19.5 C
İstanbul
Pazar, Haziran 8, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 26

Petrol Ofisi, Texaco Madeni Yağ Ürünlerinin Türkiye’deki İlk Üretimine Başladı

Petrol Ofisi, Petrol Ofisi ile Chevron Brands International (Chevron) arasında imzalanan anlaşma kapsamında Texaco® madeni yağ ürünlerinin üretimine başladığını duyurdu. Petrol Ofisi’nin Derince’deki madeni yağ fabrikasında üretilecek olan Texaco ürün yelpazesini, sentetik binek otomobil motor yağları, ağır vasıta motor yağları, gaz motoru yağları, hidrolik ve dişli yağları oluşturuyor.

Petrol Ofisi CEO’su Selim Şiper, ilk Texaco üretiminin uzun vadeli bir işbirliğinin başlangıcını ve gelişimini işaret ettiğini vurguladı. Chevron Avrupa Genel Müdürü ve Küresel Denizcilik Yağları Genel Müdürü Pat McCloud ise, Türkiye pazarının Chevron için önemine ve bu iş ortaklığının genişletilmesinin, iki kuruluş arasındaki temeli 70 yıl öncesine dayanan işbirliğini daha da güçlendireceğine dikkat çekti.

Petrol Ofisi ve Chevron’un, Texaco markalı madeni yağların Türkiye’deki üretim, satış ve pazarlama faaliyetlerini kapsayan anlaşması Eylül 2020’de imzalanmıştı. Sözleşme kapsamında, Chevron’un Texaco markalı madeni yağlarının satış ve pazarlaması, Türkiye’nin en geniş madeni yağ dağıtım ve satış ağının sahibi pazarda iddialı büyüme planları ile öne çıkan Petrol Ofisi tarafından yapılacak. Anlaşma ile Texaco’nun dünyaca ünlü Havoline® ve Delo® markalı ürünleri de Türkiye’de üretilip satılacak. İş birliği kapsamında ilk etapta, Texaco markalı sentetik binek otomobil motor yağları, ağır vasıta motor yağları, hidrolik, dişli ve gaz motor yağlarının üretimine başlandı. Ürün yelpazesi, Türkiye’de ilk kez üretilecek bazı özel serilerle birlikte tüm Texaco ürünlerini kapsayacak şekilde genişleyecek.

“Anlaşma, gelişmenin ve yapılacak katkının başlangıcını simgeliyor”

Köklü geçmişi ileTürkiye akaryakıt ve madeni yağlar pazarlarındaki gücünün, Petrol Ofisi’ni sektör lideri olarak farklı kıldığını vurgulayan Petrol Ofisi CEO’su Selim Şiper, “Ancak tüm gücümüze ve büyüklüğümüze rağmen elimizdekilerle yetinmiyoruz ve her alanda gelişmeyi hedefliyoruz. 2020 yılında pandemi koşullarına rağmen, faaliyet gösterdiğimiz her alanda, her iş kolunda beklentilerin çok üzerinde başarımızı gösteren rakamlar kaydedildi. Bu zor zamanlarda yeniliklere, değer üretmeyede devam ettik. En önemli örnek ise madeni yağlar alanındaydı. Covid-19 döneminde Chevron ile tüm görüşmelerimizi bir yıldan kısa süre içerisinde tamamlayarak Eylül 2020 itibari ile Chevron’un madeni yağlarda ana markası olan Texaco ürünlerinin Türkiye’deki üretimi dahil tüm faaliyetlerini üstlendik. Şimdi ise hazırlıkları tamamlayarak bu işbirliği kapsamındaki ilk Texaco markalı ürünlerin üretimine başlamanın gururunu yaşıyoruz. Bu güzel işbirliğinin işareti ve ilk adımı olan anlaşma, artık gelişmenin ve yapılacak katkının başlangıcını simgeliyor. Bu ilk üretimin Petrol Ofisi, Chevron ve ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum” şeklinde konuştu.

Chevron Avrupa Genel Müdürü ve Küresel Denizcilik Madeni Yağları Genel Müdürü Pat McCloud, “Türkiye, Chevron için önemli bir pazar ve Petrol Ofisi ile gerçekleştirdiğimiz iş birliğinden gurur duyuyoruz” dedi. İki dünya markasının 70 yıl önceye dayanan ilişkilerine dikkat çeken McCloud, “Petrol Ofisi ile stratejik ilişkimizde yeni bir sayfa açmaktan onur ve heyecan duyuyoruz. Chevron ve Petrol Ofisi işbirliğiyle, Türkiye madeni yağlar pazarındaTexaco markasını gerek tüketici nezdinde, gerekse ticari ve endüstriyel açıdan büyütmeye kararlıyız. Vizyonumuz, Türkiye’de etkin bir pazar payı elde etmektir. Chevron olarak Petrol Ofisi gibi güçlü bir iş ortağı ile güven, dürüstlük ve performansa dayalı ortak hedeflerimize ulaşacağımızdan eminiz” dedi.

Pazar payı ile olduğu kadar 400’ü aşkın ürün çeşitliliği, en büyük dağıtım, satış ağı, üretim ve depolama kapasitesi ile Türkiye’nin en büyük madeni yağ markası olduklarını belirten Petrol Ofisi Madeni Yağlar Direktörü Sezgin Gürsu, “Chevron da kendi alanında dünya markalarından biri. Bu iki güçlü markanın 70 yıla uzanan köklü ve başarılı bir ilişkisi var. Uzun süredir devam eden bu iş birliğinde, deniz yağlarında olduğu gibi son zamanlarda birçok başarılı proje hayata geçirildi. Bugün ise bu iş birliğini bir üst seviyeye taşıdık. Bu kapsamlı, uzun vadeli anlaşma ve başlayan üretim ile Chevron’la yeni bir döneme girerken köklü işbirliğimizi daha da güçlendirdik ve güçlü büyüme yolculuğumuza istikrarlı, kendinden emin bir şekilde devam ediyoruz” açıklamasında bulundu.

Türk Telekom’dan Genç Mühendis Hamlesi

Telekomünikasyon sektörünün en büyük çalışan ekosistemine sahip şirketi Türk Telekom’un istihdama katkısı sürüyor. Türkiye’yi geleceğe gençlerle birlikte taşıma vizyonuyla ilk kez başlatılan Türk Telekom Genç Mühendis Programı’nın değerlendirme aşamalarını başarıyla tamamlayan yaklaşık 200 mühendis, Türkiye’nin 81 ilinde görevlerine başladı. Türkiye’nin 81 ilindeki çalışan sayısı ile sektöründe lider olan Türk Telekom Türkiye’yi geleceğe taşıyacak yeni genç mühendisleri bünyesine kattı. Genç Mühendis Programı’nı başarıyla tamamlayan yaklaşık 200 mühendis network, erişim ve enerji sistemleri alanlarındaki görevlerine Türk Telekom bölge müdürlüklerinde başladı.

“Genç ve eğitimli işgücü dönüşümünü destekliyoruz”

Türk Telekom CEO’su Ümit Önal, programa ilişkin şöyle konuştu: “Türk Telekom olarak, güçlü ve kesintisiz iletişim için altyapı yatırımlarımıza hız kesmeden devam ederken ülke ekonomisine ve istihdama katkıda bulunmayı sürdürüyoruz. Ülkemizin iletişim ihtiyaçlarına en güçlü şekilde cevap verebilmek için 81 ilde daima işinin başında olan çalışma arkadaşlarımızla, Türkiye’nin altyapısını omuzlarımızda taşımaktan gurur duyuyoruz. Hem gelecek yolculuğumuzu dinamik ve yenilikçi kılmak hem de genç ve eğitimli iş gücünü desteklemek amacıyla Genç Mühendis Programı’nı hayata geçirdik. Programı başarıyla tamamlayan yaklaşık 200 genç mühendisimiz Türkiye’nin 81 ilinde bulunan bölge müdürlüklerimizde görevlerine başladı. Telekomünikasyon sektöründeki öncü rolümüzü ve ülkemizin ekonomisine katkımızı, insan odaklı yaklaşımımız çerçevesinde, sağladığımız istihdam olanaklarını artırarak pekiştirmeye devam edeceğiz.

“Heyecanlı ve değerli hissettiren bir süreçti”

Genç Mühendis Programı’nı başarıyla tamamlayan ve Türk Telekom Kayseri Bölge Müdürlüğü’nde Erişim Mühendisi olarak görevine başlayan Gamze Toprakçı, düşüncelerini şöyle ifade etti: “Mezuniyet sonrası iş hayatına atılmak için arayışlarım sürerken Türk Telekom’un ‘Genç Mühendisler’ projesi ile karşılaştım. İçeriğini incelediğimde benim gibi yeni mezun olmuş ve tecrübesi olmayan mühendislere iş imkânı sunulduğunu gördüm. Bu benim için çok büyük bir fırsattı; hemen başvurumu yaptım. Sürecin her aşaması çok heyecanlıydı. Son mülakatımdan sonra hayallerim gerçek oldu.

Türk Telekom Adana Bölge Müdürlüğü’nde Erişim Mühendisi olarak göreve başlayan genç mühendis Mustafa Kahraman da zorlu ama bir o kadar da keyifli bir işe alım süreci geçirdiğini belirterek şöyle konuştu: “Çevrimiçi olarak gerçekleşen yazılı ve sözlü aşamalarda bireysel ve takım çalışmasına yatkınlık bakımından kendi becerilerimi ve yapabileceklerimi değerlendirme imkânım da oldu. Takip eden süreçte görüşme yapılan illere düzenlenen seyahat organizasyonları ve ekiplerin bizleri sıcak karşılaması da değerli hissettirdi.

Türk Telekom’un bölge müdürlüklerinde istihdam sağlamak üzere başlattığı Genç Mühendis Programı’na Türkiye’nin dört bir yanındaki 78 üniversiteden yaklaşık 7 bin genç başvurdu. Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinin elektrik elektronik ve bilgisayar mühendisliği bölümlerinden programa başvuran adaylardan yaklaşık 200’ü İngilizce ve genel yetenek sınavları ile vaka çalışması, insan kaynakları ve komisyon mülakatlarını başarıyla tamamlayarak Türk Telekom’da işe başladı.

Binalarda Isı Yalıtımı ile %50 Enerji Tasarrufu Yapmak Mümkün

Küresel iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini yaşamaya başladık. Devletler, karbon emisyonlarını azaltmak için yeni hedef ve planlarını açıklarken, bu hedeflere ulaşmak için enerji verimliliği kritik önem taşıyor.

Araştırmalara göre, Türkiye’de enerjinin yüzde 33’ü binalarda kullanılırken, yalıtımsız binalarda enerjinin yüzde 80’i ısıtma-soğutmaya harcanıyor. Avrupa’nın Mantolama Devi Baumit,  hayatımızın çoğunu geçirdiğimiz binalarda yenilikçi ısı yalıtımı uygulaması ile enerji tüketiminin yüzde 50 oranında azaltılabileceğine dikkat çekiyor. Enerji kaynaklarının kısıtlı olması ve bu kaynakları bilinçsiz ve verimsiz kullanmanın iklim değişikliğine olan etkileri nedeniyle hemen her alanda enerji tasarrufu yapmak kritik önem taşıyor.

Dünyada enerji tüketiminin yaklaşık yüzde 40’ından, karbondioksit salımının ise yüzde 36’sından sorumlu olan binalarda yenilikçi ısı yalıtımı uygulamaları ile enerji tüketiminde yüzde 50’lere varan oranlarda tasarruf sağlıyor. Avrupa’nın Mantolama Devi Baumit, ısı yalıtımının küresel ısınma ve çevre felaketlerine karşı alınabilecek bireysel önlemlerin de başında geldiğine dikkat çekiyor.

