19.5 C
İstanbul
Cumartesi, Haziran 7, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 161

Akkuyu nükleer santrali projesi alanında bir ilk

Akkuyu projesinin diğer projelere kıyasla çok daha ileride bir proje olduğunu söyleyen Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Mühendisliği Öğretim Üyesi Doç.Dr. Şule Ergün, “Akkuyu projesinin diğer projelere oran ile çok ilerde olmasının nedeni saha lisansı olmasıdır. Sinop’ta saha incelemeleri devam ediyor. Akkuyu ‘nun referans santrali bitti, saha parametreleri yenilendi yani şu anda inşaat lisansı aşamasına gelmiş bir proje. Sinop’ta daha geri olmasına rağmen hızlandırabilir. Çünkü çok tecrübeli ekipleri var. Bitirme tarihinin 2023 olması gerçek dışı bir plan değil. Nükleer konusunda çok hayalperes olmamak, çok dikkatli olmak lazımdır” şeklinde konuştu.

Çok büyük bir pazara sahip olunduğunu belirten Ergün, “Bizden çok daha geri olan Ortadoğu, Asya, Afrika pazarları var. Biz nükleer dönüşümü yapabilirsek oralara açılabiliriz. Türkiye’de nükleer santral projeleri devam ederken yapılması gereken şeyler var. En önemlisi Türk firmaların bu projelerde yer alması ve tedarik zincirinde bulunması. Bunun için farklı bir durum var; hali hazırda nükleere iş yapmış firmalarımız var. Yani nükleer tecrübeleri olan firmalarımız var. Tecrübe farkını kapatacak seviyede olan firmalarımız da var. Yaptığımız çalışmalara göre 30 firmanın 5 tanesi hazır durumda fakat bu oran çok daha yükseğe çıkabilir. Daha çok kömür ve doğalgaz santrallerinde ekipler var. Bu konuda da standartları elde edebilecek firmalarımız var. Dolayısıyla maliyete baktığımızda aslında firmalarımız santral kurmada maliyetin yarısını karşılayacak durumda. Bunun bir kömür santrali yapma projesinden çok aşırı farklı bir şey değil. Firmalarımızın bunu görmesi gerekir” dedi.

Alena Knezova; Rusya’nın alternatifiyiz

Çek Cumhuriyeti ile Türkiye arasında enerji konusunda koordinasyon çalışmalarını sürdüren Alena Knezova, turkiyedeenerji.com ekibine nükleer enerji çalışmaları hakkında açıklamalarda bulundu.

Nükleer enerji konusunda bilgi brikimi üst seviyede olan Çek Cumhuriyeti’nin Türkiye ile ortaklık konusunda yeni bir fırsat olacağını belirten Knezova, “Çek Cumhuriyeti 35 yıllık nükleer enerjiyi kullanıyor ve üniversitede nükleer eğitimler veriyor. Türkiye’nin teknolojik işbirliğine ihtiyacı var. 1800’lerden beri sanayici olan Çek Cumhuriyeti 30 yıldır nükleer sektöründe. Ana hedef Türkiye ile ortak paylaşımla ortak üretim yapabilmek. Rusya’nın yerine Çekler alternatif olabilir. Savunma sanayisinde de ilişkilerimiz başladı. Çek Cumhuriyeti’nde 2 tane nükleer santral var. Şu an Çeklerin en büyük projesi Slovakya ‘da bulunmaktadır. Nükleer santralde bakım da önemli.30 yıldır Çek Cumhuriyeti’ndeki santral faal ve sorunsuz çalışıyor. Türkiye’de bizim bu tecrübemizden yararlanabilir. Çek Cumhuriyeti’nde gerçek ve simulasyon reaktör eğitimleri var. Türkiye’deki bir firma ile görüşmelere başlandı. Nükleer pazarda Türkiye’yi bağımlı hale getirip yedek parça bile vermeyecek firmalar var” diyerek Türkiye’nin partner seçiminde çok dikkat etmesinin gerekli olduğunu vurguladı.

Rusya ile yola devam

Nükleer Sanayi Derneği ile Nükleer Mühendisler Derneği’nin ortaklaşa çalışması ile gerçekleştirilen Uluslararası Nükleer Santraller Zirvesi’nde, sektörün önemli oyuncuları Türkiye’de olmak için birbiriyle yarıştı.

Zirveye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Necati Yamaç’ın yaptığı açıklamalar damgasını vurdu. Akkuyu nükleer santrali projesi iptal edildi mi edilmedi mi? sorularına net bir şekilde cevap verildi.

Rusya ile aramızda yaşanan krizin ardından Akkuyu Nükleer Santrali ile alakalı ilk açıklamayı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Necati Yamaç yaptı.

Akkuyu’da bu yıl içinde sınırlı çalışma izni alınması durumunda, nükleer güvenlikle ilgili olmayan binaların inşaatına başlanacağını belirten Necati Yamaç, Akkuyu’da 2022 yılında ilk ünitenin devreye alınacağını açıkladı.

Akkuyu Projesi anlaşmasının 2010’da imzalandığını anımsatan Yamaç, “Bu yıl içinde sınırlı çalışma izni alınması durumunda, nükleer güvenlikle ilgili olmayan binaların inşaatına başlanacak. Akkuyu’da ilk ünitenin de 2022’de devreye alınacağına inanıyorum. Sinop ile ilgili olarak da zemin etüd ve fizibilite çalışmaları devam ediyor. ÇED ile ilgili data toplama çalışmaları da sürüyor. Sinop Nükleer Santral Projesi kapsamında, hükümetler arası anlaşmaya baktığınızda ise ilk ünitenin 2023’te devreye alınacağını söyleyebilirim” diye konuştu.

Türkiye’nin enerji ithalatı yapan bir ülke olduğuna dikkat çeken Yamaç, doğalgazın yüzde 98’ini, petrolün ise yüzde 92’sini ithal ettiğimizi söyledi. Nükleer santralinin gerekliliğinin bu anlamda büyük ihtiyaç olduğunu belirten Yamaç “Türkiye’de nükleer santraller yapılmasın da nerede yapılsın?” dedi. Dünyada 31 ülkede nükleer santral olduğunu belirten Yamaç şunları söyledi: “Bu ülkelerden 7’si net enerji ihracatçısı. ABD’de 99 santral var, 5 santralin inşaatına da devam ediliyor. Fransa elektriğinin yüzde 77’sini nükleer santrallerden karşılıyor. Tabii bizim karşımıza çıkartılan iki tane örnek var. Almanya ve Japonya. Almanya bugün halen elektriğinin yüzde 15’ini nükleerden karşılamaktadır, kapattıkları ömrü dolan santrallerdir. Japonya ise Fukuşima’dan sonra doğal olarak nükleer santrallerini kapatıp sıkı güvenlik değerlendirmesinden geçirdi. Son dönemde Japonya bile 4 nükleer reaktörü işletmeye aldı.”

Programda konuşma yapan Türkiye’nim 3.Nükleer Santrali’nin yüklenicilerinden The Westinghouse Electric Company (Westinghouse Elektrik Şirketi) Nükleer Başkan Yardımcısı jeff Benjamin, Türkiye’nin nükleer çalışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Benjamin, Türkiye’nin enerji talebinin artmaya başladığını bu anlamda nükleer enerjinin önem kazandığını söyledi. Türkiye’deki enerji bağımsızlığı çalışmalarını takdir ettiklerini söyleyen Benjamin, hükümetin yerli enerji için çalışmalarını olumlu bulduklarını kaydetti.

Engie, Sinop Nükleer Santral Projesi Ekip Lideri Heiiki Pudas ise Türkiye’nin enerji stratejisini ve ekonomisini geliştirmek istediğinin farkında olduklarını belirterek, “Türkiye’nin daha fazla söz sahibi olmak istediğini biliyoruz. Sinop’ta kurmayı planladığımız tesis, ekonomik olarak ülkeye faydalı olmasının yanı sıra tedarik zinciri ve istihdam konusunda da tüm Türkiye’ye katkı sağlayacaktır” ifadesini kullandı.

