29.5 C
İstanbul
Pazar, Ağustos 3, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 103

Isı sayaçlarına muayene zorunluluğu

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın 30470 sayılı Isı Sayaçları Muayene Yönetmeliği, 6 Temmuz 2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Bu yönetmelikle merkezi sistemle ısıtılan binalarda, enerji maliyetlerinin paylaştırılmasında kullanılan ısı sayaçlarına muayene şartı getirildi. Muayene şartı bilindiği üzere elektrik, gaz, su, taksimetre vb. sayaçlar için de uygulamada olan bir şarttır. Üretildiği tarih itibarıyla 5 yılını doldurmuş ısı sayaçlarının, yetkilendirilmiş akredite kuruluşlar tarafından, cihaz performansının ve doğru ölçümleme yapabilirliğinin, Isı Sayacı Standardı EN 1434’e uygunluğunun test edilerek onaylanması gerekiyor. 5 yaşını doldurmuş ısı sayaçlarının periyodik muayenesi için akredite test laboratuvarına başvuruda bulunma ve muayene işlemini yaptırmak sorumluluğu; bina yönetim kurulu, bina yönetimi ve bina sahibine ait olacak. Başvurusu alınan cihaz için testi yapacak kuruluş, başvuru alındı belgesi verecek ve başvurusunu aldığı cihazların testini 2019 yılı sonuna kadar tamamlayacak. Isı sayacı için periyodik muayene başvurusunu yapan mükellef, Bakanlığın Metroloji ve Standardizasyon birimi tarafından yapılacak denetimde, başvuru alındı belgesini ibraz ederek her hangi cezai müeyyideye maruz kalmayacak. Başvuruda bulunmayan mükellefler ise her bir ısı sayacı için 2.598 TL ceza ödeyecek ve ısı sayaçlarına Bakanlık tarafından el konacak (3516 Ölçüler ve Ayar Kanunu 15c bendi).

Isı sayaçlarının testi için 2019 yılı birim fiyat; 61.90 TL + KDV

Ergun V. Taşdemiroğlu, QLAB çalışma koşulları ve sürecin işleyişi hakkında şunları söylüyor: “Türkiye’de ısı sayacı testlerini yapabilecek, bugün için Isılab Ölçüm ve Kontrol Sistemleri Anonim Şirketimizin laboratuvarı QLAB dahil, dört akredite kuruluş bulunuyor. Bu kuruluşlar Bakanlığımızın web sitesinde listeleniyor. Bu kontrolleri yapacak olan kuruluş, tarafsız ve bağımsız olmalı. Zira testleri yapmak için, üreticisinden cihazlara ait iletişim protokolünü, test yazılımını vb. almak gerekebiliyor. Tabiidir ki hiçbir üretici, aynı zamanda bir diğer kuruluşu ile ısı sayacı üreten, ithal eden, satan bir test kuruluşuna bu datalarını vermek istemeyecek. Ayrıca test sonuçlarına güven duyulabilmesi için de tarafsız ve bağımsızlık şart. QLAB’a test edilmesi için teslim edilen ısı sayaçlarının MID direktiflerine uygunluğunu, Isı Sayacı Standardı EN 1434’e uygunluğunu test ediyoruz. Test değerleri sahada beş yıl daha sorunsuz çalışabileceği doğrultusunda ise cihaza ‘damga’ dediğimiz hologram etiketlerimiz monte ediliyor. Bu etiketlerde testi yapan kuruluş, testin yapıldığı yer, zaman, hatta kişi bilgileri yer alıyor. Cihazın pilinin değişmesi gerekiyorsa, talep doğrultusunda gerçekleştirebiliyoruz, kalibre edilmeye uygun bir cihaz ise kalibre edebiliyoruz. Cihazların sökülme ve yeniden montajı yetkin bir kuruluşa yaptırılması gereği konusunda cihaz sahiplerini uyarıyoruz. Test sonucunda kullanımı uygun olmayan cihazlar için üç nüsha ‘Uygunsuzluk Tutanağı’ düzenliyoruz. Söz konusu tutanağın; bir nüshası ilgili il müdürlüğüne, bir nüshası posta yoluyla iadeli taahhütlü olarak müracaat sahibine gönderiyoruz. Bakanlık tarafından açıklanan test ücreti her bir cihaz başına 61.90 TL + KDV’dir. Bakanlık her yıl yeniden değerlendirme oranı ile yıl boyunca geçerli olacak fiyatı belirler.”

Demir Döküm Atromix çok tasarruflu

Türkiye’nin ilk kombi ve ilk yoğuşmalı kombi üreticisi DemirDöküm, kaliteli ve yüksek tasarruflu ürünlerini tüketicileri ile buluşturmaya devam ediyor. Ülkemizde doğal gazın yaygınlaşmaya başladığı dönemden günümüze, Türkiye’nin en çok tercih edilen kombi markası unvanını kazanan DemirDöküm, Nitromix ve Nitron Condense’in ardından Türkiye’nin yeni yoğuşmalı kombisi Atromix’i satışa sundu. Kompakt boyutları, şık tasarımı, sessizliğiyle ön plana çıkan ve üç farklı kapasite seçeneğiyle satışa sunulan Atromix, tamamen müşteri beklentileri doğrultusunda geliştirildi. Son yıllarda artan küçük metrekareli evler için en ideal kullanım çözümünü sunan Atromix, dar montaj alanlarında yaşanan zorluklar göz önünde bulundurularak DemirDöküm’ün ürün gamındaki en kompakt boyutlara sahip kombi olarak tasarlandı. Piyasaya 20, 24, 28 kW kapasite seçenekleri ile sunulan ürün, farklı ihtiyaçlara en uygun çözümü sunuyor. DemirDöküm’ün alüminyum-silisyum eşanjörü ile kullanıcısına yüksek ısı verimliliği vadeden yeni yoğuşmalı kombisi, ‘Akıllı Isıtma Sistemi’ sayesinde ortam ihtiyacına uygun güçte çalışarak yakıt tasarrufu sağlıyor.

4 milyar dolarlık makine yatırımı çöp olacak

PAGEV, “Ücretli Plastik Alışveriş Poşetleri Uygulaması” gündemiyle Ankara’da düzenlediği toplantıda Bakanlık yetkilileri ve plastik sanayicilerini buluşturdu. İlginin büyük olduğu toplantıya 10 bin kişiye istihdam sağlayan 500 firmanın temsilcileri katıldı. Plastik poşet üreticileri, ücretli poşet uygulamasının doğurduğu sorunları ve çözüm önerilerini Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar ile paylaştı. Birpınar, mevcut hali ile 4 milyar dolarlık makine yatırımını çöpe atacak olan mevzuatta usul ve esasların yeniden düzenleneceği sözünü verdi. Mehmet Emin Birpınar, önümüzdeki yıl 25 kuruşluk poşet ücretinden marketlerin aldığı 10 kuruşluk payın 6 kuruşa ineceğini, geriye kalan 19 kuruşun ise devlete kalacağını da belirtti.

Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı (PAGEV), alelacele yürürlüğe giren ve barındırdığı eksikler nedeniyle amacına hizmet etmeyen “Ücretli Plastik Alışveriş Poşetleri Uygulaması”nın gözden geçirilerek düzenlenmesine ilişkin çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor. Sektör temsilcileri PAGEV öncülüğünde İstanbul’dan sonra Ankara’da bir araya gelerek uygulamanın sektöre etkilerini değerlendirdiği bir toplantı gerçekleştirdi. Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar’ın da katıldığı toplantıda sanayicilere mevzuat usul ve esasında düzenleme yapılacağı müjdesi geldi.

Her fırsatta mevzuattaki eksikliklerin giderilerek yeniden düzenlenmesi gerektiğini savunduklarını söyleyen PAGEV Başkanı Yavuz Eroğlu, mevzuattaki eksiklikten dolayı 4 milyar dolarlık makine yatırımının çöp olacağına dikkat çekti ve şu değerlendirmeyi yaptı: “Ekonomi Bakanlığımız daha geçen sene bile plastik poşet üreticisi firmalara makine yatırımı için teşvik verdi. Madem böyle bir yasa çıkacaktı o zaman neden bu destekler verildi. Sanayi yatırımları kısa vadeli yapılmaz, geri dönüşü 7 yılı bulur. Mevzuattaki eksiklik giderilmezse 4 milyar dolarlık makine yatırımı atıl hale gelecek, çöp olacak. Avrupa’da 50 mikronun üzerindeki kalın, dayanıklı plastik poşetler kapsam dışı tutuluyor yani bu poşetlerden bir ücret alınmıyor. Bizdeki yasada da bu düzenleme yapılmış olsaydı makine yatırımları atıl hale gelmez, üretim devam ederdi. Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcımız Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar’ın mevzuatta usul ve esas açısından düzenlemeye gidileceği açıklaması bu açıdan hem plastik sektörü hem de ülke ekonomisi açısından çok önemlidir”.

Mevzuatı perakendecilerin bir gelir kapısı olarak görmesinden duydukları rahatsızlığı da daha önce pek çok kez dile getirdiklerini belirten Eroğlu, “Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar’dan 25 kuruşluk poşet ücretinden marketlerin aldığı 10 kuruşluk payın 6 kuruşa ineceği, 19 kuruşun devlete kalacağı bilgisini de aldık. Zira biz bu yasanın kimseye gelir kapısı yaratmak için yürürlüğe sokulmadığını biliyoruz. Bilinçli plastik poşet kullanımı noktasında desteklediğimiz yasadan kazanılacak her kuruşun halkın faydasına uygun kullanılması gerekliliğine inanıyoruz. Bu noktada bu gelişmeyi de çok önemli buluyoruz” diyerek açıklamalarını bitirdi.