Baumit Türkiye Satış ve Pazarlama Direktörü Erdil Dinçer yalıtımsız binalarda enerjinin yüzde 80’inin ısıtma ve soğutmaya harcandığını belirterek, “Isı yalıtımı, dünyamıza, çevremize ve gelecek nesillere olan sorumluluğumuz düşünüldüğünde artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Bugün dünyamızın en büyük sorunu olan küresel ısınma ve iklim değişikliğinin ana sebeplerinden olan sera gazı emisyonları, ısı yalıtımı ile azaltılabilir. Aynı zamanda ısı yalıtımı dengeli bir iç mekân iklimi ile konfor sağlar, yaşadığımız yerleri “sağlıklı yaşam alanı” haline getirir. Ayrıca yapı taşıyıcı sistemini zırh gibi sararak bir kalkan görevi görür ve yapının ömrünü uzatır. Enerji verimliliği denince ısı yalıtımı ilk akla gelen konu olmalıdır. Baumit olarak, insanların sağlıklı, enerji açısından verimli ve güzel yapılarda yaşamasını istiyoruz. Bu yaklaşımla, herkesi sürdürülebilir bir dünya için kritik önem taşıyan ısı yalıtımı konusunda daha fazla duyarlı olmaya davet ediyoruz” dedi.

“Geleceğimizi Mantoluyoruz” projesi ile çocuklar da bilinçleniyor

Çocukları da enerji tasarrufu ve ısı yalıtımı konusunda bilinçlendirmek için ‘Geleceğimizi Mantoluyoruz’ sosyal sorumluluk projesini sürdüren Baumit, 2019’da başlattığı proje kapsamında çocukları küresel ısınma, buna bağlı iklim değişikliği ve ısı yalıtımı konusunda bilinçlendirirken, ihtiyaç sahibi çocukları da montlarla buluşturuyor. Türkiye çapındaki bayi ağıyla birlikte 20 bin çocuğa mont bağışlayan Baumit, daha çok çocuğa ulaşma hedefiyle 2020 yılında Ahbap Derneği ile iş birliği yaptı.

Yeni Çağın Süper Gücü Yapay Zekâ Teknolojisi Olacak

Teknoloji devi Mitsubishi Electric, İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü Pozitif Bilimler Akademisi eğitimleri kapsamında düzenlenen STEM (Science, Technology, Engineering, Math) Öğretmen Eğitimi webinarına katıldı.

Şirketin Fabrika Otomasyon Sistemleri Ürün Yönetimi ve Pazarlama Birim Müdürü Tolga Bizel, “Değişen-Gelişen Dünya Eğitimi Endüstri 4.0” konusunda gerçekleştirdiği sunumla endüstrinin yeni evresinin fabrikalar ve günlük hayatta neleri değiştireceğine ışık tuttu. Türkiye’nin önde gelen sanayi kuruluşlarına hızlı entegrasyon, üretkenlik, esneklik ve verimlilik konusunda katma değer sağlayan Mitsubishi Electric, bireylerin gelişimi ve değişimini sağlayan eğitimcilerle bir araya geldi. İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü Pozitif Bilimler Akademisi eğitimleri kapsamında düzenlenen STEM Öğretmen Eğitimi programında yer alan şirket, Sanayi 4.0’ın kazanımları hakkında önemli bilgiler paylaştı. Online olarak gerçekleşen etkinlikte, akıllı üretim anlayışı ve otomasyonun geleceğinde nelerin değişeceği masaya yatırıldı.

Dönüşüm, eskinin yeniye simüle edilmesiyle başlıyor

STEM Öğretmen Eğitimi webinarı kapsamında dijital dönüşümün temel portesini çizen Mitsubishi Electric Fabrika Otomasyon Sistemleri Ürün Yönetimi ve Pazarlama Birim Müdürü Tolga Bizel; “Herkesin bildiği üzere kahve, çok eski bir kültürel miras. Önceleri cezvede, hatta közde pişirilirdi. Şimdi ise aynı kalitede ve tatta bir kahve içmek için makineler devreye giriyor. Kahve makinesini dizayn eden mühendisler, geçmişin kahve yapma metotlarını cihazın içindeki gömme bilgisayarlar yardımıyla simüle ederek bunu gerçekleştiriyor. Bu teknoloji dahil olmak üzere benzeşim metodunun hayata geçtiği tüm çözümler, hayatın her alanına büyük ölçekte konfor getiriyor. Kahve ve kahve makinesi örneği ise dönüşümün temel portresini özetliyor” dedi.

İpek Yolu’nun yerini Dijital Ticaret Yolu alıyor

Endüstri evrelerinin insan hayatının gelişmesiyle paralel ilerlediğine dikkat çeken Bizel, sözlerine şu şekilde devam etti: “Her endüstri evresinde olduğu gibi Sanayi 4.0’ın da sanayiye birçok katkısı oldu. Daha önce İpek Yolu üzerinden fiziksel olarak yapılan ticari faaliyetler, bugün yeni endüstri çağında Dijital Ticaret Yolu üzerinden yapılıyor. Fabrikalara entegre edilen siber fizik teknolojileri sayesinde dijitalleşen ticarete uyum sağlamak kolaylaşıyor. Özellikle pandemi ile dijital ticaretin hacmi büyüdü ve hepimiz evimize kadar giren bu yeni düzene uyum sağladık. Bu noktada, fabrikaların siber fizik teknolojilerini kullanarak yeniden tesis edilmesi sürecine endüstrinin yeni evresi olarak bakmak mümkün.”

Sanayi 4.0’a cevap olarak e-F@ctory konseptini geliştirdik

Mitsubishi Electric’in Japonya’daki Kani fabrikasının endüstrinin yeni evresiyle yüzde yüz uyumlu olduğunu söyleyen Tolga Bizel; “Bu fabrikada tüketicinin ihtiyacı ve ürünün yaşam döngüsü değiştikçe fabrika da kendi kendine şekil değiştiriyor. İhtiyaç duyulmayan hücreler ayrılıyor, ihtiyaç duyulan hücreler ayrılanın yerine geliyor. Her aşamasında Sanayi 4.0’a uyumlu çalışan bu fabrikamız, içinde insanlar olduğu için karanlık bir fabrika olarak adlandırılmıyor. Tamamen karanlık bir fabrika olmamasının sebebi ise esnekliği garanti altına almak… Fabrikamızda insanlar işçi olarak değil üst düzey seviyede eğitilmiş kontrol mekanizması olarak konumlanıyorlar. Sanayi 4.0’ın Mitsubishi Electric’teki bu karşılığı e-F@ctory olarak adlandırılıyor. e-F@ctory konseptimiz, fabrikanın dijitalleşen hayatımıza senkron edilmesi anlamına geliyor. Artık üretimde anlık kararlar alınması gereken bir süreçteyiz ve buna uyum sağlamayan fabrikaların dijitalleşen dünyada rekabet edebilmesi mümkün değil. Şirketimizin genel merkezi olan Japonya’da üretime Monozukuri ismi veriliyor. Değişim ise ‘Gelişen Monozukuri’ olarak adlandırılıyor ve birçok aşamadan oluşuyor. Sanayi 4.0’ın en önemli aşaması ise veri toplama teknolojisi. Toplanan çok sayıda verinin işlenebilmesi için çok hızlı bir iletişim ağı olması gerekiyor ve bu da dönüşümün ikinci aşamasını oluşturuyor. Sonrasında ise toplanan verilerin bir yerde depolanması adımı geliyor ve bunun için devreye serverlar, bulut teknolojileri veya hard diskler giriyor. Son adımı ise veri analizi teknolojisi, yani toplanan verinin anlamlandırılması oluşturuyor. Son evre, aynı zamanda sanayicilerin en çok yatırım yapması gereken aşama olarak öne çıkıyor” şeklinde bilgiler paylaştı.

FORM Şirketler Grubu’nun 56 Yıllık Geçmişi Kitaplaştırıldı

Türkiye’de iklimlendirme sektörünün öncü kurumlarından Form Şirketler Grubu, 56. yılı kapsamında bir aile ve şirket hatıratı yayımladı.

“İlk Günden Bugüne, FORM Grubu’nun Klima Sektöründeki 56 Yılı” ismiyle yayımlanan kitap, başta şirket kurucuları Bedi Korun ve Figen Korun olmak üzere Form ailesinin arşivinden çıkanlar ve anılarından süzülen bilgilerle derlendi. Form’a bir süre emek vermiş 50’ye yakın ismin kişisel belleklerinden süzülenler, resim, yazışma, evraklar ve kurumsal kayıtlara düşülen notlar, bu kitap için harmanlandı.

İklimlendirme sektörünün pek çok ilkine, Türkiye’de model bir aile şirketinin tohumdan yarım asırlık bir çınara evrilmesine, Türkiye’de sanayinin gelişimine, Türkiye’nin çağdaşlaşma serüvenine ve dünya tarihinin dönüm noktalarına ışık tutan bu derlemede, pek çok değerli ve benzersiz tecrübeler dağarcığı kronolojik bir sırayla tekrar sunuluyor.

Bu konuda konuşan Form Yürütme Kurulu Başkanı Tunç Korun şöyle dedi: “Bu kitap fikri, ilk olarak Korun Ailesi’nin biyografisini arşivleme amacıyla ortaya çıksa da kitabın hazırlıkları başladıktan sonra daha net gördük ki Korun Ailesi ve FORM iç içe geçmiş ortak bir tarihe uzanıyor. Form Şirketler Grubu olarak 50. yılımıza özel 2015 yılında hazırladığımız “Duayenlerin Tanıklığında Türkiye Klima Sektörü” adlı kitaptan sonra, kendi kurumsal tarihçemizi de tanıklar eşliğinde kayda geçerek Türkiye tarihinde küçük de olsa bir iz bırakmak istedik. Böylelikle Form Şirketler Grubu’nun 55 yılı aşkın tarihçesiyle ilgili yer yer hüzünlendiren, yer yer gülümseten, oldukça detaylı bir anı kitabı ortaya çıktı. Kitap her ne kadar Form’un yarım asrı aşkın şirket tarihine özel hazırlanmış olsa da bu uzun, yorucu ama bir o kadar da keyifli serüvenin detaylarını okurken aynı zamanda Türkiye’nin yakın tarihine de bu kitapla tanıklık edeceksiniz.

Tüpraş, Bloomberg’in “2022’de İzlenmesi Gereken 50 Şirket” Listesinde Yer Alan Tek Türk Şirketi Oldu

Türkiye’nin lider enerji şirketi Tüpraş, Bloomberg sektör uzmanı analistlerinin görüşleriyle oluşturulmuş, dünyanın önde gelen şirketlerinin yer aldığı “50 Companies to Watch in 2022” listesinde yer alan tek Türk şirketi oldu.

Bloomberg’in bağımsız araştırma kuruluşu Bloomberg Intelligence; finans, perakende, enerji, teknoloji gibi farklı sektörlerde faaliyet gösteren 2.000 şirket arasından 50 şirketi 2022’de dikkatle takip edilmesi gereken şirketler arasında gösterdi.

11 Ocak tarihinde yayımlanan liste, 50 global hisseye özellikle dikkat çekti.Listede Tüpraş’ın piyasa değeri, 2020 satışlarındaki değişim oranı, 3 yıllık toplam hisse getirisi, 12 aylık cirosu, yönetim kurulunda kadın temsili gibi göstergeleri yer aldı.

Analist görüşlerinde, “Türk rafineri şirketi için, artan akaryakıt ihtiyacıyla birlikte ulaşılması beklenen tam kapasite kullanımının, 2022’de güçlü bir iyileşme beklentisi yarattığına” yer verildi.