Türkiye’de doğalgaz bulundu

Türkiye’de doğalgaz konusunda faaliyet gösteren bir firma Sakarya’da yaptığı sondaj çalışmaları sonucunda 500 metre derinlikte doğalgaz buldu.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nden izin alarak Sakarya’da sondaj yapan firma Söğütlü, Serdivan ve Ferizli ilçelerinde doğalgaz bulmasının ardından valiliğe bilgi verdi.

Sakarya valiliği doğalgaz bulunduğunu doğrularken, kuyuların tehlike arz etmemesi için önlem olarak kapatıldığı açıklaması yapıldı.

Doğalgaz rezervi beklenilen düzeyde tespit edilirse ülkemiz ekonomisine ciddi katkı sağlayacağı belirtiliyor.

 

Uluslararası boyutta çevre

Günümüzde, “sürdürülebilir kalkınma” ile ekonomik ve sosyal gelişme kaydedilirken, doğal kaynakların korunması ve çevre üzerinde oluşan insan baskısının azaltılması hedeflenmektedir. Bu bağlamda çevre konusunu uluslararası boyutta www.türkiyedeenerji.com olarak siz okurlarımıza sunuyoruz.

Küresel etkiler yaratabilen çevre sorunları, karmaşık bir nitelik göstermekte ve çoğunlukla sosyo-ekonomik konularla bağlantılı olarak karşımıza çıkmaktadır. Hava ve su kirliliği, katı ve tehlikeli atık üretimi, toprak bozulması, ormansızlaşma, iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik kaybı gibi çevre sorunları siyasi sınırlar tanımamakta ve insanların güvenliği,    sağlığı ve üretkenliği, canlı türleri ve gıda güvenliği üzerinde ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.    İnsanların geleceğini yakından ilgilendiren bu tehdit nedeniyle çevre sorunlarının üzerine gidilmesi büyük önem arz etmektedir.

Çevrenin korunması yolundaki gayretlerin önemli bir boyutu da kamu bilinci ve katılımının arttırılmasıdır. Sorunların çözümü ancak kamu sektörü, özel sektör, hükümet dışı kuruluşlar ile sivil toplumun diğer öğeleri arasında oluşturulacak işbirliği sonucunda mümkün olabilecektir.

Yaşadığımız dünyayı tehdit eden küresel çevre sorunlarının çözümü, ulusal çabayı olduğu kadar, ikili, bölgesel ve çok-taraflı düzeyde uluslararası işbirliğini ve aktif katılımını gerekli kılmaktadır.

Bu hususların bilincinde olan Birleşmiş Milletler (BM), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve uluslararası finans kuruluşları, sorunlara çözüm bulunabilmesini teminen çok-taraflı işbirliği yollarını geliştirmeye yönelik girişimleri teşvik etmekte ve bu çalışmalar arasında eşgüdümü sağlamak çabasındadır.    1972 yılında yapılan BM İnsan Çevre Konferansı’nın (Stockholm Konferansı) bir sonucu olarak oluşturulan Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) çevre sorunlarının çözümüne yönelik faaliyetlerin eşgüdümü için çalışmaktadır.

Türkiye, karmaşık bir nitelik gösteren ve çoğunlukla sosyo-ekonomik konularla bağlantılı olarak karşımıza çıkan çevre sorunlarının çözümü için yapılan uluslararası işbirliğinde aktif rol oynamaktadır. Ülkemiz, çevre sorunlarının çözümüne katkı amacıyla, ulusal çıkarlarını ve sosyo-ekonomik konumunu ve kalkınma önceliklerini gözönünde bulundurmak suretiyle,    gerek BM düzeyinde, gerek bölgesel düzeyde pek çok uluslararası çevre sözleşmesine taraf olmuştur.

Sürdürülebilir Kalkınma:   

5 – 16 Haziran 1972 tarihlerinde Stockholm’de gerçekleştirilen “Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı”nda    (Stockholm Konferansı), sosyo-ekonomik yapıları ve gelişme düzeyleri farklı olan birçok ülke, “çevre” konusunda ilk defa bir araya gelmiştir.    Konferans sonunda,    “Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Bildirisi”    kabul edilmiştir.

“Sürdürülebilir kalkınma” kavramı ise ilk kez, 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nca hazırlanan Brundtland Raporu’nda “Bugünün gereksinimlerini, gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama yeteneğinden ödün vermeden karşılayan kalkınma”    olarak tanımlanmıştır.

Brundtland Raporu, genel olarak, yoksulluğun ortadan kaldırılmasını, doğal kaynaklardan elde edilen yararın dağılımında eşitliğin sağlanmasını, nüfus kontrolünü ve çevre dostu teknolojilerin geliştirilmesini sürdürülebilir kalkınma ilkesi ile doğrudan ilişkilendirmektedir. Bu bağlamda, Bruntland raporunda, ekonomik büyümenin çevre dostu bir bakış açısı ile gerçekleştirilebileceği varsayımından yola çıkılarak, dünyadaki çevre sorunlarının üstesinden gelebilmek ve yoksulluğu önlemek için, gelişmekte olan ülkelerin önemli rol oynayacağı anlayışıyla,    yeniden yapılanmayı sağlayacak uzun dönemli bir büyüme çağına girilmesi gerektiği öne sürülmüştür.

3-14 Haziran 1992 tarihlerinde Rio de Janerio’da yapılan “Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı” (Rio Konferansı), ulusların, çevreye duyarlı yönetim sağlamalarına yönelik bir dizi ilkenin benimsenmesi açısından önemli bir adım olmuştur.    Bu çerçevede başta bir eylem planı olan Gündem 21’in yanı sıra Rio Bildirisi ile Orman Prensipleri kabul edilmiştir. Ayrıca, Konferans sırasında, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ile Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi imzaya açılmıştır. Rio Konferansı’nda alınan kararlar doğrultusunda hazırlanan Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi de 1994 yılında imzaya açılmıştır.

“Kalkınma” için evrensel bir çerçeve ortaya koyan,    BM Binyıl Zirvesi’nde hükümetler tarafından 2000 yılında kabul edilen Binyıl Bildirisi ve Binyıl Kalkınma Hedefleri, ortak geleceğimiz için gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerle birlikte işbirliği içinde çalışmasını sağlayan bir araç olarak kabul edilmektedir. “Binyıl Kalkınma Hedefleri”    çerçevesinde yer alan sekiz hedefin 2015 yılına kadar yerine getirilmesi öngörülmektedir.    Binyıl Kalkınma Hedefleri, aşırı yoksulluk ve açlıkla mücadele, cinsiyetler arası eşitliğin teşvik edilmesi, çocuk ölümlerinin azaltılması gibi konuların yanı sıra çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması konusunu da içermektedir. Çevresel sürdürülebilirlik konusundaki hedef “ülkelerin politikalarına sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin yerleştirilmesi ve doğal kaynaklarda yaşanan kayıpların tersine çevrilmesi” olarak belirlenmiştir.

Rio Konferansı’nda ortaya çıkan sonuçların takibi ve ülkelerin ve ilgili paydaşların Binyıl Kalkınma Hedeflerine ulaşma çabalarının uyumlu hale getirilebilmesi için 26 Ağustos-4 Eylül 2002 tarihleri arasında Johannesburg’da “Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi” gerçekleştirilmiştir. Zirve sonunda iki temel belge ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri Uygulama Planı,    diğeri ise siyasi iradenin yansıtıldığı Siyasi Bildiri’dir.