Sayın Cumhurbaşkanımıza çok açık mektup

Genel seçim atmosferinde gerçekleşen yerel seçimde halkın ortaya koyduğu iradenin ardından yaşananları şaşkınlıkla izliyorum.

Sosyal ağlarda silahşorlar milli takımı destekler gibi taraftarı olduğu partiyi başarıların en mükemmelini yakalamış gibi göstermek için paylaşımlar yaparken, siyasi parti temsilcileri de karşı sahada bulunan siyasi misyon sahiplerine tabiri caizse kale direği olmayan mahalle sahasında topu doksana atmak için büyük çaba harcıyorlar.

Kimse milletin ortaya koyduğu sonuçları neden, niçin ve nasıl üçgeninde değerlendirmiyor ve değerlendirenleri de tarafsız olmaları sebebiyle çapsız olarak fişleyerek hedeflerine koyuyorlar.

Sayın Cumhurbaşkanımız sizin balkon konuşmanızı tarihi bir sesleniş olarak kabul ediyorum.

Eksiklerimizi tespit ve telafi etmenin çalışmalarına başlıyoruz diyerek başladığınız konuşmanızda arzu ettiğimiz sonucu alamamamızın altında yatan gerçeğin millete kendimizi yeterince anlatamamış ve gönüllere yeterince girememiş olmamızda gördüğünüzü kaydettiniz.

Sistemin dinamik yapısına uygun şekilde gerekiyorsa bakanlıklarda ve kurumlarda gerekli her türlü adımı atacağınızı açıklayarak, “Yarın sabahtan itibaren eksiklerimizi tespit ve telafi etmenin çalışmalarına başlıyoruz” şeklinde yaptığınız konuşmanızın ardından yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı’nın inşa ettiği bir sitenin yöneticisiyiz. Sitemizde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ait olan 35 dairenin 4 ay öncesinden kalan aidat ve ısınma borçları bulunmaktaydı. Borcu bir aydır istememize ve hatta hizmetlerin devamlılığını sağlayamıyoruz diyerek sıkıntılı olduğumuzu ifade etmemize, üstüne birde ihtarname yazmamıza rağmen borç gözüken 70.000 lira tarafımıza ödenmemişti.

Sayın Cumhurbaşkanım sizin konuşmanızın ardından sabah saatlerinde hesabımıza borçlarının tamamı bakanlık tarafından yatırılmıştır.

Cumhurbaşkanımız sizin bizi boş laflarla mest etmek adına konuşma yapmadığınızın farkındayız. Ettiğiniz sözlerin gerçekleşmesi ve yaptığınız hizmetlerin gözle görünür olması sebebiyle sizlerin söylemleri ve şahsiyeti bizler için değerlidir.

Bir başka olay ise CİMER’e 10 gün kadar önce yaptığımız 3 milyon lira tutarında milli servetin çürümeye terk edilmesiyle alakalı başvuruya verilen cevap idi.  Sabah saatlerinde bu başvurumuza da jet hızıyla cevap verilmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanımız sizin ağzınızdan çıkan bir söz tüm terslerin düz olması için gerekli olan çalışmaların zamanında yapılmasını sağlıyor.

Sevgili annem 10.4.2019 tarihinde 69 yaşına girdi. Allah ona sağlık sıhhat ve afiyet versin. 13 ameliyat olmuş ama şahsınıza duyduğu güven nedeniyle partinizin sandık kurulu üyesi olarak İstanbul Başakşehir’de 1363 numaralı sandıkta görev almıştır.

O sandıkta bir vatandaş oy pusulasına mühür vurmadan paramparça ettikten sonra pusulayı zarfın içerisine koymuş, bir başka vatandaşımız ise tüm partilere mühür basarak pusulayı zarf ile sandığa atmıştır.

Pusulayı paramparça ederek zarf ile sandığa atan kişinin düşünceleri öğrenilmelidir ve dikkate alınmalıdır. Sizde zaten bu konuda seçim gecesi yaptığınız konuşmada bu tarz bir değerlendirme de bulundunuz. Bende dilimin döndüğünce oy pusulasını paramparça ederek oy kullanan veya sandığa hiç gitmeyen seçmenlerle alakalı değerlendirme yapmaya çalışacağım.

Ezan susmaz, bayrak inmez ve şehitler ölmez diyen birileri var ya o birileri Recep Tayyip Erdoğan’ın çalışma temposuna ayak uydurmayan, oturduğu koltuğu kibir aracı olarak gören ve boş yere makam işgal edenlere, seslerini duymayanlara, şikayetlerini görmezden gelenlere karşı kızgınlıkla tepki vermek istemişlerdir. Ama bu tepkiyi size duydukları güven ve sevgi nedeniyle bir başka partiyi tercih edememiş bunun yerine oy pusulasını parçalamış veya sandığa gitmemeyi tercih etmiştir. 

Sayın Cumhurbaşkanım sizinle başbakan olduğunuz zaman görüştüğümde nasıl bir gazeteci görmek istersiniz diye sormuştum ve sizde;  “Doğruları yazan, Allah’a hesap vermekten korkan, dürüst olan ve bir doğrumuz veya bir hatamız varsa onu da kimseden çekinmeden yazan gazeteci görmek isterim” demiştiniz.

O görüşmemizin ardından ise 3 kez daha sizinle sohbet etme imkanımız oldu. Bir isteğim olup, olmadığını sorduğunuz da her seferinde; ‘sağlığınıza duacıyız’ şeklinde cevap vermiştim.

Şimdi aynı soruyu sorsanız, şahsıma yine bir şey istemem, lakin sağlığınıza duacıyım sözüme ek olarak özel bir istekte bulunurum.

O da Kamu Denetleme Kurumu’nun Cimer ile entegre olarak aktif olarak çalışmasını tesis etmeniz olacaktır.

Ülkemizi istikrarsızlığa sürükleyecek büyük kaos ve kargaşa için yapılan planları bozmak için ilk önce mana yerine madde planını ön planda tutanlara artık bizimle değilsiniz denilecek gün bugündür.

Ak sütün içindeki ak kılı fark edecek gençlik tüm tersleri düz edecek şekilde sizden bir kıvılcım ateşlemenizi beklemektedir.

Saygılarımı sunarım.

Kıyamet senaryoları

Golan Tepeleri’nin Trump’ın kararıyla İsrail’in sözde egemenliğini tanıdığı bir dönemin doğuracağı “sarsıntı” bütün bölgeyi derinden sarsacak potansiyel taşıyor.

Her şeyden önce, bu “korsan” kararın özellikle başlangıçta birçok ülke tarafından tanınmayacağı görünüyor.

Ne var ki, Haçlı-Siyonizm anlaşmasının gücü ve saldırganlığı, başlangıçta onaylanmamasına rağmen, ne yazık ki “şer kuvvetlerin” vazgeçilmez bir projesi olduğu da kabulleniyor.

İsrail ve ABD, önce Orta Doğu’da “Arap Baharı” ile şaibeli bir planla Libya, Suriye ve Irak gibi ülkeleri kana bularken başta İran olmak üzere diğer İslam ülkelerini karıştırarak, kısa ve uzun vadeli sonuçlar peşinde kararlı olduğu ortaya çıkıyor.

Irak’ta Peşmergelere kurdurulan Kürt devletinin yanı sıra sınırları Golan Tepeleri’nden başlayıp, içine Suriye, Irak ve İran’ı alan hatta seneler sonrası Türkiye’den toprak iştahı olabilecek yeni bir Kürt oluşumu artık dişlerini göstermiş bulunuyor.

Yeni Kürt devletini, istediği zaman üs, istediği zaman askeri kuvvetlerinin ve silahlarının geçişi en önemlisi ise “güvenli” petrol özellikle su yolu olarak dizayn ediliyor.

Tabii ki, bu stratejik avantaj çoğu devletleri şimdiden endişelendiriyor.

Bu arada, gittikçe değerlenen suyun Golan Tepeleri’nden elde edilme kapasitesi de, dünyayı düşündürüyor.

İslam aleminin başı bir türlü beladan kurtulmuyor.

Enerjinin kaynaklarının büyük bölümünün Müslümanların yaşadığı topraklarda bulunması ve bu stratejik maddelere, zenginliklere Batı’nın iştahı soruları az da olsa cevaplandırıyor.

Orta Doğu’ya dolayısıyla İslam ülkelerine yönelik tehdit, eylem ve silahlı müdahalelerin temelinde, enerji kaynaklarının kontrol altına alınmasının yanı sıra, dini nedenlerin olduğunu düşünmek ve dikkatleri çekmek gerekiyor;

ABD’nin devşirmesi Evangelistler’in “kıyamet senaryoları” Yeni Dünya Düzeni ve Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi gibi büyük çaplı sorunları içeriyor.

“Koyu bir Hıristiyanlık anlayışı” görüşüne dayanan bu tehlikeli akımın kurmayları, bu dönemde Trump ve yakın mesai arkadaşlarından oluşuyor.

Üstelik, Siyonist destekte artık kendini deşifre etmekten çekinmiyor.

Büyük tehdit sürüyor!

Kim ne derse desin, İslam devletlerine yönelik yeni büyük bir tahribatın düğmesine acımasızca basılıyor.

Nereden bakılırsa bakılsın, çoğu kez ABD’nin tezgâhladığı ve başını çektiği girişimlerin perde arkasında da, mutlaka İsrail yatıyor.

