29.5 C
İstanbul
Perşembe, Ağustos 7, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 28

Sıfır Karbon Hedefi İçin 1.2 Milyon Fidan Dikilecek

Zorlu Enerji, Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanan 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacının gerçekleşmesine katkı sunan kuruluşların ödüllendirildiği Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları Ödülleri’nde iklim kriziyle mücadele ve sürdürülebilir bir gelecek adına hayata geçirdiği ‘Sıfır Karbon Ayak İzi Ormanları Projesi’ ile “İklim Eylemi” kategorisinde gümüş başarı ödülünün sahibi oldu.

Geleceğin enerji şirketi olma vizyonu doğrultusunda sürdürülebilirliği faaliyetlerinin merkezine alan Zorlu Enerji’nin iklim kriziyle mücadele ve sürdürülebilir bir gelecek adına hayata geçirdiği Sıfır Karbon Ayak İzi Ormanları Projesi, Türkiye Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği tarafından düzenlenen Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları Ödülleri’nde gümüş başarı ödülüne layık görüldü.Zorlu Enerji, Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanan 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacının gerçekleşmesine katkı sunan kuruluşların değerlendirildiği organizasyonda “İklim Eylemi” kategorisinde ödüle layık bulundu.

2030 yılına kadar her yıl 90 bin fidan toprakla buluşacak

Kuruluşundan bu yana enerji sektöründe kararlılıkla uyguladığı sürdürülebilirlik stratejisi odağında, topluma ve çevreye değer katan sosyal sorumluluk projeleri hayata geçiren Zorlu Enerji, iklim krizi ile mücadele adımı olarak dekarbonizasyon odaklı iş yapış biçimlerini benimsiyor. Bu anlayış kapsamında faaliyetlerinden kaynaklanan karbon ayak izini “Sıfır Karbon Ayak İzi Ormanları Projesi” ile sıfırlamayı hedefleyen Zorlu Enerji, 2010 yılında, T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı ve Mehmet Zorlu Vakfı ile başlatılan iş birliğiyle hayata geçirdiği proje kapsamında; 1,2 milyon fidanı toprakla buluşturmayı hedefliyor. Ülkemizin orman varlığının geliştirilmesine ve 1,2 milyon ton karbondioksitin toprağa geri döndürülmesine katkıda bulunacak proje ile Zorlu Enerji, 2030 yılına kadar her yıl 90 bin fidan dikimi gerçekleştirmeyi planlıyor.

Türkiye’nin sürdürülebilir ve yenileyici büyümesinin kolaylaştırıcısı olmayı hedefleyen Zorlu Enerji’nin sürdürülebilirlik vizyonu çerçevesinde sosyal sorunlara çözümde bütünsel bir yaklaşım ortaya koyduğunu belirten Zorlu Enerji Kurumsal İletişim Grup Müdürü Funda Küçükosmanoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

Proje kapsamında 10 yılda 330 binden fazla fidan dikildi

Zorlu Enerji olarak, tüm dünyada artan küresel iklim krizine karşı mücadele etmek amacıyla dekarbonizasyon odaklı iş yapış biçimlerini benimsemenin yanı sıra faaliyetlerimizden kaynaklanan karbon ayak izini sıfırlamayı hedefliyoruz. Bunun için geliştirdiğimiz stratejimizle onarıcı iş modeli ve değer zinciri yaratma alanına odaklanarak, sadece kendi operasyonlarımızın değil, ülkemizin de karbonsuzlaşması ve biyo çeşitliliğinin geliştirilmesi yolunda katkı sunmaya çalışıyoruz. İş yapış şeklimizin temeline oturttuğumuz ‘önce çevre ve insana saygı’ anlayışından hareketle sürdürülebilir kalkınma amaçlarına değer katan pek çok proje hayata geçirdik.

Emeklerimizin bir karşılığı olarak da 10 yıl önce başlattığımız ve bu anlamlı ödülle taçlanan Sıfır Karbon Ayak İzi Ormanları Projemiz kapsamında bugüne kadar toplamda 330 binden fazla fidan diktik. Toprakla buluşturduğumuz her bir fidanımızla ülkemizin karbonsuzlaşma yolunda verdiği mücadeleye katkı sunmayı ve 2030 yılı için önümüze koyduğumuz karbon nötr bir şirket olma hedefine ulaşmayı amaçlıyoruz. Bu yolda bugün olduğu gibi gelecek dönemde de hayata geçireceğimiz tüm kurumsal sosyal sorumluluk projelerimizle toplumun refahını göz önünde bulundurarak sürdürülebilir bir dünya için faydalı işler ortaya koymaya devam edeceğiz.

Bir insan olarak nerede ve ne olmak istemezdiniz?

Gecenin zifiri karanlığı, çocukların en derin uykuya daldığı saatler…

Belki görebilirler diye lambaları yakmadan sahura kalkmış, evinin içinde, kolu-komşu, kimsecikler duymasın diye parmaklarının ucuyla hareket ediyor, bir taraftan da kalbi küt küt atmakta…

Ne de olsa daha bir hafta önce yine bu saatlerde evlerine baskın yapılmış, tutundukları direkleri, yaslandıkları dağları alıp götürülmüş, ne olduğu, nerede bulunduğunu bırakın, ölüp-ölmediğinden bile kimsenin haberi yoktu. Aynı şeyler sanki her an kendi başına da gelecekmiş gibi, durduk yerde vücudunu ter basıyor, ruhu sıkılıyordu…

Derler ya “insanın korktuğu başına gelirmiş” ya, bizim garibanın başına gelen de o. Tam usulca mutfak kapısından içeri girecekti ki, büyük bir gürültü ile donakaldı, kapıya kırılırcasına tekmeler atılıyor, bir taraftan zil arka arkaya çalınıyor, diğer taraftan birçok kişi aynı anda “kapıyı aç, kapıyı aç, yoksa kıracağız” diye bağırıyordu.

Adımları geri geri gitsene, gelenleri sinirlendirmemek adına kapının kolunu çevirmesiyle evin içine dolaşan üniformalı asker ve polis ve sivil görevliler, bir taraftan evin altını üstüne getirirken, diğer taraftan bir kısmı tehditler savuruyordu.

Güya evde “ayrılıkçı” ve “aşırılıkçı” terörist materyaller varmış, kocası sorguda itiraf etmiş. El birliği ile büyük bir düşmanı mağlup eden komutan edasında ev baskını gerçekleştirilmiş, çocuklar korku içinde annelerine koşmak isterken önleri kesilmiş, anne adım atmak istese de ne dermanı ne iki yanında kollarından sıkıcı tutan görevliler yüzünden adım atabilmiş ne de adım atmaya mecali kamıştı.

O da biliyordu ki, bu durum yaşayacakları yanında gül bahçelerinden biri sayılırdı. Sonraki gün tutacağı orucuna hazırlık yaptığı gecenin zifiri karanlığı, sadece geceyi değil hayatının da karartıldığı bir ana dönüşüvermişti.

Çocukları geride sahipsiz kalırken kendisi yalvarmasına, yakarmasına, gelenlerin ayaklarına kapanmasına rağmen vicdanlı bir ses duyamamış, muzaffer komutanlar edasıyla ellerini tersten kelepçeledikleri, oracıkta ayaklarına zincir vurdukları kadıncağızı sürüklüye sürükleye otomobile bindirip bir meçhule doğru yola çıkarmışlardı.

Yolculuk 10-15 dakika kadar sürse de bizimkine bir ömür gibi gelmiş, başına gelebilecekleri düşündükçe, hiç bitmemesi için içinden bildiği tüm duaları okumuştu.

Dedik ya, şimdiki durumu gül bahçesi gibi geliyordu kendisine…

Daha önce yaka-paça derdest edilip kamplarda belli bir süre geçirenlerin çıktıktan sonra gizliden gizliye anlattıklarının onda biri başına gelecek diye şimdiden “Allahım canımı al da beni kurtar yaşayacağım utançtan” diye dua etmeye başlamıştı bile.

Elleri kelepçeli, ayaklar zincirli, zifiri karanlık bir odaya atılan Amine, burada ne kadar kaldığını hatırlamıyor bile. Bir ara tutulduğu yerin kapısı açılmış ve sanki azılı mahkumların giydiği üniforma şeklindeki renkli elbiselerden önüne atılmış ve derhal giymesi emredilmişti. Garibimiz kapıyı kapatsalar da dediklerini bir an evvel yapsam diye içinden geçirirken ne mümkün, yediği tekmelerin ve işittiği hakaretlerin ardı arkası kesilmemiş, artık denileni duymak istemeyecek kadar beyninin zonkladığını, namahremleri önünde verilenleri üstüne giyerken utancındın “şuracıkta ölsem de bu utancı yaşamasam”dan başka bir şey aklına gelmiyordu…

Meğersem bunlar daha iyi günleriymiş bizim Amine’nin, adamlar da zaten ilk başta ismine takmışlardı. İsmine bile tahammül edemeyen Komünist görevliler “radikal İslami terörist” diye dosyasını hazırlamışlardı bile.

Derdini kime anlatabilirdi ki, hayatınının bir vicdansızın iki dudağı arasında olduğu bir yer hayal edin. Ağlamanın, sızlamanın, derdini, meramını anlatmanın işe yaramadığı bir yer düşünün. Küçücük bir odada 20-25 kişinin aynı yerde yatıp kalktığı, tuvalet ve banyo ihtiyacını uluorta gidermek zorunda bırakıldığı bir koğuş.

Bütün bunlara katlanılır da keşke şunları yapmasalardı diyebileceğiniz ne varsa hepsinin başınıza geldiği, daha kötüsü bu vicdansızlıkları yapabilenlerin yaptıklarını sıradan ve bir hak olarak kabul etmeleri yok mu (!), dayanılır gibi değildi diyor iffet abidesi Amine hatun…

Bizim vicdanımız ve kalemimizin yazmaya rıza gösteremeyeceği toplu tecavüz, toplu işkence, toplu Çinli erkeklere geceleri mal gibi kiralanma, her gün içinde ne olduğu meçhul iğneler vurulma, iğnelerden sonra açlık ve susuzluk hissetmeme, iki üç ayda kemikleri ortaya çıkacak kadar zayıflama, dayanabilenler hele yaşları genç ise seçilip, büyük fabrikalarda cüzi ücretlerle çalıştırılmak üzere başka şehirlere nakledilmeler, oralarda da modern köle işçi olmak dışında tecavüz ve meta olarak Çinli erkelere pazarlanmalar….

Birileri süslü kelime ve cümlelerle kutlamalar, sosyal medya hesaplarından paylaşımlar yapacak ya; biz bir gün öncesinden inancımızla, milli değerlerimizle, insanlığımızla bağdaştıramadığımız bu türden vicdansızlıkların en azından utancımızdan yazabildiğimiz kadarlık kısmını burada dile getirelim ve yazımızın başlığındaki sorumuzu tekrar ifade ile nokta koyalım; “Bir insan olarak nerede ve ne olmak istemezdiniz?”

Akıllı şehir yolculuğu 19: Eskişehir

Eskişehir

“İnsanın” odak noktasını oluşturduğu akıllı şehir…

“Eskişehir Akılcı Şehircilik felsefesini benimseyerek insan faktörü başta olmak üzere, kentsel dönüşüm, enerji, ulaşım, çevre, erişilebilirlik ve eğitim konularında Akıllı Şehir olgunluğuna fazlasıyla erişmiş bir şehir…”

Ve bu olgunluğa erişmenin arkasındaki isim Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz BÜYÜKERŞEN’in sözleriyle “Eskişehir” in Akıllı şehir yolculuğu yol haritası: “Eskişehir, sanayisi, ticari düzeyi, eğitimdeki başarısı, mimari güzellikleri, sosyal ve kültürel zenginlikleriyle Türkiye’nin parlayan şehri olma özelliğini sürdürmektedir. Eskişehir’deki gelişim ve değişim yalnızca eğitim, kültür, sanat, turizm, ticaret, sanayi odaklı olmayıp aynı zamanda şehircilikte teknolojik altyapı odaklı değişimlere uyumlu bir şekilde gelişmektedir. Bu değişimler Eskişehir’in yaşanabilen şehirler arasında olmasına katkı sağlamaktadır. Yerel Yönetimler olarak varlık nedenimiz vatandaşın güven ve desteğini sağlayarak katılımcı, demokratik, halkın ihtiyaç, istek ve önerilerine dayalı hizmet sunma sorumluluğumuzdur. Bu hedef doğrultusunda şehrin teknolojik alt ve üst yapısını geliştirmeye ve daha ileri noktalara taşımaya devam edeceğiz.” Bu sözlerle Eskişehir’in Akıllı Şehir Yolculuğu’nun çerçevesini çizen Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in 1999 yılında göreve başlaması şehir için bir milat niteliği taşıyor. Kendisi göreve başlar başlamaz Kent Bilgi Sistemi ve Coğrafi Bilgi Sistemi altyapısının kurulması talimatını vererek kent yönetiminin bilişim alt yapısına dayalı olarak gerçekleştirilmesini sağlamış ve o yıllarda kurulan bilişim alt yapısı nedeniyle birçok bilişim projesinde Eskişehir, pilot bölge rolü üstlenmiş ve diğer belediyeler için örnek teşkil etmiş ve “kullanılan birçok ürünü kendi imkânları ile üreten kaynakları etkin ve verimli kullanan bir şehir olmuş. “ Bu kısa girişten sonra gelin şimdi Eskişehir’in Akıllı Şehir Yolculuğuna bir göz atalım:

İnsan: Porsuk çayının ıslahı, kişi başına düşen yeşil alan miktarında ciddi derecede artış (2,5 m2’den 13 m2’ye) olmuştur. Tematik parkların kurulması, geniş bir tramvay ağının oluşturulması, kültür, sanat merkezleri ve müzelerin kurulması ile Eskişehir insanın odak noktasını oluşturduğu sosyal bir akıllı şehirdir. 

