27.7 C
İstanbul
Pazartesi, Haziran 9, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 31

Türkiye’nin İlk Sosyal Sukuk İhracı Gerçekleştirildi

Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası, sürdürülebilir kalkınma amaçları doğrultusunda yatırım bankacılığı ve sürdürülebilir finansman alanında yeni bir ilke daha imza atarak Türkiye’nin ilk sosyal sukuk ihracını başarı ile gerçekleştirdi. Banka sürdürülebilirlik teması çerçevesinde, 50 milyon TL tutarında sosyal sukuk ihraç etti.

Güçlü temelleri ve istikrarlı yapısıyla Türkiye’nin kalkınma hedeflerine ulaşmasında önemli bir role sahip olan Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası, tarım sektöründe kullandırılmak üzere 50 milyon TL tutarında Türkiye’nin ilk sosyal sukuk ihracını gerçekleştirdi.

Satış aracılığı Ziraat Yatırım Menkul Değerler tarafından yürütülen ihracın, sürdürülebilirlik raporlaması bağımsız bir danışmanlık kuruluşu tarafından gerçekleştirildi. İhracın İslami finans ilke ve esaslarına uygun olarak yapılandırılmasında İslami Finans Danışma Komitesi (ISFA)rol aldı. Kalkınma Yatırım Varlık Kiralama A.Ş. (VKŞ) ihraççı kuruluş olurken, Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası da kaynak kuruluş olarak yer aldı.

İhraç, uluslararası standartlara uygunluğu konusunda ilgili tüm çalışma ve raporlamaları tamamlanmış halde, Türkiye sermaye piyasalarına yenilikçi ve sürdürülebilir bir ürün getirmesi açısından dikkat çekiyor. Söz konusu ihraç, Türkiye’nin ilk sosyal sukuk ihracı olma özelliği taşıyor. Tarımın ve tarım üreticilerinin üretim aşamalarının desteklenmesi ve nihai ürünün son tüketiciye ulaşmasına kadar tüm süreçlerin, bütüncül ve sosyal katkısı hedeflenmiş bir iş modeli çerçevesinde kurgulanan sukuk, yapısı ile de sermaye piyasaları açısından bir ilki teşkil ediyor.

İhracın Türkiye’nin ilk “sosyal sukuk”u ve Bankanın da ilk sürdürülebilir finansman ihracı olduğuna dikkat çeken Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası Genel Müdürü İbrahim Öztop “Bankamıza ve sermaye piyasalarımıza bir ilki daha kazandırmaktan dolayı mutluluk duyuyoruz. Banka olarak, sürdürülebilir kalkınmaya ve sermaye piyasalarımızın geliştirilmesine katkı sağlama amacımız doğrultusunda, sermaye piyasalarında örnek olabilecek yenilikçi ve sürdürülebilir ürünler geliştirilmesi konusunda aktif rol almaya devam edeceğiz” dedi.

Uluslararası standartlar çerçevesinde gerçekleştirilen ve sosyal olma niteliği kazanan bu ihracın; ICMA Sosyal Tahvil Prensipleri, LMA Sosyal Kredi Prensipleri uygunluğu bağımsız bir kurum tarafından da teyit edildi. İhraç, ek olarak BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın çok çeşitli alt hedeflerine destek veriyor.

İntermodal Taşımacılığı ile Yeşil Alanlar Korunuyor

Lojistik faaliyetlerinde intermodal taşımacılık sistemini duygulamaya başlayan REHAU Türkiye, bu yeni sistemi ile 19 bin 143 litre yakıt tasarrufu gerçekleştirmiş oldu. Böylece; REHAU Türkiye yılda 2 bin 324 ağacın, yani 8 futbol sahası yeşil alanın korunmasını sağladı. 2022 için intermodal taşımacılığını arttırarak daha fazla ağaç kurtarmayı planlamaktadır.

REHAU Türkiye, manyetik şerit yüklemelerinin büyük çoğunluğunu Almanya 95. bölgede bulunan fabrikasından Bilecik’teki fabrikasına süpalan yani araç değiştirmeden intermodal olarak sevk etmeye başladı. Bu yöntem ile sadece 7 ay gibi bir sürede CO2 gazı salınımını azaltarak REHAU Türkiye çevre dostu bakış açısını bir kez daha göstermiş oldu.

Intermodal sistem ile yaklaşık 7 ay gibi bir sürede 606 bin 837 kg polimer taşıyan REHAU Türkiye, ulaşımını 56 bin 304 km azaltarak 19 bin 143 litre yakıt tasarrufu sağladı. Bu da 51 bin 132 kg CO2 azalımı anlamına geliyor. Bu yeni sistem ile REHAU Türkiye yıllık olarak bakıldığında ise yılda 2 bin 324 ağacın yani 8 futbol sahası yeşil alanı korumuş oldu.

Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan REHAU Türkiye Stratejik Satın alma Uzmanı Alkan Karahan “Biz marka olarak çevreye ve sürdürülebilirliğe büyük önem veriyoruz. Geçtiğimiz yıllarda Sürdürülebilirlik ve İklim Liderliğindeki 50 Şirket’ten biri seçildik. Ayrıca şirketlerin sürdürülebilirlik performansını çevre, çalışma, insan hakları, etik ve sürdürülebilir satın alma kategorilerinde değerlendiren bağımsız derecelendirme kuruluşu olan Eco Vadis’ten de altın ödül aldık. Döngüsel ekonomiler söz konusu olduğunda şirket olarak her zaman öncü ve lider olmak istiyoruz.  Zaten 2025 yılına kadar grup genelinde geri dönüşüm oranını yüzde 15’in oldukça üzerine çıkarmayı ve aynı zamanda CO2 emisyonlarını en az yüzde 30 azaltmayı planlıyoruz. Bu nedenle çevre ve sürdürülebilirlik konusu REHAU Türkiye olarak iş hedeflerimizin öncelikleri arasında yer alıyor” dedi.

“Enerji Verimliliği İçin Mevcut Binaların Yenilenmesini Hızlandırmalıyız

İklim değişikliğiyle mücadele hedefiyle 2016’da imzalanan Paris Anlaşması’nın TBMM’de onaylanmasının Türkiye için önemli bir adım olduğunu vurgulayan İZODER Başkanı Emrullah Eruslu, “İklim değişikliği ile mücadelede en etkin uygulamalardan biri binaların yalıtımla enerji verimli olmasının sağlanmasıdır. Türkiye’de tüm binaların enerji verimli ve çevre dostu bir yapıya kavuşması için başta kamu, ilgili sektörler ve tüketiciler olmak üzere tüm tarafların sorumluluklarını yerine getirmesi hayati önem taşıyor. Emisyon azaltım hedeflerine ulaşmak için öncelikle mevcut binaların yenilenmesini hızlandırmalıyız” dedi.

İZODER Yönetim Kurulu Başkanı Emrullah Eruslu, “Gelecekte çok daha farklı bir dünya olacak ve bu konuda şimdiden gerekli adımların atılması yaşamsal önemdedir. Böylece Türkiye, 2050’ye kadar sera gazı emisyonlarının sıfırlanmasının hedeflendiği Paris Anlaşması’nda, 2030 yılı itibarıyla sera gazı emisyonlarını mevcut durumdan yüzde 21’e kadar azaltacağını beyan etti” diye konuştu.

Türkiye’nin emisyon azaltım hedefine ulaşması için mevcut binaların yenilenme oranlarının hızla artırılması gerektiğini ifade eden İZODER Yönetim Kurulu Başkanı Emrullah Eruslu, şunları söyledi: “İZODER olarak yaptığımız çalışmaya göre, ülkemizde yürürlükte olan enerji limitleri ve U değerlerinin (ısıl geçirgenlik değeri) maliyet etkin bir şekilde yaklaşık 2-2,5 kat iyileştirilmesi halinde; nihai enerjiden 2023’e kadar yaklaşık yüzde 7, 2030’a kadar yaklaşık yüzde 14 ve 2050’ye kadar yaklaşık yüzde 28 oranında tasarruf edilebileceği ortaya çıkıyor. 2030’a kadar sağlanması öngörülen bu tasarruf, yaklaşık olarak ancak yüzde 12’lik bir emisyon azaltım potansiyeline karşılık geliyor.

“Türkiye Ekonomisine Değer Katmaya Devam Edeceğiz”

Çukurova Isı, Türkiye çapındaki bayileri ile 28 Eylül’de Double Tree by Hilton Hotel Avcılar’da bir araya geldi. 2020 ve 2021 yıllarının değerlendirildiği toplantıda, yeni döneme ilişkin hedef ve stratejiler de konuşuldu.

Radyant Isırma sektörünün öncü ve lider markası Çukurova Isı,  bayileri ile İstanbul’da bir araya geldi. Türkiye’de bayi teşkilatıyla büyümeye devam eden Çukurova Isı, bayi toplantısında; 2020 ve 2021 yıllarının değerlendirmesini, yeni döneme ilişkin hedef ve stratejilerini bayileri ile paylaştı. Çukurova Isı’nın Türkiye genelini kapsayan bayi satış ekiplerinden yaklaşık 80 temsilcinin katıldığı toplantı, 28 Eylül’de Double Tree by Hilton Hotel Avcılar’da gerçekleştirildi.

Toplantının açılış konuşmasını yapan Çukurova Isı Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan, pandeminin gölgesinde geçen 2020 ve 2021 yıllarında başarılı performans sergileyen bayilerini kutladı. Zorlu koşullar altında, hep birlikte azimle çalıştıklarını belirten Vardan “Bundan sonra da aynı ivme ile büyümemizi sürdürerek, pazardaki lider konumumuzu koruyup, Türkiye ekonomisine değer katmaya devam edeceğiz” diye konuştu. Konuşmasında Çukurova Isı’da ki son gelişmelere de değinen Vardan,  Çukurova Isı olarak 30 yılı aşkın bir süredir Türkiye ve Orta Doğu distribütörlüğünü sürdürdükleri Amerikan Roberts Gordon LLC firması ile “Blackheat borulu radyant ısıtma sistemleri”nin imalatına yönelik lisans anlaşması imzaladıklarını ve Roberts Gordon’ın Blackheat marka ürünlerinin tamamının bundan sonra Çukurova Isı tarafından Türkiye’de üretileceğini açıkladı. 

Vardan’ın sunumunun ardından Satış Müdürü Kerem Ünlü, satış rakamlarına göre 2020-2021 yıllarının kısa bir değerlendirmesini yaptı. Pazarlama Müdürü Osman Ünlü ise 2020-2021 yıllarında gerçekleştirdikleri pazarlama faaliyetleri hakkında bilgiler verdi.

Toplantının ikinci oturumunda Pazar Geliştirme Müdürü Eren Ünlü, ihracat faaliyetleri, 2020 yılında hedef pazarlardaki iş sonuçları ve 2021 yılı hedeflerini, Bölge Satış Yöneticisi Yasin İlkiz ise sulu radyant panel ürün grubu hakkında bilgiler paylaştı. Toplantı, Bilgi İşlem ve Veri Sorumlusu Tuba Vardan Erenay’ın satış sonrası hizmetler için geliştirdikleri özel yazılımı anlattığı sunumla sona erdi. 

Çukurova Isı, Türkiye’nin dört bir yanından toplantıya katılan bayilerini, toplantıdan bir gün sonra da katılımcısı olduğu ISK Sodex Fuarı’nda ki standında ağırladı.

Kararı Siz Verin

Bilindiği üzere devletlerarası ilişkilerde temel prensip ‘karşılıklı mütekabiliyet’tir. Diğer bir ifade ile ne ile muhatap olursanız, aynısını veya benzerini yapma hakkınız vardır.

Mesela bir ülke sizin ülkenizde vize muafiyeti verdiyse siz de o ülke halkına vize muafiyeti tanırsınız. Veya sizin ülkenizde konsolosluk açtı ise siz de o ülkede konsolosluk açabilmelisiniz. Listeyi tabi ki uzatmak mümkün lakin konuyu fazla dağıtmadan okuyucularımızın bir noktaya dikkat çekmek istiyorum.

Malum son dönemlerde ülkemizde Çin güzellemeleri yapanların sayısı hayli artmış gözüküyor. Bir ülke vatandaşı bir başka ülkenin güzellemesini yapıyorsa aklıma “acaba ne beklentisi veya ne kazancı var ki bunu yapıyor?” soruları gelmekte, sonuçta herkesin kendisine yakıştırdığını yaptığına kanaat getirerek çok da üzerinde durulmaması gerektiğine karar vermişimdir. Aslolanın bizler, kendimiz neler yapıyor veya neler yapmıyoruz sorusuna samimi cevaplar vermektir. Kötüyü alıp iyiyi kimse bize vermeyeceğine göre, iyiyi hatta daha da iyiyi yapmak bizlerin sorumluluğu olmalıdır.

 Çin güzellemesi yapanların tekerlemeleri “Çin ile olan ilişkilerimizi geliştirmeliyiz” cümlesidir. Ağzını açan bunu söylemesine söyler de birisi de çıkıp “neden” sorusunu, gerekçeleri ile beraber sormaz veya sorulmasına imkan verilmez.

