30 C
İstanbul
Pazartesi, Temmuz 28, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 110

Dolarla ilgili analizimiz ABD’den Makes buldu

0

Değerli dostlarım, sevgili okurlarım! Dolarınız varsa satın 1.5 TL olma ihtimali var, deyince istihza edenler oldu.

Efendiler.!

İşin ciddiyetinin farkına varın.

1- ABD’li analizciler doların “ayı mevsimi” denen ne zaman duracağı belli olmayan bir düşüş sürecine girdiği hakkında rapor yazdılar.

2- Devlet-i âliyyemiz T.C. başta tüm dünya buna hazırlanmalı.

3- Başta ihracat yapan kardeşlerimiz 5,00TL nin altına hazırlanın şimdiden.

4- Tedbirler alınmaz ise ilerde yaşanacak düşüşler daha yıkıcı olacak.

5- Osmanoğlu ailesi olarak mazlumları, çocukları düşünüyor ve yaşanacak krizler hakkında önceden ikaz etmeyi üzerimize bir manevi borç olarak görüyoruz. Bundan sevinmek gibi bir niyetimiz yok.

6- Uzun vadeli düşünmesini öğrenmeliyiz.

7- Biz dolar 1.5 olabilir derken mübalağa sanatı kullanarak işin vahametine dikkat çektik. Bu illa kısa zamanda bu rakam olacak demek değil. Ama bu düşüş sürecinin başladığını beyan ettik. Rabbim bizi tekrar doğruladı.

8- Sosyal basındaki sayfa müdavimleri analizlerimizin ne kadar yerinde olduğuna ilerleyen zamanda yazılanların çıkması ile şahittirler. Arşivimiz ortada.

BU DA ABD’LİLERİN BİZDEN ÇOK SONRA YAPTIKLARI ANALİZ VE YAZDIKLARI RAPORUN BİR BÖLÜMÜ

Aralarında Matthew Hornbach, Hans Redeker ve James Lord’un da bulunduğu Morgan Stanley stratejistlerinin kaleme aldığı raporda, Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı gelişen piyasalar için ayı piyasasının neredeyse tamamlandığı belirtildi. Kurum stratejistlerine göre ABD kredi piyasasında ayı piyasasının sürmesi için henüz alan bulunuyor; ABD dolarında ise başlamak üzere.

DOLAR DÜŞEBİLİR

Gelişen piyasalarda iyileşen kur görünümüyle yerel para cinsinden tahvillerini güçlü paralar cinsinden tahvillere tercih eden şirketin stratejistlerine göre dünya daha yavaş büyüme, daha yüksek enflasyonla karşı karşıya ve G4 merkez bankaları sıkılaştırma politikalarına bağlı ve bu durum dolarda zayıflamaya neden oluyor.

Dolar hakkında bir analiz daha yapacağız İnşaallâh. Ama henüz erken.

En iyi dost’a emanetsiniz.

Fransa’da gerçek halk sokakta mıydı?

Değerli dostlarım, sevgili okurlarım! Osmanlı-Fransa ilişkileri tarihi arka plana sahiptir, tarih buna şahittir.

“Osmanlı İmparatorluğu ile Fransa arasındaki yakın temaslar Kanunî Sultan Süleyman’ın saltanatının ilk yıllarında başladı. Fransa, 16. yüzyılda Habsburg İmparatorluğu karşısında var olabilmek için Osmanlı’yla ittifak yaptı. Fransa her zor duruma düştüğünde Osmanlı, asker, donanma ve para desteğinde bulunarak Fransa’yı ayakta tuttu. Kanunî Sultan Süleyman döneminde başlayan ittifak bir asırdan fazla devam etmişti.” (Erhan Afyoncu)

Sarı yelekliler hareketinin masum bir hak arama olmadığı açık. Orada halay çekenler asla Türkiye’yi ne devlet ne toplum nezdinde temsil etmemekte. Macron dik durmalı.

Vuctor Hugo ve Jean-jacques Rousseau, Fransız devrimine fikir babalığı yaptılar. Bu imparatorlukların yıkımını beraberinde getirdi. Sözde iktidarı monarklardan yani hanedanlardan alıp halka vermek olacaktı işleri. Ne oldu peki? 15-20 aile değil devletleri dünyayı idare ediyor şimdi. Ve dünya hiç olmadığı, görmediği kadar kıtalar büyüklüğünde karanlıklara içinde. Devletlerin hanedanlığı bitirip dünya hanedanlığı kurdular.

Avrupa bazı şeylerden radikal şekilde kopmalı;

1- Vatanını satanlarla ortak çalışmamalı. Bugün vatanını satan yarın seni satar.

2- Terörün hiçbir zaman çözüm olamayacağını bilmeli.

3- Başka ülkelerde rüşvetle siyasetçi-gazeteci-hoca-imam-profesör görünümlü ajan satın almayı bırakmalı.

4- Tüm dünya devletlerinin seçlmiş meclislerine, meclislerinde üretecekeleri çözümlere saygı duymalı.

5- Seçimlere katılımı arttırmalı. Bunun için: çarşaf liste seçim sistemine geçip demokrasiyi temsilî olmaktan çıkarmalı. Avrupa parlemantosu seçimlerine katılım oranı %43 bu ayıptan kurtulunmalı.

6- Algı operasyonları ile halkları idare etmeye çalışmaktan vazgeçmeli. Bunlar tarihi zeminden mahrum eşkıya çözümleridir.

Çözüm;

1- Biz tüm dünyada seçilmiş halk meclislerinin yegane çözüm mercii olduğuna inanıyoruz.

2- Sarı yelekliler kim?

3- Başı kim?

4- Yetkiyi kimden almışlar?

Bunlar cevaplanması gereken sorular. 

Tarih affetmez, Allah’a emanet olun..

Borularımızı milli güvenlik koruyor

Boru hatlarımız ve kritik tesislerimizin korunması maksadıyla Aselsan-Havelsan İş Ortaklığı bünyesinde gerçekleştirilen “Petrol ve Doğal Gaz Boru Hatlarının Güvenliği Projesi” saha uygulamaları, imzalanan anlaşmayla başladı. Proje kapsamında boru hatlarımız ve kritik tesislerimiz terör, sabotaj, hırsızlık ve izinsiz kazılara karşı fiber optik algılama, elektro optik algılama, çevre güvenlik radarı, yerli İHA ve kapalı devre kamera alt sistemleriyle desteklenen yerli ve milli entegre güvenlik sistemiyle çevresindeki tehditlerden 7/24 korunacaktır.

Boru hatlarından kesintisiz ve güvenli akışın, arz güvenliğimizin güçlendirilmesi açısından önemli olduğunu vurgulayan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, “Türkiye’nin geliştirdiği yerli ve milli savunma sanayi sistemleri, enerji güvenliğimiz için de artık sürekli teyakkuz halinde olacak. Petrol ve Doğal Gaz Boru Hatlarının Güvenliği Projesiyle gerçek zamanlı, doğru ve tutarlı bilgilerin oluşturulması harekât kabiliyetimizi de artıracak. Proje, lokasyon, video, görüntü gibi veriler ve alarmların dağıtılmasında hızlı veri akışını sağlayacak. Böylece anında müdahale için keşif ve tehditler hakkında da daha çabuk bilgilendirme yapmış olacağız” dedi.

Boru hattı hırsızlığına 21 yıl hapis

BOTAŞ’ın ham petrol boru hatlarından hırsızlık yaparken yakalanan kişilere, Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesi gereği, “Suçun enerji nakline ait tesislerde işlenmesi” nedeniyle nitelikli hırsızlık fiilinden 12 yıl hapis cezası veriliyor. “İlgili suçun gece işlenmesi” halinde TCK’nın 143. maddesi gereği ceza, 18 yıla kadar çıkıyor. Ayrıca, “Kamu malına zarar vermekten” ise TCK’nın 152. maddesi gereği, toplamda 21 yıla kadar hapis cezası veriliyor.

Faiz’e karşı SUKUK

Faiz günahtır inancıyla, faizin haram olmasının sabit olması nedeniyle faiz ve repo’dan uzak duran vatandaşların ellerindeki paraların gün geçtikçe değersizleşmesine faizsiz bankacılık sisteminin uygulamaya koyduğu ‘sukuk’ engel oluyor.

Peki nedir bu sukuk?

Sukuk ticari bir varlığın menkul kıymetleştirilerek sertifikalar aracılığıyla alınıp, satılmasıdır. Basit anlatımıyla ‘faizsiz bono’dur. Sukuk (sertifika) alanlar ellerindeki adet oranında satın aldıkları varlığa ortak olurlar. Ve böylelikle gelirden pay alırlar. İslami hassasiyet taşıyan kişiler ve kurumlar bu günlerde faizsiz gelir elde etmek için sukuk almaktadırlar.

Peki katılım bankacılığında faizsiz kar payı var iken neden sukuk alınıyor diye bir soru akıllara gelebilir.

100.000 lira parası olan İslami hassasiyeti olan kişi 1250 lira kar payı alırken, faiz veren bankayı tercih eden kişiler 2500 lira gelir elde ediyorlardı.

Şimdi Sukuk sistemini tercih eden kişiler 100.000 liraya ortalama 3.000/3.500 lira gibi kar alarak zaman zaman faiz veren bankalardan bile fazla gelir sağlayabiliyorlar. Sukuk tek şahıslar için değil, kurumlar ve devletler içinde bir alternatif faizsiz gelir sistemidir.

