28.7 C
İstanbul
Çarşamba, Ağustos 13, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 35

Temiz Enerji ve Gelecek Mücadelesi

Türkiye’de ölümlere neden olan sel felaketiyle alakalı aynı kaderi paylaşan Belçika’dayız. Belçika’da hayatını kaybedenler adına 20 Temmuz’da milli yas ilan edilmişti. Saat 12:00’da sirenler çalmış ve bayraklar yarıya indirilerek, 1 dakikalık saygı duruşunda bulunulmuştu. Sel felaketinin ardından bağımsızlık günü kutlamaları iptal edilmişti. 120 belediye evlerde mahsur kalmış kişilere ulaşmakta zorluk çekmişlerdi.

Evet aynı bizim gibi sel felaketiyle karşı karşıya kalan hayvanların telef olduğu, insanların öldüğü ve maddi zararların meydana geldiği Belçika’da şimdi ise her şey süt liman…

Liege, Spa, Namur ve Limburg şehirlerinde hayat normale dönse de acısı halen Giresun, Rize, Kastamonu, Sinop ve Bartın’da olduğu gibi tazeliğini koruyor.

Acıyor içimiz halen…

Bir yandan da tedbirler için çalışıyoruz…

Diğer bir yandan da eğitim ve kentsel dönüşüme odaklanıyoruz…

Belçika’da görüştüğümüz uzmanlar Türkiye’de ve Belçika’da ölümlere yol açan sellere yüksek oranda iklim değişikliğinin sebep olduğunun altını çiziyorlar.

İklim değişikliği tüm dünyada yıkıcı etkilerle kendisini hissettiriyor. 

Birleşmiş Milletler (BM) bünyesindeki Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneline (IPCC) bağlı bilim insanları, hazırladıkları rapor ile iklim değişikliğinin tehlikesine ve etkilerine karşı tedbirlerin alınmasının gerekli olduğunu vurguladılar. Bu raporun insanlık için kırmızı alarm anlamına geldiği açıklandı.

Karbon emisyonunun sınırlandırılması gereklidir ve bu küresel tehditlere karşı insanlar olarak sorumluluklarımızı yerine getirmek zorundayız.

Hazırlanan raporda sera gazı salımlarındaki kısıtlamaların yükselen sıcaklıkları dengeleyebileceği seviyede olmasının ümit edici olduğu da vurgulandı.

Sera gazı salımında uygulanan kısıtlamalar küresel felaketi engellemese de yavaşlatacak çalışmalar arasında görülmektedir…

Rüzgâr, güneş ve nükleer gibi temiz enerjilerin kullanımı ile sera gazı salınımın oldukça azaltmak için çalışmalarımız artırmalıyız. Ağaçlar dikerek ormanlık alanlarımızı da artırarak net sıfır karbon hedefine de ulaşmak mümkün hale gelmesi adına çalışmalıyız. 

Avrupa Birliği 2050 yılına kadar net sıfır sera gazı emisyonu hedeflemektedir. Almanya 2045 yılına kadar karbon nötr olmak adına çalışmalarına devam ediyor. 

Nükleer enerji üreten Avrupa ülkeleri, üretmeyen ülkelere kıyasla daha az sera gazı salmaktadır. Avrupa ülkelerinin nükleer enerjiden vazgeçtiği anda iklim hedeflerine ulaşıp ulaşamayacağı bugünlerde sıkça tartışır bir konu olarak karşımızda durmaktadır.

Avrupa’da görüştüğümüz uzmanlar nükleer olmadan hayatın sağlıklı bir şekilde devam edemeyeceğini belirterek, Avrupa’nın nükleer enerjiden tamamen vazgeçmesinin imkansız bir durum olduğunu söylediler.

Küresel karbon salımlarının 2030 yılına kadar yarıya indirebileceği öngörülmektedir.

Ülkemizde Akkuyu Nükleer Santrali ile senede 35 milyon ton karbondioksit salınımını engellemiş olacağız. Sıfır emisyon hedefini gerçekleştirmek adına Türkiye’de yapılan çalışmalar Avrupa ile yarışır durumdadır. 

Sadece insanlar olarak insanlık görevlerimizi yerine getirmeli, çevremize karşı daha adil olmalı, geri dönüşüm kültürünü benimsemeliyiz.

Unutmayınız!!!

Temiz enerji mücadelesi gelecek mücadelesidir…

Türbin Kanat İncelemelerinde Droneların 4 Önemli Faydası

Rüzgar enerjisinde insansız hava araçları ile teknolojik devrim yaşanıyor. İHA’ların başta rüzgar türbinlerinin bakım ve onarımları olmak üzere rüzgar enerjisi sektöründe büyük kolaylıklar sağladığını dile getiren Ülke Enerji Genel Müdürü Ali Aydın, drone teknolojisinin kullanıldığı 3DX™ inceleme platformu sayesinde rüzgar türbini kanatlarına hızlı ve güvenli incelemelerin otonom şekilde uygulandığını aktarıyor.

Rüzgar Türbinleri İHA’larla İnceleniyor

Yükseklik ve zorlu hava şartlarında mücadelelerin gerçekleştiği rüzgar türbinlerinin bakım ve onarımlarındaki devamlılık büyük önem arz ediyor. Öyle ki enerji üretimindeki sürekliliğin sağlanması da kullanılan teknoloji ile paralel ilerliyor. Özellikle küresel çapta yaşanan pandemi sürecindeki zorlu çalışma ortamlarında teknolojik kolaylıklara olan ihtiyacın ne denli yüksek olduğu defalarca kanıtlandı. Dünyanın çok farklı bölgelerindeki rüzgar çiftliklerine dair raporlama gerçekleştirdikleri insansız hava araçları teknolojisinin faydalarını da bu süreç içerisinde verdikleri hizmetlerde ve rüzgar enerjisindeki elektrik üretiminde gördüklerini aktaran Ali Aydın, salgın sürecinde binlerce kanadın tek bir ara yüz üzerinden takip edilebildiği SulzerSchmid’in3DX™ platformu sayesinde kanatlara dair pek çok tespitin ve önlemin en kısa sürede, en etkili şekilde alındığını ve tamir ihtiyaçlarının da optimum zamanda belirlenerek ekonomik şekilde onarımının sağlanabildiğini dile getiriyor.

Drone Teknolojisinin Türbinler İçin 4 Büyük Faydası

Bir rüzgar türbinin duruş süresinin uzunluğu elde edilen enerji üretimine doğrudan etki ediyor. Bu nedenle de bakımlara yön veren incelemelerin hızlı ve güvenli bir şekilde gerçekleşmesi önem arz ediyor. Rüzgar türbini bakımına en verimli ve güvenilir yöntemi adapte ettiklerini belirten Ülke Enerji Genel Müdürü Ali Aydın, drone teknolojisinden faydalandıkları 3DX™ inceleme platformunun 4 önemli katkısını sıralıyor.

1. Veriler bulut sistemine aktarılıyor. Rüzgar türbini kanat bakım sürecinde öncelikle saha planlaması yapılarak dronelarla otonom uçuş gerçekleştiriliyor, sonrasında toplanan veriler kanat uzmanları tarafından incelenerek raporlanıyor ve bulut sisteminde saklanıyor. Bulutta saklanan görsel ve teknik veriler, yüksek güvenlikli şekilde saklanıp yetkili erişime daima açık oluyor.

2. Yarım saatte 1 türbin kanadı inceleniyor. Geleneksel yöntem olan iple erişimde türbinler durdurularak günde 1 türbin kanadı inceleniyor ve raporlama konusunda da bu yöntem sürecin devamlılığı açısından eksik kalabiliyor. 3DX™ inceleme platformu, rüzgar türbinine yönelik eksiksiz bir inceleme işleminin yarım saat içerisinde tamamlanmasını sağlıyor. Bu sayede türbin duruş süresi minimize edilerek maksimum enerji üretimine destek sağlanıyor.

3. En küçük hasarı bile algılıyor. Türbinlerin kanatlarındaki gözle görülen ya da görülmeyen birçok hasar türbinin ömrünü, duruş sürelerini ve dolayısıyla enerji üretimini etkiliyor. Rüzgar türbini kanatlarında 6 farklı açıdan %100 tarama ile kör nokta bırakmayan bu yeni teknoloji, topladığı yüksek çözünürlüklü görsellerle en küçük hasarları bile algılıyor ve zamanında alınacak önlemlere imkan sunuyor.

4. Doğru raporlama ve otonom değerlendirme sunuyor. Yapay zeka desteği ve drone teknolojisinin bir araya geldiği platformda kanatlardaki hasarlar ile ilgili doğru, hızlı ve insan hatasından arınmış otonom bir değerlendirme oluşturan 3DX™, fark edilen kusurları da hasar öncelik durumuna göre kategorize ediyor.

Acılarla Dolu Bir Soykırım Hikâyesi: Urumçi

Tarihler 5 Temmuz 2009’u günler Pazar’ı gösterdiğinde Urumçi sokakları ‘soykırım’ amaçlı bir katliama sahne olmuştu.

Dünyanın gözü önünde, iletişim aygıtlarının onca gelişmişliğine rağmen Komünist Çin Devleti, Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’de “soykırım”a varan bir katliam gerçekleştirmiş lakin bütün dünya bırakın müdahale etmeyi sadece seyretmiş, birkaç siyasi lider hariç, hiçbir devlet başkanı Çin’i telin bile edememişti.

İşte o Çin, bugün milyonlarca insanı dilinden, dininden, milli kimliğinden, kültüründen arındırmak dahası Çin Komünist Partisi’ne ve onun eli kanlı lideri Xi Jin-ping’e tam bir sadakatle bağlı bireyler haline getirmek için pervasızca dilediğini yapmakta. Yaptıklarına ses çıkarılmamasını yapacaklarına hak olarak gören Komünist yönetim, haddi aştıkça aşmış, bugün insanoğlunun başına bela olan yayılmacı siyasetinde dünyanın bu sessizliğini korku belleyerek insan hakları ihlallerinde haddi aşarak zulümde nirvana yaşamayı marifet haline getirmiştir.

Aslında bugün Doğu Türkistan’da yaşananlara, 5 Temmuz’da Komünist Çin idaresinin pervasızlıklarına ses çıkartmayan dünya efkar-ı umumiyesinin sebep olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

5 Temmuz Urumçi katliamına giden süreç aslında bütün dünyadan önce Türkiye’ye bir mesajdı da.

Nasıl mı?

28 Haziran 2009 tarihinde dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı bir Çin ziyareti sonrası Urumçi’ye de uğramış, halkın Türk heyetine teveccühü Komünist Çin yönetiminin amiyane tabirle sinir krizine sokmuştu. İntikam duyguları depreşen Komünist yönetim ilk fırsatı kaçırmamış, ziyaretin üzerinden henüz 10 gün geçmeden Urumçi’de katliama girişmişti.