Tüpraş, 2021’nin Kasım ayında, geleceğin enerji sektöründe de liderlik hedefiyle, temiz enerjiye geçişle birlikte 2050’de karbon nötr olma taahhüdünü ve stratejik dönüşüm planını açıklamıştı. Stratejik dönüşüm planı kapsamında Tüpraş, her yıl ortalama 350 milyon dolar ile 2035’e kadar yaklaşık 5 milyar dolar yatırım, 2050 yılı itibarıyla da toplam 10 milyar dolar yatırım gerçekleştirmeyi hedefliyor.

Tüpraş’ın yer aldığı “50 Companies to Watch in 2022” listesi oluşturulurken şirketlerin büyüme beklentileri, yönetim değişiklikleri, piyasaya sunacakları önemli ürün ve hizmet planları gibi faktörler göz önünde bulunduruldu. Araştırmada, COVID-19 salgınının etkisinde, artan elektrikli araç satışları, temiz enerji dönüşümü, metaverse’deki fırsatlar gibi konular da ele alındı.

jeotermal en güvenilir kaynaktır

Jeotermal Enerji Derneği (JED) Başkanı Ali Kındap, düzenlenen basın toplantısında enerji sektörünün geleceği ve jeotermal enerjinin rolüyle ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Enerjide güvenli bir gelecek ve Türkiye’nin de taraf olduğu Paris Anlaşması sonrasında iklim değişikliğiyle mücadele için jeotermalin önemini vurgulayan Ali Kındap, “Karbon nötr hedefine ulaşmak ve enerji arzında dışa bağımlılığı sonlandırmak için yenilenebilir enerji artık çok önemli. Yerli, milli ve yenilenebilir bir kaynağımız olan jeotermal enerjide kendine yeterli hatta ihracatçı bir ülke konumuna ulaşabiliriz” dedi.

İSTANBUL – Yenilenebilir ve jeotermal enerji sektöründeki gelişmeleri aktarmak ve hedefleri paylaşmak üzere Jeotermal Enerji Derneği (JED) tarafından bir basın toplantısı düzenlendi. Basın toplantısının ev sahipliğini yapan JED Başkanı Ali Kındap, iklim değişikliği ve Paris Anlaşması’nın dünyada enerji dönüşümünü hızlandırdığını ifade etti.

Yenilenebilir enerjiye duyulan ihtiyacın giderek arttığını ve bu ivmenin devam edeceğini söyleyen Ali Kındap, “Global arenadaki enerji arzı sorununu hepimiz görüyoruz. Petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki artış devam ediyor. Bununla birlikte iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında bütün ülkeler yenilenebilir enerjiye yatırımlarını artırarak sürdürüyorlar. Küresel ölçekte gelecek beş yıldaki yatırımların yüzde 95’inin yenilenebilir kaynaklar olması bekleniyor. Finans kuruluşlarının da neredeyse tamamı artık sadece yenilenebilir enerji projelerini destekliyor. İklim değişikliğine karşı Paris Anlaşması kapsamında beklenen ‘sıfır emisyon’ hedefine ulaşmak için enerjimizi yenilenebilir kaynaklardan sağlamamız şart. Özetle enerjide bağımsız bir ülke konumuna gelebilmek, enerji arz ve güvenliğinin sağlanması ve ülkemizin de taraf olduğu Paris Anlaşması hedeflerine ulaşabilmek için en büyük kozumuz yerli, milli ve yenilenebilir enerji kaynaklarından biri olan jeotermal” dedi.

Kındap: “Jeotermal en verimli yenilenebilir enerji kaynağı”

Türkiye’nin jeotermal enerjideki potansiyeline dikkat çeken Kındap, “15 MWe’lık kurulu güçten 1.676 MWe kurulu güce ulaştık. Kaynak keşfinden kurulu güce kadar önemli bir deneyim kazandık. Bununla birlikte, kullanıma hazır 2.000 MWe potansiyelin keşfini yaptık. Bu potansiyeli hayata geçirerek jeotermal enerji kurulu gücümüzü 5.000 Mwe’ye çok hızlı bir şekilde çıkartabiliriz. Bugüne kadar Maden Tetkik Arama (MTA) ve özel sektörün katkısıyla jeotermal enerji potansiyelimizi 60.000 MWt’e ye çıktı. Ülke olarak yatırımlarımızın devam etmesi halinde bunu daha yukarılara çıkarmak ve gerçek potansiyelimize ulaşmak işten bile değil” dedi.

Jeotermal enerjinin bilinirliğini arttırmak ve kullanım alanlarını genişletmek için dernek olarak çalışmalarına devam ettiklerini söyleyen Kındap, “Jeotermal enerjide kendimizi kanıtladık. Hem kurulu güç hem de entegre kullanım anlamında kısa sürede önemli başarılara imza attık. Jeotermal enerji santralleri baz yük yani kesintisiz üretim santrali olarak çalıştıkları için mevsim şartlarından bağımsız, 7 gün 24 saat aynı verimlilikle çalışarak en verimli yenilenebilir enerji kaynağı konumunda bulunuyor. Bu nedenle keşfi yapılmış jeotermal kaynakların hayata geçirilmesi son derece kritik bir öneme sahip” şeklinde konuştu.

Kındap: “Yatırım için eski YEKDEM’deki desteklere ihtiyacımız var”

Jeotermal enerji yatırımlarında özel sektörün desteğiyle önemli başarılara imza attıklarını söyleyen Kındap, “Mevcut jeotermal enerji kurulu gücümüzle 10 milyar kilovatsaatin üzerinde baz yük katkısı sağlıyoruz. Keşfedilen ve hali hazırda çıkartılmayı bekleyen 2 bin MWe’lık potansiyelin hayata geçirilmesiyle yıllık 25 milyar kilovatsaat katkı sağlayabiliriz. Bu katkıyı sağlamak için bir önceki YEKDEM’deki gibi başarısı kanıtlanmış teşvik mekanizmalarına ihtiyacımız var. Bir yandan ülkemiz büyümeye devam ediyor diğer yandan komşumuz Avrupa sıfır karbon emisyon vergisini hayata geçirmeye hazırlanıyor. Bu nedenle ülke büyümesini destekleyen enerji sektörünün önünü açacak uygulamalara ihtiyacımız var. Yeni YEKDEM modeli ile maalesef   faaliyete geçecek yeni bir jeotermal enerji santrali bulunmuyor. Jeotermal enerjide yatırım iştahının yeniden oluşması için hem YEKDEM’in süresi beş yıldan 10 yılın üzerine çıkmalı hem de yeni teşvikler oluşturulmalı” ifadelerini kullandı.

Kındap: “İleri teknoloji jeotermal uygulamalarıyla jeotermalde dünya lideri olabiliriz”

Türkiye’de jeotermal enerji potansiyelinin oldukça yüksek olduğunu söyleyen Ali Kındap, “Şu anda jeotermal enerji kurulu gücünde dünyada dördüncü, Avrupa’da ise birinci sıradayız. Jeotermal seracılıkta dünyada ikinci sıradayız. Yerli yatırımcılarımızın jeotermal enerji ve entegre kullanımlarda edindiği deneyimle dünyada önemli bir konuma ulaştık. Endonezya, Kenya, Hırvatistan gibi ülkelerde saha kuran ve işleten, arama ve sondaj çalışmaları veya keşif çalışmaları yapan firmalarımız var. Biz biliyoruz ki jeotermal enerjide ileri teknoloji uygulamalarla potansiyelimizi çok daha ileriye taşıyabiliriz.” şeklinde konuştu.

Kimya Sektörünün Kadın İhracatçıları İKMİB’te Bir Araya Geldi

İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) ev sahipliğinde kimya sektöründe faaliyet gösteren kadın ihracatçılar buluşması gerçekleştirildi. Etkinlikte kimya sektörünün güncel durumu ve beklentiler ele alındı.

İKMİB ev sahipliğinde düzenlenen etkinlik, İKMİB Yönetim Kurulu Başkanı Adil Pelister, İMMİB Genel Sekreteri Dr. S. Armağan Vurdu, İMMİB Genel Sekreter Yardımcısı Aydın Yılmaz’ın yanı sıra kimya sektöründe faaliyet gösteren kadın ihracatçının katılımıyla gerçekleştirildi. Katılımcılar, kimya alt sektörlere ait sorun ve çözüm önerilerine ilişkin görüşlerini dile getirme fırsatı buldu.

Adil Pelister: “Kadın ihracatçılarımızın daha aktif rol almalarını destekliyoruz”

Kimya sektöründe kadınların daha fazla yönetimde yer alması ve daha çok söz sahibi olması gerektiğini vurgulayanİKMİB Yönetim Kurulu Başkanı Adil Pelister, “Kadın ihracatçılarımız sektörümüz için büyük bir güç oluşturacak. Kadınların daha fazla yönetimde olmaları gerektiğine inanıyoruz. İKMİB olarak sektörümüzde kadın ihracatçılarımızın daha aktif rol almalarını destekliyoruz ve bunun için her zaman yanlarında olmaya devam edeceğiz” dedi.

Pelister: “İhracatçılarımızın bu başarısı bizlere gurur veriyor”

İKMİB’in bugüne kadar yapmış olduğu faaliyetler hakkında detaylı bilgi paylaşan Pelister, “Her yıl kimyanın alt sektörlerine yönelik yaklaşık 20 fuar milli katılımı yapıyoruz. Ticaret ve alım heyeti gerçekleştiriyoruz. UR-GE projeleri ve ticaret heyetleri, sanal ticaret heyetleri, çalıştaylar, komite toplantıları, İMMİB Endüstriyel Tasarım Yarışması, İKMİB Ar-GE Proje Pazarı gibi yarışmalar gerçekleştiriyoruz. Birlik olarak her yıl İKMİB İhracatın Yıldızları Ödül töreni düzenliyoruz. Bu yıl da 2021 yılının başarılı olanlarına ödüllerini vereceğiz. Ayrıca İKMİB olarak 2019 yılında 694, 2020 yılında 311 ve 2021 yılında 677 adet yeşil pasaport işlemini tamamladık. Türkiye’nin en çok ihracat yapan ikinci sektörü olarak kimya sektörümüz 2021 yılında 25,4 milyar dolarlık ihracatla yeni bir rekora imza attı. İhracatçılarımızın bu başarısı bizlere gurur veriyor” ifadelerini kullandı.

Kimya Sektör Platformu’nun da dönem Başkanlığını İKMİB’in yürüttüğünü dile getiren Pelister, 2021 yılının Mart ayında Türkiye Kimya Sektör Şurası’nı düzenlediklerini hatırlattı.

Kimya Teknoloji Merkezi 2022 yılında faaliyete başlayacak

İKMİB’in en önemli projesi Kimya Teknoloji Merkezi (KTM) hakkında bilgi veren Pelister, “Kimya sektörümüzün gelişimi açısından büyük önem taşıyan İKMİB Kimya Teknoloji Merkezimizi bu yıl faaliyete almayı hedefliyoruz. KTM, kimya sektöründeki firmalarımızın sertifikalarını alabileceği, akredite test ve laboratuvar hizmeti verecek. Yine içinde start-up alanların olduğu, girişimcilere yönelik bir kuluçka merkezi görevi üstlenecek, arama konferanslarının yapılabileceği aynı zamanda dijital kütüphanesinin olduğu birKimya Teknoloji Merkezi olacak.Fizibilite çalışmalarına devam ettiğimiz KTM’nin faaliyetlerini yürütebilmesi amacıyla “Kimya Araştırma Teknoloji ve İnovasyon Merkezi (KATİM) A.Ş” adıyla Ticaret Bakanlığımızın onayı ile şirketimizi kurduk.Öncelikle boya, plastik ve plastik mamulleri, kozmetik ve kauçuk sektörlerimize hizmet vermeye başlayacak” dedi.