Faizsiz finans sisteminde ülke ve coğrafi insanımızın muhtaç olduğu sermayenin ortaklık yoluyla elde edilmesi ve gelirlerin paylaşılması sistemi faizin karşısına bir kara bulut gibi çökmüştür.

Ziraat katılım sukuk sisteminde kiralama yoluyla ortaklık sertifikalarını incelemenizi tavsiye ederim.

Kriz değil, Kir-iz bizi yaralar

Bir belediye başkanı yeniden aday gösterilmediği gerekçesiyle İstanbul Yeni Havalimanı CİP salonda bulunan hamamda intihar etti.

CHP’li bir partili HDP’lilerin meclise girmelerini sağlaması ve devletten para yardımı almalarına vesile olmaları sebebiyle parti merkezini basarak, genel başkan yardımcısına saldırdı.

Geçtiğimiz günlerde ise bir şehit annesi yeter artık başka analar ağlamasın diyerek bölücü terör örgütüne destek veren bir siyasiyi bacağından bıçaklayarak hastanelik etti.

Ne oldu bakıyorum yazdıklarım ve çizdiklerim sonucunda renginiz soldu. Hepinizin bu olaylar ne zaman oldu, biz neden duymadık dediğinizi duyar gibiyim. Bunların hiçbiri olmadı ama olmayacağını kimse garanti edemez. Çirkinliklerin en üst seviyede yaşandığı bu günlerde olabilmesi muhtemel olayları kaos üslubuyla yazmaya çalıştım.

2018 yılını yurdum insanı olarak hepimiz çok şanssız ve talihsiz bir yıl olarak geride bıraktık. Tabiri caizse ekonomik olarak mevcudu koruma yarışı vermenin yorgunluğuyla 2019 yılına girerken, kriz söylemlerinden zengin olarak çıkma hevesi içerisinde olanları hep üzülerek seyrettik. Gelişme alanını yakalayamadığımız gibi kendi konumlarımızı ne netleştirebildik, ne de koruyabildik.

Krizi en düşük maliyetle atlatmak için alternatif tepki stratejisi uygulamakta sınıfta kaldık. Vicdanla cüzdan arasında gidip gelenler arasından cüzdanı seçenler, paranın esiri, vicdan muhasebesi ağır basanlar ise krizin bedelini ödediler. Ama ülkemizde ‘kriz’ gerçek anlamıyla, hepimizde ‘kir-iz’ bıraktı. Bakalım 2019 yılındaki süreç bizlere hem ekonomik hem de siyasi olarak, neler kazandıracak veya neler kaybettirecek bunları yaşayarak göreceğiz.

Türk malı sertifikalı jeneratörler

EXERGY ve NIDEC ASI arasında 2017’de imzalanan özel anlaşma sayesinde ulaşılan başarı, 31 Ekim’de bakanlık temsilcileri ve projeye dahil olan diğer paydaşlarla kutlandı.

Bu ilk Türk Malı jeneratör, Kiper Elektrik Üretim A.Ş.’ye (Kipaş Holding Grubu) ait 10 MWe’lik jeotermal enerji santralinde görev yapacak ve böylece Kiper 0.7 USDcent/kWh’lik yerli katkı teşviğinden avantajından yararlanacak.

Organik Rankine Çevrimi sistemlerinde lider olan İtalya kökenli EXERGY ve yüksek güç ile yüksek performans beklentilerinin olduğu ağır endüstri uygulamalarında uzman çok uluslu Nidec ASI, kısa bir süre önce özel işbirliklerinin meyvesi olan yerli jeneratör üretiminde Türk Malı sertifikası almayı başardılar. Sertifika prosedürü ve ağır kriterler, EXERGY ve NIDEC arasında teknik bilgi birikimi ve deneyim paylaşımını da içeren iki yıllık özenli çalışma ve güçlü işbirliği neticesinde karşılandı. Bu başarının kutlanması amacıyla 31 Ekim’de İstanbul’da yerel otoriteler ve projeye dahil olan şirketlerin katılımıyla bir tören gerçekleştirildi.

Nidec ASI tarafından tasarlanan ve Türkiye pazarında ilk kez üretilen Türk Malı jeneratör, Kipaş Holding grubunun bir parçası olan EXERGY müşterisi Kiper Elektrik Üretim A.Ş.’ye ait 10 MWe’lik jeotermal enerji santralinde görev yapacak.

İlave yerli katkı sayesinde EXERGY müşterileri, 10.5 USDcent/kWsaat’lik mevcut baz ilave tarifenin üzerine yerli türbin, egzoz, hız kontrol ve yağlama sistemleri kullanımı teşviki olan 1.3 USDcent/kWsaat’e ek olarak 0.7 USDcent/kWsaat’lik daha teşvik alabilecekler. Böylece EXERGY tarafından kurulan enerji santrallerinde sağlanan yerli katkı teşvikleriyle müşterilerin gelirlerinde yüzde 19’luk bir artış sağlanmış olacak.

Sertifika prosedürleri için EXERGY ve NIDEC, jeneratörün tüm parçalarının üretim süreçlerinde çok yoğun mesai harcayıp güçlü işbirliği yaparak başarıya sadece 9 ay gibi bir sürede ulaştılar. Proje sürecine yerel tedarikçilerin yanı sıra uluslararası kalite standardı kontrolü ve ISO17065 kalite sertifikası alınması için de akredite üçüncü parti danışmanlık şirketi dahil edildi. Türk Malı sertifikası, jeneratörde elde edilen yüzde 60’lık yerlilik oranı katma değeriyle alındı.

Bugün Türkiye’deki 13 jeotermal enerji santralinde EXERGY’nin 26 adet türbini, 26 adet egzoz sistemi, 15 adet yağlama sistemi, 13 hız kontrol sistemi ve 1 adet jeneratörü yerli üretim sertifikası ile çalışıyor ve İtalyan şirket, ürünlerinin üretim ve tedarik sürecinde Türkiye’ye bugüne kadar yaklaşık 50 milyon Euro’luk getiri sağlamış durumda. Şu anda ilave 3 türbin ve 7 enerji santrali ekipmanının üretimine devam ediliyor. NIDEC ile yapılan stratejik işbirliği sayesinde 2 yeni jeneratörün üretimine başlandı ve 2019 yılında üretimlerinin tamamlanması planlanıyor.

Exergy CEO’su Claudio Spadacini başarıyla ilgili olarak, “2014 yılındaki kuruluşundan bu yana EXERGY Türkiye, ileri teknolojileri rekabetçi şartlarda sunmak üzere yoğun bir şekilde çalışıyor. 2015 yılında kendimize ait Radyal Dış Çıkışlı Turbini ile elde ettiğimiz Türk Malı sertifikasına ilave olarak ulaştığımız bu ikinci başarı, bir yandan EXERGY’nin yerel pazarlardaki ihtiyaçları anlaması ve ihtiyacı karşılayacak ürünleri sunma konusundaki başarısını ve yeteneklerini kanıtlarken ayrıca teknolojimizin esnekliğini ve üretim süreçlerinde farklı şartlara hızlı adaptasyon yeteneğimizi de kanıtlıyor. Pazardaki bazı oyuncular, jeneratörde yerlilik sertifikası için konulan kriterlerin karşılanamayacağı konusunda olumsuz yorumlarda bulundular. Ancak bunlar ağırlıklı olarak karşılanması gereken kriterlerin ve standartların zorlu olmasından ve yeterli bilgi ve deneyime sahip olmamalarından kaynaklanıyordu. Değerli ortağımız NIDEC’in çabaları, adanmışlığı ve imkanları sayesinde birlikte çalışarak bir ekip olduk ve zorlukların üstesinden gelerek istediğimiz sonuca ulaştık” dedi. “Tüm bu nedenlerle elde ettiğimiz başarıdan büyük gurur duyuyoruz” diyerek sözlerini sürdüren Spadacini, “Artık pazarda mevcut ve potansiyel müşterilerimize bu imkanı sunabilen tek şirket olduk. Elbette müşterimiz Kiper’e de bize Türk Malı jeneratör konusunda duydukları güven nedeniyle teşekkür etmek istiyorum.”

Nidec ASI Motor & Jeneratör Operasyonları Direktörü Stefano Zecchinato, “Müşterilerinin beklentilerini karşılamak üzere Exergy ile yürüttüğümüz bu projenin sonucundan son derece memnunuz. Bu bizim, müşterilerimizle yan yana terzi usulü tasarımlarla çözüm üretme noktasındaki yaklaşımımızı bir kez daha gözler önüne serdi. Teknolojimiz ve bilgimiz sayesinde müşterilerimize özel çözümler üretme konusunda eşsiz yeteneklere sahibiz. Gerçekten de amacımız, müşterilerimizin büyümesine yardımcı olmak. Böylece biz de onlarla büyüyoruz” dedi.

İzmir’de bulunan yerel üretim tesisi, 20 profesyonel çalışanı ve faal durumda veya yapımı tamamlanmak üzere olan toplamda 400 MWe’lik elektrik üretim kapasitesi ile EXERGY Türkiye, Organik Rankine Çevrimi teknolojisinin kullanıldığı jeotermalden, biyokütleden, güneşten veya endüstriyel atık ısıdan enerji üretimine yönelik kurulan enerji santrallerindeki lider konumunu sürdürüyor.