Eğitim: Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Sanat Meslek Eğitim Kurslarının yanı sıra Mobil Eğitim Otobüsü ile teknoloji olanaklarının daha kısıtlı olduğu bölgelerde güvenli internet kullanımı, E-Devlet işlemleri, temel bilgisayar kullanımı, sosyal medya paket programlama dilleri vb. eğitimler verilmekte.

Çevre ve Enerji: Çöplerden Elektrik Enerjisi Üretimi ve Katı Atık Geri Dönüşüm Tesisi ile günde yaklaşık 11.2 MW, Güneş Enerji Santrali ile günde yaklaşık 7 MW elektrik enerjisi üretilmekte ve er iki tesis ile yaklaşık 80.000 hanenin elektrik ihtiyacı karşılanabilmektedir.

Ulaşım: Şehir, arabalar için değil, insanlar içindir. Yayaların şehri Eskişehir. Çağdaş, temiz ve yaşanabilir bir kent olma yolunda çok önemli özelliklere sahip olan Eskişehir’in kendi kendine yetebilen, dayanıklı, güvenli, potansiyellerini sürdürülebilirlik ilkeleri doğrultusunda kullanan ve akıllı büyüyen bir kent olması için 2000’li yıllardan beri kentlerin gelişme vizyonlarını, hedef ve stratejilerini belirleyen, bilimsel yöntemlerle üretilmiş mekânsal planlar, ulaşım planları ve stratejik planlar ışığında, çevresel ve mali kaynaklar etkin şekilde kullanılmaktadır. Türkiye’de ilk ve tek olan patenti ESKİ Genel Müdürlüğüne ait Elektronik Kartlı Sayaç cihazları belediye tarafından üretilmektedir. EKS cihazları ile fatura başta olmak üzere pek çok sorun ortadan kalkmış olup Eskişehirin dört bir yanında bulunan su matik kredi yükleme noktaları ile eks cihazlarına bakiye yüklenebilmektedir.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, en son Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Türkiye Belediyeler Birliği’nce ortaklaşa düzenlenen Akıllı Şehirler ve Belediyeler Kongresi’ne başvuru yaptığı ulaşım, alt yapı ve eğitim gibi alanlarda uygulamaya koyacağı Akıllı Şehircilik Merkezi projesi ile Türkiye Belediyeler Birliği tarafından 500 bin TL’lik ödüle layık görülmüş, ayrıca açılan stantta tanıtılan akıllı şehir çalışmaları büyük ilgi görmüştür.

SONUÇ:

Eskişehir Akıllı Şehir uygulamaları geliştirirken “İnsanın” odak noktasını oluşturduğu akıllı şehir yapılanmasını göz ardı etmeden:

• Kentsel dönüşüm

• Enerji

• Ulaşım

• Çevre

• Erişilebilirlik

• Eğitim temalı “Eskişehir Kentsel Gelişim Projeleri”ni geliştirmesiyle;

“SOSYAL AKILLI ŞEHİR” in öncülerinden biri olarak karşımıza çıkmakta ve gelecek nesillerinde yaşamlarını sürdürebileceği Akıllı Şehir gündemlerini teknolojik gelişmeleri yakından takip ederek bugünden yarına iş ve sosyal yaşamlarımızda engelsiz yaşamların köprüsünü kuruyor.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin yürütmüş olduğu akıllı şehircilik çalışmaları smartcity/Eskişehir Belediyesi web adresi üzerinden takip edilebilir. 

Eskişehir vb. “SOSYAL AKILLI ŞEHİR” yapılanmalarının Akıllı Şehir projeksiyonlarında daha fazla yer alması dileğiyle…

Shell’den Enerji Verimliliği İçin Kapsamlı Enerji Dönüşüm Atağı

2050 yılına kadar net sıfır emisyonla faaliyet gösteren bir şirket olmayı hedefleyen Shell, operasyonlarını yürüttüğü tesislerinde, istasyonlarında, ofislerinde enerji verimliliği sağlayan uygulamaları hayat geçirirken, bir yandan da her yıl 1 milyar dolar ayırdığı AR-GE çalışmaları ile düşük karbonlu teknolojiler üretiyor, enerji verimliliği yüksek ve karbon oranı düşük ürünler geliştiriyor. Shell aynı zamanda enerji verimliliği konusunda toplumda bir bilinç oluşturmaya çalışırken, tüm dünyada gençleri alternatif enerji kaynakları kullanarak, daha az yakıtla daha fazla yol almayı amaçlayan araçlar tasarlayıp, üretmeleri için teşvik ediyor.

Dünyanın nüfusu ve refah düzeyi artıyor, teknoloji gelişiyor ve şüphesiz ki enerji talebi de artıyor. Bu talebi sadece mevcut kaynaklarla karşılamanın mümkün olmadığını vurgulayan Shell Türkiye Ülke Başkanı ve Enerji Verimliliği Derneği YK Üyesi Ahmet Erdem “Enerji verimliliği ekonomik büyüme ve sosyal kalkınmaya katkı sağlar. Enerji verimliliği, enerji tüketimi nedeniyle oluşan karbon salınımlarının azaltılması için en hızlı sonuç alınabilecek alandır. Öte yandan enerjisinin çoğunu ithal etmekte olan ülkemizde global olarak artan enerji maliyetlerinin etkisi azaltmak açısından da önem arz etmektedir. Daha az enerji tüketmek kişisel, kurumsal ve ülke ekonomisi açısından hepimizin iş yapış şeklinin içerisinde olmalıdır. Enerji verimliliği amacıyla yapılan tüm yatırımlar, çoğunlukla hızlı bir şekilde geri dönmekte ve karlı yatırımlar olmaktadır.  Bu anlamda bireylerin, tüm kurum ve kuruluşların sorumluluk alması gerekiyor ki enerji verimliliği toplumsal bir harekete dönüşmeli. Shell olarak enerji verimliliği, 2050 yılına kadar net sıfır emisyon ile faaliyet gösteren bir şirket olma hedefimizde son derece önemli bir yere sahip” dedi.

Shell’in Derince’deki Madeni Yağ ve Gres Üretimi Tesisi“Enerji Yönetim Sistemi” sertifikası için düğmeye bastı

Her yıl 65 ülkeye ihracat yapılarak ülke ekonomisine katkı sağlayan Shell Derince Madeni Yağ ve Gres Üretim Tesisi’nde elektrik, buhar, hava ve doğalgaz hatlarında tüketim ölçümü yapan ve iyileştirme alanlarını tespit etmeye yarayacak önemli adımlar atıldı. Şimdiden elektrik ve doğalgaz tasarrufu yapan Shell, 2023’te Enerji Yönetim Sistemi sertifikası sahibi olmak üzere çalışmalarını hızla ilerletiyor.

Shell istasyonlarında elektrikte verimlilik

Shell istasyonlarındaki elektrik tüketiminde verimliliği sağlamak üzere işbirlikleri yürütüyor. Özellikle elektrik tüketiminde önemli bir paya sahip klima kullanımına yoğunlaşan tedbirler sayesinde elektrik kullanımında %10-15’e varan oranda tasarruf yapılabiliyor. Projenin pilot çalışmaları devam ediyor.

Verimli araç kullanımı için bunlara dikkat!

Shell güçlü temizleme molekülleri içeren yeni nesil yakıtlarıyla tüm yolculukları daha verimli kılmayı amaçlıyor. Shell’in Fuel Save Diesel ve Shell Fuel save Kurşunsuz 95 ürünleri de tam olarak bu amaçla verimliliği sağlayan DYNAFLEX teknolojisi ile geliştirildi.

Yakıt tasarrufu sağlayan ürünleri sunmanın yanı sıra verimli araç kullanım ipuçlarını da müşterileri ile paylaşıyor.  Shell, ani frenden ve ani hızlanmalardan kaçınılmasını, aracı makul hızda ve hıza uygun viteste kullanmayı, otoyolda ise sabit bir hızda ilerlemeyi tavsiye ediyor. Verimlilik için aracın motorunun, yağının, lastik hava basıncının düzenli kontrol edilmesi, uygun motor yağının kullanılması da çok önemli. Gereksiz klima kullanımı ve camların açık olması, aracın fazla yükünün bulunması da verimliliğe olumsuz etki ediyor.  Çok yoğun ve ilerlemeyen bir trafikte aracın motorunun durdurulması ise bir diğer önemli tavsiye.

Türk gençleri Shell Eco-marathon sayesinde Avrupa’nın en verimli aracını yaptılar

Dünyanın en uzun soluklu öğrenci inovasyon yarışmalarından biri olan Shell Eco-marathon ile Shell, geleceği tasarlayacak öğrencileri bilim, teknoloji, mühendislik alanlarına teşvik etmeyi hedefliyor, aynı zamanda enerji teknolojileri ve alternatif enerji kaynakları alanında da bilgi birikimlerinin artmasına katkı sağlıyor.

Daha az yakıtla daha fazla yol almayı amaçlayan araçlar tasarlayıp, üreten gençler Shell Eco-marathon sayesinde araçlarını test edebiliyorlar. 2005 yılından bu yana 135’in üzerinde Türk takımı ve 2000’e yakın Türk öğrencinin bu deneyimi yaşadı. Türk gençleri birçok başarıya ve birinciliğe imza attı; Uludağ Üniversitesi öğrencilerinin tasarladıkları ve ürettikleri ‘Barbaros’’un şehir konseptli hidrojen enerjisi ile çalışan araç kategorisinde Avrupa’nın en verimli aracı seçilmesi bu başarılara güzel bir örnek gösterilebilir.

Toplumsal cesaret mi, toplumsal rahatlık mı?

Yıllardır köşe yazıyorum. Ama ilk defa böyle anlamlı bir yazıyı değerli dostumdan izin alarak tek noktasına bile dokunmadan paylaşıyorum. İçimden geçenleri kaleme dökecek iken bu yazının üstüne yazamazdım. O yüzden kalemine sağlık, sizlere de iyi okumalar.

Gelelim sağlık personellerine karşı artan şiddet vakalarına…

Bu durumu anlayabilmek için önce toplumsal rahatlık ile toplumsal baskı arasındaki o ince farkı kavrayabilmemiz lazım. Örneğin Londra, Paris, Roma veya Amsterdam meydanında sevgilinize sarılıp dudağından öperseniz hiçbir şey olmaz. Hatta alkışlayanlar bile çıkar. Fakat aynısını Taksim, Kızılay, Tahran veya Şam meydanlarında yaparsanız ahlaksızlar diye bağıran birileri mutlaka olur. Ondan gaz alanlar da ağzınızı burnunuzu kırar. İşte Amsterdam veya Roma’da karşılaştığınız toplum rahatlığıdır. Taksim ya da Kızılay’da yapamamanızın sebebi ise toplum baskısıdır. Yine aynı şekilde benim elimdeki peçete ve mısır koçanını İtalya’daki bir cadde üzerinde ortalıkta bana ceza kesecek hiçbir polis olmamasına rağmen sağa sola atmadan çöp kutusu bulana kadar iki kilometre elimde gezdirmemi sağlayan sebep de buradaki toplum baskısıdır arkadaşlar. Çünkü burada bir polis olmayabilir fakat elimdekileri yolun kenarına attığım vakit biliyorum ki etrafımdaki insanlar o çöplerimi yerden aldırıp bana yutturacaklar. Yediğim hakaret ve aşağılamalarla milletin içinde rezil olacağım. Üstelik bana darp edilmeye kadar varan bir durum yaşanacak. Bu yüzden ben elimdeki çöpleri çöp kutusu bulana kadar tutmak zorundayım. Kısacası toplumun baskısı beni cesaret edememeye otomatikman yönlendiriyor. Çünkü halk tarafından başıma kötü bir şey gelmesini istemiyorum. Fakat ben elimdeki çöpleri çevremde çöp kutusu olduğu halde Taksim veya Kızılay Meydanındaki ağaç diplerine atsam oradaki hiç kimsenin umurunda bile olmaz, yani toplumsal rahatlık!.

Sonuç olarak Avustralya’da bir sağlık personeline sözlü veya fiziki tacizde bulunmanın cezası 14 yıl hapis cezasından başlıyor. Fakat insanlar bu kanuni yaptırımdan dolayı değil toplum tarafından linç edilme korkusundan dolayı şiddete başvuramıyorlar. Unutmayın ki toplumsal korku suç olaylarının indirgenmesinde büyük rol oynar. Bu durum onlarca ülkede bu şekilde devam ediyorken, bizdeki şiddetin artma sebebi daha önceki vakaların sadece kanunen değil toplum tarafından da karşılıksız çıkmasıdır. Yaptığının karşılığını almayan insanlar da doğal olarak tekrar şiddete başvurur, şiddet eğimlisi başkalarına da cesaret örneği oluştururlar.

Yine farklı bir örnek vermek gerekirse, ABD Detroit’deki ağırlıkta zenci insanlardan oluşan, orta ve yoksul kesimin yaşadığı bir cadde üzerinde yer alan elektronik mağazasında sosyal bir deney yapılıyor. İçi boş ağırlıklarla dolu elektronik eşya kutuları vitrine istiflendikten sonra deney görevlisi bir kişi camları kırıyor ve oradan büyük bir kutu alarak kaçıyor. Hem mağazanın alarmı çalmasına hem de polis sirenlerinin duyulmasına rağmen yoldan geçenler oradan bir kutu kapabilmek için birbirlerini eziyor. Aynı deney New York’taki kalburüstü bir zengin semtinde yapıldığında ve yine aynı kişi vitrin camını indirip bir kutu kaparak kaçtığında arkasından hemen başka kişilerde ihtiyaçları olmadığı halde o mağazaya dalarak kucağını doldurup kaçıyor. Üstelik New York’taki mağazayı soyanların hiçbirinde daha önceden bir sabıka kaydı yok…

Yani kanunen yasak olmasına rağmen toplumdan cesaret alarak bu eylemi gerçekleştiriyorlar!..