Sıfır Karbon Hedefi İçin 1.2 Milyon Fidan Dikilecek

Zorlu Enerji, Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanan 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacının gerçekleşmesine katkı sunan kuruluşların ödüllendirildiği Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları Ödülleri’nde iklim kriziyle mücadele ve sürdürülebilir bir gelecek adına hayata geçirdiği ‘Sıfır Karbon Ayak İzi Ormanları Projesi’ ile “İklim Eylemi” kategorisinde gümüş başarı ödülünün sahibi oldu.

Geleceğin enerji şirketi olma vizyonu doğrultusunda sürdürülebilirliği faaliyetlerinin merkezine alan Zorlu Enerji’nin iklim kriziyle mücadele ve sürdürülebilir bir gelecek adına hayata geçirdiği Sıfır Karbon Ayak İzi Ormanları Projesi, Türkiye Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği tarafından düzenlenen Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları Ödülleri’nde gümüş başarı ödülüne layık görüldü.Zorlu Enerji, Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanan 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacının gerçekleşmesine katkı sunan kuruluşların değerlendirildiği organizasyonda “İklim Eylemi” kategorisinde ödüle layık bulundu.

2030 yılına kadar her yıl 90 bin fidan toprakla buluşacak

Kuruluşundan bu yana enerji sektöründe kararlılıkla uyguladığı sürdürülebilirlik stratejisi odağında, topluma ve çevreye değer katan sosyal sorumluluk projeleri hayata geçiren Zorlu Enerji, iklim krizi ile mücadele adımı olarak dekarbonizasyon odaklı iş yapış biçimlerini benimsiyor. Bu anlayış kapsamında faaliyetlerinden kaynaklanan karbon ayak izini “Sıfır Karbon Ayak İzi Ormanları Projesi” ile sıfırlamayı hedefleyen Zorlu Enerji, 2010 yılında, T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı ve Mehmet Zorlu Vakfı ile başlatılan iş birliğiyle hayata geçirdiği proje kapsamında; 1,2 milyon fidanı toprakla buluşturmayı hedefliyor. Ülkemizin orman varlığının geliştirilmesine ve 1,2 milyon ton karbondioksitin toprağa geri döndürülmesine katkıda bulunacak proje ile Zorlu Enerji, 2030 yılına kadar her yıl 90 bin fidan dikimi gerçekleştirmeyi planlıyor.

Türkiye’nin sürdürülebilir ve yenileyici büyümesinin kolaylaştırıcısı olmayı hedefleyen Zorlu Enerji’nin sürdürülebilirlik vizyonu çerçevesinde sosyal sorunlara çözümde bütünsel bir yaklaşım ortaya koyduğunu belirten Zorlu Enerji Kurumsal İletişim Grup Müdürü Funda Küçükosmanoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

Proje kapsamında 10 yılda 330 binden fazla fidan dikildi

Zorlu Enerji olarak, tüm dünyada artan küresel iklim krizine karşı mücadele etmek amacıyla dekarbonizasyon odaklı iş yapış biçimlerini benimsemenin yanı sıra faaliyetlerimizden kaynaklanan karbon ayak izini sıfırlamayı hedefliyoruz. Bunun için geliştirdiğimiz stratejimizle onarıcı iş modeli ve değer zinciri yaratma alanına odaklanarak, sadece kendi operasyonlarımızın değil, ülkemizin de karbonsuzlaşması ve biyo çeşitliliğinin geliştirilmesi yolunda katkı sunmaya çalışıyoruz. İş yapış şeklimizin temeline oturttuğumuz ‘önce çevre ve insana saygı’ anlayışından hareketle sürdürülebilir kalkınma amaçlarına değer katan pek çok proje hayata geçirdik.

Emeklerimizin bir karşılığı olarak da 10 yıl önce başlattığımız ve bu anlamlı ödülle taçlanan Sıfır Karbon Ayak İzi Ormanları Projemiz kapsamında bugüne kadar toplamda 330 binden fazla fidan diktik. Toprakla buluşturduğumuz her bir fidanımızla ülkemizin karbonsuzlaşma yolunda verdiği mücadeleye katkı sunmayı ve 2030 yılı için önümüze koyduğumuz karbon nötr bir şirket olma hedefine ulaşmayı amaçlıyoruz. Bu yolda bugün olduğu gibi gelecek dönemde de hayata geçireceğimiz tüm kurumsal sosyal sorumluluk projelerimizle toplumun refahını göz önünde bulundurarak sürdürülebilir bir dünya için faydalı işler ortaya koymaya devam edeceğiz.

Bir insan olarak nerede ve ne olmak istemezdiniz?

Gecenin zifiri karanlığı, çocukların en derin uykuya daldığı saatler…

Belki görebilirler diye lambaları yakmadan sahura kalkmış, evinin içinde, kolu-komşu, kimsecikler duymasın diye parmaklarının ucuyla hareket ediyor, bir taraftan da kalbi küt küt atmakta…

Ne de olsa daha bir hafta önce yine bu saatlerde evlerine baskın yapılmış, tutundukları direkleri, yaslandıkları dağları alıp götürülmüş, ne olduğu, nerede bulunduğunu bırakın, ölüp-ölmediğinden bile kimsenin haberi yoktu. Aynı şeyler sanki her an kendi başına da gelecekmiş gibi, durduk yerde vücudunu ter basıyor, ruhu sıkılıyordu…

Derler ya “insanın korktuğu başına gelirmiş” ya, bizim garibanın başına gelen de o. Tam usulca mutfak kapısından içeri girecekti ki, büyük bir gürültü ile donakaldı, kapıya kırılırcasına tekmeler atılıyor, bir taraftan zil arka arkaya çalınıyor, diğer taraftan birçok kişi aynı anda “kapıyı aç, kapıyı aç, yoksa kıracağız” diye bağırıyordu.

Adımları geri geri gitsene, gelenleri sinirlendirmemek adına kapının kolunu çevirmesiyle evin içine dolaşan üniformalı asker ve polis ve sivil görevliler, bir taraftan evin altını üstüne getirirken, diğer taraftan bir kısmı tehditler savuruyordu.

Güya evde “ayrılıkçı” ve “aşırılıkçı” terörist materyaller varmış, kocası sorguda itiraf etmiş. El birliği ile büyük bir düşmanı mağlup eden komutan edasında ev baskını gerçekleştirilmiş, çocuklar korku içinde annelerine koşmak isterken önleri kesilmiş, anne adım atmak istese de ne dermanı ne iki yanında kollarından sıkıcı tutan görevliler yüzünden adım atabilmiş ne de adım atmaya mecali kamıştı.

O da biliyordu ki, bu durum yaşayacakları yanında gül bahçelerinden biri sayılırdı. Sonraki gün tutacağı orucuna hazırlık yaptığı gecenin zifiri karanlığı, sadece geceyi değil hayatının da karartıldığı bir ana dönüşüvermişti.

Çocukları geride sahipsiz kalırken kendisi yalvarmasına, yakarmasına, gelenlerin ayaklarına kapanmasına rağmen vicdanlı bir ses duyamamış, muzaffer komutanlar edasıyla ellerini tersten kelepçeledikleri, oracıkta ayaklarına zincir vurdukları kadıncağızı sürüklüye sürükleye otomobile bindirip bir meçhule doğru yola çıkarmışlardı.

Yolculuk 10-15 dakika kadar sürse de bizimkine bir ömür gibi gelmiş, başına gelebilecekleri düşündükçe, hiç bitmemesi için içinden bildiği tüm duaları okumuştu.

Dedik ya, şimdiki durumu gül bahçesi gibi geliyordu kendisine…

Daha önce yaka-paça derdest edilip kamplarda belli bir süre geçirenlerin çıktıktan sonra gizliden gizliye anlattıklarının onda biri başına gelecek diye şimdiden “Allahım canımı al da beni kurtar yaşayacağım utançtan” diye dua etmeye başlamıştı bile.

Elleri kelepçeli, ayaklar zincirli, zifiri karanlık bir odaya atılan Amine, burada ne kadar kaldığını hatırlamıyor bile. Bir ara tutulduğu yerin kapısı açılmış ve sanki azılı mahkumların giydiği üniforma şeklindeki renkli elbiselerden önüne atılmış ve derhal giymesi emredilmişti. Garibimiz kapıyı kapatsalar da dediklerini bir an evvel yapsam diye içinden geçirirken ne mümkün, yediği tekmelerin ve işittiği hakaretlerin ardı arkası kesilmemiş, artık denileni duymak istemeyecek kadar beyninin zonkladığını, namahremleri önünde verilenleri üstüne giyerken utancındın “şuracıkta ölsem de bu utancı yaşamasam”dan başka bir şey aklına gelmiyordu…

Meğersem bunlar daha iyi günleriymiş bizim Amine’nin, adamlar da zaten ilk başta ismine takmışlardı. İsmine bile tahammül edemeyen Komünist görevliler “radikal İslami terörist” diye dosyasını hazırlamışlardı bile.

Derdini kime anlatabilirdi ki, hayatınının bir vicdansızın iki dudağı arasında olduğu bir yer hayal edin. Ağlamanın, sızlamanın, derdini, meramını anlatmanın işe yaramadığı bir yer düşünün. Küçücük bir odada 20-25 kişinin aynı yerde yatıp kalktığı, tuvalet ve banyo ihtiyacını uluorta gidermek zorunda bırakıldığı bir koğuş.

Bütün bunlara katlanılır da keşke şunları yapmasalardı diyebileceğiniz ne varsa hepsinin başınıza geldiği, daha kötüsü bu vicdansızlıkları yapabilenlerin yaptıklarını sıradan ve bir hak olarak kabul etmeleri yok mu (!), dayanılır gibi değildi diyor iffet abidesi Amine hatun…

Bizim vicdanımız ve kalemimizin yazmaya rıza gösteremeyeceği toplu tecavüz, toplu işkence, toplu Çinli erkeklere geceleri mal gibi kiralanma, her gün içinde ne olduğu meçhul iğneler vurulma, iğnelerden sonra açlık ve susuzluk hissetmeme, iki üç ayda kemikleri ortaya çıkacak kadar zayıflama, dayanabilenler hele yaşları genç ise seçilip, büyük fabrikalarda cüzi ücretlerle çalıştırılmak üzere başka şehirlere nakledilmeler, oralarda da modern köle işçi olmak dışında tecavüz ve meta olarak Çinli erkelere pazarlanmalar….

Birileri süslü kelime ve cümlelerle kutlamalar, sosyal medya hesaplarından paylaşımlar yapacak ya; biz bir gün öncesinden inancımızla, milli değerlerimizle, insanlığımızla bağdaştıramadığımız bu türden vicdansızlıkların en azından utancımızdan yazabildiğimiz kadarlık kısmını burada dile getirelim ve yazımızın başlığındaki sorumuzu tekrar ifade ile nokta koyalım; “Bir insan olarak nerede ve ne olmak istemezdiniz?”