EXERGY lider Radyal Dış Çıkışlı Türbin teknolojisiyle Organik Rankin Çevrimi (ORC) türbinlerinin geliştiricisi ve üreticisidir. EXERGY’nin sahip olduğu çok sayıda patent kapsamında yer alan teknolojiler daha önce kullanılması mümkün olmayan ısı kaynakları olan jeotermal, endüstriyel atık ısı, biyokütle ve konsantre güneş enerjisinin kullanılır hale gelmesiyle daha fazla enerji üretimi sağlıyor. EXERGY, Maccaferri Industrial Group’un bir parçasıdır ve SECI Energia Holding bünyesinde yer almaktadır. İtalya’nın kuzeyinde (Milano) yer alan genel merkezinden EXERGY teknolojisini – Türkiye, Güneydoğu Asya, Kuzey ve Güney Amerika gibi yüksek büyüme potansiyeline sahip pazarlara özel ilgi göstererek – tüm dünyaya ihraç etmekte ve ikmal etmektedir.

Web sayfası: http://exergy-orc.com/

Maccaferri Industrial Group bir aile holding şirketidir ve 1949 yılından beri yedi bölüm olmak üzere çeşitli alanlarda faaliyet göstermekte olan S.E.C.I tarafından yönetilmektedir: Officine Maccaferri (çevre mühendisliği), Manifatture Sigaro Toscano (tütün), Eridania Sadam (gıda ve tarım endüstrisi), Samp (makine mühendisliği), Seci Real Estate (gayrimenkul ve inşaat), Seci Energia (enerji) ve Gnosis (biyoteknoloji). Gaetano Maccaferri’nin başkanlık ettiği Grup 58 fabrikası ve 2016 yılında elde ettiği 1.27 milyar Euro’luk iş hacmiyle dünyadaki varlığını sürdürmektedir.

Yerel seçimler öncesi son randevu

31 Mart 2019 Yerel Seçimleri öncesi başta büyükşehirler olmak üzere Türkiye genelindeki toplam 1.398 belediyenin mevcut yönetimleri ile başkan adayları, 21 Mart’ta kapılarını açacak olan Uluslararası Geri Dönüşüm, Çevre Teknolojileri ve Atık Yönetimi Fuarı REW İstanbul’da buluşuyor. Tarsus Turkey / İFO Fuarcılık tarafından T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlenen Avrasya’nın lider çevre teknolojileri buluşması REW İstanbul, özellikle çevre konusunda temel sorumluluğu bulunan belediyelerin ihtiyaç duyacağı tüm makine, ekipman ve teknolojileri bir arada sunuyor.

Fuar kapsamında Marmara Belediyeler Birliği ile işbirliği protokolü imzaladıklarını söyleyen İFO Fuarcılık Genel Müdür Yardımcısı Seda Bozkurt, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hayata geçirilen Sıfır Atık Projesi’nde görüyoruz ki belediyelere de büyük görev düşüyor. Özellikle evlerde ayrıştırılan atıklar, belediyelerce uygun biçimde toplanıp, geri kazanıma uygun tesislerde işlenerek yeniden kullanıma sokulabilirse, o zaman çevre kirliliğinin önüne geçip ekonomik katma değerin yaratılması mümkün. Bu kapsamda, Sıfır Atık projesine hizmet eden yenilikler de REW İstanbul 2019’da yer alacak” dedi.

Uluslararası REW İstanbul 2019, yurt içi ve yurt dışından çok sayıda katılımcı firma ile ziyaretçiye, Tüyap Beylikdüzü’nün 8 ve 9. salonlarında ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 21-24 Mart tarihlerinde gerçekleştirilecek fuar, çevre temizlik araçlarını yenilemek isteyen, özellikle evsel atıkların yönetimi ile geri kazanım ve geri dönüşüm yatırımı planlayan ya da mevcut sistemlerinin kapasitesini artırmayı hedefleyen belediye yönetimleri, tüm ihtiyaçlarını tek çatı altında bulacak. REW İstanbul 2019, yerel yönetimlerin yanı sıra çevre sorumluluğu bulunan kamu kurumlarından tüm KOBİ’lere, Organize Sanayi Bölgelerinden üretim gerçekleştiren farklı ölçeklerdeki sanayi işletmelerine kadar her türlü kuruluşa, “KATI ATIK”, “ATIK SU”, “ATIK GAZ” ve “YEŞİL ENERJİ” ana başlıklarına ilişkin alternatif çözümler sunacak.

Geri dönüşüm makinelerinden atık bertaraf teknolojilerine, çöp ayrıştırma sistemlerinden yeni nesil çevre temizlik araçlarına, su ve atık su arıtmadan biyoenerjiye kadar tüm sektörel yeniliklerin bir arada sergileneceği REW İstanbul’da atık yönetimi, geri dönüşüm ve sürdürülebilir çevre gündemlerinin konuşulduğu, seminer ve oturumlar da düzenlenecek. Fuarın geleneksel konferans programı kapsamında, alanının uzmanları, sektör gündemlerine yönelik paylaşımlarda bulunurken, katılımcı firmalar da gerçekleştirecekleri ürün sunumlarında REW İstanbul ziyaretçilerine, yenilikçi çözümlerini aktaracak.

21-24 Mart 2019 tarihlerinde 15. kez kapılarını açacak olan Uluslararası REW İstanbul hakkında detaylı bilgi ve fuara katılım için www.rewistanbul.com adresini ziyaret edebilirsiniz. 

Direniş devlete değil, haksızlığa karşı verilmiştir

Hürriyet ve Şeref Halk Partisi Genel Sekreteri Bilgin Yakup, amaçlarının Bulgaristan’da yaşayan tüm vatandaşların huzur ve refah içinde yaşamalarını tesis etmek olduğunu söyledi.

Türk ve Müslümanların haklarını korumak için kurdukları oluşumla siyasete yeni bir soluk getiren Kasım Dal ve arkadaşları vasıtasıyla siyasete girdiğini söyleyen Bilgin Yakup, “Kasım Dal devlete karşı güç kurmak suçlamasıyla hapis yatmıştır. Lakin kendisi ve arkadaşları Türk ve Müslümanlara zulüm yapıldığı zamanlarda bile hiçbir zaman Bulgaristan devletine karşı bir duruş sergilememişlerdir. Her zaman haksızlığa karşı direnmişlerdir. Hapisten çıktıktan sonra ilk olarak arkadaşlarıyla beraber Türk ve Müslümanların haklarını korumak için Hak ve Özgürlük Harekatı’nı kurdular. Genel Başkan yardımcısı olan Kasım Dal Türkiye ile tüm ilişkileri bizzat kendisi kuruyor. Hak ve Özgürlük Harekatı 8 yıl iktidar ortağı olarak 2001 yılından 2009 yılına kadar hükümette görev alıyor. Kasım Dal milletvekili ve içişleri komisyon başkanlığında görevlerde bulundu” diyerek konuştu.

AJANLAR İLE TÜRKLERE KARŞI ZULÜM YAPANLAR BELGELERLE ORTAYA ÇIKARILDI

Büyük emek vererek çıkarttığı kanunla eski komünistlerin karanlık dosyalarını Kasım Dal’ın aydınlattığını belirten Bilgin Yakup, “Ajanlar ile Türklere karşı zulüm yapanların hepsini belgelerle ortaya çıkarıyor. Birçok kişinin ajan olduğu ortaya çıkıyor. Hatta Kasım Dal’ın beraber haksızlıklara karşı direndiği zor zamanlarda yanlarında olan arkadaşlarından bazılarının ajan olduğu ortaya çıkıyor. Bu kişilerin el yazısı ile rapor yazarak ajanlık yaptıkları da ispatlanıyor. Bu ajanlardan bir tanesi benim arkadaşım Türkçe müzik dinliyor, şu kuran okuyor, bu namaz kılıyor diyerek kendi soydaşlarını tek tek fişliyor” diyerek tüm ajanların mecliste tek tek açığa çıktığını aktardı.

Yakup, “Cezaevinden çıktıktan sonra Kasım Dal ve arkadaşları isimlerini geri almak için siyasi arenada verdikleri mücadeleyi kazanıyor ve Türklerin haklarını geri alıyorlar. Din haklarına da yeniden sahip oluyorlar. İktidar ortağı olunca Kasım Dal ve arkadaşları hak için mücadele verirken, bazı Türk siyasetçilerde zengin olmak için çaba harcıyorlar. Hak için mücadele edenler hakları geri alırken, zengin olmak için çaba harcayanlarda amaçlarına ulaşıyorlar”

Sorunların geçmiş yıllarda olduğu gibi zulüm şeklinde devam etmese de zaman zaman bazı olayların cereyan ettiğini de söyleyen Yakup, “Mesela okullarda Türk dili seçmeli olarak veriliyor ve kitap basılmıyor. Bu sorunun çözülmesi için kimse çaba harcamıyor. Türk sermayesi büyük projelerle Bulgaristan’a geldi fakat faaliyetlerine izin verilmedi ve bazı Türk milletvekilleri de bu konuya duyarsız kaldılar. Şişe cam geldi ve 1 milyar dolar yatırım yaptı. Kasım Dal tüm zorluklara ve engellemelere rağmen bu projenin gerçekleşmesini sağladı. Bu proje ile bölge insanı ve özellikle de Türkler iş sahibi oldular” diyerek sözlerini tamamladı.

