30.1 C
İstanbul
Cumartesi, Temmuz 19, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 125

Milletin geleceği için ‘Milli İttifak’ formülü

Türkiye’nin ve milletin kaderine yön verecek olan 2019 yılında gerçekleştirilecek seçimlerin yaklaşmasıyla partiler çalışmalarına hız verdi. Milli ittifak olarak bilinen MHP ve AK Parti birlikteliğinin seçimlerde resmiyet kazanmasına ise kesin gözüyle bakılıyor.

MHP lideri Bahçeli’nin gündeme getirdiği ‘Millet ittifakı’na AK Parti ve MHP yönetiminin yanı sıra seçmenlerin de sıcak baktığı gözlemleniyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “14 ay sonra Mart 2019 yerel seçimleri var ve ardından Kasım 2019 seçimleri olacak. Bu önemli seçimler için hep birlikte çalışarak Türkiye olacağız” dedi.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Biz Türkiye’nin menfaatlerinin ön planda olduğu projelerde oluruz. Yerel seçimlerde olsun, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olsun kazananın Türkiye olacağının farkındayız” dedi.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Harun Karacan, “2019 seçimleri büyük bir fırsattır. Ülkeye olan borcumuzu ödemek için hiç durmadan seçimlere çalışıyoruz” dedi.

AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, “7 Ağustos’ta başlayan MHP ve AK Parti ittifakı inşallah önümüzdeki günlerde de aynı şekilde devam edecektir. Bu ittifak koltuk ittifakı değildir. Bu ittifak 15 Temmuz’da Türk milletinin gösterdiği kahramanlığın, ittifakının sonucudur” dedi.

“Önümüzdeki seçimler Türkiye ve milletimiz için çok önemlidir”

2019 Mart yerel seçimlerinin Türkiye ve millet için çok önemli olduğunu ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Önümüzde parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Türkiye’nin ve milletin kaderine yön verecek seçimler olduğu için bir olarak, diri olarak, kardeş olarak hep birlikte Türkiye olacağız. Önümüzde 14 ay gibi bir zaman var. İlk olarak Mart 2019 seçimleri var ve ardından cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleşecek. Türkiye için çok çalışacağız. Ak Parti kurulduğundan bu yana azmimizi hiç kaybetmedik ve kazanan Türkiye oldu” diyerek durmadan ülke için çalışmanın öneminin ve gerekliliğinin altını çizdi.

“Milletin ve devletin faydasına olan çalışma haritamız hazırdır”

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “2019 yerel seçimleri ile milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde daha etkin ve verimli çalışma yapabilmesi adına düğmeye bastık. Ülkenin kaderini değiştirecek seçimlerde nasıl hareket edeceğiz bellidir. Biz Türkiye’nin menfaatlerinin ön planda olduğu projelerde oluruz. CHP, HDP ve İYİ Parti olarak birlikte hukuki olarak her türlü ittifak kurabilirler. Ama önemli olan ‘C’ ittifakıdır ve bu cumhur ittifakıdır. Milletin olmadığı devletin faydasına olmayan hiçbir ittifakta olmamız düşünülemez” diyerek hem yerel hem genel seçimlerde kazananın Türkiye olacağından emin olduğunu söyledi.

“Birileri Türkiye’nin büyümesinden ve güçlenmesinden rahatsız oluyor” 

2019 seçimlerinin büyük bir fırsat olduğunu dile getiren AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Harun Karacan, “Ülkeye borcumuzu ödeme zamanı geldi. Bunu kendimiz için değil geleceğimiz, çocuklarımız, torunlarımız için yapmamız gerekiyor. 2019, tarihinin en önemli seçimlerinden birisidir. Türkiye’nin büyümesini, güçlenmesini tüm dünya istemiyor. Türkiye’yi bir şekilde hep terbiye etmeye çalışıyorlar. Ama bunda başarı olamadılar ve olamayacaklardır. Bu ülkenin geleceği için elimizden gelen her şeyi yaparak, samimiyetimizden ve dürüstlüğümüzden asla taviz vermemeliyiz” diyerek seçimlerin ardından Türkiye’nin büyümesine hızla devam edeceğini belirtti.

“Milli ittifak ile Türkiye’nin büyümesinden rahatsız olanların oyunları bozulmuştur”

İki siyasi partinin ülkenin bekası için kurdukları mili ittifakın Türkiye’nin büyümesinden rahatsız olanların oyunlarını bozduğunu söyleyen AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, “Bu partiler MHP ve AK Partidir. MHP Genel Başkanı bir şey söylüyor, Sayın Cumhurbaşkanımız, Genel Başkanımız benzer şeyler söylüyor. Sayın Cumhurbaşkanımız, Genel Başkanımız bir şeyler söylüyor, MHP Genel Başkanı o konuyu destekliyor. Bu ittifak 18 Temmuz’da, 7 Ağustos’ta başlayan bu ittifak inşallah önümüzdeki günlerde de aynı şekilde devam edecektir. Bu ittifak koltuk ittifakı değil, seçim ittifakı değil, belediye meclisinde kim olacak, baraj şu mu olsun, kaç milletvekili olsun değil. Bu ittifak 15 Temmuz’da Türk milletinin gösterdiği kahramanlığın, ittifakının sonucudur. 3 Kasım 2019’da yapılacak seçim 15 Temmuz’daki kahramanlık destanının tescillenmesi ve taçlanması seçimidir. 31 Mart yerel seçimler 3 Kasım 2019’da yapılacak olan seçimlerin referansı olacaktır. Bu seçim farklı bir seçim. Bu seçimler Türk milletinin bekası, orta doğunun selameti için önemli bir seçimdir” dedi.

 

 

 

Mülteciler için TÜBİTAK ve Türk Telekom ile el ele verdi

Boğaziçi Üniversitesi, Türkiye’de yaşayan 3,5 milyonun üzerinde Suriyeli mülteci için daha iyi yaşam koşulları oluşturmak amacıyla TÜBİTAK ve Türk Telekom ile birlikte “Mülteciler için Veri” Yarışmasının bilimsel ve akademik liderliğini yapıyor. Yarışma ile araştırma gruplarına veri sağlayarak mültecilerin güvenlik, eğitim, sağlık, işsizlik ve sosyal entegrasyon alanlarında yaşadıkları sorunların daha iyi anlaşılması ve bu alanlardaki sorunlara çözüm getirecek uygulamalar geliştirilmesi hedefleniyor. Yarışmada seçilecek fikirlerin sahibi araştırmacılara bir yıl boyunca bir milyon müşteriden elde edilen ve anonim hale getirilmiş büyük veri setine erişim sağlanacak.

Boğaziçi Üniversitesi, mültecilerin sorunlarının daha iyi anlaşılmasını sağlamak ve emniyet, sağlık, eğitim, işsizlik ve entegrasyon alanlarındaki sorunlara çözüm geliştirecek yeni fikirleri uygulamaya geçirmek amacıyla Türk Telekom ve TÜBİTAK ile birlikte “Mülteciler için Veri” yarışmasını düzenliyor. Bilimsel komite başkanlığını Boğaziçi Üniversitesi’nin gerçekleştireceği projede, mülteciler için faydalı olabileceğine karar verilen fikirlerin sahibi araştırmacılara bir yıl boyunca bir milyon müşteriden toplanan ve hiçbir kişisel bilgi bulunmayacak şekilde anonim hale getirilmiş bir veri setine erişim imkânı sağlanacak.

Araştırma ekiplerine toplam 50 bin TL ödül

Mültecilerin yaşadığı sorunların çözümlerini kolaylaştıracak teknik ve algoritmik gelişmelerin sağlanmasına, yeni uygulama, hizmet ve çözümleri teşvik edip destekleyerek Türkiye ve diğer ülkelerdeki mültecilerin refahına katkıda bulunması hedeflenen yarışma kapsamında, bilim insanları Türk Telekom’un paylaştığı veriyi kullanarak güvenlik, eğitim, sağlık, işsizlik ve sosyal entegrasyon olmak üzere 5 temel alanda mültecilere fayda sağlayabilecek projeler kurgulayacak. Boğaziçi Üniversitesi’nin koordinasyonunda gerçekleşen yarışma sonunda güvenlik, sağlık, eğitim, işsizlik ve sosyal entegrasyon kategorilerinin her birinin birincisine 10 biner lira olmak üzere toplam 50 bin TL ödül verilecek.

Dr. Albert Ali Salah: ‘Bu yarışmayla mültecilerin sorunlarına somut çözüm uygulamaları geliştirebileceğiz’

“Mülteciler için Veri” projesi kapsamındaki Büyük Veri Yarışması Bilimsel Komitesi’nin başında yer alan Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Öğretim Üyesi Doç. Dr. Albert Ali Salah: “Türkiye milyonlarca mülteciye kucak açtı. Kimse bunun kolay bir iş olacağını düşünmüyordu. Bilgi teknolojilerini etkin kullanarak sorunları hafifletmeye çalışmak konusunda sektörümüze çok iş düşüyor. Bu da ancak büyük veri ile mümkün olabilir. Özellikle Türkiye’deki araştırma gruplarından büyük katılım beklediğimiz yarışmanın, veri analizi çalışan gruplarla sosyal konuları çalışan gruplar arasında güzel iş birlikleri başlatma potansiyeli de var. Yarışma için kurulan bilimsel komite bu konudaki en üst düzey kişilerden oluşuyor. Bunu sağlayan faktörlerden biri Boğaziçi Üniversitesi’nin uluslararası tanınırlığı ve güvenilirliği oldu. Bugüne kadar dünyanın farklı bölgelerinde yapılan bu tip yarışmalar çok büyük sorunlara çeşitli çözümler geliştirdi. Biz de Mülteciler için Veri yarışmasıyla ülkemizdeki mültecilerin yaşadığı sorunlara somut çözüm uygulamaları geliştirebileceğiz’’ diye konuştu.

Mülteciler arasında bilgisayar programlayabilen, analiz ve görselleştirme yapabilen ve bu veri üzerinde proje geliştirmek isteyenler olduğuna da dikkat çeken Salah, üniversitede mültecilere yönelik eğitim çalıştayları düzenleyerek bu süreci hızlandırmak istediklerini söyledi.

Süreç nasıl işliyor?