Akıllı şehir yolculuğu 19: Eskişehir

Eskişehir

“İnsanın” odak noktasını oluşturduğu akıllı şehir…

“Eskişehir Akılcı Şehircilik felsefesini benimseyerek insan faktörü başta olmak üzere, kentsel dönüşüm, enerji, ulaşım, çevre, erişilebilirlik ve eğitim konularında Akıllı Şehir olgunluğuna fazlasıyla erişmiş bir şehir…”

Ve bu olgunluğa erişmenin arkasındaki isim Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz BÜYÜKERŞEN’in sözleriyle “Eskişehir” in Akıllı şehir yolculuğu yol haritası: “Eskişehir, sanayisi, ticari düzeyi, eğitimdeki başarısı, mimari güzellikleri, sosyal ve kültürel zenginlikleriyle Türkiye’nin parlayan şehri olma özelliğini sürdürmektedir. Eskişehir’deki gelişim ve değişim yalnızca eğitim, kültür, sanat, turizm, ticaret, sanayi odaklı olmayıp aynı zamanda şehircilikte teknolojik altyapı odaklı değişimlere uyumlu bir şekilde gelişmektedir. Bu değişimler Eskişehir’in yaşanabilen şehirler arasında olmasına katkı sağlamaktadır. Yerel Yönetimler olarak varlık nedenimiz vatandaşın güven ve desteğini sağlayarak katılımcı, demokratik, halkın ihtiyaç, istek ve önerilerine dayalı hizmet sunma sorumluluğumuzdur. Bu hedef doğrultusunda şehrin teknolojik alt ve üst yapısını geliştirmeye ve daha ileri noktalara taşımaya devam edeceğiz.” Bu sözlerle Eskişehir’in Akıllı Şehir Yolculuğu’nun çerçevesini çizen Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in 1999 yılında göreve başlaması şehir için bir milat niteliği taşıyor. Kendisi göreve başlar başlamaz Kent Bilgi Sistemi ve Coğrafi Bilgi Sistemi altyapısının kurulması talimatını vererek kent yönetiminin bilişim alt yapısına dayalı olarak gerçekleştirilmesini sağlamış ve o yıllarda kurulan bilişim alt yapısı nedeniyle birçok bilişim projesinde Eskişehir, pilot bölge rolü üstlenmiş ve diğer belediyeler için örnek teşkil etmiş ve “kullanılan birçok ürünü kendi imkânları ile üreten kaynakları etkin ve verimli kullanan bir şehir olmuş. “ Bu kısa girişten sonra gelin şimdi Eskişehir’in Akıllı Şehir Yolculuğuna bir göz atalım:

İnsan: Porsuk çayının ıslahı, kişi başına düşen yeşil alan miktarında ciddi derecede artış (2,5 m2’den 13 m2’ye) olmuştur. Tematik parkların kurulması, geniş bir tramvay ağının oluşturulması, kültür, sanat merkezleri ve müzelerin kurulması ile Eskişehir insanın odak noktasını oluşturduğu sosyal bir akıllı şehirdir. 

Eğitim: Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Sanat Meslek Eğitim Kurslarının yanı sıra Mobil Eğitim Otobüsü ile teknoloji olanaklarının daha kısıtlı olduğu bölgelerde güvenli internet kullanımı, E-Devlet işlemleri, temel bilgisayar kullanımı, sosyal medya paket programlama dilleri vb. eğitimler verilmekte.

Çevre ve Enerji: Çöplerden Elektrik Enerjisi Üretimi ve Katı Atık Geri Dönüşüm Tesisi ile günde yaklaşık 11.2 MW, Güneş Enerji Santrali ile günde yaklaşık 7 MW elektrik enerjisi üretilmekte ve er iki tesis ile yaklaşık 80.000 hanenin elektrik ihtiyacı karşılanabilmektedir.

Ulaşım: Şehir, arabalar için değil, insanlar içindir. Yayaların şehri Eskişehir. Çağdaş, temiz ve yaşanabilir bir kent olma yolunda çok önemli özelliklere sahip olan Eskişehir’in kendi kendine yetebilen, dayanıklı, güvenli, potansiyellerini sürdürülebilirlik ilkeleri doğrultusunda kullanan ve akıllı büyüyen bir kent olması için 2000’li yıllardan beri kentlerin gelişme vizyonlarını, hedef ve stratejilerini belirleyen, bilimsel yöntemlerle üretilmiş mekânsal planlar, ulaşım planları ve stratejik planlar ışığında, çevresel ve mali kaynaklar etkin şekilde kullanılmaktadır. Türkiye’de ilk ve tek olan patenti ESKİ Genel Müdürlüğüne ait Elektronik Kartlı Sayaç cihazları belediye tarafından üretilmektedir. EKS cihazları ile fatura başta olmak üzere pek çok sorun ortadan kalkmış olup Eskişehirin dört bir yanında bulunan su matik kredi yükleme noktaları ile eks cihazlarına bakiye yüklenebilmektedir.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, en son Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Türkiye Belediyeler Birliği’nce ortaklaşa düzenlenen Akıllı Şehirler ve Belediyeler Kongresi’ne başvuru yaptığı ulaşım, alt yapı ve eğitim gibi alanlarda uygulamaya koyacağı Akıllı Şehircilik Merkezi projesi ile Türkiye Belediyeler Birliği tarafından 500 bin TL’lik ödüle layık görülmüş, ayrıca açılan stantta tanıtılan akıllı şehir çalışmaları büyük ilgi görmüştür.

SONUÇ:

Eskişehir Akıllı Şehir uygulamaları geliştirirken “İnsanın” odak noktasını oluşturduğu akıllı şehir yapılanmasını göz ardı etmeden:

• Kentsel dönüşüm

• Enerji

• Ulaşım

• Çevre

• Erişilebilirlik

• Eğitim temalı “Eskişehir Kentsel Gelişim Projeleri”ni geliştirmesiyle;

“SOSYAL AKILLI ŞEHİR” in öncülerinden biri olarak karşımıza çıkmakta ve gelecek nesillerinde yaşamlarını sürdürebileceği Akıllı Şehir gündemlerini teknolojik gelişmeleri yakından takip ederek bugünden yarına iş ve sosyal yaşamlarımızda engelsiz yaşamların köprüsünü kuruyor.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin yürütmüş olduğu akıllı şehircilik çalışmaları smartcity/Eskişehir Belediyesi web adresi üzerinden takip edilebilir. 

Eskişehir vb. “SOSYAL AKILLI ŞEHİR” yapılanmalarının Akıllı Şehir projeksiyonlarında daha fazla yer alması dileğiyle…

Shell’den Enerji Verimliliği İçin Kapsamlı Enerji Dönüşüm Atağı

2050 yılına kadar net sıfır emisyonla faaliyet gösteren bir şirket olmayı hedefleyen Shell, operasyonlarını yürüttüğü tesislerinde, istasyonlarında, ofislerinde enerji verimliliği sağlayan uygulamaları hayat geçirirken, bir yandan da her yıl 1 milyar dolar ayırdığı AR-GE çalışmaları ile düşük karbonlu teknolojiler üretiyor, enerji verimliliği yüksek ve karbon oranı düşük ürünler geliştiriyor. Shell aynı zamanda enerji verimliliği konusunda toplumda bir bilinç oluşturmaya çalışırken, tüm dünyada gençleri alternatif enerji kaynakları kullanarak, daha az yakıtla daha fazla yol almayı amaçlayan araçlar tasarlayıp, üretmeleri için teşvik ediyor.

Dünyanın nüfusu ve refah düzeyi artıyor, teknoloji gelişiyor ve şüphesiz ki enerji talebi de artıyor. Bu talebi sadece mevcut kaynaklarla karşılamanın mümkün olmadığını vurgulayan Shell Türkiye Ülke Başkanı ve Enerji Verimliliği Derneği YK Üyesi Ahmet Erdem “Enerji verimliliği ekonomik büyüme ve sosyal kalkınmaya katkı sağlar. Enerji verimliliği, enerji tüketimi nedeniyle oluşan karbon salınımlarının azaltılması için en hızlı sonuç alınabilecek alandır. Öte yandan enerjisinin çoğunu ithal etmekte olan ülkemizde global olarak artan enerji maliyetlerinin etkisi azaltmak açısından da önem arz etmektedir. Daha az enerji tüketmek kişisel, kurumsal ve ülke ekonomisi açısından hepimizin iş yapış şeklinin içerisinde olmalıdır. Enerji verimliliği amacıyla yapılan tüm yatırımlar, çoğunlukla hızlı bir şekilde geri dönmekte ve karlı yatırımlar olmaktadır.  Bu anlamda bireylerin, tüm kurum ve kuruluşların sorumluluk alması gerekiyor ki enerji verimliliği toplumsal bir harekete dönüşmeli. Shell olarak enerji verimliliği, 2050 yılına kadar net sıfır emisyon ile faaliyet gösteren bir şirket olma hedefimizde son derece önemli bir yere sahip” dedi.

Shell’in Derince’deki Madeni Yağ ve Gres Üretimi Tesisi“Enerji Yönetim Sistemi” sertifikası için düğmeye bastı

Her yıl 65 ülkeye ihracat yapılarak ülke ekonomisine katkı sağlayan Shell Derince Madeni Yağ ve Gres Üretim Tesisi’nde elektrik, buhar, hava ve doğalgaz hatlarında tüketim ölçümü yapan ve iyileştirme alanlarını tespit etmeye yarayacak önemli adımlar atıldı. Şimdiden elektrik ve doğalgaz tasarrufu yapan Shell, 2023’te Enerji Yönetim Sistemi sertifikası sahibi olmak üzere çalışmalarını hızla ilerletiyor.

Shell istasyonlarında elektrikte verimlilik

Shell istasyonlarındaki elektrik tüketiminde verimliliği sağlamak üzere işbirlikleri yürütüyor. Özellikle elektrik tüketiminde önemli bir paya sahip klima kullanımına yoğunlaşan tedbirler sayesinde elektrik kullanımında %10-15’e varan oranda tasarruf yapılabiliyor. Projenin pilot çalışmaları devam ediyor.

Verimli araç kullanımı için bunlara dikkat!

Shell güçlü temizleme molekülleri içeren yeni nesil yakıtlarıyla tüm yolculukları daha verimli kılmayı amaçlıyor. Shell’in Fuel Save Diesel ve Shell Fuel save Kurşunsuz 95 ürünleri de tam olarak bu amaçla verimliliği sağlayan DYNAFLEX teknolojisi ile geliştirildi.

Yakıt tasarrufu sağlayan ürünleri sunmanın yanı sıra verimli araç kullanım ipuçlarını da müşterileri ile paylaşıyor.  Shell, ani frenden ve ani hızlanmalardan kaçınılmasını, aracı makul hızda ve hıza uygun viteste kullanmayı, otoyolda ise sabit bir hızda ilerlemeyi tavsiye ediyor. Verimlilik için aracın motorunun, yağının, lastik hava basıncının düzenli kontrol edilmesi, uygun motor yağının kullanılması da çok önemli. Gereksiz klima kullanımı ve camların açık olması, aracın fazla yükünün bulunması da verimliliğe olumsuz etki ediyor.  Çok yoğun ve ilerlemeyen bir trafikte aracın motorunun durdurulması ise bir diğer önemli tavsiye.

Türk gençleri Shell Eco-marathon sayesinde Avrupa’nın en verimli aracını yaptılar

Dünyanın en uzun soluklu öğrenci inovasyon yarışmalarından biri olan Shell Eco-marathon ile Shell, geleceği tasarlayacak öğrencileri bilim, teknoloji, mühendislik alanlarına teşvik etmeyi hedefliyor, aynı zamanda enerji teknolojileri ve alternatif enerji kaynakları alanında da bilgi birikimlerinin artmasına katkı sağlıyor.

Daha az yakıtla daha fazla yol almayı amaçlayan araçlar tasarlayıp, üreten gençler Shell Eco-marathon sayesinde araçlarını test edebiliyorlar. 2005 yılından bu yana 135’in üzerinde Türk takımı ve 2000’e yakın Türk öğrencinin bu deneyimi yaşadı. Türk gençleri birçok başarıya ve birinciliğe imza attı; Uludağ Üniversitesi öğrencilerinin tasarladıkları ve ürettikleri ‘Barbaros’’un şehir konseptli hidrojen enerjisi ile çalışan araç kategorisinde Avrupa’nın en verimli aracı seçilmesi bu başarılara güzel bir örnek gösterilebilir.