Müslümanlara saldırılar azaldı ama bitmedi

Bulgaristan Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğü Genel Sekreteri Celal Faik, Bulgaristan’da resmi kayıtlara göre 571.000 Müslüman yaşadığını fakat gerçek rakamın 1.500.000 olduğunu belirterek, İslamofobi’nin geçmiş yıllara nazaran azaldığını fakat aşırıya kaçan kişiler tarafından zaman zaman Müslümanlara yönelik saldırıların tekrarlandığını söyledi. Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğünün 1911 yılında şeyhülislamın izni ile faaliyetine başladığını ve o günden bu yana Müslümanlara hizmet verdiğini söyleyen Genel Sekreter Celal Faik, “Bulgaristan prensliği 1908 yılında bağımsız olunca şeyhülislam ile Bulgaristan arasında bir anlaşma yapılıyor. Fakat 1988 yılında komünistlik müftülüğü ile halkın müftülüğü arasında sıkıntı çıkıyor. 1997 yılından bu yana ise halkın seçtiği müftülük görevini yapmaktadır.

Devletin tanıdığı 1991 anayasasına göre bağımsız olarak faaliyetine devam etmektedir. Bulgaristan’da 20 bölge müftülüğü vardır. 28 ilimiz vardır ve 4 tane il müftü yardımcımız vardır” dedi.

Bulgaristan’da resmi olarak 571.000 Müslüman yaşadığını söyleyen Celal Faik, “Gayri resmi olarak ülkede yaşayan Müslümanların gerçek sayısının1,5 milyon olduğunu belitti. Avrupa Birliğine girdikten sonra Müslümanlar için daha iyi yaşam şartları oluştuğunu aktaran Faik, “AB’ye girilmesinin ardından batı’ya verdiğimiz göç yaşam şartlarının iyileşmesine vesile olmuştur. Müslümanlara karşı hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık kısmen olsa da ortadan kalkmıştır” diyerek konuştu. Bulgaristan’ın Dobriç şehrinde bu sene 6 Eylül’ü 7 Eylül’e bağlayan gece Müslüman mezarlığına saldırı yapıldığını belirten Faik, “Mezarlığa gelerek 30 mezarı tahrip ettiler. Dobriç Belediyesi’nin mezarlık şirketi olayla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulundu” diyerek 6 Eylül bağımsızlık gününde bu ve buna benzer saldırıların arttığını söyledi.

1990 yılına kadar ülkede hizmet veren imamların maaş aldığını fakat bir kararla bu uygulamanın son bulduğunu anlatan Faik, Yeni tasarı ile ülkede faaliyet gösteren tüm din adamlarının maaşlarının öğretmen ücretleriyle aynı olacağını aktardı.

Faik, Ak Parti hükümeti ve Recep Tayyip Erdoğan’ı yakından izlediklerini ve aynı yolda aynı istikamette devam etmeleri için dua ettiklerini söyledi.

Faik, “YTB (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluğu), Türkiye Büyükelçiliği ve TİKA ile işbirliği içerisindeyiz. Türkiye devleti TİKA’ya çalışmaları için resmi izin vermemiştir. Resmi izin verilmesi halinde daha büyük çalışmalara imza atacaklarına inancımız tamdır” dedi.

Bulgaristan’da Müslümanlara yönelik saldırıların sık sık tekrarladığını söyleyen Faik, Bulgaristan’da, ırkçı ve aşırı milliyetçi görüşleriyle tanınan ATAKA partisi taraftarlarının, başkent Sofya’daki Banyabaşı Camisi’nde cuma namazı kılındığı sırada Müslüman cemaate saldırı düzenledi. Seccadeler yakıldı ve 2 kardeşimiz komalık oldu. Kamera kayıtları olmasına rağmen saldırganlara hiçbir işlem yapılmadı ve sadece göstermelik para cezası verildi” dedi.

İsminin değişeceği gün kendini yakmış

Komünist istihbaratının tüm gizli bilgilerini deşifre etmekle tanınan Hürriyet ve Şeref Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Georgı Mıhaylov, Türkçenin yasak olduğu zamanlarda yaşananlardan çok etkilendiğini söyledi. Mıhaylov, “Dayım yaşadığı bu olayla komünist rejimin Türklere ve Müslümanlara karşı uyguladığı zorla isim değiştirme kampanyasına karşı mücadelesinin sembolü haline geldi” dedi.

Annesi Türk babası Bulgar olan Georgı Mıhaylov’un şair olan dayısı Mehmet Karahyuseınov, 1985 yılında Türkçe ismini değiştirmek istememiş.

İsminin değiştirileceği gün Bulgaristan’ın başkenti Sofya meydanında üzerine benzin dökerek kendini yakmış. Bu olayı ismini değiştirmeye mecbursun dedikleri gün gerçekleştirmiş.

2 gün komada hastanede yatmış ve komada iken komünistler ismini değiştirmiş. Yaşanan olaylardan çok etkilenerek dayısının adına vakıf kurmuş ve şiir kitabını basmış. Georgi Mihaylov dayısı adına kurduğu Mehmet Karahüseyinov Vakfı Başkanlığı görevini yürütüyor.

Mihaylov, dayısının yaşadığı olayı dünyaya aktarmak için değil, yaşananların unutulmaması için çalışıyormuş.

Mehmet Karahüseyinov Vakfı Başkanı Georgi Mihaylov, “Yaratıcı bir insan olan Mehmet, şair, çevirmen ve ressamdı, derin duyarlılığa ve inanılmaz bir dünya görüşüne sahipti. Ateş onun bedenini yaktı, ama o şiir ve resim sanatının gücüyle gelecek kuşaklara kendi ruhunu, kendi izini bıraktı” dedi. Mihaylov, Meto lakabıyla bilinen Mehmet Karahüseyinov’dan miras kalan her bir insanın öz kimliğini belirlemesinde hür olması ve bunun için zülüm görmemesi gerektiğine dair sözü ile bir sembole dönüştüğünü vurguladı.

Georgı Mıhaylov, komünistleri deşifre ettiği belgeleri www.desehistory.com adresinde sergiliyor.

Devletimiz Bulgaristan, ‘Millet olarak Türk’üz’

Bulgaristan’da geçmiş yıllarda yaşanan isim değiştirme ve sürgün olaylarından sadece tek Türklerin etkilenmediğini söyleyen Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) Kurucusu Kasım Dal, Pomak kökenli Müslüman topluluklarında sürgüne zorlandığını belirtti.

Bulgaristan’da olup bitenlerin ülke dışına 1985 yılına dek sızdırılmadığını söyleyen Kasım Dal, “İsim değiştirme eylemlerinin yanında ideolojik faaliyetler de yürütülüyordu. Önce Pomaklar ile Türkleri birbirlerinden ayırdılar. Daha sonra Kırcaali milletini ayırdılar. Sonra zulme hızla devam ettiler. Sürgün içinde düğmeye basıldı. Pomakları göç etmek zorunda bıraktılar. Sürgün edilen Pomaklar Manisa başta olmak üzere Uzunköprü, Çorlu, Havza ve Çerkezköy’e gitmek zorunda kaldılar” dedi.

18 AYLIK BEBEĞİ ANASININ KUCAĞINDA KATLETTİLER

1984 yılı sonu Aralık ayında Kırcaali’deki Türkleri asimile etme çalışmalarının başladığını belirten Kasım Dal, “Türk ve Müslümanları yalnızlaştırma çalışmasından sonra şiddete başladılar. Hatta 18 aylık bebeği anasının kucağında katlettiler. 22 Ocak 1985 yılında Deliorman’ı milisler ve askerler bastı. Kırcaali’den sonra tüm Türk köylerini köpek askerlerle bastılar.24 saat içinde isimleri değiştirdiler. Belene kampına kanaat önderlerini topladılar. Sünnet, mevlit, cenaze, namaz yasaklanırken, mezar taşlarımız dahi değiştirildi. Bulgaristan da Türk yok dediler” diyerek 1.360.000 Türk’ün isminin değiştirildiğini söyledi.

BİNLERCE TÜRK MAHKEMESİZ KAMPLARDA HAPİS EDİLDİ

Dış dünya ya duyurmamak için 18 kişinin hapishanelere atıldığını belirten Dal, “Binlerce Türk mahkemesiz kamplara alındı. Kampa alınırken de kılıf bulundu. Sefer görev emri ile sanki savaşa gidiyorlarmış gibi kamplara aldılar” dedi.

MİLLİ TÜRK KURTULUŞ HAREKATI ÜYESİ 18 KİŞİ MAHKEMELERDE YARGILANDI

Kasım Dal, “Gizli teşkilat (Milli Türk Kurtuluş Harekatı) üyeleri olarak her birimizin mahkemelerini ayrı ayrı şehirlerde yaptılar. 18 kişiden oluşan bizlerin mahkemeleri Varna’da, Dobriç’te, Şumen’de yapıldı. Haksızlıklara karşı verdiğimiz mücadele nedeniyle 8 sene hüküm giydim. 10 Kasım 1989’da rejimin düşmesiyle, 22 Aralık 1989’da af ile çıktım. Devlet yanlışlıkla yattınız diyerek bizim yasaklarımızı kaldırdı. 33 kişi 4 Ocak1990’da ilk Türk partisini kurduk. Adı Türk ve Müslüman Halk Özgürlük Harekatı idi. ‘Türk ve Müslüman’ kanuna aykırı olduğu için hak ve özgürlük olarak tescil edildi.29 Mart 1990’da Sofya’da ilk kongremizi yaptık” diyerek siyasete nasıl adım attıklarını anlattı.