Aslında Türkiye’ye mesaj açıktı; “Doğu Türkistan’a gelme, Doğu Türkistan ile ilgilenme, Doğu Türkistan üzerinden bana ayar verme. Şayet benim istediğim gibi hareket etmezsen garip-guraba demem Doğu Türkistanlıların canına ot tıkarım”.

Komünist idare bir taşla birden çok kuş vurmayı her zaman maharet sayar ya, 5 Temmuz katliamı üzerinden bir mesajda Doğu Türkistanlı Müslüman-Türk kardeşlerimize vermiş, “Türkiye’ye yüzünü dönme, Türkiye’yi sevme, Türkiye’den ümitli olma, şayet bunları yapmazsan etmezsen garip-guraba demem canına ot tıkarım”.

Evet, o, insanlık düşmanı, Komünist yönetim dediğini yapmış, yüzünü Türkiye’ye çeviren her Doğu Türkistanlı’nın kafasını ezmeye kalkmıştı. Ama onun unuttuğu şey “zulümle abad olanın ahirinin berbat olacağı” gerçeği yanında kardeş Doğu Türkistan ve Türkiye haklarının kalplerindeki sevgiyi zulümle yok edemeyecekleri gerçeğiydi.

Evet, bundan tam 12yıl önceydi. Çin’in iç bölgelerine güya iş bulma kılıfıyla gönderilen Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz şovenist paramiliter Çinliler tarafından linç edilmeye kalkışılmış, 40’tan fazla insan hunharca katledilmiş, lakin polis devleti Çin her zaman olduğu gibi katledilen Doğu Türkistanlı olunca sesini çıkarmadığı gibi yerinden kıpırdamamıştı da.

Evlatları rızaları dışında yuvalarından koparılan Doğu Türkistanlı ana-baba, abla-kardeşler merak içerisinde yakınlarının akıbetlerini sormak için emniyet binasına gitmeye cesaret edip, olayı haber alanlar emniyet önünden toplanmaya başlayınca katliama maruz bırakılmışlardı.

Orası Doğu Türkistan ya, Komünist Çin devleti evlatlarınızı istediği zaman alıp binlerce km uzağa çalışma bahanesiyle götürebilir ama buna itiraz etmenizi geçtim, götürdükleri yerde linç edilseler de sesinizi çıkaramayacağınız bir coğrafya Doğu Türkistan. Çıkardığınızda başınıza nelerin gelebileceğinin provası idi aslında 5 Temmuz Urumçi katliamı, denediler ve kendilerince başarılı oldular da.

Binlerce insan sokaklarda katledildi, bununla da yetinmeyen Komünist idare olay gecesi sokak sokak evlere baskınlar yaparak bir nevi doğu Türkistanlı avına çıktı. Tutuklanan binlerce kişinin büyük çoğunluğundan geçen 12 yıllık süre zarfında haber dahi alınamadı, almak isteyenler ise vatan hainliği ile suçlandı.

Komünist idare olaylarda, çoğunluğunu Çinlilerin oluşturduğu 197 kişinin hayatını kaybettiği yalanını dünyaya servis etmekte zaman kaybetmedi tabi ki. Dahası olayların gerçek yüzünün öğrenilmemesi adına Doğu Türkistan’ın dünya ile irtibatı bir nevi tamamen kesildi.  Olayların büyümesi üzerine sokağa çıkma yasağı dahil olmak üzere, düğün, sünnet organizasyonları, camilere gidilmesi yasaklandı, yetmedi 3 kişinin bir araya gelmesi terörist olarak yaftalanmalarına sebep sayıldı.

Aslında gerçekte olan ise, içlerinde 1 tane bile Çinli’nin olmadığı, 2000’in üzerinde Doğu Türkistanlı’nın Komünist Çin eliyle hunharca katledilmesi idi. En az bir o kadar insan yaralanmış, bir o kadarı da tutuklanmak üzere gözaltına alınmıştı.

5 Temmuz’u ve takip eden günlerde Komünist yönetim akla hayale gelmeyecek şekillerde, suçlu-suçsuz demeden Doğu Türkistan’ın birçok bölgesinde halka zulmetmiş, paramiliter BİNGTUAN güçleri üzerinden bölgede terör estirmekten geri durmamıştır.

AIPA ve CEREBRUM TECH protokol imzaladı

HABER: Ömer Faruk Yıldırım

Yapay Zeka Politikaları Derneği (AIPA) ve Cerebrum Tech arasında yapay zeka alanında çeşitli konularda iş birliğini içeren protokol imzalandı.

Türkiye’de de yapay zeka çalışmaları hızla büyümeye devam ederken, 2021 yılının başında kurulan ve Türkiye’nin yanı sıra İngiltere, ABD ve Güney Kore’de de faaliyet gösteren Cerebrum Tech ile AIPA arasında önemli bir iş birliğinin temeli atıldı. Ankara’da gerçekleştirilen etkinlikte, AIPA adına Başkan Zafer Küçükşabanoğlu ve Cerebrum Tech adına Yönetim Kurulu Başkanı Dr. R. Erdem Erkul ve davetliler tören alanında hazır bulundu.

İş birliği protokolü imza töreninde konuşan Erdem Erkul, “Türkiye’de yapay zeka çalışmalarının güçlendirilmesi ve teknoloji ekosistemine katkıda bulunulması bizler için çok önemli. Cerebrum Tech’i kurarken belirlediğimiz odak teknolojilerimizden belki de en önemlisi yapay zeka. Çünkü yapay zeka aracılığıyla diğer pek çok teknolojinin de değiştiğini ve dönüştüğünü görüyoruz. Bu anlamda Türkiye’de yapay zeka alanında yapılan çalışmalarının desteklenmesi, yetişmiş iş gücünün artması ve politikalar üretilebilmesi çok kritik. Biz de öncelikli hedefi “gençlere ilham veren bir teknoloji şirketi” olan bir yapı olarak sorumluluk almaya her zaman hazırız. Bu anlamda Yapay Zeka Politikaları Derneği ile yaptığımız iş birliğinin Türkiye’de yapay zeka çalışmalarına hız kazandıracağına yürekten inanıyorum” dedi.

Küçükşabanoğlu ise konuşmasında, protokolde ülkenin yapay zeka alanında yararına olacak birçok madde olduğunu vurgulayarak, “En önemli husus ülkemizin, özellikle de 26 milyon Z kuşağının potansiyelini ortaya koyarak ülkemizden yeni Cahit Arflar çıkarmak. Bu sebeple AIPA ve Cerebrum Tech’in bugün imzalayacağı protokolün çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bildiklerimizin değil, bilmediklerimizin peşinden gidiyoruz diyen Cerebrum Tech ile geleceği düşünüyoruz diyen AIPA’ya bu ülkenin, özellikle de milyonlarca gencimizin çok ihtiyacını olduğunu düşünüyoruz. Az sonra imzalayacağımız protokolün ülkemize ve gençlerimize hayırlı olmasını diliyorum” değerlendirmesinde bulundu.

Cerebrum Tech ve Yapay Zeka Politikaları Derneği arasındaki iş birliğinde, yapay zeka çalışmaları konusunda bilinçlendirme ve farkındalık çalışmaları yapmak; yerel, ulusal, bölgesel ve küresel yapay zekâ toplulukları arasındaki iletişim ve etkileşimi artırmak; kamu politikalarına katkı sağlamak; akademik çalışmaları teşvik etmek; ihtiyaçlar doğrultusunda yapay zekâ alanına dair data ve tanımlamalar üretmek, bu bilgileri kamuoyu ile paylaşmak ve yapay zeka ile ilişkili alanlarda öğrenim gören öğrencilere staj imkanı sağlamak gibi pek çok nokta yer alıyor.

Smart Energy, Düşük Emisyonlu Panel Üretimini Tescilliyor

Güneş enerjisi sektöründe yatırımcı, anahtar teslim kurulum hizmet sağlayıcısı ve güneş paneli üreticisi kimlikleriyle entegre faaliyet gösteren Smart Energy, Şanlıurfa’da kendi yatırımı olan Tuzluca ve Gapsan güneş enerjisi santrallerinde gerçekleştirdiği sıfır emisyonlu elektrik üretimi ile I-REC karbon sertifikası almaya hak kazandı. Smart Energy, karbon sertifikalarını Gebze’deki güneş paneli üretim tesisinin elektrik tüketiminden kaynaklı karbon emisyonunu nötrlemek için kullanacak ve düşük emisyonlu panel üreticisi olduğunu tescilleyecek.

Ülkemizde sel ve orman yangını gibi doğal afetlerle iklim krizinin etkileri çok daha yoğun bir şekilde hissedilirken, küresel ısınmanın Paris İklim Anlaşması’nda belirlenen 1.5 °C ile sınırlanması için yenilenebilir enerji dönüşümünün aciliyetini gözler önüne seriyor. Küresel karbon emisyonlarının yüzde 31’lik bölümü enerji üretiminden kaynaklanıyor. Dünyamız artık daha fazla kömür ve diğer kirli fosil yakıtların etkilerine maruz kalamayacak kadar hassas hale gelirken, güneş ve rüzgâr enerjisi kaynakları, son 20 yılda, daha önce hiç olmadığı kadar önem kazanıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek ve yaşanabilir bir dünya yaratma misyonuyla hareket eden, yenilenebilir enerji sektörünün önde gelen şirketlerinden Smart Energy, karbon emisyonlarını sıfırlamaya ilişkin gelecek vizyonu ışığında önemli bir adım attı ve Şanlıurfa’da kendi yatırımları arasında yer alan Tuzluca ve Gapsan projeleri için I-REC sertifikası almaya hak kazandı.

I-REC YEŞİL ENERJİNİN YAYGINLAŞMASINI SAĞLIYOR

Smart Energy, güneş enerjisinden sıfır karbonlu elektrik üretimi sayesinde aldığı I-REC Sertifikasıyla, tüketicilerin temiz enerjiye ulaşmasını sağlıyor. I-REC sistemi sayesinde üretilen her birim elektrik enerjisi, kaynağından başlayarak takip edilebiliyor ve bu kapsamda yenilenebilir enerji tesislerinden üretilen her 1 MWh elektrik enerjisi için bir sertifika oluşturuluyor. Üretimlerinde yüzde 100 yenilenebilir enerji kaynaklarından faydalanmak da dahil olmak üzere belirli kriterleri yerine getirebilen tesisler, oluşturulan veri tabanına kaydolarak yenilenebilir enerji sertifikalarını almaya hak kazanıyor. I-REC sertifikaları, CDP (Karbon Saydamlık projesi), GHG Protokolü veya diğer sera gazı standartlarında yer alan ‘Kapsam II’ emisyonlarını azaltma amaçlı olarak da kullanılabiliyor.