Kısacası her geçen gün sokak ortasında daha çok kadın katlediliyorsa, daha çok doktor-hemşire darp edilerek öldürülüyorsa, daha çok çocuk tecavüze uğruyorsa ve daha çok hayvan zehirlenerek telef oluyorsa bunun sebebi kanunlar değil, benim elimde gördüğün mısır koçanını İtalya’da iki kilometre taşımamı sağlayan toplum baskısının bizim ülkemizde olmamasıdır!.

Lakin sosyal medyada gündeme taşımakla hangi kadın, hangi doktor, hangi hemşire veya hangi çocuk ölümden kurtuldu ki?.

Hiçbiri!… 

Ben kanundan değil, halktan korktuğum için istesem de bu çöpü yere atamazdım…

Ve halktan korkmak hiçbir korkuya benzememelidir. Aynı Kurtuluş Savaşı’nda vatana ihanet edenlerin idam sehpasına giderken ki yaşadığı korku gibi,başına geleceğini gören cesaret edememelidir şiddete, öldürmeye!.

Evet, her türlü şiddete dur demenin tek yolu vardır. O da kesinlikle toplum olarak cesaret etmelerine müsaade etmemekten geçer.

Barış Balcı’ya saygılarımla.

Ukrayna Krizi’nin “gıda güvenliğine” etkisi

Enerji, Su ve Tahıl stratejik kaynaklar olarak tanımlanmaktadır. Ülkeler arasında eşit miktarda dağılmadıkları için bu kaynaklar üzerinde egemenlik mücadelesi devam etmektedir. Yakın dönemde yaşadığımız pandemi sürecinin etkisi ile özellikle gıda konusu milli güvenlik sorunu haline gelmiştir. İnsanlar için gıdanın iki temel bileşeni vardır. Bitkiler ve hayvanlar. Hayvanların yaşamları bitkilere bağlı olduğu için bitkiler insan beslenmesinin temelini oluşturur. Bitkiler de besin ve suya ihtiyaç duyar. Dünyada bitkisel üretimin en önemli kısmını ise hububatlar oluşturur. Hububat besin olarak üç temel elemente ihtiyaç duyar. Bunlar; azot, fosfor ve potasyumdur. Bitkisel üretimde gıda arzı güvenliğini sağlayabilmek için bitkisel üretimde verimi ve kaliteyi yakalamak gerekir. Verim ve kalitenin yolu ise bitkiler ihtiyaç duyduğu besinlerin dış müdahale ile bitkilere verilmesi ile olur. Diğer bir ifadeyle bitkisel üretimde verim için gübreye ihtiyaç duyulur. Fosfor, bitkilerin çimlenmesi ve üremesi için, azot bitkilerin gelişmesi ve büyümesi için, potasyum ise bitkilerin kalitesi için gereklidir. Gübre olmazsa ne olur? Diğer değişkenler sabitken Bitkisel üretimde verim en az yüzde 50/60 kadar düşebilir. Peki gübreler nelerden yapılır hammaddeleri nelerdir? Fosforlu gübreler fosfat kayacı hammaddesinden ve ağırlıklı hammadde de kuzey Afrika’dadır (özellikle Fas). Azotlu gübreler doğalgazdan ve ağırlıklı hammadde Rusya ile Kazakistan ve Özbekistan gibi Türk Cumhuriyetleri’nde. Potasyumlu gübreler ise potas tuzundan yapılır hammadde ise Avrupa’dadır. 

Bitki gelişiminin ve büyümesinin en önemli elementi azottur. Amonyak veya üre formundaki gübreler ile bitkinin azot ihtiyacı karşılanır. Temelde 3 çeşit azotlu gübre vardır. Üre, amonyum nitrat (AN) ve kalsiyum amonyum nitrat (CAN).Üre fiyatlarının dünyadaki hali ortadadır, son bir yılda dolar bazındayaklaşık3.5 kat artmıştır. Sebebi amonyak ve doğalgaz fiyat artışlarıdır. Üre yaklaşık yüzde 46 oranında azot barındırmaktadır. Nitrata dönüşmesi gerekir. Bu sürede göz önüne alındığında diğer azotlu gübrelere göre ÜRE uygulamasının daha önce yapılması gerekmektedir. ÜRE toprağa atıldığı zaman, toprakta bulunan üre bakterileri tarafından parçalanarak form değiştirir ve yarayışlı hale geçer. Bu dönüşüm sırasında, üst gübresi olarak kullanılan ÜRE’nin toprak yüzeyinde kalması halinde kısa sürede %30’a varan gaz halinde azot kayıpları yaşanabilmektedir. Özellikle bu durum kireçli ve kumlu toraklarda daha yüksek gözlenmektedir. Ayrıca hava sıcaklığının yüksek olması da azot kaybını arttırmaktadır. 

CAN gübresi bünyesinde %13 amonyum ve %13 nitrat azotu olmak üzere toplam %26 azot bulundurur. Nötr karakterli bir gübre olan CAN her türlü toprakta kullanılabilmekte olup, toprak pH’sini değiştirmez. Sarı veya gri renkte, pril veya granül yapıda olabilmektedir. CAN gübresi içerdiği nitrat azotu sayesinde bitkiye direkt etki ederken, amonyum azotu sayesinde de gelişim süresi boyunca ihtiyaç duyulan azot kontrollü bir şekilde temin edilmiş olunur. Fakat CAN kullanımında yağış miktarı yeterli olmalı veya sulama imkânı bulunmalıdır. Çünkü dolgu maddesi olarak kireç kullanılmakta olup, kireç suda yavaş ve uzun sürede çözünebilmektedir. Ayrıca zamanla toprağın da PH derecesini yükseltmektedir. Bu nedenle kurak bölgelerde Amonyum Nitrat kullanımı tercih edilmelidir.

Amonyum Nitrat gübresi bünyesinde %16,5 amonyum ve %16,5 nitrat azotu olmak üzere toplam %33 azot bulunduran bir gübre çeşididir. Bu özelliği ve toprakta hızlı çözünen bir gübre olması sebebiyle hem hızlı etki eder hem de etki süresi diğer azotlu gübrelere oranla daha uzun sürer.

AN uygulaması sonrasında toprakta herhangi bir pH değişimi gözlenmez. İçeriğindeki nitrat azotunun kolay yıkanması sebebiyle yağış miktarı yüksek olan bölgelerde kullanımı çok fazla tavsiye edilmez. AN gübresi kurak bölgeler içinde büyük önem arz etmektedir. Türkiye koşullarında özellikle İç Anadolu gibi yağış oranı az olan bölgelerde %26 CAN gübresi yerine kullanımı tercih edilmelidir, zira Amonyum Nitrat gübresi toprağın kendi nemi ile eriyebilmektedir. Türkiye’de hububat üretiminin önemli bir kısmının kurak bölgelerde yapıldığı dikkate alındığında AN gübresinin önemi daha da ortaya çıkmaktadır. Peki Türkiye’de bitkisel üretimde AN gübresi ne kadar kullanılmaktadır? Cevap : 0 kg. Yani Türkiye’de 2018 yılından beri AN kullanımı bitkisel üretimde yasaklanmıştır.  Yasaklamasının sebebi ise terör örgütlerinin eline geçmemesi ve neticede el yapımı bomba imalatında kullanılmasını önlemek içindir. Burada Türkiye güvenlik ve gıda arzındaki verim arasında secim yapmış ve haliyle güvenlik tercih edilerek AN’nın kullanımı tarımda yasaklanmıştır. Bunun neticesinde azotlu gübre olarak Türkiye’de Üre ve CAN kullanılmaktadır. Yukarıda Üre ve CAN gübresi kullanımının şartlarına ve sakıncalarına temel olarak değindik. Hububat üretimin önemli bir bölümünün kuru şartlarda yapıldığı dikkate alındığında AN gübresinin avantajları ortaya çıkmaktadır. Peki Üre gübresi ile AN arasında fiyat olarak nasıl bir ilişki vardır. AN gübresi üreye göre yaklaşık yüzde 60 daha ucuzdur. Üredeki yüzde 30 buharlaşma da dikkate alındığında bu yüzde 40’lara kadar düşmektedir. Gerek verim ve gerekse maliyet avantajı dikkate alındığında Türkiye şartlarında gıda arzı güvenliği için AN’ın önemi ortaya çıkmaktadır. Peki AN dünyada yasak mı? Cevabı hayır. Azotlu gübrenin ana hammaddesinin doğalgaz olduğu düşünüldüğünde karşımıza Rusya çıkmaktadır. Rusya dünya buğday ihracatının bir numaralı ülkesidir. Doğalgaz ihracatında da ilk sıralardadır. Gıda arzı güvenliği için gerekli olan girdilerden azotlu gübrenin hammaddesinin de ev sahibidir. 

Muhtemel bir Ukrayna krizinde dünya gübre ve hububat fiyatları ne olacaktır? Büyük ihtimal artacaktır. Bu fiyat artışlarından hem enerji hem üst gübresi ve hem de hububat olarak kim avantajlı çıkacaktır? Tabiiki Rusya. Rusya şu an neredeyse tek başına dünya arz güvenliğini ve gıda tedarikini bozabilecek potansiyele ve mekanizmalara sahiptir. Küresel ısınma ayrıca Rusya’ya yaradı denilebilir. Kuzey kesimlerindeki donmuş alanlar ve bitkisel üretime konu olmayan alanlar tarıma uygun hale gelmektedir. 

Peki Türkiye ne yapmalı? Tarımsal girdi fiyatları Türkiye’de zirve yapmış durumda. Kışlık hububat ekimleri gerçekleşti. Yüksek fiyatlardan dolayı taban gübresi ya az atıldı yada atılamadı. Bahar üst gübreleme gerekiyor. Yani azotlu gübrelere ihtiyaç var. Temel üst gübresi üre. Fakat üre fiyatları da ortada. Maliyet ve kurak koşullardaki avantajı nedeniyle AN kullanılmalı. Fakat güvenlik nedeniyle AN kullanımı da yasak. Dünya fiyatları, çevre ve nitrat kirliliği, gıda güvenliği, savaş, terör, iklim değişikliği, kuraklık açmazlarına rağmen amonyum nitrat ihtiyacı artıyor ve Türkiye’yi 2022’de zor günler bekliyor.

IEA Başkanı Dr. Fatih Birol: “Elektrikli Araçların Satışlardaki Payı Yükseliyor”

Dünya ve Türkiye gündeminin ilk sıralarında yer alan enerji dinamikleri ve iklim açısından büyük önem taşıyan elektrikli araçlar konusu, Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi (IICEC) tarafından İstanbul’da düzenlenen “Dünyada ve Türkiye’de Elektrikli Araçlar Görünümü” başlıklı konferans ve panelde ele alındı. Elektrikli araçların, enerji ve iklim geleceğindeki rolünün ve gelişim perspektiflerine ilişkin öngörülerin paylaşıldığı konferansta ayrıca IICEC tarafından Türkiye’de bir ilk olarak gerçekleştirilen, “Türkiye Elektrikli Araçlar Görünümü” raporunun lansmanı da yapıldı.

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Dr. Fatih Birol, “Dünyada elektrikli araçlar konusunda hızlı bir gelişim görülüyor. 2018-2019 döneminde dünyada satılan her yüz arabanın iki tanesi elektrikli arabaydı. Bugün bunun yüzde 2’den yüzde 10’lara yaklaştığını görüyoruz. Elektrikli otomobil üretimindeki en önemli kalemlerden biri de batarya. Mevcut kapasitede 2030 yılına kadar 10 katı kadar bir büyüme bekleniyor” dedi.

TOGG CEO’su Gürcan Karakaş da “Dünyada oyunun kuralları değişiyor. Özellikle enerji sektörü, otomobil dünyası ve teknoloji dünyası üçgeni arasında kurallar değişmekte. TOGG olarak, olaya bütünsel bakıyoruz. Çünkü otomobilden fazlasını yapmak üzere geldik. 2023’ün ilk çeyreğinde seri imalatımıza ve pazar lansmanımıza başlıyoruz” diye konuştu.

Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) Başkanı Haydar Yenigün, “Yeşil Mutabakat bize net bir tarif yapıyor ve ülkeler de bunun altına imza atıyorlar. OSD üyelerinin birçoğu 2030 yılı geldiğinde otomobil üretimlerinin neredeyse tamamını elektriğe çevirmiş olacaktır. Çünkü Türkiye otomotiv sanayi, yüzde 85’in üzerinde Avrupa’ya ihracat yapıyor. Önce otomobiller, hemen ardından hafif ticari araçlar, hemen ardından da kamyonlar ve otobüsler gelecek” şeklinde konuştu.

IICEC Direktörü Bora Şekip Güray, Türkiye Elektrikli Araçlar Görünümü raporunda yer alan Yüksek Büyüme Senaryosuna göre; 2030 yılında elektrikli araçların yeni satışlarda üçte birin üzerinde paya ve toplam elektrikli araç parkının 2 milyona ulaşması durumunda, Türkiye’nin petrol faturasında 2,5 milyar dolar tasarruf sağlanabilmesinin mümkün olabileceğini söyledi.