Yıllardan beri süregelen “İsrail faktörü” daima ya açık açık kendini gösteriyor ya da sislerin ötesinde kalıyor.

“İsrail faktörü”nün yanı sıra, Batı’nın ve özellikle ABD’nin bir türlü düzelmeyen ekonomik durumu da, harekâtları etkiliyor.

Pimi çekilmiş bombayı andıran İsrail-Filistin düşmanlığının temellendirdiği ortam, zaten her an için çatışmayı başlatabiliyor.

Ve maalesef Birleşmiş Milletler’in aldığı kararların neredeyse hiç biri uygulanmıyor.

Yani; ne Fransa kaşınıyor, ne koalisyon güçleri oluşuyor, ne NATO müdahale için çaba harcıyor.

Yarım asrı geçen Arap İsrail düşmanlığının temelinde yatan “toprakları istila etme” süreci, şimdi “paylaşma” dönemini geçiriyor.

Suriye’nin güneybatısında küçük bir alan olan kayalık Golan Tepeleri, uluslararası politikada yüzölçümünü çok aşan bir önemi sahipleniyor.

İsrail’in 1967’de, Golan Tepeleri’ni ele geçirmesinin ardından, bir ateşkes hattı oluşturuyordu.

Birleşmiş Milletler’e bağlı bir gözlem gücü 1974’ten itibaren bölgedeki ateşkes hattına yerleşiyordu.

İsrail, 1981 yılında tek taraflı olarak Golan Tepeleri’ni ilhak ettiğini açıklıyordu. Uluslararası toplum ise bu kararı tanımıyordu.

Bugün, uluslararası platformda İsrail işgali altındaki Suriye toprağı sayılan Golan Tepeleri’nde inşa edilen 30’u aşkın Yahudi yerleşiminde tahminen 20 bin yerleşimci ve bölgede ayrıca 20 bin civarında, çoğu Türkmen Suriyeli de yaşıyor.

Golan Tepeleri’nin şimdiye kadar İsrail’in şerrinden korunmasında, Türkmenler’in büyük rol oynadığı pek bilinmiyor.

“Et” mi, hayır?

Huksley, Florance, Heckell ve Darwin gibi büyük doğa tarihi bilginleri şu görüşte buluştular, “İnsan biyolojik yapısı gereği meyve ve sebze ile beslenen bir canlıdır.”

Etin gerekli ve vazgeçilmez bir besin olduğunu söyleyenler için gerekli cevabı bilim fazlasıyla veriyor ama birkaç alıntı ekleyelim!

Bademin içerdiği besleyiciler etten fazladır. Tahıl, bakliyat, kuru meyveler, etin iki katı oranında fosforik asit ve on katı da demir ihtiva eder.

Bütün kimyasal analizler, bitkisel ürünlerin, etten daha fazla besleyici ve sağlıklı olduğunu gösterir. Sadık Hidayet – Vejetaryen Beslenme, Sayfa 26, YKY Yayınları

Et yemek insan türü için doğal bir gereksinim değildir, bizim varlık kanunlarımızdan sapmamızdır. Dr. Gaston Dorvil “Sebze ve tahıl insan vücudu için yeterlidir, oysa et yiyenlerin sağlıklı kalmaları imkansızdır” der.

Dr. Viktor Puche, Dr. Le Grande, Prof. Dr. Bushard etin başta bağışıklık sistemi olmak üzere, kolon ve meme kanserinden, kalp damar hastalıklarına, böbrek ve eklem hastalıklarından tüm metabolizmayı etkileyerek yaşam kalitesini düşüren pek çok rahatsızlığın sebebi olduğunu kanıtlamışlardır.

Yurtdışı Geliştirme Konseyinden Lester Brown, Amerikalıların yıllık et tüketimlerini sadece % 10 azaltmaları halinde mera sahalarının tarım için kullanılacağı ve fazladan 12 milyon ton, yani 60 milyon kişiyi doyuracak miktarda tahılın insanların tüketimine sunulacağını açıklamıştı.

İnekler günde ortalama 500 litre metan gazı salıyor. Bu da sera etkisinin ve iklim değişikliklerinin en önemli nedenlerinden biri !

Eski ABD Tarım Bakanı yardımcısı Don Pearlberg ABD’deki çiftlik hayvan sayısını yarıya indirmenin dünyadaki açlık sorunu bir yana yetersiz beslenme sorununu bile çözeceğini söylemişti. Peter Singer, Hayvan Özgürleşmesi, Sayfa 222, Ayrıntı Yayınları

Çağımızın en büyük sorunlarından biri hiç kuşkusuz “susuzluktur.” Sanal suya göz önüne alırsak, bir kilo et üretmek için, bir kilo buğday üretimine gerekenden 50 kat fazla su gerekiyor. Örneğin, gözümüzde canlandırmak için şu örneği vermek mümkün; 350 kiloluk bir sığır için harcanan suyun içinde bir destroyer yüzdürülebilir. Hayvanlar verimi artırmak adına her türlü işkenceye maruz kalıyorlar Ayrıca bir çok yeni ortaya çıkan hastalık (deli dana, ebola, kuş gribi) hayvan ürünlerinden bulaşmaktadır. Dünya çapında çevresel kirlilikte otomotiv sanayini, et endüstrisi takip etmektedir.

Worldwatch Institute araştırmacısı Alan Durning besi ünitesinde yetiştirilen danalardan elde edilen bir kilogram bifteğin 5 kilo tahıla, 20 bin litre suya, 8 litre benzine ve 35 kilo erozyona uğramış yüzey toprağına mal olduğunu hesaplamıştır.

Sadece Almanya’daki vejetaryen sayısının 7 milyon olduğu tahmin ediliyor. İsveç’te ise her 10 kişiden biri eti ağzına sokmuyor. Ama elbette vejetaryenlerin en yaygın olduğu ülke % 40 oranı ile Hindistan.

Sahalarında birer “ birer üstat” olan vejetaryenleri tek tek sayarken. Vejetaryenlerin zeka ve becerisinin eksik kalacağı yorumunu sizin değerlendirmenizi isteyeceğim. Albert Einstein, G. Bernard Shaw, Hz. Ali, Pisagor, Tolstoy, Thomas Edison, Leonardo Da Vinci, Wagner, Mevlana, James Caan, Alec Baldwin, Samuel Jackson, Michelle Pfeizer, Lady Diana, Platon, Van Gogh, Buda, Paul Mc. Cartey, Franz Kafka, Jean Jacque Rousseau, Bill Walton, Pisagor, M. Gandhi, Benjamin Franklin, Albert Schweitzer ve bu liste uzadıkça uzuyor.

Makaleme bir dönem vejetaryen olan Harun Kolçak’ın konuk olduğu Kanal 9’daki televizyon programımda anlattığı bir anısı ile devam etmek istiyorum. Harun Kolçak Gaziantep’de çok başarılı bir konserini tamamlamış. Konser sonrası uzun bir masanın başına oturmuşlar. Herkes Harun’un yemeğe başlamasını bekliyormuş. Ama masa sille et, nasıl başlasın ? O da hemen menajerini çağırmış. Kulağına “sen benim vejetaryen olduğumu söylemedin mi” diye sormuş. Menajer hemen masanın diğer ucunda oturan konseri düzenleyen ağanın kulağına eğilip “Efendim Harun Bey vejetaryendir.” demiş “Ya öyle mi” der ağa o zaman “bol bol et yesin de kendine gelsin.”

DÜŞÜNDÜREN SÖZLER

“Şimdi sana huzur içinde bakabilirim; artık seni yemiyorum, (Kafka, bir akvaryumdaki balığı seyrederken), 1883 – 1924

“Aslında insan, hayvanların şahıdır. Yabanlıkta hiçbir hayvan insanın eline su dökemez. Başka canlıların ölümüyle yaşarız biz; “birer mezarlığız biz !” Leonardo Da Vinci, 1452 – 1519

“Kuş sürüngen ya da balık olsa; herhangi bir canlı yaratığı öldürüp yemelerinin, yeğenlerini boğazlayıp etlerini yemelerinden bir farkı yoktur…”, Pisagor, MÖ 580 – 500.

“Etin yaşayan varlıklara kötülük yapılmadan elde edildiği asla kabul edilemez. Eğer bir kişi gelişmiş varlıklara zarar verirse cennetin mutluluğuna ulaşamaz. Gelin bundan böyle hepimiz et yemekten kaçınalım.” Manu (Hindu Metinleri)

“Tüm canlıları sevmek insanoğlunun en soylu niteliğidir.” Darwin, 1809 – 1882

“Hayvanlar benim dostlarım, ben dostlarımı yemem.” Bernard Shaw 1865 – 1950

Mezbahaların duvarları camdan olsaydı, herkes vejataryen olurdu.” Linda ve Paul McCartney

“Vejetaryen olmak Nirvana’ya varan ırmağa girmek demektir.” Buda

Kamu hizmetlerinin kalitesi artacak

Gazetemize açıklamalarda bulunan Kamu Başdenetçisi Şeref Malkoç, Kamu Denetçiliği Kurulu olarak amaçlarının Türkiye’de verilen kamu hizmetlerinin kalitesini artırmak olduğunu söyledi. Malkoç, kanunlar ölçüsünde denetleme ve değerlendirme çalışmalarını titizlikle yürüttüklerinin altını çizdi.