Uygulama Planı yoksullukla mücadele, sürdürülebilir olmayan tüketim ve üretim kalıplarının değiştirilmesi, ekonomik ve sosyal kalkınmanın doğal kaynak temelinin korunması ve yönetilmesi, sağlık konularını kapsamaktadır. Plan’da öngörülen hedeflerin bazıları aşağıda sıralanmıştır:

– Dünyada günlük geliri 1 dolardan daha az olan ve açlık çeken insan sayısının 2015 yılına kadar yarı yarıya azaltılması;    temiz içme suyu imkanlarından mahrum insan sayısının da aynı tarihe kadar yarı yarıya azaltılması,

– Kız-erkek bütün çocukların her yerde ilkokul eğitimini tam olarak tamamlamalarının sağlanması, sürdürülebilir nitelikteki üretim ve tüketim kalıplarının yerleştirilmesine yönelik politika ve önlemlerin benimsenip yaşama geçirilmesi,

– Daha temiz üretime ve eko-verimliliğe yönelik yatırımların bütün ülkelerde artırılması,

– Bütün ülkelerde, daha temiz ve ekolojik açıdan verimli üretim biçimlerine yönelik yatırımlar ve teşvikler sağlanması,

–  İleri, daha etkin, maliyet açısından makul ve maliyet etkin teknolojilerin geliştirilmesi,    bu arada hidrolik enerji dahil fosil yakıt ve yenilenebilir enerji teknolojilerinin devreye sokulması yoluyla enerjinin çeşitlendirilmesi,

– Temiz içme suyu ve uygun sanitasyon imkanlarından yoksun insan oranının 2015 yılına kadar yarı yarıya azaltılması,

–  Biyolojik çeşitliliğin yok olma hızında önemli bir azalma sağlanması.

Bu çerçevede, bu çabaların bir devamı olarak Brezilya Başkanı Lula de Silva 2007 yılında BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada, dünyanın sürdürülebilir kalkınma konusunda karşı karşıya kaldığı konuları tartışmak üzere Rio Konferansı’nın 20. Yıldönümünde Rio’da bir    “Yeryüzü Zirvesi” yapılmasını önermiştir. 24 Aralık 2009’da BM Genel Kurulu 2012 yılında bir Rio+20 Yeryüzü Zirvesi gerçekleştirmesini kararlaştırmıştır.

Söz konusu kararda, Haziran 2012’de gerçekleştirilecek BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nın odaklanacağı dört alan;

            1)    Taahhütlerin gözden geçirilmesi,

            2)    Ortaya çıkan yeni sorunlar,

            3)  Yoksullukla mücadele ve sürdürülebilir kalkınma bağlamında “Yeşil Ekonomi”  ve

            4)    Sürdürülebilir kalkınma için kurumsal çerçeve

olarak belirlenmiştir.

Türkiye’nin su politikası

Su konusu son yıllarda uluslararası gündemin üst sıralarında yer almaya başlamıştır. www.türkiyedeenerji.com olarak su politikamızı siz okurlarımız için paylaşıyoruz. Suyun dünya kamuoyunun ilgisini giderek artan bir biçimde çekmesinin başlıca nedenleri arasında nüfus artışı, hızlı şehirleşme ve sanayileşmenin yol açtığı su ihtiyacı ve iklim değişikliği yer almaktadır. Su sıkıntısının gelecek 20-25 yıl içerisinde Orta Doğu dâhil bazı bölgelerde su krizine dönüşmesi ihtimali mevcuttur. Bu nedenle, ikamesi mümkün olmayan bu doğal kaynağın, 21. yüzyılın stratejik kaynaklarından biri olacağı genel kabul görmektedir.

Su kaynakları politikamız, suyun ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınması, su ve gıda güvenliği açısından önceliklerimiz, AB ile tam üyelik müzakereleri, bölgesel gelişmeler göz önünde bulundurularak oluşturulmakta ve değişen koşullara göre gözden geçirilmektedir. Türkiye, sınıraşan suları kıyıdaş ülkeler arasında anlaşmazlıktan ziyade, bir işbirliği unsuru olarak görmektedir. Ülkemiz sınır aşan sularla ilgili meselelere kıyıdaş ülkeler arasında çözüm aranması gerektiğini savunmaktadır.
Yarı kurak iklim kuşağında bulunan Türkiye, sanılanın aksine su zengini bir ülke değildir. Bu durum, kısıtlı su kaynaklarımızın verimli kullanımını ve entegre yönetimini gerekli kılmaktadır. Türkiye’nin yenilenebilir, ucuz ve çevre dostu olan hidroenerji potansiyelinden ve su kaynaklarının sağladığı diğer ekonomik ve sosyal faydalardan verimli ve sürdürülebilir biçimde yararlanması amacıyla gerekli projeler hayata geçirilmektedir. Bu çerçevede, başta GAP Bölgesi olmak üzere ülkemizdeki baraj, hidroelektrik santrali ve sulama projelerini bir an önce gerçekleştirmesine ilişkin çalışmalar sürdürülmektedir.

Su konusunda bugüne kadar kabul edilen uluslararası sözleşmeler yukarı ve aşağı kıyıdaş ülkelerin hak ve çıkarlarını dengeli bir şekilde ele almamaktadır.

Tek bir nehir halinde denize dökülen Fırat ve Dicle Nehirlerinin tek bir havza oluşturduğu genel kabul görmektedir. İki nehir tek havza ilkesi Türkiye için vazgeçilmez bir koşuldur. Bu kapsamda iki nehrin toplam su potansiyelinin, suyun verimli şekilde kullanılması ve yeni sulama teknolojileri sayesinde elde edilen faydanın azami seviyeye çıkarılması kaydıyla, kıyıdaş üç ülkenin ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli olduğu düşünülmektedir. Bu çerçevede Türkiye, suların hakça, akılcı ve optimum kullanımını, suyun yararlarının paylaşılmasını ve diğer kıyıdaş ülkelere “ciddi zarar” verilmemesini savunmakta olup, Dicle ve Fırat suları konusunun tüm boyutlarıyla ve bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini değerlendirmektedir.

Isı tasarrufu önemlidir

Enerji ve Isı Tasarrufu Derneği (ETADER), Yapısal Reform Eylem Planı’nda yer alan Enerji Verimliliğinin Geliştirilmesi Programı’na destek veriyor ve ısı tasarrufunun da enerji verimliliği konusunun dışında düşünülemeyeceğini belirtiyor.

Geçtiğimiz günlerde Başbakan Sn. Ahmet Davutoğlu tarafından açıklanan 25 maddelik Yapısal Reform Eylem Planı’nın ekonomiye ilişkin ilk 9 maddesi arasında yer alan “Enerji Verimliliğinin Geliştirilmesi Programı”, Enerji ve Isı Tasarrufu Derneği (ETADER) tarafından heyecanla karşılanmıştır. Sn. Davutoğlu’nun bu eylem planı çerçevesinde açıkladığı “Enerji Verimliliği” alanındaki yatırımların destekleneceği açıklaması, Türkiye’nin kanayan yaralarından biri olan enerji ve ısı tasarrufu alanında devlet nezdinde atılmış önemli bir adım olarak görülmektedir.

Tüm dünyada kısıtlı olan enerji kaynaklarının ihtiyaca cevap verememesi nedeniyle ülkeler, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmektedirler. Ancak hem klasik enerji kaynakları hem de yeni teknolojilerle geliştirilen enerji kaynakları için enerji tasarrufu büyük önem taşımaktadır.

Araştırmalara göre, Türkiye’nin enerji yoğunluğu OECD ülkeleri ortalamasının iki katı. Yani bir dolarlık mal veya hizmet üretmek için Türkiye’de OECD ülkelerinde kullanılan enerji miktarının iki katı enerji kullanılıyor.

Tekrar belirtelim ki ETADER olarak, atılan bu adımları büyük bir heyecanla karşılıyor ve önemsiyoruz.