Yarışmaya başvurular http://d4r.turktelekom.com.tr/ adresinden kısa bir proje fikri ile yapılacak. Yarışmaya katılım, veri gizliliğini ve mahremiyeti korumak amacıyla mutlak bir anlaşmaya tâbi olacak. Katılımcılar, çalışmalarının tam mülkiyetine ve telif haklarına sahip, ticari kullanım yasak olacak. MIT Media Lab’dan Suriyeli Profesör Iyad Rahwan başkanlığındaki proje değerlendirme komitesi, proje fikirlerini inceleyerek mülteciler için faydalı olabileceğine karar verdikleri fikirlerin sahibi araştırmacılarla bir yıl boyunca bir milyon müşteriden toplanan ve hiçbir kişisel bilgi bulunmayacak şekilde anonim hale getirilmiş bir veri setine erişim imkânı sağlayacak. Projeler tamamlandığında araştırmacılar analiz sonuçlarını içeren raporlarını değerlendirme komitesine sunacaklar. Komite tarafından her kategori için belirlenecek birinciler 10 bin TL ödül kazanacak. Değerlendirme sonrasında Boğaziçi Üniversitesi ve TÜBİTAK tarafından hazırlanacak proje raporları kamuoyuna açıklanacak. Proje bulguları teknik bir raporla ilgili bakanlıklar ve STK’larla da paylaşılacak.

Projeye MIT’den de destek veriliyor

Türkiye’de Suriyeli mültecilerin yaşam şartlarının iyileştirilmesine yönelik bilimsel çözüm yolları geliştirmek için bugüne dek tasarlanmış en kapsamlı projelerden biri olarak dikkat çeken D4R: Mülteciler için Veri projesi, bir süre önce MIT MISTI (MIT Science and Technology Initiatives) Çekirdek Fonu tarafından destek programına alınmıştı. MIT MISTI, Türkiye’nin araştırma altyapısına katkı sağlamak ve yeni projelerin oluşmasında öncü olmak amacıyla Boğaziçi Üniversitesi ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) öğretim üyeleri ve öğrencileri arasında ortak araştırma projeleri yapılması hedefiyle 2016 yılında oluşturulmuştu. Boğaziçi Üniversitesi ile imzalanan iş birliğiyle Türkiye’den ilk kez bir üniversite MISTI programına dahil edilmiş olmuştu. Türk Telekom, TÜBİTAK ve Boğaziçi Üniversitesi’nin ortakları arasında yer aldığı; ulusal ve uluslararası kurumlar ile üç buçuk milyon mültecinin sorunlarına çözüm geliştirmek için düzenlenecek Büyük Veri Yarışması’nı da içeren proje kapsamında, Türkiye’deki Suriyeli mültecilere daha iyi yaşam koşulları sunulması için çözümler üretilmesi amaçlanıyor.

Faselis/Türkiye’de Enerji

‘Çılgın proje’ fiyatları uçuracak

‘Çılgın proje’ olarak bilinen Kanal İstanbul projesinin güzergâhı kesinleşti. Küçükçekmece Gölü-Sazlıdere Barajı-Terkos Gölü’nün doğusunu takip eden güzergâhta inşa çalışmaları başlayacak. Projenin başlangıcı için bakanlık onayı bekleniyor. Güzergâh belli olduktan sonra herkes emlak fiyatlarındaki artışın ne olacağını merak etti.

Fiyatlar bir yılda yüzde 30 artacak

Küçükçekmece, Başakşehir, Arnavutköy, Esenyurt ve Avcılar ilçelerindeki satılık arazi fiyatlarında bir yıl içinde yüzde 30 civarında artış bekleniyor. Merkezi bölgelere uzaklıkları nedeniyle bugüne kadar istenen primi yapamayan projeler de Kanal İstanbul projesi ile değer kazanacak.

Hürriyet Emlak Genel Müdürü Hakan Çelik, konuyla ilgili “Kanal İstanbul projesinin güzergâhtaki ilçelerde özellikle arazi fiyatlarına etki edeceğini, bu etkinin emlak yatırımcısına bir yıl içinde yüzde 30 fiyat artışı ile geri döneceğini düşünüyoruz. Tabii projenin büyük çember de etkisini de göz önünde bulundurmakta fayda var. Yaşanacak emlak hareketliliği ile birlikte imar çalışmalarının ardından çok sayıda yeni konut inşa edilecek” dedi.

‘Kanal İstanbul manzaralı ev’

Emlak ofisleri, Kanal İstanbul’un güzergâhı belli olur olmaz ‘Kanal İstanbul manzaralı ev’, ‘Kanal İstanbul manzaralı arsa’ gibi başlıkları olan ilanlar yayınlamaya başladı. Hakan Çelik, imarı olmayan arazilerin satın alınmaması gerektiğini ve fiyat artışına aldanmamak gerektiğinin altını çizdi: “Kanal İstanbul civarındaki arazilerin de evlerin de daha şimdiden fiyat anlamında tavan yaptığı doğru. Sadece Hürriyet Emlak üzerinde bile ‘Kanal İstanbul’ başlıklı yüzlerce yeni ilan yer alıyor. Ancak yeni emlak projelerinin kısa vadede değil, uzun vadede gerçek değerini kazanacağını ve alım gücünün uzun yıllar sonra yükseleceğini düşünüyoruz.”

İlçelere göre satılık konut fiyatları

Hürriyet Emlak Aralık 2017 Emlak Endeksi verilerine göre; Küçükçekmece’de satılık konut metrekare ortalama fiyatları 3 bin 759 TL, Başakşehir’de 3 bin 455 TL, Arnavutköy’de 2 bin 316 TL, Esenyurt’ta bin 864 TL, Avcılar’da ise 2 bin 563 TL oldu.

Güzergâha yakın ilçelerde satılık konut m2 fiyatları

Aralık 2017 Ort. m2 Fiyat
1. Küçükçekmece 3.759 TL
2. Başakşehir 3.455 TL
3. Arnavutköy 2.316 TL
4. Esenyurt 1.864 TL
5. Avcılar 2.563 TL

Hürriyet Emlak hakkında:

Hürriyet Emlak, emlak sektörünü tek bir çatı altında buluşturmayı hedefleyen, yüksek kalitede hizmet veren, güncel ve detaylı ilanları ile emlak sektörünün nabzını tutan bir platformdur. 2006 yılında kurularak profesyonel ekibi ile çalışmalarına başlayan hurriyetemlak.com web sitesi üzerinde 1 milyona yakın ilan yer almaktadır. Hürriyet Emlak, kurulduğu yıldan bu yana, bireysel kullanıcılara ve kurumsal iş ortaklarına yüksek kalitede hizmet vererek emin adımlarla ilerlemektedir. Emlak ofislerinin, bireysel üyelerin ve kullanıcıların hayatını kolaylaştıracak birçok ürünü “Türkiye’de ilk” olarak hizmete sunan Hürriyet Emlak, kullanıcıların aradıkları gayrimenkulü sadece bulmayı değil, o gayrimenkulü edinmeye giden yolculuğu kolaylaştırmaktadır.

Faselis/Gazete Fısıltı

Türkiye KKTC’nin can simididir

Kıbrıs, Sicilya ve Sardunya adalarından sonra Akdeniz’deki en geniş kara parçası olma özelliğine sahiptir. Diğer iki adanın aksine Kıbrıs tek ve bütün bir ada değildir. Bu küçük ada yaklaşık yarım yüzyıldır bir sorunun merkezi olmuş durumdadır.

İngiltere, KKTC ve GKRY olmak üzere 3 farklı ülkenin bayrağını barındıran Kıbrıs adası dünyanın tek bölünmüş başkentine sahiptir. Bu ada yıllar boyunca stratejik konumu nedeni ile çözülmeyen bir sorunun baş kahramanı olmuştur. Kıbrıs adasının kaderi Akdeniz gibi coğrafi konumu kritik bir bölgenin en merkezinde olması ile değişmiştir.

Avrupa ile Ortadoğu arasında bir köprü kuran Akdeniz, Ortadoğu’ya hakim olmak isteyen güçlerin merkez noktası olmuştur. Ada jeopolitik ve jeostratejik konumu itibariyle Doğu Akdeniz’den geçen ticari ve askeri deniz trafiğini ve en önemlisi Anadolu ve Ortadoğu’da yürütülecek stratejik hareketleri kontrol altına almak için çok önemli bir bölgedir. Bu özelliği sebebiyle tarih boyunca, dönemin küresel gücü olmak isteyen devletler, önce Kıbrıs’ı işgal etmişlerdir.

Bilinen tarihi geçmişinden itibaren Mikenler, Mısırlılar, Hititler, Akalar, Dorlar, Fenikeliler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Müslüman Araplar, Cenevizliler, Venedikliler, Osmanlılar ve İngilizler adada hakimiyet kurmuşlardır. Bu noktada yüzyıllardır Kıbrıs’ı elinde tutan gücün ticaret koridoru ve Ortadoğu’yla Afrika’ya kolay ulaşma gücünü elinde tutan güç olduğu görülmüştür.

19. yy’ın sonunda Osmanlı Devleti’nin adayı İngiltere’nin denetimine bırakmış, 20. yy’ın başlarında Birinci Dünya Savaşı’nda Almanların yanında yer almış ve savaşın kaybedilmesiyle İngiltere bu toprakları ilhak etmiş, ilhak edilen ada Lozan Antlaşması ile birlikte İngiltere toprağı haline gelmiştir. Kıbrıs, 1960 yılına kadar İngiltere sömürgesi olmuş ancak adada yaşanan gelişmeler İngiltere’nin bölgeden çekilmesine neden olmuştur.

Bu çekilme sonucunda 1960 yılında adada Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. 1960 Antlaşmasıyla Kıbrıs iki toplumlu olarak hukuksal bir statüye kavuşmuş ve Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğüyle güvence altına alınmıştır. Ancak tüm bunlara rağmen barış uzun sürmemiş 1963 yılında başlayan olaylar adada tekrar karışıklıklara neden olmuştur.

Rum ve Yunanlıların Türk toplumuna yönelik sistemli saldırılarının devam etmesi 1974 yılında garantör ülke olarak Türkiye’nin adaya müdahale etmesini gerektirmiştir. Müdahale sonrasında adanın üçte biri kontrol altına alınmış ve Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuştur. Böylece tek bir devlet olarak devam eden Kıbrıs Cumhuriyeti iki devlet halini almış, Türk tarafı Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Rum tarafı ise Kıbrıs Cumhuriyeti olarak devam etmiştir. KKTC Sovyetlerin dağılmasından sonra kurulan Türk Cumhuriyetleri ile birlikte düşünüldüğünde Türkiye Cumhuriyeti’nden sonra kurulan en yaşlı ikinci Türk Devletidir.

Bugün için KKTC’de yaşanan siyasi gelişmelere bakıldığında 1983 yılından bu yana KKTC’de toplam 10 genel seçim gerçekleştirilmiştir. Bu seçimler sonucunda KKTC’nin sorunlarına çözüm arayan hükümetler kurulmuştur. Bu seçimlerden sonuncusu 7 Ocak 2018 erken genel seçimleridir. Seçimin ardından KKTC’de hiçbir siyasi parti tek başına iktidar vizesi alamamıştır.