Kurumun devlet, kamu kurumları, idareyle vatandaş arasında bir dostluk köprüsü olduğunu belirten Malkoç, “Mahkemeler uzun sürüyor, masraflı. Fakat bize yapmış olduğunuz müracaatı, idareden bilgileri istiyoruz ve çözüyoruz. Kısacası dünyadaki yaygın adıyla ombudsmanlık, bir denetim kurumu ama denetlerken halkın avukatlığını yapıyor, idareye de yol gösteriyor” dedi.

Şeref Malkoç, 2018’de kuruma 17 bin 585 şikayet başvurusu olduğunu, bunun yanında 98 bin kişinin bilgi aldığını aktararak, kuruma yapılan toplam başvurunun 110 bini aştığını kaydetti. Kurumun en büyük sıkıntısının yeterince bilinmemek olduğuna işaret eden Malkoç, üniversitelerdeki öğrencilere yönelik de etkinlikler düzenlediklerini, onların hak arama yollarına ilişkin bilgilerini geliştirmeye çalıştıklarını söyledi.

Kanunlar ölçüsünde denetleme ve değerlendirme çalışmalarını titizlikle yürüttüklerinin altını çizen Şeref Malkoç, “İnsanoğlunun kendi hedefini koyduktan ve istedikten sonra yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Önemli olan hedefe varmaktır. Yeter ki o hedeflere ulaşmak için alın teri ve göz nurunu akıtanı Allah hiçbir zaman zayi etmez. Yeter ki çalışalım. Çalışmalarımızı ihmal edersek Türkiye hedeflenen ilk 10 ülke arasına giremez. Şimdi bizler tüm Kamu Hizmetlerini denetliyoruz ya bunlar arasında bizlere üniversitelerden de başka kurumlardan da çok şikayetler geliyor. Her başvuruyu değerlendiriyoruz” diye konuştu.

Kamu Denetçiliğinin Kurulunun görevleri hakkında da açıklamalarda bulunan Malkoç, “Türk İdari Teşkilatında yeni bir kurum ihdas oldu. Bu kurul Kamu Denetçiliği Kurulu. Bizim görevimiz Kamu Denetçiliği Kurulu olarak Türkiye’de verilen kamu hizmetlerinin kalitesini artırmak. Yani ne demek? Hak arama kültürünü yaygınlaştırmak. İnsan hakları konusunda toplumu daha anlaşılır ve yaşanır hale getirmek, insan olanın bir idealini oluşturmak, idareyi şeffaf hale getirmek, denetleyebilmek. Görevimiz bunlar arasındadır. Denetim yapıyoruz ve aynı zamanda da insan haklarını koruyoruz. Tabi denetim yaptığımız için herhangi bir Bakanlık veya başka bir kurumda idarecinin hoşuna gitmeyen bir konu olduğunda veya tavsiye kararı aldığımızda bir de bunlarla mı uğraşalım diyebilmekten uzak tutmak. Bizleri Türkiye Büyük Millet Meclisi seçiyor. Kanunlara göre düzenlemeler yapıyoruz” diyerek konuştu.

OGUN / ÖZEL HABER

Enerji’de bağımsız hale geleceğiz

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez: “Akaryakıt sektörümüzde bugün itibarıyla 150 bin vatandaşımız istihdam ediliyor. Tüm petrol ürünleri pazarında ise 200 bin doğrudan istihdam yapıldığını tahmin ediyoruz” dedi.

Bakan Dönmez, Petroleum İstanbul 2019 – 14. Uluslararası Petrol LPG, Madeni Yağ, Ekipmanları ve Teknoloji Fuarı’nda yaptığı konuşmada, Milli Enerji ve Maden Politikası’nda petrol ve gaz aranmasının anahtar role sahip olduğunu söyledi.

Bakan Dönmez, Türkiye’nin petrol ve gaz talebinin her zaman yukarı yönlü bir ivme göstereceğini ve bu öngörüden hareketle petrol ve gaz arama faaliyetlerine hız verdiklerini kaydetti. Bu çalışmaların ilk sonuçlarının da yavaş yavaş alınmaya başladığını dile getiren Dönmez, “Geçen hafta, Diyarbakır ve Siirt’te üç yeni petrol sahası keşfettik. Yaklaşık 27,5 milyon ton rezervimiz var. İlk defa orada hidrolik çatlatma yöntemiyle petrol üretimini gerçekleştirmiş olduk. Bu sahanın ekonomimize katkısı yaklaşık 700 milyon dolar civarında olacak. Aslında bu keşif de gösteriyor ki, güçlü bir siyasi irade ortaya konulduğunda, yerli insan kaynağımızla gerçekleştiremeyeceğimiz hiçbir hedef ya da proje yok.” diye konuştu.

Doğu Akdeniz’deki çalışmalar

Dönmez, Türkiye’nin hem sığ hem de derin denizde sondajların devam ettiğini ifade ederek, Türkiye’nin günlük bir milyon varil civarında petrol ve 50 milyar metreküplük gaz talebini karşılamak için az çok demeden rezervleri ekonomiye kazandırmaya mecbur olduğunu vurguladı.

Enerjide bağımsız hale gelmek ve enerji maliyetlerini öngörülebilir hale getirmek için çalıştıklarını aktaran Dönmez, şöyle devam etti:

“Türkiye’nin petrol ya da doğal gaz üretmesi ve ihraç edebilir hale gelmesini arzuluyoruz. Bu durum daha sürdürülebilir ve öngörülebilir bir küresel enerji piyasası anlamına gelmektedir. Türkiye’nin içinde bulunduğu TürkAkım ve Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı gibi projelerin başarıya ulaşıyor olması da bunların en önemli göstergesidir. Doğu Akdeniz’deki tüm petrol ve gaz çalışmaları da bu kapsamda değerlendirilmeli. Türkiye, Akdeniz’de ne kimsenin hakkını yemeye çalışıyor, ne de kendi haklarından vazgeçiyor. Akdeniz’de bir oldu bittiye asla izin vermeyeceğiz. Ne ülkemizin ne de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını kimsenin gasp etmesine müsaade etmeyeceğiz.”

Yıllık 50 milyon ton ham petrol tüketimi

Dönmez, akaryakıt sektöründe hizmet ve ürün kalitesinin mümkün olan en üst düzeye çıkarmayı hedeflediklerini belirterek, “Akaryakıt sektörümüzde bugün itibarıyla 150 bin vatandaşımız istihdam ediliyor. Tüm petrol ürünleri pazarında ise 200 bin doğrudan istihdam yapıldığını tahmin ediyoruz. Enerji ve madencilikte en yüksek istihdama sahip sektör, petrol ürünleri sektörümüz. Bu toplantıda bulunanlar, Türkiye’ye istihdam ve vergi olarak en büyük katkıyı veren bir sektörün temsilcileri. Sizlerden ricamız, daha fazla yerli ekipman, yerli ham petrol ve Ar-Ge yatırımı yaparak uzun vadede vizyonunuzu ortaya koymanız.” diye konuştu.

ABD’nin teklifleri ile tehditleri

Bazı araştırmalar yapmak adına son bir yıldır sınırlarımıza komşu olan ülkeler ile bizim için önem arz eden devletleri ziyaret ediyoruz. Her ay bir ülkeye yaptığımız seyahatlerde büyük Amerikan projesi kapsamında ülkemizin dört bir yanında çirkin oyunların sahnelendiğini üzülerek gözlemliyoruz. Etrafımızda bir çember oluşturulmaya çalışılıyor ve esas acı olan bu çalışmalara o ülkede bulunan görevlilerimizin duyarsız kalmasını öğrenmemizdir. Çember her geçen gün daha da daraltılmaya çalışılmaktadır. Çevremizde bulunan dost ülkelerde bile dost yerine düşmanlar mevzilenmiştir.

Azerbaycan’da Bakü üniversitesinin bahçesinde ‘çok yaşa apo’ sloganları atan öğrencilere kimse sesini çıkarmıyorsa, Bulgaristan’da 1984 yılındaki zorunlu asimilasyon girişimi sırasında çıkan olaylarda komünist katillere karşı dik duran Türk kardeşlerimiz bugünlerde de zulüm altındalar ise bu olanlar sınırlarımızda bizlere karşı ciddi bir operasyon olduğunun ispatı değil midir?

Suriye’de olaylar bu ve buna benzer şekilde başlamadı mı? Evet aynen bu şekilde başladı. Ardından terör örgütleri oluşturuldu. Bu örgütleri kuranlar daha sonra müdahale ederek utanmadan sahte kahraman rolüne de bürünmediler mi?

Oynanan oyunlara ise Türkiye son dakika da dahil oldu. Teröristlerden kendi kuvvetlerini oluşturan ABD, Türk askerinin oyunun içerisine girmesinden rahatsız olsa da engel olamadı. Bu oyunu en başından fark edip, oyunu en başından bozsaydık hem ülkemiz hem bölgemiz zarar yerine fayda sağlayacaktı.

Tüm planlar yapıldı, oyunlar sergilendi ve bölge tam kaosa girdiği anda bizim aklımız başımıza geçte olsa geldi ve oyunları bozmak için sahneye çıktık.

Bahis edilen bu oyunlar nedeniyle ülkemiz ve bölgemiz huzursuz edilmiş, ordumuza harekatlar yaptırarak ekonomimiz zayıflatılmaya çalışılmıştır.

Ama bedeli ve nedeni ne olursa olsun Fırat Kalkanı ve Zeytin dalı harekatları ile Suriye’nin kuzeyinde, Irak’tan Akdeniz’e doğru oluşturulmaya çalışılan Rojova koridorunu engellemek için düğmeye bastık ve bunda da şimdilik başarılı olduk.