Evet, ben de Türkiye’nin bütün dünya devletleriyle ilişkilerinin gelişmesini tabi ki isterim. Lakin bir şartla. O şartımız da bu ilişkinin “keser” gibi değil “hızar” gibi olması koşuluyla. Yani yazımızın başında ifade ettiğimiz şekliyle devletlerle olan ilişkilerimiz “karşılıklı mütekabiliyet” esasına dayanmalı. Hadi “hızar” gibi olması mümkün değil derseniz bari “mehter” gibi olmasını temenni edelim. Yani iki veriyorsak en azından bir almalıyız. Yok, dokuz verip bir alacaksak hatta onu da almak için binbir takla atacaksak o ilişkiyi geliştirmenin bize ne faydası var sorusunu başta devleti yönetenlerin, millet adına kendilerine sorması gerekir.

Evet, ülkemizde Çin’le ilişkileri geliştirelim diyenler yanında, sayımız az olsa da, “bu ilişki sürdürülemez ve büyük riskler barındırmaktadır” diyen bir kitle de şükürler olsun ki hâlâ var.

Peki, neden sürdürülemez ve riskleri nelerdir?

Şayet bu soruya makul ve mantıklı cevaplarımız yoksa “Çin’le ilişkilerimizi geliştirmeliyiz” diyenlerden özür de dilememiz gerekir.

Bir kanaat oluşması adına özet olarak Çin-Türkiye ilişkilerine hep beraber göz atalım ve kararı siz değerli okuyucularımızın kanaatine bırakalım …

-Son 20 yıllık süreçte Türk-Çin ithalat-ihracat dengesi 1’e 10 Çin lehine. Yani Çin’e bir satmışız Çin’den 10 almışız.

-Kabul edelim ki üretim, lojistik, nakliye vb. alanlarda Çin ile rekabet edecek bir durumumuz yok. Yani bizim 10’a mal ettiğimizi Çin 5’e, bizim 5’e taşıdığımızı Çin 1’e taşıyacak bir pozisyonda.

-Türkiye’nin ihracatının yaklaşık %50’si AB ülkeleriyle ve biz Kuşak Yol Girişimini destekleyerek aslında en büyük pazarımıza en büyük rakibimizi, hem de kendi üzerimizden, buyur ediyoruz.

-Sadece AB’de değil Afrika’da, Orta Asya’da, Orta Doğu’da da pazarlarımıza göz diken ve ihracatçımızı ciddi manada zora sokan bir Çin ile karşı karşıyayız.

-Çin’in Türkiye’de 5 Konfüçyüs Enstitüsü bulunurken, muadili diyebileceğimiz Yunus Emre Enstitüsü Çin’de, uzun mücadeleler ve diretmelerden sonra sadece Pekin’de Mayıs 2020’de açılabildi.

-Türkiye’de Çin’in radyo, gazete ve internet siteleri her geçen gün artmakta ve bu alanlarda Çin, 5. Kol Faaliyetlerini hız kesmeden sürdürürken Türkiye’nin bu alanda Çin’de henüz bir girişimi bile yok.

-Çin, BM’nin 5 daimi ülkesinden biri olmasına rağmen Ermeni tehciri, Kıbrıs meselesi veya PKK terör örgütüyle ilgili Türkiye’nin lehine tek bir adım atmış değildir. Suriye’deki tutumunda İran, Rusya, AB veya ABD’den aşağı kalır yanı da olmamasına rağmen neden ilişkilerimizi geliştirmeliyiz sorusuna cevap aramak en doğal hakkımız olmalıdır.

-Çin, İstanbul’da başkonsolosluk açabilirken, 30 milyonu mütecaviz Müslüman-Türk’ün yaşadığı Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’de dahi konsolosluğu bırakın açmayı teklif bile edememiş durumdayız.

İşin özü kaşıkla bile vermeden kepçe ile alan bir Çin devlet yönetimi ile karşı karşıyayız. Yazıyı uzatmamak adına daha Kuşak Yol Girişimini, Şangay İşbirliği Örgütünü, Çin’in Türkiye’nin Türkistan’da olmamasını istemesini, radikal İslam ve pan-türkist yakıştırması ve ithamında bulunulan Türkiye’ye bakışını, ihalelerdeki tutumunu, borç tuzağı diplomasisini, Tekirdağ ve Edirne’de arazi satın almasını, Antalya ve İzmir’de seracılık yapmasını veya balık çiftliği kurmasını bu yazımıza ilave etmedik. Doğu Türkistan’daki soykırıma ise değinmedik bile. Yarının Pakistan’ı, Srilanka’sı, Cibuti’si, Kenya’sı, Kırgızistan’ı, Tacikistan’ı, İran’ı  … vb. gibi olmamak adına aman dikkat diyelim. Bütün bunlar yaşanırken “Çin’le ilişkilerimiz gelişmeli mi geliştirilmemeli mi soruların cevabını ise siz değerli okuyucularımızın kanaatlerine bırakalım .

Koç Topluluğu ‘Anadolu Buluşmaları’nı 29’uncu Kez Düzenledi

Türkiye’nin dört bir yanındaki Koç Topluluğu bayileri ve yetkili servislerini bir araya getiren geleneksel Anadolu Buluşmaları’nın 29’uncusu bu yıl ilk kez dijital ortamda gerçekleşti.

Koç Holding’in Nakkaştepe’deki merkezinden Topluluk bünyesindeki 11 bine yakın iş ortağına seslenen Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç, “Koç Topluluğu olarak mevcut şartlar içinde risklerimizi basiretle yönetirken; uzun dönemli hedeflerimizi de göz ardı etmiyoruz. Tüm belirsizliklere ve olumsuzluklara rağmen, memleketimizin geleceğine inanıyor ve yatırımlarımıza devam ediyoruz. 2015-2020 döneminde 11,3 milyar dolar yatırım harcaması gerçekleştirdik. Bu sene bu rakam daha da artacak. Kombine ciromuz, milli gelirin yüzde 6,4’ü mertebesinde. Şirketlerimiz, ülkemiz ihracatının yaklaşık yüzde 7’sini gerçekleştiriyor. Koşullar nasıl olursa olsun, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da başarılarımızı daha da arttıracağız. Ülkemize olan inancımızla, hep birlikte katma değer yaratmaya, yatırım yapmaya, istihdam sağlamaya ve gücümüzü aldığımız ülkemizin kalkınması için omuz omuza çalışmaya devam edeceğiz” dedi.

Koç Topluluğu’nun pandemiden çok önce başladığı kapsamlı dönüşüm programları, pandeminin başında hızla aldığı önlemler ve paydaşlarının gayretiyle belirsizlikle dolu bu süreçte üstün bir performans gösterdiğini belirten Koç Holding CEO’su Levent Çakıroğlu ise “Biliyoruz ki sorumluluğumuz sadece hissedarlarımıza karşı değil. Başta sizlerin dâhil olduğu çok büyük bir ekosistemin merkezindeyiz. İşte Koç’u Türk ekonomisinin asırlık kuruluşu yapan; sahip olduğu bu üstün sorumluluk bilincidir. Gururla ifade etmeliyim ki; pandemi döneminde çalışan sayımız azalmadı, tam tersine arttı. Dünyadaki örneklerin aksine; böylesine zor bir dönemde, çalışan bağlılığı skoru yükselen nadir gruplardan biri olduğumuzu kıvançla belirtmek isterim” dedi.

Koç Topluluğu’nun bayileri ve yetkili servisleri ile fikir alışverişinde bulunmak üzere düzenlediği geleneksel Anadolu Buluşmaları’nın 29’uncusu bu yıl dijital ortamda gerçekleştirildi. Pandemi nedeniyle bir yıllık aranın ardından ilk kez dijital ortamda düzenlenen ve Türkiye’nin 81 ilinden 11 bine yakın iş ortağını bir araya getiren etkinliğe Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç, Koç Holding CEO’su Levent Çakıroğlu ve Koç Holding Grup Başkanları katıldı. Koç Holding Kurumsal İletişim ve Dış İlişkiler Direktörü Oya Ünlü Kızıl’ın moderatörlüğünü üstlendiği oturumda ise Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Soli Özel ve ekonomi yazarı Uğur Gürses, dünya siyaseti ve ekonomisindeki son gelişmeleri değerlendirdi.

Konuşmasında küresel ekonomik ve politik gelişmeleri değerlendiren Ömer M. Koç, Covid-19 pandemisinin, insanlığın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gördüğü en acı küresel felaket olduğunu vurguladı. “Bu fevkalâde güç dönemi artık geride bıraktık diyebilmeyi çok arzu ederdim; ancak, en azından önümüzdeki senenin ortalarından evvel, bunun mümkün olamayacağı anlaşılıyor” diyerek sözlerini sürdüren Ömer M. Koç şöyle devam etti: “Zira, bilim insanlarının geçmişe nazaran çok daha süratle geliştirdiği aşılar; her türlü bilimsel veriyle etkinlikleri kanıtlanmasına rağmen; henüz küresel bağışıklığı sağlayabilecek kadar insana uygulanamadı. Bunun nedenlerinden biri; büyük bir sorumsuzlukla dillendirilen aşı karşıtı söylem. Ayrıca, yoksulluk içindeki ülkeler aşıya dahi ulaşamıyor. Aşılanmadığı için virüse yakalananlar mutasyon ihtimalini artırıyor. Pandemi, insani acıları ve ekonomik sıkıntılarıyla birlikte sürüyor. Faaliyet gösterdiğiniz yörelerde itibar sahibi bireyler olarak; sizlerin de hurafelere, batıl inançlara karşı bilimsel gerçeğin sözcülüğünü yapmanızı ve bu konuda toplumsal farkındalığın artmasına yardımcı olmanızı bilhassa rica ederim.

Ömer M. Koç: “Pandemi, maalesef mevcut sosyal eşitsizlikleri daha da derinleştirdi. Bu dönemde gelişmiş ekonomilerle diğerleri arasındaki farkın açıldığı görülüyor” diyerek sözlerini sürdürürken, şöyle devam etti: “Son 20 yıldır küresel yoksulluk ilk kez arttı. 120 milyondan fazla insan yoksullaştı. Kadınlar bu dönemde hem işyerlerinde, hem de evde erkeklere göre çok daha fazla yük üstlendiler. UNICEF’e göre, neredeyse yarım milyar öğrenci; temel bir hak olan eğitimden faydalanamadı. Sosyal ve ekonomik adaletsizliğin yarattığı gerilim ve kutuplaşma daha da artıyor.

Akıllı şehir yolculuğu 16: İNTETRA

İNTETRA

Geleceğe giden yolda, ‘yapılmayanı yapan’ global yüksek teknoloji şirketi…

“Akıllı Şehir yolculuğu dizisini Özel Sektör ve Büyükşehirler içinden Akıllı Şehir Bileşenlerinin bir/birkaçına odaklanmış olanları, bu konularda projeler üretenleri, hayata geçirilmesine katkı koyanların kimler/hangileri olduğunu başarı hikayeleri ile sizlere tanıtmak ve bu projelerin sağlayacağı faydaların analizini yapan/yapacak olan üçüncü gözlere yani Akıllı Şehir yapılanmasını bilen/yeni öğrenen kullanıcılara ve gelecek nesillere akıllı teknolojilerle sürdürülebilir fayda sağlamanın yollarını göstermek için yazıyoruz/paylaşıyoruz”.

Akıllı şehir yolculuğu yazı dizimizin bu sayıdaki konuğu; 2005 yılında Akıllı Ulaşım Sistemleri alanında faaliyet göstermek amacıyla kurulmuş olan ve kurulduğu günden bu yana ürün çeşitliliğini hızla geliştirerek, global çapta hizmet vermeye başlamış olan “İNTETRA”. Ve İNTETRA, Akıllı Ulaşım Sistemlerinin üretiminde inovatif çözümler geliştirmek için gelirinin %7’sini AR-GE çalışmalarına ayıran, böylece AR-GE departmanı ile geleceğe giden yolda “yapılmayanı yapma” mottosu ile gelişmiş bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanarak, sürekli daha iyi, daha yararlı, daha özgün ürün ve projeler geliştiren bir teknoloji şirketi.

Bu kapsamda geliştirdiği bütün ürünleri, ISO 9001 kalite standartlarına uygun olup CE sertifikalı olan İNTETRA;

•Değişken mesaj ve trafik işaretleri,

•LED Trafik Şeridi & Hız Kontrol İşaretleri, Kırmızı Işık ve Hız Yaptırım Sistemleri,

•Tünel İçi Acil Durum Bilgilendirme Levhaları,

•Elektronik Gabari Kontrol ve Uyarı Sistemi,

•Trafik Sinyalizasyon Sistemleri,

•Solar ve Elektrik Yol Butonları

•Ve Trafik işaretlerinin üretimini ve uygulamasını yapmaktadır.