Batı basınında sağ seçmenin galibiyeti olarak yorumlanan seçimlere katılım yüzde 60 seviyesinde kalmıştır. Seçim sonucunda ortaya çıkan tabloya göre koalisyon kurulacaktır. Mevcut şartlar altında bir koalisyon kurulamazsa 2018 yaz döneminde bir seçim daha yapılabileceği yönünde yorumlar vardır. Bütün yaşanan süreçler sonucunda Kıbrıs Türk’ü yorgun, bıkkın ve umutsuzdur. Yılların ihmal edilmişliği, hizmette yaşanan sorunlar, altyapının yetersizliği halkı siyasetten soğutmuştur.

Seçime katılım oranından belli olan bu bıkkınlık Kıbrıs halkının bir kesiminde “Rumlarla birleşelim de ne olursa olsun” tavrına dönüşürken, bir kesimi de “Türkiye’nin 82. vilayeti olalım, buraya bir vali atansın, hiç değilse hizmet gelir” fikrine yönelmiştir. Kıbrıslılar, kendilerini ambargolardan, ekonomik sorunlardan kurtaracak her türlü çözüme hazırdırlar. Bu çözümü Türkiye üretmek zorundadır. Türkiye bu süreçte ekonomisiyle siyasetiyle devlet kurumları ve özel sektör şirketleriyle finans ve reel sektörüyle yani pek çok yönüyle aktif rol oynamak zorundadır. Türkiye bu süreci kontrol edebilecek kurumlara sahiptir.

DOÇ. DR. HAKAN ARIDEMİR

Yapılarda ekonomik değil ekolojik çözümler gerekli

Işıklar Yapı Ürünleri, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) ve Yapı Uygulama ve Araştırma Merkezi (YUAM) iş birliğiyle düzenlenen “Yapılarda Güvenlik ve Konfor Duvarla Başlar” etkinliğinde konuşan akademisyenler yapılarda uygulanan yamaları değerlendirdi. Isı, ses ve yangın yalıtımlarının binaların yapım aşamasında uygulanması gerektiğini, sonradan yapılan yamaların istenilen düzeyde etkili olamayacağını vurguladılar.

Etkinlikte konuşan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sema Ergönül, yapılarda sürdürülebilirliği işaret ederek, mantolama denilen yalıtım çalışmalarına değindi. Bu yalıtım çalışmalarının binanın yapım aşamasındaki kadar sağlıklı ve kaliteli olamayacağını ifade eden Ergönül, ekonomik olan çözümlerin ne yazık ki ekolojik olmadığını belirtti.

Yapıların doğru yapı malzemeleriyle inşa edildiğinde daha sağlıklı ve uzun ömürlü olacağını söyleyen Ergönül, bir yapının ilk yatırım maliyetinin değil, toplam yaşam döngüsü maliyetinin dikkate alınması gerektiğini vurguladı. “Yapının işletme, bakım-onarım ve elden çıkarma maliyetleri göz önünde bulundurulmalıdır.” uyarısında bulundu.

Dış Cephe Yangına Karşı Zırh Olmalı!

Etkinliğin diğer bir konuşmacısı olan Yapı Uygulama ve Araştırma Merkezi (YUAM) Müdür Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Mustafa Özgünler de yapılardaki yangın yalıtımına değindi. Yangının en hızlı olarak binanın dış cephesinden diğer katlara ve yapılara sıçradığını belirten Özgünler, cephede kullanılan malzemenin kesinlikle yanmaz olması gerektiğini vurguladı.

Geçmiş yıllarda bu tür olaylarda bir yangının bir mahalleyi yok edebildiğini hatırlatan Özgünler, günümüzde kullanılan A sınıfı yapı malzemelerinin bu tip yangınları engelleyebildiğini söyledi.

İnşaat sektörünün Türkiye’de hızla büyüdüğünü belirten Özgünler, yeterli denetimin yapılmaması, yönetmeliklere sadık kalınmaması durumlarında yapıların yaşam ömürlerinin az olacağının altını çizdi. Ses, ısı ve yangın yalıtımlarının bir bütün olarak ele alınması gerektiğini vurguladı.

Faselis/Türkiye’de Enerji

2017 yılında en çok dizel otomobiller tercih edildi

sahibinden.com, 2017 yılı sahibindex “Vasıta” verilerini açıkladı. 1 Ocak 2017 – 31 Aralık 2017 tarihlerini kapsayan verilere göre vasıtalar içerisinde yüzde 72 ile en çok otomobil ilanlarına bakıldı. Otomobilleri sırasıyla Arazi, SUV & Pick-up, Minivan & Panelvan, Ticari Araçlar takip etti.

İncelenen dönemde otomobilde en çok ilan verilen fiyat aralığı 20.000 – 40.000 TL olurken, en çok ilan verilen kilometre ise 50.000 – 100.000 km olarak belirlendi. Verilere göre, en çok beyaz renkli, manuel vitesli, 2012 model, yakıt tipi dizel olan sedan kasa otomobiller tercih edildi.

2017 yılında sahibindex Vasıta ilanları en çok cep telefonundan incelenirken, ilanlara ortalama bakılma süresi 12,5 dakika oldu.

Faselis/Türkiye’de Enerji

Almanya 2020’de enerji politikasını değiştiriyor

Işıklar Yapı Ürünleri, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve Yapı Uygulama ve Araştırma Merkezi (YUAM) ortaklığıyla düzenlenen “Yapılarda Güvenlik ve Konfor Duvarla Başlar” etkinliği için İstanbul’a gelen Almanya Tuğlacılar Derneği Başkanı Dr. Dieter Figge, Almanya’nın 2020 yılı itibariyle enerji kullanımında değişikliğe gitmeye hazırlandığını açıkladı. Almanya’da gaz ve petrol ile ısınma devrinin iki yıl içinde sonlanacağını belirten Figge, dolayısıyla binalarda kullanılan yapı malzemelerinin daha büyük önem taşımaya başladığını ifade etti.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde gerçekleştirilen etkinlikte 300’e yakın mimar, mühendis ve profesyonele hitap eden Almanya Tuğlacılar Derneği Başkanı Dr. Dieter Figge, küresel ısınma karşısında yapıların değişim göstermek zorunda olduğunu belirtti.

Almanya’nın iki yıl içinde petrol ve gaz ile çalışan ısınma ürünlerini kullanmayı bırakacağını açıklayan Figge, bu yüzden başta tuğla olmak üzere ısıyı içeride tutan yapı malzemelerinin çok daha fazla kullanılmaya başlayacağını söyledi.

Türkiye ekonomisinde enerji harcamalarının fazla yer tutması nedeniyle ısı yalıtımına daha fazla önem verilmesi gerektiğinin altını çizen Figge, buna rağmen yeni binalardaki tuğla kullanım oranlarının yetersiz olmasına anlam veremediğini belirtti.

Almanya, Belçika ve Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde tuğla kullanım oranlarının yüzde 45-48 aralığında olduğunu söyleyen Figge, “Açıkçası, inşaatın fazla olduğu Türkiye’de oranların daha yüksek olmasını bekliyordum. Çünkü tuğlanın anavatanı burasıdır, Mezopotamya’dır.” dedi.

Yeni Yapılar Birer Kimyasal Kutuya Dönüşüyor!

Konuşmasında tuğlanın anne kucağı kadar sıcak ve samimi olduğunu söyleyen Figge, “Tuğla aynı zamanda içindeki kil nedeniyle neredeyse yenilebilecek kadar doğaldır. Ancak yapı üreticileri içinde petrol, plastik türevleri olan malzemeleri daha fazla tercih ediyorlar. Ortaya çıkan yapılar yani evlerimiz, ofislerimiz doğallıktan uzak, kimyasal kutulara dönüşüyor” uyarısında bulundu.

Ülke Ekonomisi için Tuğla Teşvik Edilmeli!

Yüksek yapılarda basınç gücü nedeniyle betonun tercih edildiğine değinen Figge, 10 kata kadar olan yapılarda tuğla kullanımının teşvik edilmesinin ülkelerin ekonomilerine olumlu yönde yansıyacağını işaret etti.

Tuğlanın geleneksel değil modern bir yapı malzemesi olduğunu da belirten Dr. Figge, Türkiye’nin sahip olduğu toprak kalitesine vurgu yaparak, “Türkler geçmişten gelen el sanatı becerileriyle tuğlayı oldukça başarılı yorumluyor.” dedi.

Faselis/Türkiye’de Enerji

​Zorlu Holding’ten çocuklara özel yaratıcı yazarlık eğitimi

Zorlu Holding, çocukların hayal gücünü harekete geçirmek ve yeteneklerini ortaya çıkarmak amacıyla başlattığı “Bir Hayal Bir Oyun” yarışmasında dereceye giren çocuklar için yaratıcı yazarlık eğitimi düzenliyor.

Tüm faaliyetlerinde toplum için ortak bir değer yaratma düşüncesi ile hareket eden Zorlu Holding, geleceğin teminatı olan çocuklar ve gençleri farklı platformlar aracılığıyla desteklemeyi sürdürüyor. Bu anlayış doğrultusunda çocukların hayal gücünü harekete geçirmek ve yeteneklerini ortaya çıkarmak amacıyla Zorlu Holding tarafından başlatılan “Bir Hayal Bir Oyun” yarışmasında dereceye giren çocuklar Zorlu Holding’in düzenlediği “Yaratıcı Yazarlık Eğitimi”nde bir araya geliyor.

Çocuk edebiyatının önde gelen isimleri Süleyman Bulut ve Renan Özdemir tarafından verilecek eğitimlerde, yazmanın temel bilgileri, yazmayı besleyen unsurlar ve yaratıcı yaklaşımlar işlenecek.

Çocuklar bu eğitimle hikâye yazma yeteneklerini geliştirecek

27-28 Ocak tarihlerinde 2 gün boyunca sürecek “Yaratıcı Yazarlık Eğitimi”nde çocukların yaratıcı yazarlık ve hikâye yazımı konusunda temel becerileri kazanmaları hedefleniyor. Çocuklar düzenlenecek bu eğitim ile bir hikâyenin unsurları, karakterlerin yaratılması, olay örgüsünün yapılandırılması ve yaratıcı yaklaşımlar ile metinlerini yazmayı öğrenecekler.

Çocuk edebiyatının önde gelen isimleri Süleyman Bulut ve Renan Özdemir tarafından verilecek eğitimlerde, yazmanın temel bilgileri, yazmayı besleyen unsurlar ve yaratıcı yaklaşımlar işlenecek.

Eğitimlerin ilk gününde Süleyman Bulut, Türkçeyi doğru kullanmak, imla kuralları, öyküde olay nedir, olay örgüsü nasıl yapılır, karakterler nasıl yaratılır konularında bilgilerini çocuklarla paylaşacak. Eğitimlerin ikinci gününde ise Renan Özdemir eşliğinde, okuma, gözlem ve belleğin yazmadaki önemi ile daha akıcı yazma konusunda ipuçları verilecek.