Ama esas sorun Türkiye’yi Ege ve Kıbrıs’tan uzak tutmaya çalışıyorlar ve burada planlanan oyunu başlamadan bozmak zorundayız. Önümüzdeki günlerde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne giderek planlanan oyunlar ile alakalı araştırmalar yapacağız.

Yavruvatan’da edindiğimiz bilgileri de siz okurlarımızla paylaşacağız. Bizden kimse KKTC’den ayrı kalmamızı Yavruvatan’ın da Türkiye’den farklı düşünmesini bekleyemez, planlayamaz ve hatta hayal bile edemez.

S-400’den vazgeç sana Patriot verelim tekliflerinin havada uçuştuğu, F-35 tehditlerinin peşpeşe geldiği bu günlerde bizim gündemimizde teklifler ile tehditler yok, bizim sadece aklımızda Türkiye ve Türk yurtlarında planlanan çirkin oyunlar ile Akdeniz de bulunan petro-gaz olmalıdır.

Robot şehirler ve gelecek yaşam

Fabrikalarda, laboratuvarlarda ve elbette bilim kurgu filmlerinde, hayali robotlar, yapay insanlar ve otonom makineler hakkında hayal gücümüz bizi gelecek yaşama hazırlıyor.

Robotlar dünya genelinde sürekli olarak kentsel alanlara sızıyorlar. Robotlar tarafından yönetilen bu dördüncü sanayi devrimi, ekonomik, sosyal, politik ve sağlık alanlarında ki fırsatlara ve zorluklara yanıt olarak kentsel alanları ve kent yaşamını şekillendiriyor.

Dünya Ekonomik Forumu Kurucusu ve icra Kurulu Başkanı Klaus Schwab dördüncü sanayi devriminde mobil cihazlarla bağlanan milyarlarca insanın, daha önce görülmemiş bir işlem gücüne, depolama kapasitesine sahip olduğunu/olacağını ve bilgiye erişim imkanının da sınırsız olduğunu söylüyor. Ve bu imkanların, yapay zeka, robotik, nesnelerin interneti, otonom araçlar, 3 boyutlu baskı, nanoteknoloji, biyoteknoloji, malzeme bilimi, enerji depolama ve kuantum hesaplama gibi alanlardaki yeni teknolojik gelişmeler ile daha da ilerleyeceğini sözlerine ekliyor..

Şehirlerimiz insanların yönetebileceğinin dışında çok büyüyor

İyi bir şehir yönetişimi, nesnelerin, verilerin ve insanların yaşamının düzgün akışını sağlar ve korur.

Bunlar kamu hizmetleri, trafik ve dağıtım hizmetlerini içerir. Hastanelerdeki ve bankalardaki uzun kuyruklar kötü yönetim anlamına geliyor. Trafik sıkışıklığı, yolların ve trafik sistemlerinin yetersiz olduğunu göstermektedir. Giderek daha fazla çevrimiçi sipariş verdiğimiz ürünler yeterince hızlı gelmiyor. Ve wi-fi genellikle 7/24 dijital ihtiyaçlarımızı karşılamakta zorlanıyor. Özetle çevre kirliliği, hızlı yaşam, trafik tıkanıklığı, bağlantı ve artan tüketim ile karakterize edilen şehir yaşamı, robotik çözümlere ihtiyaç duyar – ya da buna inanmamız gerekir.

Geçtiğimiz beş yıl içinde, ulusal hükümetler otomasyonun şehirlerin geleceklerinin (daha iyi) anahtarı olduğunu görmeye başladılar. Pek çok şehir, robotların hem pratik amacına (günlük hayatı kolaylaştırmak) hem de çok iyi bir sembolik role (iyi şehir yönetimini göstermek için) sahip olduğu sosyal alanlardaki robotları denemek için ulusal ve yerel yönetimler için test alanları haline geliyor. İster otonom otomobil aracılığıyla ister yerel mağazalarda hizmet robotları veya Amazon’un otonom drone ile koli teslimi olsun, şehirler sabit bir hızda otomatikleştiriliyor.

Birçok büyük şehir (Seul, Tokyo, Shenzhen, Singapur, Dubai, Londra, San Francisco) otonom “sürücüsüz” araçları geliştirmek için rekabetçi bir yarışta otonom araç denemeleri için test yerleri olarak hizmet vermektedir. Otomatik limanlar ve depolar da giderek daha fazla otomatikleştiriliyor ve robotlaşıyor. Ve Konteyner terminallerinde ve hizmetlerinde yeni standartlar oluşturuluyor. Maasvlakte 2’deki yeni konteyner terminallerinin açılışı ile Rotterdam limanı bir kez daha benzersiz olduğunu gösterdi. Rotterdam limanındaki toplam beş modern derin deniz terminali ile, her zaman ihtiyaçlarınızı karşılayacak bir terminal var.

Yenilikçi teknolojinin ön cephesi olan Rotterdam limanı, dünya çapında derin deniz terminali tasarımı için bir standart oluşturdu. Rotterdam limanı, otomatik güdümlü araçlar (AGV’ler) ve otomasyonlu terminallere sahip olan dünyanın ilk limanıydı. Rotterdam’daki terminal operasyonları 7/24 devam ediyor ve tüm derin deniz terminalleri en gelişmiş, verimli ve sürdürülebilir ekipmanlarla donatılmıştır. Dahası, terminaller, Avrupa’nın geri kalanına hızlı bağlantılar için demiryolu, yol ve iç su yollarına doğrudan bağlantılıdır. Bu, yüksek bir taşıma kapasitesi ve etkileyici bir verimlilik seviyesi ile sonuçlanır. Kargonuz en hızlı, en güvenli ve en verimli şekilde yüklenip gönderilecektir. Ve öncü ruh burada bitmiyor. Limanın altyapısına sürekli olarak yatırım yapmaktadır. Maasvlakte 2’nin inşası nedeniyle limanın yüzeyi yüzde 20 oranında genişlemiştir. Rotterdam Limanı yetkilisi, liman havzalarından birini genişletmek için 200 milyon avro yatırım yapıldığını belirtmektedir. Bu yatırımlar sayesinde, Rotterdam limanı sadece günümüzün en büyük gemilerini barındırabilmekle kalmayıp, aynı zamanda konteyner taşıyıcıların gelecekteki nesillerinin ele alınmasına da hazırdır.

Otomatik kontrol sistemleri trafik akışlarını izliyor, düzenliyor ve optimize ediyor. Otomatik dikey çiftlikler, dünyadaki “tarım dışı” kentsel alanlarda gıda üretimini teşvik ediyor.

Japonya’nın Kameoka kasabasında marul yetiştiren dev bir fabrika çiftliği olan Spread, Japonya’da her gün 20.000 baş marul hasat edebilecek 200’den fazla “fabrika” dan biridir. Farklı çeşitleri içeren marullar tamamen steril bir ortamda yetiştirilir: Toprak veya güneş ışığı, rüzgar veya yağmur yoktur.

Yeni mobil sağlık teknolojileri “hastanenin ötesinde” sağlık hizmeti vaat ediyor. Robotlar şehirlerde kamusal ve ticari alanlarda robot polis memuru, garson robot vs. ortaya çıkıyor.

Enerji finansmanında birincilik ödülü

Soyak Grubu, GFC Media Grup tarafından organize edilen 2019 Türkiye Bonds & Loans Ödülleri ödül gecesinde birincilik Ödülüne layık görüldü.

Türk sermaye piyasaları ile finans sektörünün saygın ödülleri arasında yer alan ve finans oscarları olarak da adlandırılan ‘2019 Türkiye Bonds & Loans Ödülleri’ sahiplerini buldu. Shangri-la Bosphorus-İstanbul otelinde düzenlenen ve yurt içi ve yurt dışından 200’ü aşkın finans kuruluşu, yatırım fonu, hukuk, danışmanlık ve özel sektör temsilcilerinin katıldığı ödül töreninde Soyak Grubu şirketlerinden MİS Enerji Üretim A.Ş., Manisa-Alaşehir’de devam eden jeotermal enerji yatırımları için sağladığı uzun vadeli proje finansmanı ile “Yılın Enerji Finansmanı” Kategorisinde birincilik ödülünü almaya hak kazandı.

Bu ödül, Soyak Holding’in çevre bilinci ve sürdürülebilirlik ilkesiyle gerçekleştirdiği Türkiye’nin büyümesine ve istihdamın artırılmasına destek sağlayan yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik başarılı yatırımlarının bir sonucudur.

Enerji ICCI’da tartışılacak

Enerji piyasasını etki altına alan dönüşüm, dijitalleşme ve değişim konularına odaklanacak olan 25. ICCI Uluslararası Enerji ve Çevre Fuarı ve Konferansı, bu çerçevede enerji sektörünün geçmişini, bugününü ve geleceğini gözler önüne serecek konuşmacılara ev sahipliği yapacak. Üç gün sürecek ICCI 2019, 28-30 Mayıs tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi’nde gerçekleştirilecek.

Prof. Dr. İlber Ortaylı ile enerji tarihine yolculuk

Prof. Dr. İlber Ortaylı, ICCI’ın ilk günü olan 28 Mayıs’ta katılımcıları Türkiye’de ve bölgede enerjinin tarihi hakkında aydınlatıcı bir yolculuğa çıkaracak. Prof. Dr. Ortaylı, enerjide mevcut gelişmeleri ve gelecek beklentilerini daha iyi okumayı sağlayacak özel ICCI sunumunda enerjinin dünya genelindeki seyrine de ışık tutacak.