İNTETRA, kaliteye verdiği önem ve kullandığı son teknoloji sayesinde, ve ayrıca 2015 yılında grup şirketi TETRA HGS kurularak Otoyol Ücret Toplama Sistemi çalışmaları gerçekleştirilmiş ve Türkiye’deki tüm otoyollarda hizmet vermeye başlanmış, 2019 yılında Batı Avrupa ve İskandinavya Pazarında Entegre Akıllı Ulaşım Çözümleri sunacak, Proje ve İş Geliştirme yapacak SAI (Scandinavian Automation Intelligence) şirketi Danimarka’da kurulmuş ve tüm bu şirketler Akıllı Ulaşım Sistemleri alanında tasarımdan geliştirmeye, üretimden projelendirmeye, uygulamadan entegrasyona kadar uçtan uca çözüm sağlayan yüksek teknoloji entegratörü grup şirketleri olarak yurt içinde ve yurt dışında faaliyetlerini başarı ile sürdürmektedirler.

İNTETRA’nın ana faaliyet alanı Akıllı Ulaşım Sistemleri (AUS)’dir ve Ülkemizde ve dünyadaki teknolojik gelişmeleri yakından takip etmektedir.

Önümüzdeki dönemlerde AUS alanında yapay zeka tabanlı ürünlerin yaygınlaşacağını öngören İNTETRA öngörülerinde özellikle sürücüsüz araçlar ve toplu taşıma sistemlerinin gündemde olacağını, bunun için gereken altyapı ve insan davranışları üzerindeki çalışmaların daha da hızlanacağını, bunların yanı sıra yakın gelecekte araç içi gelişecek olan üniteler ile yol kenarındaki sensörlerin haberleşerek birbirleri ile konuşuyor olacaklarını ortaya koymakta ve dolayısıyla, tüm bu konulardaki yenilikçi ürün geliştirme çalışmalarına devam etmektedir.

SONUÇ:

İNTETRA “Geleceğe Giden Yolda” Akıllı Şehir yapılanmalarının önemli olan bir noktasında Akıllı Ulaşım Sistemlerinde oldukça önem verdiği AR-GE çalışmalarıyla “yapılmayanı yapan” mottosu ile sektöründe önde gelen ve tercih edilen bir firma olmayı başarmış, gerçekleştirdiği global büyüklükteki projeler ile gelecek odaklı, akıllı şehir ulaşım sistemleri oluşturmak için teknolojinin tüm olanaklarından yararlanarak üretimlerini gerçekleştiren/gerçekleştirmeye devam eden Ülkemizin bir firması… Bu bağlamda baktığımızda, COVID-19 ile beraber yeni normallerin konuşulduğu global pazarlarda İNTETRA gibi kendi geliştirdikleri bilgi teknolojilerini uygulayan/uygulatan yenilikçi, sürekliliği olan firmalarımızın çoğalmasının önemli olduğu gerçeği ile hareket ettiğimizde bu Ülke olarak Dünya ölçeğinde Akıllı Şehir altyapı çalışmalarında, Akıllı Ulaşım / Akıllı Trafik Sistemleri pazarlarında daha iyi yerlerde olmamızın önünü açacaktır.

5. İstanbul Ekonomi Zirvesi Basın Toplantısı Gerçekleşti

“Yeşil Ekonomi” ana temasıyla 10 Aralık’ta Kalyon PV ana sponsorluğuyla Çırağan Sarayı’nda gerçekleştirilecek olan İstanbul Ekonomi Zirvesi öncesi, İstanbul Ekonomi Zirvesi Yönetim Kurulu Başkanı Kürşad Tüzmen, İstanbul Ekonomi Zirvesi İcra Kurulu Başkanı Abdullah Değer ve İstanbul Ekonomi Zirvesi Yönetim Kurulu Üyesi Demet Sabancı Çetindoğan basın mensupları ile bir araya geldi.

“Yeşil Ekonomi” temasıyla 10 Aralık Cuma Günü gerçekleşecek olan 5. İstanbul Ekonomi Zirvesi öncesi Devlet Eski Bakanı, İstanbul Ekonomi Zirvesi Yönetim Kurulu Başkanı Kürşad Tüzmen, İstanbul Ekonomi Zirvesi İcra Kurulu Başkanı Abdullah Değer İstanbul Pera Palas Hotel’de İstanbul Ekonomi Zirvesi Yönetim Kurulu Üyesi Demet Sabancı Çetindoğan ev sahipliğinde basın mensupları ile buluştu. Toplantıda Sürdürülebilir Kalkınmada Yeşil Ekonominin Önemi, Dünyanın Yenilenebilir Enerjide Değişim ve Dönüşüm Süreci, Covid-19 İle Birlikte Kırılan Tedarik Zincirinde Yeni Dengeler Dijital Tarım Ve Temel Gıda gibi konu başlıkları ele alındı. Açılış konuşmasını yapan ve Türkiye’nin en büyük ekonomi organizasyonları arasında yer alan İstanbul Ekonomi Zirvesi hakkında konuşan İstanbul Ekonomi Zirvesi Yönetim Kurulu Başkanı Kürşad Tüzmen “Yeşil Ekonomiyi Yeşil tahvilleri ve yeşil konulardan bahsederek iklim şartlarında ileriye dönük çalışmalarımızı nasıl yapabiliriz bunu konuşacağız. Bu sene 5. Yapacağız. İklim kapanmaları bütün ülkeleri etkileyecek. Emisyon karbondioksit ve sera gazı salımında ülkelerin farklı yüzdeleri olsa da ülkeler etkilenecek. Tedbirlerimizi almalıyız. Fosil yakıtların çıkartılması durdurulabilir” dedi.

YEŞİL MUTABAKAT İLE ORTAYA ÇIKAN FIRSATLARI DEĞERLENDİRMELİYİZ

Farkındalık yaratmayı amaçladıklarını söyleyen Kürşat Tüzmen sözlerine şunları ekledi: “Yeşil Mutabakat ile ortaya çıkacak bu fırsatları değerlendirebilmemiz ve olası riskleri bertaraf edebilmemiz için yol haritalarına ihtiyacımız var. Düşük karbonlu ekonomiye geçiş ile önemli kazançlar elde edebiliriz. Küresel iklim gündemi pandemi sürecinde bile önceliğini yitirmedi, aksine AB başta olmak üzere birçok ülkede daha da önem kazandı. Bu dönemde Çin de dahil olmak üzere ülkelerin karbon nötr hedeflerini açıkladığını, ABD’nin Paris Anlaşması gündemine geri döndüğünü görüyoruz. Tüm bu gelişmeler çerçevesinde hem iklim değişikliği ile mücadelede güçlü adımlar atmak hem de küresel rekabette geride kalmamak Türkiye açısından oldukça önemli. Bu sebeple AB’nin yeni nesil ticaret anlaşmalarında da referans aldığı Paris Anlaşması’nı stratejik bir öncelik olarak ele almamız gerektiğini düşünüyoruz. Sanayimize, ihracat yoğun sektörlerimize, hizmet sektörlerimize yön gösterecek yol haritası ihtiyacını hem kamu hem de uluslararası paydaşlarımızla paylaşıyor; mevzuat çalışmalarına görüşlerimizle katkı sağlıyoruz. Aynı zamanda özel sektöre ilham verebilecek iyi örneklerin çoğalması konusunda da farkındalık çalışmalarımıza devam ediyoruz.

Abdullah Değer ise “Son on yılda yeşil ekonomi hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde sürdürülebilir kalkınma için önemli bir politika çerçevesi olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle küreselleşme ile coğrafi olarak fazlasıyla uzak hale gelmiş olan tarım ve sanayinin bir kısmı yeniden yerelleşmelidir. Devlet ve özel sektör iş birliği noktasında ise istihdam dostu yeşil işlere yatırım yapılması ile karbon temelli ekonomiden, yenilenebilir enerji temelli bir ekonomiye geçişin önü açılmalıdır” açıklamasında bulundu. İstanbul Ekonomi Zirvesi Yönetim Kurulu Üyesi Demet Sabancı “Şu an içinde bulunduğumuz salon 1900’lerden günümüze önemli organizasyonlara ev sahipliği yaptı. Seneler çok hızlı geçiyor. İnşallah bu yılda çok başarılı bir zirve gerçekleştireceğiz” dedi.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ TURİZMİ ETKİLİYOR

TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkanı Firuz Bağlıkaya iklim değişikliği başta olmak üzere dünyada yaşanan çevre sorunlarının gelecekte en çok tehdit edeceği alanların başında turizmin geldiğini ifade ederek “Küresel ısınma nedeniyle deniz seviyelerinin yükselmesi, dünya genelinde orman yangınlarının artması gibi birçok sorunun, zaman içinde turizm hareketleri üzerinde olumsuz bir etki oluşturacağı çok açık biçimde görülüyor. Turizmdeki duraksamanın küresel ekonomi üzerinde nasıl yıkıcı bir domino etkisi yarattığına pandemi sürecinde hep birlikte şahitlik ettik. Turizmin; ekonomileri harekete geçiren lokomotif niteliğindeki yapısıyla birçok farklı sektörü beslediği, istihdam yarattığı ve sağladığı döviz girdisi ile ülke ekonomilerine büyük katkı sağladığı gerçeği, pandemi sürecinde çok daha belirgin biçimde ortaya çıktı. Bundan sonraki dönemde çevre duyarlılığını gözeterek turizm sektöründe çarkların sürdürülebilir şekilde dönmesine odaklanmamız daha da önem arz ediyor. Turizm strateji ve politikalarını bundan sonra bu temelde şekillendirilmemiz gerekiyor” açıklamasında bulundu.

Türkiye’nin doğalgaz ile buluşma yolculuğu: ‘Mavi Akım’

Mavi Akım Rusya’dan Türkiye’ye doğalgaz nakletmek için Karadeniz geçişli büyük boru hattıdır. Boru hattı merkezi Hollanda olan Rus Gazprom ve İtalyan ENI ortaklığıyla kurulan Blue Stream Pipeline B.V. tarafından inşa edilmiştir. Blue Stream Pipeline B.V. boru hattının deniz bölümünün ve Beregovaya kompresör istasyonunun sahibidir. 

Gazprom boru hattının Rus topraklarında kalan bölümünün işletmesini üstenmiş olup Türk topraklarında bulunan bölümün işletmesi ise Türk enerji şirketi BOTAŞ tarafından gerçekleştirilmektedir. Gazprom’un boru hattını inşa etmesindeki amacı Rus gaz iletim hatlarını arttırmak ve Türkiye’nin üçüncü ülkelerle enerji anlaşmaları yapmasına engel olmaktır. 

Mavi Akım hattının uzunluğu 1213 kilometre olup, Şubat 2003 tarihinde açıldı. Açılış törenine, Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte, Vladimir Putin ile Silvio Berlusconi katılmıştır. Mavi Akım projesi, Ankara ile Moskova arasında 1997 yılında imzalanan anlaşmaya göre, 25 yıl süreyle, Türkiye’nin Rusya’dan yılda 16 milyar metre küp doğalgaz satın almasını öngörüyor. 1213 kilometre uzunluğunda doğalgazı taşıyan boru hattının, yaklaşık 380 kilometresi, Karadeniz’in altından geçmektedir.  Deniz altındaki boru hattı, 2150 metre derinlikle, yeryüzünün en derindeki boru hattıdır. Hattın yapımını, İtalyan ENİ şirketi üstlenmişti. Yıllık 16 milyar metre küp kapasiteli boru hattından Türkiye, 2002 yılı sonundan bu yana gaz almaktadır.

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde Yüksek Lisans Eğitimi aldığım zaman Mavi Akım Projesi ile alakalı detaylı bir çalışma yapma fırsatı yakalamıştım. Bir projenin arkasında bu kadar gizemli olaylar dizisini bırakabileceğine de bu vesileyle şahit olmuştum.

1984 yılında SSCB ile ilk doğalgaz anlaşması yapılıyor. SSCB Gaz Sanayi Bakanlığını yerine kurulan Devlet Gazprom Birimi’nin 1993 Şubat’ında kısmi özelleştirmesiyle tarihteki gerçek rolüne kavuşmuştur. Geldiği bu noktada, Rusya Federasyonu gaz üretiminin %94’ünü, dünya gaz üretiminin ise % 23’ünü gerçekleştiren bir şirket yapısına dönüşmüştür.

12 Haziran 1991 yılında V. Putin, St. Petersburg Belediye Başkanlığı Uluslararası Komite Başkanı oluyor. Sovyet Birliğinin çökmesiyle birlikte Rusya, Hazar bölgesindeki etkinliğini büyük ölçüde kaybetmiştir.

1991 yılında SSCB, Arapların karşı koymasına rağmen İsrail ile barış yapmaya hazırlandı. 1989’un ortasından itibaren Moskova, Arap protestolarına rağmen İsrail’e Yahudi göçüne tekrar izin verdi.1991 askeri darbesinin başarısız olmasıyla, Ortadoğu’daki Sovyet politikasında büyük değişiklikler meydana geldi.

Ve 1987 yılında SSCB’den ilk doğalgaz ithali gerçekleşti. Türkiye-İsrail Oslo Antlaşmalarının ardından oldukça yakın askeri ve stratejik ilişkiler geliştirdiler.

9 Eylül 1993 yılında Türk ve Rus başkanları arasındaki görüşmelere ilişkin imzalanan protokolün 3. maddesinde, tarafların 1996 yılından itibaren doğalgaz miktarını 2 milyar metreküp arttırmayı ve bu miktarın daha da arttırılmasının değerlendirilmesi kararı alınmıştır.

