22.3 C
İstanbul
Pazar, Haziran 8, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 109

Yerel seçimler öncesi son randevu

31 Mart 2019 Yerel Seçimleri öncesi başta büyükşehirler olmak üzere Türkiye genelindeki toplam 1.398 belediyenin mevcut yönetimleri ile başkan adayları, 21 Mart’ta kapılarını açacak olan Uluslararası Geri Dönüşüm, Çevre Teknolojileri ve Atık Yönetimi Fuarı REW İstanbul’da buluşuyor. Tarsus Turkey / İFO Fuarcılık tarafından T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlenen Avrasya’nın lider çevre teknolojileri buluşması REW İstanbul, özellikle çevre konusunda temel sorumluluğu bulunan belediyelerin ihtiyaç duyacağı tüm makine, ekipman ve teknolojileri bir arada sunuyor.

Fuar kapsamında Marmara Belediyeler Birliği ile işbirliği protokolü imzaladıklarını söyleyen İFO Fuarcılık Genel Müdür Yardımcısı Seda Bozkurt, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hayata geçirilen Sıfır Atık Projesi’nde görüyoruz ki belediyelere de büyük görev düşüyor. Özellikle evlerde ayrıştırılan atıklar, belediyelerce uygun biçimde toplanıp, geri kazanıma uygun tesislerde işlenerek yeniden kullanıma sokulabilirse, o zaman çevre kirliliğinin önüne geçip ekonomik katma değerin yaratılması mümkün. Bu kapsamda, Sıfır Atık projesine hizmet eden yenilikler de REW İstanbul 2019’da yer alacak” dedi.

Uluslararası REW İstanbul 2019, yurt içi ve yurt dışından çok sayıda katılımcı firma ile ziyaretçiye, Tüyap Beylikdüzü’nün 8 ve 9. salonlarında ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 21-24 Mart tarihlerinde gerçekleştirilecek fuar, çevre temizlik araçlarını yenilemek isteyen, özellikle evsel atıkların yönetimi ile geri kazanım ve geri dönüşüm yatırımı planlayan ya da mevcut sistemlerinin kapasitesini artırmayı hedefleyen belediye yönetimleri, tüm ihtiyaçlarını tek çatı altında bulacak. REW İstanbul 2019, yerel yönetimlerin yanı sıra çevre sorumluluğu bulunan kamu kurumlarından tüm KOBİ’lere, Organize Sanayi Bölgelerinden üretim gerçekleştiren farklı ölçeklerdeki sanayi işletmelerine kadar her türlü kuruluşa, “KATI ATIK”, “ATIK SU”, “ATIK GAZ” ve “YEŞİL ENERJİ” ana başlıklarına ilişkin alternatif çözümler sunacak.

Geri dönüşüm makinelerinden atık bertaraf teknolojilerine, çöp ayrıştırma sistemlerinden yeni nesil çevre temizlik araçlarına, su ve atık su arıtmadan biyoenerjiye kadar tüm sektörel yeniliklerin bir arada sergileneceği REW İstanbul’da atık yönetimi, geri dönüşüm ve sürdürülebilir çevre gündemlerinin konuşulduğu, seminer ve oturumlar da düzenlenecek. Fuarın geleneksel konferans programı kapsamında, alanının uzmanları, sektör gündemlerine yönelik paylaşımlarda bulunurken, katılımcı firmalar da gerçekleştirecekleri ürün sunumlarında REW İstanbul ziyaretçilerine, yenilikçi çözümlerini aktaracak.

21-24 Mart 2019 tarihlerinde 15. kez kapılarını açacak olan Uluslararası REW İstanbul hakkında detaylı bilgi ve fuara katılım için www.rewistanbul.com adresini ziyaret edebilirsiniz. 

Direniş devlete değil, haksızlığa karşı verilmiştir

Hürriyet ve Şeref Halk Partisi Genel Sekreteri Bilgin Yakup, amaçlarının Bulgaristan’da yaşayan tüm vatandaşların huzur ve refah içinde yaşamalarını tesis etmek olduğunu söyledi.

Türk ve Müslümanların haklarını korumak için kurdukları oluşumla siyasete yeni bir soluk getiren Kasım Dal ve arkadaşları vasıtasıyla siyasete girdiğini söyleyen Bilgin Yakup, “Kasım Dal devlete karşı güç kurmak suçlamasıyla hapis yatmıştır. Lakin kendisi ve arkadaşları Türk ve Müslümanlara zulüm yapıldığı zamanlarda bile hiçbir zaman Bulgaristan devletine karşı bir duruş sergilememişlerdir. Her zaman haksızlığa karşı direnmişlerdir. Hapisten çıktıktan sonra ilk olarak arkadaşlarıyla beraber Türk ve Müslümanların haklarını korumak için Hak ve Özgürlük Harekatı’nı kurdular. Genel Başkan yardımcısı olan Kasım Dal Türkiye ile tüm ilişkileri bizzat kendisi kuruyor. Hak ve Özgürlük Harekatı 8 yıl iktidar ortağı olarak 2001 yılından 2009 yılına kadar hükümette görev alıyor. Kasım Dal milletvekili ve içişleri komisyon başkanlığında görevlerde bulundu” diyerek konuştu.

AJANLAR İLE TÜRKLERE KARŞI ZULÜM YAPANLAR BELGELERLE ORTAYA ÇIKARILDI

Büyük emek vererek çıkarttığı kanunla eski komünistlerin karanlık dosyalarını Kasım Dal’ın aydınlattığını belirten Bilgin Yakup, “Ajanlar ile Türklere karşı zulüm yapanların hepsini belgelerle ortaya çıkarıyor. Birçok kişinin ajan olduğu ortaya çıkıyor. Hatta Kasım Dal’ın beraber haksızlıklara karşı direndiği zor zamanlarda yanlarında olan arkadaşlarından bazılarının ajan olduğu ortaya çıkıyor. Bu kişilerin el yazısı ile rapor yazarak ajanlık yaptıkları da ispatlanıyor. Bu ajanlardan bir tanesi benim arkadaşım Türkçe müzik dinliyor, şu kuran okuyor, bu namaz kılıyor diyerek kendi soydaşlarını tek tek fişliyor” diyerek tüm ajanların mecliste tek tek açığa çıktığını aktardı.

Yakup, “Cezaevinden çıktıktan sonra Kasım Dal ve arkadaşları isimlerini geri almak için siyasi arenada verdikleri mücadeleyi kazanıyor ve Türklerin haklarını geri alıyorlar. Din haklarına da yeniden sahip oluyorlar. İktidar ortağı olunca Kasım Dal ve arkadaşları hak için mücadele verirken, bazı Türk siyasetçilerde zengin olmak için çaba harcıyorlar. Hak için mücadele edenler hakları geri alırken, zengin olmak için çaba harcayanlarda amaçlarına ulaşıyorlar”

Sorunların geçmiş yıllarda olduğu gibi zulüm şeklinde devam etmese de zaman zaman bazı olayların cereyan ettiğini de söyleyen Yakup, “Mesela okullarda Türk dili seçmeli olarak veriliyor ve kitap basılmıyor. Bu sorunun çözülmesi için kimse çaba harcamıyor. Türk sermayesi büyük projelerle Bulgaristan’a geldi fakat faaliyetlerine izin verilmedi ve bazı Türk milletvekilleri de bu konuya duyarsız kaldılar. Şişe cam geldi ve 1 milyar dolar yatırım yaptı. Kasım Dal tüm zorluklara ve engellemelere rağmen bu projenin gerçekleşmesini sağladı. Bu proje ile bölge insanı ve özellikle de Türkler iş sahibi oldular” diyerek sözlerini tamamladı.

Müslümanlara saldırılar azaldı ama bitmedi

Bulgaristan Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğü Genel Sekreteri Celal Faik, Bulgaristan’da resmi kayıtlara göre 571.000 Müslüman yaşadığını fakat gerçek rakamın 1.500.000 olduğunu belirterek, İslamofobi’nin geçmiş yıllara nazaran azaldığını fakat aşırıya kaçan kişiler tarafından zaman zaman Müslümanlara yönelik saldırıların tekrarlandığını söyledi. Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğünün 1911 yılında şeyhülislamın izni ile faaliyetine başladığını ve o günden bu yana Müslümanlara hizmet verdiğini söyleyen Genel Sekreter Celal Faik, “Bulgaristan prensliği 1908 yılında bağımsız olunca şeyhülislam ile Bulgaristan arasında bir anlaşma yapılıyor. Fakat 1988 yılında komünistlik müftülüğü ile halkın müftülüğü arasında sıkıntı çıkıyor. 1997 yılından bu yana ise halkın seçtiği müftülük görevini yapmaktadır.

Devletin tanıdığı 1991 anayasasına göre bağımsız olarak faaliyetine devam etmektedir. Bulgaristan’da 20 bölge müftülüğü vardır. 28 ilimiz vardır ve 4 tane il müftü yardımcımız vardır” dedi.

Bulgaristan’da resmi olarak 571.000 Müslüman yaşadığını söyleyen Celal Faik, “Gayri resmi olarak ülkede yaşayan Müslümanların gerçek sayısının1,5 milyon olduğunu belitti. Avrupa Birliğine girdikten sonra Müslümanlar için daha iyi yaşam şartları oluştuğunu aktaran Faik, “AB’ye girilmesinin ardından batı’ya verdiğimiz göç yaşam şartlarının iyileşmesine vesile olmuştur. Müslümanlara karşı hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık kısmen olsa da ortadan kalkmıştır” diyerek konuştu. Bulgaristan’ın Dobriç şehrinde bu sene 6 Eylül’ü 7 Eylül’e bağlayan gece Müslüman mezarlığına saldırı yapıldığını belirten Faik, “Mezarlığa gelerek 30 mezarı tahrip ettiler. Dobriç Belediyesi’nin mezarlık şirketi olayla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulundu” diyerek 6 Eylül bağımsızlık gününde bu ve buna benzer saldırıların arttığını söyledi.

1990 yılına kadar ülkede hizmet veren imamların maaş aldığını fakat bir kararla bu uygulamanın son bulduğunu anlatan Faik, Yeni tasarı ile ülkede faaliyet gösteren tüm din adamlarının maaşlarının öğretmen ücretleriyle aynı olacağını aktardı.