YILDA 12 BİN TON KARBON EMİSYONUNU ENGELLİYOR

Ekim 2020’de faaliyete geçen Tuzluca ve Mayıs 2019’da faaliyete başlayan Gapsan güneş enerjisi santralleri,bugüne kadar toplamda yaklaşık 20 milyon kilovat saat sıfır emisyonlu elektrik üretimiyle yaklaşık 12 bin ton karbon emisyonun doğaya salımını engelledi. Bu da yaklaşık 1 milyon ağacın yaptığı katkıya eşdeğer.

Smart Energy bundan önce Aksaray ve Karaman’da kendine ait güneş santrallerinden yıllık 20 MW sıfır emisyonlu elektrik üretimini ise dünyanın önde gelen kuruluşlarından Verra tarafından onaylatarak, santrallerini10 yıllığına sertifikalandırmıştı. Şirket, yıllık 20 MW sıfır emisyonlu elektrik üretimiyle, son iki yılda 37 bin ton karbonun salımını engelledi. Bu da doğaya 216 bin ağacın sağladığı katkıya eş değer bir miktarı ifade ediyor.

Petrol Ofisi’ne MUSE Creative Awards’tan 13 Ödül

International Awards Associates tarafından düzenlenen alanının en önemli uluslararası platformlarından MUSE Creative Awards 2021’de, Petrol Ofisi geçen yılki başarısını tekrarlayarak yine 13 ödül aldı.

Petrol Ofisi, ‘Altınordu Oyun Kit Tasarımı’, ‘İTÜ Çekirdek Sosyal Sorumluluk Projesi, ‘Özel Günler İçerik Serisi’ ve ‘Sosyal Lig Fantezi Futbol Uygulaması’ ile 7 Platinium, 6 da Gold ödüle layık görüldü. İletişimde lidere yakışır bir şekilde samimi, güçlü ve gerçekçi bir dil kullandıklarını belirten Petrol Ofisi CMO’su Beril Alakoç, dijital medyayı etkin ve güçlü şekilde kullanan markalardan biri olduklarını vurguladı.

Küresel prestije sahip MUSE Creative Awards’ta markaların reklam, pazarlama, dijital medya gibi alanlarda gerçekleştirdiği yaratıcı fikirler ve tasarım çalışmaları değerlendirilerek ödüllendiriliyor. Bu yıl da farklı sektörlerden çok sayıda markanın başvuruda bulunduğu uluslararası ödül programında projeler, alanlarının önde gelen profesyonellerinden oluşan uluslararası jüri tarafından değerlendirildi. MUSE Creative Awards2021 jürisi, yaptığı değerlendirmede Petrol Ofisi’nin 4 ayrı projesini toplam 13 farklı kategoride ödüle layık gördü.

İletişimde, lidere yakışır bir şekilde samimi, güçlü ve gerçekçi bir dil kullandıklarına vurgu yapan Petrol Ofisi CMO’su Beril Alakoç “Bu iletişimi en doğru zamanlama, kanallar, içerik, çizgi ve renklerle gerçekleştiriyoruz. İletişim kanallarının efektif kullanımına da büyük özen gösteriyoruz. Bu doğrultuda dijital medyayı da etkin ve güçlü şekilde kullanan markalardan biri konumundayız” şeklinde konuştu.

Sürdürülebilir Bir Dünya İçin Mavi Nefes Projesi

İklim kriziyle mücadele ve sürdürülebilir bir dünya için çalışan Garanti BBVA, Deniz Temiz Derneği/ TURMEPA iş birliğiyle deniz kirliliğini önlemek adına Marmara Denizi’nde atık yüzey temizliği ve bölge illerinde deniz temizliği konusunda farkındalık eğitimleri gerçekleştirmek amacıyla Mavi Nefes Projesi’ni hayata geçiriyor.

Marmara Denizi’nde yaşanan müsilaj sorununun çözümü için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı öncülüğünde kurulan Marmara Denizi Koruma Eylem Planı Koordinasyon Kurulu’nda yer alan TURMEPA, Garanti BBVA desteğiyle öncelikle denizlerdeki genel kirliliğin önüne geçmek ve ihtiyaç halinde müsilajla mücadele etmek için çalışacak. 3 yıl sürecek projenin deniz temizliği ayağında İstanbul Boğazı’nı temizleyecek 2 adet deniz süpürgesi, acil durumlarda müsilaj ve katı atık temizliği yapmak üzere başka bölgelere de gidecek.

Projenin ikinci ayağını ise farkındalık eğitimleri oluşturacak. Mavi Nefes Projesi kapsamında gerçekleştirilecek eğitimlerle gelecek nesillerde deniz temizliği konusunda farkındalık yaratmak amaçlanacak. Marmara Bölgesi’nde İstanbul, Tekirdağ, Kocaeli, Yalova, Bursa, Balıkesir ve Çanakkale olmak üzere 7 ilde, 60 bin öğrenci ve 4 bin öğretmen başta olmak üzere verilecek eğitimlerle bölgesel farkındalığın artırılması sağlanacak.

Konuyla ilgili bilgi veren Garanti BBVA Genel Müdürü Recep Baştuğ “Garanti BBVA olarak, 15 yıldan uzun süredir sürdürülebilir kalkınma, iklim krizi ve eşitsizliklerle mücadele için inisiyatifler alıyoruz. Bu yaklaşımı, gerek ürün ve hizmetlerimizde, gerekse doğrudan çevrenin korunmasına yönelik attığımız adımlarda her vesileyle ortaya koyuyoruz. Bu kapsamda hem ülkemizde hem de dünyada pek çok ilki gerçekleştirerek iş dünyasının dönüşümüne öncülük ediyoruz. Müşterilerimize sunduğumuz ürün ve hizmetlerle bugüne kadar sürdürülebilir kalkınmaya 51 milyar TL’yi aşan kaynakla katkı sağladık. Sürdürülebilirlik politikamız ve iklim kriziyle mücadele kapsamında çevreye olan etkimizi yönetmek bizim kırmızı çizgimiz. İklim krizinin etkilerini çok çeşitli alanlarda deneyimliyoruz, geçtiğimiz aylarda da bir yansımasını maalesef denizlerimizde gördük. Doğa bu kez farklı bir şekilde alarm verdi ve deniz ekosisteminde yaşayan binlerce canlı türünü etkileyen müsilaj sorunu kendini çok güçlü bir şekilde gösterdi. Bu nedenle TURMEPA’yla denizlerimizin temizlenmesi ama daha da önemlisi deniz temizliği konusunda gelecek nesillerin eğitilmesi ve farkındalığın artırılması için bir yola çıkıyor, Mavi Nefes Projesi’ni hayata geçiriyoruz” dedi. 

Recep Baştuğ sözlerini şöyle sürdürdü: “Yıllardır kirletilerek bu hale gelen ve artık yardım isteyen denizimizi kurtarmak için sadece bu gayretler yeterli değil… Bu konuda bilinç ve farkındalığın evlerimizde başlaması, bireylerin ve kurumların da üzerine düşeni yapması gerekiyor. Garanti BBVA olarak, bu konuda çözüm üretmek için çalışmaya hazırız.

Büyük Usta; ‘Orhan Kemal’

Basınköy öyle eşsiz bir semtimiz ki! Türkiye’ye nam olmuş, büyük üstatların yaşadığı yerdir. Kimler geldi, kimler geçti ama Orhan Kemal deyince; bir durmak, bir düşünmek lazım gelir. Çünkü ustaların ustası edebiyat tarihine ismini altın harflerle yazmış önemli bir değerimizdir. 

Ustayı bizler namıyla tanıdık. Yaşımızda yetmiyor onun o eşsiz yaşamına eşlik etmeye ama rahmetli olduğunda hep büyüklerimiz bize anlattı üstadı… Biz onu tanımadan sevdik ve oğulları da bizim abilerimiz oldu. Çocuktuk anlayamadık, Nazım Hikmet’ten almış feyzini Yaşar Kemal anlattı bize. Fakat bizler hep bize öğretilenlerle yargıladık ustayı ve bize öğretilenlerin büyük kısmının öyle olmadığını yaşadıkça öğrendik. Öğrendikçe anladık kıymetlerini ama ellili yaşlarda bunu öğrenmemiz e kadar acı bir durumdur. 

Anlatamam…

Anlatamazlar…

Yalanlar üzerine kurulmuş düzeni…

Ben kendi değer yargılarımla bu konularda konuşmak ve yazmak hatta haykırmak istiyorum. İstiyorum. İtiraf vakti geldi de geçiyor. Benim gibi itiraf etmek yanlış düşünce ve yanlış bilgilere inandırıldığı için kendisi ile yüzleşmek isteyen binlerce insan olduğunun farkındayım. Ben binlerce insana kıyasla çok daha şanslı ve çok daha cesaretli durumdayım. Ne mutlu ki bana özeleştirilerimi hem yazabiliyor hem konuşabiliyor ve her platformda paylaşabiliyorum. Bir çok insan mahalle baskısından veya gelecek endişesinden bu şekilde bir özeleştiriden kaçınıyor.

Asker bir babanın ve öğretmen olan bir annenin çocuklarından bir tanesi olarak büyüdük. Bu büyüme sürecinde milliyetçi bakış açısı ile değişmez kurallarımız ışığında yaşamımıza devam ettik. Bu değişmez kurallarımız ile ustalara onları anlamak için bakmak yerine onları bize söylenenlerden dolayı yargıladık. Bu esasında tam anlamıyla yargısız infaz gibiydi.

Yıllar geçti, bir yandan büyüdük, diğer bir yandan da okuduk, araştırdık, yaşadık, gördük ve hayatı teraziye koyabilecek yaşlara eriştik. Bakarak, görerek ve tartarak yaptığımız araştırmalarda bizlere siyah diye öğretilenlerin beyaz, beyaz diye anlatılanların da siyah olduğunun farkına vardık. Değerli okur esasında bu durumu sizlerde ülkemiz insanları da dünya insanları da çok iyi bilmektedir. 

Basınköy dedim ya hani evimin olduğu ve büyüdüğüm mahallede nice üstatlar vardı ve biz onları çocuk iken anlayamadık. Keşke her birinin feyzinden faydalanabilseydik.

Ben bu makaleyi kaleme aldığım gün ustanın doğum günü idi ve ben Orhan Kemal Müzesindeydim. Onun ile alakalı bu benim için değerli kelamları üstadın masasında yazma şansını da yakaladığımı belirtmek isterim.

Üstadın sevgili oğlu Işık Öğütçü ile ustanın evindeydim aslında… Çünkü Basınköy’deki evi müzede yaşıyor. 

Kitapları, eşyaları, kıyafetleri, anıları müzede bizimle beraberdi. Işık abi ile itiraflarımı birbiri ardına sıralayarak keşke ustayı uzun zaman önce anlayabilsem ve bu kadar geç sürmeseydi anlattıklarımda diyerek konuştum.