Nisan 1993’te İsrail Devlet Bakanı başkanlığındaki heyet, birçok Yahudi’nin İsrail’e göç ettiği bölge olan Petersburg’un Belediye Başkanı AnatoliSobçak’ı ziyaret etmiştir.

1994 yılında Bakü-Ceyhan Projesi Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkas ülkeleriyle ilişkilerini sağlamlaştırmaya yönelik dağınık ama hedef gözeten adımları ile Türkiye-ABD-İsrail ortaklığının iyiden iyiye dillendirmesi, bu döneme denk gelmiştir.

30-31 Temmuz 1996’da Rusya-Türkiye-İsrail Doğalgaz Boru Hattı Projesi ile ilgili olarak Botaş-Trans Canada- Del-Men ve Gazprom ile doğrudan alınacak doğalgaz miktarı üzerinde ön mutabakata varılmıştır.

Aralık 1996 tarihinde ise Mısır, Türkiye ile bir belge imzaladı. Bu imza Mısır’ın İsrail’e barış hattı projesi konusunda ‘’kazık atacağı’’ yönündeki şüphelerin güçlenmesine yol açtı, çünkü güzergahta İsrail’in olmadığı düşünülüyordu.

ABD’nin bütün karşı çıkmalarına rağmen, 1996 yılında Türkiye-İran ilişkilerinde yeni bir ivme kazandıracak dev gaz anlaşması Tahran’da imzalandı.

1997 yılında Rusya ve Türkiye arasında 16 milyar metreküp doğalgaz Karadeniz altından Türkiye’ye sevkiyatının yapılması anlaşması imzalandı.

17 Ekim 1997 tarihinde 4 doğalgaz santralinden Gebze, İzmir ve Adapazarı santrallerinde en iyi teklifi Enka-İntergen konsorsiyumu, Ankara santrali için de Bayındır-National Power konsorsiyumun verdiği açıklandı. İntergen- Amerikan Bechtel’in Shell ile ortak şirketi Bechtel aynı zamanda Türkmen Trans-Hazar boru hattı projesini inşa edecek şirketlerden biri oldu.

İsrail Altyapı Bakanı Ariel Sharon, Temmuz 1997’de İsrail’in Rusya’dan gaz alımını 2000 yılında başlatmak istediğini açıkladı.

30 Haziran 1997’de Refah Yol Hükümeti resmen sona erdi. Yerine Mesut Yılmaz Başbakanlığında ANAP Hükümeti kuruldu. Bu dönemde Mavi Akım projesi jet gibi hızlandı.

16 Temmuz 1997 tarihinde Mavi Akım projesinin Samsun-Ankara hattının fizibilite çalışması tamamlandı. Türkiye içindeki hattın 446 kilometre uzunluğunda olacağı ve işin 403.7 milyon dolara mal olacağı açıklandı.

29 Ağustos 1997’de Çerçeve anlaşma Gazprom Yönetim Kurulu Başkanı Rem Vyakhirev ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer tarafından imzalandı. Doğalgaz boru hattı kapasitesi, 2000 yılı için 8 milyar metreküp, 2003 yılı için 16 milyar metreküp olacak ve gelecekte kapasite arttırılabilecektir. RAO Gazprom’un projeye ilişkin yatırımları, 20-25 yıllık uzun dönemli asgari alım taahhüdü koşulludur. Bu anlaşma ile Turusgaz’ın büyük ortakları olan Gazprom ve Gama’ya büyük bir imtiyaz verileceği konuşuldu.

1997 yılının sonunda, Türkiye-Rusya Mavi Akım Anlaşması’nı imzaladı. Mavi Akım anlaşmasından 3 gün sonra Gazprom, Stroytransgas-Öztas-Hazinedaaroğlu ortaklığı Botaş’a bildirildi. Mavi Akım anlaşmasının imzalanmasının ardından çok büyük tartışmalar başladı.

1998-2000 Rus oligarşisi iki yıl gibi bir sürede büyük çaplı değişim geçirmiştir. 1998’de güç 10-12 kadar oligark tarafından paylaşılırken 2000 yılında bir çok yeni oligark yerini almıştır. Ayrıca oligarkların temsil ettiği gücü yaratan sektörler sayıca epey artmıştır. 1998 yılı itibarıyla ana olarak petrol, gaz, bankacılık gibi alanlar oligarkları yaratırken, 2000 yılında bunlara medya, sanayi, ticaret, bilişim gibi bir çok yeni alanlar eklenmiştir. Kısacası Rus sistemi iki yıl içinde birçok yeni sektörde dev şirketler yaratabilecek dinamizmi yakalamıştır.

Resmi Gazete’de Rusya ve Türkiye arasında 16 milyar metreküp doğalgazın Karadeniz altından Türkiye’ye sevkiyatı anlaşması yayınlandı.

2 Haziran 1998 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Yeltsin, Rusya’da ekonomik krizden çıkış arayışları içinde iken Rus oligarkları (Batı’nın tabiriyle “Robber Barons”) ile ilk toplantıyı yaptı. Kremlin’de yapılan toplantıya 10 etkili iş adamı katıldı: Rosprom-Yukos Grubu Başkanı Mihail Kodorkovski, Medya imparatoru Media-Most Grubu Başkanı Vladimir Gusinski, Interros Başkanı Vladimir Potanin, Alfa Group Başkanı Mihail Fridman, SBS-Agro Başkanı Aleksandr Smolenski, Rossiisky Kredit Başkanı Vitali Malkin, Gazprom Başkanı Rem Vyakhirev, Lukoil Başkanı Vagit Alekperov, Unified Energy System Başkanı Anatoli Chubays, Surgutneftegaz petrol ve gaz şirketinin Başkanı Vladimir Bogdanov.

10 oligark gerçekleşen toplantının ardından kendi aralarında bir kez daha toplanarak Yeltsin’in vergi disiplini sağlama yönündeki çabalarını destekleme kararı aldılar. Sonuçta bir destek deklarasyonu yayımlandı.

Ekim 1999’da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Azerbaycan ziyaretinde, “Biz kimde doğalgaz varsa alacağız” demecini verdi.

Bülent Ecevit, Aralık 1999’da Rusya ile protokol imzaladı. Ecevit, Şubat 1999’da gerçekleştirdiği ABD ziyaretinde Cumhur Ersümer ve İsmail Cem ile beraber Kissinger ile görüştü.

18-19 Kasım 1999’de Ankara’da yapılan AGİT zirvesinde Orta Asya ve Kafkasya cumhuriyetleri devlet başkanları Bakü- Ceyhan bağlantısıyla ilgili deklarasyona imza attılar.

Mavi Akım ve Bakü-Ceyhan projelerinin aynı döneme denk gelmesi Türkiye’nin Rusya-ABD ikilemi yaşamasına neden olmuştur.

Trans-Hazar boru hattının Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden Türkiye’ye ulaşması için Şubat 1999’da anlaşma imzalandı.

11 Ocak 1999’da Ecevit hükümeti kuruldu ve enerji bakanlığına Ziya AKTAŞ geldi.

22742 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan ihale ile (Necmettin Erbakan Başbakanlığı döneminde) yap-işlet-devret modelinden yap-işlet modeline geçiş yapıldı.

Ekonomik Kriz sebebiyle Türk Halkı doğalgaza 2001 yılında ve sonrasında milyonlarca fazla para ödemek zorunda kaldı.

Enerji ve Tabii Kaynaklar eski Bakanları Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan’ın, “ihaleye fesat karıştırmak ve görevi kötüye kullanmak” suçlarından Yüce Divan’da yargılanmalarına başlanması proje ile ilgili en çok konuşulan olaylar arasında yerini aldı.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesindeki yolsuzluk iddiaları üzerine başlatılan operasyonda gözaltına alınan kişiler oldu ve zanlılar yargılandı. O zamanlar bu yargılanmalar manşetlerde geniş yer buldu.

KKTC’nin Yerli Otosu ‘GÜNSEL’ Gururlandırıyor

Türkiye Genç İş İnsanları Konfederasyonu (TÜGİK) üyeleri ve OSTİM Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Yülek, KKTC’nin yerli ve milli otomobili GÜNSEL’i evinde ziyaret etti.

Türkiye Genç İş İnsanları Konfederasyonu (TÜGİK) üyeleri KKTC’de gerçekleştirdikleri temaslar kapsamında GÜNSEL’i ziyaret etti. OSTİM Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Yülek’in de eşlik ettiği ziyarette GÜNSEL’in ilk modeli B9 test edildi. Test sürüşünün ardından GÜNSEL’in Yakın Doğu Üniversitesi Kampüsü’nde yer alan üretim tesislerini de gezen TÜGİK üyeleri, aracın özellikleri ve seri üretim hazırlıkları ile ilgili de detaylı bilgiler aldı.

Ziyaretin ardından Yakın Doğu Oluşumu Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. İrfan Suat Günsel, TÜGİK Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Erhan Özmen ve OSTİM Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Yülek açıklamalarda bulundu.

Prof. Dr. İrfan Suat Günsel: “GÜNSEL, enerjisini ve dinamizmini gençlikten alan bir girişim.”

GÜNSEL’in, 9 Ekim 2016’da gerçekleştirdikleri ilk lansmanının 5’inci yılını kutladıklarını hatırlatan Yakın Doğu Üniversitesi Mütevelli Heyeti ve GÜNSEL Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. İrfan Suat Günsel “Ekibinin yaş ortalaması sadece 28 olan GÜNSEL, enerjisini ve dinamizmini gençlikten alan bir girişim. Bu yönüyle Türkiye Genç İş İnsanları Konfederasyonu’nun değerli üyelerini ağırlamak bizim için mutluluk verici” ifadesini kullandı. Seri üretim çalışmalarına son güç devam ettiklerini söyleyen Prof. Dr. Günsel “Bu dönemde desteklerini ve ilgilerini bizlerle paylaşan TÜGİK’in değerli üyelerine ziyaretlerinden dolayı teşekkür ederim” dedi.

Erhan Özmen: “Dünya tarafından bu kadar yalnız bırakılan bir ülkede, idealist bir ailenin geleceğin otomobilini üretme hayalini gerçeğe dönüştürdüğüne tanık oldum.”

GÜNSEL ziyaretinin ardından açıklamalarda bulunan Türkiye Genç İş İnsanları Konfederasyonu Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Erhan Özmen, KKTC’nin yerli otomobili GÜNSEL B9’un performansını çok beğendiğini söyleyerek, “Dünya tarafından bu kadar yalnız bırakılan bir ülkede, idealist bir ailenin geleceğin otomobilini üretme hayalini gerçeğe dönüştürdüğüne tanık oldum” ifadelerini kullandı.

KKTC’ye yeni projeler için geldiklerini söyleyen Özmen, “KKTC kendi kabuğunu kendisi kırıyor ve girişimci ruhunu fırsata dönüştürüyor. Bugün Singapur’a baktığımızda küçük bir ada ülkesi olarak dünyanın büyük ekonomileri ile yarışıyor. İki gündür kendime soruyorum: Kuzey Kıbrıs neden bir Singapur olmasın?” dedi.

GÜNSEL’in KKTC ekonomisinde çok önemli bir rol oynayacağını söyleyen Erhan Özmen, “Bu başarıda emeği geçen Yakın Doğu Ailesini tebrik ediyorum. Günsel Ailesi, başka ülkelere gidip yatırımlarını daha farklı şartlar altında yapmak yerine, bütün güçlüklere rağmen, ülkesinde kalıp kocaman bir hikaye yazıyor. Bu hikayenin Kuzey Kıbrıs’a ileride neler katacağını görmek için sabırsızlanıyorum” ifadelerini kullandı.

Prof. Dr. Murat Yülek: “Kıbrıs Türklerinin böyle bir teknoloji harikası geliştirmiş olmalarıyla gurur duyuyoruz.”

Ostim Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Yülek, “Bugün Yakın Doğu Üniversitesi’ne yaptığımız ziyarette KKTC’nin ilk yerli otomobili olan GÜNSEL ile tanıştık. Aracın sürüş kalitesi tek kelime ile mükemmel ve Kıbrıs Türklerinin böyle bir teknoloji harikası geliştirmiş olmalarıyla gurur duyuyoruz” ifadelerini kullandı.

Basınköy ve Mikail Bakkal

Basınköy deyince efsanelerinin en üst sıralarında yer alır Mikail Bakkal, yani Mikail Okyay. Aslında ne gazeteci ne yazar, ne çizer, ne karikatürist, ne de ressam… Ama o hepsinin dostu tavla, sohbet arkadaşı, daha da önemlisi onun kapısının önü tüm Basınköy’ün buluşma, kaynaşma noktası.


Kimisinin yakın dostu, bazılarının bakkalı, bizlerin ise Mikail amcası. Bir bakmışsınız Yaşar Kemal’le tavla oynuyor dükkanın önünde, Çetin Altan çekişmeli maçı seyrediyor, Doğan Katırcıoğlu yorum yapıyor, Mistik amca tiyo veriyor, Aydın Dörtel destekliyor… Bunlar bir kısmı. Şampiyonlar ligi, sonuç ne olursa olsun dostluk kazanıyor her zaman.
Ağızında purosu, mavi ya da beyaz apoletli gömleği, kalın siyah çerçeveli gözlükleri, bol paça pantolonları, hep tarz Mikail amca. Dışarıdan bakınca serttir imajı ama melek gibi bir kalbi vardır. Her zaman nasihatlar verirdi bizlere. Biz az mı çektirdik ona… Bir mahallenin çocuğunun kahrını çekti. Paramız olmazdı gider ondan alırdık, yerdik, içerdik, yazdırırdık. Hani eskilerin can bakkalıydı sadece biz değil herkezin hesabı vardı. Pazar günleri kola, gazoz, ayran alır; onun el arabasına koyar, ormanda piknikçilere satardık. Borcumuzu gene onun dükkânından öderdik. Keşke o büyük marketler hiç açılmasaydı da o maneviyat hâlâ devam etseydi.


Okuldan gelir hemen Mikail bakkalın önüne koşardık. Herkes orada buluşur, eve girene kadar sanki mahallenin kafesi gibi orada otururduk. Çok ses çıkarınca fırçamızı da yerdik. Çekirdekleri yere atmakta yasaktı. Şişeleri de çöpe atmadan gidilmezdi. Şahsına münhasır kuralları vardı oranın.


Misket oynardık, çivi saplardık yere, Madam teyze gelirdi onu kızdırırdık. Arabalar gelir, müzik açar, doldurttuğumuz kasetleri dinlerdik. Kızlı erkekli kardeş gibi büyüdük biz orada. Bizden öncesi ve sonrası var. Üç nesil yetişti dile kolay.
Şimdi Teksas kovboy filimlerini andırır bir halde. Sokakta bir de rüzgardan çalılar yuvarlansa tam olacak.
Senden sonra hiç tadı kalmadı oraların.


Bir mahalle bakkalı zannedersiniz siz orayı. Aslında koca marketti ama bunlar değildi ki. Mikail amcayı bu yapan; orası bir gençliğin yoğrulduğu; sanatçısıyla, gazetecisiyle, fotoğrafçıyla, yazarıyla, çizeriyle, romancısıyla, karikatüristleriyle buluştuğu, kaynaştığı, feyiz aldığı nasihatlar dinleyip eğrildiği, İnce Mehmet’lerin imzalanıp bizlere dağıtıldığı yerdi. Film için İbrahım Tatlıses gelmiş, Sembol plak Fevzi Kiziltaşoğlu ile buluşacak, yer orası; Zülfi Livaneli Yaşar Kemal’le buluşacak, yer orası; Mehmet Biber, Yalcın Kılan ile buluşacak, gene yer orası; sabah Babaliye gidecek herkes orada büyük , küçük herkesin abisi dostu. O yüzdendir ki çok özeldi Mikail amcamız.


Her zaman gönüllerde her zaman yüreklerde yaşayacaksın. Büyük ustalar gibi seni de iyi ki tanımışız Mikail Amca.

İnşaat Yıkıntı Atıkları Geri Kazanım Tesisi Açıldı

Lüleburgaz Belediyesi’nin Trakya’da bir ilk olan İnşaat Yıkıntı Atıkları Geri Kazanım Tesisi açılış töreninde konuşan Başkan Gerenli, “Sıfır atığa giden yolda kararlılıkla çalışmaya devam ediyoruz. Bundan sonra da edeceğiz. Unutmayın; daha temiz, daha yeşil, iklim değişikliği ile mücadele edebileceğimiz, sürdürülebilir bir çevreyi yaratmak, hepimizin üzerine düşeni yapması ve bu konuda hassasiyet göstermesi ile mümkün olacaktır” dedi.

Lüleburgaz Belediyesi’nin çevreci yatırımlarından biri olan İnşaat Yıkıntı Atıkları Geri Kazanım Tesisi büyük bir katılımla açıldı.

Açılış törenine Lüleburgaz Kaymakamı Salih Yüce, Lüleburgaz Belediye Başkanı Dr. Murat Gerenli, Kırklareli Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Ersoy Canbek, CHP Kırklareli İl Başkanı Alaaddin Güncer, CHP Lüleburgaz İlçe Başkanı Devrim Gündüz, Lüleburgaz Belediye Meclisi Üyeleri, Lüleburgaz Kent Konseyi Başkanı Binnur Dinç, mahalle muhtarları ve belediye daire müdürleri katıldı.

Açılış töreninde konuşan Başkan Gerenli, Türkiye’de ve dünya genelinde iklim değişikliğinin etkilerinin her geçen gün arttığını belirterek, yerel yönetimler başta olmak üzere bütün dünyanın acil harekete geçmesi gerektiğini vurguladı.

Türkiye’nin Paris İklim Sözleşmesi’ni geç de olsa imzalamasının memnuniyet verici olduğunu belirten Başkan Gerenli, Lüleburgaz Belediyesi’nin ortaya koyduğu çevreci yatırımlarıyla üzerine düşeni yaptığını söyledi.

Fed Dolar imparatorluğu

Sevgili Bir Portre okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Dolar mı Amerika’yı yönetiyor yoksa Amerika mı dünyayı?..

Neden bu soruyla başladım, sizce? Yine sorularla devam edeceğim…

Amerika dolar basabiliyor mu, ya da doların sahibi Amerika mı?..

Bir başka konu; Fed denen bir kurum/kuruluş var, Doların anası/babası/kaynağı/üreticisi/satıcısı/her türlü belirleyicisi…

Federal Reserve; güya Amerika Merkez Bankası. Şimdi sorularımıza dönersek; Amerika’nın dolar basma yetkisi yoktur.

Doları, Fed denen bu imparatorluk basar… Amerika devletine de bedeli karşılığı verir.

O halde dünyayı yöneten Amerika mı yoksa Amerika’ya parasını veren Fed mi?.. Şunu herkes unutmasın ve bilsin ki; dünyayı yöneten dolardır/doların sahipleridir.

Dolayısıyla da, yönetenler Fed denen Merkez Bankası görünümlü kurum/kuruluşun sahipleridir.

Defalarca anlattım, Onlarca kez yazdım, Üstüne basa basa dikkat çektim; gelişmeleri ve gidişatı görmek için parayı takip edin, Doların seyrine bakın ve göreceksiniz ki; Yeni bir Dünya Düzeni kuruluyor/yeni bir yüzyıl tasarlanıyor, diye…

Bu gerçeği görmezden gelmek güneşe gözünü kapatıp, gece oldurmaya çalışmak gibidir.

Para kimdeyse “Güç” ondadır, Güçlü kim ise parayı belirleyen/basan ve yöneten odur… Ve bunlar da “Akıl” sahipleridir.

İşte bu “Güç ve Akıl” bir araya gelmişse; “Yok efendim, Çin yükselmiş, Rusya güçlenmiş, Şanghay Beşlisi’ymiş, Asya Kaplanlarıymış..” ne ifade eder ki!..

Siz Çin ekonomisinin dümeninde Çin’liler mi var sanıyorsunuz, veya Çin Merkez Bankası’nı Çin devletinin mi kontrol ettiğini düşünüyorsunuz, Yahut da, Rusya denen ülke ve Putin kişisi dolar ve doların babalarından bağımsız mı hareket ediyor?..

Geçin bunları, geçin… Petrolü de belirleyen dolardır, Çin ekonomisini de Rusya’nın finansal yapısını da, Ortadoğu’nun yeraltı kaynaklarının istihsalini de…

Euro var, Hani Avrupa Birliğince kullanılan ve Avrupa Merkez Bankasınca basılan para…

Bir de, dolar karşısında birazcık olsun etkinlik kazanmış birkaç ülke parası. Sizce, bunlar kendiliğinden değerlenen ve bağımsızca oluşup/özgürce hareket eden paralar mı?..

Asla ve mümkün değil…

Bir firma ve marka düşünün, Piyasanın en büyük aktörü, Yani, diyelim ki; piyasanın % 60-70’lik kısmını elinde tutan güç…

Ama gözü hala geridekindedir. Bunun için de geri kalan küçük tüketiciye dönük/keselerine uygun model ve marka üretirler… Biz sanırız ki, o markalar “ana aktör”den bağımsızdır. Ama, yok aslında biri birinden farkı…

Parada da, durum böyledir, Kimi ülke paraları “Doların Efendileri” izin verdiği ölçüde rezerv para olabilir ve konvertibil hale gelebilir. Yani uluslararası geçerlik kazanabilir…

“Vay efendim, doların sonu geliyormuş, çok az kalmış, yeni nesil paralar çıkacakmış, Mesela Kripto Para bunun en büyük göstergesiymiş,

………..”

Evet, kripto para var mı, var…

Elektronik/sanal/dijital para var mı, var… Adı dolar değil diye, siz bunların dolardan veya doların sahiplerinden bağımsız şekilde ortaya çıkan enstrümanlar olduğunu mu düşünüyorsunuz!..

Bakın; bu da hiç mümkün değil…

Bir “dolar gerçeği” var.

Görünürde “para” olan bu şeyin önemi, değerli bir para oluşundan ziyade arkasındaki güç ve akıldadır.

Güç ve Akıl da doların sahibi olanlardır.

Bu gerçeği görmeden, sadece görünenle amel etmeye ve harekete geçmeye kalkışırsanız; öyle bir duvara toslarsınız ki; aklınız şaşar…

Ülkenizdeki ekonomik dengeler karışır; ne yaparsanız yapın, ekonomik inişi durduramazsınız. Aldığınız her önlem çöküşü engelleyemez.

Küresel ölçekli borsalar da, bankalar da, altın-döviz kur ve oranları da doların sahiplerinden bağımsız hareket edemez.

Onlar istediği için inerler ve çıkarlar…

Almanya’ya bakın, Avrupa Birliği’nin lokomotifi, Avrupa’nın en büyüğü…

Peki, Almanya bu kadar nasıl büyüdü ve bu kadar belirleyici hale geldi?

Söyleyeyim size; Doların, Avrupa’daki Amerika’sı olma görevi verildiği için, Euro denen para birimini oluşturmak/kontrol etmek ve piyasa yelpazesini en geniş hale getirmek için…

Hal böyleyken, dünyayı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini oluşturan beş ülkeden ibaret sanmak görüntüsel bir algı ve yanılsamadan başka bir şey değildir. Gerçeğin kendisini görememektir. Dünya dolardır, dolar dünyadır.

Dolar dünyadan büyüktür…

Dünya Bankası/IMF/Avrupa Birliği Merkez Bankası, doların alt kurum/kuruluşlarından başka bir şey değildir. Birleşmiş Milletler ise doların sahiplerinin/Güç ve Aklın küresel adalet görüntü ve örüntüsünün sembolleşmiş halidir. Söyleyebilir misiniz bana; Birleşmiş Milletler’den gerçek adaleti/Küresel onayı/tüm devletlerin tasvibini kazanmış bir kararın çıktığını…

Olmaz olamaz; Birleşmiş Milletler bile onlardan bağımsız bir karar alamaz ve alındığı da görülmemiştir.

“Ama şu karar vardı…” diye örnek göstermeye kalkmayın. O kararı da, onlar istemiştir ve öyle alınmıştır.

Tablo bu, gerçek bu, gerçeklik bu…

Böyleyken, yel değirmenleriyle savaşmaya kalkan Don Kişot’laşmanın bir gereği yok. “Ama bu sistem yanlış/adaletsiz ve sömürgeci…” diyerek, günlerce/haftalarca/aylarca hamaset ve tartışma yapabiliriz.

Yıllardır yaptık da ne oldu,

Ne değişti, Doların etkinliği mi azaldı, Yoksa dolar çaptan mı düştü…

1944’de Bretton Woods Para Antlaşması ile dolar karşılığında altın taahhüdü yapılmıştı. 1972 yılında ABD Başkanı Nixon, tek taraflı olarak bunu kaldırdı.

Daha doğrusu Doların Sahipleri böyle istedi ve Nixon da verilen görevi ifa etti. Dolar kağıt paraya dönüştü.

Peki değeri düştü mü; ben görmedim; gören/bilen/söyleyecek sözü olan varsa öne çıksın…

Hanımlar/Beyler, Amerikan Devleti, Fed’den aldığı dolar karşılığında yıllık olarak, yaklaşık 500-600 milyar dolar faiz ödüyor, Kime? Doların sahiplerine… Bu yüzden de; Amerika Çin’e saldırıyor, İran’ı düşman belliyor, Rusya ile kavga eder gibi görünüyor ise; doların sahipleri böyle istediği içindir.

Bunlar istediği için Amerika dünyayı yönetiyor, yani, onlar öyle istediği için Amerika şöyle/böyle/öyle davranıyor, tavır alıyor, kavga ediyor, savaşıyor, karıştırıyor, yıkıyor, yapıyor, kuruyor, kurguluyor…

Zaman zaman kimi ülkeler çıkıyor, “Ben Çin’e yanaşıyorum/Rusya ile iş tutuyorum/Euro bölgesine sığınıyorum…” gibi gibi, dolarsızlaşmaya başladığını söylemeye kalkışıyor.

Tabi tabi, çok gidersin/anca gidersin, Yahu sığındığın ve düşmanın düşmanı sandığın da, düşmanın adamı…

Nereye gidiyorsun ve nereye kadar kaçacaksın…

Saddam/Kaddafi/Hüsnü Mübarek/Zeynel Abidin bin Ali… Otoriter liderlerdi ama yıllarca ayakta kaldılar, Kimsenin kılı kıpırdamadı, Katliam yaptılar/otoriteryen davrandılar/astılar-kestiler ve hep yönetimde kaldılar. Ne zamana kadar?

Dolara kafa tutana veya Doların sahiplerinin işi bitene kadar…

Sonuç; Akıllı/akılcı olacaksın, Gerçeği göreceksin, gerçekliğin farkına varacaksın. 500 yıllık düzeni ve son 100 yılın en popüler para sistemini bir çırpıda bozamazsın.

Sevsen de sevmesen de, Haklı görmesen de, Haksızlık desen de, Olmaz/olamaz/bu böyle gidemez desen de; Oyunu kuralına göre oynayacaksın ve bu oyunun en büyük enstrümanının “Dolar” olduğunu göz ardı etmeyeceksin!..

Not olarak; Ne Amerikancıyım, ne de dolarcı, Ne Avrupa’cıyım, ne de Çin’ci, Ne Amerika düşmanıyım, ne de Rusya… Sadece gerçekçiyim; gerçek ve gerçekliğin farkında biriyim.

Oyunu gören/anlayan/okuyan ve oyunu kuralına göre oynamazsan, çıkacak sonucu öngören biriyim. O yüzden de, benim neci/kimci olduğumu düşünmek ve konuşmak yerine, ne dediğime dikkat edilirse; çok daha faydalı olacak inancındayım…

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar.

Smart Energy, Son Teknoloji Yerli Üretim Güneş Panellerini Tanıttı

Güneş enerjisi sektöründe geleceğe yön veren teknolojileri Türkiye’ye taşıyan Smart Energy, yeni nesil panel üretimine öncelik veriyor. Güneş enerjisi santrallerinde (GES), verimliliği en üst seviyelere taşıyan yeni nesil güneş panellerini Gebze’deki fabrikasında üreten Smart Energy, 14. EIF Dünya Enerji Kongresi ve Fuarı 2021’de büyük ilgi gördü.

Türkiye’de güneş enerjisi sektörünün gelişimine öncülük eden şirketlerden biri olan Smart Energy, teknoloji ve Ar-Ge konusundaki yatırımları ile bu misyonunu sürdürüyor. Teknolojinin sunduğu en son yenilikleri eş zamanlı olarak Türkiye’de uygulayan Smart Energy, güneş paneli konusundaki “yerlileştirme” çalışmaları ile dikkat çekiyor. Smart Energy, bu çalışmaların bir sonucu olarak dünya çapında ana ürün olarak duyurulan, 450+ W güce sahip 166 mm hücreli yerli üretim panellerini Türkiye’de üretmeyi başararak, sektörünün beğenisine sundu. Dünyada ana ürün haline gelen bu son teknoloji ve üstün verimliliğe sahip güneş panelleri ile metrekare başına 205+ W elektrik üretilebiliyor. Bu da 15 metrekarelik panel ile bir evin tüm elektrik ihtiyacının karşılanması anlamına geliyor.

Smart Energy, 13-15 Ekim tarihleri arasında Antalya’da gerçekleşen 14. EIF Dünya Enerji Kongresi ve Fuarı’nda (EIF2021), Gebze’deki üretim tesislerinde gerçekleştirdiği yeni hat yatırımları ve ürün portföyüne kattığı yeni nesil paneller ile büyük ilgi gördü. Pandemi koşullarına karşın Gebze’deki üretim tesislerinin kapasitesini 1000 MW’a çıkaran Smart Energy, EIF2021’de özellikle verimliliği bir üst noktaya taşıyan yeni nesil güneş panelleri ile dikkat çekti.

YENİ NESİL AYDINLATMA ÜRÜNÜ NIKS TANITILDI

Smart Energy, yeni teknoloji panellerinin yanı sıra geliştirdiği Niks Solar Aydınlatma Sistemleri’ni de EIF2021’de tanıttı. Türkiye’de ve Avrupa’da şu ana kadar üretilmiş en yüksek verimli solar aydınlatma ürünü olan Niks, gerek ışık performansı gerekse güneş paneli ve yüksek verimli solar mppt teknolojisiyle parklarda, bisiklet ve yürüyüş yollarında aydınlatma ve verimlilik hesapları yaparak doğaya fayda sağlıyor.

YENİ TEKNOLOJİ YATIRIMLARI SÜRÜYOR

Sektörün yerlileşmesi ve Türkiye’nin kendi panellerini üretip ihraç eden bir merkez olması için sürekli yeni yatırımlar yaptıklarını belirten Smart Energy Yönetim Kurulu Başkanı Halil Demirdağ, fuarın ardından şu değerlendirmeyi yaptı: “Çok hızlı büyüyen güneş enerjisi sektörümüz için yeni teknolojilere yatırım yapmak işimizin temelini oluşturuyor. Yıllar içinde gelişen panel ve hücre teknolojisi sayesinde, güneşten enerji elde etmek geçmişe oranla çok daha uygun maliyetlerle başarılabilir hale geldi. Biz de şirket olarak, yeni teknolojileri yakından izleyerek, üretimimize entegre etmek için yatırımlarımızı planlıyor ve bu doğrultuda sektörümüzün ihtiyaçlarına uygun yeni ürünler üretiyoruz. Sektörümüzde yüksek performansı nedeniyle tercih edilen 166 mm ulaşan hücre boyutuna uygun yeni nesil panellerimizi Türkiye’deki fabrikamızda üretiyoruz. Üstün kaliteli ürünlerimizle her geçen gün daha da büyüyen sektörümüzün hizmetindeyiz.

YENİLENEBİLİR ENERJİNİN ÖNEMİ ANLAŞILDI

Küresel COVID-19 salgınından pek çok sektör gibi güneş enerjisi sektörünün de etkilendiğini, EIF gibi fuarların bu durgunluğun aşılmasında önemli katkısı olacağını vurgulayan Demirdağ, sözlerine şöyle devam etti: “Sektörümüz son iki seneyi halen devam eden pandemi etkileri altında geçirdi. Ayrıca, dünya çapında meydana gelen ve iklim krizi kaynaklı doğal afetlerle de karşı karşıya kaldık. Tüm bu gelişmeler, bize yenilenebilir enerjinin önemini bir kez daha hatırlattı. Salgın nedeniyle olumsuz etkilenen ekonomik süreçlere karşın, güneş enerjisi sektörünün güçlü altyapısıyla yeni duruma kolaylıkla adapte oldu ve hızla toparlanma sürecine girdi. Sektörümüzün önü açık, desteklendiğimiz takdirde çok iyi işlere imza atacağımıza inanıyorum.”

İklim Değişikliği Konusuna Enerji Politik Bir Bakış

Bilindiği üzere iklim; dünya üzerinde bir mahal için uzun sürelerle gözlemlenen sıcaklık, nem, hava basıncı, rüzgâr, yağış gibi meteorolojik olayların ortalaması bağlamında tanımlanmakta ve değerlendirilmektedir. Fazla olarak, hava durumundan farklı olarak iklim; meteorolojik olayların uzun süreler içinde gözlenmesiyle ulaşılan sonuçlarla birlikte o yerin enlemine, yükseltisine, yer şekillerine, kalıcı kar durumuna ve denizlere olan uzaklığına bağlı olarak da vücut bulmaktadır. Bu bağlamda iklim sistemi; atmosfer, kara yüzeyleri, kar ve buz, okyanuslar ve diğer su kütleleri ile canlıları kapsayan karmaşık ve etkileşimli bir sistem olarak betimlenmektedir. Bu bağlamda iklim sistemleri, karmaşıklığına karşın ahenkle çalışan sistemler manzumesi olarak nitelenebilir.

İklim değişikliği ise; “Nedeni ne olursa olsun iklimin ortalama durumunda ve/veya değişkenliğinde onlarca yıl ya da daha uzun süre boyunca gerçekleşen değişiklikler” olarak tanımlanmaktadır. Dünya iklim sistemi başlıca iki bağlamda değişmektedir. Bunlar; en yalın haliyle “Küresel Isınma” ve “Küresel Soğuma” olarak ifade edilebilir. İklim değişiklikleri, gerçekte dünya tarihi boyunca birbirini takip ederek süregitmiştir ve halen de böylesi bir süreç etkinliğini sürdürmektedir (Şekil 1). Dolayısıyla, iklim değişiklikleri, esas itibariyle dünya atmosferindeki sıcaklık değişimi ile ortaya çıkmaktadır. Bir başka deyişle, dünya üzerinde yıl boyunca kara, deniz ve havada ölçülen ortalama sıcaklıklarda görülen sürekli artış veya eksiliş, iklim değişikliğini betimlemiş olmaktadır. İklim sistemini oluşturan bileşenlerin (atmosfer, hidrosfer, kryosfer, biyosferin) birbirlerine madde ve enerji akışı ile bağlı olması, iklim sisteminin çok hassas bir dengeye sahip olmasına yol açmaktadır. Burada şunu da belirtmek gerekir ki; iklim sisteminde değişimi oluşturan esas neden, dünyanın enerji bilançosunu değiştiren süreçlerdir denebilir. Bu bağlamda, iklim sistemi esas itibariyle güneşten alınan enerji ile ilgili olmaktadır. 

Dünya-atmosfer sisteminin enerji bilançosunu negatif veya pozitif yönde etkileyen süreçler ise üç başlık altında toplanabilir. Bunlardan ilki dünya’nın Güneş etrafındaki yörüngesindeki değişimler, ikincisi Güneş etkinliklerinde görülen değişimler ve üçüncü olarak da atmosferin bileşimindeki değişimler olarak ifade edilmektedir. Bunlardan ilk ikisi kozmik olaylar bağlamında olaylar olup, insanoğlunun müdahalesi söz konusu olmamaktadır. Buna karşın, üçüncü başlık olan atmosferin bileşimindeki değişimler doğal nedenlerle farklılıklar gösterebilse de insanoğlunun katkısı söz konusu olmaktadır. 

Öte yandan iklim sisteminde başlayan değişimi, artıran veya azaltan süreçler söz konusu olmaktadır ve bunlar “Geri Besleme Mekanizmaları” olarak nitelenmektedir. Böylelikle, iklim değişikliği etmenlerinden birinde olan değişiklik, diğerlerini tetikleyebilmektedir. Bu bağlamda insanoğlunun neden olduğu değişimler de ilgili süreçleri etkileyebilmektedir. Bunlar arasında sera gazı salımı en önemli etmen olarak nitelenmektedir.

İnsanoğlunun İklim Değişikliğine Etkisi

İnsanoğlunun iklim değişikliğine etkisini üç başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar; “sera gazlarının artmasını hızlandıran aktiviteler”, “ısı adası etkisi” ve “ozon tabakasının incelmesine neden olma” olarak sıralanabilir. Isı adası etkisi; kentlerdeki yoğun nüfus yerleşiminin kentsel mahal çevresinde oluşturduğu ısı kubbesi etkisinin atmosferik olayların o bölge için oluşturduğu anomali olarak nitelenebilmektedir. Ozon tabakasının incelmesi ise; hidrokloroflorakarbon vekloroflorakarbon gazları nedeniyle traposfer üzerinde yer alan ve yer küreyi yüksek enerjili ultraviole (mor ötesi) ışınlardan koruyan ozon tabakasının kalınlığının azalmasını betimlemektedir. 

İklim değişikliğine insanoğlunun etkisi konusunda belki de en öne çıkan argüman, sera gazı salımı olmaktadır. Atmosferde yaygın olarak bulunan sera gazları ise; su buharı, metan, karbon, azot ve kükürt oksitler olarak kendini göstermektedir. Söz konusu bu sera gazları içinde de önemle kendini hissettiren karbondioksit gazıdır denebilir. Nitekim karbondioksit gazı, sera gazı salımı takibi için indikatör olarak seçilmiş bulunmaktadır.

Gerçekte,sera gazı salımı doğal olarak da zaten vardır (Şekil 2). Ancak insanoğlu burada olumsuz tetiklemeyle bu çıkışı hızlandırdığı da açık bir hakikattir. Özellikle sanayi devriminden sonra sera gazı salımı bağlamında bu olumsuz etki yadsınamaz biçimde artmış ve günümüzde göz ardı edilemeyecek mertebelere ulaşmış bulunmaktadır. Ancak doğal yoldan (Şekil 2’den açık olarak görüldüğü üzere)özellikle denizlerden çıkan karbondioksit devasa boyutlardadır. İnsanoğlunun etkisi konusunda bir grafik ise Şekil 3’de görülmektedir. İnsan kaynaklı sera gazları salımının iklim değişikliğine etkisi ve iklim değişikliği konusunda önemli bir paya sahip olabildiği konusu gündeme geldikten sonra uluslararası bağlamda geniş katılımlı birçok zirve ve ilgili toplantılar yapılmış 1997 Kyoto protokolü ile somut inisiyatifler de belirlenmiştir. Ancak yazık ki; o dönemde en önemli sera gazı salımı yapan ülke olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) bu protokolü imzalamamıştır. Son olarak, iklim değişikliğini önlemek için 21. Birleşmiş Milletler Toplantısı 2015 yılında Paris’te toplanmış ve COP-21 olarak da nitelenen bu toplantı sonucunda Aralık 2015’te mutabakat sağlanmış ve kararlar ABD de dahil tüm katılanlar tarafından imzalamıştır. Her ne kadar ABD, Başkan Trump döneminde COP-21 kararlarından çekileceğini açıklamış olsa da halihazırdaki ABD Başkanı Biden tarafından kararların tanınacağı açıklanmış bulunmaktadır.

COP-21 Kararlarından ayrı olarak, Avrupa Birliği (AB) tarafından insan kaynaklı etkilerin azaltılmasıyla ilgili inisiyatifleri kapsayan “Yeşil Mutabakat (Green Deal)” açıklanmış bulunmaktadır. Ayrıca, ABD de benzer şekilde “Yeni Yeşil Mutabakat (New Green Deal)” olarak nitelenen bir mutabakatı Kongreye sunmaya hazırlanmaktadır.

Enerji Politik Değerlendirme

Enerji politik açıdan değerlendirmede önemli konu,halen elektrik üreten santrallar arasında başat santral tipinin fosil yakıtlı santrallar olmasıdır. Bir başka deyişle kömür, fueloil ve doğal gaz santrallarının toplam enerji santralları içinde sahip olduğu büyük pay yadsınamayacak boyutlardadır. Dolayısı ile tüm sektörler içinde enerji üretiminin sera gazı salımında katkısı hayli etkin olmaktadır (Şekil 4). Oysa fosil yakıtların yanmasıyla sera gazı salımı kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Keza, fosil yakıtların işlenmesi de sera gazı salımına sebep olmaktadır. 

Salımı İçinde Yeri

Öte yandan, günümüzde artan enerji ihtiyacının giderek büyük boyutlarla artması nedeniyle sera gazı salımı da arta giden bir trend göstermektedir. Bu durum ise, iklim değişikliğine insan etkisi bağlamında yüksek pay olarak kendini göstermektedir. Bir başka deyişle, enerji üretimi ve fosil yakıtların işlenmesi beraberce toplam içinde üçte birlik bir paya sahip olmaktadır.

Hal böyle olunca, insan kaynaklı sera gazı salımının bertaraf edilmesi ve/veya hiç değilse sınırlandırılması gündeme gelmektedir. Bu ise enerji politikalarının önemli ölçüde etkilenmesi anlamına gelmektedir.

Enerji üretimi bağlamında fosil yakıtlı santralların sınırlandırılması ve/veya devreden çıkarılması gerekli görülmektedir. Oysa, her istenen süreçte enerji üreten santrallar, bir başka deyişle baz santrallar kapsamında olan fosil yakıtlardan vazgeçmek pek de kolay olmayacak gibi görünmektedir. Zira söz konusu fosil yakıtlı enerji santrallarının yerine ikame edilecek seçenekler kısıtlıdır. Örneğin; yenilenebilir enerji santrallarının önde gelenleri olan rüzgâr, güneş ve hatta hidrolik santrallar emre amadelik şartını sağlayamamaktadırlar. Bir başka deyişle günden ve mevsimden bağımsız olarak her dönemde tam güçte enerji üretmek mümkün olmayabilmektedir. Oysa bilgi çağına ve bu bağlamda Endüstri 4.0 ve Endüstri 5.0 süreçlerine geçişin yaşandığı,içinde bulunulan bu dönemde baz santrallerden geri adım atılması kısa vadede zor görünmemektedir.

Bu durumda fosil yakıtlı santrallardan ayrı, yararlanılabilecek baz santral olarak önemli hatta tek seçenek nükleer santrallar kalmaktadır. Bu bağlamda, iklim değişikliğini kontrol edebilmek için enerji politikalarında nükleer santrallara önemli ölçüde yer verilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor olmaktadır. Nitekim Çin, Rusya Hindistan gibi kalkınma hamlelerinden taviz vermek istemeyen ülkelerde nükleer santralların arka arkaya kurulmalarına ilişkin projeler hayata geçirilmekte ve/veya hayata geçirilmeye çalışılmakta ve yenileri de planlanmaktadır. Öte yandan fosil yakıtların kullanımının azaltılmasında, sera gazı salımı en fazla olan sırasıyla kömür, fuel-oil ve doğal gazın kullanımında yeni gelişkin teknolojilerin kullanılarak sera gazı çıkışın azaltılması konusu üzerinde durulmaktadır. Dolayısıyla doğal gazdan çıkış en son olacak gibi görünmektedir. Bu bağlamda doğal gaz kullanımının kısıtlanması gerçekleşiyor olsa da tamamen çıkışın yakın vadede olmayacağı söylenebilir. Ancak doğal gaz kullanımının kısıtlanması için (pahalılık ifade ediyor olmasına karşın) doğal gaza hidrojen katkısı söz konusu olabilir. Böylelikle, doğal gaz kullanımı azaltılırken, hidrojen katkısı ile aynı enerji temini sağlanabilir. Bu durum da enerji politikalarının revize edilmesi anlamına gelmektedir.

Türkiye’de Durum

Türkiye için konuya bakıldığında; Türkiye Paris İklim Değişikliği Anlaşmasını imzalamış bulunmaktadır. Fazla olarak Ekim 2021 başında Anlaşma, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’de kabul edilmiş ve 7 Ekim 2021 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Böylelikle Türkiye artık COP-21’e resmen taraf olmuş bulunmaktadır.

COP-21 kararları açısından ele alındığında, Türkiye (baz santral olmasalar da) yenilenebilir enerji santrallarına zaten önem vermiş ve kurulmalarını desteklemiş ve halen de desteklemektedir. Bir başka deyişle, özellikle rüzgâr, güneş ve hidroelektrik santralları kurmuştur ve kurmaya da devam etmektedir. 

2021 yılı itibariyle Türkiye’de toplam hidrolik kurulu gücü 31.336 MWe olan 685 hidroelektrik santral çalışmaktadır. Bu santralların kurulu güce oranı ise %32 kadardır. İlaveten tümü 100 MWe’den daha büyük güçte 25 hidrolik santral da yapım aşamasındadır. Rüzgâr santralları incelendiğinde ise Türkiye’nin 335 santrala sahip olduğu ve kurulu güç olarak 9.600 MWe’i aşmış olduğu görülmektedir. Bu ise, toplam güç içinde %15’i aşan kurulu güce tekabül etmektedir. Türkiye güneş santrali kurulumunu da teşvik etmekte ve kurulu gücü 7.000 MWe’i aşmış bulunmaktadır. İlaveten, 1.600 MWe’i aşkın jeotermal santraller de çalışmaktadır. 

Baz santral olarak da nükleer santralların kurulmasına enerji politikaları içinde yer vermiştir. Nitekim Akkuyu’da her biri 1200 MWe net güçte olacak olan 4 üniteden oluşan ve toplam 4800 MWe elektrik üretecek olan santrallar inşa halindedir. Bunlara ilave olarak Eylül 2021’de Rusya ile Türkiye arasında Devlet Başkanları düzeyinde yapılan görüşmelerde Türkiye’nin Akkuyu Nükleer santralına ilave olarak kurmak istediği iki ayrı bölgedeki nükleer santral projelerine ilişkin konuların da gündeme geldiği belirtilmiştir. 

Ancak, Türkiye halen termik santralleri baz santraller olarak kullanmaktadır. Bununla beraber 2021 itibari ile kömür ithalatını kısıtlamış ve ithal kömür santralleri için durdurulma kararı alınmıştır. Fazla olarak daha önce de gerekli ve yeterli önlemleri almayan kömür santralı işleticilerine durdurma yönünde kararlar iletilmiştir. Bütün bu hususlar, COP-21 Anlaşması gereklerini yerine getirmeye, bir başka deyişle Türkiye özelinde insan kaynaklı iklim değişikliği etkilerinin azaltılmasına hizmet edecek nitelikte argümanları ifade etmektedir. 

Sonuç

İklim değişikliği konusu, son dönemlerde dünya gündeminde önem kazanan konu olarak kendini kuvvetle hissettirmektedir. Bu bağlamda, birçok ülke inisiyatif almaktadır ve bu inisiyatifi almayanlar karşı yaptırım uygulamalarına hazırlanmaktadırlar. Bu durumda, tüm ülkelerin kendi durumlarını gözden geçirip ilgili eylem planlamalarını yapmaları gerekmektedir.

Özellikle enerji üretim ve fosil işleme tesisleri başta olmak üzere pek çok sektörün bu konuda dönüşüm stratejilerini belirlemeleri zorunluluk ifade ediyor olmaktadır. Bir başka deyişle hemen her sektörde şartların gözden geçirilmesi ve COP-21 kararlarına uyum sağlanması gerekli olmaktadır.

Burada şunu da belirtmek gerekir ki; AB ve ABD tarafından ortaya sürülen “Yeşil Mutabakat” ve “Yeni Yeşil Mutabakat” inisiyatifleri ile üçüncü taraflara bazı hususlar da dayatılmış olmaktadır ki; bu da dünya konjüktürel durumunda ve global ekonomide denge değişimlerine neden olabilecek niteliktedir denebilir. Bu husus da konunun farklı bir veçhesini oluşturmaktadır. 

Öte yandan, ulaşımda fosil yakıtlı araçlar yerine elektrikli araçların ikamesi önerilmektedir. Hal böyle olunca (yeterli şarjı sağlayabilecek) büyük güçlerde elektrik üretebilen baz santrallara daha çok ihtiyaç olacaktır. Bir başka deyişle, sera gazı salımı az olan ve mümkünse olmayan büyük güçlü baz santrallar öne çıkacaktır. Bu durum, enerji politikalarında nükleer santrallara başatlıkla yatırım yapılmasını ve alternatif enerji santralları olarak da yenilenebilir enerji santrallarının öncelenmesini elzem kılacaktır.

Türkiye açısından bakıldığında, bazı inisiyatiflerin alınmış olduğu görülse de ilave inisiyatiflere ve ilgili mevzuat düzenlemelerine gereksinim duyulduğu da söylenebilir. COP-21 Kararlarının onaylanmasıyla zaman içinde “Yeşil Mutabakat” ve “Yeni Yeşil Mutabakat” inisiyatifleri nedeni ile Türkiye’nin karşılaşabileceği ekonomik dayatmalara ilişkin olarak da şimdiden (2030 öncesi) güvence oluşturulmuş olmaktadır. Ayrıca, yerli nükleer enerji teknolojisinin ve hidrojen teknolojisinin üzerinde de özellikle durulmasının gerekliliği kendini göstermektedir. 

Burada unutulmaması gereken önemli bir husus; tüm bu inisiyatifler iklim değişikliğini önlemek amaçlı olarak insan etkisini azaltmaya ilişkin düşünülen argümanlardır. Ancak, dünyanın çağlar boyu yaşadığı genel devinim içinde dünyamız ısınma periyodundadır. 

“İnsanoğlu olabilecekleri hızlandırmaktadır”. Bu söylem doğrudur. Ancak, tüm insani katkılar bertaraf edilse bile iklim değişimi olayları süregidebilecektir. Bu duruma hazırlıklı olunması gerekmektedir. Dolayısıyla, iklim değişikliği çerçevesinde olabilecek olaylara karşı da hazırlıklı olunması gerekmektedir. Bu amaçla iklim değişikliğine uyuma ilişkin olarak enerji sektörü başta olmak üzere oluşturulacak inisiyatifler de en az iklim değişikliğini körükleyen insani etkileri azaltmak için yapılanlar kadar önemlidir.

İklim değişikliği olayları nedeniyle yaşanabilecekler yaşanıyor olabilecektir. Bunun için rutin yaşam düzenimizi devam ettirebilmek için iklim değişikliğine uyum çerçevesinde tedbirlerin alınması gerekmektedir. Görülen odur ki; iklim değişikliği olayları bağlamında (sel, heyelan, yangın vb. gibi afetlerle ilgili olarak) çeşitli anomaliler yaşanabilmektedir. Bu olayların bundan sonra da büyük olasılıkla yaşanabilmesi mümkündür ve bunlara karşı hazırlıklı olunması elzem görünmektedir. Bu kapsamda olmak üzere, örneğin; aşırı ve ani yağışlarla oluşan seller, heyelanlar, deniz seviyesinin yükselmesi ile sular altında kalan bölge ve topraklar, toprak ve atmosferin ısınması nedeniyle büyük miktarda buharlaşmanın olması ve bunların uzantısında yerüstü ve yeraltı su kaynaklarının azalması ve/veya kuruması, genel olarak yıl içi yağışların azalması ve genel sıcaklık artışı nedeniyle oluşabilecek yangınlar ilk akla gelenler olmaktadır. Böylesi şartlara ilişkin olarak, karşı önlemlerin alınması gerekmektedir. Özellikle kentsel bölgeler için alt yapıların kapasitesini artırma projeleri, sarnıç inşaları, şehir yerleşim planlarının gözden geçirilmesi gibi konuları öncelemek gerekmektedir. Kırsal bölgeler için toprak verimliliğinin düşmesine karşı alınabilecek önlem projeleri, bölgelerde değişen iklim şartlarına uyumlu tarım konusunda (örneğin; uygun bitki ekimi ve damlama sulama vb. gibi konularda) bilinçlendirme projeleri öne çıkarılabilir.

Öz olarak ifade edilmek istenirse; iklim değişikliğini tetikleyen insan kaynaklı olayları önleyici inisiyatif almak kadar, doğanın değişimi bağlamında “Yaşanacaklar Yaşanacak ise” bu durumda iklim değişikliğine uyum inisiyatiflerinin alınması da en az o kadar önemlidir. Her ülke, her bölge ve her yöre özelinde ayrı değerlendirmelerin yapılması ve olabilecek anomali ve afetlere karşı ilgili tedbirlerin alınması, koruma ve korunma önlemlerine ilişkin teşkilatlanma son derece önemli olacaktır. Özellikle kuraklık ve toprak kaybı ile ortaya çıkabilecek içme suyu sıkıntısı ve gıda tedariki ile ilgili olabileceklere karşı oluşturulacak projelerin geliştirilmesi hayati önem taşıyor olacaktır.

Marmara Denizi ve Bölgesi İçin Düğmeye Basıldı

Marmara Belediyeler Birliği’nin (MBB) yayımladığı Marmara Bölgesi Mekânsal Gelişme Stratejik Çerçeve Belgesi (MSÇB), Marmara Denizi ve çevresinin çevre, ulaşım, su, lojistik, altyapı, yangın gibi sorunlara kalıcı çözümler üretecek.

MSÇB hakkında Gazeteci-Yazar Ferhat Yıldırım’a açıklamalarda bulunan MBB ve Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Tahir Büyükakın, Marmara bölgesinde bulunan tüm belediyelerin birbirleriyle koordineli olarak çalışmaları halinde Marmara’da tüm sorunların kalıcı olarak çözüleceğini belirtti.

Çevre hassasiyeti en ön planda tutulan Marmara Bölgesi Mekânsal Gelişme Stratejik Çerçeve Belgesi, Ulusal, yerel ve bölgesel olarak bölgenin geleceğine büyük katkı sunacak.

Türkiye’de bir ilk olarak 14 ili ve 5 kalkınma ajansını kapsayan bölgesel plan hakkında konuşan MBB ve Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Tahir Büyükakın “MSÇB ile Marmara Bölgesi’nin mevcut sorun ve potansiyellerinin değerlendirilmesi, gelecek öngörülerinin ve olası mekânsal gelişme stratejilerinin bölgesel ölçekte ele alınması hedeflenmiştir” dedi.

Marmara Bölgesi sınırlarını da aşan bir çerçeve belgesi olmasından bahseden Büyükakın “Marmara Bölgesi’nde bulunan illerin yanı sıra çevredeki 3 ilin daha dahil edilmesidir. MSÇB kapsamına, coğrafi tanımlamalara göre Marmara Bölgesi’nde yer alan 11 ile (İstanbul, Kocaeli, Bursa, Balıkesir, Tekirdağ, Sakarya, Çanakkale, Edirne, Yalova, Bilecik, Kırklareli) ek olarak kalkınma ajanslarının kapsamları esas alınarak Eskişehir, Bolu ve Düzce illeri de dahil edilmiştir. Bu sayede bölgeyle ilişkili 5 kalkınma ajansının çalışma alanı da kapsama alınmış, bütüncül bakışın sağlanması murat edilmiştir” dedi.

Mevcut durum çalışması; nüfus ve yerleşmeler sistemi, ekonomi ve özel uzmanlaşma bölgeleri, ulaştırma ve lojistik, enerji altyapısı ve doğal-kültürel yapı ve iklim değişikliği olmak üzere beş temel çalışma konusunda gerçekleştirilmiştir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan “Türkiye Mekânsal Strateji Planı Mevcut Durum Sentezi ve Mekânsal Değerlendirmeler” çalışmasında da faydalanılmış ve bulgular bölgeye özel olarak hazırlanmıştır.

MSÇB’de belirtilen alt bölgeler; “özgün odaklar”, “bölgedeki geçiş etkileşim bölgeleri” ve “bütünleşme aksları, bağlantılar ve koridorlar” olmak üzere üç farklı mekânsal temsil biçimi ile ele alınmıştır. Bu bağlamda özgün odaklar; doğal ve kültürel odaklar, turizm odakları, ulaşım ve lojistik odakları, üretim ve yenilikçilik odakları ile beşerî sermaye ve çekicilik odakları olmak üzere beş grupta değerlendirilmiştir. Ayrıca raporda sanayi, turizm ve ulaşım aksları ve koridorları tanımlanmıştır.

“İç Suları Balıklandırıyoruz” Projesi Mogan Gölü’nde 100 Bin Sazan

Ankara Valiliği İl Tarım ve Orman Müdürlüğü ‘İç Suları Balıklandırıyoruz’ projesi ile “Mogan Gölü Balıklandırma Programı” kapsamında Mogan Gölün’e 100 bin adet sazan balığı bırakıldı.

Gölbaşı Belediyesi Atatürk Sahil Parkı’nda düzenlenen programa;  Ankara Valisi Vasip Şahin, Gölbaşı Kaymakamı Tülay Baydar Bilgihan, Gölbaşı Belediye Başkan Vekili Mehmet Kürşat Koçak, Ankara Tarım ve Orman Müdürü Bülent Korkmaz’ın yanı sıra muhtarlar ve çok sayıda vatandaş katılım sağladı.

Dünya’nın ikinci, Avrupa’nın en büyük “İç Su Temizliği Projesi”

Mogan Gölü’ne 100 bin sazan balığının bırakıldığı etkinlik ile Ankara Valiliği İl Tarım ve Orman Müdürlüğü ‘İç Suları Balıklandırıyoruz’ projesinin Mogan Gölü ayağı tamamlandı. Gölbaşı Belediyesi Başkan Vekili Mehmet Kürşat Koçak etkinlik kapsamında yaptığı konuşmada, belediye olarak Mogan Gölü’nün temizlenme çalışmalarına büyük önem verdiklerini ve yürüttükleri ‘’İç Su Temizliği Projesi’’ ile ulaştıkları başarılardan bahsetti. Gölbaşı Belediyesi ‘’Mogan Gölü Çevresi Rekreasyon ve Rehabilitasyon Projesi’’ hakkında da bilgi veren Mehmet Kürşat Koçak; “Mogan Gölü Çevresi Rekreasyon ve Rehabilitasyon Projesi; 1. Etap Bisiklet ve Yürüyüş Yolu Projesi Gölbaşı İlçesi genelinde toplam uzunluğu 45 kilometreyi bulacak olan bisiklet ve yürüyüş yolları yapılması planlanmıştır. Proje çerçevesinde 22,3 kilometre bisiklet ve yürüyüş yolları yapılması hedeflenmiştir. Projenin Vilayetler Evi’ne kadar olan 1.815 m’lik bisiklet ve yürüyüş yolunun 1. Etabı 2020 yılında tamamlanmıştır. Doğal güzellikler korunarak, yürüyüş, bisiklet ve koşu yolları ile iskeleler, oturma dinlenme birimleri, çocuk oyun alanları yapılarak halkın hizmetine sunulmuştur. Mogan Gölü’ndeki ‘’İkinci Etap Temizlik Çalışmaları’’ ile Gölbaşı’nın doğal tarihi ve kültürel güzelliklerine gelecek nesillerin de tanık olması, sayısız canlının neslinin sürdürebilmesi sağlanmış olacak. Dünya’nın ikinci, Avrupa’nın en büyük “İç Su Temizliği Projesi” olan ayrıca “Ankara’nın Denizi” olarak adlandırılan Mogan Gölü’nün temizlenmesine Haziran 2017 yılında başlanmış ve 2018 itibariyle 3 milyon 100 bin metreküp dip çamuru temizlenmiştir. Gölbaşı Belediye Başkanı Sayın Ramazan ŞİMŞEK tarafından yapılan görüşmeler sonuç vermiş ve “İç Su Temizliği Projesi”nin 2. Etabına Kasım 2020 yılında başlanmıştır. Toplamda 3 milyon 500 bin metreküp dip çamurun temizlenmesi hedeflenen proje ile 1 milyon 800 bin dip çamur temizlenmiştir. Türkiye’de çevrenin korunmasına yönelik, bu büyüklükteki ilk çalışma olan Mogan Gölü iç su temizlik projesiyle, göl ve çevresinin, doğa turizmi, rekreasyon, su sporları açısından önemli bir cazibe merkezi ve “Ankara’nın Yeşil Kenti” haline getirilmesi hedeflenmiştir” İfadelerini kullandı.

Sıkı denetimler göz açtırmıyor

Etkinlik kapsamında Atatürk Sahil Parkı’nda bulunan Ankara Valisi Vakip Şahin, yaptığı konuşmada resmi veriler ile ülke ve il bazında su ürünleri denetiminden, amatör avcılıktan ve proje kapsamında yapılacak faaliyetlerden bahsetti. Şahin; “İlimiz genelinde yüzün üzerinde göl, gölet ve baraj bulunmaktadır. Hirfanlı Barajı 1. 2. ve 3. Avlak Sahası ile Sarıyar ve Koyunbaba Baraj Gölü “Su Ürünleri Avcılık Hakkı” için kiralanmıştır. Toplam avlanabilir stok miktarı 2.235 ton/yıl’dır. İç sularımızda sazan balığı, gümüş balığı, gümüşi havuz balığı, kerevit, sudak, kadife, tatlısu kefali ve siraz balığı avlanmaktadır. Kiralanan alanlarda yıllık 3.500 – 4.000 ton/yıl arasında av potansiyeli bulunmaktadır. Amatör Balıkçı Belgesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gerçek kişilere müracaatları halinde il ve ilçe müdürlüklerince 5 yıllık süreler için verilir. Bu belgenin alınması ve avcılık sırasında bulundurulması zorunlu değildir” dedi.

“Denizlerin Terkedilmiş Araçlarından Temizlenmesi Projesi”

Yasak ve uygunsuz avlanmanın cezasız kalmadığının altını çizen Vasip Şahin; “Ayrıca, yasadışı ticari avcılık yapılan sahipli ve sahipsiz 22 adet uzatma ağı, kerevit sepeti ve tırıvırı (paraşüt)’ya el konulmuştur. Bakanlığımız tarafından 2014 yılında başlatılan “Denizlerin Terkedilmiş Araçlarından Temizlenmesi Projesi” kapsamında; İlimiz Bala İlçesi Büyükbıyık Mahallesi sınırlarında yer alan Hirfanlı Baraj Gölü 1. Avlak Bölgesi’nde geçtiğimiz haziran ayında terkedilmiş av araçlarından temizlenmesine yönelik çalışmalar yürütülmüştür. Proje kapsamında su dibinde unutulmuş, kaybedilmiş veya terkedilmiş av araçlarının rezervuardan çıkarılması hedeflenmiştir. Bu çalışmanın 1. etabında, 3 binden fazla kerevit pinteri ve 1.500 – 1.600 metre misinadan yapılmış uzatma ağı çıkartılmıştır. Bu av araçlarına takılan kerevit, karabalık, kadife ve sazan balıkları suya canlı olarak iade edilmiştir” ifadelerini kullandı.

Genç Girişimci ve Bilim Adamları Ödülü sahibini buldu

Organ Doku ve Hücre Nakli Derneği 2021 yılı Genç Girişimci ve Bilim Adamları Ödülü Fahir Arubora’ya verildi. Ödül töreninde konuşan Organ Doku ve Hücre Nakli Derneği Başkanı Dr. Mustafa Küçükali, “2021 Genç Girişimci ve Bilim Adamları Ödülü’nü Fahir kardeşimize uygun gördük. Kendisi genç, bilim adamı ve mucit. Birçok tıp projelerinde yer alan ve bilimsel yarışmalarda dereceleri olan Fahir Arubora’ya destek vermeye devam edeceğiz. Başarılarının bundan sonra da devamını diliyorum” dedi.

Genç Girişimci ve Bilim Adamları Ödülüne sahip olmaktan büyük mutluluk duyduğunu ifade eden Fahir Arubora, “Her türlü imkân ve sağladığınız her şey için çok teşekkür ediyorum. Bugünden sonra da sağlıkla ilişkimi devam ettirip insanlara katkı sağlamak adına özverili şekilde çalışacağıma söz veriyorum” diyerek konuştu. 

Organ Doku ve Hücre Nakli Derneği Başkanı Mustafa Küçükali ayrıca ödüle layık görülen Fahir Arubora’ya katılım sertifikası takdim etti.

Ödül törenine katılan Organ Doku Hücre Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Gazeteci-Yazar Ferhat Yıldırım’da Fahir Arubora’yı tebrik ederek kendisine her türlü desteğe hazır olduklarını söyledi.