Toplumsal cesaret mi, toplumsal rahatlık mı?

Yıllardır köşe yazıyorum. Ama ilk defa böyle anlamlı bir yazıyı değerli dostumdan izin alarak tek noktasına bile dokunmadan paylaşıyorum. İçimden geçenleri kaleme dökecek iken bu yazının üstüne yazamazdım. O yüzden kalemine sağlık, sizlere de iyi okumalar.

Gelelim sağlık personellerine karşı artan şiddet vakalarına…

Bu durumu anlayabilmek için önce toplumsal rahatlık ile toplumsal baskı arasındaki o ince farkı kavrayabilmemiz lazım. Örneğin Londra, Paris, Roma veya Amsterdam meydanında sevgilinize sarılıp dudağından öperseniz hiçbir şey olmaz. Hatta alkışlayanlar bile çıkar. Fakat aynısını Taksim, Kızılay, Tahran veya Şam meydanlarında yaparsanız ahlaksızlar diye bağıran birileri mutlaka olur. Ondan gaz alanlar da ağzınızı burnunuzu kırar. İşte Amsterdam veya Roma’da karşılaştığınız toplum rahatlığıdır. Taksim ya da Kızılay’da yapamamanızın sebebi ise toplum baskısıdır. Yine aynı şekilde benim elimdeki peçete ve mısır koçanını İtalya’daki bir cadde üzerinde ortalıkta bana ceza kesecek hiçbir polis olmamasına rağmen sağa sola atmadan çöp kutusu bulana kadar iki kilometre elimde gezdirmemi sağlayan sebep de buradaki toplum baskısıdır arkadaşlar. Çünkü burada bir polis olmayabilir fakat elimdekileri yolun kenarına attığım vakit biliyorum ki etrafımdaki insanlar o çöplerimi yerden aldırıp bana yutturacaklar. Yediğim hakaret ve aşağılamalarla milletin içinde rezil olacağım. Üstelik bana darp edilmeye kadar varan bir durum yaşanacak. Bu yüzden ben elimdeki çöpleri çöp kutusu bulana kadar tutmak zorundayım. Kısacası toplumun baskısı beni cesaret edememeye otomatikman yönlendiriyor. Çünkü halk tarafından başıma kötü bir şey gelmesini istemiyorum. Fakat ben elimdeki çöpleri çevremde çöp kutusu olduğu halde Taksim veya Kızılay Meydanındaki ağaç diplerine atsam oradaki hiç kimsenin umurunda bile olmaz, yani toplumsal rahatlık!.

Sonuç olarak Avustralya’da bir sağlık personeline sözlü veya fiziki tacizde bulunmanın cezası 14 yıl hapis cezasından başlıyor. Fakat insanlar bu kanuni yaptırımdan dolayı değil toplum tarafından linç edilme korkusundan dolayı şiddete başvuramıyorlar. Unutmayın ki toplumsal korku suç olaylarının indirgenmesinde büyük rol oynar. Bu durum onlarca ülkede bu şekilde devam ediyorken, bizdeki şiddetin artma sebebi daha önceki vakaların sadece kanunen değil toplum tarafından da karşılıksız çıkmasıdır. Yaptığının karşılığını almayan insanlar da doğal olarak tekrar şiddete başvurur, şiddet eğimlisi başkalarına da cesaret örneği oluştururlar.

Yine farklı bir örnek vermek gerekirse, ABD Detroit’deki ağırlıkta zenci insanlardan oluşan, orta ve yoksul kesimin yaşadığı bir cadde üzerinde yer alan elektronik mağazasında sosyal bir deney yapılıyor. İçi boş ağırlıklarla dolu elektronik eşya kutuları vitrine istiflendikten sonra deney görevlisi bir kişi camları kırıyor ve oradan büyük bir kutu alarak kaçıyor. Hem mağazanın alarmı çalmasına hem de polis sirenlerinin duyulmasına rağmen yoldan geçenler oradan bir kutu kapabilmek için birbirlerini eziyor. Aynı deney New York’taki kalburüstü bir zengin semtinde yapıldığında ve yine aynı kişi vitrin camını indirip bir kutu kaparak kaçtığında arkasından hemen başka kişilerde ihtiyaçları olmadığı halde o mağazaya dalarak kucağını doldurup kaçıyor. Üstelik New York’taki mağazayı soyanların hiçbirinde daha önceden bir sabıka kaydı yok…

Yani kanunen yasak olmasına rağmen toplumdan cesaret alarak bu eylemi gerçekleştiriyorlar!..

Kısacası her geçen gün sokak ortasında daha çok kadın katlediliyorsa, daha çok doktor-hemşire darp edilerek öldürülüyorsa, daha çok çocuk tecavüze uğruyorsa ve daha çok hayvan zehirlenerek telef oluyorsa bunun sebebi kanunlar değil, benim elimde gördüğün mısır koçanını İtalya’da iki kilometre taşımamı sağlayan toplum baskısının bizim ülkemizde olmamasıdır!.

Lakin sosyal medyada gündeme taşımakla hangi kadın, hangi doktor, hangi hemşire veya hangi çocuk ölümden kurtuldu ki?.

Hiçbiri!… 

Ben kanundan değil, halktan korktuğum için istesem de bu çöpü yere atamazdım…

Ve halktan korkmak hiçbir korkuya benzememelidir. Aynı Kurtuluş Savaşı’nda vatana ihanet edenlerin idam sehpasına giderken ki yaşadığı korku gibi,başına geleceğini gören cesaret edememelidir şiddete, öldürmeye!.

Evet, her türlü şiddete dur demenin tek yolu vardır. O da kesinlikle toplum olarak cesaret etmelerine müsaade etmemekten geçer.

Barış Balcı’ya saygılarımla.

Ukrayna Krizi’nin “gıda güvenliğine” etkisi

Enerji, Su ve Tahıl stratejik kaynaklar olarak tanımlanmaktadır. Ülkeler arasında eşit miktarda dağılmadıkları için bu kaynaklar üzerinde egemenlik mücadelesi devam etmektedir. Yakın dönemde yaşadığımız pandemi sürecinin etkisi ile özellikle gıda konusu milli güvenlik sorunu haline gelmiştir. İnsanlar için gıdanın iki temel bileşeni vardır. Bitkiler ve hayvanlar. Hayvanların yaşamları bitkilere bağlı olduğu için bitkiler insan beslenmesinin temelini oluşturur. Bitkiler de besin ve suya ihtiyaç duyar. Dünyada bitkisel üretimin en önemli kısmını ise hububatlar oluşturur. Hububat besin olarak üç temel elemente ihtiyaç duyar. Bunlar; azot, fosfor ve potasyumdur. Bitkisel üretimde gıda arzı güvenliğini sağlayabilmek için bitkisel üretimde verimi ve kaliteyi yakalamak gerekir. Verim ve kalitenin yolu ise bitkiler ihtiyaç duyduğu besinlerin dış müdahale ile bitkilere verilmesi ile olur. Diğer bir ifadeyle bitkisel üretimde verim için gübreye ihtiyaç duyulur. Fosfor, bitkilerin çimlenmesi ve üremesi için, azot bitkilerin gelişmesi ve büyümesi için, potasyum ise bitkilerin kalitesi için gereklidir. Gübre olmazsa ne olur? Diğer değişkenler sabitken Bitkisel üretimde verim en az yüzde 50/60 kadar düşebilir. Peki gübreler nelerden yapılır hammaddeleri nelerdir? Fosforlu gübreler fosfat kayacı hammaddesinden ve ağırlıklı hammadde de kuzey Afrika’dadır (özellikle Fas). Azotlu gübreler doğalgazdan ve ağırlıklı hammadde Rusya ile Kazakistan ve Özbekistan gibi Türk Cumhuriyetleri’nde. Potasyumlu gübreler ise potas tuzundan yapılır hammadde ise Avrupa’dadır. 

Bitki gelişiminin ve büyümesinin en önemli elementi azottur. Amonyak veya üre formundaki gübreler ile bitkinin azot ihtiyacı karşılanır. Temelde 3 çeşit azotlu gübre vardır. Üre, amonyum nitrat (AN) ve kalsiyum amonyum nitrat (CAN).Üre fiyatlarının dünyadaki hali ortadadır, son bir yılda dolar bazındayaklaşık3.5 kat artmıştır. Sebebi amonyak ve doğalgaz fiyat artışlarıdır. Üre yaklaşık yüzde 46 oranında azot barındırmaktadır. Nitrata dönüşmesi gerekir. Bu sürede göz önüne alındığında diğer azotlu gübrelere göre ÜRE uygulamasının daha önce yapılması gerekmektedir. ÜRE toprağa atıldığı zaman, toprakta bulunan üre bakterileri tarafından parçalanarak form değiştirir ve yarayışlı hale geçer. Bu dönüşüm sırasında, üst gübresi olarak kullanılan ÜRE’nin toprak yüzeyinde kalması halinde kısa sürede %30’a varan gaz halinde azot kayıpları yaşanabilmektedir. Özellikle bu durum kireçli ve kumlu toraklarda daha yüksek gözlenmektedir. Ayrıca hava sıcaklığının yüksek olması da azot kaybını arttırmaktadır. 

CAN gübresi bünyesinde %13 amonyum ve %13 nitrat azotu olmak üzere toplam %26 azot bulundurur. Nötr karakterli bir gübre olan CAN her türlü toprakta kullanılabilmekte olup, toprak pH’sini değiştirmez. Sarı veya gri renkte, pril veya granül yapıda olabilmektedir. CAN gübresi içerdiği nitrat azotu sayesinde bitkiye direkt etki ederken, amonyum azotu sayesinde de gelişim süresi boyunca ihtiyaç duyulan azot kontrollü bir şekilde temin edilmiş olunur. Fakat CAN kullanımında yağış miktarı yeterli olmalı veya sulama imkânı bulunmalıdır. Çünkü dolgu maddesi olarak kireç kullanılmakta olup, kireç suda yavaş ve uzun sürede çözünebilmektedir. Ayrıca zamanla toprağın da PH derecesini yükseltmektedir. Bu nedenle kurak bölgelerde Amonyum Nitrat kullanımı tercih edilmelidir.

Amonyum Nitrat gübresi bünyesinde %16,5 amonyum ve %16,5 nitrat azotu olmak üzere toplam %33 azot bulunduran bir gübre çeşididir. Bu özelliği ve toprakta hızlı çözünen bir gübre olması sebebiyle hem hızlı etki eder hem de etki süresi diğer azotlu gübrelere oranla daha uzun sürer.