TÜRK SİYASİ LİDERLER İLE HER ZAMAN İLETİŞİM HALİNDE OLDUK

Dal, “Alparslan Türkeş’i rahmetle anıyorum. Kendisinin bizlere çok katkısı olmuştur. Süleyman Demirel ile de hukukumuz vardı. Muhsin Yazıcıoğlu ve Rauf Denktaş’ında katkılarını unutmak olmaz. Hikmet Çetin ile de iletişimimiz vardı. Rahmetli Ecevit ile de sık sık görüşürdük. Türkiye Cumhuriyeti’nin başında kim var ise bizler onunla iletişim halinde olduk ve doğru olanı yaptık. Fakat bazı Türk siyasetçilerin Devletin başında olsun olmasın daima CHP’nin egemenliğindeymiş gibi hareket etmelerine bir anlam veremiyorum. 1993 yılında yüzlerce öğrenciyi eğitim görmeleri için Türkiye’ye yolladım. Bu Türkiye’de iletişimde olduğumuz yöneticilerimiz vasıtasıyla olmuştu” diyerek CHP ile bağlantıları derin olan bazı siyasetçilerin KGB’nin istediği gibi hareket ettiklerini söyledi.

TÜRK FİRMASI ŞİŞE CAM FABRİKASI BULGARİSTAN’DAN AVRUPA’YA ZIRHLI OTO CAMLARI SATIYOR

Dal, “2005 yılında ilk şişe cam fabrika açıldı. Daha sonra bu sayıyı 9’a çıkardılar. Bizzat şişe cam fabrikasının açılması için büyük çalışma yaptık ve 1100 dönüm araziyi hibe olarak verdik. Zırhlı oto camları Avrupa’ya buradan Türk fabrikası vasıtasıyla gidiyor.2005 yılında Avrupa Birliği Komisyonu en büyük yeşile yatırımcı ödülünü Şişe Cam’a vermiştir. Şişe cam fabrikasında 4700 kişi istihdam ediyor ve çalışan işçilerin % 80’i Türklerden oluşuyor” dedi.

15 TEMMUZ RUHUNA UYGUN OLARAK MİTİNGDE YER ALMAKTAN GURUR DUYDUM

15 temmuzda İstanbul’da olduğunu söyleyen Kasım Dal, “15 Temmuz ruhuna uygun bir Türk olarak mitingde yer aldım. Recep Tayyip Erdoğan’a gönülden bağlıyız. Mecliste milletvekili olduğum zaman kendisi ile görüşmelerimiz oldu. AK Parti iktidara geldiği zaman tüm bağlantıları ben kurdum ve bu bağlantıyı hiçbir zaman kesmedim” dedi.

BULGARİSTAN VATANDAŞI OLARAK DEVLETİMİZİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ İÇİN ÇALIŞIRIZ

Bulgaristan toprak bütünlüğüne hiçbir zaman zarar verecek bir direnişin içinde olmadıklarının altını çizen Dal, “Hiçbir zaman direnişimiz silahlı olmadı. Biz Türk asıllı Bulgaristan vatandaşıyız. Bugünde geçmişte olduğu gibi Bulgaristan’ın toprak bütünlüğü için çalışırız. Milletimiz Türk, devletimiz Bulgaristan’dır. Kimse milletimize veya devletimize ihanet etmemizi bizlerden isteyemez ve hatta teklif bile ettirmeyiz. Biz sadece gelenek, görenek ve dini ile milli haklarımızın alınmasına karşı durduk ve hakkımızı aradık” dedi.

Robotlar Borsa İstanbul’da cirit atıyor

Borsa İstanbul’da anlam verilemeyen sert düşüşler ile izahı olmayan şekilde bazı hisse senetlerinin artışının perde arkasında robotlar bulunuyor. Küçük yerli yatırımcıların borsaya yüklü girişleri olduğu zamanlarda makine işlemlerinin devreye sokulmasıyla panik havası oluşturularak yerli yatırımcının zarar etmesi sağlandığı iddia ediliyor.

Türkiye’de kumarhanelerin serbest olduğu zamanlarda zengin olmak için kumar oynayarak tüm paralarını kaybettikten sonra intihar edenlerin haberlerine sık şahit olurduk. Evini, arabasını satarak Borsa’da yatırım yapan küçük yatırımcılar spekülasyonlar ve robotlar nedeniyle zarar ediyor.

SPEKÜLASYONLAR, KUMARHANELER DÖNEMİNDE YAŞANAN İNTİHARLARA NEDEN OLACAK

Uzun vadeli yatırımcılar yerine al-sat yapanların mekanı haline gelen Borsa İstanbul’un casino sektörü ile benzerlik gösterdiğini söyleyen uzmanlar bu konuda yetkililerin tedbir almasının gerekli olduğunu belirtiyorlar.

İSTANBUL HAVALİMANI AÇILIŞI VE BRUNSON TAHLİYESİNDE ROBOTLAR DEVREYE SOKULDU

Dünyanın en büyük havalimanın İstanbul’da açılmasıyla beraber Türk Hava Yolları hisse senetlerinin kar yapması beklentisiyle borsaya para yatıran yatırımcılar robotların devreye sokulmasıyla yaşanan % 6’lık düşüş ile panik yaşamışlardı. Bu paniğin arkasında da yabancı yatırımcıların danışmanlığını yapan borsa şirketlerinin robotları olduğu konuşuluyor.

Yeni havalimanının açılışında olduğu gibi ABD’li papaz Andrew Brunson’ın tahliyesi sonrası da robotlar yerli yatırımcıyı ters köşeye yatırmış ve zarar ettirmişti.

HİSLERİYLE BORSA’YA PARA YATIRAN YATIRIMCI ROBOTLAR TARAFINDAN ZARARA ZORLANIYOR

Algoritmik yazılımlarla makine işlemlerinin hızla devreye girmesiyle borsa da istenilen düşüş ve yükseliş sağlanıyor. Yabancı yatırımcılar borsa İstanbul’dan kar elde ederken, küçük yerli yatırımcılar hislerine göre yaptığı hareketlerle robotların karşısında zarar ediyorlar.

Uzmanlar, bu süreci piyasada robot ya da makine satışı denilen, uzaktan erişimle ve algoritmik yazılımlarla yapılan işlemler olarak tanımlıyor.

Tüm gelişmiş piyasalarda algoritmik yazılımla yani makine ile yapılan işlemlerin payının çok fazla olduğuna dikkat çeken piyasa oyuncuları, makine işlemlerinin son dönemde Türkiye piyasasında da ciddi bir ivmeyle artmaya devam ettiğini belirtiyorlar.

ROBOTLAR UZUN VADELİ YATIRIMCI YERİNE AL-SAT İŞLEMLERİNİ ZİRVEYE TAŞIDI

Uzmanlar, Borsa İstanbul’da Nasdaq altyapısının kullanılmasıyla birlikte hızın daha da arttığını belirterek, “Klasik anlamda uzun vadeli yatırımcı tipi değil de, kısa vadede al-sat yapıp yüksek hacim yaratan bu tip müşteri, hem hacim, hem de beraberinde volatilite getiriyor. Piyasanın yeni standardı oluyor” yorumunda bulundular. Fakat bu artışın denetlenmesinin ve art niyetle kullananların engellenmesinin gerekli olduğunu da belirtiyorlar.

Artan kalite ve hızla beraber piyasada algoritmik makine işlemlerinin daha da artacağını belirten uzmanlar, Türkiye’de yabancı yatırımcılarla iş yapan kurumların neredeyse tamamında bu tarz işlemlerin payının her geçen gün arttığına dikkat çekiyor. Piyasada belli hareketlilik olduğunda bu yazılımlarla otomatik emirlerin devreye girerek volatilite oluştuğunu vurgulayan uzmanlar, olumlu bir haber olduğunda da hızla gelen alımlarla piyasada yükselişin de hızlı olduğunun altını çiziyor.

DENETLEME MEKANİZMASININ ACİLEN DEVREYE SOKULMASI GEREKİYOR

Lakin algoritmik makine işlemleri yapan bazı aracı firmaların art niyetli olarak borsa da kaos yaratarak, istedikleri hisseyi düşürüp, istedikleri firmanın da Borsa’da değerini yükseltebilmesi küçük yatırımcıları ve firmaları zor duruma düşürüyor.

GAZETELER VE KÖŞE YAZARLARI SPEKÜLASYON İÇİN KULLANILIYOR

Son yıllarda borsada genel olarak gerçekleşen spekülasyonlar küçük yatırımcıya ciddi anlamda zararlar veriyor. Ekonomik zararlara sebebiyet veren spekülasyonlar büyük şirketler tarafından ve yabancı yatırımcılara danışmanlık veren şirketler tarafından gerçekleştiriliyor. Ekonomistler tarafından fark edilen bu tür hileler ülke ekonomisinin de etkilenmesine neden oluyor.

Borsa da spekülasyon gerçekleştirmek isteyen büyük şirketler veya danışmanlık firmaları bazı tahvilleri değerinden fazla veya düşük göstermek için internet veya gazeteleri kullanıyorlar.

BORSADA İŞLEM GÖREN ŞİRKETLER İLE İLGİLİ YALAN HABER YAPANLAR CEZALANDIRILSIN

2018 yılında birçok ulusal gazetenin ve köşe yazarlarının bu tür spekülasyonlara imza atan gerçek olmayan haberlerine sık şahit olduklarını söyleyen yerli yatırımcılar, devletin bu tür yalan haber ve köşe yazılarına karşı tedbir almasını ve cezai işlem uygulamasının gerekli olduğunu belirtiyorlar.

