceğiz. FESPA Eurasia, tüm bölgede bir sonraki yılın trendlerini belirleyen bir etkinlik olduğu için, fuara sadece Türkiye’den değil, Avrasya Bölgesi’nden de 2000’den fazla uluslararası ziyaretçi yatırım yapmak için geliyor. Bizler de sektörün en iyi markalarıyla alıcıları İstanbul’da buluşturarak tüm Avrasya bölgesine hareket katacağız.

Kararı siz verin

Bilindiği üzere devletlerarası ilişkilerde temel prensip ‘karşılıklı mütekabiliyet’tir. Diğer bir ifade ile ne ile muhatap olursanız, aynısını veya benzerini yapma hakkınız vardır. Mesela bir ülke sizin ülkenizde vize muafiyeti verdiyse siz de o ülke halkına vize muafiyeti tanırsınız. Veya sizin ülkenizde konsolosluk açtı ise siz de o ülkede konsolosluk açabilmelisiniz. Listeyi tabi ki uzatmak mümkün lakin konuyu fazla dağıtmadan okuyucularımızın bir noktaya dikkat çekmek istiyorum.

Malum son dönemlerde ülkemizde Çin güzellemeleri yapanların sayısı hayli artmış gözüküyor. Bir ülke vatandaşı bir başka ülkenin güzellemesini yapıyorsa aklıma “acaba ne beklentisi veya ne kazancı var ki bunu yapıyor?” soruları gelmekte, sonuçta herkesin kendisine yakıştırdığını yaptığına kanaat getirerek çok da üzerinde durulmaması gerektiğine karar vermişimdir. Asl olanın bizler, kendimiz neler yapıyor veya neler yapmıyoruz sorusuna samimi cevaplar vermektir. Kötüyü alıp iyiyi kimse bize vermeyeceğine göre, iyiyi hatta daha da iyiyi yapmak bizlerin sorumluluğu olmalıdır. Çin güzellemesi yapanların tekerlemeleri “Çin ile olan ilişkilerimizi geliştirmeliyiz” cümlesidir. Ağzını açan bunu söylemesine söyler de birisi de çıkıp “neden” sorusunu, gerekçeleri ile beraber sormaz veya sorulmasına imkan verilmez.

Evet, ben de Türkiye’nin bütün dünya devletleriyle ilişkilerinin gelişmesini tabi ki isterim. Lakin bir şartla. O şartımız da bu ilişkinin “keser” gibi değil “hızar” gibi olması koşuluyla. Yani yazımızın başında ifade ettiğimiz şekliyle devletlerle olan ilişkilerimiz “karşılıklı mütekabiliyet” esasına dayanmalı. Hadi “hızar” gibi olması mümkün değil derseniz bari “mehter” gibi olmasını temenni edelim. Yani iki veriyorsak en azından bir almalıyız. Yok, dokuz verip bir alacaksak hatta onu da almak için binbir takla atacaksak o ilişkiyi geliştirmenin bize ne faydası var sorusunu başta devleti yönetenlerin, millet adına kendilerine sorması gerekir. Evet, ülkemizde Çin’le ilişkileri geliştirelim diyenler yanında, sayımız az olsa da, “bu ilişki sürdürülemez ve büyük riskler barındırmaktadır” diyen bir kitle de şükürler olsun ki hâlâ var.

Peki, neden sürdürülemez ve riskleri nelerdir? Şayet bu soruya makul ve mantıklı cevaplarımız yoksa “Çin’le ilişkilerimizi geliştirmeliyiz” diyenlerden özür de dilememiz gerekir. Bir kanaat oluşması adına özet olarak Çin-Türkiye ilişkilerine hep beraber göz atalım ve kararı siz değerli okuyucularımızın kanaatine bırakalım …

-Son 20 yıllık süreçte Türk-Çin ithalat-ihracat dengesi 1’e 10 Çin lehine. Yani Çin’e bir satmışız Çin’den 10 almışız.

-Kabul edelim ki üretim, lojistik, nakliye vb. alanlarda Çin ile rekabet edecek bir durumumuz yok. Yani bizim 10’a mal ettiğimizi Çin 5’e, bizim 5’e taşıdığımızı Çin 1’e taşıyacak bir pozisyonda.

-Türkiye’nin ihracatının yaklaşık %50’si AB ülkeleriyle ve biz Kuşak Yol Girişimini destekleyerek aslında en büyük pazarımıza en büyük rakibimizi, hem de kendi üzerimizden, buyur ediyoruz.

-Sadece AB’de değil Afrika’da, Orta Asya’da, Orta Doğu’da da pazarlarımıza göz diken ve ihracatçımızı ciddi manada zora sokan bir Çin ile karşı karşıyayız.

-Çin’in Türkiye’de 5 Konfüçyüs Enstitüsü bulunurken, muadili diyebileceğimiz Yunus Emre Enstitüsü Çin’de, uzun mücadeleler ve diretmelerden sonra sadece Pekin’de Mayıs 2020’de açılabildi.

-Türkiye’de Çin’in radyo, gazete ve internet siteleri her geçen gün artmakta ve bu alanlarda Çin, 5. Kol Faaliyetlerini hız kesmeden sürdürürken Türkiye’nin bu alanda Çin’de henüz bir girişimi bile yok.

-Çin, BM’nin 5 daimi ülkesinden biri olmasına rağmen Ermeni tehciri, Kıbrıs meselesi veya PKK terör örgütüyle ilgili Türkiye’nin lehine tek bir adım atmış değildir. Suriye’deki tutumunda İran, Rusya, AB veya ABD’den aşağı kalır yanı da olmamasına rağmen neden ilişkilerimizi geliştirmeliyiz sorusuna cevap aramak en doğal hakkımız olmalıdır.

-Çin, İstanbul’da başkonsolosluk açabilirken, 30 milyonu mütecaviz Müslüman-Türk’ün yaşadığı Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’de dahi konsolosluğu bırakın açmayı teklif bile edememiş durumdayız.

-Çin devletinin bizatihi yönlendirmesiyle ülkemizde Çin’e satılan fabrikaların sayısı her geçen gün artarken, dahası kendi insanımız çıkartıp yerine Çinliler doldurulurken Çin’de Türkiye’nin fabrika açması ne mümkün.

-Yine Çin devletinin teşvik ve yönlendirmesiyle ülkemizde dağ-taş demeden ne kadar maden ocağı varsa, bilhassa mermer ocakları ve bilumum değerli madenler, Çinliler tarafından işletilmekte veya kapatılmaktayken Türkiye’nin Çin’de bu yönde attığı tek bir faaliyeti dahi yoktur.

-Çinliler 1990’lardan itibaren Türkiye’ye gelip yerleşmeye ve vatandaş olmaya başlamışken ki bu ilk gelenler organize suç örgütü mensupları idiler, Türkiye’den Çin’e gidip vatandaş olabileni bendeniz henüz duymadım.

-Çinliler, Türkiye’de açtıkları lokantalarda insan kaçakçılığı başta olmak üzere ticari faaliyet adı altında yakın çevrelerini Türkiye’ye taşırken, Türkiye kaç insanını Çin’e gönderebildi veya bu tür faaliyetler içerisinde olabildi. Olmak isteseydi Çin buna müsaade eder miydi, tabi ki sormak gerekir.

Afganistan Fay Hattında Enerji Birikiyor!