AN uygulaması sonrasında toprakta herhangi bir pH değişimi gözlenmez. İçeriğindeki nitrat azotunun kolay yıkanması sebebiyle yağış miktarı yüksek olan bölgelerde kullanımı çok fazla tavsiye edilmez. AN gübresi kurak bölgeler içinde büyük önem arz etmektedir. Türkiye koşullarında özellikle İç Anadolu gibi yağış oranı az olan bölgelerde %26 CAN gübresi yerine kullanımı tercih edilmelidir, zira Amonyum Nitrat gübresi toprağın kendi nemi ile eriyebilmektedir. Türkiye’de hububat üretiminin önemli bir kısmının kurak bölgelerde yapıldığı dikkate alındığında AN gübresinin önemi daha da ortaya çıkmaktadır. Peki Türkiye’de bitkisel üretimde AN gübresi ne kadar kullanılmaktadır? Cevap : 0 kg. Yani Türkiye’de 2018 yılından beri AN kullanımı bitkisel üretimde yasaklanmıştır.  Yasaklamasının sebebi ise terör örgütlerinin eline geçmemesi ve neticede el yapımı bomba imalatında kullanılmasını önlemek içindir. Burada Türkiye güvenlik ve gıda arzındaki verim arasında secim yapmış ve haliyle güvenlik tercih edilerek AN’nın kullanımı tarımda yasaklanmıştır. Bunun neticesinde azotlu gübre olarak Türkiye’de Üre ve CAN kullanılmaktadır. Yukarıda Üre ve CAN gübresi kullanımının şartlarına ve sakıncalarına temel olarak değindik. Hububat üretimin önemli bir bölümünün kuru şartlarda yapıldığı dikkate alındığında AN gübresinin avantajları ortaya çıkmaktadır. Peki Üre gübresi ile AN arasında fiyat olarak nasıl bir ilişki vardır. AN gübresi üreye göre yaklaşık yüzde 60 daha ucuzdur. Üredeki yüzde 30 buharlaşma da dikkate alındığında bu yüzde 40’lara kadar düşmektedir. Gerek verim ve gerekse maliyet avantajı dikkate alındığında Türkiye şartlarında gıda arzı güvenliği için AN’ın önemi ortaya çıkmaktadır. Peki AN dünyada yasak mı? Cevabı hayır. Azotlu gübrenin ana hammaddesinin doğalgaz olduğu düşünüldüğünde karşımıza Rusya çıkmaktadır. Rusya dünya buğday ihracatının bir numaralı ülkesidir. Doğalgaz ihracatında da ilk sıralardadır. Gıda arzı güvenliği için gerekli olan girdilerden azotlu gübrenin hammaddesinin de ev sahibidir. 

Muhtemel bir Ukrayna krizinde dünya gübre ve hububat fiyatları ne olacaktır? Büyük ihtimal artacaktır. Bu fiyat artışlarından hem enerji hem üst gübresi ve hem de hububat olarak kim avantajlı çıkacaktır? Tabiiki Rusya. Rusya şu an neredeyse tek başına dünya arz güvenliğini ve gıda tedarikini bozabilecek potansiyele ve mekanizmalara sahiptir. Küresel ısınma ayrıca Rusya’ya yaradı denilebilir. Kuzey kesimlerindeki donmuş alanlar ve bitkisel üretime konu olmayan alanlar tarıma uygun hale gelmektedir. 

Peki Türkiye ne yapmalı? Tarımsal girdi fiyatları Türkiye’de zirve yapmış durumda. Kışlık hububat ekimleri gerçekleşti. Yüksek fiyatlardan dolayı taban gübresi ya az atıldı yada atılamadı. Bahar üst gübreleme gerekiyor. Yani azotlu gübrelere ihtiyaç var. Temel üst gübresi üre. Fakat üre fiyatları da ortada. Maliyet ve kurak koşullardaki avantajı nedeniyle AN kullanılmalı. Fakat güvenlik nedeniyle AN kullanımı da yasak. Dünya fiyatları, çevre ve nitrat kirliliği, gıda güvenliği, savaş, terör, iklim değişikliği, kuraklık açmazlarına rağmen amonyum nitrat ihtiyacı artıyor ve Türkiye’yi 2022’de zor günler bekliyor.

IEA Başkanı Dr. Fatih Birol: “Elektrikli Araçların Satışlardaki Payı Yükseliyor”

Dünya ve Türkiye gündeminin ilk sıralarında yer alan enerji dinamikleri ve iklim açısından büyük önem taşıyan elektrikli araçlar konusu, Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi (IICEC) tarafından İstanbul’da düzenlenen “Dünyada ve Türkiye’de Elektrikli Araçlar Görünümü” başlıklı konferans ve panelde ele alındı. Elektrikli araçların, enerji ve iklim geleceğindeki rolünün ve gelişim perspektiflerine ilişkin öngörülerin paylaşıldığı konferansta ayrıca IICEC tarafından Türkiye’de bir ilk olarak gerçekleştirilen, “Türkiye Elektrikli Araçlar Görünümü” raporunun lansmanı da yapıldı.

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Dr. Fatih Birol, “Dünyada elektrikli araçlar konusunda hızlı bir gelişim görülüyor. 2018-2019 döneminde dünyada satılan her yüz arabanın iki tanesi elektrikli arabaydı. Bugün bunun yüzde 2’den yüzde 10’lara yaklaştığını görüyoruz. Elektrikli otomobil üretimindeki en önemli kalemlerden biri de batarya. Mevcut kapasitede 2030 yılına kadar 10 katı kadar bir büyüme bekleniyor” dedi.

TOGG CEO’su Gürcan Karakaş da “Dünyada oyunun kuralları değişiyor. Özellikle enerji sektörü, otomobil dünyası ve teknoloji dünyası üçgeni arasında kurallar değişmekte. TOGG olarak, olaya bütünsel bakıyoruz. Çünkü otomobilden fazlasını yapmak üzere geldik. 2023’ün ilk çeyreğinde seri imalatımıza ve pazar lansmanımıza başlıyoruz” diye konuştu.

Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) Başkanı Haydar Yenigün, “Yeşil Mutabakat bize net bir tarif yapıyor ve ülkeler de bunun altına imza atıyorlar. OSD üyelerinin birçoğu 2030 yılı geldiğinde otomobil üretimlerinin neredeyse tamamını elektriğe çevirmiş olacaktır. Çünkü Türkiye otomotiv sanayi, yüzde 85’in üzerinde Avrupa’ya ihracat yapıyor. Önce otomobiller, hemen ardından hafif ticari araçlar, hemen ardından da kamyonlar ve otobüsler gelecek” şeklinde konuştu.

IICEC Direktörü Bora Şekip Güray, Türkiye Elektrikli Araçlar Görünümü raporunda yer alan Yüksek Büyüme Senaryosuna göre; 2030 yılında elektrikli araçların yeni satışlarda üçte birin üzerinde paya ve toplam elektrikli araç parkının 2 milyona ulaşması durumunda, Türkiye’nin petrol faturasında 2,5 milyar dolar tasarruf sağlanabilmesinin mümkün olabileceğini söyledi.

Elektrikli araçların, enerji ve iklim geleceğindeki rolü ile gelişim perspektifleri, Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi (IICEC) tarafından İstanbul’da düzenlenen“Dünyada ve Türkiye’de Elektrikli Araçlar Görünümü” başlıklı konferans ve panelde ele alındı. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Dr. Fatih Birol, TOGG CEO’su Gürcan Karakaş ve Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) Başkanı Haydar Yenigün’ün konuşmacı olarak yer aldığı konferansta, IICEC tarafından Türkiye’de ilk olarak gerçekleştirilen “Türkiye Elektrikli Araçlar Görünümü” raporunun lansman sunumu da IICEC Direktörü Bora Şekip Güray tarafından yapıldı.

“Elektrikli araçlarda hızlı bir gelişim görülüyor”

Canlı yayınla online olarak gerçekleştirilen konferansın açılışında konuşan Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Dr. Fatih Birol, Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi’nin (IICEC) bir yıl kadar kısa süre içerisinde çok önemli bir çalışmaya imza attığına vurgu yaptı. Konuşmasında enerji ve iklim, yeni enerji teknolojileri ve elektrikli araçlarda dünyadaki durum ile dünya enerji piyasaları hakkında detaylı bir sunum yapan Fatih Birol, şunları kaydetti:

İklim sorununu çözmenin ana yolu, enerji sektörünü temiz bir hale getirmek. Bu konuda önemli adımlar atılıyor. En önemli adım geçen ay Glasgow’da neticelendi. Tüm ülkeler önümüzdeki yıllarda emisyonları sıfıra getirmek için taahhütte bulundular. Dünyada yeni bir enerji sistemi ufukta görüldü. Yeni bir enerji sistemi kuruluyor. Yenilenebilir enerji hidrojen, elektrikli arabalar, dijitalleşme, nükleer. Bunların hepsinde önemli adımlar atılıyor.

Dünyada elektrikli araçlar konusunda hızlı bir gelişim görülüyor. 2018-2019 döneminde, dünyada satılan her yüz aracın iki tanesi elektrikli arabaydı. Bugün bunun yüzde 2’den yüzde 10’lara yaklaştığını görüyoruz. Benim hem ABD Enerji Bakanı hem Ulaştırma Bakanı hem de oradaki bütün büyük CEO’ları ile yaptığım konuşmalardan çıkarttığım sonuç; bunun dalga dalga geleceği yönünde. Birkaç hafta önce dünyanın en büyük 20 araba üreticisinin CEO’larıyla yaptığım toplantıda 18’i, 2030 itibariyle elektrikli arabaların esas ana üretim alanı olacağını düşünüyorlar.

“En önemli konu batarya teknolojisi”

Elektrikli otomobil üretimindeki en önemli kalemlerden birini batarya oluşturuyor. Mevcut kapasitede 2030 yılına kadar 10 katı kadar bir büyüme bekleniyor. Özellikle lityum iyon bataryalarda Avrupa’dan Asya’ya, Asya’dan Amerika’ya kadar ciddi bir artış var. Kritik madenlere imalat sırasında ihtiyaç var. Bunlardan bir tanesi lityum, bir tanesi manganez, diğer bir tanesi ise kobalt. Bunların hepsi dünyanın birçok yerine dağılmış durumda. Ama dörtte üçü sadece birkaç ülkede odaklanmış durumda. Bunu, enerji arz güvenliğinden ayrı tutmak mümkün değil. Kritik minerallere bağımlılık ciddi bir sorun. Ayrıca sadece minerallerin nerede olduğu değil, nerede işlendiği de önemli. Şu anda rafine kapasitesinin yüzde 90’ı tek bir ülkede, yani Çin’de. Birçok ülke, Uluslararası Enerji Ajansı önderliğinde yeni bir kritik enerji arz güvenliği sistemi kurmak için birbirleri ile müzakere ediyorlar.

Geçmişte gündeme gelen her yeni teknoloji de olduğu gibi, bugün de hükümetlerin desteği olmadan bu yeni teknolojilerin birdenbire hayata geçmesi mümkün görünmüyor. Enerji sektöründe, en azından özellikle emekleme çağında bunlara ihtiyaç var. Herkesin gıpta ile beğenerek, takip ettiği Tesla hikayesi, 2008-2009’daki finansal kriz sonrası toparlanma fonundan çok büyük destek alarak başladı. Yarım milyar dolar civarında bir destek aldı. Bu ilk destek, bugünkü Tesla başarısında çok büyük rol oynadı.

Eğer ülkeler iklim değişikliği taahhütlerini yerine getirirse lityum talebi 10 yıl içince 7 misli artacak. Bu muazzam bir artış ve fiyatlar da yukarıya doğru gidecek. Birçok ülkenin kritik mineraller rezervleri varama şimdiye kadar hiç üzerinde çalışmamışlar. Kanada, ABD, Avrupa, Avustralya gibi ülkeler yeni kanunlar çıkartıp, bu lityum madenlerini ya da nikel madenlerinin hepsini çıkartmaya çalışıyorlar. ABD’de çıkmak üzere olan ama hala çıkmayan ikinci ekonomik toparlanma yasası çıkarsa, elektrikli araba talebinde de çok hızlı bir artış olacak. Bu da lityum ve diğer kritik mineraller konusunda yukarı doğru baskı yaratabilir. Yeni arz politikaları üretim politikaları ile talep arasında zamanlama sorunu olabilir. Talep biraz daha yüksek olup fiyatları yukarı çıkartabilir. Böyle bir riski şu anda ön görmek mümkün.