Yatırımcıyı zarara uğratarak, yüksek fiyatlardan satın aldığı tahvilleri spekülasyonlar nedeniyle panik halinde ucuza satmasına neden olanların engellenmesinin gerekli olduğu gözlemleniyor.

Bulgaristan’ın Filhakika’sı

Siyasi parti temsilcileri ile temaslarda bulunmak ve soydaşlarımızla görüşmek üzere Bulgaristan’a 3 günlük bir ziyaret gerçekleştirdik. Bu ziyarette Bulgaristan ile alakalı hafızamda saklı filhakika tamamen değişti. Esasında bizim bildiğimiz gerçeklerin daha da gerçekleri olduğunu anlama fırsatı yakaladım.

Bulgaristan’da Osmanlı’nın bıraktığı tarihi miras kadar, insani mirasa da hayran olmamak imkansız. Osmanlı’dan miras kalan insanlar ile tarihi eserlerimiz sarsılmaz bir ilişki ile tüm engellemelere karşın dimdik ayakta kalmayı başarmış. Bu manevi ilişkiye tahammül edemeyen ırkçılar ise camilere zaman zaman saldırılar düzenliyor.

BİZİM AZINLIKLAR VE CEMAATLERE GÖSTERDİĞİMİZ İLGİ, ALAKA VE İMTİYAZLAR AVRUPA’DA GÖSTERİLMİYOR

Türkiye’de çıkan yasalarla gayrimüslimlerin malları kendilerine hibe ediliyor. Haliç’in kıyısında, Ortodoks Bulgar Cemaati tarafından 120 yıl önce inşa edilmiş olan, Sveti Stefan Kilisesi yani Nam-ı diğer Demir Kilise’ye devletimizin restorasyon çalışmaları sırasında sağladığı katkı ve kolaylıklar aşikardır. Lakin Bulgaristan’da bulunan tarihi eserlerin ve özellikle camilerin iadesi konusunda Bulgar makamları bizim gösterdiğimiz kolaylıkları aşırı ırkçılar nedeniyle gösteremiyorlar. Konsolosluğumuz, TİKA, Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı ve Diyanet İşleri sorunların çözümünde çalışıyorlar.

Türk kardeşlerimiz karşılarında bir tehdit gibi duran ırkçılıktan çok Türkiye’yi zor duruma sokmak için küresel oyuncular tarafından sergilenen senaryolardan tedirgin olduklarını anlattılar. Bu söz karşısında duygulanmamak imkansız…

IRKÇI SALDIRILAR İNSANİ VE TARİHİ MİRASIMIZI TEHDİT EDİYOR

Bulgaristan Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğü Genel Sekreteri Celal Faik, Müslümanlara saldırıların azaldığını ama bitmediğini aktardı. Müslüman mezar taşlarının kırılması, camide namaz kılanlara saldırılar yakın zamanda gerçekleşmiş. Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğü 1911 yılında şeyhülislamın izni ile faaliyetine başlamış. Yani Başmüftülük Osmanlıdan kalan bir mirasımız.

GEORGI MIHAYLOV KOMÜNİST İSTİHBARATININ TÜM GİZLİ BİLGİLERİNİ DEŞİFRE ETMİŞ

Komünist istihbaratının tüm gizli bilgilerini deşifre etmekle tanınan Hürriyet ve Şeref Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Georgı Mıhaylovile görüşmem ise gerçekten hem duygusal hemde çok özel bilgiler eşliğinde geçti.

İSMİNİ DEĞİŞTİRECEKLERİ GÜN KENDİSİNİ YAKAN MEHMET KARAHÜSEYİNOV DİRENİŞİN SİMGESİ OLMUŞ

Annesi Türk, babası Bulgar olan Georgı Mıhaylov’un şair olan dayısı Mehmet Karahyuseınov, 1985 yılında Türkçe ismini değiştirmek istememiş ve değişimin gerçekleşeceği gün üzerine benzin dökerek başkent Sofya’da kendini yakmış.2 gün komada hastanede yatmış ve komada iken komünistler ismini değiştirmiş.

Mıhaylov, Komünist rejimin Türklere ve Müslümanlara karşı uyguladığı zorla isim değiştirme kampanyasına karşı direnişin sembolü haline gelen dayısı adını taşıyan Mehmet Karahüseyinov Vakfı’nı kurarak başkanlık görevini de üstlenmiş.

Georgı Mıhaylov, komünistleri deşifre ettiği belgeleri www.desehistory.com adresinde sergiliyor.

ANNESİNİN KUCAĞINDA ALNINDAN VURULARAK ÖLDÜRÜLEN TÜRKAN BEBEK’TEN NE İSTEDİNİZ?

Bulgaristan’da geçmiş yıllarda yaşanan ad ve soyadı değiştirme ile sürgün olaylarına karşı direnenlerin önde gelen isimlerinden olan Türk Siyasetçi Kasım Dal’ın anlattıkları ise bizleri hem şaşırttı hem kanımızı dondurdu.

Bulgaristan’da 1984 yılındaki zorunlu asimilasyon girişimi sırasında çıkan olaylarda annesinin kucağında öldürülen Türkan 18 aylık bir bebek, ne Türklük, ne Bulgarlık, ne din, ne ırkçılık bilmiyordu, sadece annesinin kokusuna sevdalı idi. Bulgar katiller annesinin kucağından olan Türkan bebeği alnının ortasına isabet eden kurşunla şehit etmişler.

DİNİ VE MİLLİ HERŞEYE YASAK KOYAN KOMÜNİST MİLİSLER MEZAR TAŞLARINDAN DA İNTİKAM ALMIŞ

Köyler köpekli milisler tarafından basılırken, sünnet, mevlit, cenaze ve namaz yasaklanmış. Mezar taşlarının isimleri dahi değiştirilmiş.

Binlerce Türk mahkemesiz kamplara alınırken, Kasım Dal’ın da aralarında bulunduğu 18 kişi hapishaneye atılmış. Bu olaylar dış Dünya’ya yansımaması için yoğun çaba harcanmış. Kamplara alınan kişilerin sefer görev emri ile asker görevine davet edilerek, görevli gibi kamplara alınmışlar. Binlerce kişi çeşitli işkencelere maruz kalmışlar.

DEVLETİMİZ BULGARİSTAN, MİLLETİMİZ TÜRK’TÜR, BU İKİSİNDEN VAZGEÇMEMİZ TEKLİF BİLE EDİLEMEZ

Milli Türk Kurtuluş Harekatı Üyelerinin tamamının mahkemeleri yapılırken, her biri başka şehirlerde yargılanmış. Kasım Dal, Varna’da yargılandığını ve mahkemesinin 1 hafta sürdüğünü anlatıyor. Devlete karşı bir direniş içerisinde olmadıklarını söyleyen Dal, mücadelelerinin milli ve dini haklarının alınmasına karşı olduğunu söyleyerek, “Bulgaristan’ın toprak bütünlüğü bizim için önemlidir ve millet olarak ise Türk’üz ve bu ikisinden vazgeçmemizi bizden kimse isteyemez” diyerek kesin ve kati konuştu.

BU YAŞANANLARI TARİHE KARA BİR NOT OLARAK BÜYÜK HARFLERLE YAZMAK MİLLİ VE İNSANİ BİR GÖREVDİR

Bulgaristan ziyaretim ve yaptığım görüşmeler neticesinde komünist idarenin zulmü neticesinde Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan soydaşların yaşadıklarını ve bu göçün sosyolojik, ekonomik ve politik tesirlerini daha iyi analiz etme imkanı buldum. Bu yaşananların tarihe kara bir not olarak düşmezsek, soydaşlarımızın bu kötü olayları başka şekillerde tekrar yaşayabilme ihtimali olduğunu unutmamalıyız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri, Bulgar medyasında geniş yankı buluyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Balkan Türkleri ile ilgili açıklamaları, Bulgaristan medyasında geniş yankı buluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bulgaristan’la ilgili ne zaman bir mesaj verse, Bulgar gazeteleri manşetlerine taşıyor. Erdoğan’ın Bulgaristan’da yaşanan baskılara duyarsız kalmaması ise soydaşlarımız tarafından takdir ve sevinçle karşılanıyor.

Bir zamanlar

0

İnsanlar bugün sosyologların uyuşturucu sınıfına soktuğu profesyonel futbol şirketleriyle, 90-60-90 Türkçesi noksan sunucularla, magazin, birbirinin benzeri diziler, Acun’un yönetiminde birbirinden saçma yarışma programları seyredip birer tüketim mabedi olan AVM’lerde tam anlamı ile “zaman öldürmek”le meşgul!

Sizce günümüzde “mutluluğun” tanımı nedir?

Oysaki biz 40 yıl önce “mutluluğu” ufak detaylarda yakalardık.

Oysa bizim çocukluğumuzda emniyet kemeri, kask, hava yastıkları yoktu. Prizler, ilaç şişeleri ve araba kapıları çocuk korumalı değildi. Tereyağlı ekmekler korkusuzca iştahla yenirdi. Eğilip bahçe hortumundan ve aynı bardaktan hepimiz su içerdik. Hiçte hasta olmazdık. Cep telefonu ve bilgisayar olmadığı için annemiz nerede olduğumuzu bilemezdi. Hava kararınca eve dönerdik. Ama arkadaşlarımız, özgürlüğümüz ve daha önemlisi mesuliyetimiz vardı.

O günlerde teknoloji fakiri idik.