Türkiye’de bir ilk: Çocukların hayalleri tiyatro sahnesinde

“Bir Hayal Bir Oyun” projesi ile Türkiye’de ilk kez bir çocuğun kaleme aldığı hikâye, tiyatro oyununa dönüştürülüyor. Projeye üçüncü veya dördüncü sınıfta okuyan öğrenciler kendi hayal güçleriyle yazdıkları hikâyelerle katılıyor. Alanında uzman jüri üyeleri tarafından yapılan değerlendirme ile seçilen eser, tiyatro yazarları tarafından senaryolaştırılarak bir tiyatro oyununa dönüştürülüyor. Hikâyenin yazarı olan çocuk, hikâyenin oyunlaştırılma sürecine de dâhil olarak, hayallerinin bir tiyatro oyununa dönüşmesini deneyimliyor. Oyunu üniversite öğrencileri sahneye koyarken aynı zamanda oyunun kostüm ve dekor tasarımlarını da gerçekleştiriyorlar.

Dereceye giren ilk 10 eser için bir öykü kitabı hazırlanıyor

“Bir Hayal Bir Oyun” yarışmasında dereceye giren ilk 3 esere verilen para ödülünün yanı sıra jüri değerlendirmesi sırasında ilk 10’da yer alan hikâyenin sahipleri “Yaratıcı Yazarlık Eğitimi”ne katılma hakkı elde ediyor. Hikâye yazarlığını sevdirerek çocukları sanata yönlendirmek ve yeteneklerini görmelerini sağlamanın hedeflendiği eğitimler sonrasında çocuklara katılım sertifikaları veriliyor. İlk 10 hikâye bir kitapta toplanarak, Dünya Tiyatro Günü’nde izleyicilere armağan ediliyor

Bu yılın birincisi ‘Hayal Çalan Cadı’ Dünya Tiyatro Günü’nde sahnelenecek

Bu yıl düzenlenen Bir Hayal Bir Oyun Yarışması’nda birinci olan Hayal Çalan Cadı adlı eser, tiyatro oyununa dönüştürülerek Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi ve Mimar Sinan Üniversitesi öğrencilerinden oluşan amatör bir tiyatro ekibi tarafından Dünya Tiyatro Günü’nde Zorlu PSM’de sahnelenecek.

Faselis/Türkiye’de Enerji

Arakanlıların geri dönüş çilesi

Dünyanın şu biçare inanılmaz durumuna bakarken, insanoğlunun kendinden “utanması” hatta “nefret” etmesi gerekiyor. Gezegenimiz; uzun yıllardan beri başına bela olan, savaşlardan, kanlı mezhep çatışmalarından, açlıktan ölmelerden ve tabii afetlerden kendini bir türlü koruyamazken hortlayan “Haçlı tehdidi” yeniden kargaşalara, korkulara, sefaletlere neden oluyor.
Gerçekten de, özellikle neredeyse “İslam Atlası”nın bütünü üzerinde, bir Haçlı kıskacı ve tahribatı kendini gösteriyor. Bu insanlık katliamına karşı “köklü” ve ciddi önlemler alınmazken, aksine İslam aleminde, fitne-fesat, kışkırtma, baskı ve korku birbirini kovalıyor.

Ne yazık ki; bu dehşet kuşağında Müslümanlara karşı girişilen eylemlerin karşısında başta Papa olmak üzere papazlar ve özellikle gayrimüslim devlet adamları hem susuyor hem de zaman zaman faciaları destekliyorlar.Katolik dünyasının dini lideri Papa Francesco’nun Myanmar’a ziyaretinde, bu ülkede zulme uğrayan “Arakanlı Müslümanlar” için kullanılan “Rohingyalar” terimini ağzına almazken, etnik temizlik boyutuna varan saldırılara dahi, ancak bu suskunluk üzerine doğan tepkilerden korkarak sadece değinmesi buna örnek olarak gösteriliyor.

Neredeyse, bütün Hristiyan alemi Arakanlı Müslümanları “Bangladeşli yasa dışı göçmenler” olarak görüyor. Birleşmiş Milletler Sözcüsü Joel Millman, 25 Ağustos’tan bu yana Myanmar’daki şiddet olaylarından kaçarak Bangladeş’e sığınan Arakanlı Müslümanların sayısının 421 bine yükseldiğini belirtiyor.

BM sözcüsü Millman, yüksek sıcaklıklar ve muson yağmurları altında Cox’s Bazar kenti civarındaki kamplara yeni ulaşan Myanmarlı sığınmacıların yetersiz beslenme ve yorgunluk nedeniyle hastalandıklarını söylüyor. BM Genel Sekreteri Guterres, Myanmar hükümetine çağrı yaparak, “Arakanlıların geri dönüşüne izin verin” ifadelerini kullanıyor. Arakan eyaletindeki şiddet olaylarından kaçarak Cox’s Bazar’a sığınan Arakanlı Müslümanların sayısının bugün itibarıyla 421 bine ulaştığını belirten Millman, bunların 171 bin 800’üne henüz hiçbir sağlık hizmeti verilemediğini bildiriyor.
Öte yandan, başta ABD Başkanı Trump olmak üzere hiç bir Hristiyan liderin, bu insanlık dramına karşı bir söz dahi söylememeleri, Haçlı zihniyetinin tezahüründen başka, neyi sergiliyor. Aslında, ABD’nin yıllardan beri yürürlüğe soktuğu, önce adına “Yeşil Kuşak” adı verilen sonra Büyük Orta Doğu Projesi’ne dönüştürülen dehşet planı, Afganistan, Libya, Irak, şimdi de Suriye’de hükmünü icra etmiş sırada Yemen, Lübnan hatta Filistin bulunuyor. Yani, ABD ve diğer Hristiyan ülkelerin düşünde daima, petrolün ve suyun eksik olmadığı Müslüman devletler yatıyor.

Tabii ki, Müslüman ülkelerin kayıpları hem can hem mal bakımından büyük oluyor. Sadece dünyadaki Müslümanların yüzde 35’i mülteci veya sığınmacı olarak hayatta kalabilmenin mücadelesini veriyor. Nitekim, Uluslararası Hukukçular Birliği’nin (UHUB) düzenlediği ‘’Sığınmacılara Yardım Konusunda Devletlerin ve Uluslararası Teşkilatların Sorumlulukları-İslam Dünyasının Kanayan Bölgelerinde Son Durum’’ konulu konferans Kayseri’de yapıldı. Birlik Genel Sekreteri Necati Ceylan, “Müslümanların yüzde 35’i mülteci ya da sığınmacı konumunda” diyor ve şunları ekliyor:”Günümüzde de uygar olduklarını belirten Batılı ülkeler, kendi koydukları kanunları ihlal edip, insanlığı sömürmektedir. Müslümanların yüzde 35’i mülteci ya da sığınmacı konumunda. Dikkat edilirse, kurmuş oldukları Birleşmiş Milletler (BM) ve insan hakları örgütleri, ABD’nin ve Batı’nın Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de ne yaptıklarını sormamakta, özellikle İslam coğrafyasında emperyalist güçlerin sömürüsünü, kan akıtmasını seyretmektedir’’…Nereden bakılırsa bakılsın, Orta Doğu’da oluşturulan Haçlı zihniyetinin daha çok zarar vermemesi için, öncelikle Müslüman aleminin anlaşması icap ediyor.

 

Büyük ‘TOÇEV’ ailesi

Yıl 1993, arkadaşım Betül Özakyol ve Ebru Uygun ile sohbet ediyoruz. Görüşmenin ana gündem maddesi maddi imkansızlık yüzünden okuyamayan çocuklar ile alakalı bir projeyi uygulamaya koymak.

Ebru Uygun yurt dışında okurken bir vakıfta gönüllü olarak çalışıyor ve bu modelin ülkemizde uygulanmasıyla çok sayıda çocuğun eğitim görmesinin sağlanacağını aktarıyor.

Bu proje için ilk adımı atan arkadaşlarımı alkışlıyor ve gereken ne ise yapmak için ekibe dahil oluyorum.
Sık sık yaptığımız toplantılarda beyin fırtınası yaptık, elele vererek başladığımız anlamlı yolculukta verdiğimiz mücadele hepimiz için büyük anlam taşıyordu.

Bu hareketin ismi 90’lı yıllarda Tüvana Okuma İstekli Çocuk Eğitim Vakfı (TOÇEV) olarak belirlenmişti. Tüvana isminin seçilmesinin nedeni de güçlü, diri ve canlı olmasıydı.

O zamanlar Yönetim Kurulu Başkanlığını yaptığım aile şirketimiz Şen Tekstilde giyim alanında faaliyet gösterdiğimizden dolayı tekstil komisyonunun çalışmalarını ben üstlenmiştim.

Betül Özakyol, Ferhat Yıldırım, Ümit Şengezer, Betül Mermertaş ile beraber Merter, Laleli, Osmanbey, Sultanhamam’ı sokak sokak dolaşarak, dost, hısım-akraba ve arkadaşlarımızdan aldığımız desteklerle kolileri giyim malzemeleri ile dolduruyor ihtiyaç sahibi çocuklarımıza ulaştırıyorduk.

Bu güzel amaca hizmet etmek o kadar bizi sevindiriyordu ki! Elimizden gelenin daha fazlasını yapmak için canla başla çalışmaya devam ediyorduk.

Zaman çok hızlı akıyor, emeklerimiz meyvelerini vermeye başlıyordu. İnsanlar bize ulaşıyor, bizde bizimle birlikte hayır yarışına katkı yapmaya çalışan dostlarımıza ulaşmaya çalışıyorduk.

Acemi bir ruhla fakat gönülle yapılan çalışmalarımız ile bizimle beraber olan dostlarımız ile oluşturduğumuz organizasyonun bir zincir halkasına dönüşmesi bizlere büyük bir gurur yaşatmıştı.

90’lı yıllarda başladığımız bu güzel hareket birinci yılına geldiğinde seneyi devriyemizi bir özel kutlama yaparak dostlarımızla tescillemeye karar verdik.

Akatlar Gösteri Merkezinde sanatçı dostlarımızın sahneye çıkmak için birbiri ile yarıştığı kutlamamızda salona sığmadık, tabiri caizse taştık, kaynaştık, hatta ayakta destek için bir olduk.

O yıllarda HBB TV’de çalışan dostum Ferhat Yıldırım medya’dan dostlarını davet etmiş, programımıza televizyon, gazete ve dergi temsilcileri büyük ilgi göstermişti.

Bağışçılarımız o güzel günde biz TOÇEV ile her zaman birlikteyiz mesajı verircesine salonda tek yürek olmuşlardı. Böylelikle ülkemizde çocuklarımızla beraber ilk sosyal toplum projemizi milyonlara anlatmayı başarmıştık.