Kısmet bu günlere imiş ve mühim olan da anlayabilmemiz ve gelecek nesile anlatabilmemizdir.

İlk önce okumak lazım çok okumak ve ardından da araştırmak ve dinlemek gereklidir. En kolay olan yargılamak ise en büyük yanlışların başında gelmektedir.

Benim de anlattıklarım yanlışların en büyüğünü işlemem neticesinde bir itirafa dönüşmüştür. 

Edebiyat tarihine yön veren ismini altın harflerle yazdırmış bir ustayla aynı mahallede oturup yıllar sonra onu anlayabilmek ne acı ama hiç anlayamamaktan ise daha iyidir.

Nicelerinin öğretilerini sırf bu yüzden yıllar sonra anlayabildik. Ben Orhan Kemal’in herkesin bildiği hayatını, romanlarını,yaşamını değil, önemli olan Orhan abimizi anlayabilmeyi anlatmak istedim ve sayesinde birçok ustayı anlayabilmenin yolunu gösterdim. 

Yargılamadan önce okuyun, araştırın ki ustalarımız yaşasın, bizlerde yaşadıkça değil bir an önce öğrenelim. 

  Doğum günün kutlu olsun büyük usta.

Türkiye’de Yeşil Turizmi Desteklemek İçin “Başarı Üçgeni”

Enerjisa, Sabancı Üniversitesi ve UNDP, Küçükköy’ü çevresel sürdürülebilirlik modeline dönüştürmek için güç birliği yapıyor

Türk ekonomisinin hayati sektörleri arasında yer alan turizm sektöründeki potansiyeli geliştirmeyi ve sürdürülebilir yapıya ulaşmasına katkı sağlamayı amaçlayan Enerjisa Enerji, Sabancı Üniversitesi ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), yılda bir milyon turisti ağırlayan Ayvalık’ta gelecek vadeden bir turizm destinasyonu olan Küçükköy’de “yeşil destinasyon modeli” geliştirmek ve turizm işletmelerinde enerji verimliliği, yenilenebilir enerji ve diğer sürdürülebilir turizm uygulamalarını yaygınlaştırmaya yönelik çalışmaları başlatmak için güçlerini birleştirdi.

Girişim, 18 aylık bir takvimde, bir yanda fosil yakıt kullanımını azaltacak, diğer yanda ise Türkiye’de henüz büyük çapta yararlanılmayan bir potansiyeli temsil eden yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasını yaygınlaştıracak ölçeklendirilebilir, tekrarlanabilir ve sürdürülebilir bir turizm uygulama modeli geliştirmeyi hedefliyor. Sürdürülebilir Enerji Temelli Turizm Uygulama Merkezi’nin (SENTRUM) kurulmasına yönelik ortak çalışma, bu işin yalnızca başlangıcını oluşturuyor; pilot çalışmanın sonuçları diğer yerlerde de uygulanacak.

SENTRUM projesinin tanıtım toplantısında konuşan Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve Sabancı Üniversitesi Kurucu Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, Sabancı Üniversitesi’nin toplum ile iç içe, topluma duyarlı öğrenciler yetiştirme hedefine sahip olduklarının altını çizdi.

Enerjisa Enerji ve UNDP ortaklığında, Sabancı Üniversitesi’nin destekleriyle bölgeye değer katan bir projeyi hayata geçirmelerinden duyduğu mutluluğu ifade eden Güler Sabancı, “Sabancı Üniversitesi’nin felsefesinde birlikte geliştirme vardır. Burada da UNDP, Enerjisa ve Sabancı Üniversitesi bir başarı üçgeni oluşturarak Sürdürülebilir Enerji Temelli Turizm Uygulama Merkezini bu anlayışla hayata geçiriyoruz. Bundan sonrasında birlik ve beraberlik içinde bu dünya için çok güzel şeyler yapacağız” dedi.

Türk ekonomisinin hayati sektörlerinden biri olan turizm, küresel salgından hemen önceki 2019 yılında, ulusal GSYH’nin yüzde 12,7’sini üretti. Dolayısıyla, turizm sektörünün çevresel, sosyal ve ekonomik açıdan sürdürülebilir olmasını sağlamak, Türkiye’nin ulusal kalkınma öncelikleri arasında yer alıyor.

Turizm, Türkiye için çok zengin potansiyel arz eden bir sektör” diyen UNDP Türkiye Mukim Temsilcisi Louisa Vinton, “Ancak, çevresel limitleri ihlal etmeyi sürdürürsek, bu potansiyelin ziyan edilmesi riski var. Amacımız, turizm işletmelerinin doğa dostu dönüşümlerine yardım etmektir” dedi.

Sabancı Holding Enerji Grubu Başkanı ve Enerjisa Enerji Yönetim Kurulu Başkanı Kıvanç Zaimler, “Sabancı Topluluğu çatısı altında, 90 yılı aşkın süredir attığımız her adım, bu topraklardan aldığımızı, bu topraklara geri verme vizyonumuzla aydınlanıyor. Bu nedenle projemizin kapsamı bölgedeki turizm işletmeleriyle, binalarla ve müzelerle sınırlı kalmayacak; bölge halkının ve bölgeyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerin de enerji verimliliği ve sürdürülebilir turizm konusunda farkındalığının artırılması hedeflenecek” dedi.

Enerjisa’nın finanse ettiği girişimde, UNDP öncelikle Küçükköy için destinasyona özgü sosyo-ekonomik ve çevresel plan, enerji tasarrufu ve enerji verimliliği ile yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı konularında yöredeki turizm işletmelerine yönelik durum analizi, sürdürülebilir üretim ve tüketim stratejisi ve yeşil satın alma ve tedarik zinciri yönetim stratejisi hazırlayacak.

Yeşil enerjinin desteklenmesi, sürdürülebilirlik denkleminin yalnız bir parçasını oluşturuyor. Girişim, UNDP’nin entegre yaklaşımından yararlanarak, yerel toplumların turizmden fayda görmesini de hedefleyecek. Bu noktada kadınlar için fırsatlar yaratılması, tüm çabaların merkezinde yer alacak. Örneğin, UNDP, enerji sektöründe yaygın olan toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini azaltmak amacıyla, turizm işletmelerinde enerji etüdü ve enerji danışmanlığı alanlarında, yörede bulunan kadınlara eğitim sağlayacak.

Yerelde sahiplenme ve kapsayıcılığı sağlamak üzere, proje faaliyetleri aynı zamanda belediyeler, merkezi yönetimin taşra örgütü, STK’lar, üniversiteler ve yerel toplumların katılımını da sağlayacak. Bu amaca yönelik olarak, UNDP, Küçükköy’de bulunan Sabancı Üniversitesi Yaratıcı Teknolojiler Atölyesi’nde SENTRUM Koordinasyon Ofisi kuracak. Ofis, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji alanında bilgi birikimini yaygınlaştıracak.

Enerjisa Enerji ayrıca, çevresel, sosyal ve ekonomik potansiyeliyle büyük bir dönüşümün başlangıcı olacak bu sürece, sürdürülebilirlik odağındaki, enerji verimliliği, tasarruf, karbon salımının azaltılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının teşvik edilmesi gibi konuları bir arada değerlendirdiği “İşimin Enerjisi” markası altındaki ürünlerinin entegrasyonu ile destek verecek.

İstanbul Kanalı Projesi Tartışmalarına Bir Katkı

25 Eylül 2021 Cumartesi günü “Kocaeli’den Karadeniz Ereğli’ye giden Tahsin İmamoğlu adlı gemiile Gemlik’ten Rusya’ya giden Rusich 10 adlı kuru yük gemileri İstanbul Boğazı’nda Yeniköy önlerinde çattı.Çatmanın sonrasında Boğaz’da yaşanan kriz İstanbul Kanalı Projesi tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Bu yazı, Türk Boğazları ve İstanbul Kanalı Projesi tartışmalarına bu bağlamda katkı sağlamak amacıyla hazırlanmıştır. Konu Uluslararası Adalet Divanı tarafından görülen ve uluslararası boğaz olmanın koşullarının belirlendiği “Korfu Boğazı Davası” üzerinden ele alınacaktır. 

Deniz hukukuna ilişkin kavramlar tanımlanırken birbiriyle ters orantılı iki husus göz önünde bulundurulmaktadır. Kıyı ülkesinin güvenliği ve uluslararası ulaşımın geçiş serbestliği. Güvenlik arttıkça geçiş serbestliği azalmakta, geçiş serbestliği arttıkça da kıyı ülkesinin güvenliği olumsuz etkilenmektedir. Benzer bir durum tüm suyollarında olduğu gibi boğazlar için de geçerlidir. 

Boğazlar, özellikle suyolu niteliğine sahip olmaları nedeniyle, denize kıyısı olsun veya olmasın bütün devletlerin ticaret gemileri ve savaş gemileri bakımından, ulaşım serbestisi ve ticari çıkarları açısından olduğu kadar, stratejik olarak kıyı devletinin güvenliği açısından da büyük önem taşımaktadır. Boğazlar bu yönüyle nasıl tanımlanmaktadırlar?

Boğazlar konusundaki en önemli ayrım “ulusal boğaz”, “uluslararası boğaz” ve “geçiş rejimi özel bir anlaşmanın konusunu oluşturan boğaz” şeklinde yapılabilir. 

Ulusal boğaz tek bir devletin sınırları içerisinde yer alan ve geçiş rejimin o devletin iç hukukuna göre belirlendiği ve tam egemenlik tesis edildiği boğazlardır. Fakat istisnai olarak bir boğaz her bakımdan ulusal bir boğaz özelliğini gösterse dahi uluslararası ulaşım açısından taşıdığı önem dolayısıyla uluslararası bir geçiş rejimine tabi tutulabilir.

Uluslararası boğaz tanımı ise zaman içerisinde oluşmuştur. Korfu Boğazı Davası bu yönüyle tarihteki ilk örnek olarak değerlendirilebilir.  Bu dava ile uluslararası boğaz tanımlamalarına da bir açıklık getirilmiştir. Ayrıca bu dava, Uluslararası Adalet Divanı tarafından sonuca bağlanan ilk dava olma özelliğine de sahiptir.

Olay, 1946yılındaKorfu Boğazı’nın Arnavutluk kesiminden geçiş yapmakta olan İngiliz savaş gemilerine Arnavutluk tarafından ateş açılması üzerine patlak vermiştir. Ayrıca Arnavutluk tarafından bölgeye döşenen mayına çarpan gemi ciddi hasarlara uğramıştır. İngiltere savaş gemilerinin Korfu Boğazından zararsız geçiş hakkı çerçevesinde geçiş yapmakta olduğunu, geçişin Arnavutluk tarafından engellenemeyeceği görüşünde ısrar ederken, Arnavutluk, İngiliz savaş gemilerinin bu yönde bir hakkı olmadığını ve geçişin engellenmesinin uluslararası hukukun gereği olduğunu ileri sürmüştür. Bunun üzerine İngiltere BM Güvenlik Konseyi’ne başvurmuştur. Güvenlik Konseyi’nin 9 Nisan 1947 tarihli kararında uyuşmazlığın Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesi tavsiyesinde bulunulmuş, İngiltere de Divan’a başvurmuştur.