Dijitalleşme enerjiyi nasıl şekillendirecek?

Bu yıl 25.’si yapılacak olan ve toplam 36 ayrı oturumun gerçekleştirileceği ICCI Uluslararası Enerji ve Çevre Konferansı ve Fuarı’nın ikinci gününün ana konuşmacısı “inovasyon, dijitalleşme ve enerjinin geleceği bağlantısı” konusuyla Brightwell Holdings Yönetim Kurulu Başkanı Alphan Manas olacak. Türkiye Fütüristler Derneği Kurucu Başkanı olan ve bir dönem Dünya Fütüristler Birliği’nin Türkiye Başkanlığı’nı da yürüten TOBB Genç Girişimciler Kurulu Üyesi Manas, yükselen dijitalleşme ve otomasyon yönelimlerinin enerji sektörünü gelecekte nasıl biçimlendireceğini ele alacak. 

“Fırtınada Ayakta Kalma Sanatı”

Ekonomi dünyasının yakından tanıdığı akademisyen, ekonomist ve yazar Prof. Dr. Emre Alkin de konferansın üçüncü gününde “Fırtınada Ayakta Kalma Sanatı” sunumuyla katılımcılara seslenecek. Prof. Dr. Alkin, 10 yıllık yatırım yoğun bir dönemden sonra yatırımların farklı bir noktaya evrildiği ve finansman konusunun ön plana çıktığı enerji sektörünü ve genel olarak ekonomiyi yakın vadede nelerin beklediği konusunu gündeme taşıyacak.

Değişim ve Dönüşüm dünya enerji piyasasını da etkiliyor

Dünya enerji piyasasını etkisi altına alan değişim ve dönüşüm Türkiye’yi de biçimlendiriyor. Konuyla ilgili olarak özel sektörün son 15 yıllık süreçte özelleştirmeler dahil olmak üzere yaptığı üretim ve yatırım dağıtımlarının 95 milyar doları bulduğunu söyleyen ICCI ve PennWell Türkiye Genel Müdürü Feraye Gürel, önümüzdeki 10 yılda yapılması gereken yatırım tutarının ise ilgili bakanlıklarca 110 milyar dolar olarak ifade edildiğini hatırlattı. Gürel, “Bu yatırımların büyük bir kısmının dünya enerji piyasasını etkisi altına alan değişim, dönüşüm ve teknoloji odaklı olmasını bekliyoruz. Türkiye’de enerji değer zincirindeki tüm paydaşları bir araya getiren en köklü buluşma platformu olarak, gelecek 10 yılda bu dönüşümün yatırımcılarını ağırlamaya devam edeceğiz” dedi.

ICCI Hakkında:

Bu yıl 25’.si düzenlenecek olan ve enerji sektöründe konuyla ilgili 14 bin yerli ve yabancı ziyaretçi tarafından düzenli olarak takip edilen ICCI, “Enerjide Dönüşüm ve Değişim” temasıyla 28-30 Mayıs 2019 tarihlerinde İstanbul Fuar Merkezi’nde gerçekleştirilecek. Fuar, Konferans ve İkili İş Görüşmeleri ile enerji sektörünün en önemli buluşma noktalarından biri olan ICCI, 2018 fuarı kapsamında bünyesine kattığı ve başarıyla gerçekleştirdiği Diplomatik Alan, Generation X Programı ve Start-Up etkinliklerine 2019 yılındaki fuarda da yer verecek. Çatı üstü panel uygulaması sayesinde kendi elektriğini üreten, ürettiği noktada tüketen ve ayrıca depolayabilen ev modeli ile ProsumerX alanı da, fuar ziyaretçilerine geleceğin enerji sistemi işleyişini görme imkanını sağlayacak.

“Yeni bir enerji koridoru”

KKTC’nin yıllar yılı maruz kaldığı tehditleri hatta bazı vatandaşlarından bile çektiği acıları, ihanetleri yakından bilmiş olmamıza rağmen, adaya son gidişimizde gördüklerimiz ve duyduklarımız  “zihinleri” oynatacak dereceye ulaşmış bulunuyor.

İki haftadır, Kıbrıs ile ilgili yazılarımız da içine düşülen vahameti dile getirmeye çalışırken, aslında durumun fecaatini tam anlamıyla anlatamadığımızın üzüntüsünü açıkça dile getirmek gerekiyor.

Zira her şeyden önce, KKTC’nin çok güç durumda kaldığını veya bırakıldığını hatta ihanetlere uğradığını kesinlikle vurgulamak lazım. Orta Doğu yangınının kıyısındaki Kıbrıs’a, şimdi daha stratejik ağırlık yüklenirken, başta “egemenlik” olmak üzere Türklerin bütün hakları da ellerinden alınıyor. Gerçekten de, AB destekli İsrail’in de rol aldığı ABD projesi, gün be gün kendini ve doğuracağı  “tehlikeyi” gösteriyor.

Nitekim, Kıbrıs TMT Mücahitler Derneği, Kıbrıslı Rumların hedefinin, Kıbrıslı Türkleri tamamen tahakkümleri altına almak ve Türkiye’nin adadaki meşru varlığını sonlandırmak olduğunu açık açık dile getiriliyor. Hatta, bir bildiride aynen şunlar belirtiliyor: “Aldığımız son duyumlara göre, Birleşmiş Milletler ve bazı güçlü devletler Kıbrıs’la ilgili yeni bir senaryo hazırlığı içindedirler. Rum yönetimi ile iş birliği içinde Kıbrıs Türk Halkını tuzağa düşürecek bir anlaşmayı gerçekleştirmek için çaba harcamaktadırlar.”

Kıbrıs’ı da içine alan senaryo, Doğu Akdeniz ve Ege’deki; petrol, doğal gaz rezervleri üzerinde oynanıyor. Aslında, Doğu Akdeniz’in tarih boyunca stratejik öneme sahip olan bir deniz olduğu biliniyor. Buna bir de Doğu Akdeniz’in kendi doğal gaz kaynakları eklenince, bölge üzerine yapılan planlar daha önem kazanıyor. Tabii ki, Doğu Akdeniz’in doğal gazı, bölgenin güvenlik stratejisini de temelinden değiştiriyor. İsrail bulduğu doğal gaz kaynakları ile bölgede büyük bir enerji oyuncusu olmaya soyunuyor.

Artık, Doğu Akdeniz petrol terminallerinin yoğun olduğu bir bölge iken, yakın gelecekte petrol-doğal gaz üretim platformu yoğun bir coğrafya olurken, özellikle petrol ve doğal gaz tanker trafiğinin çok artacağı hesaplanıyor. Böylece, Doğu Akdeniz’den başlayan yeni bir enerji koridoru yaratma arayışı, bölgeyi “sürdürülebilir gerginlik” coğrafyası haline getiriyor. Görünen odur ki “sürdürülebilir gerginlik”, ABD’nin istediği ve çoğu zaman uyguladığı bir stratejiyi sergiliyor.

KKTC’nin tamamen ortadan kaldırılma projesinin temelinde işte böylesine uluslararası menfaatler ve pay kapma yarışı bulunuyor. Üstelik daha önce de değindiğimiz gibi, Kerkük-Yumurtalık hattıyla akan 60 bin varil petrole Bakü’den yola çıkan 50 bin varil de eklenince günde 110 bin varil petrolün güvenli bir şekilde dağıtım işlemi ortaya çıkıyor. Ceyhan’dan dünyanın dört bucağına, büyük çoğunluğu deniz yolu ile dağıtılmakta olan petrol, hatta gazın, öncelikle Kıbrıs’ın Kuzeyi’nden geçen tankerlerin güvenliği, adanın önemini adeta kanıtlıyor.

Kısaca, “yeni bir enerji koridoru” ve İsrail’e “güvenli gelecekler” yaratma peşinde koşan ABD, tarih boyunca stratejik öneme sahip olan Doğu Akdeniz’de hâkimiyetini tam olarak sağlamanın adımlarını süratle atarken, Türklerin egemenliğini çiğniyor.

Görmezlikten gelme ve suskunluk unutulmamalıdır ki, pahalıya mal oluyor.

Elektrik en ucuza üretilecek

SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi ve Bloomberg New Energy Finance’in (BloombergNEF) düzenlediği ‘Türkiye’nin Enerji Dönüşümünde Kısa Vadeli Yatırımları Hızlandırmak için Uzun Vadeli Çözümler’ toplantısı İstanbul’da gerçekleştirildi. SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi Yönlendirme Komitesi Başkanı Selahattin Hakman’ın ev sahipliği yaptığı etkinlikte, gelecek 30 yılda yenilenebilir enerji kaynaklarının Türkiye’nin elektrik üretimindeki payı ve etkisi ele alındı, enerji dönüşümündeki gelişmelerin piyasa üzerindeki etkileri tartışıldı.

Toplantıda BloombergNEF’in hazırladığı ‘Türkiye Enerji Piyasasının Uzun Vadeli Görünümü’ raporu, kurumun Avrupa, Ortadoğu & Afrika Politika Analisti Katherine Poseidon tarafından açıklandı. BloombergNEF’in her yıl yayınladığı ve enerji sektörünün küresel ölçekte uzun vadeli ekonomik tahminlerine dayanılarak hazırlanan raporda, uzun vadeli değişimlerin Türkiye’nin elektrik sektöründeki kaynak türlerine etkisine yer veriliyor. Çalışmada, 2050 yılına kadar Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılabilecek yatırımlar ve bunun ekonomik yansımaları inceleniyor.

SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi’nin ‘Türkiye’de Enerji Dönüşümü: Yatırımlar ve Fırsatlar’ serisinin ikincisi olan etkinliğin açılış konuşmasını yapan Selahattin Hakman, önümüzdeki yıllarda elektrik üretiminde yenilenebilir kaynakların payının artacağına dikkat çekti. Hakman, “SHURA tarafından yapılan çalışmalarda da Türkiye’nin elektriğinin yüzde 50’sinin rüzgar, güneş ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanabileceği ortaya konulmuştu. BloombergNEF’in araştırması ise SHURA’nın bulgularını destekliyor ve çıtayı daha da yükseltiyor” dedi. SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi Direktörü Değer Saygın ise, 2018’de ve 2019 Ocak ayında yayınladıkları raporlara değinerek enerji dönüşümünde Türkiye’nin potansiyelini, hangi yatırımlara ihtiyaç duyulduğunu anlattı. Saygın, Türkiye’nin enerji dönüşümüne hız kazandırması için yapılması gerekenleri şöyle özetledi:

“BloombergNEF’in çalışması önümüzdeki yıllarda güneş ve rüzgar yatırım maliyetlerindeki düşüşün devam edeceğini ortaya koyuyor. Türkiye’nin bu düşüş potansiyelinden yararlanması için, başarılı birçok ülke örneğinde olduğu gibi, uzun vadeli planlamayı önceliklendirmesi önemli. Bu planı hayata geçirebilmek için daha güçlü bir düzenleyici çerçeve belirlenmeli. Bu çerçevenin de Türkiye’de enerjinin yarısından fazlasının yenilenebilir kaynaklardan üretilmesi için gereken esnekliği sağlayacak şekilde düzenlenmesi büyük fayda sağlayacak.”

Küresel Ekonominin gidişatı ve Türk ekonomisi

FED, yani ABD Merkez Bankası geçtiğimiz yılın tamamında toplam 4 kez 25’er baz puanlık faiz artırımına gitti.

Bu Türkiye gibi gelişen ekonomiler için sıkıntılı bir durum idi. Fakat FED, 20 Aralık açıklamasında faiz artırımı yapmayacağını duyurdu.

Bu açıklama özellikle gelişen ekonomilerde nefes almaya yol açtı. Peki bu durum herşeyin günlük güneşlik olduğuna ve olacağına mı işaret ediyor.?

Tabi ki hayır… Hele de bizim gibi gelişen ekonomiler bu durumu fırsat bilip rehavete girerse kötü gidişat emin olun daha da beterleşir.

Çünkü bir ekonomist dostumun tabiriyle küresel ekonomi 2009 global kriziyle birlikte “Müzmin Durgunluk” sürecine girdi.

Bununla birlikte ekonomiye dair “konvansiyonel politikalar” beklenen sonucu vermekten uzaklaştı.

Yani eski politikalar yetmezleşti ve faiz üzerinden yapılan müdahaleler sonuç vermez hale geldi.

FED yetkililerinin faiz artışına ve FED’in bilanço durumuna dair aldıkları kararda bu “Müzmin Durgunluk” olgusu şüphesiz temel belirleyici oldu.

ABD, Çin ve AB’de, dolayısıyla da gelişen ekonomilerdeki durum böylesi bir karara ciddi etken oluşturdu. Diğer bir önemli husus ise Avrupa, yani AB’nin durumu…

Ekonomist dostumla istişare ederken Avrupa ekonomisinde “Japonizasyon” kavramından söz etti.

Neydi bu Japonlaşma…? Japon ekonomisi tüm müdahalelere rağmen içinde bulunduğu sıkışıklıktan kurtulamıyor. Alınan tüm önlemlere ve verilen teşviklere rağmen Japon ekonomisi resesyondan (durgunluk) çıkamıyor. Ekonomi çevrelerinde bu durum Japonizasyon olarak ifade ediliyor.

Avrupa ise farklı sorunlarla karşı karşıya…

Almanya ve Fransa mücavir ülkelerin yükünü ne kadar taşıyabilecek..? Ve bu ülkelerin yönetimleri bunu halklarına politik olarak da anlatabilecekler mi..? Brexit sorunu hala devam ediyor.

İtalya, İspanya ekonomisindeki sıkıntı ortada…

Üretim ve ihracat konusunda başat aktör olan Almanya, Avusturya, Hollanda, Fransa artık bu yükü çekemez haldeler. Sarı Yelekliler vesilesiyle Macron da bu konuya parmak bastı ve durumdan ne kadar muzdarip olduğunu dile getirdi. Avrupa 2011 sonrası alınan tüm önlemlere ve teşviklere rağmen toparlanamıyor.

İşte bu yüzden, Avrupa’nın durumuna dair “Japonlaşma” düşüncesi oluşmuş durumda. Hal böyleyken Türkiye ve ekonomi yönetimi neler yapmalı…

Öncelikle global ekonominin başat aktörlerinin neden bu kaygı ve korkuya girdiklerini akıllı ve akılcı şekilde düşünmeleri gereklidir.

FED’in faiz artırmama kararı alırken gözönünde bulundurduğu dengeleri ve küresel parametreleri bizim daha çok düşünmemiz ve nazarı dikkate alarak önlemler paketini radikal şekilde uygulamamız şarttır. Popülist söylemden uzak; yapısal reformları ivedilikle gerçekleştirmeye mecburuz.

İç tüketim ve dış talep dengesini mutlak gözönünde bulundurarak planlama yapmak zorundayız.

Rehavet öldürür. Önlemler konusunda zaten olabildiğince geciktik. Seçime gidiyor olmak bu konuda ciddi bariyer koydu.

Eğer seçim sonrasında global dengeleri takip edip ve gözeterek gelişen bir ekonomi olarak yapısal reformları hayata geçirmezsek; çok üzgünüm ki Türk ekonomisi için iyimserlik bir hayalperestlikten öteye geçemeyecektir.

Büyük aktörler öksürse bizim gibi ekonomiler zatürre olurlar. Bu gerçeği ve haddimizi bilerek hareket etmek bizim en büyük gerçeğimizdir.

Bu bağlamda küresel ekonomideki “Müzmin Durgunluğu” ve Avrupa’daki “Japonizasyon” riskini düşünerek FED’in aldığı kısa vadeli suni solunum bağlamındaki faiz artırmama sürecini çok iyi değerlendirmeye mecburuz ve hatta başkaca da bir alternatifimiz yoktur. Çünkü bu durumun siyasi sonuçlarını da hep beraber gördük ve görüyoruz. ABD’de Trump’ın ve Avrupa’da aşırı sağcı politikaların yönetime gelmesi de bu “Müzmin Durgunluk” olgusunun bir sonucudur. Hamaset ekonominin en büyük düşmanı ve zehiridir. Bu nedenle hemen ve behemehal, ekonomik güzellemelerden uzak, realiter bir refleskle Türk Ekonomisinde yapılması gerekenleri bedeli ne olursa olsun; kurumsallık içerecek şekilde ifa etmeye başlamalıyız.

Bunun için hala fırsat var mı, var. Ama risk ve tehlike daha büyük…

Beyin göçüne dur dememin zamanı gelmedi mi?

Uzun zamandır bu konuya değinmek istiyordum ama bir çözüm yolu bulunurda gereği yapılır diye düşündüm ama baktım ki! dahada kötüye gidiyoruz. Bu sebeple dilimin döndüğünce sizlerle paylaşmak istedim.

Beyin göçü durmak bilmedi, sektörümüzde oldukça yoğun bir konu olduğundan durumu mühendis arkadaşlarımızla konuştum. Neden diye sorduğumda aldığım cevaplar nefes keser derecedeydi. Her biri vatan aşığı olan bu pırıl pırıl beyinler artık kaçmayı son çare görüyorlar. Dahada ilginç olanı da hiçbiri bu sektörden yani savunma sanayisinden çıkmak istemiyor. Sadece huzurlu bir ortamda üretmek vatanına milletine ülkesine hayırlı evlatlar olmak istiyorlar. Ama gel gelelim devlet kurumlarında oluşan kadrolu yani torpilli grubuyla asıl işi yapan taşeron grubu arasındaki haksızlıklar artık ayyuka çıkmıştır. Mesaiye kalan onlar, az maaş alan onlar, aşağılanan onlar, kısacası çileyi çeken üreten fakat hor görülen gene onlar birde üstüne prim yapan hiç bir şey yapmadan aferin alanlar ise torpilli kadrolular.

Bütün bunların üstüne bu emeklerin tek bir umudu var belki bir gün bizde kadroya gireriz ama olmayınca sonu beyin göçü…

Peki yok mu bunun bir çaresi, var tabi ki var zaten bu mühendislerin hepsi vatan aşkıyla yanıyorlar. Sadece bunlara hak ettikleri imkanları vermek aslında bu kadar basittir. En önemlisi siyasetin o kirli elini buralardan çekmek hak edenin başarıya ulaşmasını sağlamaktır. Çünkü geleceğimiz savunma sanayisinde bu kadar kısa zamanda yaptıklarımızı başardıklarımızı göz önüne alırsak daha neler yapabileceğimizin hesabını buyurun sizler yapın.

Şimdi gelelim en hassas konuya zaten dışarıda bu insanları çalmak içinaport’’ta bekleyen dış mihrapların hizmetçilerine sosyal medyada Linkedin’de, Facebook’ta, İnstagram’da yeterki bir Aselsan, Havelsan, TAI, Roketsan yazsın, gelen maillerin iş tekliflerinin sunulan imkanların sonu gelmiyor.Biri gidiyor, biri geliyor yapılan iğrençliklerin verilen tekliflerin ardı arkası kesilmiyor ve beklenen oluyor. Asıl amaç bu teknolojileri bizlerden çalmak ve kopyalamaktır. Bu evlatlarımız bu oyuna gelmezler ama neden burada mesleklerini yapabilme imkanı varken bir başka ülke için üretsinler. Allah’a şükür her türlü imkânımız var biz niye üreten satan olmayalım dışa bağlı yaşadığımız yetmedi mi? daha bunlardan ders almadık mı? yeter artık bu vatan evlatlarına hakkettiklerini verelim. İmkanları sağlar isek bakın neler yapıyorlar görün, inanın göreceklerimiz gördüklerinizin yanında vay be dedirtecek kadar büyük.

Sayın devlet büyüklerim ben dilim döndüğünce anlattım. Hadi sizlerde bir el atın bu konuya dönsün bu değerli mühendislerimiz bitsin bu beyin göçü…Siz bir adım atarsanız özel sektörde sizle kol kola girer biter bu konu.Evlatlarımız ülkesinde evlerinde ailesinin yanında olur. Ben inanıyorum ki! bizler bozarız bu oyunu.

Dileklerimiz beyin göçünün bitmesi ve terse dönmesidir. Oyunun bozulması için haydi bir el verelim evlatlarımıza.

Kalın sağlıcakla huzurlu günler dilerim.

GO Enerji’de dijital devrime eşlik ediyor

Türkiye’nin köklü enerji şirketi İpragaz ile akaryakıtın yenilikçi ve dinamik markası GO, sektörün en önemli platformlarından Petroleum İstanbul 2019’un, yine en çok ilgi çeken markaları arasında yer aldı. GO, “Enerjide Dijital Devrim” temasıyla düzenlenen Petroleum İstanbul’da, GO mobil uygulamasını tanıttı. GO standında yer alan Mobil 1 TM’in Formula 1 aracında VR gözlük teknolojisi ile yarış heyecanını yaşatması da büyük ilgi gördü.

GO’nun her daim yeni ve dinamik bir marka olarak kalacağını vurgulayan İpragaz CEO’su Eyüp Aratay, “Zengin kampanya çeşitliliği ile müşterilerine önemli avantajlar sağlayan GO CARD’ı GO mobil uygulaması ile dijital platforma da taşıyoruz. GO, teknolojik tüm gelişmeleri yakından takip edip müşterilerine en uygun şekilde sunmaya devam ediyor” dedi. Enerji sektörünün en önemli uluslararası buluşmasında geleneksel olarak yerini alan Türkiye’nin köklü ve güçlü kuruluşu İpragaz, fuarda yine ilginin odağında yer aldı. İpragaz Otogaz ve akaryakıt sektörünün genç ve dinamik markası GO, özgün tasarımı ile dikkatleri üzerine çeken GO standında ziyaretçilerle buluştu.

GO’nun Yeni Nesil Yakıt İstasyonu zinciri güçlü adımlarla büyüyor

GO’nun, İpragaz’ın Türkiye’de enerjinin LPG, doğalgaz, akaryakıt ve elektrik olmak üzere 4 temel segmentinde; tek çatı altında hizmet sunabilen bir enerji şirketine dönüşmesindeki son halka olduğunu vurgulayan İpragaz CEO’su Eyüp Aratay, “GO’yu, yoğun ve titiz bir hazırlık aşaması ardından, küresel standartlarda bir marka olarak sıfırdan yarattık. GO, etkileyici tasarımıyla, özgün nitelikleriyle, kaliteli ve adil hizmet anlayışı, ileri teknolojiye sahip ürünleriyle kısa sürede yolların aranan markaları arasına girdi. İlk Yeni Nesil GO Yakıt İstasyonu’nu 2013 yılında Konya’da açtık ve büyümemize güçlü adımlarla devam ettik. 2018 yılı içinde önemli bir mihenk noktasını geride bıraktık ve öncelikli hedeflerimiz arasında yer alan 150’nci istasyonumuzu Diyarbakır’da hizmete aldık. Bugün ise GO’nun Türkiye’de yaygın Yeni Nesil Yakıt İstasyonu zincirinde 170’e yaklaştık” dedi.

GO, Bayi Dostu-BADO yaklaşımıyla bayilerini dinliyor

Henüz GO’yu kurgularken, Türkiye’de hiçbir sektörde eşi bulunmayan, Bayi Dostu – BADO felsefesini geliştirdiklerini hatırlatan Eyüp Aratay, “BADO felsefemize göre bayilerimizle adil bir ticari yaklaşım içinde çalışıyoruz ve onlara işlerini geliştirme imkanı sağlıyoruz. ‘GO Bayi Konseyi’ adı altında kurduğumuz yapılanma ile bayilerimizin, şirketin yönetimsel süreçlerine fikirleriyle katkıda bulunmalarını ve karar alma süreçlerinde yer almalarını sağlıyoruz. İnsana, çevreye, araca ve yasalara saygı felsefesiyle, alanında öncülük eden özgün Bayi Dostu – BADO yaklaşımı ile GO, istasyon başına satış ortalamalarında önemli seviyelere ulaştı” diye konuştu.

GO’nun mobil uygulaması ile GO CARD daha da kullanışlı hale geliyor

GO’nun sektörde öne çıktığı en önemli alanlardan birinin de müşteri sadakat programı olduğuna dikkat çeken Aratay, şöyle konuştu: “Gelecek düşünülerek kurgulanmış kompleks bir alt yapıya sahip GO CARD’ı arka planda çok fazla kampanya mekanizması barındıran ve her türlü sürece uyum sağlayabilecek bir yapıda hayata geçirdik. GO CARD kullanıcı sayısı ve aktif kullanım oranlarıyla sektör ortalamalarının üzerine çıktı ve kullanıcı sayımız, açılan her istasyonla birlikte daha da artıyor. Zengin kampanya çeşitliliği ile müşterilerine önemli avantajlar sağlayan GO CARD’ı Petroleum İstanbul’da ilk kez tanıttığımız GO mobil uygulaması ile daha da kullanışlı hale getiriyoruz.” şeklinde konuştu.

Hizmet kalitesi ve başarılarına uluslararası arenadan tescil

GO’nun sunduğu hizmet kalitesi ve başarılarının uluslararası arenada tescillendiğini vurgulayan Eyüp Aratay, şöyle konuştu: “GO, Avrupa Birliği resmi performans yönetim modeli EFQM Mükemmellikte Yetkinlik Tanıma Programı kapsamında KalDer tarafından değerlendirildi ve henüz genç bir marka olarak 5’inci yılına “5 Yıldızlı Mükemmellikte Yetkinlik” sertifikası ile girdi.Aynı zamanda küresel prestije sahip bir başka program olan “Stevie Satış ve Müşteri Hizmetleri Ödülleri”nde de sektöre hareketlilik getiren sadakat programı GO CARD ile 3 farklı ödüle birden layık görüldü. GO CARD, “En İyi Pazarlama Çözümleri” ve “En İyi Teşvik Yönetim Çözümü” kategorilerinde altın, “Müşteri Etkileşimini Artırma” kategorisinde ise bronz ödül aldı.”

Akfen en büyük yeşil enerji kredisini aldı

Türkiye’nin 5 bölgesine 530 milyon dolar değerinde 378 MW gücünde tamamı yerli ve yenilenebilir 13 rüzgar ve güneş enerjisi santrali kurmak için yerli – yabancı 6 bankanın güçlerini birleştirip ‘Türkiye’nin en büyük yeşil enerji kredisini’ sağladığı Akfen Yenilenebilir Enerji, iki prestijli ödülün sahibi oldu. Akfen Yenilenebilir Enerji, “2019 Türkiye Bonds & Loans Ödülleri”nde “En İyi İhracat Finansmanı Kredisi” (ECA/Export Finance Deal of the Year) ödülü alırken, şirket “En İyi Doğal Kaynaklar Finans Kredisi” (Natural Resources Finance Deal of the Year) kategorisinde ikincilik ödülüne layık görüldü.

5 bölgeye 530 milyon dolar değerinde 13 rüzgar ve güneş enerjisi santrali kurmak için yerli – yabancı 6 bankadan 363 milyon dolarla ‘Türkiye’nin en büyük yeşil enerji kredisini’ alan Akfen Yenilenebilir Enerji’ye ödül yağdı. Akfen Yenilenebilir Enerji, Türk sermaye piyasaları ile finans sektörünün en saygın ödüllerinden biri olarak kabul edilen “2019 Türkiye Bonds & Loans Ödülleri”nde “En İyi İhracat Finansmanı Kredisi” (ECA/Export Finance Deal of the Year) ödülünü alırken, “En İyi Doğal Kaynaklar Finansman Kredisi” (Natural Resources Finance Deal of the Year) kategorisinde ikincilik ödülüne layık görüldü.

Rüzgar, güneş ve hidroelektrik olmak üzere sadece yerli ve yenilenebilir kaynaklardan enerji üretmeye odaklanan ve bu alanda 2020 yılına kadar 1000 MW’lık “temiz kurulu güce” ulaşmayı hedefleyen Akfen Yenilenebilir Enerji, 530 milyon dolar değerindeki güneş ve rüzgar enerji projeleri için Türkiye’nin en büyük yeşil enerji kredisini alan kuruluş olarak öne çıktı.