Günler haftaları, haftalar ayları, aylar ise yılları takip etti, Ebru Uygun’un ateşlediği kıvılcımı alevlendirmek için 5-10 arkadaşla verdiğimiz destek bugün 24. yılında 5.000.000’u aşan çocuğumuzun okumasına vesile olan bir dev vakıf olarak karşımızda dimdik duruyor.

TOÇEV’in bir parçası olmaktan gururluyum ve bugün ise derneğin kendi binasının açılışında olmaktan da büyük bir onur duyuyorum.

Başta Betül Özakyol ile Ebru Uygun’a ve tüm TOÇEV dostlarına teşekkür ederim.

Nice 24 yıllara el ele gönül gönüle…

TOÇEV biz kocaman bir aileyiz…

İran’da şiddet yerine Gene Sharp

Şiddet olaylarının arkasında olanlar, İran’da 2018 yılının ilk çeyreğinde şiddet yerine Gene Sharp’ın sessiz protesto yöntemleri ile hükümeti itibarsızlaştırmak için düğmeye basacaklar.

İran’da geçtiğimiz ay sonunda gerçekleşen kanlı olayların arkasında İsrail ve ABD’nin olduğunun her kesimce bilindiğini belirten İstihbarat Uzmanı K.S ile İran Uzmanı Çağatay Balcı Ogün’e açıklamalarda bulundu.
Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (KAFKASSAM) İran Uzmanı Çağatay Balcı, “Ruhani’nin prestiji, halk nezdindeki itibarı ve bürokrasideki etkinliği ciddi şekilde sınırlandırılacak. Rejim, bu süreçten biraz daha güç kazanmış olarak çıkacak” diyerek konuştu.

İran Uzmanı Balcı, “Meşhed, İran rejiminin veya İslam devrimi ideolojisinin sembolik şehirlerinden bir tanesi. Olayların burada başlaması çok dikkat çekicidir” dedi.

Sözde zamları protesto eden kalabalıklar bir anda “rejim değişmeli” sloganları atmalarının düşündürücü olduğunu söyleyen K.S., Tıpkı Gezi’de olduğu gibi daha olaylar başlamadan 6 ay önce ABD‘den “İran karışacak” şeklinde haberler geldiğinin altını çiziyor.

Hiçbir siyasi parti veya sivil toplum örgütü daveti olmamasına rağmen zamları protesto etmek için birden bire İran’da sokaklarda başlayan gösteriler dış güçlerin de müdahalesi ile ülke geneline yayılan kanlı bir eyleme dönüştü.

Yaşanan bu olaylar gezi provokasyonunda yaşananlar ile benzerlik taşırken, aklımıza Gene Sharp yöntemlerini getirdi.

İstanbul Taksim’de ağaçlar sökülmesin diye başlayan provokasyon, İran’ın Meşhed şehrinde zamları protesto etmek adına başladı ve kısa bir sürede kanlı olaylara dönüşmüştü.

Göstericilerin İran’ın Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’deki politikalarını protesto etmeleri de dikkatlerden kaçmadı.
Uzmanlara göre İran’da sıkıntılı günler yaşanıyordu ama hızla yayılan protestolarda bir anda rejim değişikliğinden bahsedilmeye başlanması ve olayların siyasi bir boyut kazanması kafaları karıştırdı.

Gösterilerin başlama ve gerçekleşme şekli ile yabancı ülkelerinin basınının destek haberleri değerlendirildiğinde akıllara ‘İran’da Gezi olaylarında kullanılan Gene Sharp Metodları’nın da kullanıldığını akla getirdi. Şimdi şiddet içermeyen eylemlerin devreye sokulacağı konuşuluyor.

ABD basının 6 ay önce İran’da yapılacak eylemin olacağını haber vermesi bu işin arkasında ABD’nin olduğunu açıkça gösteriyor.

Fransa Dışişleri Bakanlığı, protestolar yaşanırken, “Fransa, çok sayıda gözaltına alınan ve mağdur olanlara karşı endişe duyuyor.” açıklamasını yapması Arabistan, İsrail ve ABD’nin yanında yer aldığı şeklinde yorumlanıyor.
Ülkemizde yaşanan tencere ve tava eylemleri, Polise duran adam gibi eylemlerle karşı duruş, sosyal medya örgütlemeleri ve oturma eylemleri de lidersiz, örgütsüz isyanların fikir babası Gene Sharp’ın yöntemleridir.
İran’da kanlı olaylarda, Gezi’de yaşandığı gibi polisin göstericilere ateş açtığı yalanı kullanılmış, simge kadın gibi benzeri karelere yer verilmiş ve tüm organizasyon sosyal ağlar üzerinden özellikle de telegram üzerinden gerçekleştirilmiştir.

İran’da yapılan gösteriler sadece bu ülkede olduğu, başka bir ülkede böyle gösterilerin olmadığı yalan algısı oluşturulmaya çalışılmıştır.

2000 yılında Sırbistan’da, 2003’te Gürcistan’da, 2004’te Ukranya’da, 2005 yılında da Lübnan’da başarılı olan şiddet içermeyen eylemler, Belarus, Burma, İran, Batı Papua ve Zimbabwe’de hükümet üzerinde bir baskı oluşturmak için yıllardır devam etmektedir.

2017 sonunda İran’da şiddet olayları tercih edilmiş, başarılı olmayınca da yeniden şiddet içermeyen eylemler için düğmeye basılmıştır.

Peki ülkelerde iktidarları değiştiren bazen de yönetimi itibarsızlaştıran Gene Sharp’ın bu yöntemlerinin uygulandığı İran’da kanlı eylemlerin başladığı anda göstericilere Trump ve İsrail Başbakanı Netanyahu’dan destek mesajları ne anlama geliyor.

Şiddet olaylarının ardından 2018 yılının ilk çeyreğinde İran’da Gene Sharp yöntemleri yeniden devreye sokulacak.

İki farklı hastane ve iki farklı hizmet anlayışı

Sağlıkta yapılan reformlar hastanelerde kötü yönetimle baltalanırken, iyi yönetim ile de halka hakkettiği hizmeti veriyor.
Geçen sağlık raporu almak için adı gibi güzel bir hizmet alabileceğim düşüncesiyle Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi’ne gittim.
Gitmez olaydım…
Süreci görmez olaydım…
Halkın yaşadığı çileye ortak olmasaydım… Önce alacağım rapor için 250 lira ücretimi yatırdım ve gitmem gereken doktorları dolaşmaya başladım.
Gideceğim doktorların bankosunda görevlilere soru soran vatandaşların azarlanması, personelin sağlığı bozuk insan edasıyla ağzında sakız çiğneyerek, vatandaşa bir hasta, bir müşteri olarak değil sanki bir ucube gibi davranmasına şahit oldum.
Doktorun odasına girmeyi başardığınızda hemen hemen hepsi hastaya sert bakışlarla neden geldin der gibi karşılamasını da gördüm.
Hatta rapor almam için gerekli olan doktorlardan birisi ise sebepsiz yere öğleden sonra hastane de tedavi ve raporlara bakmayacağını da öğrendim.
Azarlanan, sert bakışlar ile karşılanan, kucağında bacakları yaralı bebek taşıyan anne-babaya yardımcı olmak yerine ukala cevaplar veren personel karşısında darmadağın bir şekilde başhekimliğe gittim.
Ben kendisine hastane personelinin ağzında sakız ile hastalara sert davrandıklarını, bir doktorun keyfi olarak öğleden sonra görev yerini terk ettiğini ve doktorların mutsuz ve asabi olmalarının sebebini sordum.

<strong>BAŞHEKİM YARDIMCISI SORUN GÖRDÜKLERİMİ OLAĞAN DURUM OLARAK GÖRDÜ</strong>
İstanbul Sağlık Bilimleri Üniversitesi Kanuni Sultan Süleyman Hastanesinin Başhekim Yardımcısı olayı gayet normal karşılayarak, sorunun çözümü noktasında bir cevap vermedi. Sorulara cevap vermek ve sorunları çözmek adına sözler sarf etmek yerine benim raporumu Beylikdüzü’nde bulunan ek kampüslerinde hemen almam için oranın sorumlusu ile görüşerek, cep telefonunu da bana verdi.
Yıpranmış bedenim, bozulmuş ruhum ile burada rapor ile yapılacak tedaviyi ret ederek hastaneden ayrıldım.
Hastaneden ayrılmadan da sağlık bakanlığına hastaneden yaşanılan aksaklıklar ve sorunları ALO 184’i arayarak bildirdim.
Konuşmamın başında şahsımın rapor işleminin hızlandırılmaya çalışıldığını fakat benim arama amacım kesinlikle işimin kolaylaştırılması olmadığını esas niyetimin hastanede yaşananların bir daha yaşanmaması olduğunu söyleyerek detayları aktardım.
Benim bu konuşmamın ardından şikayet hattından 10 dakika sonra geri dönüş yapan kendisine bu hattın üst düzey sorumlusu olduğunu söyleyen kişi, ‘sizin işinizin öne alınması başka hastaların hakkını çalmak olur’ demesi ile başımdan kaynar sular dökülmüş gibi oldum.
Beni anlamayan sağlık bakanlığının üst düzey yetkilisi ile sağlıklı iletişim kuramayacağımı anlayarak görüşmeyi sonlandırdım.
Unutmadan başhekimlik katına şikâyet için çıktığımda gördüğüm tablo hastaların muayene edildiği poliklinik katındaki gibi mutsuz ve sinirli insanlardan oluşmuyordu.

<strong>BAŞHEKİMLİK KATI ZEVKİ SEFA ALANI VE SİGARA İÇENLERE YASAK YOK</strong>
Geniş ferah misafirlerin ağırlanacağı alanda bulunan lüks koltuklarda hastane personeli otururken ve estetik sehpalarda pastalar, börekler ile ziyafet edilmesine tanık oldum.
Başhekimlik katında bulunan yangın merdiven girişi ise sigara içme odasına çevrilmiş ve üst düzey yöneticiler burada insanların gözü önünde nikotin alarak, sohbetler ediyorlardı. Yazıklar olsun işini güzel yapmayana yazıklar olsun.
<strong>
OSMANİYE POLİKLİNİĞİNDE İSE GÜLERYÜZLÜ SAĞLIK HİZMETİ VERİLİYOR</strong>
Şimdi gelelim Kanuni Sultan Süleyman Hastanesinden alamadığım raporu almak için gittiğim Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma HastanesiOsmaniye Semt Polikliniğinde yaşadıklarıma… Hastaneye giriş yaparken, güvenlik görevlileri güler yüzle karşılıyor sizleri ve sorduğunuz soruya aynı şekilde güzel bir karşılık alıyorsunuz. Hastane kalabalık hatta diğer hastanedeki gibi bazı doktorların kapısında 15 kişi sırayla içeri giriyor fakat doktorun karşısına çıktığınızda size sert bakış atmıyor ve hatta güler yüzlü bir şekilde muayeneyi tamamlayınca, ‘ben raporu yazarım, siz diğer doktorlara geçin, böylelikle vakit kaybetmezsiniz’ diyerek hastalara muayeneye ek birde kılavuzluk yapıyor.
Koşuşturma sırasında bazen bir görevlinin yaşlı bir hastanın koluna girerek, gittiği doktora kadar ona eşlik ettiğini de görebiliyorsunuz. Hatta engelli ve ağır hastalara öncelikli muayene sırası ile VİP hizmet verilmesine de şahitlik ediyorsunuz.

<strong>KANUNİ HASTANESİNDE 5 GÜNDE ALINAN RAPOR, OSMANİYE POLİKLİNİĞİNDE 5 SAATTE VERİLİYOR</strong>
Kanuni Sultan Süleyman Hastanesinde 5 günde alamadığınız raporu 5 saatte veren hastane insana hem moral, hem sevinç, hem de büyük rahatlık sağladığı için başhekimin makamına giderek, olumlu düşüncelerimi iletmeye karar verdim. Osmaniye Polikliniği Başhekimi Dr. Alper Özel’in odası danışma odası kadar küçük ama kapısı sonuna kadar açık ve hiç kapatmıyor.

<strong>HASTALAR HASTANEDEN ALLAH RAZI OLSUN DİYEREK MUTLU AYRILIYOR</strong>
Kapıda 3 kişi var, yaşlı bir teyze randevu almadan gelmiş ve derdini anlatıyor.
Başka bir emekli öğretmen beyefendi oda derdini aktarıyor. Bir hanımefendi o da sıkıntısını evraklarla sunuyor. Hepsi de odadan Allah razı olsun evladım diyerek çıkıyor.
İçeri girdiğimde güzel düşüncelerimi ayrıntılarıyla anlatıyorum. Soyadı gibi özel olan doktor Alper bey olumsuz düşünceniz varmı? Var ise alayım çok memnun olurum dediğinde; maalesef olumsuz bir duruma şahit olmadım diyorum.

<strong>İKİ FARKLI HASTANE, İKİ FARKLI HİZMET</strong>
Şimdi Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi nasıl yönetiliyor ve ne eksik yapılıyor da hastaneye girenler mutsuz ayrılıyor, hastanede çalışanlar hastalara kaba davranıyor?
Osmaniye Polinikliğinde nasıl bir yönetim anlayışı hakim olmuş ki! Hastalar buradan Allah razı olsun diyerek ayrılıyor ve doktorlar ile çalışanlar en üst kalitede hastalarına hizmet verebiliyor.
Sağlık bakanlığı yetkilileri bu iki hastanede görevlendirecekleri müfettişler ile bunun sebebini rahatça öğrenebilirler.
Öğrenemezlerse bende cevabı var, burada cevabı yazmamamın nedeni ağır bir cevap olacağıdır.

Çerkez Ethem hakkında yalan söyleyenler utansın!

Bu israfat ve ihtirasat ile dolu şerait tahtında milletin ve memleketin harbe tahammülü kalmamıştır. İstanbul’dan gelen ve tevkif edildikleri şayi olan sula tavassut hey’etinin muvafık ve müsait şerait tahtında geldikleri beynennas şayi olduğuna göre hey’etimüşarüileyhanın serbest bırakılarak müzakerat-ı sulhiyenin teşriini menafi-i memleket namına ihbarı – keyfiyet eylerim. Ankara’da içtima eden Meclisin ne şekilde içtima ettiğini tabiî hepimiz biliyoruz.

İlk icraatları da bu fakir milletin sırtından kendilerine senede üç bin küsur lira tahsisat yapmaları olmuştur ki senede içlerinde yüz lirayı bir arada gören pek azdır. Şimdi bol bol dalkavuklukla me’lufturlar.

Gelen hey’etiâliyenin hemen İstanbul’a iadesi ehemmiyetle maruzdur.

****

Bu sözler Kuvayi Seyyare ve Kütahya Havalisi Umum Kumandanı Çerkez Ethem’e ait sözlerdir.

Bu değerli sözleri Harp dairesi Başkanlığı Arşivinden ulaştığım bu resmi tutanak 29 Kânunuevvel 1336’da  Çerkez Ethem TBMM’ne göndermiş.

Köşe yazıma bu özel resmi belge ile başlamamın nedeni eski Türkçemizin gelişmesi değildir.

Çerkez Ethem’in “Vatanı için savaşan, canını feda etmekten bir an olsun çekinmeyen ve düşmanla cenk ederken defalarca yaralanan, yılmadan mücadele eden milli bir kahraman Çerkez Ethem’e hain diyen zındıklara cevap olsun” diye Milli Kahramanımızın sözleri ile başladım yazıma…

Yunan kuvvetleri ile birleşerek hareket eden bir vatan haini olduğunu ileri süren geri kafalılara meclis tutanakları ile de bir şamar gibi cevap vermek istedim.

İsmet Paşa ile bir çekişmesinin olduğu doğrudur. Lozan’da bize ihanet etti diyerek İsmet Paşa’yı eleştirenler ne kadar vatan haini ise Çerkez Ethem’de o kadar vatan hainidir. Eleştirmek veya bir konuda anlaşmazlık sonucu bir çekişme yaşanması hainlik ile eş anlamlı değerlendirilemez. Vatan hainliği ülkeyi düşmanla bir olup parçalama planlarının içerisinde olmaktır. Çerkez Ethem cesur ve inançlı birisidir. Kendisini vatanına adamıştır.

EVET HAİNDİR!!!!

Çerkez Ethem, Birinci Dünya Savaşı’nda önce Ruslara, daha sonra da İran’ın güneyindeki İngilizlere karşı savaştığı için haindir…

Afganistan sefer heyetinde askerleriyle beraber hilal için canlarını ortaya koydukları için haindirler…

Silah sıkıntısı olduğu zamanlarda silahlı düşmana karşı silahsız dövüşerek kahramanlık yaptıkları için haindir.

Ülkenin zor durumda olduğu halde rüşvet, gasp ve hırsızlık olayları tezgahlayanları idam ettiği için haindir…

Adapazarı tüccarlarından elli bin lira ve Karacabey eşrafından aldığı beş bin lira alarak itilaf devletlerinin işgali altındaki mühimmat depolarından bu paraları kullanarak gizlice cephane aldığı için haindir…

Evet haindir ama hain olan Çerkez Ethem değildir, hain olan kahramanımızı tarihte ihanetle anılması için çirkin planları devreye sokanlardır.

Atamızın kendi el yazısı ile bizlere birde vasiyeti var, bizlere vatan haini olmadığını ispatlamamızı söylemiş.

Gelin bu vasiyeti yerine getirelim.

 

MİLLİ MÜCADELEMİZE DARBE VURMAK İÇİN BAŞLATILAN 3 BÜYÜK İSYANI DURDURDU

  • Mustafa Kemal Paşa’nın ricası üzerine Kasım-Aralık 1919 tarihinde I. Aznavur ve Nisan 1920 tarihinde II. Anzavur ayaklanmalarını bastırır.
  • Mustafa Kemal Paşa’nın ricası üzerine 22-26 Mayıs 1920 tarihlerinde Düzce Ayaklanmasını bastırır.
  • Mustafa Kemal Paşa’nın ricası üzerine 20 Haziran 1920’de I. Zile-Yozgat İsyanını da bastırır.
  • Kahramanlıkları sonucu halk tarafından Ankara’da “Münci-i Millet” sloganları ile karşılanan Ethem Bey’e gösterilen sevgiden Ankara’da bir takım zevatlar korkmuştur.
  • Kahraman seslerini kesmek için oyunlarla Milli Mücahit Çerkez Ethem, “Hain Çerkez Ethem”e dönüştürülmek için düğmeye basılır.

 

Anzavur Ayaklanması Hakkında;

Bölgedeki olayların ortaya çıkardığı huzursuzluklardan ve İngilizler ile temasta bulunan bir takım menfaat düşkünü kimseler tarafından meydana getirilmiştir. Ahmet Anzavur da daha önce elde ettiği küçük muvaffakiyetlerine dayanarak, bir türlü dinmeyen kininin ve hırsının etkisiyle bu ayaklanmanın başına geçmiştir. Bunun üzerine bütün hazırlıklarını tamamlayan birlikler Çerkez Ethem komutasında olmak üzere 15 Nisan 1920’de Balıkesir’den hareket ederek Susurluk-Gönen istikametinde yürüyüşe geçmiş ve aynı gün ileri kuvvetler Susurluk ile Mustafakemalpaşa arasında Yahyaköy sırtlarında Anzavur kuvvetleri ile karşılaşmışlardır. 16 Nisan 1920 sabahından akşamına kadar devam eden şiddetli bir çarpışmadan sonra, Anzavur kuvvetleri darmadağınık bir halde kaçmışlardır. Anzavur, Bandırma’ya doğru kaçmaya başlamıştır. Sakarya Savaşı’ndan sonra da Ahmet Anzavur yakalanarak öldürülmüştür.

EPDK limitleri düşürdü, hane halkına iki faturaya yakın tasarruf geldi!

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından alınan son karara göre 2018 yılında aylık ortalama 70 TL ve üstünde elektrik faturası ödeyen yaklaşık 14 milyon tüketici cep telefonu numarası taşır gibi elektrik tedarikçisini değiştirebilecek. Tedarikçi değişikliği yapan tüketiciler ise daha düşük fiyattan elektrik kullanabildiği gibi, daha önceki tedarikçilerine ödedikleri güvence bedelini geri alarak bir aylık fatura tutarından daha fazla tasarruf edebiliyor.

Tedarikçi değiştiren %5.03 daha az fatura ödedi

Türkiye’nin ilk elektrik tedarikçileri karşılaştırma sitesi EnCazip’te yapılan tedarikçi değişikliklerine göre geçtiğimiz ay tedarikçi değiştiren ev tüketicileri Ocak ayında ortalama %5 tasarruf ederken, en yüksek tasarruf oranı %5.03 oldu. Böylece 70TL aylık fatura ödeyen bir tüketici indirimli birim fiyatla 36TL’ye kadar tasarruf etmiş oldu. EnCazip verilerine göre piyasada öne çıkan elektrik fiyatları Ocak ayında ise aşağıdaki tablodaki gibi oluştu.

Tedarikçi Şirket Birim Fiyat Ulusal Tarifeden Alınan İndirim
EWE Enerji 0,219375 %5
Aksa Elektrik 0,221690 %4
Kolen Enerji 0,228618 %1
Elektra Enerji 0,228618 %1

Kaynak: EnCazip

Toplam tasarruf iki fatura tutarına yakın

Konu ile ilgili değerlendirme yapan EnCazip Yönetici Ortağı Çağada KIRIM, elektrik tedarik şirketi değiştirmenin yalnızca ucuz fiyattan elektrik kullanmak anlamına gelmediğini belirterek, “Tedarikçi değiştiren tüketici eski tedarikçisine verdiği güvence bedelini geçişin ardından geri alabilir. Çoğu zaman bu güvence bedeli bir aylık fatura tutarından daha yüksek olduğundan ve genellikle yeni tedarikçiye güvence bedeli ödenmediğinden toplam tasarrufu bu tutarla birlikte düşünüp, tüketicinin toplamda iki aylık fatura tutarına yakın bir tasarruf elde ettiğini söyleyebiliriz. Bunun yanında, oluşan rekabetin tüketicilere daha iyi hizmet olarak geri döndüğünü ifade etmemiz gerekir.” şeklinde konuştu.

Faselis/Türkiye’de Enerji

Spot piyasada elektrik fiyatları %8,5 yükseldi

Enexion Haftalık Enerji Piyasa Raporu verilerine göre gerçekleşen spot piyasa fiyat ortalaması, %8,5 oranında bir yükseliş göstererek 184.4 TL/MWh olarak gerçekleşti.
Türkiye 15 Ocak 2018 tarihli gerçekleşmiş üretim verileri ve gerçekleşmiş piyasa fiyatlarına göre bir önceki hafta 169.9 TL/MWh olarak gerçekleşen spot piyasa fiyat ortalaması, %8,5 oranında bir yükseliş göstererek 184.4 TL/MWh olarak gerçekleşti.

Şubat ayı baz yükü 190 TL/MWh, Mart ayı baz yükü 178 TL/MWh, Nisan ayı baz yükü 183 TL/MWh seviyelerinden işlem görürken 2018 ikinci çeyrek ise 183 TL/MWh seviyelerinde gerçekleşti.

Geçtiğimiz hafta toplam üretim içinde yenilenebilir kaynakların payı %23,9, doğalgazın payı %38,4, kömürün payı ise %37,6 oranında yer tuttu.

Enexion Enerji Danışmanlık Türkiye Genel Müdürü ve Enerji Uzmanı Ceren Özdal, “EPDK, yüksek miktarda elektrik tüketen sanayicilerin tedarik şirketlerinden ikili anlaşma yoluyla elektrik almalarını teşvik edecek Son Kaynak Tedarik Tarifesi (SKTT) tebliğini kabul ettiği ve SKTT uygulamasının en geç 10 gün içerisinde Resmi Gazete’de yayınlanacağı söyleniyor” dedi. Ceren Özdal, “Özel sektöre farklı yöntemlerle yaptırılan toplam 7 bin 615 megavatlık elektrik üretim santralinden kamuyla ikili sözleşmesi 2018-2020 döneminde sona erecek yap-işlet modelindeki 5 bin 810 megavatlık kısmın lisanslandırılarak piyasaya elektrik satacak olması da elektrik piyasasının önemli gündemlerinden birisi. Söz konusu santrallerdeki gelişmelerin, piyasada daha rekabetçi bir ortam oluşturup fiyatları etkileyebileceğini düşünüyoruz. Özellikle yap-işlet modeli santrallerin nasıl, nereye ve hangi şartlarda enerji satacağı ve üretim dışı kalıp kalmayacağı yönündeki gelişmelerin elektrik fiyatlarında belirleyici rol oynayacağına” dikkat çekti.

Faselis/Türkiye’de Enerji

Türkiye’de enerji verimliliğinin hızla yaygınlaşması için kamu, özel sektöre örnek olmalı

‘Enerji Verimliliği Haftası’ dolayısıyla açıklama yapan Türkiye İMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Ferdi Erdoğan, “Enerji ihtiyacının yüzde 75’inin ithalat yoluyla karşılandığı ülkemizde, enerji tasarrufuyla cari açığın düşürülmesini sağlayabiliriz. Türkiye’de enerji verimliliğinin hızla yaygınlaşması için kamu, özel sektöre örnek olmalı. Yüksek gibi görünen yatırım maliyetini kısa sürede karşılayan enerji verimliliği uygulamalarıyla, mevcut binalarımızda uzun yıllar enerji tasarrufu elde etmemiz mümkün” dedi.

Türkiye İMSAD (Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği) Yönetim Kurulu Başkanı Ferdi Erdoğan, yeni ve mevcut binalarda enerji verimliliğini artırmak için ‘Enerji Performansı’ hesaplama yöntemlerinin geliştirilmesi gerektiğini belirterek, “Enerji Performans Sözleşmeleri; enerji verimliliği ya da yenilenebilir enerji projeleri sayesinde elde edilen maliyetteki azalmaları kullanarak, bu tür projeleri finanse edebilmek için sermaye oluşturmayı sağlayan bir finansman yöntemidir. Dünyadan örneklere bakacak olursak; Almanya’da enerji performans sözleşmelerinin %75’i, ABD’de ise %82’si kamu tarafından uygulanıyor” diye konuştu.

Enerji Bakanlığı tarafından Türkiye’de toplam 166 kamu binasında enerji verimliliği ile ilgili etüt çalışmaları yapıldığını ifade eden Ferdi Erdoğan, “Yapılarda aydınlatma, ısıtma, soğutma, yalıtım ve enerji üretimi gibi alanları kapsayan bu çalışmanın sonucuna göre; 26 hastane, 72 okul, 13 yurt, 8 üniversite, 36 idari bina, 8 havaalanı, 3 cezaevinin enerji verimli hale getirilmesi için toplam 180 milyon 493 bin TL’lik yatırım yapılması gerekiyor. Bu yatırımla elektrik ve ısı verimliliği ile yılda 54 milyon 425 bin TL’lik tasarruf elde ediliyor. Böylece yatırım maliyeti sadece 3.3 yılda karşılanabiliyor” dedi.

Kentsel dönüşüm büyük bir fırsat

Kentsel dönüşüm sürecinin konutlarda enerji tasarrufunun artırılması açısından büyük bir fırsat sunduğunu ifade eden Ferdi Erdoğan, şunları söyledi: “Özellikle enerji performansının Türkiye’de hızla benimsenerek yaygınlaşması için kamu, özel sektöre örnek olmalı. Ayrıca tüm stratejilerin ülke genelinde yaygınlaştırılması amacıyla özel sektörü de kapsayacak bir Enerji Verimliliği Ajansı’nın yapılandırılması, sistemin başarısı için ilk uygulamalar arasında görülmeli. Kentsel dönüşüm projelerini yapan ve anlatan, önemli projelerin sözcüleri ile konuştuğumuzda dahi, bunların büyük çoğunluğunun iklim değişikliği, enerji verimliliği ve sera gazı salımı konularını birer pazarlama aracı olarak kullandıklarını görüyoruz. ‘Peki, o halde nasıl yaptınız? Binalar dönüşmeden önce ne kadar enerji tüketip havaya ne kadar sera gazı salıyorlardı? Sizin projeniz sonrası durum nedir?’ sorularına tatmin edici bir yanıt alamıyoruz. Özellikle belediyelerin yaptığı dönüşümlerde, binaların, konutların Enerji Kimlik Belgesi konusunda karşılaştığımız tablo üzücü. Dolayısıyla ülkemizde hala bu konuda bilgi eksikliği var. Başta uygulamacılar olmak üzere mimarlar, mühendisler ve müteahhitlerin de içinde olduğu sektör temsilcilerine yönelik, enerji verimliliği konusunda güncel bilgi ve gelişmeleri aktarmaya ağırlık vermeliyiz” diye konuştu.

Son yayınlanan ‘Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı 2017-2023’ün, önemli bir mevzuat olduğunun altını çizen Ferdi Erdoğan, şöyle konuştu: “2018-2023 arasında uygulanacak 55 Eylem Planının 12’si, binaları kapsıyor. Söz konusu 12 eylem, yeni yapılacak ve mevcut binaların verim sınıflarının iyileştirilmesi, kamu sektöründeki tasarruf potansiyelinin hayata geçirilmesi, binalarda yerinde üretimin ve yenilenebilir enerji kullanımının yaygınlaştırılması, kapsamlı bir bina envanteri çalışmasının yapılması ve bütün kesimlere hitap eden farkındalık çalışmalarını kapsıyor. Türkiye’de birincil enerji tüketimi 2015 yılında 129,7 MTEP olarak gerçekleşerek, 2005’ten 2015’e kadar %46 oranında artış gösterdi. Son eylem planı ile Türkiye’nin birincil enerji tüketiminin %14 azaltılması hedefleniyor. Ayrıca 2023 yılına kadar %23,9 MTEP tasarruf sağlanması ve bu tasarruf için 10,9 milyar dolar yatırım yapılması öngörülüyor.”

Seramik, demir-çelik, çimento gibi yüksek enerji tüketimi olan sanayi sektörlerinin enerji verimliliği konusunda en yoğun çalışma yapan sektörler olduğunu belirten Türkiye İMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Erdoğan, “Buna rağmen enerji arzında yaşanan sorunlar ve iklim değişikliği nedeniyle özellikle enerji tüketimi yüksek olan sektörler için enerji verimliliğine yönelik politikaların hayata geçirilmesi önem kazanmaktadır” dedi.

2014 – 2018 yıllarını kapsayan Onuncu Kalkınma Planı, “Enerji Verimliliğinin Geliştirilmesi Programı Eylem Planı” alt başlığında geçen aşağıdaki maddelerin Onbirinci Kalkınma Planı’nda da yer almasının elzem olduğuna vurgu yapan Ferdi Erdoğan bu konudaki başlıklarla ilgili çalışmaların artarak devam etmesi gerektiğinin altını çizdi:

– Enerji verimliliği çalışmalarının, idari ve mali açıdan güçlü, yatay sektörlerde çalışmalar yapabilecek şekilde yapılandırılmış tek bir çatı altında toplanması ve farklı sektörlere yönelik politika ve uygulamalar arasında entegrasyonun sağlanması.

– Uygulanmakta olan mali teşviklerin etkinleştirilmesi ve yaygınlaştırılması.

– Yatırım yapmayı özendirici ilave mali tedbirler alınması, bu alandaki finansman imkânlarının belirli bir disiplin içinde kullanımı için mekanizmalar geliştirilmesi.

– KOBİ’lerin enerji verimliliği konusundaki eğitim, etüt ve danışmanlık hizmetlerinin desteklenmesine yönelik mekanizmaların iyileştirilmesi.

– Proje sonrasında sağlanan tasarruflarla geri ödemeye imkân veren enerji performans sözleşmesi (EPS) borçlanma modeli dâhil olmak üzere, çeşitli finansman yöntemleriyle kamu binalarındaki enerji verimliliği yatırımlarının yaygınlaştırılması.

Üniversite-STK-Sanayi işbirliği etkin olarak kullanılmalı

Ferdi Erdoğan, binalarda enerji verimliliğinde terminoloji sorunu yaşandığına dikkat çekerek, önerilerini şöyle sıraladı: “Örneğin ‘yeşil bina’, ‘sıfır enerjili bina’ , ‘pasif ev’ ve diğer benzer tanımlar net değil. Birbirinin yerine kullanılıyor. Bu tanımlar netleşmeli herkes aynı dili kullanmalı. Eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları aralıksız sürmeli. İyi uygulama örneklerinin devamlılığı sağlanmalı ve eğitim çalışmaları pekiştirilmeli, enerji mühendisliği yaygınlaştırılmalı. Enerji verimliliği konusunda mesleki eğitimi (mimarlar, makine ve inşaat mühendisleri) ve genel eğitimi ayırmak lazım. Üniversitelerde enerji verimliliği ve yapı malzemeleri dersleri ile ilgili yapılan ve yapılacak çalışmaların önemi büyük. Bu amaçla ‘Üniversite-STK-Sanayi’ işbirliği etkin olarak kullanılabilir. Biz Türkiye İMSAD olarak bu konuda bir takım çalışmalar yapıyoruz. Sektörel ihtiyaçlardan türeyen 12 adet çalışma komitemiz, hem özel sektör hem üniversiteler hem de kamu ile işbirliği yapıyor. Örneğin, Türkiye Binalarda Enerji Verimliliği Komitesi, 2016 yılından beri bir yandan yurtiçindeki ve yurtdışındaki gelişmeleri takip ederken, diğer yandan yıllık iş planına göre eğitim konusuna ağırlık verdi. Özellikle özel üniversitelerin mimarlık, inşaat mühendisliği ve makine mühendisliği bölümlerinden mezun olan öğrencilerin inşaat malzemeleri konusundaki bilgilerini artırmak, sektördeki gelişmeler hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlamak amacıyla Okan Üniversitesi ve Özyeğin Üniversitesi ile işbirliği yapıldı. Çevre Dostu Malzeme ve Sürdürülebilirlik Komitelerinin yürüttüğü çalışmalar kapsamında projelendirilen “Yapı Ürünlerinin Üretim-Kullanım Döngüsü Dersi” de Yıldız Teknik Üniversitesi’yle yapılan işbirliği çerçevesinde 2015–2016 sezonunda Mimarlık Fakültesi’nde başladı. Yaşar Üniversitesinde ise İnşaat Malzemeleri Dersi 2 dönemdir devam ediyor. Türkiye İMSAD olarak, sürdürülebilirlik kavramının daha iyi ve daha kalıcı olması adına üniversite ve sanayi işbirliğinin önemli bir iyi uygulama örneği olduğuna inanıyoruz. ”

Faselis/Türkiye’de Enerji

Çelik Dış Ticaret Derneği Üyeleri 2018 Yılı Hedeflerini Belirledi

Türkiye sanayisinin bel kemiğini oluşturan sektörlerinden biri olan çelik, stratejik konumunu güçlendirmek ve katma değerli ürünlerle ekonomiye yarattığı değeri üst seviyelere çıkarmak niyetinde. Üretimdeki gücünü uluslararası pazarlardaki payını artırarak pekiştirmek isteyen çelik sektöründe işbirliği yeni oluşumlarla artıyor. Çelik ürünleri ithal ve ihraç eden iş adamları güçlerini birleştirerek 2017 yılı ikinci yarısında Çelik Dış Ticaret Derneği çatısı altında bir araya geldiler. Sektörel güç birliğini artırmak hedefiyle yola çıkan Çelik Dış Ticaret Derneği üyeleri, 2018 yılı hedeflerini gözden geçirmek üzere düzenlenen yeni yıl yemeğinde buluştular.

Merkezi İstanbul olan Çelik Dış Ticaret Derneği (ÇDTD); demir ve çelik ürünlerinin iç ve dış ticaretinin geliştirilmesini sağlamak ve bu konuda çalışmalar yapan kişi ve kuruluşlara destek vermek amacı ile kuruldu. Dernek temel olarak çelik ürünleri ithal, ihraç eden firmalar ve iş adamlarından oluşan üyeleri arasında mesleki ve teknik işbirliğinin güçlendirilmesi, sektör firmalarına yönelik bilgilendirmeler yapılması, eğitim çalışmaları yürütülmesi, sektörde yaşanan sorunlara çözümler üretilmesi ve ilgili kurumlarla paylaşılması gibi konularda faaliyet gösterecek. Derneğin diğer amaçları arasında çelik ürünleri ithal ve ihraç eden kişiler ve kuruluş sahipleri veya yöneticilerinden oluşan üyeleri arasında mesleki, teknik ve kültürel dayanışma ile gelişmeyi sağlamak, politikalar geliştirmek, sorunları ve çözüm önerilerini kamuoyu ve ilgili kurum ve kuruluşlara duyurmak da yer alıyor. 2017 yılının ikinci yarısında kurulan derneğin şu an itibari ile 65 üyesi bulunurken, bu sayının 2018 yılında 100’ü geçmesi bekleniyor.

Çelik sektörünün farklı üretim kollarında faaliyet gösteren şirketlerden yöneticilerin üye olduğu Çelik Dış Ticaret Derneği’nin Başkanı Namık Ekinci, derneğin kuruluş amacı ve çalışmaları hakkında şunları söyledi: “Çelik Dış Ticaret Derneği’nin kuruluşu ile çelik sektörümüzün ihtiyaç duyduğu önemli bir oluşumu hayata geçirdik. Sektörel işbirliği ve dayanışmayı artırmak, çelik sektörümüz ve ülkemiz menfaatleri yönünde çalışmak ve fikir alışverişi yapmak üzere bir araya geldik. Çelik sektörünün yapısal sorunları yanında ihracatta karşı karşıya olduğumuz sorunların aşılmasında güç birliği yapmak giderek daha da önemli hale geliyor. Sorunların aşılması ve yeni fikirlerin üretilmesi anlamında Ortak Akıl ile hareket etmenin gerekliliğine inanıyoruz. Çelik Dış Ticaret Derneği olarak Ortak Aklın geliştirilmesi için üyelerimizle yakın işbirliğinde bulunmak hedefindeyiz. Çelik sektörü ve ihracatına katkı sağlayacak çalışmalar yürütmek üzere bir araya geldiğimiz Çelik Dış Ticaret Derneği, sektörümüzün gelecek yıllara çok daha güçlü şekilde kendini hazırlaması için çalışmalar yürütecek. Sektörü ve sorunlarını yakından bilen, çözüm önerileri getiren, vizyon sahibi ve dinamik bir yapıya sahibiz. 2018 yılında çalışmalarımıza hız vererek sektörümüze yaptığımız katkıyı artırmayı istiyoruz. Türk çelik sektörü dünyanın önemli çelik üreticileri arasında yer alıyor. Üretmenin tek başına yeterli olmadığı, ürettiğiniz ürünlerin ticaretini etkin şekilde yapmadığınız takdirde sürdürülebilir bir büyümenin sağlanamayacağına inanıyoruz. Yapısal sorunlarımıza çözüm bulma noktasında da Çelik Dış Ticaret Derneği olarak 2018 yılı ve sonrasında aktif bir çalışma içinde olacağız”.

Faselis/Türkiye’de Enerji

Petkim, STAR Rafineri’ye ortak olacak

SOCAR Türkiye’nin iştiraki Petkim, 6.3 milyar dolarlık yatırım değeri olan STAR Rafineri’ye ortak oluyor. Rafineri Holding A.Ş.’nin yüzde 30 hissesini alan Petkim, bu yolla dolaylı olarak STAR Rafineri’nin %18’ine sahip olacak!

Türkiye’nin ilk ve tek entegre petrokimya tesisi olan Petkim, 9 Ocak 2018 tarihinde STAR Rafineri’nin sahibi olan Rafineri Holding A.Ş.’nin %30 hissesini 720 milyon dolar karşılığında almak üzere anlaşma imzaladı. Bu satın almayla Petkim, STAR Rafineri’nin dolaylı olarak %18 payına sahibi olacak. 240’ar milyon dolarlık üç taksitten oluşacak ödeme planına göre son taksit, STAR Rafineri tamamlandığında ödenecek.

2008 yılından beri SOCAR Türkiye’nin iştiraki olarak faaliyetlerini sürdüren Petkim, petrokimya piyasasında yaşanan olumlu konjonktürden en iyi şekilde yararlanarak, son dönemde rekor kârlılık seviyelerine ulaştı. Rafineri-petrokimya entegrasyonunu; yine Petkim Yarımadası’nda inşa edilen ve 6.3 milyar dolarlık yatırım değeriyle Türkiye’de özel sektörün tek noktaya yaptığı en büyük proje olan STAR Rafineri ile sağlama vizyonunda olan SOCAR, Petkim’in gerçekleştirdiği bu satın alma ile entegrasyonu, pay sahipliği boyutuna taşıdı. STAR Rafineri’nin faaliyete geçmesinin ardından hammaddesi olan naftanın tamamını, lojistik maliyetlerini minimuma indirerek STAR Rafineri’den avantajlı koşullarla sağlayacak olan Petkim, satın almayla rafinerinin aynı zamanda paydaşı da olacak.

STAR Rafineri’nin satın alma bedeli, alanında dünya çapında saygınlığı olan bir değerleme firması tarafından yapılan çalışma sonucunda oluşturuldu. Yapılan değerlemede, şirket değerinden %15’lik azınlık iskontosu yapılarak nihai değere ulaşılması da Petkim için avantaj sağladı.

Petkim, 55 milyon Euro’luk Petkim Rüzgar Enerjisi Santrali (RES) yatırımı, 400 milyon dolarlık Petlim Konteyner Terminali yatırımı ve şimdi de 720 milyon dolarlık STAR Rafineri ortaklığı ile petrokimya piyasası dışındaki alanlarda da gelir çeşitliliğini artırma stratejisini sürdürüyor. Yakaladığı kârlılık ve düşük borçluluk seviyesinin olumlu getirisi olarak yatırımlarını hızlandıran Petkim, bu çeşitlilik sayesinde önemli ve düzenli nakit akışını da sağlayabilecek. Art arda açıkladığı güçlü finansal sonuçları ile yatırımcıların güvenini pekiştiren Petkim bu satın almayı, yakın zamanda gerçekleştirilecek ve yüksek miktarda talep gelmesi beklenen Eurobond ihracı ve kendi kaynakları ile finanse edecek.

Faselis/Türkiye’de Enerji