“Dünyada oyunun kuralları değişiyor”

TOGG CEO’su Gürcan Karakaş da elektrikli araçlara dünyanın bakışını ve TOGG’da yaptıkları çalışmalar konusunda şunları söyledi: “Dünyada oyunun kuralları değişiyor.Özellikle enerji sektörü, otomobil dünyası ve teknoloji dünyası üçgeni arasında kurallar değişmekte. Teknoloji olarak, elektrikli araçları ilgilendiren kısmında bazı kaygı ve sorunlar çözülmüş durumda. Maliyetler hızla düşüyor, menzil kaygısı çözülmüş durumda. Ayrıca hızlı şarjla artık, yarım saatin altında bataryanın yüzde 80’nini rahatlıkla şarj edebiliyoruz. Bununla birlikte sektörün cirosu da karlılığı da büyümeye devam ediyor. 2035’e baktığımızda, yeni nesil araçlarla ortaya çıkan veri bazlı iş modelleri ile büyüyen bir karlılık alanı var. Bugünden yüzde 40’lık alan için ürün geliştirmeye başlamazsak, oradaki yerimizi almaya hazırlanmazsak, karlılığımız açısından sıkıntıya gireceğiz demektir. Burada devletlerin rolü büyük önem taşıyor. Tüm dünyada baktığımızda bunu en erken görenler, Çinliler oldu. Ama ülkemizde de devletimizin desteğiyle ve elektrifikasyona geçiş vizyonu ile hızlı bir şekilde biz de ilerliyoruz.

Madenler altın ile yarışacak

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Dr. Fatih Birol ile elektrikli araçların dünyada ve Türkiye’de durumu ve gelişimiyle alakalı kısa bir görüşme fırsatı yakaladım. Benim için sözleri değerli olan Birol, enerji sektörü ve enerji bakanlığımız için de çok önemli bir isimdir. Dünyada elektrikli araçlar konusunda olumlu bir gelişim gördüğünü söyleyen Birol, elektrikli araçların enerji ve iklim geleceği açısından da büyük öneme sahip olduğunun altını çizdi.

2030 yılında elektrikli araçların en önemli kalemlerinden olan bataryaların da hızlı bir gelişme sürecinde olduğunu ve üretim kapasitelerinin de bu gelişmelere paralel büyüme kaydettiğini söyleyen Birol, “2030 yılına kadar 10 katı bir büyüme beklenmektedir. Tüm bu çalışmalar iklim sorununun da çözmenin ana yoludur. İklim sorununu çözmek için enerji sektörünü temiz bir hale getirmek gereklidir. Bu konuda önemli adımlar atılıyor. En önemli adım geçen ay Glasgow’da neticelendi. Tüm ülkeler önümüzdeki yıllarda emisyonları sıfıra getirmek için taahhütte bulundular. Dünyada yeni bir enerji sistemi ufukta görüldü. Yeni bir enerji sistemi kuruluyor. Yenilenebilir enerji hidrojen, elektrikli arabalar, dijitalleşme, nükleer. Bunların hepsinde önemli adımlar atılıyor.” dedi.

Birol, ABD’nin Enerji Bakanı ve Ulaştırma Bakanı ile yaptığı görüşmelerden ve büyük firmaların CEO’larından edindiği bilgilerden yola çıkarak, elektrikli araba üretiminin daha hızlı bir hale geleceğini belirtiyor.

Evet, dünyada elektrikli araçlar konusunda hızlı bir gelişim görüyoruz ve hedef olarak ise 2030 yılı işaret ediliyor. 2030 hedeflerinin başarılı olması için elektrikli araçların en önemli parçası olan bataryalar konusunda büyük projeler peş peşe gerçekleşiyor. Özellikle lityum iyon batarya çalışmaları dünyanın dört bir yanında bir yarış halinde yapılmaktadır. Bu çalışmaların hammaddesi olan önemli madenler de bugün büyük önem arz etmektedir. Manganez, lityum ve kobalt madenleri bataryalar için en kıymetli madenler arasında yer alıyor.

Elektrikli araçlar konusunda söz sahibi olmak isteyenler bu madenlere ihtiyaç duymakta ve bağımlısı olmak zorundadır. Bu madenlerin rafine kapasitesinin %90’ının Çin’de olması büyük önem taşımaktadır. Madenin nerede olduğu kimin çıkardığı önem arz etse de esas önemli olan madenin hangi ülkede işlendiğiyle alakalı bir durumdur. Şu an elektrikli araçlar ile alakalı dünya devletleri bataryaya büyük yatırım yapmakta ve en önemli madenler de bir güç göstergesi durumuna gelmiştir.

Hükümetlerin desteğini alan firmaların yeni teknolojileri hayata geçirebileceği konuşulurken, destek almadan projelerin başarılı olmayacağı da bir gerçektir. Bu duruma tabi ki en güzel örnek Tesla’dır. Yarım milyar dolar destek alan Tesla’nın başarı hikayesini hepimiz bilmekteyiz. İklim değişiklikleri taahhütlerinin yerine gelmesine paralel olarak lityum talebinin 10 yıl içince 7 kat artacağı öngörülmektedir. Ve madenlerin ne denli arttığını ve hatta tüm zamanların en büyük yatırımı olduğuna da bu nedenlerle şahit olacağız.

Türkiye’de dahil birçok ülke geçmişte mineral rezervleri var mı yok mu tam olarak üzerinde hiçbir çalışma yapmadıkları da biliniyor. Bu kapsamda Avrupa ülkeleri, Türkiye, ABD ve Kanada gibi ülkeler yeni kanunlar çıkararak, madenleri çıkarmak adına çalışma başlattılar.

Batarya talebinin artışa geçmesi nedeniyle lityum fiyatlarının küresel piyasalarda her geçen gün kat kat artıyor. Bu nedenlerden ötürü ülkemizin maden arama çalışmalarına destek olmak milli bir görevdir.

Mitsubishi Electric ve AIST Yapay Zekâ Teknolojisi Geliştirdi

Mitsubishi Electric ve Japonya İleri Endüstriyel Bilim ve Teknoloji Enstitüsü (AIST), otomatik üretim süreçlerindeki değişiklikleri öngörerek fabrika otomasyon ekipmanlarında hareket hızı gibi gerçek zamanlı ayarlamalar yapan bir yapay zekâ teknolojisi geliştirdi. Zaman alıcı manuel ayarlamalara duyulan ihtiyacı ortadan kaldıran bu teknoloji; makine hatası gibi faktörlere ilişkin çıkarım için güven aralığını tahmin ediyor ve uygun güven aralığına bağlı olarak ekipmanlarda gerekli ayarlamaları yapıyor. Bu teknolojinin başta çevik üretim (agile manufacturing) olmak üzere daha stabil, güvenilir ve verimli üretim süreçleri sağlaması bekleniyor.

Hızlı: Yapay Zekâ, fabrika otomasyon ekipmanlarının dinamik kontrolü için yüksek hızda çıkarımlar yapıyor

Çevik üretim için bilgisayarlı sayısal denetleyicili (CNC) kesim tezgâhları ve endüstriyel robotlar gibi fabrika otomasyon ekipmanlarının kullanıldığı tesislerde ekipmanların hareketleri, çalışma hızları, hızlanmaları gibi operasyon süreçleri sırasında değişiklik gösterebiliyor. Konvansiyonel üretimde, gerekli hassasiyet düzeyi gibi çalışma parametrelerinin spesifikasyonlara uygun hale getirilmesi için vasıflı çalışanlara ihtiyaç duyuluyor. Mitsubishi Electric, gerçek zamanlı bir fabrika otomasyon operasyonu için yüksek hızda çıkarımlarla ekipman kontrollerini eş zamanlı olarak gerçekleştiren bir yapay zekâ teknolojisi geliştirdi.

Esnek: Süreç içinde öğrenerek sürekli değişen iş faktörlerine adapte oluyor

Üretim sırasında üzerinde çalışılan iş değişebilir ve bu üretim sürelerini uzatabilir veya imalat kalitesini düşürebilir. Bu değişikliklerin yapılan işe bağlı olarak farklılık göstermesi de fabrika otomasyon ekipmanlarının önceden öğrenmesini zorlaştırıyor. Ancak Mitsubishi Electric’in yeni teknolojisi, yapay zekânın iş faktörlerini ekipmanlar daha çalışırken öğrenerek buna göre gerekli değişiklikleri gerçek zamanlı olarak yapmasını sağlıyor. Ayrıca sürtünme gibi fiziksel olayların formülünü çıkaran bu teknoloji, çalışma sırasında öğrenmeyi sağlamak için matematiksel ifadeleri uyguluyor ve bu sayede sürekli değişen imalat faktörlerine adaptasyonu mümkün kılıyor.

Güvenilir: Yapay zekâ, ayarlamaları çıkarım güven aralığına göre yapıyor

Fabrika otomasyon ekipmanlarının gerçek zamanlı kontrolüyle istikrarlı bir ürün kalitesi ve verimli imalat süreci elde etmek için yapay zekâ çıkarımlarının güvenilir olması gerekiyor. Mitsubishi Electric’in yeni algoritması, her prosesin ve hedef makinenin özelliklerini öğrenerek güven aralığını hesaplıyor. Cihazları kontrol etmek için kullandığı algoritma sayesinde yeni yapay zekâ teknolojisi, yüksek güven düzeyleri sağlıyor.

Yapay Zekâ Kontrol Teknolojisi Uygulama Örnekleri

Hızlı çıkarımlar

Mitsubishi Electric yapay zekâ kontrol teknolojisinin yüksek hızlı çıkarımına bir örnek olarak, şirket robot kollarındaki yükleri tahmin etmek için bir çözüm geliştirdi. Hızlanma ve yavaşlama hızlarını hesaplamak için çeşitli yük parametreleri kullanılır; bunun için yapay zekâ fonksiyonu, robota ilişkin motor akımı, mafsal açısı gibi bilgileri kullanarak yük değerlerinin hızlı bir çıkarımını yapar. Eş zamanlı olarak çıkarım güven düzeyleri hesaplanır. Sonrasında, elde edilen tahmini değerler ve güven aralıklarına göre hızlanma ve yavaşlama değerleri ayarlanır. Bu teknolojinin etkinliğini değerlendirmek için yük çıkarımları kullanıldığında ve kullanılmadığında robot hareketinde hesaplanan farkları karşılaştırmak için bir doğrulama testi gerçekleştirildi.

Değişen koşullara adaptasyon

Mitsubishi Electric yapay zekâ teknolojisinin değişen üretim koşullarına adaptasyon açısından bir uygulama örneği olarak şirket, elektro erozyon makinesini (EDM) otomatik ayarlayan bir çözüm geliştirdi. EDM, iş parçasına doğrulttuğu bir elektrottan çıkan kıvılcımlar ile iş parçasının üzerinde izler oluşturuyor. Ancak üretim sırasında oluşan talaşların elektrotla birlikte dışa atılması gerekiyor ve imalat süreci devam ettikçe talaş miktarı da artıyor. Sonuç olarak talaşların daha sık uzaklaştırılması gerekiyor.

Güvenilirlik

Mitsubishi Electric yapay zekâ kontrol teknolojisinin güvenilirliğine bir örnek olarak, şirket CNC kesim tezgâhları için bir yapay zekâlı hata düzeltme çözümü geliştirdi. Yapay zekâ, dinamik üretim sırasında bile düzeltmeyi sağlamak için sürekli değişen işleme hataları veya kesim tezgâhının mevcut konumuyla komut değeri arasındaki farkı tahmin ediyor. Ayrıca yapay zekânın hata çıkarımlarının güven aralıkları da endekslenerek hata düzeltmenin yalnızca güven aralığı yüksek olduğunda yapılması sağlanıyor.