Buna karşın, ısı tasarrufu alanında atılması gereken adımların da ”Enerji Verimliliği” programının olmazsa olmaz bir ana başlığı olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’nin bir başka kanayan yarası olan ısı tasarrufu da kamuoyunun gündemine, yine kamu yararına taşınmalıdır.

Türkiye’de harcanan enerjinin yüzde 40’ı konutlarda tüketiliyor. Konutlarda tüketilen enerjinin yüzde 80’i ise ısınma amaçlı kullanılıyor. Dolayısıyla evlerdeki ısı kayıplarının engellenmesi ile önemli oranda enerji ve yakıt tasarrufu sağlanacaktır. Böylece evlerdeki ısı tasarrufu ile hem aile bütçesi hem  devlet bütçesi kazanmış olacak.

TASARRUF DOSTU ISINMA YÖNTEMİ TEŞVİK EDİLMELİ

ETADER Yönetim Kurulu Başkanı Zafer Yavuztürk konuya ilişkin yaptığı açıklamada şunları söyledi; “Enerji Verimliliğinin Geliştirilmesi Programı Eylem Planı’na ısınma ile ilgili de enerji tasarrufu yapılabilecek konuların eklenmesinin yararlı olacağını düşünüyoruz. Isı tasarrufunun da programa dahil edilmesi devlet ekonomisine büyük katkı sağlayacaktır.  Konutlarda diğer ısınma yöntemlerine göre daha tasarruflu ve daha temiz doğalgazlı sistemler desteklenmelidir. Türkiye’de ısı tasarrufu bilincinin artırılması konusunda önemli çalışmalara imza atan ETADER olarak, ısı pay ölçer kullanımının, doğru ve çağdaş izolasyon yöntemleri ve tüketici bilincini artırmasıyla Türkiye’deki ısı tasarrufunun da dünya standartlarına taşınacağına inanıyoruz.”

Türk mühendislerimiz çok titiz çalışıyor

Savunma sanayi firmaları ile anlaştıklarını belirten Teknokent Genel Müdürü Abdurrahman Güngör, “Savunma firmalarımız ciddi bir şekilde projelerini hayata geçirmektedir. Savunma ve sanayi firmalarımızın yanında ilaç firmalarının da tesisler kurdular. Ülkemiz ekonomisinin olumlu gelişimi noktasında çok güzel yatırımlar gerçekleşti. 110 bin m2 kapalı alanla en büyük alana sahiptir. Savunma sanayi firmalarına özel odalar, bilgi hırsızlığını engelleyen sağır odaları verdik. Özel kimlikli insanlar sadece girebiliyor. Milli savunma bakanlığının özel belgelerinin korunduğu özel alanlarda yüksek güvenlikli alanlar olarak sağlandı. 350 firmamız oldu. Özel alanlarımızı çok uygun bedellerle kiralama usulüyle çözüm ortaklarımızın hizmetine sunuyoruz” diyerek açıklamalarda bulundu.

Hacettepe Üniversitesi’nde tamamen Türk mühendisler tarafından tasarlanmış EVT S1 için öğretim üyelerinin çok titiz bir şekilde çalıştıklarının altını çizen Teknokent Genel Müdürü Abdurrahman Güngör, “Seri üretime geçtiğimiz zaman motorundan, gövdesine, elektrik aksamından aksesuar dahil %100 yerli olarak üretimi gerçekleştirebilecek imkanları sağladık. Elektrikli otomobil’e ek olarak radara yakalanmayan boyayı da ürettik. F-16 ve Atak helikopterde kullanılıyor. En son deniz altını boyadık” diyerek teknolojik olarak yapılanların ülkemiz için çok önemli projeler olduğunu söyledi.

Hayaller %100 yerli elektrikli otomobile dönüştü

Hacettepe Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan ekip tarafından tamamen %100 yerli olarak üretilen Türkiye’nin ilk elektrikli otomobili ‘EVT S1’i Ogün gazetesi olarak inceledik. Hacettepe Üniversitesi’nin sır gibi sakladığı, üretim aşamasında olan EVT S2’i ise ilk kez görüntülemeyi ve inceleme fırsatını yakaladık.

EVT S1 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın boy ve kilosu baz alınarak projeye başlanmış. Spor görünümü ve deneme sürüşlerindeki performansı ile göz dolduran EVT S1’e şimdiye kadar yapılan elektrikli otomobiller arasında seri üretime en uygun araç gözüyle bakılıyor. 3 yıllık büyük bir çalışmanın eseri olan otomobil satışa sunulduğunda tüketiciye tahmin edemeyeceği bir tasarruf sağlayacak. EVT S1 90km/saat sabit hızda 100km’de sadece 10 kwsaat enerjiye ihtiyaç duyuyor. Böylece şarj verimi de hesaba katıldığında, standart elektrik tarifesi (31krş/kwsaat) ile km’de tüketim yaklaşık olarak 4 kuruş oluyor.

TÜRK MÜHENDİSLER DÜNYA STANDARTLARINDA %100 YERLİ ELEKTRİKLİ TÜRK OTOMOBİLİNİ TASARLADI

Hacettepe Üniversitesi’nde tamamen Türk mühendisler tarafından dünya standartlarına uygun şekilde tasarlanmış ve üretilmiş spor bir otomobil olduğunu belirten EVT S1 Proje Lideri Doç. Dr. Engin Tanık, “Bu prototip üç buçuk yılda yoğun bir çalışma sonucu ortaya çıkmıştır. Aracın fotoğrafları ve videoları hem sosyal medyada hem de basında yer aldıktan sonra inanılmaz bir beğeni toplamıştır. Yurt içi ve yurt dışından aracın üretilmesi için çok sayıda talep gelmektedir. Tamamen üretime uygun ciddi bir mühendislik çalışmasıyla yapılmış aracımızın Türkiye’de şimdiye kadar yapılmış seri üretime en hazır durumdaki yerli otomobil olduğuna inancımız tamdır. Aracımız bugün üretime geçmiş olsa fiyatı 150 bin TL civarında olur. Dünyada benzerleriyle kıyaslandığında kompozit gövdeli, alüminyum şasili ve %100 elektrikli spor bir otomobil için bu fiyatın makul olduğu görülecektir. Tabii ki bunda aracın yerli tasarım ve üretim potansiyeli başroldedir.

Bir otomobilde en önemli unsurlardan biri şasidir; burada bir binanın temeli ile benzerlik kurabiliriz. Sağlam ve güvenilir bir şasi tasarlayıp üretmedikçe otomobil yaptık demek yanlış olur. Ülkemizde daha önce kapsamlı bir mühendislik içeren yerli tasarım otomobil şasisi yapılmamıştır. Bu ilk defa EVT Motor A.Ş bünyesinde gerçekleştirilmiştir. Şasi tasarımı çarpışma simülasyonları yapılarak optimize edilmiştir. Dolayısıyla aracımız kaza anında oldukça güvenlidir” diyerek açıklamalarda bulundu.

EVT S1 TAMAMEN ORJİNAL GÖVDE TASARIMINA SAHİP

Bir otomobilin markalaşmasında şasinin önemine değinen Doç. Dr. Engin Tanık, “Aracın orijinal bir gövde tasarımına sahip olması da çok önemlidir. EVT S1’in tamamen orijinal olan gövde tasarımı kendi bünyemizde yapılmıştır. Toplam 24 adet kalıpla gövde ve iç aksam üretilmiştir. Hem aerodinamik hem de işlevsel olan gövde tasarımımız çok beğeni toplamaktadır.

EVT S1 safkan bir spor otomobil olmasına rağmen tamamen kendi tasarımımız olan süspansiyon sistemi Türkiye’nin yer yer engebeli yollarına uygun olarak yüksek mukavemetlidir. Ayrıca aracın yerden yüksekliği binek otomobillere yakındır. Böylelikle araç bozuk zeminde dahi güvenle kullanılabilir” dedi.