Elektrikli araçların, enerji ve iklim geleceğindeki rolü ile gelişim perspektifleri, Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi (IICEC) tarafından İstanbul’da düzenlenen“Dünyada ve Türkiye’de Elektrikli Araçlar Görünümü” başlıklı konferans ve panelde ele alındı. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Dr. Fatih Birol, TOGG CEO’su Gürcan Karakaş ve Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) Başkanı Haydar Yenigün’ün konuşmacı olarak yer aldığı konferansta, IICEC tarafından Türkiye’de ilk olarak gerçekleştirilen “Türkiye Elektrikli Araçlar Görünümü” raporunun lansman sunumu da IICEC Direktörü Bora Şekip Güray tarafından yapıldı.

“Elektrikli araçlarda hızlı bir gelişim görülüyor”

Canlı yayınla online olarak gerçekleştirilen konferansın açılışında konuşan Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Dr. Fatih Birol, Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi’nin (IICEC) bir yıl kadar kısa süre içerisinde çok önemli bir çalışmaya imza attığına vurgu yaptı. Konuşmasında enerji ve iklim, yeni enerji teknolojileri ve elektrikli araçlarda dünyadaki durum ile dünya enerji piyasaları hakkında detaylı bir sunum yapan Fatih Birol, şunları kaydetti:

İklim sorununu çözmenin ana yolu, enerji sektörünü temiz bir hale getirmek. Bu konuda önemli adımlar atılıyor. En önemli adım geçen ay Glasgow’da neticelendi. Tüm ülkeler önümüzdeki yıllarda emisyonları sıfıra getirmek için taahhütte bulundular. Dünyada yeni bir enerji sistemi ufukta görüldü. Yeni bir enerji sistemi kuruluyor. Yenilenebilir enerji hidrojen, elektrikli arabalar, dijitalleşme, nükleer. Bunların hepsinde önemli adımlar atılıyor.

Dünyada elektrikli araçlar konusunda hızlı bir gelişim görülüyor. 2018-2019 döneminde, dünyada satılan her yüz aracın iki tanesi elektrikli arabaydı. Bugün bunun yüzde 2’den yüzde 10’lara yaklaştığını görüyoruz. Benim hem ABD Enerji Bakanı hem Ulaştırma Bakanı hem de oradaki bütün büyük CEO’ları ile yaptığım konuşmalardan çıkarttığım sonuç; bunun dalga dalga geleceği yönünde. Birkaç hafta önce dünyanın en büyük 20 araba üreticisinin CEO’larıyla yaptığım toplantıda 18’i, 2030 itibariyle elektrikli arabaların esas ana üretim alanı olacağını düşünüyorlar.

“En önemli konu batarya teknolojisi”

Elektrikli otomobil üretimindeki en önemli kalemlerden birini batarya oluşturuyor. Mevcut kapasitede 2030 yılına kadar 10 katı kadar bir büyüme bekleniyor. Özellikle lityum iyon bataryalarda Avrupa’dan Asya’ya, Asya’dan Amerika’ya kadar ciddi bir artış var. Kritik madenlere imalat sırasında ihtiyaç var. Bunlardan bir tanesi lityum, bir tanesi manganez, diğer bir tanesi ise kobalt. Bunların hepsi dünyanın birçok yerine dağılmış durumda. Ama dörtte üçü sadece birkaç ülkede odaklanmış durumda. Bunu, enerji arz güvenliğinden ayrı tutmak mümkün değil. Kritik minerallere bağımlılık ciddi bir sorun. Ayrıca sadece minerallerin nerede olduğu değil, nerede işlendiği de önemli. Şu anda rafine kapasitesinin yüzde 90’ı tek bir ülkede, yani Çin’de. Birçok ülke, Uluslararası Enerji Ajansı önderliğinde yeni bir kritik enerji arz güvenliği sistemi kurmak için birbirleri ile müzakere ediyorlar.

Geçmişte gündeme gelen her yeni teknoloji de olduğu gibi, bugün de hükümetlerin desteği olmadan bu yeni teknolojilerin birdenbire hayata geçmesi mümkün görünmüyor. Enerji sektöründe, en azından özellikle emekleme çağında bunlara ihtiyaç var. Herkesin gıpta ile beğenerek, takip ettiği Tesla hikayesi, 2008-2009’daki finansal kriz sonrası toparlanma fonundan çok büyük destek alarak başladı. Yarım milyar dolar civarında bir destek aldı. Bu ilk destek, bugünkü Tesla başarısında çok büyük rol oynadı.

Eğer ülkeler iklim değişikliği taahhütlerini yerine getirirse lityum talebi 10 yıl içince 7 misli artacak. Bu muazzam bir artış ve fiyatlar da yukarıya doğru gidecek. Birçok ülkenin kritik mineraller rezervleri varama şimdiye kadar hiç üzerinde çalışmamışlar. Kanada, ABD, Avrupa, Avustralya gibi ülkeler yeni kanunlar çıkartıp, bu lityum madenlerini ya da nikel madenlerinin hepsini çıkartmaya çalışıyorlar. ABD’de çıkmak üzere olan ama hala çıkmayan ikinci ekonomik toparlanma yasası çıkarsa, elektrikli araba talebinde de çok hızlı bir artış olacak. Bu da lityum ve diğer kritik mineraller konusunda yukarı doğru baskı yaratabilir. Yeni arz politikaları üretim politikaları ile talep arasında zamanlama sorunu olabilir. Talep biraz daha yüksek olup fiyatları yukarı çıkartabilir. Böyle bir riski şu anda ön görmek mümkün.

“Dünyada oyunun kuralları değişiyor”

TOGG CEO’su Gürcan Karakaş da elektrikli araçlara dünyanın bakışını ve TOGG’da yaptıkları çalışmalar konusunda şunları söyledi: “Dünyada oyunun kuralları değişiyor.Özellikle enerji sektörü, otomobil dünyası ve teknoloji dünyası üçgeni arasında kurallar değişmekte. Teknoloji olarak, elektrikli araçları ilgilendiren kısmında bazı kaygı ve sorunlar çözülmüş durumda. Maliyetler hızla düşüyor, menzil kaygısı çözülmüş durumda. Ayrıca hızlı şarjla artık, yarım saatin altında bataryanın yüzde 80’nini rahatlıkla şarj edebiliyoruz. Bununla birlikte sektörün cirosu da karlılığı da büyümeye devam ediyor. 2035’e baktığımızda, yeni nesil araçlarla ortaya çıkan veri bazlı iş modelleri ile büyüyen bir karlılık alanı var. Bugünden yüzde 40’lık alan için ürün geliştirmeye başlamazsak, oradaki yerimizi almaya hazırlanmazsak, karlılığımız açısından sıkıntıya gireceğiz demektir. Burada devletlerin rolü büyük önem taşıyor. Tüm dünyada baktığımızda bunu en erken görenler, Çinliler oldu. Ama ülkemizde de devletimizin desteğiyle ve elektrifikasyona geçiş vizyonu ile hızlı bir şekilde biz de ilerliyoruz.

Madenler altın ile yarışacak

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Dr. Fatih Birol ile elektrikli araçların dünyada ve Türkiye’de durumu ve gelişimiyle alakalı kısa bir görüşme fırsatı yakaladım. Benim için sözleri değerli olan Birol, enerji sektörü ve enerji bakanlığımız için de çok önemli bir isimdir. Dünyada elektrikli araçlar konusunda olumlu bir gelişim gördüğünü söyleyen Birol, elektrikli araçların enerji ve iklim geleceği açısından da büyük öneme sahip olduğunun altını çizdi.

2030 yılında elektrikli araçların en önemli kalemlerinden olan bataryaların da hızlı bir gelişme sürecinde olduğunu ve üretim kapasitelerinin de bu gelişmelere paralel büyüme kaydettiğini söyleyen Birol, “2030 yılına kadar 10 katı bir büyüme beklenmektedir. Tüm bu çalışmalar iklim sorununun da çözmenin ana yoludur. İklim sorununu çözmek için enerji sektörünü temiz bir hale getirmek gereklidir. Bu konuda önemli adımlar atılıyor. En önemli adım geçen ay Glasgow’da neticelendi. Tüm ülkeler önümüzdeki yıllarda emisyonları sıfıra getirmek için taahhütte bulundular. Dünyada yeni bir enerji sistemi ufukta görüldü. Yeni bir enerji sistemi kuruluyor. Yenilenebilir enerji hidrojen, elektrikli arabalar, dijitalleşme, nükleer. Bunların hepsinde önemli adımlar atılıyor.” dedi.

Birol, ABD’nin Enerji Bakanı ve Ulaştırma Bakanı ile yaptığı görüşmelerden ve büyük firmaların CEO’larından edindiği bilgilerden yola çıkarak, elektrikli araba üretiminin daha hızlı bir hale geleceğini belirtiyor.

Evet, dünyada elektrikli araçlar konusunda hızlı bir gelişim görüyoruz ve hedef olarak ise 2030 yılı işaret ediliyor. 2030 hedeflerinin başarılı olması için elektrikli araçların en önemli parçası olan bataryalar konusunda büyük projeler peş peşe gerçekleşiyor. Özellikle lityum iyon batarya çalışmaları dünyanın dört bir yanında bir yarış halinde yapılmaktadır. Bu çalışmaların hammaddesi olan önemli madenler de bugün büyük önem arz etmektedir. Manganez, lityum ve kobalt madenleri bataryalar için en kıymetli madenler arasında yer alıyor.

Elektrikli araçlar konusunda söz sahibi olmak isteyenler bu madenlere ihtiyaç duymakta ve bağımlısı olmak zorundadır. Bu madenlerin rafine kapasitesinin %90’ının Çin’de olması büyük önem taşımaktadır. Madenin nerede olduğu kimin çıkardığı önem arz etse de esas önemli olan madenin hangi ülkede işlendiğiyle alakalı bir durumdur. Şu an elektrikli araçlar ile alakalı dünya devletleri bataryaya büyük yatırım yapmakta ve en önemli madenler de bir güç göstergesi durumuna gelmiştir.

Hükümetlerin desteğini alan firmaların yeni teknolojileri hayata geçirebileceği konuşulurken, destek almadan projelerin başarılı olmayacağı da bir gerçektir. Bu duruma tabi ki en güzel örnek Tesla’dır. Yarım milyar dolar destek alan Tesla’nın başarı hikayesini hepimiz bilmekteyiz. İklim değişiklikleri taahhütlerinin yerine gelmesine paralel olarak lityum talebinin 10 yıl içince 7 kat artacağı öngörülmektedir. Ve madenlerin ne denli arttığını ve hatta tüm zamanların en büyük yatırımı olduğuna da bu nedenlerle şahit olacağız.

Türkiye’de dahil birçok ülke geçmişte mineral rezervleri var mı yok mu tam olarak üzerinde hiçbir çalışma yapmadıkları da biliniyor. Bu kapsamda Avrupa ülkeleri, Türkiye, ABD ve Kanada gibi ülkeler yeni kanunlar çıkararak, madenleri çıkarmak adına çalışma başlattılar.

Batarya talebinin artışa geçmesi nedeniyle lityum fiyatlarının küresel piyasalarda her geçen gün kat kat artıyor. Bu nedenlerden ötürü ülkemizin maden arama çalışmalarına destek olmak milli bir görevdir.

Mitsubishi Electric ve AIST Yapay Zekâ Teknolojisi Geliştirdi

Mitsubishi Electric ve Japonya İleri Endüstriyel Bilim ve Teknoloji Enstitüsü (AIST), otomatik üretim süreçlerindeki değişiklikleri öngörerek fabrika otomasyon ekipmanlarında hareket hızı gibi gerçek zamanlı ayarlamalar yapan bir yapay zekâ teknolojisi geliştirdi. Zaman alıcı manuel ayarlamalara duyulan ihtiyacı ortadan kaldıran bu teknoloji; makine hatası gibi faktörlere ilişkin çıkarım için güven aralığını tahmin ediyor ve uygun güven aralığına bağlı olarak ekipmanlarda gerekli ayarlamaları yapıyor. Bu teknolojinin başta çevik üretim (agile manufacturing) olmak üzere daha stabil, güvenilir ve verimli üretim süreçleri sağlaması bekleniyor.

Hızlı: Yapay Zekâ, fabrika otomasyon ekipmanlarının dinamik kontrolü için yüksek hızda çıkarımlar yapıyor

Çevik üretim için bilgisayarlı sayısal denetleyicili (CNC) kesim tezgâhları ve endüstriyel robotlar gibi fabrika otomasyon ekipmanlarının kullanıldığı tesislerde ekipmanların hareketleri, çalışma hızları, hızlanmaları gibi operasyon süreçleri sırasında değişiklik gösterebiliyor. Konvansiyonel üretimde, gerekli hassasiyet düzeyi gibi çalışma parametrelerinin spesifikasyonlara uygun hale getirilmesi için vasıflı çalışanlara ihtiyaç duyuluyor. Mitsubishi Electric, gerçek zamanlı bir fabrika otomasyon operasyonu için yüksek hızda çıkarımlarla ekipman kontrollerini eş zamanlı olarak gerçekleştiren bir yapay zekâ teknolojisi geliştirdi.