Bu olayda İngiltere, “Korfu Boğazı uluslararası bir boğaz niteliğinde olup, Arnavutluk’un yabancı gemilerin geçişini engelleme yetkisi bulunmamaktadır.” tezini savunurken, Arnavutluk ise, “Korfu Boğazı açık denizin iki bölümün birleştirmekle beraber, geçilmesi zorunlu bir yol değildir; ikinci derecede öneme sahiptir ve sadece bölgesel deniz trafiğinde kullanılmaktadır.” tezini savunmuştur. II.  Dünya Savaşı sonrası, uluslararası hukuk öğretisinde “Korfu Boğazı Davası” yani “Korfu Uyuşmazlığı” olarak bilinen bu olay nedeniyle hangi boğazların uluslararası boğaz olarak tanımlanacağı sorunu, Uluslararası Adalet Divanı’nın gündemine girmiş ve sonuçta Divan 1949 kararıyla, uluslararası boğazları “Açık denizin iki parçasını birleştiren ve uluslararası deniz ulaşımında kullanılmakta olan boğazlar” şeklinde tanımlamış ve bu soruna çözüm getirmiştir. Ayrıca Divan, barış zamanında savaş gemilerinin önceden izin almadan uluslararası ulaşımda kullanılan boğazlardan geçiş hakkı olduğu yönünde değerlendirilmiştir. 

Türk Boğazları ve İstanbul Kanalı açısından konuyu ele aldığımızda; Türk Boğazları” terimi, bu boğazlarla ilgili uluslararası düzenlemelerde, Çanakkale Boğazı’nı, Marmara Denizi’ni ve İstanbul Boğazı’nı kapsayan bir terim olarak kullanılmaktadır. Karadeniz ile Ege Denizi’ni birbirine bağlayan İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı geçiş açısından her zaman bir bütün sayılmıştır. Korfu Boğazı Davası’nda karara bağlandığı gibi “iki açık denizi” birbirine bağladığı içinde “uluslararası bir su yolu mahiyetindedir” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımlama dolayısıyla, Türk Boğazları’ndan geçiş ulusal değil, uluslararası düzenlemelere tabi tutulmuştur. Halbuki Türk Boğazları her bakımdan ulusal boğaz olma özelliğine sahiptir. Sadece geçiş rejimi boğazların uluslararası ulaşım açısından taşıdığı önem dolayısıyla uluslararası anlaşmalar ile düzenlenmektedir. Bu anlaşmalar ile de Türkiye’nin güvenliği ile uluslararası ulaşımın serbestliği arasındaki denge korunmaktadır. 

İstanbul Kanalı Projesi ise Karadeniz’i iç sular statüsündeki Marmara Denizi’ne bağlayacağı için her bakımdan ulusal bir su yolu olarak tanımlanacaktır. Kanaldan geçiş rejimi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin iç hukukuna göre belirlenecektir. 

Normal şartlar altında bu şekilde tanımlayabileceğimiz somut durum, bugün için küresel ve bölgesel güvenlik risklerinin gittikçe arttığı bir zamanda ve uluslararası politikada her konunun ülkeler arasında “mayın” etkisi yarattığı bir zeminde, Türkiye’nin güvenliği ve uluslararası ulaşımın geçiş serbestliği arasında var olan dengeye bir katkı mı sağlar? Yoksa aleyhe bir sonuç mu doğurur? Böyle bir ortamda Türkiye’nin egemenlik hakları korunabilir mi? Sorularını gündeme getirecektir. Bu hususların iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.

YEDAŞ’a Uluslararası Ödül

YEDAŞ, bu yıl 18. kez düzenlenen, iş dünyasının en prestijli ödüllerinden Stevie Award International Business programında, Dağıtım Sektörü- Yılın Şirketi kategorisinde GOLD Stevie ödülünü kazanarak büyük bir başarıya imza attı.

GLOBAL REKABETTE BÜYÜK BAŞARI

Elde edilen büyük başarı ile ilgili açıklamada bulunan YEDAŞ Genel Müdürü Hasan Yasir Bora, “63 ülkeden 3 bin 700 adayın değerlendirildiği bir programda, kurum olarak bölgemizde sahip olduğumuz bilinçli, sürdürülebilir, çevik dijital dönüşüm yaklaşımının, global rekabet ortamında ödüllendirilmesi bizler için büyük bir gurur kaynağı oldu” dedi.

ULUSLARARASI BİLİNİRLİLİK VE KALICILIK

YEDAŞ’ ın 5 ilde 3 milyondan fazla müşteriye elektrik dağıtım hizmeti verdiğine dikkat çeken Hasan Yasir Bora, “Özellikle kurumsallaşma, bilgi teknolojileri, entegre yönetim sistemleri ve kalite yönetim sistemleri açısından şirketlerin uluslararası ölçekte bilinirliliği ve kalıcılığı anlamında oldukça büyük önem arz eden ödülü kazanmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu prestijli ödül ile uluslararası platformlarda yapılan değerlendirmeler ile ne kadar değerli çalışmaları hayata geçirdiğimizi bir kez daha gördük. Başarı ile uygulamaya devam ettiğimiz YEDAŞ 5.0 Dijital Dönüşüm Programı’nın ilk aşamasında layık görüldüğümüz bu ödül bizleri oldukça heyecanlandırmıştır” diye konuştu.

HİZMET KALİTESİ VE MÜŞTERİ MEMNUNİYETİ

YEDAŞ olarak tüm süreçlerin odağına ‘müşteri memnuniyeti ve kaliteli hizmeti’ koyduklarını ifade eden Genel Müdür Bora, “Dijital Dönüşüm Programımızdaki her bir projenin hizmet kalitemizin ve müşteri memnuniyetin artmasına büyük katkı sağlayacağına inanıyoruz” ifadelerini ekledi.

Alarko Carrier Üst Üste 8’inci Kez Ödüle Layık Görüldü

Alarko Carrier, İklimlendirme Sanayicileri İhracatçılar Birliği (İSİB) tarafından “En Çok Klima Santrali, Rooftop, Fancoil, Paket Tipi Klima İhracatı Yapan Firma” ödülüne layık görüldü.

Bu yıl kuruluşunun 10’uncu yılını kutlayan İSİB, 2020 yılı boyunca iklimlendirme sektöründe gerçekleştirdiği ihracat faaliyetleriyle fark yaratmış şirketleri ödüllendirdi. İklimlendirme sektörünün öncü şirketi Alarko Carrier, İklimlendirme Sanayicileri İhracatçılar Birliği (İSİB) tarafından En Çok Klima Santrali, Rooftop, Fancoil, Paket Tipi Klima İhracatı Yapan Firma kategorisinde 8’inci kez lider olarak ödüle layık görüldü.

İSİB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Şanal’ın ev sahipliğinde gerçekleşen ödül törenine İSİB Yönetim ve Denetim Kurulu üyeleri, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı İsmail Gülle, ödül almaya hak kazanan firmaların yönetim kurulu üyeleri ve profesyonel yöneticileri ile sektör paydaşları katıldı.

Aynı kategoride 8’inci ödül

Alarko Carrier böylece aynı kategoride 8’inci kez ödülü kazanarak büyük başarı elde etti. Covid-19 salgını ile iç ortam hava kalitesinin öneminin her zamankinden daha fazla olduğu günümüzde Alarko Carrier, merkezi iklimlendirme ürünleri ile insanın bulunduğu her ortamda hijyen, verimlilik ve güvenlikten ödün vermeyerek “gerçek konfor” üretmeye devam ediyor. Ellinin üzerinde klima santrali üreticisinin bulunduğu Türkiye’de, Alarko Carrier hem iç pazar hem de ihracat yaptığı 65’e yakın ülkede müşterilerin farklı ihtiyaçlarına çözüm üretiyor. Sadece ilk yatırım maliyetini düşünerek değil ömür boyu maliyet yaklaşımı ile müşterilerine çözümler sunarak ve kaliteden asla taviz vermeyerek bu alandaki başarısını aldığı ödüller ile taçlandırıyor.

“Türkiye, iklimlendirme ihracatından büyüme potansiyeline sahip”

Alarko Carrier Genel Müdürü Cem Akan; şirketin geliştirdiği ihracat stratejisine işaret ederek şunları belirtti: “Yine 2020 yılında ihracat alanında daha katma değerli ürünlere odaklandık ve ihracatımızın ciro içindeki payı yüzde 17 oldu.  İhracatımızdaki bu artış döviz kurlarındaki yükselişe paralel olarak bilanço performansımızı da olumlu etkiledi.

Akan, iklimlendirme sektöründe Türkiye’nin ihracattaki rolüne de değindi: “Dünya’daki ihracat büyüklüğünde Türkiye 2020 yılında 4,7 milyar USD ihracat ile dünya iklimlendirme sektöründen yüzde 1 paya sahip. Buna rağmen genç nüfus, jeopolitik konum ve kalifiye eleman avantajları dikkate alındığında önümüzdeki dönemde yüksek bir büyüme potansiyeline sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Hidrojen Enerjisi Kullanımı ve Enerji Politik Rolü

Giriş

Hidrojen, bilindiği üzere, periyodik cetvelde 1 numaralı ve en hafif element olarak yer alan kâinatın temel taşı diyebileceğimiz elementtir. Aynı zamanda yer yüzeyinde en çok bulunan elementtir. Zira dünyanın büyük bir bölümü denizlerle kaplıdır ve suyun temel elementlerinden biri de hidrojendir.  

Hidrojen, renksiz, kokusuz, tatsız ve yanıcı bir gaz olup kütle bazında yüksek enerji içeriğine sahip bulunmaktadır. Yanma ısısı yüksek olmasına karşın zehir etkisi olmayıp kimyasal tepkimelerde yanma sonrası esas itibariyle su buharı oluşmaktadır.  

Hidrojen, yakıt pili olarak motor veya gaz türbinlerinde kullanılabilmektedir. Petrol ürünlerine göre hidrojenin verimi yaklaşık 1.13 kat daha fazla olması nedeniyle enerji sektöründe kullanılabilme olasılığı giderek artmakta ve fosil yakıtlara bir alternatif olarak ileri sürülmektedir. 