Faik, Ak Parti hükümeti ve Recep Tayyip Erdoğan’ı yakından izlediklerini ve aynı yolda aynı istikamette devam etmeleri için dua ettiklerini söyledi.

Faik, “YTB (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluğu), Türkiye Büyükelçiliği ve TİKA ile işbirliği içerisindeyiz. Türkiye devleti TİKA’ya çalışmaları için resmi izin vermemiştir. Resmi izin verilmesi halinde daha büyük çalışmalara imza atacaklarına inancımız tamdır” dedi.

Bulgaristan’da Müslümanlara yönelik saldırıların sık sık tekrarladığını söyleyen Faik, Bulgaristan’da, ırkçı ve aşırı milliyetçi görüşleriyle tanınan ATAKA partisi taraftarlarının, başkent Sofya’daki Banyabaşı Camisi’nde cuma namazı kılındığı sırada Müslüman cemaate saldırı düzenledi. Seccadeler yakıldı ve 2 kardeşimiz komalık oldu. Kamera kayıtları olmasına rağmen saldırganlara hiçbir işlem yapılmadı ve sadece göstermelik para cezası verildi” dedi.

İsminin değişeceği gün kendini yakmış

Komünist istihbaratının tüm gizli bilgilerini deşifre etmekle tanınan Hürriyet ve Şeref Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Georgı Mıhaylov, Türkçenin yasak olduğu zamanlarda yaşananlardan çok etkilendiğini söyledi. Mıhaylov, “Dayım yaşadığı bu olayla komünist rejimin Türklere ve Müslümanlara karşı uyguladığı zorla isim değiştirme kampanyasına karşı mücadelesinin sembolü haline geldi” dedi.

Annesi Türk babası Bulgar olan Georgı Mıhaylov’un şair olan dayısı Mehmet Karahyuseınov, 1985 yılında Türkçe ismini değiştirmek istememiş.

İsminin değiştirileceği gün Bulgaristan’ın başkenti Sofya meydanında üzerine benzin dökerek kendini yakmış. Bu olayı ismini değiştirmeye mecbursun dedikleri gün gerçekleştirmiş.

2 gün komada hastanede yatmış ve komada iken komünistler ismini değiştirmiş. Yaşanan olaylardan çok etkilenerek dayısının adına vakıf kurmuş ve şiir kitabını basmış. Georgi Mihaylov dayısı adına kurduğu Mehmet Karahüseyinov Vakfı Başkanlığı görevini yürütüyor.

Mihaylov, dayısının yaşadığı olayı dünyaya aktarmak için değil, yaşananların unutulmaması için çalışıyormuş.

Mehmet Karahüseyinov Vakfı Başkanı Georgi Mihaylov, “Yaratıcı bir insan olan Mehmet, şair, çevirmen ve ressamdı, derin duyarlılığa ve inanılmaz bir dünya görüşüne sahipti. Ateş onun bedenini yaktı, ama o şiir ve resim sanatının gücüyle gelecek kuşaklara kendi ruhunu, kendi izini bıraktı” dedi. Mihaylov, Meto lakabıyla bilinen Mehmet Karahüseyinov’dan miras kalan her bir insanın öz kimliğini belirlemesinde hür olması ve bunun için zülüm görmemesi gerektiğine dair sözü ile bir sembole dönüştüğünü vurguladı.

Georgı Mıhaylov, komünistleri deşifre ettiği belgeleri www.desehistory.com adresinde sergiliyor.

Devletimiz Bulgaristan, ‘Millet olarak Türk’üz’

Bulgaristan’da geçmiş yıllarda yaşanan isim değiştirme ve sürgün olaylarından sadece tek Türklerin etkilenmediğini söyleyen Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) Kurucusu Kasım Dal, Pomak kökenli Müslüman topluluklarında sürgüne zorlandığını belirtti.

Bulgaristan’da olup bitenlerin ülke dışına 1985 yılına dek sızdırılmadığını söyleyen Kasım Dal, “İsim değiştirme eylemlerinin yanında ideolojik faaliyetler de yürütülüyordu. Önce Pomaklar ile Türkleri birbirlerinden ayırdılar. Daha sonra Kırcaali milletini ayırdılar. Sonra zulme hızla devam ettiler. Sürgün içinde düğmeye basıldı. Pomakları göç etmek zorunda bıraktılar. Sürgün edilen Pomaklar Manisa başta olmak üzere Uzunköprü, Çorlu, Havza ve Çerkezköy’e gitmek zorunda kaldılar” dedi.

18 AYLIK BEBEĞİ ANASININ KUCAĞINDA KATLETTİLER

1984 yılı sonu Aralık ayında Kırcaali’deki Türkleri asimile etme çalışmalarının başladığını belirten Kasım Dal, “Türk ve Müslümanları yalnızlaştırma çalışmasından sonra şiddete başladılar. Hatta 18 aylık bebeği anasının kucağında katlettiler. 22 Ocak 1985 yılında Deliorman’ı milisler ve askerler bastı. Kırcaali’den sonra tüm Türk köylerini köpek askerlerle bastılar.24 saat içinde isimleri değiştirdiler. Belene kampına kanaat önderlerini topladılar. Sünnet, mevlit, cenaze, namaz yasaklanırken, mezar taşlarımız dahi değiştirildi. Bulgaristan da Türk yok dediler” diyerek 1.360.000 Türk’ün isminin değiştirildiğini söyledi.

BİNLERCE TÜRK MAHKEMESİZ KAMPLARDA HAPİS EDİLDİ

Dış dünya ya duyurmamak için 18 kişinin hapishanelere atıldığını belirten Dal, “Binlerce Türk mahkemesiz kamplara alındı. Kampa alınırken de kılıf bulundu. Sefer görev emri ile sanki savaşa gidiyorlarmış gibi kamplara aldılar” dedi.

MİLLİ TÜRK KURTULUŞ HAREKATI ÜYESİ 18 KİŞİ MAHKEMELERDE YARGILANDI

Kasım Dal, “Gizli teşkilat (Milli Türk Kurtuluş Harekatı) üyeleri olarak her birimizin mahkemelerini ayrı ayrı şehirlerde yaptılar. 18 kişiden oluşan bizlerin mahkemeleri Varna’da, Dobriç’te, Şumen’de yapıldı. Haksızlıklara karşı verdiğimiz mücadele nedeniyle 8 sene hüküm giydim. 10 Kasım 1989’da rejimin düşmesiyle, 22 Aralık 1989’da af ile çıktım. Devlet yanlışlıkla yattınız diyerek bizim yasaklarımızı kaldırdı. 33 kişi 4 Ocak1990’da ilk Türk partisini kurduk. Adı Türk ve Müslüman Halk Özgürlük Harekatı idi. ‘Türk ve Müslüman’ kanuna aykırı olduğu için hak ve özgürlük olarak tescil edildi.29 Mart 1990’da Sofya’da ilk kongremizi yaptık” diyerek siyasete nasıl adım attıklarını anlattı.

TÜRK SİYASİ LİDERLER İLE HER ZAMAN İLETİŞİM HALİNDE OLDUK

Dal, “Alparslan Türkeş’i rahmetle anıyorum. Kendisinin bizlere çok katkısı olmuştur. Süleyman Demirel ile de hukukumuz vardı. Muhsin Yazıcıoğlu ve Rauf Denktaş’ında katkılarını unutmak olmaz. Hikmet Çetin ile de iletişimimiz vardı. Rahmetli Ecevit ile de sık sık görüşürdük. Türkiye Cumhuriyeti’nin başında kim var ise bizler onunla iletişim halinde olduk ve doğru olanı yaptık. Fakat bazı Türk siyasetçilerin Devletin başında olsun olmasın daima CHP’nin egemenliğindeymiş gibi hareket etmelerine bir anlam veremiyorum. 1993 yılında yüzlerce öğrenciyi eğitim görmeleri için Türkiye’ye yolladım. Bu Türkiye’de iletişimde olduğumuz yöneticilerimiz vasıtasıyla olmuştu” diyerek CHP ile bağlantıları derin olan bazı siyasetçilerin KGB’nin istediği gibi hareket ettiklerini söyledi.

TÜRK FİRMASI ŞİŞE CAM FABRİKASI BULGARİSTAN’DAN AVRUPA’YA ZIRHLI OTO CAMLARI SATIYOR

Dal, “2005 yılında ilk şişe cam fabrika açıldı. Daha sonra bu sayıyı 9’a çıkardılar. Bizzat şişe cam fabrikasının açılması için büyük çalışma yaptık ve 1100 dönüm araziyi hibe olarak verdik. Zırhlı oto camları Avrupa’ya buradan Türk fabrikası vasıtasıyla gidiyor.2005 yılında Avrupa Birliği Komisyonu en büyük yeşile yatırımcı ödülünü Şişe Cam’a vermiştir. Şişe cam fabrikasında 4700 kişi istihdam ediyor ve çalışan işçilerin % 80’i Türklerden oluşuyor” dedi.

15 TEMMUZ RUHUNA UYGUN OLARAK MİTİNGDE YER ALMAKTAN GURUR DUYDUM

15 temmuzda İstanbul’da olduğunu söyleyen Kasım Dal, “15 Temmuz ruhuna uygun bir Türk olarak mitingde yer aldım. Recep Tayyip Erdoğan’a gönülden bağlıyız. Mecliste milletvekili olduğum zaman kendisi ile görüşmelerimiz oldu. AK Parti iktidara geldiği zaman tüm bağlantıları ben kurdum ve bu bağlantıyı hiçbir zaman kesmedim” dedi.

BULGARİSTAN VATANDAŞI OLARAK DEVLETİMİZİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ İÇİN ÇALIŞIRIZ

Bulgaristan toprak bütünlüğüne hiçbir zaman zarar verecek bir direnişin içinde olmadıklarının altını çizen Dal, “Hiçbir zaman direnişimiz silahlı olmadı. Biz Türk asıllı Bulgaristan vatandaşıyız. Bugünde geçmişte olduğu gibi Bulgaristan’ın toprak bütünlüğü için çalışırız. Milletimiz Türk, devletimiz Bulgaristan’dır. Kimse milletimize veya devletimize ihanet etmemizi bizlerden isteyemez ve hatta teklif bile ettirmeyiz. Biz sadece gelenek, görenek ve dini ile milli haklarımızın alınmasına karşı durduk ve hakkımızı aradık” dedi.