Esnek: Süreç içinde öğrenerek sürekli değişen iş faktörlerine adapte oluyor

Üretim sırasında üzerinde çalışılan iş değişebilir ve bu üretim sürelerini uzatabilir veya imalat kalitesini düşürebilir. Bu değişikliklerin yapılan işe bağlı olarak farklılık göstermesi de fabrika otomasyon ekipmanlarının önceden öğrenmesini zorlaştırıyor. Ancak Mitsubishi Electric’in yeni teknolojisi, yapay zekânın iş faktörlerini ekipmanlar daha çalışırken öğrenerek buna göre gerekli değişiklikleri gerçek zamanlı olarak yapmasını sağlıyor. Ayrıca sürtünme gibi fiziksel olayların formülünü çıkaran bu teknoloji, çalışma sırasında öğrenmeyi sağlamak için matematiksel ifadeleri uyguluyor ve bu sayede sürekli değişen imalat faktörlerine adaptasyonu mümkün kılıyor.

Güvenilir: Yapay zekâ, ayarlamaları çıkarım güven aralığına göre yapıyor

Fabrika otomasyon ekipmanlarının gerçek zamanlı kontrolüyle istikrarlı bir ürün kalitesi ve verimli imalat süreci elde etmek için yapay zekâ çıkarımlarının güvenilir olması gerekiyor. Mitsubishi Electric’in yeni algoritması, her prosesin ve hedef makinenin özelliklerini öğrenerek güven aralığını hesaplıyor. Cihazları kontrol etmek için kullandığı algoritma sayesinde yeni yapay zekâ teknolojisi, yüksek güven düzeyleri sağlıyor.

Yapay Zekâ Kontrol Teknolojisi Uygulama Örnekleri

Hızlı çıkarımlar

Mitsubishi Electric yapay zekâ kontrol teknolojisinin yüksek hızlı çıkarımına bir örnek olarak, şirket robot kollarındaki yükleri tahmin etmek için bir çözüm geliştirdi. Hızlanma ve yavaşlama hızlarını hesaplamak için çeşitli yük parametreleri kullanılır; bunun için yapay zekâ fonksiyonu, robota ilişkin motor akımı, mafsal açısı gibi bilgileri kullanarak yük değerlerinin hızlı bir çıkarımını yapar. Eş zamanlı olarak çıkarım güven düzeyleri hesaplanır. Sonrasında, elde edilen tahmini değerler ve güven aralıklarına göre hızlanma ve yavaşlama değerleri ayarlanır. Bu teknolojinin etkinliğini değerlendirmek için yük çıkarımları kullanıldığında ve kullanılmadığında robot hareketinde hesaplanan farkları karşılaştırmak için bir doğrulama testi gerçekleştirildi.

Değişen koşullara adaptasyon

Mitsubishi Electric yapay zekâ teknolojisinin değişen üretim koşullarına adaptasyon açısından bir uygulama örneği olarak şirket, elektro erozyon makinesini (EDM) otomatik ayarlayan bir çözüm geliştirdi. EDM, iş parçasına doğrulttuğu bir elektrottan çıkan kıvılcımlar ile iş parçasının üzerinde izler oluşturuyor. Ancak üretim sırasında oluşan talaşların elektrotla birlikte dışa atılması gerekiyor ve imalat süreci devam ettikçe talaş miktarı da artıyor. Sonuç olarak talaşların daha sık uzaklaştırılması gerekiyor.

Güvenilirlik

Mitsubishi Electric yapay zekâ kontrol teknolojisinin güvenilirliğine bir örnek olarak, şirket CNC kesim tezgâhları için bir yapay zekâlı hata düzeltme çözümü geliştirdi. Yapay zekâ, dinamik üretim sırasında bile düzeltmeyi sağlamak için sürekli değişen işleme hataları veya kesim tezgâhının mevcut konumuyla komut değeri arasındaki farkı tahmin ediyor. Ayrıca yapay zekânın hata çıkarımlarının güven aralıkları da endekslenerek hata düzeltmenin yalnızca güven aralığı yüksek olduğunda yapılması sağlanıyor.

“Kontrollü Kaos”ta üçüncü evre: Savaş(Rusya-Ukrayna Savaşı)

“Kontrollü Kaos”un en geniş çaplı olanı Kovid-19’la başladı ve pandemi ilanıyla tüm dünyayı içine aldı.

En temel enstrümanı, din/ dil/ ülke/ ayırt etmeksizin insan/ birey odaklı yaratılacak “korku” idi.

Çünkü “korkunun attıramayacağı adım, aştıramayacağı çizgi” yoktu.

Amacına ulaştı mı?

Fazlasıyla…

Pandemiyle iç içe ama pandemi eliyle ve sayesinde oluşan zeminde ikinci bir “kaos” başladı.

Küresel Ekonomik Kriz.

Hem de, gelişmiş ekonomiler de dahil; hemen her ülke ekonomisinde ve halkların alım gücünde bariz göstergelerle başladı ve her geçen gün acımasızca etkisini artırıyor.

Şimdi ise, sıra sac ayağının üçüncüsünde,

Yani savaş…

Yazımda bu konuyu irdeleyeceğim.

1 ve 2. Dünya Savaşı gibi olmayan/ olmayacak olan ama etkisi küresel ölçekte olacak savaş/savaşlar…

Klasik savaş yöntemlerini de içeren ama daha çok hakim gücün yönlendirmesiyle ve yeni nesil savaş enstrümanlarının ön planda olacağı, tarafların bile engel olamadığı/olamayacağı savaşlar…

Hal, ahval ve realite böyle olunca iki devletin savaşı sadece o iki devletin savaşı olmanın ötesine geçecek ve bir nevi küresel hesaplaşmaya dönüşecek.

Mesela Rusya-Ukrayna krizi ve savaş riski…

Öyle bir durum ki; adeta bir tarafta Rusya ve birkaç yandaş devlet, diğer tarafta ise tüm Avrupa ve Amerika var.

Hakeza, sonuçları itibariyle de geniş yelpazede ve büyük ölçekli olacak gibi…

Peki bu iki ülke savaşır mı?

Belki iki ülkenin inisiyatifine ve iradesine kalsa savaş olmayabilir.

Ama yukarında dediğim gibi bu iki ülkenin savaş riski, tarafların husumetiyle sınırlı değil.

“Kontrollü Kaos” senaryosunu yazanlar savaşı uygun görüyor ve planlıyorlarsa bu savaş olur ve olacaktır.

Ki, öyle de görünüyor; şimdi veya bir-iki yıl içinde…

Çünkü Yeni Dünya Düzeni senaryosunun üçüncü evresi veya süreçlerden birisi de bu iki ülkenin savaşımı…

ABD Başkanı ve küresel bazda etkili algı operasyonu yapan manipülatif güçler bu savaş çıkar diyorsa,

Rusya saldırır,

ABD ve Avrupa Birliği de Ukrayna’ya destek verir fikri dillendiriliyorsa; artık bir savaş kaçınılmazdır!..

O birilerinin, planları içinde bu savaşla hedeflenen sonuçlar var ve ancak bu savaşın olmasıyla veya savaş riskinin oluşumuyla olacak sonuçlardır.

Mesela neler?

—Kuruluşundan beri fiili bir etkinlik gösteremeyen, varlığı görüntüsel bir caydırıcılığın ötesine geçemeyen NATO’nun sonunun gelmesi,

—Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yeniden gözden geçirilip farklı bir formata büründürülmesi,

—Almanya’nın önderlik ettiği yeni bir Güvenlik Örgütü ve Küresel Ölçekli savunma paktının gündeme gelecek olması…

“Neden Amerika değil?” diyebilirsiniz.

Yeniden dizaynın mimarı olan “Güç ve Akıl” sahipleri için, Amerika veya Almanya’nın bir farkı yoktur. Bazen birini öne çıkartırlar bazen diğerini.

Şimdi de sıra Almanya’da…

Bu bağlamda; planlanan ve öngörülen bu yeni yapı, daha işlevsel/fonksiyonel ve yeni dünya konseptine uygun şekilde oluşturulacak; dünyanın her bölgesinden ülkelerin katılabileceği stratejik ve proaktif bir örgüt olacaktır. Buna Rusya’nın bile, dahil olmak isteyeceğini söyleyebilirim…

—Son tahlilde, demode olmuş uluslararası örgütlerin tasfiyesi ve yeni nesil örgütlerin oluşumu gündeme gelecektir.

Bu yeni örgütlenme, “yeni yüzyılın” hakim gücü haline gelecek olup; küresel bazlı siyasal/askeri/ekonomik ve hatta sosyal, pek çok parametreyi etkileyecek bir özellik arz edecektir.

Bu ittifak ve paktlar dünyanın yeni bir şekle girmesini/yeniden şekillenmesini, “Güç ve Aklın” yeni tasarımının yerleşmesini/müesses hale gelmesini sağlayacaktır.

Tarımdan petrole,

Doğalgazdan yeni nesil enerjilere kadar pek çok şeyin dizaynı/paylaşımı ve sahipliği bu “ittifak ve pakt”lar sayesinde yenilenecektir.

Coğrafyaların/ülkelerin ve hatta kıtaların tanımları değişecek ve yeniden tanımlanacaktır.

Haritalardaki sınırların önemsizleştiği/değiştiği ve plana uygun yeni sınırların çizileceği bir döneme girdik.

Hiçbir ülke “ben tarafsız kalırım/karışmam ve olan savaşa mesafeli dururum…” diyemez/ dedirtmezler.

Hatta böylesi açıklamalar yaparken bile, bir de bakarsın ki; o savaşın aktif bir aktörü oluvermişsin.

Nasıl mı? Tıpkı 1. Cihan Harbinde “Goeben ve Breslau” zırhlılarına “Yavuz ve Midilli” adını verip Rusya’nın Sivastopol limanını bombalayarak dahil olmuş olduğun gibi…

İşte bu nedenlerden ötürü “Rusya-Ukrayna” krizi ve savaş riski, anahtar bir önem taşımaktadır ve bu önemlilik her iki ülkeyi aşan bir boyuta gelmiş vaziyettedir.

Olay Rusya ve Ukrayna’nın savaşma/savaşmama inisiyatifinden çıkmıştır.

Eğer savaşmaları gerekiyorsa; istemeseler de savaştırılacaklardır.

Tıpkı Suriye’de, Afganistan’da, Yemen’de, Somali’de olduğu gibi,

Tıpkı Venezuela’da, Kazakistan’da, Sudan’da olanlar gibi…

Bu ülkelerin hemen hepsi, olanları istememişlerdi ama engel de olamamışlardı.

Şimdi de Rusya savaş istemiyoruz diyor,

Ama hakim gücün başat aktörü Amerika’nın Başkanı ısrarla, “hayır hayır; eminim, siz Ukrayna’ya saldıracaksınız…” diye açıklama yapıyor.

Çünkü bölge ve bölgenin sahip olduğu jeostrateji/ yeraltı ve yerüstü imkanlar yeni küresel planda olağanüstü belirleyici önemi haizdir.

Bakalım hayırlısı ama su bulandıkça bulanıyor/bulandırılıyor.

Pandemi ilanıyla kabul edilemez çok şey, nasıl kabul edilir hale geldiyse; bu savaşla birlikte bölgesel dengelerin değişmesi de, küresel örgütlerin etkisizleşmesi de ve yeni oluşumların oluşturulması da, daha bir mümkünleşecek ve daha da kolaylaşacaktır.

Açıkçası 2030’a kadar savaş ağırlıklı bir süreç bekliyorum.

Rus-Ukrayna krizi henüz başlangıç,

Ama çok önemli, noktasal ve sonraki olacakları belirleyecek pilot bir başlangıç…

Yaşayıp göreceğiz…

Not: Bu kriz savaşa dönüşürse, başta Türkiye olmak üzere; tüm bölge ülkeleri bazında ne tür sıkıntılar/sonuçlar doğuracağını gelecek yazımda paylaşacağım.

Enerji konusunda 2021 yılında yaşananlar

2021 Yılı, tüm dünya için farklı yönleriyle öne çıkan bir yıl oldu denebilir. Şöyle ki; 2019 sonlarında Çin’de önce epidemik(bölgesel) olarak ortaya çıkan COVID-19’un, tüm dünyaya yayılarak2020 yılıyla birlikte pandemik (küresel) salgın halini almasıyla dünyada hemen her konuda önemli sorunlara neden olmuş bulunmaktadır. Ortaya çıkan sorunlar, 2021 yılında daetkinliğini devam ettirmiş ve sağlıktan ekonomiye, enerji politikten güvenliğeve de siyasete olan etkileriyle beraber pek çok konuda yansımalarıyıl boyunca görülmüştür.

Şüphesiz 2021 yılında yaşananlar için farklı yönlerden ve farklı bakış açılarıyla değerlendirmeler yapılabilir. Ancak burada, yaşanan küresel hemen her olayın arka planında yer alan enerji politik olaylar ve enerji konusundakiyaşananların önemlileri hem dünya ve hem de Türkiye açısından ele alınarak incelenmeye çalışılacaktır.Bu bağlamda, dünya ve Türkiye’de gözlenen enerji ile ilgili olayların, ayrı başlıklar altında incelenmesi benimsenmiştir. 

Dünyada 2021 Yılında Enerji Konusunda Yaşananlar

Konuya, enerji politiğe ve ekonomiye yön veren ana paradigmalar içinde yadsınamaz biryeri olan petrolden başlamak yerinde olacaktır. 2021 yılı boyunca petrol fiyatlarındaki değişim ele alınarak irdelendiğinde görülmektedir ki;petrol fiyatları 2021 yılı boyunca genel olarak (iniş çıkışlı olmakla beraber) arta giden bir değişim göstermiştir (Şekil 1). 

Bir önceki yıl (2020 yılı), petrol fiyatlarında ciddi gerileme yaşandığı (hatta eksi değerlerin görüldüğü) bir yıl olmuşken küresel olarak ekonominin 2021’de açılmaya başlamasıyla petrol talebi artmış ve dolayısıyla petrol fiyatları da yükselmiştir. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC’in), üretimi yavaş artırmasının da bunda etkisi olmuştur denebilir.