Fosil yakıtların büyük ölçüde kullanıldığı günümüzde, fosil yakıt yanma ürünlerinin çevreye verdiği zararlı etkiler, bilindiği üzere, halen dünyanın baş etmeye çalıştığı önemli sorunlar olarak görülmektedir. Bu bağlamda hidrojenin kullanımı daha kuvvetle gündeme gelmiş bulunmaktadır. Hidrojen kullanımına ilişkin olarak, çevresel etkilerin yanı sıra enerji verimliliği ve kaynak çeşitliliği açısından önemli bir alternatif oluşturabileceği de ifade edilmektedir. Bununla beraber henüz ekonomiklik bağlamında sorunları bulunmaktadır. 

Hidrojen, gezegenimizde bol olmasına karşın saf halde bulunmamaktadır. Bir başka deyişle, yer yüzeyinde bol bulunan bir element olmakla beraber element olarak elde edilmesi bağlamında konvansiyonellik konusu tartışılır bulunmaktadır. Hidrojen farklı şekillerde elde edilebilmektedir. Genel olarak (farklı yöntemlerle) foto süreçler, reforming ve elektroliz gibi prosesler kullanılarak üretilmektedir.

Elde edilen hidrojen özel araçlarla veya boru hatları ile taşınmaktadır. Depolama işlemi de yine basınçlı kaplarda, özel tasarlanmış düzenek ve yakıt pilleriyle olabilmektedir. Tüketimi ise farklı alanlarda kullanımı şeklinde karşımıza çıkmaktadır (Şekil 1) 

Gerçekte Hidrojen, bir enerji taşıyıcıdır ve taşıyıcı olarak verimi yüksektir. Bu bağlamda,  roket ve jet motorlarında ve elektrik jeneratörlerinin soğutucu sistemlerinde tercihan kullanılabilmektedir.

Kimyasal ve fiziksel özellikleri çevreye (genel olarak) olumsuz etki oluşturmadığı için “temiz yakıt” sınıfında sayılmaktadır. Bir başka deyişle, petrol ve ürünlerinin kullanıldığı yanmalı motorların oluşturduğu emisyonlar, hidrojen kullanımında söz konusu değildir.

Bununla beraber (gerçekte renksiz olan) hidrojen için üretim prosesinde kullanılan (Şekil 1’de görülen) “Birincil Enerji”nin hangisi olduğuna bağlı olarak emisyon değerlendirilmesi yapılmaktadır ve bu bağlamda üretilen Hidrojen de renk nitelemesiyle anılmaktadır. 

Şöyle ki; kömürün gazlaştırılmasıyla elde edilen hidrojene “Kahverengi Hidrojen”, doğal gazın su buharı ile reformasyonu ile elde edilen hidrojene “Gri Hidrojen”, yenilenebilir enerji kullanılarak üretilen hidrojene “Yeşil Hidrojen”, nükleer enerji kullanılarak elde edilen hidrojene “Mor Hidrojen” ve ortalama şebeke elektriği kullanılarak (elektroliz ile) üretilen hidrojene ise “Sarı Hidrojen” adı verilmektedir. Kimi kez “Sarı Hidrojen nitelemesinin nükleer enerji ağırlıklı kullanıldığı da görülmektedir. Farklı literatür kaynaklarında ilave olarak karbon yakalama ve depolama ile buhar metan reformasyonu ile elde edilen hidrojene “Mavi Hidrojen”, karbon ile piroliz yoluyla yan ürün olarak elde edilen hidrojene “Turkuaz Hidrojen” nitelemeleri de kullanılmaktadır.   

Enerji Politik Açıdan Hidrojen Enerjisi

Hidrojen, halen konvansiyonel enerji kaynakları arasında yer almamaktadır. Burada, “Konvansiyonel Enerji” tabiri ile teknolojik ve ekonomik olarak kendini kanıtlamış emre amade (her istendiği zamanda, istendiği güçte, sürekli olarak) enerji üretilebilen enerji kastedilmektedir. Hidrojen enerjisine ilişkin olarak henüz ekonomik ve rekabetçi anlayış içinde istenen şartları sağlayabildiği söylenememektedir (Tablo 1)

Öte yandan, enformatik çağa giren dünyamızda enerji gereksinimi, yadsınamaz boyutlarda artmaktadır. Halen enerji üretimi için en çok fosil yakıtlar kullanılmaktadır. Buna karşın fosil yakıtların sebep olduğu sera gazı salımının iklim değişikliğinde etken olması, enerji temin ve tedarik sistemleri için yeni çözümlerin aranmasını gerekli kılmıştır. Bu bağlamda hidrojen konusu tekrar gündeme gelmiş bulunmaktadır. Ancak hidrojenin maliyet yüksekliği hala önemini korumaktadır.

Hidrojenin, orta ve/veya uzun vadede temel enerji tedarik elemanı olarak kullanımı belki mümkün olabilecektir. Hatta enerji pazarının pek çok safhasında kullanılabileceğinden de bahsedilmektedir. Ancak günümüzde hidrojenin; ulaşımda, elektrik güç üretim işlemlerinde, uçak yakıtlarında ve katalitik yanma işlemlerinde kısmi kullanım bağlamında yer alması tercih edilmektedir. Bu bağlamda, dünyada hidrojen enerjisi talebinin değişimi Şekil 2’de görülmektedir.

Daha çok “Yeşil Hidrojen” üretimi hedeflenmektedir. Ne var ki; yenilenebilir enerji kaynaklarının emre amade olmaması ve (genellikle güç başına) kurulum maliyeti yüksek olduğundan hidrojen kullanımı istenen seviyeye gelememektedir.

İklim değişikliği bağlamında kahverengi hidrojen eldesinden olabildiğince kaçınılmaktadır. Keza gri hidrojen de fazla yeğlenmemektedir. Sarı hidrojen ise esas itibariyle elektroliz yöntemi uygulaması için kullanılmakta ve (Tablo 1’den de görüldüğü üzere) enerji ekonomisi açısından tercih edilir bulunmamaktadır. “Turkuaz Hidrojen” ve “Mavi Hidrojen” kullanımının (şimdilik) limitli olduğu görülmektedir.

Ancak, nükleer santralların iklim değişikliğine karşı önemli bir seçenek olarak günümüzdekinden daha fazla yaygınlaşması beklenmektedir. Bu durumda, “Mor Hidrojen” ve “Sarı Hidrojen” olarak hidrojen üretimi, hidrojen ekonomisini kayda değer şekilde olumlu yönde etkileyebilecektir. Böylelikle hidrojen de öne çıkan bir alternatif olabilecektir. 

Öte yandan, hidrojenin diğer yakıtlarla birlikte kullanımı giderek daha çok gündeme gelmiş bulunmaktadır. Özellikle boru hatları ile taşınması ve doğal gaz ile birlikte (kısmi) kullanımı öne çıkmaktadır. Avrupa Birliği (AB)’de bu konuda önemli çalışma ve uygulamalar göze çarpmaktadır. Böylelikle, enerji gereksinimi sağlanırken, enerji ekonomisi şartları da yerine getiriliyor olmaktadır. 

Bu durum enerji politikalarını düşünülenden fazla etkileyebilecek bir nitelik taşımaktadır. Şöyle ki; Avrupa doğal gaz ihtiyacını daha çok Avrasya’dan sağlamakta olup hidrojenle beraber doğal gazı kullanmasıyla birlikte, AB’nin doğal gaz talebi azalabilecektir. Bu durum birkaç yönden önem arz etmektedir. 

İlk olarak farklı bölgelerden AB’nin artan doğal gaz tedarikini sağlamaya yönelik yeni doğal gaz boru hatlarının yapımı aksayabilecek, ertelenebilecek veya rafa kalkacaktır. Özellikle pahalı yatırımlar için bu durum çok mümkündür. Pahalı yatırımlar olarak, uzun deniz geçişi boru hatları ve/veya uzak bölge bağlantılı hatlar ilk akla gelenler olmaktadır. Bu bağlamda, Doğu Akdeniz doğal gazını deniz altından bağlamak üzere İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan ve de Mısır’ın hayata geçirmek istediği hayli pahalılık ifade eden “EastMed” boru hattının hayata geçirilmesi zorlaşacak ve büyük bir olasılıkla ertelenecek veya rafa kalkabilecektir. 

Zaten Rus doğal gazı Ukrayna üzerinden AB’ye ulaşırken ve de (TANAP ve bağlantılarıyla) Güney Gaz Koridoru Hazar doğal gazını Avrupa’ya ulaştırırken, AB’nin kısmi de olsa hidrojeni kullanımıyla EastMed enerji ekonomisi açısından kabul edilebilirlik özelliğini yitirebilecektir. EastMed boru hattından ayrı olarak farklı deniz geçişli boru hatları da üzerinde düşünülmesi gerekli hatlar halini alacaktır. 

Fazla olarak, doğal gaza göre pahalı olan “Sıvılaştırılmış Doğal Gaz (Liquified Natural Gas”) – LNG kullanımı azalma eğilimi gösterecektir. Bilindiği üzere, doğal gazın deniz aşırı “uzak” ülkelerden temini gerekli olduğu hallerde ve ülkelerin enerji politikaları açısından tedarikte “yedeklilik” stratejisini sağlama bağlamında LNG kullanımı yeğlenebilmektedir. Hidrojenin giderek daha çok kullanımı ile LNG talebinin düşmesi beklenti doğrultusunda olacaktır.

Burada şunu da belirtmek gerekir ki; Amerika’da büyük ölçüde “Kaya Gazı” bulunmuştur ve özellikle 2010’dan sonra ABD bulduğu doğal gazı (pahalı olmasına karşın) LNG olarak pazarlamaya başlamış bulunmaktadır. Halen ABD, enerji ekonomisinin rekabetçi şartlarından öte, ülkeler üzerindeki stratejik gücünü kullanarak ve dayatma siyaseti uygulayarak LNG satışını hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu strateji, ABD’nin dünya siyasetindeki rolü üzerinde (arzı azaltmak üzere farklı fosil yakıt rezerv bölgelerinden çekilme vb. gibi) etkin olmaktadır. Dolayısıyla hidrojenin dünyada daha fazla kullanılıyor olması ABD’nin bu yeni stratejisini etkileyebilecektir.     

Türkiye’de Hidrojen Enerjisi

Türkiye’de Hidrojen enerjisi ve teknolojisi konusundaki çalışmalar Akademik olarak yeni olmamakla beraber ilk resmi ifadelere Türkiye’nin 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı içinde 1993’de değinilmiştir. 2003 yılında Birleşmiş Milletler Endüstri Geliştirme Organizasyonu (UNIDO) desteği ile Uluslararası Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi (ICHET) projesi kapsamında, İstanbul’da Hidrojen Enstitüsü kurulmuştur. Hidrojen konusunda (daha çok akademik) bazı projeler ve bilgilendirme toplantıları yapılmıştır.