Robotlar Borsa İstanbul’da cirit atıyor

Borsa İstanbul’da anlam verilemeyen sert düşüşler ile izahı olmayan şekilde bazı hisse senetlerinin artışının perde arkasında robotlar bulunuyor. Küçük yerli yatırımcıların borsaya yüklü girişleri olduğu zamanlarda makine işlemlerinin devreye sokulmasıyla panik havası oluşturularak yerli yatırımcının zarar etmesi sağlandığı iddia ediliyor.

Türkiye’de kumarhanelerin serbest olduğu zamanlarda zengin olmak için kumar oynayarak tüm paralarını kaybettikten sonra intihar edenlerin haberlerine sık şahit olurduk. Evini, arabasını satarak Borsa’da yatırım yapan küçük yatırımcılar spekülasyonlar ve robotlar nedeniyle zarar ediyor.

SPEKÜLASYONLAR, KUMARHANELER DÖNEMİNDE YAŞANAN İNTİHARLARA NEDEN OLACAK

Uzun vadeli yatırımcılar yerine al-sat yapanların mekanı haline gelen Borsa İstanbul’un casino sektörü ile benzerlik gösterdiğini söyleyen uzmanlar bu konuda yetkililerin tedbir almasının gerekli olduğunu belirtiyorlar.

İSTANBUL HAVALİMANI AÇILIŞI VE BRUNSON TAHLİYESİNDE ROBOTLAR DEVREYE SOKULDU

Dünyanın en büyük havalimanın İstanbul’da açılmasıyla beraber Türk Hava Yolları hisse senetlerinin kar yapması beklentisiyle borsaya para yatıran yatırımcılar robotların devreye sokulmasıyla yaşanan % 6’lık düşüş ile panik yaşamışlardı. Bu paniğin arkasında da yabancı yatırımcıların danışmanlığını yapan borsa şirketlerinin robotları olduğu konuşuluyor.

Yeni havalimanının açılışında olduğu gibi ABD’li papaz Andrew Brunson’ın tahliyesi sonrası da robotlar yerli yatırımcıyı ters köşeye yatırmış ve zarar ettirmişti.

HİSLERİYLE BORSA’YA PARA YATIRAN YATIRIMCI ROBOTLAR TARAFINDAN ZARARA ZORLANIYOR

Algoritmik yazılımlarla makine işlemlerinin hızla devreye girmesiyle borsa da istenilen düşüş ve yükseliş sağlanıyor. Yabancı yatırımcılar borsa İstanbul’dan kar elde ederken, küçük yerli yatırımcılar hislerine göre yaptığı hareketlerle robotların karşısında zarar ediyorlar.

Uzmanlar, bu süreci piyasada robot ya da makine satışı denilen, uzaktan erişimle ve algoritmik yazılımlarla yapılan işlemler olarak tanımlıyor.

Tüm gelişmiş piyasalarda algoritmik yazılımla yani makine ile yapılan işlemlerin payının çok fazla olduğuna dikkat çeken piyasa oyuncuları, makine işlemlerinin son dönemde Türkiye piyasasında da ciddi bir ivmeyle artmaya devam ettiğini belirtiyorlar.

ROBOTLAR UZUN VADELİ YATIRIMCI YERİNE AL-SAT İŞLEMLERİNİ ZİRVEYE TAŞIDI

Uzmanlar, Borsa İstanbul’da Nasdaq altyapısının kullanılmasıyla birlikte hızın daha da arttığını belirterek, “Klasik anlamda uzun vadeli yatırımcı tipi değil de, kısa vadede al-sat yapıp yüksek hacim yaratan bu tip müşteri, hem hacim, hem de beraberinde volatilite getiriyor. Piyasanın yeni standardı oluyor” yorumunda bulundular. Fakat bu artışın denetlenmesinin ve art niyetle kullananların engellenmesinin gerekli olduğunu da belirtiyorlar.

Artan kalite ve hızla beraber piyasada algoritmik makine işlemlerinin daha da artacağını belirten uzmanlar, Türkiye’de yabancı yatırımcılarla iş yapan kurumların neredeyse tamamında bu tarz işlemlerin payının her geçen gün arttığına dikkat çekiyor. Piyasada belli hareketlilik olduğunda bu yazılımlarla otomatik emirlerin devreye girerek volatilite oluştuğunu vurgulayan uzmanlar, olumlu bir haber olduğunda da hızla gelen alımlarla piyasada yükselişin de hızlı olduğunun altını çiziyor.

DENETLEME MEKANİZMASININ ACİLEN DEVREYE SOKULMASI GEREKİYOR

Lakin algoritmik makine işlemleri yapan bazı aracı firmaların art niyetli olarak borsa da kaos yaratarak, istedikleri hisseyi düşürüp, istedikleri firmanın da Borsa’da değerini yükseltebilmesi küçük yatırımcıları ve firmaları zor duruma düşürüyor.

GAZETELER VE KÖŞE YAZARLARI SPEKÜLASYON İÇİN KULLANILIYOR

Son yıllarda borsada genel olarak gerçekleşen spekülasyonlar küçük yatırımcıya ciddi anlamda zararlar veriyor. Ekonomik zararlara sebebiyet veren spekülasyonlar büyük şirketler tarafından ve yabancı yatırımcılara danışmanlık veren şirketler tarafından gerçekleştiriliyor. Ekonomistler tarafından fark edilen bu tür hileler ülke ekonomisinin de etkilenmesine neden oluyor.

Borsa da spekülasyon gerçekleştirmek isteyen büyük şirketler veya danışmanlık firmaları bazı tahvilleri değerinden fazla veya düşük göstermek için internet veya gazeteleri kullanıyorlar.

BORSADA İŞLEM GÖREN ŞİRKETLER İLE İLGİLİ YALAN HABER YAPANLAR CEZALANDIRILSIN

2018 yılında birçok ulusal gazetenin ve köşe yazarlarının bu tür spekülasyonlara imza atan gerçek olmayan haberlerine sık şahit olduklarını söyleyen yerli yatırımcılar, devletin bu tür yalan haber ve köşe yazılarına karşı tedbir almasını ve cezai işlem uygulamasının gerekli olduğunu belirtiyorlar.

Yatırımcıyı zarara uğratarak, yüksek fiyatlardan satın aldığı tahvilleri spekülasyonlar nedeniyle panik halinde ucuza satmasına neden olanların engellenmesinin gerekli olduğu gözlemleniyor.

Bulgaristan’ın Filhakika’sı

Siyasi parti temsilcileri ile temaslarda bulunmak ve soydaşlarımızla görüşmek üzere Bulgaristan’a 3 günlük bir ziyaret gerçekleştirdik. Bu ziyarette Bulgaristan ile alakalı hafızamda saklı filhakika tamamen değişti. Esasında bizim bildiğimiz gerçeklerin daha da gerçekleri olduğunu anlama fırsatı yakaladım.

Bulgaristan’da Osmanlı’nın bıraktığı tarihi miras kadar, insani mirasa da hayran olmamak imkansız. Osmanlı’dan miras kalan insanlar ile tarihi eserlerimiz sarsılmaz bir ilişki ile tüm engellemelere karşın dimdik ayakta kalmayı başarmış. Bu manevi ilişkiye tahammül edemeyen ırkçılar ise camilere zaman zaman saldırılar düzenliyor.

BİZİM AZINLIKLAR VE CEMAATLERE GÖSTERDİĞİMİZ İLGİ, ALAKA VE İMTİYAZLAR AVRUPA’DA GÖSTERİLMİYOR

Türkiye’de çıkan yasalarla gayrimüslimlerin malları kendilerine hibe ediliyor. Haliç’in kıyısında, Ortodoks Bulgar Cemaati tarafından 120 yıl önce inşa edilmiş olan, Sveti Stefan Kilisesi yani Nam-ı diğer Demir Kilise’ye devletimizin restorasyon çalışmaları sırasında sağladığı katkı ve kolaylıklar aşikardır. Lakin Bulgaristan’da bulunan tarihi eserlerin ve özellikle camilerin iadesi konusunda Bulgar makamları bizim gösterdiğimiz kolaylıkları aşırı ırkçılar nedeniyle gösteremiyorlar. Konsolosluğumuz, TİKA, Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı ve Diyanet İşleri sorunların çözümünde çalışıyorlar.

Türk kardeşlerimiz karşılarında bir tehdit gibi duran ırkçılıktan çok Türkiye’yi zor duruma sokmak için küresel oyuncular tarafından sergilenen senaryolardan tedirgin olduklarını anlattılar. Bu söz karşısında duygulanmamak imkansız…

IRKÇI SALDIRILAR İNSANİ VE TARİHİ MİRASIMIZI TEHDİT EDİYOR

Bulgaristan Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğü Genel Sekreteri Celal Faik, Müslümanlara saldırıların azaldığını ama bitmediğini aktardı. Müslüman mezar taşlarının kırılması, camide namaz kılanlara saldırılar yakın zamanda gerçekleşmiş. Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğü 1911 yılında şeyhülislamın izni ile faaliyetine başlamış. Yani Başmüftülük Osmanlıdan kalan bir mirasımız.

GEORGI MIHAYLOV KOMÜNİST İSTİHBARATININ TÜM GİZLİ BİLGİLERİNİ DEŞİFRE ETMİŞ

Komünist istihbaratının tüm gizli bilgilerini deşifre etmekle tanınan Hürriyet ve Şeref Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Georgı Mıhaylovile görüşmem ise gerçekten hem duygusal hemde çok özel bilgiler eşliğinde geçti.

İSMİNİ DEĞİŞTİRECEKLERİ GÜN KENDİSİNİ YAKAN MEHMET KARAHÜSEYİNOV DİRENİŞİN SİMGESİ OLMUŞ

Annesi Türk, babası Bulgar olan Georgı Mıhaylov’un şair olan dayısı Mehmet Karahyuseınov, 1985 yılında Türkçe ismini değiştirmek istememiş ve değişimin gerçekleşeceği gün üzerine benzin dökerek başkent Sofya’da kendini yakmış.2 gün komada hastanede yatmış ve komada iken komünistler ismini değiştirmiş.

Mıhaylov, Komünist rejimin Türklere ve Müslümanlara karşı uyguladığı zorla isim değiştirme kampanyasına karşı direnişin sembolü haline gelen dayısı adını taşıyan Mehmet Karahüseyinov Vakfı’nı kurarak başkanlık görevini de üstlenmiş.