2021yılında petrolün varili sene başında 50 $’ın altında fiyatlarla başlamışken, sonbaharda80 $’ı aşmıştır. (Brent Petrol zirve değer olarak 87 $’ı görmüştür.) 2021 yıl sonu itibariyle ise petrolün varil fiyatı 75 $ dolaylarında seyretmiştir. Bir başka deyişle dünya petrol fiyatları varil ederi olarak yıl boyunca 30 $’a varan bir artış göstermiştir. Bu bağlamda yıl boyunca %60 mertebesinde bir artış yaşandığı söylenebilir.Dünya petrol fiyatlarında 2021 yılında görülen bu artış trendi tüm ülke ekonomilerini etkilemiştir. Dolayısıyla bu durum, genel olarak tüm metaların fiyatlarına artış olarak yansımıştır denebilir. 

Doğal gazve LNG konusu ise 2021’de enerji-politiğin temel ilgi alanlarından biri olmuştur. 2020’de pandemi nedeni ile (kapanmaların yaşanması ve iş yerlerinin yeterince çalışamaması sebebiyle) düşmüş olan doğal gaz fiyatları, 2021 ortalarında bir miktar toparlanma göstermiştir. 

Doğal gaz konusunda Avrupa Birliği (AB)’de, pandeminin kapanmalara neden olacak şekilde etkin olduğu 2020 senesinde ülkelerde yaşanan ekonomik sorunlar çerçevesinde (biraz da Rusya’yı zorda bırakma bağlamında uygulanan enerji politik hamlelerle)yeterince doğal gazalımı yapılmadığı gözlenmişti. Böylelikle AB’de stokseviyelerinde düşme görülmüştür. Bu konuda ABD de etkin olmuştur denebilir. Şöyle ki; ABD’nin, AB’ye (kaya gazından elde edilen) LNG satışı gündemde olduğu için sorun yaşanmayacağı düşünülmüştür. Ancak, 2021 yılının son çeyreğinde Rusya ile AB arasında (Ukrayna olayları sebebiyle) yaşanan gerginlik kapsamında Rusya’dan yeterli gaz alımı sağlanamayınca, AB’de doğal gaz fiyatlarında yadsınamaz yükselişler görülmüştür. Ayrıca,Çin ve Hindistan başta olmak üzere Asya ülkelerinden gelen doğal gaz taleplerinin artması da dünya doğal gaz fiyatlarının yükselmesinde etkin olmuştur.

Fosil yakıtlar konusunda (kullanılmama yönündeki) etkin kararlar içeren ve 2021 yılında giderek netlik kazanan “Avrupa Yeşil Mutabakat (EuropeanGreenDeal)”inisiyatifi kapsamında uzun vadeli enerji gereklerine ilişkin olarak öngörüler ve sürdürülebilir kalkınma planları lanse edilmiştir. Ayrıca, 1-12 Kasım 2021 tarihlerinde Glaskow’da yapılan “Uluslararası İklim Değişikliği Konferansı”ndasera gazı salımının azaltılması amacıyla fosil yakıtlardan (özellikle de kömürden) çıkılması gündeme gelmiştir. Ancak, en çok sera gazı salımı yapan ülkeler arasında yer alan Çin ve Rusya’nın katılmadığı bu toplantıda, yine en çok sera gazı salımı yapan ülkelerden biri olan Hindistan’ın karşı çıkmasıyla beklenen sertlikte karar alınamamıştır. Bununla beraber 2021 yılında, sonraki yıllarda daha çok gündeme gelecek olan bu konunun küresel bağlamda etkinlik kazanabilecek nitelikte olduğu görülmeye başlanmış ve birçok ülkede “Avrupa Yeşil Mutabakat”a uyum çalışmaları yapılmaya başlandığı gözlenmiştir. Zira, AB’ye üye ülkelerle ticaret yapmak isteyenlerden yeşil sertifika talep edeceği gündeme gelmektedir.

Sera gazı salımının önlenmesi ve “Avrupa Yeşil Mutabakat (EuropeanGreenDeal) kapsamında kömür kullanımının 2021 yılında azaltılması beklenirken, doğal gaz fiyatlarının yükselmesiyle(beklenenin aksine) kömür piyasasında da artış yönünde etkilenme görülmüştür. Bu bağlamda, kömür fiyatlarında ciddi yükselmeler gözlenmiş olup2021 yılında kömürde ton başına fiyat artışı %110’u aşmış bulunmaktadır.

Bunların dışında elektrikli araba ve farklı elektrikli cihazların pillerinin hammaddesi olan Lityumda da büyük değer kazanımı görülmüştür. Pandemi uygulamaları sonunda hızlanan dijital çağa geçiş sürecinde, pil giderek önem kazanan bir eleman niteliği kazanmıştır. Bilindiği üzere Lityum, piller için yadsınamaz önem taşıyan bir malzeme olmaktadır. 2021 yılında Lityum’un kg fiyatı % 475’i aşan bir artış göstererek (kg’ı 42 $’a ulaşarak) rekor kırmış bulunmaktadır. Yine dijitalleşen teknoloji ve enerji sistemleri için vazgeçilmez olan nadir toprak elementler (en büyük üreticisi olan Çin’de üretimin kısılması nedeniyle) 2021’de bulunamayan malzemeler arasında yerini almış ve bu bağlamda çip sorunu ve de krizi yaşanmıştır. 

Bütün bunlarla beraber, enerji kaynağı bölgelerinde yaşanan çeşitli enerji-politik çekişme ve çatışmalar 2021 yılında daaynen devam ede gitmiştir. Örneğin; böylesi bölgeler arasında Orta Doğu, Doğu Akdeniz, Çin Denizi, Latin Amerika ve Afrika’nın farklı bölgeleri sayılabilir. 

Türkiye’de 2021 Yılında Enerji Konusunda Yaşananlar

Türkiye’de 2021 yılındapandemi etkileri,bir önceki yıla göre daha ılımlı bir seyir takip etse de COVID-19 salgınının etkileri kendini hep göstermeye devam etmiştir. Bununla beraber Türkiye’de enerji politikve enerji ile ilişkili birçok gelişme de yaşanmıştır (Şekil 2).

2021yılındafosil yakıtların hepsindedünya fiyatlarındakonjüktürel etkilere paralel olarakseyreden fiyat artışları,Türkiye’de de söz konusu fiyatlarda artış olarak kendini göstermiştir.Bu bağlamda, fosil yakıtlarda görülen fiyat artışları aynı zamanda elektrik fiyatlarının da artmasına neden olmuştur.

Türkiye’de elektrik üretiminde önemli yer tutan kömür santrallarına ilişkin olarak 2021 yılı içinde beş kömürlü termik santral projesi ya iptal edilmiş ya da ertelenmiştir. Burada iklim değişikliğini önleme bağlamında alınan kararların etkin olduğu söylenebilir.  

Petrol konusunda ise, önemli ölçüde dışa bağımlı olan Türkiye için boru hatlarıyla taşınan ham petrol, (enerji geçişinde merkez ülke olma stratejisi kapsamında) hayli önemli bir konuyu teşkil etmiştir. Bu bağlamda, 2021 yılında Irak-Türkiye ve Bakü Tiflis ham petrol boru hatlarından her biri için yaklaşık olarak 200 bin varil ham petrol taşındığı gözlenmiştir. Ayrıca 2021 yılında (başlangıçtan bu yana) Bakü-Tiflis-Ceyhan hattından toplam 3,6 Milyar varil ham petrol aktarıldığı da açıklanmıştır. Türkiye’nin kendi kuyularından Batman-Dörtyol ham petrol boru hattıyla da yıl içinde 25 bin varil kadar ham petrol taşınmış bulunmaktadır.

Yerli petrol çıkarımına ilişkin olarak ise 3 kara kuyusunda petrol bulunduğu duyurulmuştur. Söz konusu bu kuyulardan Diyarbakır’daki Akoba-1 ve Yenişehir-1 kuyularının her birinden yaklaşık 3 bin varil/gün ’lük üretim beklenmektedir. Üçüncü bulunan petrol kuyusu ise Kırklareli’ndeki Misinli-2 kuyusu olup günlük 1000 varil üretilebileceği ifade edilmektedir. Böylelikle yeni keşfedilen petrol kuyularından 7000 varile yaklaşan günlük ham petrol üretimi yapılabileceği öngörülmektedir.

Doğal gaz konusunda ise 2021 yılında daha sevindirici gelişmeler yaşanmıştır denebilir. Karadeniz’de 2020 yılında Sakarya sahasında (Tuna-1 ve Amasra-1 Kuyularında) bulunduğu açıklanan toplam 405 Milyar m3’lük doğal gaza ilaveten 10 Mart 2021 tarihinde Fatih Sondaj Gemisi çalışmaları sonucunda yine Amasra-1 Bölgesinde 135 Milyar m3 ilave doğal gaz bulunduğu ilan edilmiştir. Böylece Karadeniz’de, Sakarya sahasında toplam 540 Milyar m3 doğal gaz rezervi bulunmuş olmaktadır.

İlaveten, Temmuz 2021’de Türkali kuyusunun iki rezervuarında testler tamamlanmıştır. Fazla olarak Fatih Sondaj Gemisinin Türkali-7 kuyusunda sondaja başladığı da duyurulmuştur. Kanuni Sondaj gemisinin ise Karadeniz’deki ilk görevini Sakarya Gaz sahasındaki yine Türkali bölgesinde yapacağı belirtilmiştir.Ayrıca, daha önce keşfedilmiş olan 320 Milyar m3 doğal gaz rezervi için “Gaz Yakma” olarak nitelenen teknik eylem gerçekleştirilmiştir. 

Doğal gazın denizaltı boru bağlantısı ile karaya bağlanacağı Filyos Limanı’nda ise “Filyos Doğal Gaz İşletme Tesisi”nin temeli Haziran 2021’de atılmıştır.Takiben Ağustos 2021’de, kullanılacak doğal gaz borularının üretimine başlandığı da açıklanmıştır.

Karadeniz doğal gazının karaya ulaştırılması için önemli bir aşama olan deniz dibi boru hattı döşemesi için İtalyan petrol sahası hizmetleri şirketi Saipem ile Kasım 2021’de 169 km’lik döşeme bağlamında anlaşma imzalanmış bulunmaktadır. Buna göre, boru döşeme işlemi Castorone gemisi tarafından gerçekleştirilecek olup 2022 bahar aylarında çalışmalara başlanmasının planlandığı ifade edilmiş bulunmaktadır.

Bunlardan ayrı olarak doğal gaz sondaj ve değerlendirme çalışmaları için Türkiye’nin var olan (Fatih, Yavuz ve Kanuni isimli) üç sondaj gemisine ilaveten dördüncü sondaj gemisini aldığı duyurulmuştur. Alınan söz konusu bu dördüncü sondaj gemisinin, yeni bir gemi olduğu ve yedinci nesil olarak nitelenen (dünyada sadece 5 tane bulunan) en son teknolojiyle donatılmış, 3600 m’de çalışma yapabilme kabiliyeti olanbir sondaj gemisi olduğu belirtilmektedir.

Türkiye’de ayrıca, sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) konusunda da gelişmeler yaşanmış olup ilk doğal gaz depolama gemisi olan Ertuğrul Gazi FSRU (Yüzer Depolama ve Gazlaştırma Ünitesi) kullanılmaya başlanmış ve ilk sıvılaştırılmış gaz transferini Haziran 2021 sonunda gerçekleştirmiştir.

Yine 2021 yılında, doğal gaz arz güvenliği için LNG depolama tesisleri konusunda da gelişmeler yaşanmıştır. Bu konuda toplam kapasitenin 4,7 Milyar m3‘e ulaşmış olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca Nijerya ile 3 LNG anlaşması, Azerbaycan ile ise 11 Milyar m3 ilave doğal gaz anlaşması imzalanmış bulunmaktadır.

Bu yıl içinde Biyokütle konusunda da gelişme sağlanmış olup 2021 sonu itibariyle Türkiye’nin biyokütle kurulu gücü 2 Bin Megawat’ı aştığı gözlenmiştir. Bu bağlamda biyokütle santrallarının, 2021’de toplam elektrik üretimi içindeki payının% 2,3’e ulaşmış olduğu belirtilmektedir.

Dünyadaki iklim değişikliğine karşı geliştirilen eylem planları içinde önemli bir yeri olan ve 2016 yılında Türkiye’nin imzalamış olduğu “Paris İklim Anlaşması” 6 Ekim 2021’de TBMM’de onaylanarak Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Ayrıca, yine bu yıl içinde “Yeşil Elektrik Piyasası” da işleme açılmıştır.

Öte yandan Türkiye’nin büyük projelerinden biri olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) Projesi’nde de bu yıl içinde önemli gelişmeler yaşanmıştır. Dört üniteden oluşacak olan AkkuyuNGS’nin birinci ünitesindereaktör kabının montajı tamamlanmış ve bu ünitenin ana binasının inşaatı 17 metre yüksekliği aşmış bulunmaktadır. İkinci ünite’de de reaktör kor tutucu eleman sahaya intikal etmiştir. Üçüncü reaktörün ise 10 Mart 2021’de Türkiye ve Rusya Devlet Başkanlarının video konferansla katılımıyla temeli atılmıştır. Dördüncü Reaktör ünitesine ilişkin ise inşaat lisansı alınmıştır. 2022 yılında bu son ünitenin de temelinin atılacağı açıklanmıştır.