Tanık, “EVT S1 sahip olduğu 35 kilovatsaatlik batarya paketiyle 90km/saat hızda 300 km menzile ulaşabilmektedir. Aracın maksimum hızı bataryaları korumak için tarafımızca 180 km/saat’e limitlenmiştir. 0-100 km/saat hızlanmasını sadece 7,5 saniyede tamamlanmaktadır. Bu veriler hâlihazırdaki elektrikli otomobillere göre oldukça başarılıdır. Bunda EVT S1’in ciddi bir mühendislik çalışması sonucu ağırlığının sadece 1050 kg olması (batarya dâhil) ve aerodinamik gövdesi başroldedir. Şarj için farklı alternatifler mevcut olmakla birlikte kuşkusuz en kullanılışlı olanı, araç sahibinin aracını şarj istasyonu olsun ya da olmasın gittiği her yerde şarj edebilmesidir. Bu sebeple araç üzerinde herhangi bir elektrik prizine bağlanabilecek araç üstü şarj cihazı olması gerekmektedir. EVT S1 ev tipi prizlerde şarj edilebilmektedir. Bataryalar tamamen boşken şarj süresi 10 saattir. Hızlı şarj istasyonlarında, istasyon tipine göre değişmekle birlikte bu süre çok daha düşüktür (yaklaşık 30-60 dakika). Yüksek performansının yanı sıra ekonomik karakteriyle de ön plana çıkan EVT S1 100 km’de ortalama 4,5 TL değerinde elektrik tüketmektedir. Akıllı sayaç uygulaması bulunan mekânlarda şarj edilmesi durumunda bu değer 1,5TL’ye kadar düşebilir” diyerek otomobilin tasarrufunun en üst seviyede olmasının en büyük özelliklerinden olduğunu söyledi.

İç mekanı hakkında açıklamalarda bulunan Tanık, “EVT S1’in iç mekânı diğer prestijli spor otomobillerde olduğu gibi tamamen deri kaplıdır ve bazı farklı özelliklere sahiptir. Örneğin yan camlar, ön ve arka kaput açma, ayna kumandaları gibi temel kontroller orta konsoldaki dokunmatik ekrandan yapılabilmektedir. Araç bu dijital platformla günümüzün en modern otomobilleriyle boy ölçüşecek konumdadır” dedi.

50 BİN LİRAYA ELEKTRİKLİ HALK OTOMOBİLİ İÇİN HAZIRIZ

Elektrikli halk otomobili için çalışmalarının tamamlandığını da belirten Tanık, “Günümüzün şartlarında diğer ülkeler ve markalarla içten yanmalı motora sahip otomobil üreterek rekabet edemeyiz. Ancak elektrikli otomobiller konusu çok yeni olduğu için dünya devi markalar bile şu anda bocalama içerisindeler. Araştırmalarımız sonucu şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, EVT S1 henüz prototip bir otomobil olmasına rağmen dünya devi markaların yaptığı elektrikli otomobillerin bazılarından pek çok anlamda daha başarılıdır. Dolayısıyla Türkiye’de yerli otomobil üretilmek ve satılmak isteniyorsa bunun elektrikli olması doğru tercihtir.

Bizim bu işe spor otomobil ile başlamamızın bazı sebepleri bulunmaktadır. Birincisi, bir halk otomobilinin düşük satış fiyatına sahip olması gerekliliğidir. Bu da kendi bünyenizde çok daha fazla parça üretip araç maliyetini minimum seviyede tutarak gerçekleşir. Sadece 12 kişilik ekip ve küçük bir bütçeyle bunu yapmamız imkânsızdı. Ayrıca bir spor otomobil performansıyla ve görünümüyle bir markaya saygınlık getirir. EVT S1 ile de bunu sağladığımızı düşünüyoruz.

Şu an bizim amacımız sağlanacak bir maddi destekle ekibimizi genişletip EVT S1’in seri üretimine başlamak ve elde ettiğimiz birikimle de bir halk otomobili üretmektir. Bu amaç doğrultusunda fiyatı 50 bin TL’yi geçmeyecek, ekonomik ve küçük bir elektrikli otomobilin ön çalışmasını yapmaya başladık” diyerek konuştu.

DEVLET DESTEĞİ ŞART

Projenin başarılı bir şekilde hayata geçirildiğini üretim için desteğe ihtiyaçlarının olduğunu söyleyen Tanık, “Oldukça tecrübe kazanan ekibimiz pek çok insanın hayali olan yerli halk otomobilinin de prototipini iki yıl gibi kısa sürede üretecek durumda ve hevestedir. Ancak otomotiv kısa vade düşünülmemesi gereken bir sektördür. Daha açık bir şekilde, kısa vadede kâr ettirmeyen bir alan olduğu için şu an özel sektörden destek beklemek hayalcilik olur. Eğer Türkiye’de yerli otomobil üretilmesi isteniyorsa bunun devlet destekli olacağı aşikârdır. Ayrıca spor bir otomobilin üretimi için tesis yatırımı nispeten düşüktür ve ülkemizde otomobil üretimine bu şekilde başlanması gereğine inancımız tamdır. Şunu da unutmamak gerekiyor ki, otomotiv devi olan ülkeler birçok ünlü markasını devlet desteğiyle kurduğu gibi yeri geldiğinde bu firmaları iflas durumundan da kurtarmıştır” diyerek sözlerini tamamladı.

Görücüye çıkmak için gün sayan Türkiye’nin ilk elektrikli otomobili EVT S1’in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a katolog halinde sunulduğu ve tanıtımını da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapacağı öğrenildi.

 

Hacettepe Üniversitesi gelişime öncelik veriyor

Hacettepe Teknokent’in ana kurucu ortağı olan Hacettepe Üniversitesi eğitim ve öğretime, 1963-1967 yılları arasında gerçekleştirilen Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi ile başlamıştır. Hacettepe Üniversitesi bugün 13 fakülteye ait 97 bölüm/ana bilim dalı, 13 Enstitü,  2 yüksekokul, 6 meslek yüksekokulu ve Devlet Konservatuarı’nın yanı sıra Erişkin Hastanesi, İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi ve Onkoloji Hastanesi olmak üzere üç ayrı hastanesi ile hizmet vermektedir.

3.500 akademik personelin görev yaptığı ve 30.000 civarında öğrencinin öğrenim gördüğü Hacettepe Üniversitesi, ülkemizin sayılı ve önde gelen üniversitelerinden biridir.

Hacettepe Üniversitesi’nin Sıhhiye Yerleşkesi ve Beytepe Yerleşkesi’nde “Mükemmeliyet Düzeyi”nde akredite edilmiş laboratuarlarından Hacettepe Teknokent’te araştırma-geliştirme yapan ve yazılım geliştiren firmalar da yararlanabilmektedir.

4691 sayılı “Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu” gereğince, Hacettepe Teknokent’i yönetmek ve işletmek üzere kurulan Hacettepe Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi Yönetici Şirketi,  (Hacettepe Teknokent A.Ş.) 17 Mart 2003 tarihinde tescil edilmiş; 20 Mart 2003 tarihli ve 5760 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan edilerek faaliyete başlamıştır.

Hacettepe Teknokent’e bağlı olarak kuruluşu yapılan Hacettepe- Polatlı Teknokenti, Bakanlar Kurulu’nun 2008/13348 sayılı kararıyla Ankara’nın Polatlı İlçesi Karaboğaz mevkii mücavir alanı içerisindeki İğciler Köyü arazisinde 703.391 m²’lik açık alanda kurulmuş ve 20.03.2008 tarih ve 26822 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak ilan edilmiştir.