Georgı Mıhaylov, komünistleri deşifre ettiği belgeleri www.desehistory.com adresinde sergiliyor.

ANNESİNİN KUCAĞINDA ALNINDAN VURULARAK ÖLDÜRÜLEN TÜRKAN BEBEK’TEN NE İSTEDİNİZ?

Bulgaristan’da geçmiş yıllarda yaşanan ad ve soyadı değiştirme ile sürgün olaylarına karşı direnenlerin önde gelen isimlerinden olan Türk Siyasetçi Kasım Dal’ın anlattıkları ise bizleri hem şaşırttı hem kanımızı dondurdu.

Bulgaristan’da 1984 yılındaki zorunlu asimilasyon girişimi sırasında çıkan olaylarda annesinin kucağında öldürülen Türkan 18 aylık bir bebek, ne Türklük, ne Bulgarlık, ne din, ne ırkçılık bilmiyordu, sadece annesinin kokusuna sevdalı idi. Bulgar katiller annesinin kucağından olan Türkan bebeği alnının ortasına isabet eden kurşunla şehit etmişler.

DİNİ VE MİLLİ HERŞEYE YASAK KOYAN KOMÜNİST MİLİSLER MEZAR TAŞLARINDAN DA İNTİKAM ALMIŞ

Köyler köpekli milisler tarafından basılırken, sünnet, mevlit, cenaze ve namaz yasaklanmış. Mezar taşlarının isimleri dahi değiştirilmiş.

Binlerce Türk mahkemesiz kamplara alınırken, Kasım Dal’ın da aralarında bulunduğu 18 kişi hapishaneye atılmış. Bu olaylar dış Dünya’ya yansımaması için yoğun çaba harcanmış. Kamplara alınan kişilerin sefer görev emri ile asker görevine davet edilerek, görevli gibi kamplara alınmışlar. Binlerce kişi çeşitli işkencelere maruz kalmışlar.

DEVLETİMİZ BULGARİSTAN, MİLLETİMİZ TÜRK’TÜR, BU İKİSİNDEN VAZGEÇMEMİZ TEKLİF BİLE EDİLEMEZ

Milli Türk Kurtuluş Harekatı Üyelerinin tamamının mahkemeleri yapılırken, her biri başka şehirlerde yargılanmış. Kasım Dal, Varna’da yargılandığını ve mahkemesinin 1 hafta sürdüğünü anlatıyor. Devlete karşı bir direniş içerisinde olmadıklarını söyleyen Dal, mücadelelerinin milli ve dini haklarının alınmasına karşı olduğunu söyleyerek, “Bulgaristan’ın toprak bütünlüğü bizim için önemlidir ve millet olarak ise Türk’üz ve bu ikisinden vazgeçmemizi bizden kimse isteyemez” diyerek kesin ve kati konuştu.

BU YAŞANANLARI TARİHE KARA BİR NOT OLARAK BÜYÜK HARFLERLE YAZMAK MİLLİ VE İNSANİ BİR GÖREVDİR

Bulgaristan ziyaretim ve yaptığım görüşmeler neticesinde komünist idarenin zulmü neticesinde Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan soydaşların yaşadıklarını ve bu göçün sosyolojik, ekonomik ve politik tesirlerini daha iyi analiz etme imkanı buldum. Bu yaşananların tarihe kara bir not olarak düşmezsek, soydaşlarımızın bu kötü olayları başka şekillerde tekrar yaşayabilme ihtimali olduğunu unutmamalıyız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri, Bulgar medyasında geniş yankı buluyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Balkan Türkleri ile ilgili açıklamaları, Bulgaristan medyasında geniş yankı buluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bulgaristan’la ilgili ne zaman bir mesaj verse, Bulgar gazeteleri manşetlerine taşıyor. Erdoğan’ın Bulgaristan’da yaşanan baskılara duyarsız kalmaması ise soydaşlarımız tarafından takdir ve sevinçle karşılanıyor.

Bir zamanlar

0

İnsanlar bugün sosyologların uyuşturucu sınıfına soktuğu profesyonel futbol şirketleriyle, 90-60-90 Türkçesi noksan sunucularla, magazin, birbirinin benzeri diziler, Acun’un yönetiminde birbirinden saçma yarışma programları seyredip birer tüketim mabedi olan AVM’lerde tam anlamı ile “zaman öldürmek”le meşgul!

Sizce günümüzde “mutluluğun” tanımı nedir?

Oysaki biz 40 yıl önce “mutluluğu” ufak detaylarda yakalardık.

Oysa bizim çocukluğumuzda emniyet kemeri, kask, hava yastıkları yoktu. Prizler, ilaç şişeleri ve araba kapıları çocuk korumalı değildi. Tereyağlı ekmekler korkusuzca iştahla yenirdi. Eğilip bahçe hortumundan ve aynı bardaktan hepimiz su içerdik. Hiçte hasta olmazdık. Cep telefonu ve bilgisayar olmadığı için annemiz nerede olduğumuzu bilemezdi. Hava kararınca eve dönerdik. Ama arkadaşlarımız, özgürlüğümüz ve daha önemlisi mesuliyetimiz vardı.

O günlerde teknoloji fakiri idik.

Araba sayısı azdı, daha fazla yürürdük ve şişman insan yok gibiydi.

Yollar dar ve çoğu zaman ise topraktı.

Ama mutluyduk.

O zamanlar postacının yolunu gözlerdik çünkü bizlere mektup getirirdi, o mektubu merakla, koklayarak açıp bir heyecanla okumak ayrı bir zevkti.

Mutfaklar muşamba kaplı idi. O mutfaklarda tülbentle yoğurtlar, portakal kabuğu ile reçeller, kocaman kavanozlarda sarımsaklı turşular hazırlanırdı.

Amerikan malı uzun damalı taksiler duraklarda sessizce kuyruk olurdu.

Maalesef otobüs ve uçaklarda bile püfür püfür sigara içilirdi.

Sadun Boro “Kısmet” adlı teknesi ile dünya turuna çıkmıştı, merakla onu takip ederdik.

Hikmet Feridun Es“Hayat Dergisi”nde gezi yazıları kaleme alırdı, heyecanla okurduk.

Evinize telefon bağlatmak için bir dilekçe verip yıllarca sıra beklerdik.

İstanbul’da kar yağıp uzun süre kalkmazdı. Gözleri kömür, burnu havuç, elinde süpürge, başında yün bere ile kocaman kardan adamlar yapılırdı.

Beyoğlu’nda insanlar tüllü şapkaları, takım elbiseleri ile çok şıktı; nazikti.

Havaalanı civarında park edilip saatlerce inen ve havalanan pervaneli uçaklar seyredilirdi. Daha sonra da Bakırköy kavşağındaki Ömür’de arabaların içinde ayran ile sosisli sandviç yenirdi.

Elinde bohça ile kalaycılar, yatak ve yastık içindeki yün ve pamuğu havalandıran “hallaçlar”, beyaz el arabası ve yine beyaz kıyafeti ile “dondurmacılar”, kalın sopa ile bağlı iki taraflı tepsi ile “yoğurtçular”, nar gibi kızarmış simitleri ile “simitçiler” ve “bozacılar” sokaklarda gezinirdi.

Sonra Türk filmleri vardı!

Ayşecik filmlerinde genç kızın zengin dedesi pala bıyıklı Hulusi Kentmen.

Şoför Nubar Terziyan,

Kötü adam pos bıyıklı Erol Taş,

Kombinezonlu kötü kadın Suzan Avcı,

Tonton aşçı Necdet Tosun,

Şapşal uşak Cevat Kurtuluş,

Kanto Kraliçesi Nurhan Damcıoğlu,

Küçük Hanımefendi “Belgin Doruk”,

Kalipso Kralı Metin Ersoy,

Turist Ömer Sadri Alışık,

Beyaz pardesüsü ile şaşkın Komiser Kolombo,

Bana benzetilen “Pembe Panter” Peter Sellers.

Radyoda ise Orhan Boran ile Yuki,“Arkası Yarın” ve “Uğurlugiller”

Halk müziğinin şahane sesi, yeniliklerin müjdecisi Zeki Müren,

Saçlara jöle, tırnaklara oje sürülmez, spor ayakkabıyla okula girilmezdi. Forma ile okula gidilir, eve gelene kadar formalar kesinlikle çıkarılmazdı. Gömlekler pantolonların – eteklerin, içine sokulur, okul renkleri dışında renk giymek yürek isterdi.

Erkeklere kravat, kızlar fiyonk takmadan, yaka ve tırnak kontrolü yapılmadan derse girilmezdi. Okulun herhangi bir yerinde sakız çiğnenmez, ders sırasında bir şey yenemez, su içmeye gitmek için bile izin istenirdi.

Sabahları bahçede sıra olunur, andımızı bağıra bağıra içten söyler, pazartesi sabah ile cuma öğleden sonra müdür konuşma yapar, özel günlerden biriyse saygı duruşu yapılır, İstiklal Marşı okunurken dik durulur, konuşulmaz, veliler ve yoldan geçenler dahil herkes saygı ile beklerdi.

Cep telefonu o zamanlar bilinmezdi, internet de yoktu ama yine de öğrenciler birbirleri ile rahatça haberleşirdi. Bir eksiğimiz yoktu. Evlerde ahizeli telefonlar çalınca bir heyecanla açmaya koşardık.

Okul kitapları üzerinde sevilen sanatçı resimleri olduğu klasörde taşınır. Üzerine ise etiketler yapıştırılır, etikete adı- soyadı- sınıfı- hangi dersin kitabı olduğu dikkatle yazılır, o derse ait defter ve kitaplar kolaylık olsun diye mavi, kırmızı veya farklı bir desen kağıdıyla kaplanır, ders sırasına yanında kitabı olmayan azar işitirdi.

Ev ödevleri mazeretsiz hazırlanmalıydı, dönem ödevleri için kitap ve ansiklopediler açılır, araştırılır, ödevler gayet dikkatle elle veya dolma kalemle yazılırdı. O zamanlar tükenmez kalem yoktu. Bilgiye rahatça ulaşmak için bilgisayarlarda sınırlı idi.

Sonra sokak oyunları vardı!

Çember çevirme,

Mendil kapmaca,

Bezirgânbaşı,

Topaç,

Misket,

Uzuneşek,

Saklambaç,

Yakan top,

Tavşan kaç,

Dokuz taş,

Sandalye kapmaca,

Artık ne bağ, ne bahçe, ne arsa kaldı!