Afganistan’ı, Türk Dünyası ile Hindistan’ı birbirine bağlayan, 19. yüzyıldan beri önce İngiltere sonrasında SSCB ve 2001’den bugüne de ABD olmak üzere dönemin büyük güçlerinin rekabetine sahne olmuş bir satranç karesi olarak tanımlayabiliriz. Afganistan, Çar Büyük Petro’nun “Dünya kralı İstanbul’da oturur ve Hindistan yolunu kontrol eder” şeklinde ortaya koyduğu, Rusların “sıcak denizlere inme” idealinin en önemli noktalarından biridir. Bu açıdan bakıldığında Çar Petro’nun sözü Türkiye ve Afganistan’ın jeopolitik kaderlerinde bir benzerlik olduğunu da ortaya koymaktadır. Dolayısıyla birinde meydana gelen herhangi bir değişim diğerini doğrudan etkileyecektir.

Doğu Türkistan’la İran arasında geçiş sağlayan, Hindistan’ı kuzeyden çevreleyen Afganistan, Çin’in 21. yüzyılda var olma ve yayılma stratejisi, ‘Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin batıya açılan kapısını oluşturmaktadır.

21. Yüzyılda bölgede sahnelenen jeopolitik satrançta, ABD’nin Afganistan’dan çekiliyorum hamlesi meşhur jeopolitik yasayı bir kez daha tekrar ettirmiştir, “jeopolitik, boşluk kaldırmaz!” Bu ilke gereği bugün başta Çin olmak üzere pek çok ülke bölgede hamle yapmaktadır.

Şu an sahnede Taliban vardır ve Taliban devlet olmaya, Afganistan’ı yeniden teşkilatlandırmaya çalışmaktadır. Taliban bunu gerçekleştirirken sadece daha önce de denenmiş fakat başarısız olmuş “din kardeşliği” söylemi üzerinden yürümemektedir. Bugün din kardeşliği söylemi ile harmanlanmış bir Peştun milli kimliği üzerinden birliktelik sağlanmaya çalışılmaktadır. Peştun milliyetçiliği ülkede başta Özbek, Hazara, Türkmen olmak üzere pek çok Türk soylu topluluğu rahatsız edecektir. Bu durum da ülkede yakın zamanda Suriye’de tecrübe ettiğimiz vekalet savaşlarının bir benzeri için ortam oluşturabilir.

Suriye Devlet Başkanı Esad 2011 yılında, “rejime yönelik bir müdahalenin ‘yeni Afganistan’lar yaratacağı” uyarısında bulunmuş, “Suriye Afganistanlaşıyor” demişti, bugün ise “Afganistan Suriyeleşmektedir”.

Afganistan bütün bölgenin merkezindeki bir fay hattı olarak görünmektedir ve görünen o ki Taliban bu zeminle oynamaktadır. Bu jeopolitik bir depreme yol açabilir. Bölgede başka bir Suriye veya onlarca Suriye oluşabilir.

Türkiye açısından bakıldığında; Türkiye ile Afganistan arasındaki ilişkiler her iki ülke tarihi açısından önem taşıyan bir zaman diliminde kurulmuştur.

Afganistan, 1920 yılında Ankara’da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümetini tanıyan ilk ülkedir. Türkiye, ilk müttefiklik anlaşmasını Afganistan’la imzalamıştır. Türkiye Afganistan’ın bağımsızlığını tanıyan SSCB’den sonra ikinci ülkedir.

Türkiye’nin Kabil Büyükelçiliği’nin Kurulu olduğu arazi, dönemin Afgan Kralı Emanullah Han tarafından Atatürk’e armağan edilmiştir.  45.065 m2 genişliğinde bir alana kurulu olan Büyükelçilik Kabil’de açılan ilk diplomatik misyon sıfatını taşımaktadır.  Afganistan Başkanlık Sarayına bir sokak mesafede olan elçilik konumu itibariyle stratejiktir.  Büyükelçiliğin tapusu Türkiye Cumhuriyeti adına 25 Kasım 1945’te düzenlenmiştir.

Bu zeminden bakıldığında ilişkilerin derinliği Türkiye’nin Afganistan meselesine kayıtsız kalamayacağını göstermektedir. Bugün için Türk askerinin geri çekilmesi gündemdedir. Buna rağmen Türkiye diplomasisiyle, ekonomisiyle, kültürel ilişkileriyle Afganistan’da olmaya devam edecektir. Çünkü Türkiye, Afganistan’daki herhangi bir sorunun doğrudan bütün bölgeyi etkileyeceğini, eğer bir bölünme ve parçalanma süreci başlarsa başta Türkiye olmak üzere bütün Türk Dünyası’nın bundan etkileneceğini bilmektedir.

Küresel felaket ve çevre bilinci

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de son zamanlarda yenilenebilir enerji konusunda ciddi çalışmalar yürütülmekte olup, devlet kurumlarının bu konuda desteklenmesi ve özel sektöre ise ciddi katkılarda bulunulması geleceğimiz adına önemli gelişmelerdendir.

Coğrafi konumumuz ve su zenginliğimiz sebebiyle yenilenebilir enerji potansiyeli bakımından birçok Avrupa ülkesi ve Ortadoğu ülkelerine kıyasla Türkiye çok avantajlı bir durumdadır.

Su kaynaklarımız ile hidroelektrik üretimi olarak dünyada potansiyeli yüksek olan Türkiye, bu avantajını da kullanmak üzere ciddi projeleri uygulamaya yıllar önce başlamıştır.

Güneş, rüzgar ve jeotermal enerji bakımından da yapılan çalışmalar ve teşvikler devam etmektedir.

Yeşil enerji potansiyelimizin farkında olarak özellikle yenilenebilir enerji kaynağı bulunan iller üzerinde enerjinin etkileri ve geleceğimizi nasıl şekillendirdiği ile alakalı farkındalıklar oluşturmak içinde enerji bakanlığı bir dizi projeleri son yıllarda hızlandırmış durumdadır.

Son yıllarda yaşanan sel ve orman yangınlarının ardından özellikle küresel ısınma sıkça gündeme gelen ve en çok konuşulan konular arasında yer almıştır.

Küresel felakete dönüşmeden yaşanan bu kaosu yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ve enerji tasarrufu ile gidermek/önlem almak zorundayız.

Devletimiz enerji kaynaklarının kullanılması ve verimlik sağlanması için kamusal destekler vermektedir. İş dünyasının ve tüm vatandaşların enerjiyi tasarruflu kullanmayı milli bir görev olarak görmesiyle bu destekler başarıya ulaşacaktır ve dolayısıyla geleceğimizde küresel felaketten en az zararla kurtulabiliriz. Aksi halde çevre bilinci ile hareket edemez, geri dönüşüm konusunda oluşturulmaya çalışılan farkındalığı göremez isek küresel felaket geleceğimizi ipotek altına alacaktır.

Vatandaş olarak geri dönüşüm konusunda biraz özeleştiri yapmak zorundayız. “Sıfır Atık Projesi”nin ülkemize ve insanlığa ne kadar çok faydası olduğunun bilincinde hareket eden insanlarımızın sayısının, bu bilinçle hareket edenlerin sayısından az olması çok üzücü bir durumdur. Avrupa ülkelerinde enerji şirketlerinin çalışmalarını yakından takip ederim. Yapmış olduğum görüşmeler ve toplantılardan kalan zamanlarda da toplumun geri dönüşüm konusunda nasıl hareket ettiklerini hep imrenerek izlerim.

Sürdürülebilir bir yaşamın, toprağın, suyun, iklimin, ormanın ve biyolojik çeşitliliğin korunmasına bağlı olduğu hareketiyle sürecin doğru yönetilmesinin hayati önem taşıdığını hepimiz son yangın ve sel felaketlerini yaşayarak gördük.

Peki ders aldık mı?

Hayır…

Devam ediniz, içtiğiniz pet şişeleri yola atınız. Ormanlarda mangallar yakın ateşleri kontrolsüz geride bırakın. Kağıtları elinizde buruşturup, çöp kutusuna nişan alarak, ne denli iyi atıcı olduğunuzu ispatlamak ve alkış almak adına birbirinizle yarışınız.