Hacettepe Teknokent’in Şubesi olarak kurulan Hacettepe-İvedik OSB Teknokenti, Hacettepe Üniversitesi Teknokent A.Ş. ile İvedik Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü arasında 27.08.2009 tarihinde imzalanan işbirliği sözleşmesi uyarınca 47.193 m²’lik açık alan üzerinde kurulu bulunan ve üç ayrı konferans ve toplantı salonu ile diğer sosyal alanlar dahil 16.461 m²’lik kapalı alana sahip bina, 49 yıllığına Hacettepe Teknokent A.Ş’ne devredilmiştir. Hacettepe-İvedik OSB Teknokenti’nin kuruluşu için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na yapılan başvuru,  Değerlendirme Komisyonu’nun 28.07.2010 tarih 4803 sayılı yazısı üzerine, 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanununun 4 üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 12/8/2010 tarihinde kuruluşu uygun bulunmuş olup, 01.10.2010 tarih ve 27716 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak tescil ve ilanı yapılmıştır.

Hacettepe Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi dört ayrı açık alandan oluşmaktadır.

Hacettepe Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi’nin 1 nolu alanı Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Beytepe Yerleşkesi’nin güneyinde, üniversitenin eğitim-araştırma kompleksi içinde 928.585 m²’dir.

2 nolu alanı Hacettepe Üniversitesi Beytepe Yerleşkesi’nin batı-kuzeybatısında konut alanlarına komşu 1.077.448 m² olmak üzere Beytepe Yerleşkesi’ndeki toplam alan 2.006.033 m²’dir.

Hacettepe Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi’nin 3. alanı Hacettepe-Polatlı Teknokenti, 703.391 m²’dir.

Hacettepe Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi’nin 4. alanı olan Hacettepe-İvedik OSB Teknokenti Şubesinin tescil ve ilanıyla birlikte toplam açık alanı 2.756.617 m²’ye ulaşmış olup, Türkiye’nin en büyük arazisine sahip Teknokentlerinden birisidir.

Türk otomobili ‘EVT’ Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ile başladı

Hacettepe teknokent’in  Türkiye’nin en eski teknokentlerden birisi olduğunu belirten Hacettepe İleri Teknolojiler ve İnovatif Yatırımlar Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Tuncay Delibaşı, “2003 yılından bu yana teknokentimiz hizmet vermektedir. Teknokent konseptinde hedeflenen avantajlar bulunmaktadır. Kısaca teknoloji geliştirme bölgeleri diyoruz. Bunun özel bir kanunu da bulunmaktadır. Bu bölgelere bir takım avantajlar sağlanmıştır. Vergi avantajı bunlardan en önemlisidir.

DÖRT YIL ÖNCE AR-GE VE İNOVASYONİÇİN SEFERBERLİK BAŞLATTIK

Dört yıl önce rektörümüz Prof. Dr. Abdullah Murat Tuncer göreve geldikten sonra ar-ge ve inovasyona özel öncelik verilmiştir. Yani kısaca bir atılım başlatılmıştır diyebiliriz. Hedefimiz öncelikle ar-ge çalışmalarının yapılarak bir köşede bırakılması değildir. Geçmişte maalesef argeler ürüne dönüştürülmeden bir kenarda bilinçli olarak bekletilmiştir. Öncelikli olarak bu argeleri nasıl ürüne dönüştürebilirizi masaya yatırdık. Makine, elektrik, tıp gibi hemen hemen tüm alanlarda kuvvetli olduğumuz yönlerimizi tespit ettik.

Mesela bir kimyacı hocamız uçak boyası üretiyordu. Bu hocamızı ve diğer ürün ortaya çıkarabilecek tüm hocalarımızı tespit ettik. Arge çok para isteyen bir bölümdür. Bu nedenle boşa harcama yapmamak adına profesyonel ekipler oluşturduk. Bu ekipler TÜBİTAK gibi kurumlara ciddi projeler üretmeye de başladılar.

TÜRKİYE’NİN İLK ELEKTRİKLİ %100 YERLİ OTOMOBİLİNİ ÖĞRETİM ÜYESİ ARKADAŞLARIMIZ BAŞARDI

Bunlardan bir tanesi ülkemiz için çok önemli olan Türkiye’nin ilk elektrikli otomobil projesi idi. Elektrikli otomobilimiz dünya ile eşdeğer şekilde olmak adına tercih edilmiştir. Hem elektrikli olsun, hem de Türkiyenin ilk otomobili olsun diyerek yola çıktık. Bu yola çıkarken Sayın Cumhurbaşkanımızın başbakan olduğu zamandaki hassasiyeti ve söylemlerinin etkisinin büyük olduğunu da belirtmek isterim. Hocalarımıza elektrikli otomobil hem ekonomik hem de seri olsun diyerek her zaman yanlarında olduğumuzu belirttik. Dünyanın en hafif aracını başarı ile yıllar ince yapan ekibimiz bu projeye başladı. EVT motor olarak kuruluşumuz da gerçekleştirildi.

SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZIN BOY VE KİLOSU İLE YOLA ÇIKILARAK TÜRK OTOMOBİLİ ‘EVT’ YAPILDI

Bir aracın imal edilmesi için öncelikle bir boy ve kilo ağırlık noktasından yola çıkılması gerekli olduğunu bilerek aklımıza Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan geldi. Telefonla danışmanlarından boy ve kilosunu alarak ‘evt’ otomobil aracı projesinin startını vermiş olduk. Yani her şey Sayın Cumhurbaşkanımızın boy ve kilosuyla başladı diyebiliriz.

Bu proje için bir teklif geldi. Bu otomobili beraber yapalım ve seri üretime geçelim denildi. Lakin şaşi olarak Isuzu şaşisi ile yola devam etme önerileri nedeniyle biz bu teklifi geri çevirdik. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanımızın %100 yerli bir otomobil istiyoruz sözüne ters bir teklifi kabul edemezdik. Biz bu aracın şasisini de yerli olarak yaptık. Bu vesileyle bizim aracımızın temeli yani şasisi sağlamdır.

Tüm araçlar ilk etapta spor olarak tasarlanır sonra normal ve ticari olarak geliştirilir. Bizde aynen bu şekilde çalışmalarımızı tamamladık. Tek bataryamız yabancı idi. Onu da Yiğit akü yaptı. Bu sebeple % 100 yerli otomobil üretebiliyoruz diyebiliyoruz. Seri üretimde istenirse yabancı parçalar kullanılabilir.

Bu otomobil bizim çıraklık projemizdir. Şimdi kalfalık ve ustalık projelerimiz üzerinde çalışıyoruz. Makam otomobilleri ve ticari araçlar için çalışmalarımıza başladık. Makam otomobilleri kalfalık, halka yönelik binek ve ticari araçlarımızda ustalık projelerimiz olacak.

KAMU KURUMLARININ MAKAM ARAÇLARINI ÜRETEBİLECEK GÜÇTEYİZ

Makam araçları ile kamuyu ekonomik olarak büyük masraftan kurtaracağız. Şık makam otomobil çizimlerimiz tamamdır. Ardından emniyet için seri polis arabalarımız içinde çalışmaya başlayacağız. Ustalık dönemimizde ise halkımıza yönelik binek ve ticari araçlar imal edeceğiz.

Ekibin moralinin çok yüksek olması önemlidir. Cumhurbaşkanımız bu arabaya binerse bu proje başarıya ulaşmış olacak ve ekibimiz içinde büyük onur ve referans olacaktır. Otomobilimizle alakalı dosyayı kendilerine teslim ederek davet ettik” diyerek Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı büyük bir heyecanla beklediklerini söylediler.