Yenilenebilir enerji konusunda gelişim trendi Türkiye’de 2021 yılında da devam etmiştir. Rüzgâr Enerjisi konusunda rüzgâr santrallarının kurulu gücünün 10 bin MW’ı aştığı ve 190 bin MWh mertebesinde elektrik üretimi gerçekleştirildiği açıklanmıştır. Bu değerin Türkiye için tüm zamanların rekoru olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, rüzgâr enerji sektöründe (rotor kanadı, türbin kulesi, bağlantı elemanları ve jeneratör parçaları ile) yerli üretim payının %65’i bulduğu da ifade edilmektedir.

Hidroelektrik enerji konusunda, önemli hidrolik santralların yapımına devam edildiği ve sınıfında dünyanın en uzun ve büyük gövdeye sahip olan ve 2020 yılında ilk türbini çalışmaya başlayan Ilısu (Prof.Dr. Veysel Eroğlu) Barajı’nındevreye giren ilave türbinleriyle resmi açılışı Kasım 2021’de yapılmıştır. Güneş enerjisi çalışmaları da yurdun farklı yerlerinde süre gitmiştir. 

Bunlara ilaveten elektrikli aparatlar ve elektrik arabalar için önemli bir eleman olan pil yapımına ilişkin önemli bir adım atılmıştır. Bu bağlamda, 2021 yılında Kayseri’de ASPİLSAN’da, lityum-iyon pili seri üretime geçirmek üzere Güney Kore’den bir firma ile sözleşme imzalanmıştır. Lityum konusunda da2020’de başlayan çalışmalar kapsamında (dünyada bir ilk olarak) Türkiye’de Bor atık çamurundan yan ürün olarak elde edilmesi yönünde Kırka’da kurulan protatip tesiste Lityum üretimi yapılmıştır.

Sonuç

2021 yılında pandemi ve etkileri süregiderken dünyada ve Türkiye’de enerji politik ve/veya enerji ile ilişkili gelişmelerin hız kesmeden devam ettiği gözlenmiştir. Nitekim dünyanın pek çok bölgesinde enerji-politik kaynaklı ancak siyasi sonuçlar doğuran olaylar yaşana gitmiştir. Enerji-politiğin ve enerji çalışmalarının pandemi şartlarında bile yavaşlamaması, ülkelerin şartlar ne olursa olsun enerjiden vazgeçemeyeceğinin de en açık göstergesidir diyebiliriz. Bu bağlamda enerji piyasalarında görülen çalkantılar global ölçekte etkili olmuş, ancak enerji yatırımları da süre gitmiştir. Türkiye’de de enerji ile ilgili konularda ilerleme ve gelişmeler hız kesmeden devam etmiş bulunmaktadır. 

Öz olarak ifade etmek istersek enerji, toplumların temel girdisi durumunda olduğundan, 2021 yılında COVID-19 salgını sürerken bile enerji ile ilgili rekabet şartları değişmemiş ve dolayısıyla hem ekonomik hem teknolojik ve hem de siyasi gelişmeler bütün etkinliği ile kendini hissettirmiştir denebilir.

FESPA Eurasia, Yabancı Ziyaretçi Rekoru Kırdı

Avrasya Bölgesi’nin lider endüstriyel reklam ve baskı fuarı FESPA Eurasia, bu yıl yerli ve yabancı ziyaretçi rekoru kırdı. 4 günde 9 bin 728 tekil ziyaretçi ağırlanırken yurtdışından ziyaretçi katılımı 2 bini aşarak rekor tazeledi. Yeni iş bağlantılarının yapıldığı FESPA Eurasia, 60’tan fazla ülkeden gelen ziyaretçilerle sektöre 1 milyar dolarlık hareket kattı.

Endüstriyel reklam ve dijital baskı dünyasının tüm yeniliklerinin bir arada sergilendiği Avrasya’nın en büyük fuarı FESPA Eurasia, bu yılı da rekorla tamamladı.

Sektörün iki yıldır heyecanla beklediği fuar 02-05 Aralık tarihleri arasında 500’den fazla markanın katılımıyla yaklaşık 10 bin ziyaretçiye ev sahipliği yaptı.Fuar yurtdışından 2 bin 188 kişiyle %22.5 yabancı ziyaretçi oranıyla rekor tazeledi. Yeni iş bağlantılarının yapıldığı FESPA Eurasia, 60’tan fazla ülkeden gelen ziyaretçilerle sektöre 1 milyar dolarlık hareket kattı. Sektör liderleri ve küresel markalardan oluşan markalar, en yeni teknolojilerini ve uygulamalarını FESPA Eurasia’da sergiledi.

Yüzde 22.5’i yabancılardan oluştu

FESPA Eurasia Fuar Müdürü Betül Binici, başarıyla tamamlanan fuar hakkında şöyle konuştu: “FESPA Eurasia2021, 9 bin 728 kişilik tekil ziyaretçi sayısına ulaştı. Fuara katılanların yüzde 22.5’ini 60’tan fazla ülkeden gelen yabancı ziyaretçiler oluşturdu. Ağırlıklı olarak Tunus, İran, Rusya, Ukrayna, Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Bosna Hersek, Özbekistan gibi ülkelerden gelen ziyaretçiler bölgenin en büyük fuarında yenilikleri keşfetti. Ziyaretçiler, uzun bir aradan sonra bir araya gelmenin motivasyonuyla oldukça sonuç odaklıydı. Yeni iş bağlantılarının oluşturulması anlamında oldukça verimli bir ortam yakaladık. 4 günde sektöre yaklaşık 1 milyar dolarlık hareket katmaktan dolayı mutluyuz. Ziyaretçilerimiz arasında endüstriyel reklamcılar, açık hava reklamcıları, dijital baskı faaliyeti gerçekleştirenler, geniş format, tekstil baskı, serigrafi baskı, led, kutu harf, 3d baskı gibi alanlarda faaliyet gösteren pek çok sektör temsilcimiz bulunuyor.

Sektör için çalışacaklar

Endüstriyel reklam ve baskı dünyasının her yıl sabırsızlıkla beklediği FESPA Eurasia’da sektör iki yıllık enerjisini attı. Toplam 8.5 milyar dolarlık büyüklüğe sahip sektörün iş hacmi bu önemli buluşmayla genişledi. Betül Binici, sektörün en iyi markalarıyla alıcıları İstanbul’da buluşturduklarını belirterek “FESPA Eurasia’nın gelirini yine yıl içinde sektörün gelişimi için kullanacağız. 2022’de de 1-4 Aralık tarihlerinde düzenlenecek FESPA Eurasia 2022’de buluşmak üzere” dedi.

Solar Sektörü Uluslararası Arenaya Taşınıyor

Güneş enerjisi ve yenilenebilir enerji sektörünün Türkiye’deki ilk ve tek uluslararası etkinliği SOLAREX İstanbul Fuarı, 2022 organizasyonuna yine enerjik, yine motivasyonu yüksek ve sektörün güvenini kazanmış olmanın haklı gururu ile hazırlanmaya devam ediyor.

07 ile 09 Nisan 2022 tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi’nde ziyaretçileri ile buluşacak olan Solarex İstanbul Fuarı; bir kez daha sektörün öncü firmaları ile çok sayıda profesyonel ziyaretçiyi bir araya getirmeye hazırlanıyor. 14. kez düzenlenecek olan fuar; bu yıl da ülkemizde solar endüstrisinin Uluslararası en büyük ve prestijli merkezi olma özelliğini sürdürüyor. Solar sektörünün yatırımcı, üretici, komponent ve son kullanıcıya değinilgili tüm profesyonellerinin heyecanla beklediği Türkiye’nin ilk ve tek uluslararası güneş enerjisi ve teknolojileri fuarı ülkemiz adına büyük önem arz ediyor.

Uluslararası Solarex İstanbul Fuarı; sadece bir ticaret platformu olmanın ötesinde sektördeki dünyada sektördeki yeniliklerin görücüye çıktığı, en son teknolojilerin sektör profesyonelleri ile paylaşıldığı bir alan olma özelliği de taşıyor.

Fuarın ülkede ve sektörde yaşanan sıkıntılara rağmen istikrarlı büyümesine devam ettiğini belirten Proje Müdürü Yasemin Terle “Sektörün en önemli randevusu için yine heyecan doluyuz” diyerek yaptıkları hazırlıkları özetledi: “Ekip olarak fuarımızı özellikle yurtdışında tanıtmaya büyük önem veriyoruz. Geçen yıl Amerika’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne kadar 5 kıta da 12 yurt dışı fuara katılarak tanıtım yaptık. Bu yıl kapsamı daha da genişleterek özellikle yurtdışından satın alma heyetlerini İstanbul’a getireceğiz. Güneşin sınırsız enerjisinin güçlü bir ticari kaynak olduğu ülkemizde 14 yıldır solar camiasını aynı çatı altında topluyoruz. 2022 yılında da Doğu Avrupa’dan Yakın Doğu’ya, Orta Doğu’dan KuzeyAfrika’ya güneş enerjisi yatırımcılarını ve sektör profesyonellerini bir araya getireceğimiz organizasyon ile solar sektörü için güçlü bir ticari arena sunuyor olmaktan mutluluk duyuyoruz. Sektörümüz adına çok güzel gelişmeler oluyor ve daha güzel müjdelerle katılımcılarımızın karşısında olacağız.”

Fotovoltaikler, inverterler, konnektörler, EPC firmaları, jelaküler, solar kabloları, güneşle çalışan tüketici ürünler, malzeme ve üretim ekipmanları, kısacası güneşe dair her şeyi bulacağınız SOLAREX; sektörün büyüklüğü göz önüne alındığında çok sayıda yerli yabancı katılımcı ve ziyaretçileri bir araya getiriyor. Türkiye pazarına girmek isteyen yabancı katılımcıların sektöre daha yakından bakmasına, potansiyel müşterileriyle yüz yüze görüşebilmesine fırsat tanıyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, KOSGEB, Dernekler, Birlikler, THY ve 60’tan fazla yayın ve kuruluşun desteklediği fuar, Türkiye’nin bu sektördeki öteden beri var olan yasalar, yeni yasalaşan ve yasalaşacak olan konular çerçevesinde son teknolojilerin vitrini olması sebebiyle çağdaş bir hizmet sunuyor.

Uluslararası Solarex İstanbul Fuarı, oluşturduğu iş hacmi ile sektör ihracatına ve rekabetçiliğine güç katıyor. Solar sektörünün marka değerine katkı sağlayan bu önemli platformun tüm sektör oyuncuları tarafından desteklenmesi ile birlikte yerli malı ürünlerimizin yurt dışına açılan kapısı “Uluslararası Solarex İstanbul Fuarı” sanayicimizin en verimli halde geçmesi için yılların deneyimli fuar organizatörü Voli Fuar Hizmetleri, deneyimli ekibiyle var gücüyle çalışıyor.

Cisco Kurumsal ve Ticari Segmentler Alanındaki Hedefini Büyüttü

Cisco Türkiye, teknoloji sektöründe 20 yılı aşkın sürelik tecrübeye sahip Nevcihan Matur’u bünyesine kattı. Matur, Cisco Türkiye’de Özel Sektör altında yer alan Kurumsal ve Ticari Segmentlerin Satış Müdürü olarak görev yapacak. Bu atamayla Cisco Türkiye, sektörlerdeki dijitalleşme ivmesini de arkasına alarak özel sektördeki hedeflerini büyüttü.

Dünyanın lider ağ ve sistem çözümleri firması Cisco’nun Türkiye’de tecrübeli bir yöneticiyi daha bünyesine kattı. Cisco tarafından yapılan açıklamaya göre Nevcihan Matur, Cisco Türkiye’de Özel Sektör Genel Müdür Yardımcısı olarak göreve başladı. Son olarak Dell bünyesinde Veri Merkezi İş Birimi Ülke Satış Direktörlüğü yapan Nevcihan Matur, 20 yılı aşan kariyerinde teknoloji alanında dünyanın önde gelen şirketlerinde çalıştı.

Xerox, IBM, HPE ve Dell gibi şirketlerde geçen başarılı çalışma hayatında Nevcihan Matur, özellikle pazarlama, müşteri deneyimi, iş geliştirme, pazar stratejileri ve uygulamaları, dijital dönüşüm gibi kritik alanlarda çalışmıştır. Yine önceki görevlerinde Bulut, DevOps ve Otomasyon ihtiyaçları kapsamında kurumsal müşterilerin hizmet ve yazılım projelerine büyük katkı sağlayan Matur, Türkiye dışında Gelişmekte olan Afrika Bölgesi bölgesinde de başarılı projeler gerçekleştirmiştir.

Elektronik Mühendisliği yüksek lisans derecesine sahip Nevcihan Matur “Bulut ve güvenlik sistemleri, görüntülü arama hizmetleri, uçtan uca ağ çözümleri ve güvenliği, müşteri deneyimi gibi konularda alanında dünya lideri olan bir markaya katılmaktan dolayı çok mutluyum. Uzun yıllardır farklı görevlerde edindiğim tecrübelerimi Cisco Türkiye’nin gücüyle ve tecrübesiyle daha da ileri taşıma fırsatı beni son derece heyecanlandırıyor” dedi.

Vodafone’a Çevre Ödülü

Vodafone Türkiye, Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi Ukrayna Yerel Ağı tarafından düzenlenen “2021 Sürdürülebilirlik İçin Ortaklık Ödülleri”nde “Bu Atıklar Kod Yazıyor” projesiyle “Çevre” kategorisinin kazananı oldu.