Siz çirkin hareketlerle birbirinizle yarışınız, biz ise geleceğimiz adına geri dönüşüme saygılı bireyler olarak farkındalık oluşturmaya devam edelim.

Geri dönüşüm konusunda bir başarı yakalayacaksak, bunu ancak elele vererek bu seferberliğe katılırsak başarılı oluruz.

Kısaca ya var oluruz ya da yok…

Doğal Gaz Boru Hatlarının Enerji Politik Önemi

Günümüzde enerjinin hayatımızdaki yeri yadsınamaz önem arz etmektedir. Bu bağlamda, elektrik kullanımının yanı sıra ısınma ve sanayi kullanımlarındaki enerji girdisi en önemli kalemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Böylesi ehemmiyeti olan enerjinin üretimi için çeşitli kaynaklar kullanılabilir olmakla beraber fosil yakıtların hala büyük ölçüde kullanılırlığını devam ettirdiği gözlenmektedir.

Son yıllarda, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı teşvik edilmektedir. Ancak, halen ve uluslar arası kuruluşlarca yapılan gelecek projeksiyonlarından, her istendiği şartta enerji üretimine uygun olan fosil yakıt kullanımının arta giden bir gelişim göstereceği anlaşılmaktadır.

Fosil yakıtlar içinde de yakıldığında diğer fosil yakıtlara göre daha az sera gazı salımına neden olan doğal gazın kullanımının öne çıkmakta olduğu görülmektedir. Ayrıca doğal gaz yakılırken katı atık bırakmaması nedeniyle de fosil yakıtlar içinde tercih edilir bir enerji kaynağı olmaktadır. Kısaca ifade edilmek istenirse; günümüzde doğal gaz, global ölçekte devasa miktarlarda kullanılan bir enerji kaynağı durumunda olduğu gözlenmektedir.

Öte yandan, doğal gaz dünyanın her yerinde olmayıp, belirli bölgelerde rezerv olarak bulunmaktadır. Bilindiği üzere doğal gaz (büyük miktarlarda) esas itibariyle; Avrasya, Ortadoğu ve kaya gazı olarak ta Amerika’da bulunmaktadır. Bununla beraber örneğin; Avrupa’nın doğal gaz gereksiniminin hayli yüksek olmasına karşın önemli doğal gaz rezervi bulunmaması, bu bölgedeki ülkelerin yüksek miktarlardaki doğal gaz talebini gündeme getirmektedir. Avrupa için en yakın ve istikrarlı kaynak bölgesi ise Avrasya ve Avrasya’da da Hazar bölgesi olmaktadır.

Şimdiye kadar, Avrupa’nın doğal gaz ihtiyacını daha çok Rusya üzerinden karşılanmakta olduğu bilinmektedir. Bununla beraber, yakın geçmişte (Rusya bağlantılı olmadan) Hazar rezervlerinin Avrupa’ya doğal gaz talebini karşılamada yer alabilmesi söz konusu olmuştur. Dolayısı ile de Bakü-.Azerbaycan çıkışlı olarak doğal gazın Hazar bölgesinden Avrupa’ya ulaştırılması gündeme gelmiştir.

İlk önemli girişim: Nabucco olarak bilinen proje olmuştur. 2002 yılında Viyana’da BOTAŞ’ın da yer almasıyla imzalanan bir anlaşmayla söz konusu projenin temelleri atılmıştı.  Proje, 2009 yılında Ankara’da imzalanan anlaşmayla Türkiye üzerinden Avrupa Birliği (AB)’ne doğal gaz temini için hız kazanmıştı.

Nabucco Projesi, AB’nin Rusya’dan doğal gaz tedarikine alternatif olarak geliştirilmişti. Bu arada Rusya’nın Orta Asya’nın doğal gaz tedarikçileriyle büyük ölçekli doğal gaz alım anlaşmaları yapması projeye, karşı hamle olarak nitelenmişti. Nabucco doğal gaz projesi; Azerbaycan doğal gazının Türkiye üzerinden (Bulgaristan ve Romanya’dan geçerek) Orta Avrupa’ya ulaştırılmasını öngörüyordu.

Projenin maliyetinin hayli yüksek olması ve 2008 Küresel Krizinin sonraki yıllarda da etkinliğini sürdürmesi projeyi önemli ölçüde sekteye uğratmıştır. Proje ortaklarının (Gezi olaylarından da etkilenerek) projeden çekilmesiyle 2013 yılında (tabiri caizse) kadük olmuştur.

TANAP Doğal Gaz Boru Hattı

TANAP (TransAnatolia Pipeline) olarak adlandırılan doğal gaz boru hattı, Azerbaycan’dan Türkiye’ye ulaşan doğal gazı, Anadolu’yu doğudan batıya kat ederek ve Yunanistan sınırına ulaştıran boru hattı olmaktadır (Şekil 1). Tarihsel gelişimine bakılacak olursa 24.12.2011 tarihinde Türkiye ile Azerbaycan arasında imzalanan Mutabakat Zaptı ile TANAP projesinin oluşturulmasına başlanmıştır. Projenin resmiyet kazanması ise 26 Haziran 2012 tarihinde İstanbul’da söz konusu iki ülke arasında imzalanan Hükümetlerarası Anlaşma” ve ek Anlaşma ile mümkün olmuştur. Bu Anlaşma 26 Mayıs 2014 tarihinde tadil edilmiş ve bu değişik hali ile10 Eylül 2014 tarihinde TBMM tarafından da onaylanmıştır.

TANAP Doğal Gaz boru hattı esas itibariyle iki amaca hizmet etmek üzere tasarlanmıştır. Bunlardan birincisi; Türkiye’nin giderek artan doğal gaz talebinin karşılanmasıdır. İkincisi ise; Hazar doğal gazının Avrupa pazarlarına ulaştırılmasıdır. Böylelikle, TANAP Doğal gaz boru hattı; Türkiye’nin sosyo-ekonomik kalkınmasına katkıda bulunurken Avrupa’nın doğal gaz tedarikine alternatif oluşturmak üzere kurgulanmıştır. Projenin; ulusal yasa, yönetmelikler, ilgili uluslararası standartlar ile sağlık, emniyet ve çevre kurallarına uygun ve uyumlu şekilde tasarlanmasının benimsendiği ifade edilmiştir.

TANAP (TransAnatolia Pipeline) doğal gaz boru hattı Türkiye topraklarında 1850 km uzunlukta olup ulusal doğal gaz şebekesine beslemek üzere Türkiye sınırları içerisinde iki çıkış noktası bulunmaktadır. Bunlardan ilki Eskişehir’de ikincisi ise Trakya’dadır. Büyük kısmı karada olan TANAP boru hattının, nispeten kısa bir deniz geçişi Marmara Deniz’inde yer almaktadır. Deniz geçişi 19 km. kadardır. Ayrıca, ülke sınırları içerisinde; 7 adet kompresör istasyonu, 11 adet pig istasyonu, 4 adet ölçüm istasyonu, 49 adet blok vana istasyonu bulunmaktadır

TANAP Doğal gaz Boru Hattı, Türkiye’de 20 il (doğudan batıya sırasıyla Ardahan, Kars, Erzurum, Erzincan, Bayburt, Gümüşhane, Giresun, Sivas, Yozgat, Kırşehir, Kırıkkale, Ankara, Eskişehir, Bilecik, Kütahya, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Tekirdağ ve Edirne) ve 67 ilçe ile 600 köyden geçmektedir. Batıda ulaştığı nokta ise Yunanistan sınırında İpsala-Edirne olmaktadır (Şekil 2).

TANAP Doğal gaz boru hattı 7 Milyar USD yatırım bedeliyle tamamlanmış olup Güney Gaz Koridoru (SGC) Şti % 58, BOTAŞ % 30 ve BP % 12 ile hisse sahibi olmaktadırlar. TANAP’ın başka bir özelliği de hâlen Avrupa’yı besleyen ve tek bir ülkeden geçen en uzun boru hattı olmasıdır.

Türkiye’yi baştan başa kat eden söz konusu TANAP doğal gaz boru hattı doğuda Azerbaycan-Gürcistan bağlantısını sağlayan 690 km uzunlukta “Güney Kafkasya Hattı (South Causcasian Pipeline-SCP)” ile irtibatlıdır. Batıda ise Yunanistan-Arnavutluk-İtalya bağlantısını sağlayan (toplam 878 km uzunluktaki) TAP (TransAdriatic Pipeline) hattı ile irtibatlandırılmıştır.  Böylelikle Hazar Bölgesi – Avrupa doğal gaz bağlantısı hayata geçirilmiş olmaktadır. “SCP-TANAP ve TAP” doğal gaz boru hatları topluca “Güney Gaz Koridoru” olarak adlandırılmaktadır. Bir başka deyişle “Güney Gaz Koridoru” üç ana parçadan oluşarak Hazar doğal gazını Avrupa’ya ulaştırmaktadır.  “Güney Gaz Koridoru” 31 Aralık 2020 tarihi itibariyle tamamlanmış ve ticari gaz akışı sağlanmış bulunmaktadır. Şekil 3’de bu üç hat beraberce görülmektedir.

TANAP ve Bağlantılı Doğal Gaz Boru Hatlarının Enerji Politik Önemi

TANAP ve bağlantılı boru hatlarının tarihsel gelişimine bakıldığında;  SCP (Güney Kafkasya) Boru Hattı (ilaveten SCPX (Genişletilmiş Güney Kafkasya) Boru Hattı) için 07 Şubat 2014 tarihinde kontrat imzalanmış ve 2017 yılında proje tamamlanmıştır.

TANAP 26 Haziran 2012’de imzalanan “Hükümetler Arası Anlaşmayı takiben 17 Mart 2015’te TANAP’ın “Temel Atma Töreni” Kars’ta yapılmış ve 23 Ocak 2018’de boru hattına ilk test için doğal gaz basılmıştır. 12 Haziran 2018’de de Resmi Açılış Töreni yapılmış ve 30 Haziran 2018’de ticari operasyon faaliyeti başlamıştır. 02 Aralık 2019 tarihinde ise Türkiye ve Azerbaycan Devlet Başkanları’nın iştirakiyle Edirne-İpsala Sarıcaali Köyü’nde geçekleşen törenle TANAP boru hattının Avrupa bağlantısı hayata geçirilmiştir.

TAP Boru hattı da (4,5 yıllık yapım süresi ile) 13 Ekim 2020’de bitirilmiştir. 31 Aralık 2020’de ise ticari olarak gaz akışı başlamıştır. Böylece üç bölümlü Güney Gaz Koridoru tamamlanarak (SCPX-TANAP-TAP Boru hatları) bütün olarak hizmete girmiştir.

Başlangıçta 10-16 milyar m3 mertebesinde doğal gaz taşıma kapasitesine sahip olan bu boru hattının 24 milyar m3 ilave kapasiteye sahip olduğu da ifade edilmektedir. Taşınan gazın 10 milyar m3’ünün Türkiye’nin gereksinimi için kullanılması planlanmış bulunmaktadır. Bu bağlamda, kapasitesi göz önüne alındığında enerji politik açıdan TANAP ve bağlantılı boru hatları dikkat çekmektedir.

Güney Gaz Koridoru, Orta Doğu ve Avrupa’nın en uzun ve en geniş çaplı boru hattı özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, Rusya’dan Ukrayna üzerinden Avrupa’ya taşınan doğal gaza önemli bir alternatif oluşturmaktadır. Dolayısıyla da enerji politik açıdan Avrupa arz güvenliği için güvence oluşturmaktadır denebilir.

TANAP ve bağlantılı hatlar göz önüne alındığında;, Hazar Denizi başlangıçlı olarak Kafkasya, Anadolu ve Güney Balkanlar üzerinden geçerek Adriyatik denizine ulaşan ve buradan İtalya’ya geçen hat, bölge ülkeleri için enerji politik açıdan stratejik önem arz etmektedir.

Giderek enerji ihtiyacı artan Türkiye için TANAP’ın önemi, öncelikle artan doğal gaz gereksinimi karşılanmasına yönelik önemli bir alternatif hat durumunda olmasıdır. Bir başka deyişle, TANAP doğal gaz boru hattının tamamlanmasıyla doğal gazının önemli bir kısmını Rusya’dan temin eden Türkiye’nin kendisine önemli ve yeni bir seçenek oluşturduğu söylenebilir. Dolayısıyla TANAP ve SCP, Türkiye için kendi iç enerji politiği açısından stratejik ehemmiyete sahip bulunmaktadır.

Burada şunu da söylemek gerekir ki; TANAP ve bağlantı hatlarının geçtiği tüm ülkeler için de (Gürcistan, Türkiye, Yunanistan, Arnavutluk ve İtalya) enerji arz güvenliği açısından kendileri için önemli bir seçenek yaratmış olmaktadırlar. Ayrıca, tüm bu ülkelerin böyle bir enerji hattı üzerinde bulunmaları kendilerine geçiş ülkesi olarak ta stratejik önem kazandırıyor olmaktadır. Türkiye için ayrıca, enerji merkezi olma yönündeki hedefine ulaşmada da önemli bir aşamayı oluşturmaktadır.

Öte yandan, TANAP ve bağlantılarının hayata geçirilmesi,  Doğu Akdeniz rezerv bölgelerindeki doğal gazı; GKRY, Girit ve Yunanistan’a dolayısıyla Avrupa’ya ulaştırmaya amaçlamak üzere planlanan EastMed (Eastern Mediterranean) boru hattını daha başlamadan önemli ölçüde sekteye uğratmıştır denebilir. Zira TANAP doğu Akdeniz rezervleri için de bir seçenek oluşturmaktadır. 

Fazla olarak, AB’de doğal gaz bağımlılığını düşürmek için doğal gazı hidrojen ile birlikte kullanma eğiliminin arttığı gözlenmektedir. Bu durum giderek artan bir uygulama halini akması halinde (ki: öyle olacağı son dönem gelişmelerden görülmektedir), o zaman EastMed projesi ( AB’nin ilave doğal gaz gereksinimi düşüyor olacağından) kadük olacaktır denebilir. İlaveten, Türkiye’nin TANAP ve bağlantılarıyla doğal gazı ve hidrojeni Avrupa’ya ulaştırması da mümkün olabilir.

Ayrıca, Hazar Denizi rezervlerinin, Güney Gaz koridorunu daha çok beslemesi halinde ve hattın dallanmalarla geliştirilmesi de mümkün görünmektedir. Bir başka deyişle, Güney Gaz Koridoru ve dolayısıyla TANAP’ın etkinlik alanı genişleyebilecektir. 

Sonuç

Dünyanın neresinde olursa olsun enerji kaynağı bölgelerinde bulunan rezervlerin boru hatlarıyla taşınması her aşamada üzerinde durulan, dikkat çeken enerji politik projeler olmaktadır. Güney Gaz Koridoru ile Hazar bölgesinin doğal gazının Avrupa’ya taşınması önemli bir proje olarak hayata geçirilmiş olup, bölgedeki dengeleri etkileyen bir mahiyet taşımaktadır. Güney Gaz Koridoru’nun en uzun boru hattı Türkiye’deki TANAP boru hattı olup, Güney Gaz Koridoru’nun doğu ve batı ayaklarını bağdaştıran önemli kısmını oluşturmaktadır. Bu durum Türkiye jeopolitiğinin önemini pekiştirmektedir.