Çarpık kentleşme sayesinde Bayrampaşa’da, Esenler’de, Avcılar’da, Gaziosmanpaşa’da, Bağcılar’da iki yanını araba park etmiş çirkin beton yığınları arasında mutsuz insanlar dolaşıyor.

Artık çocukların ayağı toprağa bile basmıyor!

Bugünün çocuklarına acıyorum.

Ben hiç olmazsa çocukluğumu tam anlamı ile yaşadım.

Yerel seçimler yaklaştıkça siyaset ısınıyor

0

Değerli dostlarım, sevgili okurlarım. Yerel seçimler yaklaştıkça iç siyasetteki hareketlilik de her geçen gün artıyor.

Yerel seçimler yaklaştıkça iç siyasetteki hareketlilik de her geçen gün artıyor. Geçtiğimiz seçimler Türkiye’nin beş yıllık siyasi yol haritası için belirleyici olurken, önümüzdeki seçimler ise İstanbul, Ankara, İzmir gibi pek çok büyük şehrin siyasi kaderini belirleyecek.

Bildiğiniz üzere başkanlık sistemine geçiş söz konusu olduğu günlerde AK Parti ve MHP’nin Cumhur ittifakı çerçevesinde birlikte hareket etmeleri ülkemizin selameti ve bekası açısından çok önemli bir rol oynamıştı.

Esasen bu ittifak partiler arası bir ittifakmış gibi görünse de o dönem siyasi olaylar iyi analiz edilirse bunun aslında milletin ittifakı olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Siyasetin ülke açısından çalkantılı dönemlerinde atılmış olan bu ittifak adımı bir nevi denge unsuru olmuş ve ülkemize artı kazanımlar getirmiştir. Şimdi gelinen noktada durum, Sayın Devlet Bahçeli’nin yerel ittifakı sonlandırdığı açıklaması üzerine yeni bir ivme kazanmış siyasi kulislerde ise bu açıklama, farklı yorumlara neden olmuştur.

Muhalefet ve yanlıları bunu iktidara ve hatta bizzat Erdoğan’ın şahsına karşı kullanmaya ve Cumhur İttifakı’nın bittiğini Erdoğan’la Bahçeli’nin yollarını ayırdığını hatta Bahçeli’nin Akşener’le ittifak arayışı içinde olduğunu yazmaya kadar ileri götürmüşler, her zaman olduğu gibi gene kendilerine yontma, halkı maniple etme çabası içerisine girmişlerdir. Halbuki Sayın Bahçeli sadece yerel seçimlerde ittifaka gitmeyeceklerini ancak Cumhur İttifakı’nın devam edeceğini vurgulayarak belirtmiştir.

Ülkelerin siyasi tarihlerinde bu tarz süreli ittifaklara sık rastlanır. Cumhur ittifakının ülkemize, milletimize çok önemli katkıları ve faydaları olmuştur ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti çok büyük bir devlettir. Sayın Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde ittifakla ya da tek olarak yine büyük bir devlet olarak Büyük Türkiye olma yolunda ilerleyecektir, buna zerre kadar şüphemiz yoktur. Karamsar olmak ve yerelde ittifak olmaması konusuyla ümitsizliğe kapılmak bize yakışmaz.

Asla unutmamalıyız ki ne olursa olsun durmak yok, yola devam! Çok şey yapıldı daha da yapılacak. İlla biizni. Her iki partinin de bunun farkında olduklarından eminiz. Ve bu yapılacakların ne kadar önemli olduğunu herkesten iyi bildiklerinden de eminiz.

Bu minvalde ülkemizin en zor günlerinde kritik bir kararla Cumhur ittifakında yer alan ve milletin selameti için büyük adımlar atmış olan Sayın Bahçeli ve Ülkücü camiaya da yerel seçimlerde kendi yollarında başarılar diliyoruz

Allaha emanet olunuz!

Yeniden başlamak

Yeniden başlamak zor değil. Sadece cesaret, inanç ve özgüven gerekli.

İyi günde öyle çok dostunuz vardır ki. Sizin iyi gününüzde yanınızda olan dostlarınız, kötü gününüzde aniden ortadan kaybolurlar. Herkes birden bire sizden daha zor durumda olur.

Birde zor günde onları arayıp bir istekle bulunduysanız, sizi dünyanın en kötü insanı ilan edip, dostluklarını bitirmeye bahane ararlar. Vicdanlarını rahatlamak için de sizin geçmişinizde hata arar, bunları da aleyhinize kullanmaktan çekinmezler. Oysa yaşanması kaçınılmaz durumlar sadece sizi etkilemiştir, kimseye zarar vermemişsinizdir. O güne kadar sizinle gurur duyan sözde dostlarınız, birdenbire içinde biriktirdiği kıskançlığı, kompleksi kusmaya başlar. O gülen yüzlerin ardındaki gerçek yüzleri o zaman fark edersiniz. İşte tam bu durumda gelişirsiniz. Olgunlaşır, uyanır, hayata ve insanlara çıplak gözle bakarsınız. Gördükleriniz her ne kadar acı olsa da sizi büyütür. O yüzdendir ki hayata sil baştan başlamanın ve pek çok şeyi değiştirmenin yaşı yoktur. Beden ne kadar yer çekimine yenik düşse de, ruh yaşlanmaz ve umutlar hep tazedir.

“Güven” bazen hayatımızın en büyük hatası, bazen de en büyük şans’ıdır. Yeni başlangıçlara hazırlanıyorsak, en idareli kullanmamız gereken duygudur güven.

Hayatınıza birilerinin dokunmasını beklemekle en büyük hatanızı başlatmış oluyorsunuz. Siz hayata yeni bir sayfayla başladığınızda, zaten birileri tevafuken sizin hayatınıza dokunacaktır. Ama daha önceki deneyimlerinizden dolayı, bu defa hayatınıza dokunacak insanları özenle seçer ve sınırlı şekilde güvenirsiniz. Beklemek, umut etmek insanın ömründen, hayallerinden en önemlisi zamanından çalar. O yüzden, beklentiler ne kadar az olursa, hayal kırıklıkları da o kadar az olur.

Leonard Cohen’ın bir sözü var; “içimdeki o bütün dün’lerle yeni bir şeye nasıl başlayabilirim”

İşte asıl mucize de tam bu noktada başlıyor. İçimizdeki dün’lerle savaşmak yerine cesaretimizi kullanıp sırtımızı dönmeyi başarmalıyız. Geçmişte bıraktığımız herşeyi önümüze taşırsak öfkemizi kontrol edemeyiz. Öfke, insana hata yaptırır. Kin, nefret ve acı duyguları bizi ilerletmez. Geçmişte yaşadığımız çok güzel anılarımızda vardır tabi ki ama onlarla da sürekli yaşamak yeni anılar biriktirmemize engel olur.

Değişim hiç kolay değildir. Her ne kadar hepimizin alışkanlıkları, yaşam tarzları, ekonomik durumları, sorumlulukları, aileleri, değerleri, bulunduğu toplumun bakış açısı bu durumları zorlaştıran etkenler olsa da, bunlara zarar vermeyecek, düzeni çok etkilemeyecek, ama kendimizi mutlu edecek değişimler imkansız değildir. Korkularımızla yüzleştiğimiz gün kendi yolunuzu çizmeye başlayacağız.

Yeniden başlamanın ilk kuralı “affetmek” .İnsan ancak affettiği zaman gözündeki öfke perdesini kaldırıyor, ruhunu özgür bırakıyor. Öfke pranga gibidir, bir adım öteye götürmez insani. Oysa özgür kalan ruh mutluluğa da açıktır, şansa da açıktır, kazanmaya da açıktır.

Hayat ne kadar yorarsa yorsun, sonunda hepimizin eşit olacağı bir yer var. O yüzden geriye bakarak yürürken, taşa takılıp düşmenin anlamı yok. Her gün güneş yeniden doğuyor ve yeni bir gün başlıyor. Neden biz bu güzel hayatı yeniden başlamaya korkarak ziyan edelim?

Yunanistan’ın saldırgan tutumu

Dünya ve özellikle Türkiye’de öyle beklenmedik olaylar oluyor ki, heyecanın ötesinde etki uyandırıyor hatta “endişe” doğuruyor.

Bugün 95. kuruluş yıl dönümünü kutlarken Cumhuriyetimizin düşman tehlikesi altında olmasının izahı gerçekten çok güç oluyor.

Kumpaslar, tuzaklar bitmiş görülmüyor.

Üstelik birbirini daha “vahim” şekilde takip ediyor.

Gerçekten de, Suriye sınırımızda senelerdir süre gelen kovalamaca, 4 milyona yakın sığınmacı, rahip Brunson rezaleti, gazeteci Cemal Kaşıkçı dehşeti ve FETÖ faciası, Suriye’ye girişimiz, PKK terörü Lozan ile ilgili “safsatalar” ve nihayet Yunanistan’ın saldırgan tutumu ülkemizi sarmalamış bulunuyor.

Son birkaç gün içinde Ege’de, kara sularımızda, gemimize saldırma teşebbüsü bizlere neleri hatırlatmıyor ki, daha doğrusu neleri ikaz etmiyor ki.

Her şeyden önce, AKP zamanında Yunanlara peşkeş çekilen 16 adanın hesabını, yıllardır hiç kimse veremiyor.

Üstelik, Osmanlı son döneminde, kaybedilen adaların günahını Lozan Antlaşması’ndan çıkarabilme gayretinin izahını hiçbir kimse, kurum veya siyasi parti yapamayacak kadar gerçekleri kapsıyor.

Zira, bizzat tarafımızdan 2015’in başlarında dile getirilen ve değerli gazeteci arkadaşlarımızın ve özellikle Ahmet Takan’ın ısrarla üzerinde durduğu bu “adaları Yunanlılara bırakma” gafletinin ucu nereye dayanıyor.

Dört yıl önce, gazetemizde yayınlanan ilk uyarı yazımızdan bazı paragrafları sütunumuza aktararak, içine düşülen durumun vahametini bir kez daha kamuoyuna sunmak yine bize düşüyor.

Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi kumpas davalarıyla Donanma ve Hava Kuvvetlerimiz ne yazık ki, bitirilme noktasına gelirken, Türkiye’ye ait Süleyman Şah Türbesi topraklarını terk eden AKP iktidarının, Ege Denizi’ndeki 16 adanın Yunanistan tarafından işgal edilmesine göz yumarcasına susması endişe doğuruyor. Ege Denizi’ndeki, Lozan’ın yanı sıra 1920’lerdeki antlaşmalara göre Türkiye’ye ait 16 adada, Yunanların hâkimiyet sağlaması, zaman zaman Meclis dâhil, birçok platformda seslendirilmesine rağmen, devamlı gündem dışında bırakılıyor.

Her ne kadar, iki yıl kadar önce Süleyman Şah Türbesi gelişmeleriyle “Yunanistan’ın işgal ettiği adalar”sorunu yeniden gündeme getirilmişse de iktidar tarafından yine örtbas edilmiş oluyor.

Aslında, 2004’ten beri Ege Denizi’nde Türkiye aleyhine gelişen bu olaya, AKP iktidarı, uzun süre “AB’ye giriş kampanyaları” nedeniyle sessiz kalarak, işgal edilen ada sayısının zamanla 16’ya yükseldiği biliniyor.

AKP iktidarı, 16 adanın gündeme girmesini hiç arzu etmiyor.

Muhalefetin yaptığı girişimler her seferinde kısa sürede kesintiye uğruyor.

Adaların işgalini Millî Savunma Bakanlığı “eski” Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım sürekli olarak “resmen” duyuruyor.

Yalım’ın açıklamaları AKP iktidarının acizliğini, gafletini açıkça anlatıyor;

“04 Eylül 2013 tarihinde, dönemin Yunanistan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Tselios ve Savunma Bakan Yardımcısı Davakis, hiçbir engelle karşılaşmadan, Kalolimnoz Adası’na helikopter ile gelmiş Yunan askerlerini ziyaret etmiştir. Konu, 09 Ağustos 2014 tarihinde yazılı ve görsel basına yansımasına rağmen, bu konunun hesabı verilmemiştir.

Türk Dışişleri Bakanlığı’nın, 2013 yılında Kalolimnoz Adasına yapılan ziyaret için, ‘Yunanistan’a nota vermemesi’ ve Yunan Savunma Bakanı Kammenos’u 30 Ocak 2015 Cuma günü Kardak bölgesine getiren helikopter için, ‘hava sahamız ihlal edilmedi’ açıklamasını yapması, son derece kaygı vericidir.” “Girit Adası’nın etrafında, Türkiye Cumhuriyeti’ne ait Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi Adaları Yunan işgali altında.

Adalarımızda Yunan bayrağı dalgalanıyor ancak Türk bayrağı dalgalanmıyor.”

Öte yandan, Yunanistan Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Aleksis Çipras’ın, kara suların 12 mile çıkarılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini durdurup, Meclis’e yasa tasarısı olarak getirilmesi yönünde karar vermesini Ankara, “Atina, Türkiye’nin kararlılığını bir kez daha gördü” diye değerlendirmesi akıllara sığmıyor.

Çünkü, Yunanistan 12 milden vazgeçmediğini açıkça gösteriyor.

Oysa bize düşen görev; denizdeki araştırmalara devam etmek ve en önemlisi Yunanistan tarafından işgal edilen adalarımızı kurtarmak olarak görülüyor.

Sonuç olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün belirttiği gibi “Cumhuriyeti korumak” asil görevimiz oluyor.

Savunma sanayimiz umutları aştı

Teknoloji dendiği zaman bazıları iyi bir televizyon anlar. Teknoloji deriz bir başkasının aklına yeni bir araba gelir. Teknoloji dendiği zaman ben savunma sanayi derim.

Bu hafta biraz bu konuyu değerlendirmek istedim, uzun zamandır ülkemizde çok güzel gelişmeler oluyor ve ARGE’si tamamlanmış inanılmaz ürünler teker teker envanterde yerini almaya başlıyor. Ve bu gelişmeler göğsümüzü kabartıyor.

Demek ki el ele verince yapılamayacak bir şey yokmuş ve ben inanıyorum ki önümüzde süreçte dünyaya vay dedirtecek uçağından helikopterine, İHA’sından SİHA’sına, tankından savaş gemisine, topundan tüfeğine, mühimmatından barutuna, füzesinden havan topuna her ürün bizlere daha büyük heves daha büyük umutlar doğuruyor.

  1. Her geçen gün daha millileşiyoruz yani önümüzdeki günlerde bu yapıya inanan birçok bilim adamımız geri gelecek ve bu yapı daha büyüyecek, daha güçlenecektir. Tecrübelerle birleşecek bu projeler biraz daha teşvik edilirse uçuşumuzu kimseler engelleyemez.
  2. Artık ürünlerimiz sınırlarımızı aşarak dünyaya ihraç edilir oldu. Bu ihracatlar ülkemize bu zor geçiş sürecinde milyonlarca milyarlarca dolar demektir.
  3. Bu yapı büyüdükçe silah sanayiyle beraber yazılım sanayimizde büyüyecek. Zaten eş zamanlı olarak bu beyinler birleşince yeni nesillere bir umut bir ışık olacak.
  4. Gün gelecek eğiten biz olacağız umarım ve beyin göçü böylece artık tarihte kalacak.

Yazsam daha neler var neler ama zaman ilerledikçe bu kıvılcım bu gelişmelere savunma sanayi sektöründen diğer sektörlere olumlu şekilde sıçrayacağına ümidim tamdır.

Kendi madenlerimizi kendimiz işlemekten, tarım ve sanayi makinelerimizi kendimiz yapmaya başlayacağız. Ve bu sanayi hamlemizden eminim ki rahatsız olan çevreler olacaktır. Uydularımızdan radarlarımıza kadar birçok sistemleri kendimizin yapması birilerini kıskandıracak şekilde olması sevindirici bir gelişmedir.

Kendi imalatımız sistemlerimizi dünya teknolojilerinin ilerisine götüreceğimizden kimsenin şüphesi olmasın.

Sevgili okurlarımız güzel günler bizleri bekliyor. Zaman birlik ve beraberlik zamanıdır. El ele verelim ve bir olalım, güçlü olalım.

Kalın sağlıcakla bir sonraki sayımıza kadar…

Bir zamanlar Atatürk’ümüzün Türkçesi vardı

Bir ülke dilini koruduğu ve yaşattığı müddetçe varlığını sürdürebilir. Toplumun birlik ve beraberliğini sağlayan en önemli öğelerden biri dilidir.  Aksi takdirde kültürel açıdan diğer ülkelerin etkisine girer ve bilimsel kimliğini de zaman içinde kaybeder. Bir toplum geçmişini, geleceğini, geleneklerini, öykülerini, efsanelerini, türkülerini ancak ortak bir dille koruyabilir. Bugün İrlanda ve Galler hatta İskoçya bile bu amaçla tekrar kendi lisanlarını İngilizce etkisinden  kurtarma çabası içerisindedir. Fransa ve Almanya’da İngilizce bilseler bile, çok mecbur kalmadıkça bu lisanı kullanmazlar. İspanyollar, tüm Güney ve Orta Amerika’ya hakim olan lisanları ile gurur duyarlar,  onlarda İngilizce’den öyle pek  hoşlanmazlar. Yabancılar bizim lisanımızı öğrensinler diye düşünüyor olmalılar.

Oysa günümüzde 500 kelime ile Türkçe konuşan ve hayatında sadece bir kitabı bile sonuna kadar okumamış fakat televizyon ve radyo programı sunan sunucularımız bile var.  Kendini bir dilekçe ile ifade edemeyen üniversite öğrencileri Türkçe’nin yok edildiği bir aletin karşısında oturup arkadaşları ile chatleşiyorlar. İşte Isparta yakınına düşen uçağın hosteslerinden birinden geride kalan bir “chat” örneği.

Sinem: Ofisteyim kuzen, uçuşa gidiyorummm

Kuzen: Nereye gitcen kuzencim ya

Sinem: Ispartaaaa Gülll reçeliii almaya

Kuzen: Uhehe Ne gül reçeli yenir mi o yaaa

Sinem: Yenirrr tabüüüü

Hadiiii öpppt görüşürüzzz akşammmm

Ayrıca lehçeler de eklenince, Türkçemizin söz varlığı bir milyonu geçmekte ve İngilizce’yi ikiye katlamaktadır. Anadiller sıralamasında unutmayın Türkçe, Çince, İngilizce, İspanyolca ve Hintçe’den sonra dünyanın en fazla konuşulan beşinci lisanıdır.

Çarşı, sokak, işyeri, televizyon kanalları ve programlarının isimleri bile yabancı sözcüklerden seçilmesi yıllar yılı bir marifet, bir üstünlük sayıldı. Böylece Türkçe adım adım “kültür dili” olma özelliğini yitirdi. Üniversitelerimiz bile eğitimlerini hızla yabancı dillere kaydırdı. Oysaki en iyi eğitim kendi dilimizde yapılabilir. Elbette “yabancı dil öğrenmeye” kimse “hayır” diyemez. Ama üniversitelerin amacı bir lisan okulu gibi “İngilizce veya bir lisanı mı, yoksa gençlere başarılı bir kariyer için meslek derslerini hakkı ile öğretmek mi olmalı?” Sorusunun yanıtını bilimsel olarak aramak gerekir.

Bazı yabancı kökenli kelimeler ilk bulundukları veya keşfedildikleri hali ile bir çok lisanda olduğu gibi Türkçeye yerleşmiş ve halk tarafından benimsenmiştir. Bunlara müdahale etmek karşılığında muhakkak yeni bir kelime bulmak yanlış diye düşünüyorum. Örneğin İstiklal Marşı yerine (ulusal düttürü), hostes yerine (gök konutsal avrat) kelimelerini halka benimsetmeye çalışmak kanımca doğru olmaz, benzer şekilde Türkçe’ye farklı lisanlardan alınıp, yerleşmiş olan şapka (Rusça), patika (Bulgarca), çikolata (Meksika dilinde), tekvando (Korece), otoban (Almanca), kanarya (İspanyolca), soba (Macarca), çay (Çince), vişne (Slavca), portakal (Portekizce), Şubat (Süryanice) gibi kelimeler yerine yenilerini aramak kanımca gereksizdir. Ama Fransa’da olduğu gibi uluslar arası şirketler hariç “dükkan” isimlerinin yabancı dilde olmasına müsaade edilmemeli, Örneğin Nişantaşı’ndaki  yerel bir lokantanın adı “silverspoon” veya “zeyteen” olmamalı!

İngilizcesi “exhaust” olan kelimenin sanayi sitelerindeki farklı  farklı işyerlerindeki  yazılışlarına tek tek inceliyorum: “egzos – egzoz – egsos – ekzos – eksos – egzost, doğrusu ise “egzoz”.

Bakın yaptıkları sitelere, binalara, evlere değerli inşaat şirketlerimiz nasıl isimler koyuyorlar. Herhalde anlaşılmaz ve yabancı dilde olursa daha fazla dikkat çekiyor satıyor ve havalı oluyor. Green Garden, Blox Haliç, Dream City, Digicom Starlife – Selenium City, Marenegro, Sealybria, Atrium Residence, Spradon Villaları, Sunrise Residence, Portville, Aqua City

Kanyon Alışveriş Merkezi’nde şöyle bir gezinin ve dükkan isimlerini dikkatle okuyun, Mhacka, Chakra, Macrocentre, W, Sushico, Bally, Bashqua, Scabal, Haaz, Mom- Tombe, Flower…

Allahım ben neredeyim. Sosyetenin uğrak yeri  İstinyepark oradan aşağı kalır mı hiç ? N’fes Büfe, Tauze, Coquet, Hat Quarters, House Cafe, Milimetric, Anatolian Arts, Tırtıl Kids, Topaz Exclusive, Mania…

Ne güzel hiçbir Amerikalı,  İngiliz veya İngilizce bilen  herhangi biri buralarda zorluk çekmez.

Diğer taraftan İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin yıllar  önce organize ettiği liselerarası üçüncü karikatür yarışmasının başlığına dikkat edin. “Futbolmania”. Rektörlerini aradım, benim eleştirilerime  çok şaşırdı, çünkü kendisi bu  sözcükte nedense hiçbir  yanlış bulamadı. Oysa ki, bir üniversite futbolda fanatizmi Türkçeyi ayak altına  destekliyordu.

Şimdi bir dizi sorular sormak istiyorum. Dünya çapında bir başarı ile Türkçe’mizi bize kazandıran ve alfabemizin temelini atan kimdir? (Atatürk’ümüz), Alfabemiz kaç harften oluşur? (29), Türkiye İş Bankasını kim kurdu ? (Yine Atatürk’ümüz), Türk Dil Kurumu’nun temelini atan kimdir? (Kemal Atatürk).

Peki ülkemizin en büyük bankasının bastırdığı on binlerce broşürde, televizyon reklamlarında, gazetelerde yer almış  olan “maximum” sözcüğündeki (x)  de nedir? Bunu sormak için telefon ettiğim İş Bankası Genel Müdür yardımcısı beni hemen azarladı. Bana mı düşmüştü tasası? Peki Türk Dili Kurumu Yönetim kurulu bu konuyu acaba hiç tartıştı mı? Atatürk’ümüzün Türkçesi’nin ülkemizin en büyük kuruluşlarından birinin “hiçe sayılması” karşısında vatandaşların tepkisi ne oldu mu ?

Artık ikisi de aramızda bulunmayan değerli arkadaşlarım, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu ile kızkardeşi Esin Afşar ülkemizde yaşanan “dil kirliliğinin” getirdiği ve getireceği tehlikenin boyutlarını her fırsatta dile getirdiler! Kendilerine teşekkür ederiz.

En iyisi, bu konuda endişemi üzüntümü ifade edecek daha “ağır” bir üslup kullanmadan, sözü değerli dostum Esin Afşar’a bırakayım. Bakın güzel Türkçe’mizin elden gittiğini mısralarında nasıl güzel anlatmıştı.

Türkçe inanın katlediliyor. İşte kendi fakültemdeki bir öğrencinin arkadaşları ile sohbeti aynen aktarıyorum. “Abi, onu karşımda görünce çüş falan oldum, oğlum bu iş bizi kasar dedim. Fena halde göçeriz dedim. Enjoy durumları yani. Baktım ki bana kesik, sarıl oğlum dedim. Manita senin !”

Türkiye’ye “göz koymanın” planları

ABD ve birinci derecedeki stratejik dostlarının en büyük amaçlarının, kısacası “enerji” diye adlandırılabilecek gücün peşinde olduğu, buna mukabil Çin, Rusya ve İran gibi ülkelerin de, petrol, gaz ve su gibi değerleri kaptırmamanın mücadelesini verdikleri görülüyor.

Bu arada, petrol ve gaz gibi nadide kaynaklara sahip Körfez ülkeleri, ABD’nin kâh dost kâh düşman görüntüsü altında “gönülsüz” olsa da, ürettiklerini çıkarıyor, sonra da kazandıkları dolarlarla silah alma zorunluluğunda kalıyor.

Türkiye gibi ülkeler ise kiminle dost kiminle düşman olunup olunmayacağının telaşı içinde ne yapacağını şaşırıyor. Özellikle Orta Doğu’da doların; petrol, gaz ve su ile savaşı sürüp gidiyor.

Yeri gelmişken; suyun ne denli değerli olduğu veya olacağını belirtmekte yarar bulunuyor. Gerçekten de, İsrail’in hatta Türkiye’nin suya ihtiyacı, yakın yıllarda kendini göstereceğinin sinyalleri şimdiden alınıyor.

Dünyaya muhtaç olduğu enerjinin büyük bir bölümünü sağlayan, Orta Doğu ve Avrasya bölgelerinin daima tehlikenin odağı halinde olması, hepimizi hem düşündürüyor hem de endişelendiriyor.

Nitekim, sözde “Arap Baharı” ve ötesinin asıl nedenlerinin başında petrol geliyor.

Asırlardır insanoğlunun dikkatini sarsan ve çoğu zaman endişeyle üzerine çeken Orta Doğu’ya bakıldığında; çeşitli görüntüler, süreçler, beklentiler ve tehlikeler gözlerden kaçmıyor.

Zaten özellikle öteden beri, çoğu enerji kaynaklarının ve yollarının Orta Doğu’da olması bu bölgeyi daha da “stratejik” hale getiriyor.

Öte yandan, Orta Doğu’yu çoğu zaman buhrana sokan bu stratejik değerin en büyük unsurlarından birinin de Türkiye olduğu görünüyor.

***

Bilindiği gibi Türkiye, uzun yıllardan beri enerjinin güvenli bir şekilde ulaşımını sağlıyor.

Yani Türkiye, bir bakıma “köprü” görevini üstlenmiş bulunuyor.

Dikkat edilecek olursa Türkiye’nin stratejik konumu, özellikle ABD İsrail ve Rusya ile dostlarını iştahlandırıyor.

Bu durum, Türkiye’ye “göz koymanın” planlarını yıllardır yaptırtıyor.

Bir bakıma, küresel güç ve sermayenin, Orta Doğu’dan beklentisi ve istemi, enerji kaynakları ve enerji yollarının güveni ile özetleniyor.

Her şeyden önce, özellikle petrolde büyük paylaşım sorununun çıkmaması için, “güven” önlemleri hayati bir değer taşıyor.

Gezegenimizde, en büyük acının, en büyük kan dökmenin ve en büyük kazanç elde etmenin “petrol” yüzünden kaynaklandığı yıllardır kabul ediliyor.

Petrolün “güç” olduğu varsayımı daha Birinci Dünya Savaşı sırasında çatışma meydanlarında kanıtlandığı biliniyor.

Bütün, süper güçler özellikle ABD, petrol ve diğer enerji maddelerine daima sahip olabilmek için, çeşitli planlar, tuzaklar, çatışmalar hatta savaşlar çıkarmayı gündemlerinden düşürmüyor.

Denilebilir ki, alınması veya elde edilmesi gerekli petrol, gaz ve su için lazım olacak dolarları bir bakıma silah fabrikaları üretiyor.

Böylece, silah satımı veya temini için cepheler açılıyor kanlar akıtılıyor.

Tabii ki, bu denklem içinde dinlerden öte, ruhani inanışlar önde yer alıyor. İlginçtir aynı soydan-soptan gelen, aynı dini paylaşan insanlar aynı veya ayrı ayrı ülkelerde birbirlerinden ayrı ve zaman zaman “düşman” olarak yaşıyor.

Param parça olan Arap ırkının, birleşmesine “aynı dinden” olmak bile yardımcı olamıyor.

Enerji kaynağı sahibi olmak ve onu pazarına ulaştırmak daima ya sorun oluyor ya da olmaya namzet bulunuyor.

Gerçekten de yaşadığımız tam bir “petrol çağıdır”. Kim ne derse desin, Orta Doğu’da uygulamaya aralıklarla konulan tehlikeli senaryolar, siyasi ve askeri planlar, yeni ve daha büyük petrol savaşlarını çağrıştırıyor.

Ne var ki, sadece coğrafi değil, siyasi olarak da gizemini koruyan, pek çok meçhullerin, karmakarışık ilişkilerin, sorunların, dostlukların, ihanetlerin, çatışmaların hüküm sürdüğü Orta Doğu; her şeye rağmen cazibesini sürdürüyor.

Neden yerli ve milli

Sevgili okurlarım bu sayıdaki yazımda neden yerli ve milli üretim yapmamız gerektiğini biraz irdelemek istiyorum.

Ülkemizin geçtiği bu zor günlerin en büyük sebebinin dışa bağımlılık olduğu gün gibi ortada ve bu bağımlılık devam ettiği müddetçe ülkemiz ve bizler bu günleri tekrar tekrar yaşamaya alışmalıyız ya da yaşadıklarımızdan ders alıp,gelecek günlerin yapılanmasını kendi kendine yeten yani üreten yurt dışına satan bir ülke olarak planlamalıyız.

Şimdi üç tarafı denizlerle çevrili, her yeri tarım alanı olan, dört mevsimin olduğu bu coğrafyada dışarıdan saman,hayvan,balık, buğday, süt tozu şeker daha sayamadığım birçok şeyi ithal etmeyi bırakıp özümüze dönmeliyiz. Tekrar kendimiz üretmeye ve ihraç etmeye başlamalıyız. Tabi bunları yaparken yerli tohum kullanmalıyız. Anlaşılamayan bu yasağı acilen kaldırmalıyız. Genetiği oynanmış bu ürünleri derhal bırakmalıyız. Milyon dolarlık motor yatlar 2.5tl’ye yakıt alırken, benim çiftçim 6tl’yealmamalıdır. Tarlalarda bin bir emekle üretilen ürünler çürümemeli müşterisi olmadığından, bir TL’ye sattığı domates pazarda 6 TL olmamalıdır. Aradaki bu inanılmaz fiyat farkı birilerinin cebine girmemelidir. Yani çiftçi ve üretici desteklenmeli. Yazmaya kalksam daha çok yazacak şey var ama usturuplu gitmeye çalışıyorum.

Biz ne zaman bu hale geldik, neden nasıl böyle olduk, herkes elini bir başının arasına koymalı ve sormalı artık!!

Bence yoksa bu süreçler her zaman bizi bekleyecek. Tarım ülkesinde her şeyi dışarıdan getirir olduk ama umarım bunun ne demek olduğunu anlamışızdır.

Gelelim teknolojiye geçtiğimiz günlerde yapılan Teknofest’de birçok yerli ve milli ürün ile tanıştık. Demek ki! bizler bunu yapabiliyormuşuz ve hatta doğru şartlar olursa ve yurt dışına bu beyin göçü biterse kayırmacılıktan, adamcılıktan,imkansızlıklardan kurtulursak bir kez daha neler olabileceğini neler üretebileceğimizi hep beraber görürüz. Bu konu benimde içinde olduğum bir konu olduğu için olaylara çok iyi vakıfım. Geçmiş zamanlarda küsen kırılan sistemden uzaklaştırılan yurt dışına projelerini götüren değerli bilim adamlarımızı tekrar kazanmalıyız.

Acilen imkan yaratmalı ve devlet içindeki tekelciliği bırakmalıyız. Konusunda uzman insanları bu birimlerin başına geçirmeliyiz. ARGE’ye çok ama çok destek olmalıyız ve sonunda ithal eden değil,üreten,dışa bağlı değil,ihraç eden bir yapıya dönmeliyiz. Kısacası bilime teknolojiye destek vermeliyiz. Bu çocukları kendimiz yetiştirmeliyiz ve dışarıya kaçırmamalıyız.

Gelelim sözün özüne dilimizin döndüğü kalemimizin yazdığı kadarıyla anlatmaya çalıştım. Bu ülke hepimizin üreten kendi kendine yeten,dışa bağımsız,eğitimli,kültürlü,araştıran, sorgulayan, tam bağımsız bir TÜRKİYE için gelecekte bütün umut ettiklerimizin olması dileğiyle kalın sağlıcakla.

Yerli ve Milli bir ülke için elele…

Kıbrıs’ta ajanlar ve işbirlikçilerin hain planları

İngilizlerin vazgeçemediği böl ve yönet sisteminin Türk devlet geleneğinde hiçbir zaman yeri olmadı. Ülkeleri parçalayarak azınlıkların birbiriyle karşı karşıya gelmesinden fayda sağlamak bizim dünya görüşümüze de din anlayışımıza da her zaman ters gelmiştir.

İngilizler bu sistemi Kıbrıs’ta uygulamaya koyduğunda, karşı karşıya gelmek, birbirleriyle mücadele etmek bir yana, durum tamamen Rumlar’ın Türklere karşı katliam yapmasına neden olmuştu. Bu zalimlik Türk askerinin adaya barış harekatı yapmasına kadar sürmüştü.

Şimdilerde ise yeni ve büyük bir plan var. Bu plan ekonomik kriz yaşadığımız bu günlerde Kıbrıs adasındaki Türk varlığına son verme düşüncesinden ibarettir.

Vakti ve gerçekliği tamamen hayal ürünü olan bu ekonomik krizin olması gerektiğinden daha büyük olması insanı tamamen kuşkulandırıyor.

Kuşkularımızın nedensiz olmadığını da KKTC’de son günlerde sıkça duyduğumuz fısıltılardan anlıyoruz.

Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz ve paramızın değerinin düşmesi nedeniyle Türklerle beraber yaşayan Rumların yüksek sesle; Rumlarla Türklerin birleşmelerinin şart olduğunu söylüyorlar. Bu birleşme ile AB imkanlarından her iki kesimde yaşayan halkların eşit şekilde yararlanacağı da kafa karıştırmak için uzun zamandır dillendiriliyor.

Türkiye’yi ve KKTC’yi hedef alan ajanlar, işbirlikçiler ve papazlar Türkiye’yi Kıbrıs’tan uzaklaştırmak, Türk askerini geri göndermek ve adadan Türk adını silmeyi amaçlıyorlar.

KKTC’de yakın zamanda kaos için seferberlik başlatanlara karşı Yavru Vatan’da uyuyan milliyetçi hücrelerimizi uyandırmalı ve bu hainliklere karşı dik durmalıyız.

Bir taş attım kuyuya…

Yerel seçim yaklaşıyor ve siyasi gündemde bu günlerde yerel seçim ittifakı sıkça konuşulur oldu. Yerel seçimlerde ittifak sözde olabilir ama uygulamada pek mümkün gözükmüyor.

En önemli olan mesele ise ittifak olduğu zaman neye ve kime göre liste yapacaksınız. Meclis üyelerini nasıl belirleyeceksiniz vs. vs…

Lakin esas mesele 24 Haziran seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan % 52.6 oy alırken, AK Parti’nin aldığı oy oranı % 42.6 idi. % 10’luk bir fark var ve bu oran hatırı sayılır bir orandır.

Bu sebeple AK Parti’nin ittifak hesaplarından önce bu farkın nedenleri ve niçinleri üzerinde durması gereklidir.

Esasında farkı azaltmak için sadece AK Parti gibi duruş sergilemek yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan duruşu sergilemeyi başarabilse AK Parti için yeterlidir.

Ben kuyuya bir taş attım, gerisini 40 akıllı düşünsün!…

Bu hesap sorulacak diye uyutulduk

Dünya üzerinde özgürlükçü demokrasilerin en dikkat çekici özelliği hesap sorulabilir bir devlet mekanizmasına sahip olmasıdır.

Seçilmişlerin seçenlere karşı yaptığı işlerin hesabını vermesi bir haktır.

Lakin bu hak bizim ülkemizde ne geçmişte işliyordu, nede bundan sonra işleyecek gibi gözükmüyor.

Hep konuşur dururuz ya hani Amerikan demokrasisi diye…

İşte o beğenmediğimiz Amerika’nın beğenilecek tek yönü vardır, o da; seçilenlerin hesap vermekten kaçışının olmamasıdır.

“ABD’Lİ BAŞKAN’DAN HAKSIZ SAVAŞIN HESABI SORULDU”

Vietnam’da Amerika’nın haksız savaşı nedeniyle ABD Başkanı Johnson’dan hesap soruldu.

1965’te Kongre’den yetki alarak Vietnam Savaşı’nı başlatmasının bedelini ağır ödedi. Halk cephesinden tüm destekler kesilip, ağır tepkiler görmesi üzerine başkanlığa devam edemedi. Haksız savaşın faturası Johnson’un ardından yeni başkan Nixon ve ekibine de kesildi. Halkın hesap sorması sonucu Amerikan tarihinde başkanlıktan bir başkanın istifa etmesi gerçekleşmiştir.

“TRUMP YAPTIKLARININ HESABINI VERECEK Mİ?”

Peki Amerika’da halkın hesap sorabilir olması gerçeği Trump için de gerçekleşecek mi? Trump hesap sorulabilirlik sınavından başarılı çıkabilecek mi? Yaptıklarının hesabı nasıl ve ne zaman sorulacak? Yoksa Evangelist abileri hesap vermesinin önüne geçebilecek mi?

Amerika’nın müttefikleri ile sıkıntı yaşamasını sağlayan, dünya ekonomisini sarsan politika sergileyen, devletleri çocuk gibi attığı tweetler ile kaosa sürükleyen Trump’tan bu yaptıklarının hesabı sorulacak mı?!!!!

Peki biz Türkiye halkı olarak yanlış yapılanların hesabını seçtiklerimizden veya vatan hainlerinden sorabiliyor muyuz?

“1990’LI YILLARDA APO DENEN KÖPEKTEN HESAP SORULACAĞINI MEYDANLARDA HAYKIRIRDIK”

Gençlik yıllarımızda Aşık Sefai’nin,“apo denen köpekten bu hesap sorulacak” şiiri ile hep devletin halkın isteği ile bebek katilinden hesap soracağını meydanlarda haykırırdık.

“KATİL APO’NUN KEYFİ YERİNDE”

Peki ne oldu devlet hesap sorabildi mi? Hayır hatta devlet Amerika’nın ve AB’nin baskısı ile APO’ya daha iyi yaşam olanakları sağladı. Katilin keyfi yerinde…

Silahlı terör örgütüne açık açığa destek olan siyasi parti ve temsilcilerinden hesap sorulabildi mi? Mecliste değerlerimize hakaret eden milletvekillerine ceza verildi mi?

Ceza vermeyi veya hesap sormayı bırakın, bu kişiler devletin imkanlarından en üst seviyede yararlanmaya ve milletin cebinden maaş almaya devam ediyorlar.

“FETÖ ÖRGÜTÜ LİDERİNDEN HESAP SORULAMADI”

Ülkemizde kanlı bir darbe girişimini planlayan ve bunu gerçekleştireceği anda karşısına çıkan halk nedeniyle kötü emellerini gerçekleştiremeyen terör örgütü lideri Fetullah Gülen’den hesap sorabildik mi?

“FETÖ’YÜ ÖVEREK MAKAM SAHİBİ OLANLAR, ŞİMDİ FETÖ’YE SÖVEREK MAKAMDA KALMA GAYRETİNDE”

Geçmişte terör örgütü liderini överek makam sahibi olanların bugün aynı kişiye söverek makamda kalmaya çalışması gerçeğini neden göremiyoruz.

İdam gelecek sözlerine, hesap sorulacak söylemlerine artık itibar edilmiyor, biriken hesaplar sorulmazsa siyasi iflas yakındır.

Seçilenler seçtiklerinden hesap soramıyorsa, seçilenler ülkenin değerlerine zarar verenleri cezalandıramıyorsa, bedel ödeyenler daima bu ülkeyi karşılıksız sevenler oluyorsa ortada ciddi bir sıkıntı vardır.

Allah sıkıntılarımızı ber taraf etsin…