Türk sanayinde hidrojen yer almaktadır. Hidrojen üretilip, kullanılmakla beraber kimi zaman yeterince verimle kullanılamadığı da gözlenmektedir. Bununla beraber suni gübre sanayi, bitkisel ve hayvansal yağ üretimi, petrol rafinerileri,• petrokimya endüstrisi, enerji sektörü ve savunma sanayinde hidrojenin kullanım alanı bulduğu gözlenmektedir. Türkiye’nin uzay çalışmalarına ilişkin aktivitelere ve projelere yer verdiği de  düşünülürse bu trendin arta gidebileceği söylenebilir.

Sonuç

İklim değişikliği ve enerji gereksinimlerinin yadsınmazlığı ülkeleri özel hidrojen stratejileri bağlamında işbirliğine gitmeyi öngörmektedir. Nitekim gündeme gelen hidrojen stratejileri, hidrojene ilginin artışını ve büyüyen bir pazarı işaret etmektedir. Ulusal stratejilerin, ülkelerin kendi çıkarları ve endüstriyel güçleriyle ilişkili olarak dinamiklik gösterdiği de gözlenmektedir. 

Hidrojen enerjisi konusundaki gelişim sürecinin bir göstergesi de, AB’nin 2050 yılına kadar karbon nötr olmaya yönelik angajmanı ve Avrupa “Yeşil Mutabakatı”dır denebilir. AB tarafından Temmuz 2020’de ilan edilen “Hidrojen Stratejisi”, hidrojen enerjisini Avrupa Yeşil Mutabakatı’na ilişkin olarak öncelikli kilit bir inisiyatif olarak nitelemektedir. Bu bağlamda, hidrojen enerjisinin yakın gelecekte, daha çok gündeme geleceği anlaşılmaktadır. 

Türkiye’nin konuya uzak olmadığı ancak alması gereken inisiyatifler olduğu söylenebilir. Hidrojen kullanımını ilk olarak kısmi ölçekli kullanım bazında artırılmalı ve bunun için ilgili düzenlemelerin yapılması yerinde olacaktır. Bu amaçla, örneğin, hidrojen üretiminin desteklenmesi, doğal gaz şebekelerine hidrojen katkısı gibi konuların öncelenmesi mümkündür. Bu bağlamda, teknolojik, ekonomik ve mevzuat konusunda çalışmaların yapılmasına önem vermek gerekecektir. Ayrıca, büyük miktarlarda hidrojen üretiminde en uygun yollardan biri nükleer enerjiden yararlanmaktır. Dolayısı ile Türkiye’nin yeni nükleer santraları (Akkuyu projesine ilaveten) planlaması ve hayata geçirmesi hidrojen  üretimi için de önem arz ediyor olacaktır.

Öte yandan, Karadeniz’de en uzun kıyısı bulunan ülke olarak Türkiye’nin Karadeniz’de var olan H2S gazını değerlendirmek konusunu gündeme alarak şimdiden planlanması önemli bir başka konuyu oluşturmaktadır. Böylelikle, Türkiye; dünyada kullanımı arta giden bir trend gösteren hidrojen için kendi ihtiyacını karşılamaktan öte ihracatçısı da olabilir. Kısaca, Türkiye’nin hidrojen enerjisi ve ilgili konularda var olanları genişleterek bir yol haritası oluşturması ve uygulamaya koyması yerinde olacaktır. 

Fazla olarak, hidrojen enerjisinin öne çıkmasının, (kısmi de olsa kullanımıyla) enerji politikalarını etkileyeceği anlaşılmaktadır. Özellikle doğal gaz ve LNG ithalatını etkileyeceği söylenebilir. Bu durum doğal gazı olmayan ülkeler açısından olumlu görülse de doğal gaz ve LNG ihraç eden ve/veya etmek isteyen ülkeler açısından olumsuzluk ifade etmektedir. Bu durum enerji ekonomisini, enerji envanterindeki dengeyi ve enerji politikalarını etkileyebilecektir. Oysa ihracatçı ülkeler arasında Rusya ve ABD gibi dünya siyasetinde etkin olan ülkeler yer almaktadır. Sonuçta enerji politikalarından öte, dünya siyasetinde etkilenmeler ve ilgili manüplasyonlar yaşanabilecektir ki; bunlara da hazırlıklı olunması yerinde olacaktır.

Motul, Türkiye’de Büyümeye Devam Ediyor

Dünyanın lider madeni yağ üreticilerinden Motul, Türkiye’de büyümeye devam ediyor. Yatırımlarını artıran ve ekibini büyüten Motul, Türkiye’de şirketleştiği 2017 senesinden bu yana hedeflerinin üzerinde bir başarı göstererek pazar büyüklüğünde emin adımlarla ilerliyor.

Motul kurulduğu 1853 senesinden bu yana, madeni yağ pazarındaki uzmanlığı, tecrübesi ve AR-GE faaliyetlerinin sonucu olarak geliştirdiği otomobil, motosiklet, ağır vasıta, marin, powergen ve endüstriyel ürünleri ile Türkiye’de pazar payını artırmaya devam ediyor. Sektörün en geniş ürün yelpazelerinden birine sahip olmasının yanı sıra müşterilerine sunduğu katma değerli hizmetleri, Motul’ü rakiplerinin önüne geçiriyor. Sayısı 170’i geçen yetkili Garage Concept servisleri ve şanzıman yağı değişimi hizmeti sunan 52 Motul EVO noktası sayesinde Motul, araç servis sektöründe önemli başarılara imza atıyor. Motul’ün yeni hizmeti olan motor performans ve temizlik noktaları Motul Performance Service ise çok yakında yetkili noktalarda hizmet vermeye bağlayacak. Motul ayrıca MotulTech endüstriyel yağları ve Powergen segmentlerindeki ürünleri ile de sektöründe fark yaratıyor.

Geliştirdiği üstün teknolojili madeni yağ serilerinin yanı sıra katkılar, servis kimyasalları ve araç bakım ve temizlik ürünlerini de portföyünde bulunduran Motul’ün Türkiye’de gerçekleştirdiği iletişim ve pazarlama faaliyetleri de her geçen gün artıyor. Sahada bir çok etkinlikte araç tutkunları ile buluşan Motul, dijital dünyada yaptığı pazarlama faaliyetleri ile öne çıkıyor.

İstanbul’da bulunan yeni genel merkezlerinin açılışında konuşan Motul Türkiye ve Orta Doğu Genel Müdürü Dmirty Bakumenko şunları söyledi: “Türkiye’ye yatırım yapmaya başladığımız ilk günden bu yana Motul Tükiye’nin grafiği devamlı yükseldiği için oldukça mutluyuz. Öncelikle iş ortaklarımıza ve Motul Türkiye ekibine gösterdikleri özverili çalışmalar için teşekkür ediyorum. Bugün, Motul Türkiye, Motul’ün global anlamda gözbebeği ülkelerinden biri haline geldi. Başarımızın sırrı elbette öncelikle ürünlerimizin kalitesi, performansı ve güvenirliği. Doğru ürünler üzerine geliştirdiğimiz satış ve pazarlama yaklaşımlarımızın sayesinde başarıya ulaştık. Tamamı Avrupa’da üretilen, kalitesi ve üretici onayları ile birçok testten sonra araç sahipleri ile buluşturduğumuz Motul ürünlerinin servisler tarafından gün geçtikçe daha çok tercih edilmesi pazardaki yerimizi sağlamlaştırırken servislerle olan iş birliklerimizin daha da güçlü olmasını sağlıyor. Motul Türkiye olarak son 5 senede 6 kat büyüdük. Bu büyümenin devam edeceğine eminim. Doğru ürün stratejisi, güçlü ürün tedariği ve çalışkan satış ağı ile başarıya ulaşmamak için bir sebep yok ve biz Motul Türkiye olarak tüm bu değerlere sahibiz. Yeni ofisimizin açılışında burada olan herkes bu yolculukta bize eşlik etti ve gücümüze güç kattı. Hepinize Motul markasına olan güveniniz için teşekkür ediyorum. Nice başarılarda beraber olmak dileği ile…

Türkiye’deki Suriyelilere Yenilenebilir Enerji Eğitimi

UNDP Türkiye tarafından Kore Cumhuriyeti finansal desteğiyle kurulan beş tesis, mülteciler ve Türk vatandaşları için istihdam olanaklarını artırmak amacıyla güneş ve rüzgar enerjisi alanlarında sertifikalı eğitim sağlıyor.

Yüzlerce Suriyeli mülteci ve Türk vatandaşı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve T.C. Milli Eğitim Bakanlığı ortaklığıyla kurulan yenilenebilir enerji laboratuvarları ağı sayesinde Türkiye’nin hızla büyüyen güneş ve rüzgar enerjisi sektörlerinde iş bulmak için ihtiyaç duydukları becerileri kazanacak. Laboratuvarlar için seçilen Bursa, Hatay, Mersin, Kocaeli ve Konya illeri, yenilenebilir enerji potansiyeli yüksek ve Suriyeli nüfusun yoğun olarak yaşadığı yerler olma özelliğini taşıyor. Kore Cumhuriyeti, projeyi 2,2 milyon dolar ile finanse ediyor.2019 ve 2020 yılları için ayrılan 1,7 milyon dolar tutarındaki kaynağa ek olarak, 2022 yılında faaliyetlerin daha fazla il ve yararlanıcıya ulaştırılması için 500 bin dolar tutarında ek kaynak sağlandı.

Hatay’ın İskenderun ilçesinde kurulan laboratuvarın (30 Temmuz Cuma günü düzenlenen) açılışında konuşan UNDP Türkiye Mukim Temsilcisi Louisa Vinton “Bireyleri, Türkiye’nin yenilenebilir enerji sektöründe çalışması için eğitmek yeşil bir geleceğe yatırımdır” şeklinde konuştu. Vinton, “Bu girişim, Suriyeliler ve Türk ev sahiplerine iş bulmak ve ailelerini desteklemek için ihtiyaç duydukları becerileri kazanmalarına yardımcı olurken, vasıflı iş gücüne olan ihtiyacın arttığı gelişmekte olan bir sektöre de destek verecek” dedi.

Laboratuvarlar, güneş ve rüzgar enerjisi sistemlerinin üretimi, kurulumu ve bakımı konusunda program için özel olarak tasarlanmış eğitimi içeren 247 saatlik yeni bir müfredat sunacak. Dörtte biri kadın olmak üzere en az 500 Suriyeli ve Türk ev sahibinin, eğitimleri Mart 2022’ye kadar tamamlaması bekleniyor. Eğitimlerini tamamlayan kursiyerlere, Milli Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü tarafından kurs bitirme sertifikası verilecek.

Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürü Yusuf Büyük açılış konuşmasında şunları söyledi: “Türkiye’nin rekabetçi bir ekonomi olarak kalabilmesi için yeni becerilerde ustalaşmak amacıyla sürekli bir çabaya ihtiyacımız var. Bu girişim, iş gücümüzün geleceğin işlerini yapmaya hazır olduğuna dair daha geniş bir taahhüdü yansıtıyor.