Araba sayısı azdı, daha fazla yürürdük ve şişman insan yok gibiydi.

Yollar dar ve çoğu zaman ise topraktı.

Ama mutluyduk.

O zamanlar postacının yolunu gözlerdik çünkü bizlere mektup getirirdi, o mektubu merakla, koklayarak açıp bir heyecanla okumak ayrı bir zevkti.

Mutfaklar muşamba kaplı idi. O mutfaklarda tülbentle yoğurtlar, portakal kabuğu ile reçeller, kocaman kavanozlarda sarımsaklı turşular hazırlanırdı.

Amerikan malı uzun damalı taksiler duraklarda sessizce kuyruk olurdu.

Maalesef otobüs ve uçaklarda bile püfür püfür sigara içilirdi.

Sadun Boro “Kısmet” adlı teknesi ile dünya turuna çıkmıştı, merakla onu takip ederdik.

Hikmet Feridun Es“Hayat Dergisi”nde gezi yazıları kaleme alırdı, heyecanla okurduk.

Evinize telefon bağlatmak için bir dilekçe verip yıllarca sıra beklerdik.

İstanbul’da kar yağıp uzun süre kalkmazdı. Gözleri kömür, burnu havuç, elinde süpürge, başında yün bere ile kocaman kardan adamlar yapılırdı.

Beyoğlu’nda insanlar tüllü şapkaları, takım elbiseleri ile çok şıktı; nazikti.

Havaalanı civarında park edilip saatlerce inen ve havalanan pervaneli uçaklar seyredilirdi. Daha sonra da Bakırköy kavşağındaki Ömür’de arabaların içinde ayran ile sosisli sandviç yenirdi.

Elinde bohça ile kalaycılar, yatak ve yastık içindeki yün ve pamuğu havalandıran “hallaçlar”, beyaz el arabası ve yine beyaz kıyafeti ile “dondurmacılar”, kalın sopa ile bağlı iki taraflı tepsi ile “yoğurtçular”, nar gibi kızarmış simitleri ile “simitçiler” ve “bozacılar” sokaklarda gezinirdi.

Sonra Türk filmleri vardı!

Ayşecik filmlerinde genç kızın zengin dedesi pala bıyıklı Hulusi Kentmen.

Şoför Nubar Terziyan,

Kötü adam pos bıyıklı Erol Taş,

Kombinezonlu kötü kadın Suzan Avcı,

Tonton aşçı Necdet Tosun,

Şapşal uşak Cevat Kurtuluş,

Kanto Kraliçesi Nurhan Damcıoğlu,

Küçük Hanımefendi “Belgin Doruk”,

Kalipso Kralı Metin Ersoy,

Turist Ömer Sadri Alışık,

Beyaz pardesüsü ile şaşkın Komiser Kolombo,

Bana benzetilen “Pembe Panter” Peter Sellers.

Radyoda ise Orhan Boran ile Yuki,“Arkası Yarın” ve “Uğurlugiller”

Halk müziğinin şahane sesi, yeniliklerin müjdecisi Zeki Müren,

Saçlara jöle, tırnaklara oje sürülmez, spor ayakkabıyla okula girilmezdi. Forma ile okula gidilir, eve gelene kadar formalar kesinlikle çıkarılmazdı. Gömlekler pantolonların – eteklerin, içine sokulur, okul renkleri dışında renk giymek yürek isterdi.

Erkeklere kravat, kızlar fiyonk takmadan, yaka ve tırnak kontrolü yapılmadan derse girilmezdi. Okulun herhangi bir yerinde sakız çiğnenmez, ders sırasında bir şey yenemez, su içmeye gitmek için bile izin istenirdi.

Sabahları bahçede sıra olunur, andımızı bağıra bağıra içten söyler, pazartesi sabah ile cuma öğleden sonra müdür konuşma yapar, özel günlerden biriyse saygı duruşu yapılır, İstiklal Marşı okunurken dik durulur, konuşulmaz, veliler ve yoldan geçenler dahil herkes saygı ile beklerdi.

Cep telefonu o zamanlar bilinmezdi, internet de yoktu ama yine de öğrenciler birbirleri ile rahatça haberleşirdi. Bir eksiğimiz yoktu. Evlerde ahizeli telefonlar çalınca bir heyecanla açmaya koşardık.

Okul kitapları üzerinde sevilen sanatçı resimleri olduğu klasörde taşınır. Üzerine ise etiketler yapıştırılır, etikete adı- soyadı- sınıfı- hangi dersin kitabı olduğu dikkatle yazılır, o derse ait defter ve kitaplar kolaylık olsun diye mavi, kırmızı veya farklı bir desen kağıdıyla kaplanır, ders sırasına yanında kitabı olmayan azar işitirdi.

Ev ödevleri mazeretsiz hazırlanmalıydı, dönem ödevleri için kitap ve ansiklopediler açılır, araştırılır, ödevler gayet dikkatle elle veya dolma kalemle yazılırdı. O zamanlar tükenmez kalem yoktu. Bilgiye rahatça ulaşmak için bilgisayarlarda sınırlı idi.

Sonra sokak oyunları vardı!

Çember çevirme,

Mendil kapmaca,

Bezirgânbaşı,

Topaç,

Misket,

Uzuneşek,

Saklambaç,

Yakan top,

Tavşan kaç,

Dokuz taş,

Sandalye kapmaca,

Artık ne bağ, ne bahçe, ne arsa kaldı!

Çarpık kentleşme sayesinde Bayrampaşa’da, Esenler’de, Avcılar’da, Gaziosmanpaşa’da, Bağcılar’da iki yanını araba park etmiş çirkin beton yığınları arasında mutsuz insanlar dolaşıyor.

Artık çocukların ayağı toprağa bile basmıyor!

Bugünün çocuklarına acıyorum.

Ben hiç olmazsa çocukluğumu tam anlamı ile yaşadım.

Yerel seçimler yaklaştıkça siyaset ısınıyor

0

Değerli dostlarım, sevgili okurlarım. Yerel seçimler yaklaştıkça iç siyasetteki hareketlilik de her geçen gün artıyor.

Yerel seçimler yaklaştıkça iç siyasetteki hareketlilik de her geçen gün artıyor. Geçtiğimiz seçimler Türkiye’nin beş yıllık siyasi yol haritası için belirleyici olurken, önümüzdeki seçimler ise İstanbul, Ankara, İzmir gibi pek çok büyük şehrin siyasi kaderini belirleyecek.

Bildiğiniz üzere başkanlık sistemine geçiş söz konusu olduğu günlerde AK Parti ve MHP’nin Cumhur ittifakı çerçevesinde birlikte hareket etmeleri ülkemizin selameti ve bekası açısından çok önemli bir rol oynamıştı.

Esasen bu ittifak partiler arası bir ittifakmış gibi görünse de o dönem siyasi olaylar iyi analiz edilirse bunun aslında milletin ittifakı olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Siyasetin ülke açısından çalkantılı dönemlerinde atılmış olan bu ittifak adımı bir nevi denge unsuru olmuş ve ülkemize artı kazanımlar getirmiştir. Şimdi gelinen noktada durum, Sayın Devlet Bahçeli’nin yerel ittifakı sonlandırdığı açıklaması üzerine yeni bir ivme kazanmış siyasi kulislerde ise bu açıklama, farklı yorumlara neden olmuştur.

Muhalefet ve yanlıları bunu iktidara ve hatta bizzat Erdoğan’ın şahsına karşı kullanmaya ve Cumhur İttifakı’nın bittiğini Erdoğan’la Bahçeli’nin yollarını ayırdığını hatta Bahçeli’nin Akşener’le ittifak arayışı içinde olduğunu yazmaya kadar ileri götürmüşler, her zaman olduğu gibi gene kendilerine yontma, halkı maniple etme çabası içerisine girmişlerdir. Halbuki Sayın Bahçeli sadece yerel seçimlerde ittifaka gitmeyeceklerini ancak Cumhur İttifakı’nın devam edeceğini vurgulayarak belirtmiştir.

Ülkelerin siyasi tarihlerinde bu tarz süreli ittifaklara sık rastlanır. Cumhur ittifakının ülkemize, milletimize çok önemli katkıları ve faydaları olmuştur ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti çok büyük bir devlettir. Sayın Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde ittifakla ya da tek olarak yine büyük bir devlet olarak Büyük Türkiye olma yolunda ilerleyecektir, buna zerre kadar şüphemiz yoktur. Karamsar olmak ve yerelde ittifak olmaması konusuyla ümitsizliğe kapılmak bize yakışmaz.

Asla unutmamalıyız ki ne olursa olsun durmak yok, yola devam! Çok şey yapıldı daha da yapılacak. İlla biizni. Her iki partinin de bunun farkında olduklarından eminiz. Ve bu yapılacakların ne kadar önemli olduğunu herkesten iyi bildiklerinden de eminiz.

Bu minvalde ülkemizin en zor günlerinde kritik bir kararla Cumhur ittifakında yer alan ve milletin selameti için büyük adımlar atmış olan Sayın Bahçeli ve Ülkücü camiaya da yerel seçimlerde kendi yollarında başarılar diliyoruz

Allaha emanet olunuz!

Yeniden başlamak

Yeniden başlamak zor değil. Sadece cesaret, inanç ve özgüven gerekli.

İyi günde öyle çok dostunuz vardır ki. Sizin iyi gününüzde yanınızda olan dostlarınız, kötü gününüzde aniden ortadan kaybolurlar. Herkes birden bire sizden daha zor durumda olur.

Birde zor günde onları arayıp bir istekle bulunduysanız, sizi dünyanın en kötü insanı ilan edip, dostluklarını bitirmeye bahane ararlar. Vicdanlarını rahatlamak için de sizin geçmişinizde hata arar, bunları da aleyhinize kullanmaktan çekinmezler. Oysa yaşanması kaçınılmaz durumlar sadece sizi etkilemiştir, kimseye zarar vermemişsinizdir. O güne kadar sizinle gurur duyan sözde dostlarınız, birdenbire içinde biriktirdiği kıskançlığı, kompleksi kusmaya başlar. O gülen yüzlerin ardındaki gerçek yüzleri o zaman fark edersiniz. İşte tam bu durumda gelişirsiniz. Olgunlaşır, uyanır, hayata ve insanlara çıplak gözle bakarsınız. Gördükleriniz her ne kadar acı olsa da sizi büyütür. O yüzdendir ki hayata sil baştan başlamanın ve pek çok şeyi değiştirmenin yaşı yoktur. Beden ne kadar yer çekimine yenik düşse de, ruh yaşlanmaz ve umutlar hep tazedir.

“Güven” bazen hayatımızın en büyük hatası, bazen de en büyük şans’ıdır. Yeni başlangıçlara hazırlanıyorsak, en idareli kullanmamız gereken duygudur güven.

Hayatınıza birilerinin dokunmasını beklemekle en büyük hatanızı başlatmış oluyorsunuz. Siz hayata yeni bir sayfayla başladığınızda, zaten birileri tevafuken sizin hayatınıza dokunacaktır. Ama daha önceki deneyimlerinizden dolayı, bu defa hayatınıza dokunacak insanları özenle seçer ve sınırlı şekilde güvenirsiniz. Beklemek, umut etmek insanın ömründen, hayallerinden en önemlisi zamanından çalar. O yüzden, beklentiler ne kadar az olursa, hayal kırıklıkları da o kadar az olur.

Leonard Cohen’ın bir sözü var; “içimdeki o bütün dün’lerle yeni bir şeye nasıl başlayabilirim”

İşte asıl mucize de tam bu noktada başlıyor. İçimizdeki dün’lerle savaşmak yerine cesaretimizi kullanıp sırtımızı dönmeyi başarmalıyız. Geçmişte bıraktığımız herşeyi önümüze taşırsak öfkemizi kontrol edemeyiz. Öfke, insana hata yaptırır. Kin, nefret ve acı duyguları bizi ilerletmez. Geçmişte yaşadığımız çok güzel anılarımızda vardır tabi ki ama onlarla da sürekli yaşamak yeni anılar biriktirmemize engel olur.

Değişim hiç kolay değildir. Her ne kadar hepimizin alışkanlıkları, yaşam tarzları, ekonomik durumları, sorumlulukları, aileleri, değerleri, bulunduğu toplumun bakış açısı bu durumları zorlaştıran etkenler olsa da, bunlara zarar vermeyecek, düzeni çok etkilemeyecek, ama kendimizi mutlu edecek değişimler imkansız değildir. Korkularımızla yüzleştiğimiz gün kendi yolunuzu çizmeye başlayacağız.

Yeniden başlamanın ilk kuralı “affetmek” .İnsan ancak affettiği zaman gözündeki öfke perdesini kaldırıyor, ruhunu özgür bırakıyor. Öfke pranga gibidir, bir adım öteye götürmez insani. Oysa özgür kalan ruh mutluluğa da açıktır, şansa da açıktır, kazanmaya da açıktır.

Hayat ne kadar yorarsa yorsun, sonunda hepimizin eşit olacağı bir yer var. O yüzden geriye bakarak yürürken, taşa takılıp düşmenin anlamı yok. Her gün güneş yeniden doğuyor ve yeni bir gün başlıyor. Neden biz bu güzel hayatı yeniden başlamaya korkarak ziyan edelim?

Yunanistan’ın saldırgan tutumu

Dünya ve özellikle Türkiye’de öyle beklenmedik olaylar oluyor ki, heyecanın ötesinde etki uyandırıyor hatta “endişe” doğuruyor.

Bugün 95. kuruluş yıl dönümünü kutlarken Cumhuriyetimizin düşman tehlikesi altında olmasının izahı gerçekten çok güç oluyor.

Kumpaslar, tuzaklar bitmiş görülmüyor.

Üstelik birbirini daha “vahim” şekilde takip ediyor.

Gerçekten de, Suriye sınırımızda senelerdir süre gelen kovalamaca, 4 milyona yakın sığınmacı, rahip Brunson rezaleti, gazeteci Cemal Kaşıkçı dehşeti ve FETÖ faciası, Suriye’ye girişimiz, PKK terörü Lozan ile ilgili “safsatalar” ve nihayet Yunanistan’ın saldırgan tutumu ülkemizi sarmalamış bulunuyor.

Son birkaç gün içinde Ege’de, kara sularımızda, gemimize saldırma teşebbüsü bizlere neleri hatırlatmıyor ki, daha doğrusu neleri ikaz etmiyor ki.

Her şeyden önce, AKP zamanında Yunanlara peşkeş çekilen 16 adanın hesabını, yıllardır hiç kimse veremiyor.

Üstelik, Osmanlı son döneminde, kaybedilen adaların günahını Lozan Antlaşması’ndan çıkarabilme gayretinin izahını hiçbir kimse, kurum veya siyasi parti yapamayacak kadar gerçekleri kapsıyor.

Zira, bizzat tarafımızdan 2015’in başlarında dile getirilen ve değerli gazeteci arkadaşlarımızın ve özellikle Ahmet Takan’ın ısrarla üzerinde durduğu bu “adaları Yunanlılara bırakma” gafletinin ucu nereye dayanıyor.

Dört yıl önce, gazetemizde yayınlanan ilk uyarı yazımızdan bazı paragrafları sütunumuza aktararak, içine düşülen durumun vahametini bir kez daha kamuoyuna sunmak yine bize düşüyor.

Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi kumpas davalarıyla Donanma ve Hava Kuvvetlerimiz ne yazık ki, bitirilme noktasına gelirken, Türkiye’ye ait Süleyman Şah Türbesi topraklarını terk eden AKP iktidarının, Ege Denizi’ndeki 16 adanın Yunanistan tarafından işgal edilmesine göz yumarcasına susması endişe doğuruyor. Ege Denizi’ndeki, Lozan’ın yanı sıra 1920’lerdeki antlaşmalara göre Türkiye’ye ait 16 adada, Yunanların hâkimiyet sağlaması, zaman zaman Meclis dâhil, birçok platformda seslendirilmesine rağmen, devamlı gündem dışında bırakılıyor.

Her ne kadar, iki yıl kadar önce Süleyman Şah Türbesi gelişmeleriyle “Yunanistan’ın işgal ettiği adalar”sorunu yeniden gündeme getirilmişse de iktidar tarafından yine örtbas edilmiş oluyor.

Aslında, 2004’ten beri Ege Denizi’nde Türkiye aleyhine gelişen bu olaya, AKP iktidarı, uzun süre “AB’ye giriş kampanyaları” nedeniyle sessiz kalarak, işgal edilen ada sayısının zamanla 16’ya yükseldiği biliniyor.

AKP iktidarı, 16 adanın gündeme girmesini hiç arzu etmiyor.

Muhalefetin yaptığı girişimler her seferinde kısa sürede kesintiye uğruyor.

Adaların işgalini Millî Savunma Bakanlığı “eski” Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım sürekli olarak “resmen” duyuruyor.

Yalım’ın açıklamaları AKP iktidarının acizliğini, gafletini açıkça anlatıyor;

“04 Eylül 2013 tarihinde, dönemin Yunanistan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Tselios ve Savunma Bakan Yardımcısı Davakis, hiçbir engelle karşılaşmadan, Kalolimnoz Adası’na helikopter ile gelmiş Yunan askerlerini ziyaret etmiştir. Konu, 09 Ağustos 2014 tarihinde yazılı ve görsel basına yansımasına rağmen, bu konunun hesabı verilmemiştir.

Türk Dışişleri Bakanlığı’nın, 2013 yılında Kalolimnoz Adasına yapılan ziyaret için, ‘Yunanistan’a nota vermemesi’ ve Yunan Savunma Bakanı Kammenos’u 30 Ocak 2015 Cuma günü Kardak bölgesine getiren helikopter için, ‘hava sahamız ihlal edilmedi’ açıklamasını yapması, son derece kaygı vericidir.” “Girit Adası’nın etrafında, Türkiye Cumhuriyeti’ne ait Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi Adaları Yunan işgali altında.

Adalarımızda Yunan bayrağı dalgalanıyor ancak Türk bayrağı dalgalanmıyor.”

Öte yandan, Yunanistan Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Aleksis Çipras’ın, kara suların 12 mile çıkarılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini durdurup, Meclis’e yasa tasarısı olarak getirilmesi yönünde karar vermesini Ankara, “Atina, Türkiye’nin kararlılığını bir kez daha gördü” diye değerlendirmesi akıllara sığmıyor.

Çünkü, Yunanistan 12 milden vazgeçmediğini açıkça gösteriyor.

Oysa bize düşen görev; denizdeki araştırmalara devam etmek ve en önemlisi Yunanistan tarafından işgal edilen adalarımızı kurtarmak olarak görülüyor.

Sonuç olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün belirttiği gibi “Cumhuriyeti korumak” asil görevimiz oluyor.