Türkiye’nin dijitalleşmesine liderlik etme vizyonuyla faaliyet gösteren Vodafone, ulusal ve uluslararası düzeydeki başarılarına bir yenisini daha ekledi. Vodafone Türkiye, Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi (UN Global Compact) Ukrayna Yerel Ağı tarafından 2018’den bu yana düzenlenen “Sürdürülebilirlik İçin Ortaklık Ödülleri”nde (Partnership for Sustainability Award)elektronik atık bilincini artırmak ve elektronik atıkların geri dönüşümünü teşvik etmek amacıyla hayata geçirdiği “Bu Atıklar Kod Yazıyor” projesiyle“Çevre” (Planet) kategorisinin kazananı oldu.

Sürdürülebilirliği iş yapma biçimlerinin ayrılmaz bir parçası haline getirdiklerini belirten Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Hasan Süel, şunları söyledi:

Amaç odaklı bir şirket olarak sürdürülebilirlik yol haritamıza uygun aksiyonlar alıyor, 2025’e kadar elektronik atıklarımızın %100’ünün geri dönüştürülmesini hedefliyoruz. E-atıkların geri dönüşümünü teşvik etmek ve farkındalık yaratmak amacıyla hayata geçirdiğimiz Bu Atıklar Kod Yazıyor projemizde Türkiye’nin farklı noktalarına yerleştirdiğimiz e-atık kutuları ile elektronik atık topluyor, geri dönüştürüyor ve e-atıkların geri dönüşümünden elde ettiğimiz gelirle okullarda kodlama sınıfları açıyoruz. Bugüne kadar 23 kurumsal iş ortağımızın projemize dahil olmasıyla birlikte topladığımız elektronik atıkların geri dönüştürülmesinden elde ettiğimiz gelirle 7 ilde kodlama sınıfları açtık. Projemizin hayata geçmesini mümkün kılan, emek veren tüm ekip arkadaşlarıma ve paydaşlarımıza gönülden teşekkür ediyorum. Sürdürülebilirlik alanında dünyanın önde gelen ödül programlarından ‘Sürdürülebilirlik İçin Ortaklık Ödülleri’nin kazananları arasında yer almaktan mutluluk duyuyoruz. Sürdürülebilirliği temel iş stratejimizin parçası olarak görmeye ve hedeflerimiz doğrultusunda ilerlemeye devam edeceğiz.

7 ilde kodlama sınıfı açıldı

Vodafone, gençlerin dijital becerilerini geliştirme ve çevresel etkisini azaltma hedeflerini harmanladığı Bu Atıklar Kod Yazıyor projesiyle çalışanlarının ve iş ortaklarının evlerinden getirdiği elektronik atıkları topluyor ve lisanslı geri dönüşüm firması Akademi Çevre tarafından geri dönüştürülmesini sağlıyor. Geri dönüşümden elde edilen ekonomik gelirle, Türkiye Vodafone Vakfı ve Habitat Derneği işbirliğiyle yürütülen Yarını Kodlayanlar projesi kapsamında okullarda kodlama sınıfı kuruluyor. Mayıs 2019’da başlatılan proje kapsamında bugüne kadar Mardin, Samsun, Adana, Gaziantep, Uşak, Bingöl ve Çanakkale’de kodlama sınıfları açıldı.

Yedaş Halk Oylaması ile Zirveye Çıktı

YEDAŞ, International Business Awards® Programının bir parçası olarak sektöründe ödül alan firmaların halk oylamasıyla değerlendirildiği People’s Choice Stevie® Awards oylamasında ödül almaya hak kazandı.

Oylamanın ilk aşamasında, YEDAŞ 5.0 Dijital Dönüşüm Programı kapsamında, Stevie jüri üyelerinin GOLD Stevie ödülüne layık görülen YEDAŞ, ikinci aşamada da büyük bir başarıya imza atarak halkın kazananı oldu. Yaklaşık bir buçuk ay süren ve farklı sektörlere hizmet veren 35 şirketin katılım sağladığı, toplamda 86.000 den fazla oy kullanılan People’s Choice Stevie® Awards’ta, Utilities sektöründe halk oylamasının da kazananı oldu.

YEDAŞ olarak tüm süreçlerin odağına ‘müşteri memnuniyeti ve kaliteli hizmeti’  koyduklarını ifade eden Genel Müdür Hasan Yasir Bora “YEDAŞ 5.0Dijital Dönüşüm Programımızdaki her bir projenin hizmet kalitemizin ve müşteri memnuniyetin artmasına büyük katkı sağlayacağına inanıyoruz” ifadelerini ekledi.

Dünyanın favori şirketlerinden biri olarak, seçilmekten heyecan duyduklarını belirten YEDAŞ Genel Müdürü Hasan Yasir Bora, “International Business Awards® programını saygın ve bir o kadar da motivasyon artırıcı süreçlerden biri olarak kabul ediyoruz” diye konuştu.

Ukrayna Krizi’nin “Gıda Güvenliğine” Etkisi

Enerji, Su ve Tahıl stratejik kaynaklar olarak tanımlanmaktadır. Ülkeler arasında eşit miktarda dağılmadıkları için bu kaynaklar üzerinde egemenlik mücadelesi devam etmektedir. Yakın dönemde yaşadığımız pandemi sürecinin etkisi ile özellikle gıda konusu milli güvenlik sorunu haline gelmiştir. İnsanlar için gıdanın iki temel bileşeni vardır. Bitkiler ve hayvanlar. Hayvanların yaşamları bitkilere bağlı olduğu için bitkiler insan beslenmesinin temelini oluşturur. Bitkiler de besin ve suya ihtiyaç duyar. Dünyada bitkisel üretimin en önemli kısmını ise hububatlar oluşturur. Hububat besin olarak üç temel elemente ihtiyaç duyar. Bunlar; azot, fosfor ve potasyumdur. Bitkisel üretimde gıda arzı güvenliğini sağlayabilmek için bitkisel üretimde verimi ve kaliteyi yakalamak gerekir. Verim ve kalitenin yolu ise bitkiler ihtiyaç duyduğu besinlerin dış müdahale ile bitkilere verilmesi ile olur. Diğer bir ifadeyle bitkisel üretimde verim için gübreye ihtiyaç duyulur. Fosfor, bitkilerin çimlenmesi ve üremesi için, azot bitkilerin gelişmesi ve büyümesi için, potasyum ise bitkilerin kalitesi için gereklidir. Gübre olmazsa ne olur? Diğer değişkenler sabitken Bitkisel üretimde verim en az yüzde 50/60 kadar düşebilir. Peki gübreler nelerden yapılır hammaddeleri nelerdir? Fosforlu gübreler fosfat kayacı hammaddesinden ve ağırlıklı hammadde de kuzey Afrika’dadır (özellikle Fas). Azotlu gübreler doğalgazdan ve ağırlıklı hammadde Rusya ile Kazakistan ve Özbekistan gibi Türk Cumhuriyetleri’nde. Potasyumlu gübreler ise potas tuzundan yapılır hammadde ise Avrupa’dadır. 

Bitki gelişiminin ve büyümesinin en önemli elementi azottur. Amonyak veya üre formundaki gübreler ile bitkinin azot ihtiyacı karşılanır. Temelde 3 çeşit azotlu gübre vardır. Üre, amonyum nitrat (AN) ve kalsiyum amonyum nitrat (CAN). Üre fiyatlarının dünyadaki hali ortadadır, son bir yılda dolar bazında yaklaşık 3.5 kat artmıştır. Sebebi amonyak ve doğalgaz fiyat artışlarıdır. Üre yaklaşık yüzde 46 oranında azot barındırmaktadır. Nitrata dönüşmesi gerekir. Bu sürede göz önüne alındığında diğer azotlu gübrelere göre ÜRE uygulamasının daha önce yapılması gerekmektedir. ÜRE toprağa atıldığı zaman, toprakta bulunan üre bakterileri tarafından parçalanarak form değiştirir ve yarayışlı hale geçer. Bu dönüşüm sırasında, üst gübresi olarak kullanılan ÜRE’nin toprak yüzeyinde kalması halinde kısa sürede %30’a varan gaz halinde azot kayıpları yaşanabilmektedir. Özellikle bu durum kireçli ve kumlu toraklarda daha yüksek gözlenmektedir. Ayrıca hava sıcaklığının yüksek olması da azot kaybını arttırmaktadır.

CAN gübresi bünyesinde %13 amonyum ve %13 nitrat azotu olmak üzere toplam %26 azot bulundurur. Nötr karakterli bir gübre olan CAN her türlü toprakta kullanılabilmekte olup, toprak pH’sini değiştirmez. Sarı veya gri renkte, pril veya granül yapıda olabilmektedir. CAN gübresi içerdiği nitrat azotu sayesinde bitkiye direkt etki ederken, amonyum azotu sayesinde de gelişim süresi boyunca ihtiyaç duyulan azot kontrollü bir şekilde temin edilmiş olunur. Fakat CAN kullanımında yağış miktarı yeterli olmalı veya sulama imkânı bulunmalıdır. Çünkü dolgu maddesi olarak kireç kullanılmakta olup, kireç suda yavaş ve uzun sürede çözünebilmektedir. Ayrıca zamanla toprağın da PH derecesini yükseltmektedir. Bu nedenle kurak bölgelerde Amonyum Nitrat kullanımı tercih edilmelidir.
Amonyum Nitrat gübresi bünyesinde %16,5 amonyum ve %16,5 nitrat azotu olmak üzere toplam %33 azot bulunduran bir gübre çeşididir. Bu özelliği ve toprakta hızlı çözünen bir gübre olması sebebiyle hem hızlı etki eder hem de etki süresi diğer azotlu gübrelere oranla daha uzun sürer.
AN uygulaması sonrasında toprakta herhangi bir pH değişimi gözlenmez. İçeriğindeki nitrat azotunun kolay yıkanması sebebiyle yağış miktarı yüksek olan bölgelerde kullanımı çok fazla tavsiye edilmez. AN gübresi kurak bölgeler içinde büyük önem arz etmektedir. Türkiye koşullarında özellikle İç Anadolu gibi yağış oranı az olan bölgelerde %26 CAN gübresi yerine kullanımı tercih edilmelidir, zira Amonyum Nitrat gübresi toprağın kendi nemi ile eriyebilmektedir. Türkiye’de hububat üretiminin önemli bir kısmının kurak bölgelerde yapıldığı dikkate alındığında AN gübresinin önemi daha da ortaya çıkmaktadır. Peki Türkiye’de bitkisel üretimde AN gübresi ne kadar kullanılmaktadır? Cevap : 0 kg. Yani Türkiye’de 2018 yılından beri AN kullanımı bitkisel üretimde yasaklanmıştır.  Yasaklamasının sebebi ise terör örgütlerinin eline geçmemesi ve neticede el yapımı bomba imalatında kullanılmasını önlemek içindir. Burada Türkiye güvenlik ve gıda arzındaki verim arasında secim yapmış ve haliyle güvenlik tercih edilerek AN’nın kullanımı tarımda yasaklanmıştır. Bunun neticesinde azotlu gübre olarak Türkiye’de Üre ve CAN kullanılmaktadır. Yukarıda Üre ve CAN gübresi kullanımının şartlarına ve sakıncalarına temel olarak değindik. Hububat üretimin önemli bir bölümünün kuru şartlarda yapıldığı dikkate alındığında AN gübresinin avantajları ortaya çıkmaktadır. Peki Üre gübresi ile AN arasında fiyat olarak nasıl bir ilişki vardır. AN gübresi üreye göre yaklaşık yüzde 60 daha ucuzdur. Üredeki yüzde 30 buharlaşma da dikkate alındığında bu yüzde 40’lara kadar düşmektedir. Gerek verim ve gerekse maliyet avantajı dikkate alındığında Türkiye şartlarında gıda arzı güvenliği için AN’ın önemi ortaya çıkmaktadır. Peki AN dünyada yasak mı? Cevabı hayır. 

Azotlu gübrenin ana hammaddesinin doğalgaz olduğu düşünüldüğünde karşımıza Rusya çıkmaktadır. Rusya dünya buğday ihracatının bir numaralı ülkesidir. Doğalgaz ihracatında da ilk sıralardadır. Gıda arzı güvenliği için gerekli olan girdilerden azotlu gübrenin hammaddesinin de ev sahibidir. 

Muhtemel bir Ukrayna krizinde dünya gübre ve hububat fiyatları ne olacaktır? Büyük ihtimal artacaktır. Bu fiyat artışlarından hem enerji hem üst gübresi ve hem de hububat olarak kim avantajlı çıkacaktır? Tabii ki Rusya. Rusya şu an neredeyse tek başına dünya arz güvenliğini ve gıda tedarikini bozabilecek potansiyele ve mekanizmalara sahiptir. Küresel ısınma ayrıca Rusya’ya yaradı denilebilir. Kuzey kesimlerindeki donmuş alanlar ve bitkisel üretime konu olmayan alanlar tarıma uygun hale gelmektedir.

Peki Türkiye ne yapmalı? Tarımsal girdi fiyatları Türkiye’de zirve yapmış durumda. Kışlık hububat ekimleri gerçekleşti. Yüksek fiyatlardan dolayı taban gübresi ya az atıldı ya da atılamadı. Bahar üst gübreleme gerekiyor. Yani azotlu gübrelere ihtiyaç var. Temel üst gübresi üre. Fakat üre fiyatları da ortada. Maliyet ve kurak koşullardaki avantajı nedeniyle AN kullanılmalı. Fakat güvenlik nedeniyle AN kullanımı da yasak. Dünya fiyatları, çevre ve nitrat kirliliği, gıda güvenliği, savaş, terör, iklim değişikliği, kuraklık açmazlarına rağmen amonyum nitrat ihtiyacı artıyor ve Türkiye’yi 2022’de zor günler bekliyor. 

Hakan ARIDEMİR