Kore Cumhuriyeti Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı Kang Jung ise şöyle konuştu: “Kore Cumhuriyeti, Suriyelilerin kendi kendine yetebilirliğini teşvik ederken aynı zamanda ev sahibi Türk toplumunun istihdam edilmemiş üyelerinin ihtiyaçlarını da ele alacak bu yenilikçi girişime katkıda bulunmaktan gurur duyuyor. Beş yenilenebilir enerji laboratuvarı, teorik eğitimi uygulamalı eğitim ile birleştiriyor. Laboratuvarların hepsi kursiyerlerin kullanması amacıyla güneş panelleri, rüzgar türbinleri, otomasyon sistemleri, elektrik ve elektronik altyapısı, iş sağlığı ve güvenliği ekipmanları gibi son teknoloji ekipmanlarla donatıldı. Laboratuvarlar aynı zamanda yerel üniversiteler, özel sektör ve sivil toplum için araştırma ve geliştirme kaynakları olarak hizmet verecek.

Yeni açılan yenilenebilir enerji laboratuvarı,Milli Eğitim Bakanlığı’nın hayat boyu öğrenme yaklaşımı kapsamında, ilçede ikamet eden Suriyeliler de dahil olmak üzere, yetişkinlere yönelik çok çeşitli teknik ve mesleki eğitim veren ve İskenderun Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan İskenderun Halk Eğitimi Merkezi’nin tesislerinde yer alıyor. Yenilenebilir enerji sektöründeki mesleki ve teknik eğitimler, Suriyeliler ve ev sahibi toplulukların geçim kaynaklarını iyileştirmeye, kamu hizmetlerinin ulaştırılmasını desteklemeye ve sosyal uyumu teşvik etmeye odaklanan 75 milyon dolar bütçeli UNDP programının bir bileşeni.

Condor, Filo Modernizasyonu İçin Airbus A330neo’yu Seçti

Alman havayolu şirketi Condor Flugdienst GmbH, uzun mesafeli filosunu yeni ve daha verimli tipte 16 adet Airbus A330neo uçakları ile yenilemeye karar verdi. Condor, Airbus ile yedi adet A330neo uçağını satın almak üzere anlaştı. Ayrıca havayolu dokuz tane de A330neo kiralamayı planlıyor.

Condor, Airbus’ın performans ve ekonomik açıdan rakiplerinden bir adım önde olan son teknoloji ürünü A330neo geniş gövdeli uçağını sipariş eden en son havayolu oldu. Havayolu, A330neo’yu Amerika, Afrika, Karayipler ve Asya’ya yönelik uluslararası uzun mesafeli uçuş ağında işletecek.

Airbus Uluslararası Ticari İşlerden Sorumlu Başkan Christian Scherer “Condor, diğer taşıyıcılardan farklı olarak birçok rotayı karlı bir şekilde işletmekte üstündür; Condor gibi talep gören bir havayolunun geniş gövdeli filolarının geleceğini, en düşük işletme maliyetleri ve yolcu konforuyla inşa eden en son teknoloji A330neo’yu tercih etmesinden dolayı gurur duyuyoruz. Havayolu, A320 ve A330neo uçaklarını birlikte çalıştırarak, bu iki premium ürünün sunduğu tüm ortak ekonomik özelliklerden, yeni ve mevcut pazarlara doğru boyutta, doğru verimlilikte uçaklarla hitap ederek uçakların sunduğu tüm esneklikten yararlanacak” dedi.

Christian Scherer, “A330neo, son üç yılda yapılan rekabetçi değerlendirmelerin büyük çoğunluğunda olduğu gibi, yine rakiplerinin önüne geçmiştir. Condor’un uzun mesafeli filosunu A330neo’larla modernize etme kararı, aynı zamanda havayolunun sürdürülebilir uçuş programında yeni bir kıstas oluşturacak. A330neo’nun rekabetçi değerini onaylayıp bizi tercih ettiği için Condor’a tekrar teşekkür ediyoruz.” diye devam etti.

Condor CEO’su Ralf Teckentrup “A330neo’nun Almanya’da ilk müşterilerinden biri olmaktan ötürü gurur duyuyoruz. Uçağın son teknolojisi ve maksimum verimliliği sayesinde, 2022 sonbaharından itibaren yolcu başına 100 kilometrede sadece 2,1 litre yakıt tüketen yeni uçağımızla havalanacağız. Bu değerle Almanya’da birinciyiz ve en popüler tatil havayolu olarak, sürdürülebilirlik ve tatil konularını birlikte sunmaya devam edeceğiz. Müşterilerimiz, uçak içinde Business Class, Premium Economy Class ve Economy Class olmak üzere yepyeni sınıflarda en üst düzeyde konforu bulabilecekler. Yeni uçağımızı ve güçlü ortağımız Airbus ile başarılı işbirliğimizi dört gözle bekliyoruz” dedi.

AFDD ile Yangına Sebep Olan Elektrik Sistemlerindeki Hatalar Sona Eriyor

Konutlarda ve yaşam alanlarında meydana gelen yangınların yaklaşık yüzde 30’u ark kaynaklıdır. Elektrik tesisatlarında kullanılan otomatik sigorta ve kaçak akım koruma rölesi ark hatası durumunda sistemi açtırmaz ve yangın oluşmasına engel olamaz. Bu noktada devreye giren Legrand, ark hatası algılama röleleri mikroişlemci teknolojisine sahip AFDD ile seri ve paralel ark hatalarına karşı kesin ve güvenli koruma sağlayarak oluşabilecek kötü senaryoların önüne geçiyor.

Aslında her gün haberlerde ve gazetelerde elektrik kontağından çıktığı söylenen sayısız yangın haberi ile karşılaşıyoruz. Elektrik kontağından çıktığı belirtilen bu yangınların asıl nedeni elektrik sisteminde oluşan ark hatalarıdır. 

Diğer bir bakış açısıyla konuya bakacak olursak sigortalar, yapı itibariyle elektrik devrelerini kısa devre ve aşırı yüklenmeye karşı koruyan devre elemanları olup anahtarları sayesinde bağlı bulundukları devrelerin açılıp kapanmasını sağlamaktadır. Kaçak akım koruma anahtarları ise herhangi bir elektrik tesisatında gelen ve dönen akımların toplamının sıfır olması esasına göre çalışır. Bir başka ifade ile fazdan giren akımların vektörel toplamı ile nötr’den dönen akımların vektörel toplamı sıfır olmalıdır.

Ark hatası algılama rölesi AFDD çalışma prensibi

Bu bilinçle Legrand, ark hatası algılama röleleri mikroişlemci teknolojisine sahip AFDD ile ark hatası rölesinin çalışma prensibi içinde bulunan elektronik devre yardımıyla ark sırasında meydana gelen yüksek frekansın algılanması ile oluşabilecek yangınların önüne geçmede temel bir görev üstleniyor.

PETRONAS Madeni Yağlar ROADSHOW Turunu Başlatıyor

PETRONAS Madeni Yağlar (PLI), Durdurulamaz Kahramanlar – PETRONAS Urania ROADSHOW tırının Ağustos 2021’de yola çıkacağını duyurdu. Elli gün boyunca Avrupa çapında yedi ayrı noktaya uğrayarak iddialı bir yolculuğa çıkacak ekip, 1.000’den fazla PETRONAS Urania müşterisi, servis, filo yöneticisi ve küresel salgın boyunca tedarik zincirlerini çalışır durumda tutan isimsiz kahramanlar olan kamyon şoförleriyle buluşarak güçlü performansı daha uzun süre koruyan yeniliklerini paylaşacak.

Strong Tech TM Teknolojisine sahip PETRONAS Urania’nın Nisan ayında yapılan lansmanını kutlamak üzere PLI’ın ikonik PETRONAS Urania tırı, motorlarını ve kendilerini daha uzun süre daha güçlü tutmak için zorluklarla mücadele eden herkese ürün eğitimi, destek ve ilham vermek için farklı ülkelere seyahat edecek. Ziyaretçiler, ürünlerin arkasında yer alan uzman mühendislerden, filolarının gerçek değerini keşfetmelerine yardımcı olacak PLI ekip üyelerinden ve bu sıvıları her gün kullanan öncü kamyon sürücülerinden bilgi alacak.

Kamyon drift gösterileri, kamyon simülatörleri, yarışmalar ve daha fazlası dahil olmak üzere heyecan verici organizasyonların da yer alacağı turda ziyaretçiler etkinliklere katılmaya davet edilecek. Böylece diğer PETRONAS Urania kullanıcılarıyla ve sosyal medya aracılığıyla PLI’nin yerel marka elçileriyle iletişim kurabilecekler. Tırı inceleyecek, fotoğraf çekecek, sahip olmak istedikleri ödülleri kazanma şansı yakalamak için #trackthetruck’ı etiketleyerek paylaşacak veya fotoğraf stant takvimi yarışmasına katılarak 2022’nin PETRONAS Urania Yüzü olarak adlandırılma fırsatı bulacaklar.

Tırın fiziksel lokasyonuna ulaşamayanlar, yolculuğa katılmak için çevrimiçi olarak çok sayıda kaynaktan yararlanabilecek. Herkes özel PETRONAS Urania ROADSHOW web sitesini ziyaret etmeye, YouTube #TrustyTruck serisindeki önde gelen kamyoncular ve durdurulamaz kahramanlardan bilgi almaya ve Filippo Tenti, Iwona Blecharczyk, Edd China ve Albert Llovera gibi etkileyici kişilerle etkileşim kurmak için sosyal medyadan iletişim kurmaya davetli. Bu isimler sürüş motivasyonu için özel olarak seçilmiş Truck On Spotify çalma listesi de dahil olmak üzere, yolda daha uzun süre daha güçlü kalmaları için gerekenleri paylaşacaklar. Filippo, Iwona, Edd ve Albert kendileriyle tanışmak isteyenler için kendi ülkelerindeki roadshow duraklarında hazır bulunacaklar.

PETRONAS Lubricants International EMEA Pazarlama Müdürü James Mark şunları söyledi: “Müşterilerimiz her gün modern kamyon taşımacılığının getirdiği muazzam baskıların üstesinden geliyor. Hem onların deneyimleriyle empati kurmak, hem de daha uzun süre daha güçlü kalmak isteyenlerle uzmanlığımızı paylaşmak için PETRONAS Urania Roadshow’u başlatmaktan heyecan duyuyoruz. Bu destansı yolculuk, PLI uzmanlarının sürücüler, filo yöneticileri, mühendisler ve servis personeliyle hemen kendi kapılarının eşiğinde buluşmasını sağlayacak.”

PETRONAS Urania Roadshow, PETRONAS Urania ürününün kendisi kadar sürdürülebilir olacak şekilde tasarlandı. PETRONAS Urania, en katı uluslararası çevre standartlarını karşılarken CO2salınımını azaltacak bir anlayışla formüle edildi.