TANAP doğal gaz boru hattı, Türkiye dışındaki (SCP ve TAP) bağlantı boru hatlarının geçtiği ülkelerle Türkiye’nin ilişkileri üzerinde etkili olabilecek ve olumlu gelişmelere vesile olabilecektir. Ayrıca planlama aşamasındaki (EastMed Boru Hattı v.b. gibi) hatlara önemli bir alternatif oluşturmakta olup, ön alan bir enerji hattı durumundadır. Bu bağlamda, bu gibi projelerin kadük olmasına da neden olabilecek evsaftadır denebilir.

Tüm bu hususlar, dünyada hayli artan enerji rekabetinde dengeleri değiştirebilecek niteliktedir. Fazla olarak, dünya siyasetinin düzenlenmesinde ve Türkiye’nin jeopolitiğinin daha da etkin olmasında rol oynayabilecek mahiyette görülebilir.

Öz olarak belirtmek gerekirse; Yakın gelecekte bu etkileme özelliğinin kendini daha açık olarak göstereceği beklenebilir. Burada şunu da belirtmek yerinde olur ki; çoğu kez karşılaşıldığı üzere enerji politik bağlamda acımasız rekabetin hedefi olunabileceğini de göz ardı etmemek gerekmektedir.

Toplumsal yangına dikkat

Her şey üst üste geldi. Pandemi ise her şeyin tuzu-biberi oldu.

Aklımız karıştı, dengemiz şaştı ve en kötüsü; sinirlerimiz bozuldu.

Gerildik ve çok gerginiz. Buna bir de yaşanan olaylar ve özellikle Pandemi’nin getirdiği ekonomik sıkıntılar eklenince; çatacak yer arar hale geldik.

Yaşadığımız feci yangınlar ve sel felaketleri zaten zıplamış olan sinirlerimizi laçkalaştırdı.

Hele bir de, son dönemlerde siyasi gündemi işgal eden konular, bu konuların manipülatif tartışılması ve siyasete dair çözümsüzlük algı ve iddiası, var olan toplumsal stresi daha da artırmaya; patlamaya hazır hale getirmeye başladı.

Son günlerde Afgan mültecilerle ilgili başlayan gündem “mülteci sorununu” adeta her şeyin sebebi/kaynağı ve çıkış noktası olan bir kıvılcım haline getirdi.

Aman dikkat, lütfen dikkat…

Bu konuda sağdan-soldan, farklı şehirlerden, bazı illerimizin kimi semtlerinden oldukça nahoş/tehlikeli ve büyük sıkıntılara yol açabilecek gelişmeler işitiyorum.

Hanımlar/Beyler!.. Mültecilerle ilgili riskleri ve muhtemel sorunları, ben de yazdım ve ısrarla parmak bastım.

Hatta önceki yazılarımda hatırlarsınız; vahametin büyüklüğünü yansıtmak için “Kavimler Göçü” benzetmesi bile yaptım.

Evet, hemfikirim; sorun büyük.

Ama sorunun çözümü kaos/karışıklık ve mültecilere saldırmak hiç değil.

Bu davranış, başımızdaki sorunu daha büyütür/içinden çıkılmaz hale getirir.

Konuyla ilgili herkesin bir iddiası ve tezi var. Olabilir.

İktidarın mülteci politikasını, Suriye ve Afganistan diplomasisini sevmeyebilirsiniz. Haklı da olabilirsiniz.

Lakin bu haklılık ülkemizde mültecilerle ilgili bir çatışma/kargaşa ve sorun çıkartmayı haklı kılmaz.

Neden mi? Çünkü bu, devletimize/ülkemize ve hepimize zarar verir.

Bu konu provokatif ve algı operasyonuna öyle uygun ve imkan veren bir durum ki; minik bir kıvılcım, maazallah öngörülemeyecek boyutlara ulaşabilir.

Bakın… Orman yangınları yaşadık, daha bugün Kastamonu/Sinop ve Bartın’da sel felaketi oldu. Ayrım gözetmeksizin her şeyi aldı götürdü/yaktı, viran etti.

Nelerimize mal oldu; hepimiz gördük.

DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ…

https://www.ogunhaber.com/yazarlar/cengiz-aygun/toplumsal-yangina-dikkat-101870m.html

Trakya’nın İlk Biyolojik Arıtma Tesisi Yılda 7 Milyon Ton Su Arıtılıyor

Marmara Denizi’nde bu yıl yaşanan müsilaj sorunu ve Ergene Nehri’ndeki uzun yıllar süren kirlilik gündemdeki yerini korurken Lüleburgaz Belediyesi’nin 2013 yılında hizmete giren Trakya’nın ilk biyolojik arıtma tesisinde günde 20 bin ton, yılda ise yaklaşık 7 milyon ton su arıtılıyor. 24 saat çalışan tesiste çok sayıda işlemden geçen atık su, tamamen temiz bir şekilde Ergene Nehri’ne deşarj ediliyor. Lüleburgaz Belediyesi’nin 2013 yılında maliyetinin yüzde 85’i Avrupa Birliği, yüzde 6’sı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve yüzde 9’u Lüleburgaz Belediyesi tarafından karşılanan Trakya’nın ilk biyolojik arıtma tesisi özelliğini taşıyan Lüleburgaz Belediyesi Atık Su Arıtma Tesisi, günde 20 bin metreküp suyu arıtarak Ergene’ye temiz bir şekilde deşarj yapıyor.

Yüzde 95 oranında arıtma

Tesisin 7 gün 24 saat boyunca sürekli çalıştığını söyleyen tesis müdürü çevre mühendisi Hüseyin Akdeniz, atık su arıtma tesisi hakkında detaylı bilgiler verdi. Tesisin 2013 yılında kurulduğunda Trakya’da hiçbir yerde biyolojik arıtma tesisi olmadığının altını çizen Akdeniz, “Arıtma tesisi kurulmadan önce Lüleburgaz Belediyesi tarafından toplanan atık su, kanalizasyon şebekesiyle Ergene Nehri’ne deşarj ediliyordu. Bu toplum ve çevre sağlığı açısından olumsuz etkiler yaratıyordu. 2013 yılı sonunda evsel nitelikli biyolojik atık su arıtma tesisimiz devreye girdikten sonra bu olumsuzluklar giderilmiş oldu. Proje maliyeti olarak AB’den yüzde 85, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan yüzde 6, yüzde 9’luk kısım ise Lüleburgaz Belediyesi tarafından karşılanmıştı. Atık su Arıtma Tesisimiz 75 bin metrekare üzerine kurulmuş, evsel nitelikli biyolojik atık su arıtma tesisidir. Günlük yaklaşık 19-20 bin metreküp suyu 3 aşamadan geçirdikten sonra yüzde 95 oranında arıtarak Ergene Nehri’ne deşarj ediyoruz” dedi.

Veriler her dakika bakanlığa gönderiliyor

Kirliliğiyle Trakya’nın kanayan yarası haline gelen Ergene Nehri’ne Lüleburgaz Belediyesi’nin temiz su deşarj ettiğini vurgulayan Akdeniz, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın online izleme kabini vasıtasıyla 24 saat boyunca tesisteki verileri takip ettiğinin altını çizdi. Akdeniz, “Arıttığımız suyla ilgili veriler dakika başında bakanlığa gönderiliyor. Eğer bir problem olduğu zaman gereken işlemler yapılıyor” dedi.

Laboratuvarda anında müdahale

Akdeniz, öte yandan tesiste bulunan laboratuvarda tesise giren suyun kirlilik yükünün her gün analiz edildiğini söyledi. Akdeniz, “Suyun kirlilik yüküne baktıktan sonra kaç partikülünü ve ne kadarını arıttığımızı görüyoruz. Buna göre müdahalelerde bulunuyoruz. Bununla birlikte havuzun belirli noktalarından da rutin bir şekilde numuneler alıp, tahlilini yapıyoruz” ifadelerini kullandı.

Akdeniz, atık suları temiz bir şekilde Ergene’ye deşarj ettiklerini ancak vatandaşların da üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerektiğini söyledi. Akdeniz, kanalizasyona atılmaması gereken maddeler nedeniyle çok zorlandıklarını belirterek, kendilerini en çok zorlayan maddenin ıslak mendil olduğunu söyledi. Akdeniz, “Özellikle ıslak mendilden çok muzdaripiz. Halkımız klozetlerine ıslak mendil atmasınlar. Kulak çubukları çok fazla geliyor. Sayılamayacak kadar kulak çubuğu geliyor. Ya da tıraş olduktan sonra tıraş bıçağını atanlar var. Sayamadığımız daha çok şey atılıyor. Kanalizasyona atılan her şey buraya geliyor. Bu bahsettiğimiz şeyler makinelere çok sorun yaratıyor. Bununla ilgili iş kaybı da yaşatıyor” dedi.

Günde 6 bin 6500 kilowatt elektrik enerjisi

Akdeniz, tesisin 24 saat hiç durmadan çalıştığını ve 122 binlik Lüleburgaz nüfusunun atık suyunu temizlediğini belirterek, “Biz burada günlük 6 bin 500 kilowatt enerji harcıyoruz. Burada en fazla elektrik harcadığımız yer bakterilere oksijen verdiğimiz bölüm” şeklinde konuştu.

Lüleburgaz Belediyesi Atık su Arıtma Tesisi’ne su iki koldan geliyor. Bir kolektör hattıyla cazibeyle geliyor, bir de 400’lük kolektör hattıyla terfi pompalarına geliyor. Bu iki su birleştikten sonra atık su giriş yapısına giriyor. Giriş yapısında fiziksel arıtma gerçekleşiyor. Sular önce kaba ızgaradan geçiyor. Ardından ince ızgaralardan geçtikten sonra terfi havuzuna su toplanıyor. Terfi havuzuna toplanan su pompalar vasıtasıyla kum ve yağ tutucuya basılıyor. Burada kum ve yağ sudan ayrılıyor. Ardından su ana dağıtıma geçiyor. Ana dağıtım bölümünde ham su ile yeni devir edilen su birleşerek biyolojik safhaya hazırlanıyor. Birleşen havalandırmalı havuza aktarılıyor. Burada yaklaşık 18-24 saat arasında bekleniyor. Burada bakteriler tarafından su istenilen kararlı yapıya getiriliyor. İstenilen forma ulaşan su son çökertme havuzuna gidiyor. Son çökertme havuzunda kararlı olan çamur çöküyor. Bu şekilde su arıtılmış oluyor.

Evinize En Uygun Klima ve Kombiler Bir Adım Mesafenizde

İklimlendirme sektörünün yenilikçi markası Alarko Carrier ürün portföyünde bulunan, Toshiba, Alarko ve Carrier marka split klima ile Alarko ve Wolf marka kombi modelleri için uzaktan görüntülü keşif ve tanıtım hizmeti vermeye başladı.

67 yıldır iklimlendirme sektöründe faaliyet gösteren Alarko Carrier, müşterilerine istediği mekana en uygun ürün modelini, uzaktan görüntülü hizmet alarak tanıma fırsatı sunuyor. Hizmeti deneyimlemek isteyen kullanıcılar, hafta içi çalışma saatleri içerisinde www.alarko-carrier.com.tr ve www.toshiba-klima.com.tr web sayfalarından, ev konforunda ve güvenli bir şekilde kendilerine uygun saatte randevu alabiliyorlar.

Kullanıcılar, talep edilen randevu saatinde akıllı cep telefonlarına iletilen bir link yardımıyla uzaktan görüşmeye başlayabiliyorlar. Alarko Carrier’ın konusunda uzman personeli; ürünlerin sergilendiği bir salonda, kullanıcıların talep ettikleri randevu saatinde görüntülü olarak karşılayarak tüm soruları yanıtlıyor. Ayrıca ürünlerin sergilendiği salonda uzman personel, ihtiyaçlara yönelik ürünlerin seçilmesinde de destek oluyor.

Uzaktan görüntülü hizmet sayesinde kullanıcılar istediği ürüne kısa sürede ulaşarak zamandan da tasarruf edebilecekler.

Delik

Günümüzün en büyük konusu delik bence. Şimdi diyeceksiniz ne alaka? Bir şey delinirse orada ne olur: Sızar, akar ve boşalır. Biz de aynısını yaşıyoruz.

Ülkenin ciğerleri delindi. Ormanlar yandı, onlarca yıl düzelmeyecek yaralar açıldı. İçinde hayvanlar, arılar, yılanlar, kaplumbağalar, kuşlar, böcekler öldü. Evler yandı, köyler yok oldu. Yaşanmışlıklar geleceğe umutlar kayboldu. Göz göre göre geldi bu yangınlar. Tedbir alınmalıydı, alınmadı. Dünyaya yardım ederken kendi ciğerlerimizi yaktık. Neden mi? “Yangın uçaklarımız, helikopterleriniz yok” diye. Aslında vardı ama bürokraside delinmişti. Sonuç o deliğe yanan ormanlarımız, kül olan canlar, köyler kurban oldu. Delik büyüktü.

Sınırlarımız delindi. “Sınır namustur” yazar uç karakollarında. Ama her gün binlerce Suriyeli girdi ülkemize. Yıllardır buradalar. Her yere yayıldılar, baktık, besledik, okuttuk, çocuk doğurdular, vatandaş oldular, kamuya atandılar, bir sürü kötü olaya karıştılar, sahillerimizi işgal ettiler, çocukları sınavsız üniversitelere girdiler, bedava hastanelere gittiler, ilaç aldılar, yurtlarda ücretsiz kaldılar, toplu taşımayı bedelsiz kullandılar, iş yerleri açtılar. Gene delik ekonomiye vurdu. Bedelini biz ödedik. Kendi ülkemizde onlar kadar değerli olmadık.

Günlerdir sınırdaki delik gene açılmış.  Akın akın Afganistanlılar geliyor. Milyonları buldu sayılar. Kim olduğu belli olmayan gencecik çocuklar gelir gelmez bayraklarını göndere çektiler. Bir

gencecik kardeşimizi öldürdüler. Bakalım daha neler yapacaklar. Bizlere neler yaşatacaklar.

Delik her geçen gün büyüyor ülke nüfusunun neredeyse yüzde yirmisi yabancılarla dolu. Türkçe konuşan görünce sevinir olduk. Bizim çocuklarımız, insanlarımız işsiz kaldı. Atanamadı, üniversiteye giremedi. Resmen işgal altındayız. Deliği onarmazsak sonu belli.

Pandemi zaten dünyayı vurdu. Bizi perişan etti. Binlerce can öldü. Tam ‘düzeliyoruz’ derken gelen gelene. Her yer delik. Böyle nasıl bitecek, kontrol yok, kayıt yok, kendi kendimize aşılamayı bitirememişken her şey çöpe mi gidecek? Ne için kim için.

Ekonomi delik, işsizlik delik, eğitim delik, bürokrasi delik…

Delik dedik büyüdü çukur oldu. Seller oluyor, felaketler oluyor. Neden mi? Doğanın yapısını bozduk. Dere yataklarına evler yaptık, Hes’ler yaptık, suların akışlarını bozduk, nehirleri ‘ıslah edeceğiz’ diye beton duvarların arasına sıkıştırdık, heyelânlara yol verdik, doğayı koruyacağımıza betona boğduk, ormanlarımızı madenlere katlettik, siyanürle yüzyıllarımızı öldürdük, taş ocakları, kömür ocakları derken tarım, orman arazilerini yok ettik.

Tarım arazilerinin organikliğini bozduk. Yabancı tohumlara, gübrelere, ilaçlara esir ettik. Üzerine çiftçiyi, hayvancılığı öldürdük. Saman ithal ettik, hayvan ithal ettik, seralarda ne olduğu nasıl yetiştirildiği belli olmayan meyve sebze ürettirdik. GDO’lu ürünler yedirdik halkımıza. Sonuç mu? Kanserden başlayan birçok hastalığa kurban ettik kendimizi. Neden, niçin?

Sınırlar  delik.

Tarım delik.

Ormanlar delik.

Sağlık delik.

Eğitim delik 

Ekonomi delik.

Cep delik cepken delik….!

Türk Mühendislerle 60’tan Fazla Ülkeye İhracat Yapıyor

Yüksek riskli alanların güvenliği için ürünler geliştiren Arma Kontrol, ihracat yaptığı ülke sayısını ve ihracat gelirlerini her geçen gün artırıyor. Türk mühendislerle 60 ülkeye ihracat yapan ve 2,5 milyon dolarlık gelir elde eden şirket, 2021 yılında ihracat yaptığı ülke sayısını 75’e çıkartmak, cirodaki ihracat payını da yüzde 30 artırmak istiyor.

Tamamı Türk mühendislerden oluşan Ar-Ge ekibiyle yüksek güvenlik ürünleri sunan Arma Kontrol, artırdığı ihracat payı ile dünya güvenlik sektörüne katkılarını sürdürüyor. 2020 yılında ihracatını bir önceki yıla göre yüzde 20 artırarak yaklaşık 2,5 milyon dolarlık ihracat gerçekleştiren şirket, dünya güvenlik ve bariyer pazarından aldığı yüzde 15’lik pazar payını da 2021 yılında artırmayı hedefliyor. 

Louvre Abu Dabi Müzesi, Katar Askeri Birlikleri ve Dubai Mazaya Mall gibi dünyanın 60 ülkesinde birçok referans projeye imzasını atan şirket, Rusya ve Meksika gibi yeni pazarlar için görüşmelerini sürdürüyor. ABD, Çin, Japonya, İngiltere ve İspanya gibi teknolojik rekabetin son derece yoğun olduğu pazarlarda da yer almak isteyen Arma Kontrol, Türkiye’yi dünyanın bariyer ve güvenlik sistemleri merkezine dönüştürmeyi amaçlıyor. 

Arma Kontrol’ün kuruluş hikayesini anlatan Arma Kontrol Kurucusu ve Genel Müdürü Koray Kartal, “2006 yılında 22 yaşında iki kişi ile başladığımız yolculuğumuzda bugün 60 ülkeye ihracat yapan bir şirkete dönüştük. Ürünlerimizle birçok ülkenin referans projelerinde yer alıyor, sektörde birçok ilk ve tek denebilecek teknolojiye imza atıyoruz. Güvenlik sektöründe Nesnelerin İnterneti, Hizmetlerin İnterneti ve Siber-Fiziksel Sistemlere odaklanıyoruz. Bu doğrultuda satın aldığımız ve 1.5 milyon TL’lik yatırım yaptığımız WOC Yazılım ile görüntü işleme, yapay zekâ, güvenli geçiş yazılımları geliştirerek, 2021 yılında 5 ülkeye yazılım ve teknoloji ihracatı gerçekleştirmeyi hedefliyoruz” dedi.

Arma Kontrol, Türkiye’nin başarı hikayesi olacak

Arma Kontrol’ün bir başarı hikayesi olduğunu aktaran Kartal; “Bu başarı hikayesini küresel bir markaya dönüştürerek, Türkiye’nin başarı hikayesine dönüştürmek için çalışmalarımızı, yatırımlarımızı sürdürüyoruz. İnanıyorum ki Arma Kontrol ilerleyen yıllarda Türkiye’nin başarı hikayesi olacak” diye konuştu.

Arma Kontrol’ün 5 binin üzerinde referansı bulunduğunu da vurgulayan Kartal, “Referanslarımız arasında uluslararası devlet kurumları, petrol tesisleri, bankalar ve askeri alanlar yer alıyor. Uluslararası standartlara sahip olduğumuz için bakanlıklar ve elçilikler gibi kritik binalara da güvenlik sağlayabiliyoruz. Referanslarımıza her geçen gün yenilerini eklemek ve teknoloji odağında farklı bir güvenlik sunmak için yeni ürünler geliştiriyor, bu ürünlerimizi en zorlu şartlarda test ediyoruz” dedi.

“Mühendislik olarak dünyada ilk 5’e girdik”

Arma Kontrol olarak ürünlerin güvenilirliğini ve dayanıklılığını, İngiltere ve İtalya’da gerçekleştirilen uluslararası IWA14-1, PAS68 çarpışma testleri ile tescillediklerini belirten Kartal; “Testlerde bariyerlerimizin; 80 km hızla gelen 7.5 ve 12 tonluk kamyonları durdurduğunu kanıtladık. Çarpışma sonrası sorunsuz bir şekilde görevini yerine getiren road blockerımız ile AISICO’dan test belgesini almaya hak kazanan ilk Türk firması unvanına sahip olduk. Ayrıca bu testler sonucu mühendislik olarak dünyada ilk 5’e girdik. Uluslararası çarpışma test sertifikalarının yanı sıra arıza yapmadan kesintisiz açma-kapama yapabilen milyon serisi ürünlerde de TÜV Austria Turk sertifikasını almayı başardık” dedi.

Otomobil Klimalarının Temizlenmesine Dikkat Edin

Yetkili servis noktalarında en iyi hizmeti avantajlı fiyatlarla sunan Groupe PSA Türkiye Parça ve Servisler, düzenli klima bakımı ve temizliğinin önemine dikkat çekerek yeni klima bakım kampanyasını devreye aldı.

Ağustos ayı sonuna kadar geçerli olacak hizmetle; Stellantis çatısı altındaki Groupe PSA Türkiye markaları  PEUGEOT, Citroën, Opel ve DS Automobiles yetkili servislerinde periyodik bakım yaptıranlar, klima dezenfeksiyonu hizmetini indirimli bir şekilde 150 TL’den alabiliyor. Klima temizliği için özel üretilmiş uygulama makineleri aracılığıyla, yüksek etkili ve güçlü formüle sahip temizleyici ürünle gerçekleşen dezenfeksiyon işlemi, ürünün 15 dakika boyunca klima kanallarının tümüne nüfuz etmesiyle gerçekleşiyor.

Dezenfeksiyon işlemi sayesinde otomobiller, kötü kokulardan da arındırılmış oluyor. Groupe PSA Türkiye Parça ve Servisler, kampanyayla birlikte yılda en az 2 kez klima bakımı ve temizliği yapılması gerekliliğine vurgu yapıyor. Temizlik işlemi sayesinde, araç içerisindeki hava sirkülasyonu esnasında klimaların iç aksamlarında biriken organizmaların da önüne geçiliyor. Alerjilerden ve olası hastalıklardan korunmak, klimanın ömrünü uzatıp performansını korumak da yine klima bakımı ve temizliği sayesinde gerçekleşiyor. Yetkili servis noktalarında sunduğu en iyi hizmet ve avantajlı fiyat politikasıyla rakiplerinden ayrılan Groupe PSA Türkiye Parça ve Servisler, yaz aylarıyla birlikte daha yoğun kullanılan otomobil klimalarının bakımına dikkat çekerek, özel klima temizliği kampanyasını duyurdu .Ağustos ayı sonuna kadar geçerli olacak kampanya kapsamında; Stellantis çatısı altındaki Groupe PSA Türkiye markaları olan PEUGEOT, Citroën, Opel ve DS Automobiles yetkili servislerinde periyodik bakım yaptıranlar, klima dezenfeksiyonu hizmetinden indirimli olarak 150 TL karşılığında faydalanabiliyor.

Göçmen sorunsalı ile karşı karşıyayız

Dünyamız birçok krallıklara ev sahipliği yapmıştır. Güvenlik ve ekonomik nedenlerle birçok yıkımlarda gerçekleşmiştir. Bu yıkımların önüne set olabilmek adına birçok disiplin ortaya çıkmıştır.

Uluslararası Güvenlik ise devletlerin ve kuruluşların karşılıklı güvenlik sağlamak adına oluşturdukları önlemler bütünüdür. Bu önlemler diplomatik ve askeri müdahalelerden ibarettir.

Avrupa’da son yıllarda artışa geçen göç karşıtı politikalar, uluslararası güvenlik ile eş değer olarak bilinen ulusal güvenlik sürecinin bir parçasıdır. Ulusal güvenliğe ek olarak göç karşıtlığına, iç güvenlik ve kültürel güvenlik endişeleri neden/sebep gösterilmektedir.

Avrupa’nın göçmen karşıtlığı politikalarına karşın Türkiye, tarih boyunca geliştirdiği kültürel bağları baza alındığında, özellikle kadim coğrafyamızda yaşayan toplumlar tarafından göç konusunda en çok tercih edilen ülke konumundadır.

Türkiye, hiçbir zaman göç karşıtlığını devlet politikası olarak benimsememiştir. Fakat son yıllarda bireysel göçler yerine kitlesel göçlerin hedefi olması Türkiye’de birtakım tartışmaların yaşanmasına sebep olmuştur.

Suriye’de son yıllarda yaşanan savaş ve çatışmalar tüm zamanların en büyük göç dalgasına neden olmuştur. Dünyamızın tarihi incelendiğinde bir ülkeden bir başka ülkeye bu kadar çok insanın bu kadar kısa bir sürede göç ettiğini görememekteyiz.

Dünya tarihinde örneği olmayan bu kitlesel göç hareketinden en çok etkilenen ülkenin Türkiye olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.

Güvenlik endişesi ile göç eden ve göç etmeye zorlanan Suriye’de yaşayan insanlar Türkiye’ye gelmişlerdir ve bu yer değiştirme neticesinde güvenlik endişesi ile ülkemize gelen insanlar, Türkiye’de doğup, büyüyen ve yaşayan insanların güvenlik endişesi yaşamalarına sebebiyet vermişlerdir.

Suriye’nin savaş ve çatışma ortamına girmesinin ardından Türkiye’ye resmi olarak 4 milyona yakın sığınmacı geldiği gözükse de bu rakamın iki katı olduğu konuşulmaktadır. Bu kitlesel göç rakamlarına son zamanlarda Afganistan’dan gelen göçmenlerin eklenmesi de Türk halkının ulusal güvenlik endişelerini kat kat artırmaktadır.

Nüfusu yaşlanan ve genç vatandaşı neredeyse yok noktasına gelen AB, vasıflı mültecileri alarak sistemlerinin sağlıklı çalışması için ülkelerine kabul ederken, vasıfsız ve eğitimsiz göçmenleri Türkiye’nin sahiplenmesinin tesis edilmesi de durumu daha vahim hale getirmektedir.

Göçmenlerin ve yabancıların istilasından dolayı özellikle İstanbul’da daire fiyatları da inanılmaz derecede artmıştır. Şehirlerde yaşama ayak uyduramayan göçmenlerin hal ve hareketleri hayatı yaşanmaz bir hale getirdi.

Bütün bu olumsuz gelişmelere karşın hala iyi niyet çerçevesinde ulusal güvenlik endişesi yaşamamıza neden olan mültecilere insanlık adına yardım etmeye devam ediyoruz. Ama dünya ülkeleri Türkiye’nin bu insanlık mücadelesinde yanında yer almamaktadır.

Beşeri münasebetler konusunda eğitim verilmeyen mültecilerin yaşam alanlarımızda bulunmasından rahatsız olan sayısı her geçen gün artmaktadır.

Suriye’de savaş tehdidi ve çatışma ortamı tamamen sona ermeden mültecilerin geri dönmesi mümkün değil ise bizim kurallarımıza, gelenek ve göreneklerimize saygı duyarak ülkemizde yaşamalarının gerekli olduğu eğitimlerle mültecilere anlatılmalıdır.

Anlamayan ve ayak uyduramayan mültecilerin ya toplama kamplarına alınması veya ülkelerine geri gönderilmesi gereklidir.

Dün; “Daha yaşanılabilir bir Türkiye” hayali kurarken, Bugün; mülteci sorununun ardından, “Ülkemiz daha kötü bir Türkiye olmasın, mevcudu koruyalım” hayalimizle karşı karşıyayız.

Bir yandan ulusal güvenlik endişelerimizi dile getirirken, bir diğer yandan da misafirlerimiz olan mültecilerin sorunlarına eğilmek adına da çaba göstermemiz olaya insancıl olarak yaklaştığımızın bir kanıtıdır.

Ülkemizde büyük göç dalgasının ardından yaşanan kargaşalar, göç ve mülteci sorununu halkımızın ve devletimizin ana gündemi haline getirmiştir. Peki ne oldu da günümüzde göç ana gündem oldu?

Avrupa’da uygulanan göçmen ve mülteci karşıtlığına karşın devletimizin ve milletimizin insan merkezli yardımsever duruşu sergilemesine rağmen sorunun tek sahibi bırakılması en büyük sorundur. Bu sebeple de bu sorunsal karşısında ana gündemimiz göç olmuş ve milletimiz de göçmenler gibi toplumsal travma yaşamak zorunda bırakılmıştır.

İç ve Dış Savaş yaşayan toplumlarda güvenliğin en şiddetli sarsıldığı ve onarılması en güç hak ihlallerinin gerçekleştiğinden bahsedebiliriz. Bu sorunları yaşayan göçmenlerin refahı için bir milleti feda etmek hataların en büyüğüdür. Bir yandan genetiğimiz bozulurken, diğer yandan da travmalar yaşamaya terk ediliyoruz.

Can güvenliğinin, mal güvenliğinin, hürriyet, eğitim, fikir, inanç güvenliği ve güvenilirliğinin bozulduğu toplumlara yardım etmek gereklidir ama yardım eden toplumların bu tehditlerle baş başa bırakılması da ciddi bir sorunsal olarak ortaya çıkmaktadır.

Son zamanlarda ortaya çıkan göç hareketlerinin en büyük bölümünün sebebi de budur. Coğrafyamızda yaşanan yer değiştirme hareketlerine Türkiye duyarsız kalmayarak, göçmenlere yardım elini uzatmıştır. Avrupa devletleri ise Türkiye’nin aksine göçmen karşıtlığı politikalarından vazgeçmiyorlar. Ve hatta Türkiye’yi göçmenlerin gideceği adres olarak göstererek, “Türkiye göçmenleri alsın, biz maddi destek verelim” şeklinde Türkiye’yi göçmenler konusunda taşeron ülke olarak işaret ediyorlar.

Türkiye bir yandan göçmenlere yardım etmeye çalışırken, diğer bir yandan da kendi insanlarının süreçten en az şekilde etkilenmeleri için politikalar geliştirmektedir.