Prof. Dr. Abdullah Murat Tuncer. ‘Hacettepe yarım asırlık bir çınardır’

Hacettepe Üniversitesinin yarım asırlık bir çınar olduğunu belirten Prof. Dr. Abdullah Murat Tuncer, ‘Yaklaşık olarak 50 bin öğrencimiz üniversitemizde eğitim görmektedir. Özellikle sağlık alanında başarılarımız birçok üniversiteye örnek teşkil etmektedir.’ dedi.

Prof. Dr. Abdullah Murat Tuncer, “Teknik üniversite olmamamıza rağmen her alanda başarılanıyla isminden söz ettiren bir üniversiteyiz. Sağlıktan mühendisliğe, sosyal bilimlerden teknik konularda başarılı bir çizelgeyi yakalamış bulunmaktayız. Bu başarımızın altında yatan gerçek ise bizden önce yapılmayan tüm çalışmaları başarıyla uygulamaya koymamızdır. Daha önceki yöneticilerimizin aksine öğrencilerimiz ile diyalogu eğitim anında ve sonrasında hiçbir zaman bırakmadık. Bu diyalogumuz başarımızın altın anahtarıdır” diyerek konuştu.

28 yaşında en genç doçent ünvanı alan ve Tübitak ödülü de sahibi olan Prof. Dr. Abdullah Murat Tuncer, Rektör olmak için çalıştığı 10 yıl boyunca neler yapılacağı üzerine çalıştığını belirtti.

PROF. DR. ABDULLAH TUNCER’İN MESLEĞİ DE, İSMİ DE İSTİKLAL MADALYASI DEDESİNDEN MİRAS
Daima yanında bulundurduğu ve onur duyduğunu söylediği İstiklal madalyası ile alakalı açıklama yapmasını istediğimiz Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdullah Murat Tuncer, “Dedemin İstiklâl Madalyası’na sahip askeri bir doktor olması bana hem örnek olmuş hem de önemli bir sorumluluk vermiştir. Kendimi bildim bileli beri İstiklâl Madalyası’nı taşımayı hak eden, vatansever, onun kadar mücadeleci ve sabırlı iyi bir hekim olmayı aklımdan çıkaramamışımdır. Bir hekim olarak mesleğim de adımda bulunan Abdullah ismi de dedemden bana mirastır. Kendisi 9 yaşında Padişahımız Vahdettin’in aldığı bir kararla İstanbul’a getirilmiştir. Bu karar parlak öğrencilerin Anadolu’dan İstanbul’a getirilerek yetiştirilmesi projesidir. Dedem Boyabat Esengazili köyünden 9 yaşında çıkan hafız olan bir kişidir. Aynı zamanda o zamanlar ahilik çok yaygın kendisi bu sebeple Abdullah ahi şeklinde anılıyor. Kendisi 9 yaşında çıktığı bu yolda tabip olarak yetiştiriliyor. Kendisi askeri bir hekim olarak 3 kez esaret hayatı yaşıyor. Dedemin esaret yıllarındaki sabırlı mücadelesi, babamın vefakâr çalışmaları ve hizmeti, annemin sürekli en iyiyi başarma mücadelesi, ben ve iki kardeşime hayatta en iyiyi yapma ve ülkemize hizmeti bir ibadet bilme duygusu kazandırmıştır” dedi.

TEK KİTAPLI İNSANDAN KORKARIM SÖZÜNÜN YER ALDIĞI HEYKEL KARMAŞASINA SON VERDİ
Farklı zihniyette bulunan kişilerle yıllardır mücadele ettiğini belirten Tuncer, “28 Şubat’ta üniversitemize Aquinas’lı Thomas’ın “Tek kitaplı insandan korkarım” sözünün yer aldığı heykeli dikmişlerdi. Bu heykelin altına Yunus Emre’nin sözlerini yazarak bu çirkinliğe son verme şansını yakaladım” dedi.

GELİR GETİREN PROJELERİMLE ÜNİVERSİTEMİZİ BORÇ BATAĞINDAN KURTARMAK İÇİN ÇALIŞTIK
Tuncer, İlk rektör olduğumda Mercedes marka lüks makam arabalarını kaldırıp, öğrencilerimize burs vermek oldu. Her yıl bu sebeple 3000’e yakın öğrencimize burs sağlıyoruz. Değişik bankalardan gelen promosyonları değişik desteklerle kullanıyoruz. Öğrenci merkezli bir üniversite olmak adına gayret ediyoruz. Bilgi işlem, barınma ve alt yapı sorunumuz vardı bu sorunları sorun olmaktan çıkardık. Bilimsel araştırma ve ar-ge faaliyetlerinde ciddi bir yok aldık. TÜBİTAK projelerinde en ön sıralarda yer alıyoruz. Erasmus projesini en iyi kullanan üniversiteyiz. Şu an 300 öğrencimiz Avrupa da eğitim görüyor. Döner sermaye sorunumuz vardı. Rektör olduğumda devir aldığım borçları ödemek için gelir getirecek alanlara yatırım yapmayı tercih ettik. Yatak sayılarımızı artırdık. 10 yıldır kapalı olan yataklarımızı kullanıma açtık. Yeni borç oluşturmuyoruz ve borçları bitiriyoruz. Döner sermaye ile borçlarımızı bitirmeyi planlıyoruz. Hibe almadığımız halde borçlarımızı artırmadığımız gibi borçları hızla azaltıyoruz.

TEKNOKENT, SANAYİ İLE ÜNİVERSİTEMİZİ BULUŞTURDU
Bir kanunla kurulan Teknokent’in gelişiminden bazı çıkar çevrelerinin rahatsız olduğunu belirten Prof. Dr. Abdullah Murat Tuncer, “Teknokent projesi üniversiteleri sanayi ile buluşturma projesidir. Öğretim üyelerimiz teknokenti idare etmektedirler. Bizde kendilerine yardımcı oluyoruz. Direk bizim bir projemiz değil ama onların karşısında bir engel olursa kaldırıyoruz. Ülkemizin ilk elektrikli otomobili Teknokent’in projesidir. Türkiye’nin ilk elektrikli otomobilini bir cam fanusun içine koyarak üniversitemizin bahçesinde sergileyeceğiz. İnşallah bu proje benden sonra da devam edecektir diye ümit ediyorum. Çünkü Türkiye artık projeleri rafa kaldırma zamanlarını çoktan aşmıştır.

GEÇMİŞTE EZAN SESİNDEN RAHATSIZ OLANLAR VAR İKEN BUGÜN BÜYÜK BİR CAMİ PROJEMİZ VAR
Teknokent yaşam alanları ile iş alanlarını buluşturuyor. Arkadaşlarımız gerçekten çok çalışıyorlar. Modern teknokentimizde hem sosyal, hem spor, hem de ibadet alanı projesi var. Burada ezan okunması geçmişte problem iken bugün büyük bir cami yapılacak inşallah. Çalışanların mutlu olacakları bir alan oluşturdular” Teknokent içerisinde yapılan çalışmalardan gurur duyduğunu söyledi.

TEKNOKENT’İN PARALEL İLE BAĞLANTISI VAR İDDİASI ÜZERİNE DEVLET KURUMLARINA BİLGİ AKIŞI SAĞLAYACAK BİRİM OLUŞTURARAK İNCELEME BAŞLATTIM
Üniversiteyi devir alırken sorunları da devir aldıklarını söyleyen Tuncer, “Sorunların hep üzerine gittik. Bundan rahatsız olanlar dedikodu çıkardılar. Özellikle teknokent hızlı geliştiği için engellenmeye çalıştılar. Paralel yapı orada para aklıyor dediler. Böyle bir şey olursa istiklal madalyası taşıyan benim önce karşı çıkmam gerekir zaten ve öyle de oldu. Savcılığa, Sanayi Bakanlığına, SPK’ya bizzat müracaat ederek inceleme başlattık. 5 kişilik benden bağımsız bir ekip oluşturduk ve devlet kurumlarına bu ekip bilgi akışı sağladı. Bu söylenenler tamamen iftiraydı” dedi.

SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN KATILIMIYLA DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜNDEN ÖDÜL ALMAK BENİM İÇİN BÜYÜK GURUR KAYNAĞI OLDU
Sadece Hacettepe Üniversitesi için değil, ülkemiz için durmadan çalıştıklarının altını çizen Dr. Abdullah Murat Tuncer, “Dünya sağlık teşkilatından bir ödül aldık. İlk bu ödül sayın cumhurbaşkanımıza sigara dolayısıyla verilmişti. Bu ödülü sayın Recep Akdağ ve sayın Cevdet Erdöl’de almıştı. Ülkemizden 4 kişinin aldığı bu ödül benim için bir onur olmuştur” dedi.

%100 yerli İHA’lar hizmete başlıyor

Hacettepe Üniversitesi Teknokent’te yüzde 100 yerli Türk tasarımı İnsansız Hava Aracı (İHA) üretiliyor.

Hacettepe Teknokent Genel Müdürü Abdurrahman Güngör, üretilen insansız hava araçları trafikte kullanılmaya başlanacak. Birçok devlet kuruluşu ile güvenlik başta olmak üzere görüşmelerimiz devam ediyor. Projelerimizi kendi öz sermayemizle yapıyoruz. Mühendis arkadaşlar yoğun bir tempo ile çalıştılar, güzel bir ürün ortaya koydular” ifadelerini kullandı.

Teknokentte çok iyi bir teknoloji atmosferi oluşturduklarını aktaran Güngör, “Teknokentte, savunma sanayi, enerji, biyomedikal ve medikal alanında çalışan firmalara ev sahipliği yapıyoruz. Yeni kurulmuş şirketlerden yıllık 100 milyon dolar satış yapana kadar çeşitli büyüklükte 220 şirket var. Şirketlerin yüzde 60’nı yazılım ve teknoloji firmaları oluşturuyor. Özellikle Türkiye’nin ihracatının kilo-fiyat dengesinde önemli değerler ortaya koyuyoruz.”

Hacettepe Teknoloji Ar-Ge Merkezi (TARGEM) Genel Müdürü Erhan Kumaş da yürütülmekte olan Ar-Ge projelerinin seri üretim ve ticarileştirme faaliyetlerine yönelik yol haritalarını anlattı.

Petkim mühendislik plastikleri üretecek

Petkim Genel Müdürü Sadettin Korkut, 24 bin ton kapasiteye sahip olacak Petkim Specialities’in Türkiye’de ağırlıklı olarak ithalat yoluyla karşılanan ve ambalaj, plastik, otomotiv, savunma, medikal, bilgi teknolojileri gibi sektörlere hitap eden katma değeri yüksek ürünlerde uzmanlaşacağını söyledi. 

Türkiye’nin petrokimyasal hammadde üreticisi Petkim Petrokimya Holding A.Ş. ileri mühendislik plastikleri ve ileri teknoloji kimyasalları üretimine yönelik Petkim Specialities şirketini kurdu. Petkim’in %100 iştiraki olan Petkim Specialities Mühendislik Plastikleri Sanayi ve Ticaret A.Ş., 24 bin ton kapasiteyle Türkiye’de ağırlıklı olarak ithalat yoluyla karşılanan ve ambalaj, plastik, otomotiv, savunma, medikal, bilgi teknolojileri gibi sektörlere yönelik üretilecek katma değeri yüksek (masterbatch, compound) ürünler konusunda uzmanlaşacak.

Petkim Genel Müdürü Sadettin Korkut, yeni şirket için mevcut yatırımlara ek 5 milyon dolar yatırım yapılacağını kaydetti. Petkim bünyesinde 14 bin ton üretim kapasitesiyle yer alan Plastik İşleme Fabrikası varlıklarının da Petkim Specialities’de kullanılacağını ifade eden Korkut, bu kapasiteye ek olarak, 10 bin ton kapasiteli yeni makine ekipman temin edilerek Petkim Specialities’in kapasitesinin 24 bin tona ulaşacağını dile getirdi.

50 yıllık bilgi birikimi ve tecrübeli insan kaynağına sahip Petkim’in son dönemde kapasite artışının yanı sıra katma değerli ürünlere odaklandığını belirten Sadettin Korkut, bunu farklı alanlarda büyüme stratejisiyle bir araya getirdiklerini söyledi. 2016 yılı başında işletmeciye teslim edilip hizmet vermeye başlayacak olan ve toplam yatırımı 400 milyon dolara ulaşan Petlim (Petkim Konteyner Limanı)’in de Petkim’e değer katan işlerden biri olduğunu hatırlatan Korkut, “Petkim Specialities’i de bu şekilde bağımsız bir yapı olarak kurguluyoruz. Buradan sağlayacağımız değer Petkim’in toplam gelir ve EBITDA artışını çeşitlendirecek. Hedefimiz müşteriden gelecek taleplere en hızlı şekilde cevap verebilecek çözümler üretebilecek bir yapı oluşması. Şirket hammadde olarak kendi ürünlerimizi de kullanıp değeri yüksek özel ürünlere dönüştürecek. Arge ve ileri teknoloji isteyen ürünler ortaya çıkacak.” dedi.

Petrokimyada geleneksel ürünlerden özel ürünlere geçişin öne çıktığını kaydeden Korkut, özel malzemelerin ambalaj, plastik, otomotiv, savunma, medikal, bilgi teknolojileri gibi sektörlerde kullanıldığını dile getirdi. Türkiye’de 17 milyar dolara ulaşan plastik sektörü içinde mühendislik plastiklerinin yüzde 4-5 paya sahip olduğunu anlatan Korkut, “Dünyada bu alanda büyük oyuncular var. Türkiye pazarında ağırlığı ithal ürünler alıyor. Güçlü bir yapıya sahip Petkim’in yerli üretici olarak bu pazarda yer alması bu yönüyle önem taşıyor. Toplam 15 fabrikamızdaki üretimimizde olduğu gibi burada da sanayicilerimiz için tedarik güvenliği, sürekliliği, yenilikçilik, ürün ve hizmet kalitesi önceliğimiz olacak.” ifadelerini kullandı.

Kerkük-Yumurtalık boru hattı

Kerkük-Yumurtalık boru hattı üzerinden Irak’tan ülkemize gerçekleştirilmekte olan ham petrol sevkiyatı, terör örgütü PKK’nın sabotajları ve alınan geçici güvenlik tedbirleri çerçevesinde 17 Şubat 2016 tarihinde durdurulmuştu. Son olarak 25 Şubat 2016 tarihinde İdil İlçesinde bulunan boru hattının yaklaşık 65,4. kilometresinde terör örgütü tarafından patlama gerçekleştirilmiştir. Petrol akışının durdurulması nedeniyle yangın yaşanmamıştır. Ancak 40″ ve 46″ çapındaki borularda hasar meydana gelmiştir.

Ayrıca güvenlik güçlerimiz hat üzerinde birden fazla noktada bombalı düzenek tespit etmişlerdir.

Yaşanan gelişmeler terör örgütünün bölgesel istikrarı ve işbirliklerini hedef almak için her tür girişimde bulunabileceğini, uluslararası ticaret için büyük bir tehdit olduğunu bir kez daha göstermiştir. Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin en önemli gelir kaynağı olan Kerkük-Yumurtalık petrol hattına yapılan bu saldırılar, terör örgütü PKK’nın bölgedeki Kürtlerin refahı ve geleceği için en büyük engel olduğunu ispat etmiştir.

Boru hattında yaşanan hasarın ivedilikle giderilmesi için çalışmalar başlatılmış, hattın güvenliği için de gerekli önlemler alınmıştır. Sevkiyatın en kısa zamanda tekrar başlatılması öngörülmektedir.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı