17.3 C
İstanbul
Pazartesi, Kasım 3, 2025

Sudan Krizi’nin Afro-Avrasya Güvenlik Mimarisine Etkisi

Must read

Sudan’da 2023’ten bu yana devam eden iç savaş, sahada yalnızca askerî bir rekabet değil; devlet yapısının tamamen çökmesine yol açabilecek çok katmanlı bir dönüşüm oluşturmaktadır. Hızlı Destek Kuvvetleri – Rapid Support Forces (RSF) tarafından uygulanan sistematik etnik temizlik ve altın temelli savaş ekonomisi, Darfur’u bir yandan insani felaketin merkezine dönüştürürken diğer yandan bölgesel terör ekosistemine açılan stratejik bir kapı hâline getirmektedir. El-Faşir’in düşüşü, bu tablonun hem sembolik hem de operasyonel kırılma anı olarak değerlendirilmelidir.

Sudan’daki çöküşün etkileri Darfur sınırlarının çok ötesine taşmış durumdadır. Sahel hattında —Nijer, Mali, Burkina Faso ve Nijerya— yükselen cihatçı örgütlenmeler, Sudan’daki güvenlik açığından beslenmektedir. Libya’dan Çad’a uzanan milis hareketliliği, silah ve savaşçı devşirme hatlarıyla birleşince bölge, IŞİD’in Rakka modeline benzer idari ve askerî yapılanma girişimlerine açık hâle gelmektedir. Bu nedenle Sudan, Sahel merkezli terör dalgasının yeni cephesi olma potansiyeli taşımaktadır.

Tam da bu noktada, ABD Başkanı Donald Trump’ın Truth Social üzerinden yaptığı açıklama, bölgenin artık büyük güç rekabetinin gündemine girmekte olduğunu kanıtlamaktadır. Trump’ın Nijerya’daki terör saldırılarıyla ilgili olarak paylaştığı; “Bu saldırıları durdurun, yoksa ABD gerekeni yapar” şeklindeki sert ifadeler, Sahel ve Batı Afrika’daki radikalleşmenin milli güvenlik ölçeğinde ele alınmakta olduğunu göstermektedir. Bu tutum, Sudan’daki çöküşün Sahel’i tetikler nitelikte olduğu yönündeki bir önceki paragraftaki tespitimizi güçlendirmektedir.

Bölge dışı aktörler de kendi jeostratejik öncelikleri doğrultusunda sahayı şekillendirmektedir.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), RSF ile geliştirdiği finansal ve lojistik ağ üzerinden Darfur’daki altın kaynaklarına erişimini sürdürmekte ve Kızıldeniz hattında nüfuzunu artırmayı hedeflemektedir. Çin, Deniz İpek Yolu güvenliği ve Kızıldeniz liman yatırımlarının korunması gerekçesiyle “egemenlik ve istikrar” vurgulu, çatışmadan uzak ama sonuç odaklı bir politika izlemektedir. Rusya ise Afrika Korps üzerinden hem altın hem liman erişimi sağlayarak, Batı’nın boşalan alanında paramiliter nüfuz artışı yakalamaya çalışmaktadır. ABD ise terörle mücadele ve göç güvenliği ekseninde yeniden oyuna dönüş sinyalleri vermektedir. Bu karmaşık tablo, Sudan krizini yalnızca bir iç savaş olmaktan çıkarıp büyük güç rekabetinin yeni kesişim noktası hâline getirmektedir.

Uluslararası örgütler düzeyinde ise tutumlar sınırlı kapasiteyle şekillenmektedir. Birleşmiş Milletler (BM), RSF’nin Darfur’daki uygulamalarını “soykırım benzeri vahşet” olarak nitelendirmekte; ancak Güvenlik Konseyi’ndeki ayrışmalar nedeniyle bağlayıcı karar üretmekte zorlanmaktadır. İnsani erişim çağrıları, sahadaki güç gerçekliğini değiştirememektedir. Avrupa Birliği (AB) ise Sudan’daki çöküşü bir göç ve insani kriz riski olarak görmektedir. Ukrayna dosyasına yoğunlaşmış olması nedeniyle, reaktif ve kriz-odaklı bir çizgide ilerlemektedir. AB’nin en belirgin kaygısı, Sudan kaynaklı yeni bir göç dalgasının Akdeniz üzerinden Avrupa’ya yönelmesi ihtimalidir.

Bu gelişmelerin küresel ticaret güvenliğine doğrudan yansıması ise Kızıldeniz üzerinden hissedilmektedir. Süveyş Kanalı ve Bab el-Mendeb hattı, dünya deniz ticaretinin yaklaşık %15’ini taşıyan kritik bir koridor niteliği taşımaktadır. Sudan’ın çöküşü bu hat üzerinde yeni bir güvenlik kırılganlığı doğurmakta; navlun maliyetlerini, enerji fiyatlarını ve özellikle Avrupa’nın tedarik zincirleri üzerindeki baskıyı artırmaktadır.

Türkiye’nin konumu bu noktada kritik önem taşımaktadır. Kızıldeniz güvenliği, Doğu Akdeniz ve Ege güvenliğiyle jeostratejik olarak birbirine bağlıdır. Sudan’daki her gelişme, göç ve terör baskısının Türkiye–Avrupa hattına yönelmesi anlamına gelmektedir. Türkiye, Suriye kaynaklı göçün maliyetini yaklaşık on yıldır tek başına taşımaktadır; ancak Sudan’dan kaynaklanabilecek yeni bir dalga, bu kez hem Türkiye’yi hem de Avrupa’yı doğrudan etkileyecek bir tabloyu beraberinde getirmektedir.

Sudan Krizi, Afro-Avrasya güvenlik mimarisinin yalnızca zayıf halkasını değil, aynı zamanda geleceğin güç dengelerini belirleyecek yeni kırılma hattını temsil etmektedir. Bu kriz, bir yandan Sahel’den Kızıldeniz’e uzanan jeopolitik fay hattını tetiklerken, diğer yandan küresel ticaret yolları, enerji güvenliği, göç ve terör dinamiklerini aynı anda etkilemektedir. Türkiye açısından bu tablo, coğrafi uzaklık kavramını ortadan kaldırmakta; Kızıldeniz’de yaşanan her sarsıntı, doğrudan Akdeniz ve Ege güvenliğine yansımaktadır. Dolayısıyla Ankara, Sudan-Çad-Libya ekseninde kaynağında güvenlik diplomasisini, Kızıldeniz’de çok taraflı deniz güvenliği girişimlerini ve Avrupa ile yük paylaşımına dayalı yeni bir işbirliği mimarisini eş zamanlı biçimde güçlendirmek zorundadır. Yönetilmeyen her risk, Türkiye’nin sınırlarında, piyasalarında ve ulusal güvenlik çevresinde katlanarak büyüyecektir. Ancak doğru stratejik hamlelerle Sudan Krizi, Türkiye için jeopolitik maliyet üretme süreci olmaktan çıkıp bölgesel düzen kurma kapasitesini doğrulayan bir fırsata dönüşebilecektir. Bu yönüyle Sudan, Afro-Avrasya çağının büyük sınavlarından biridir— ve Türkiye bu sınavın merkezinde yer almaktadır.

Yazar Hakkında

Doç. Dr. Hakan Arıdemir, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Uluslararası Hukuk, Bölgesel Deniz Jeopolitiği meseleleri ve Uluslararası Deniz Hukuku alanında çalışmalarını sürdürmektedir. Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucu başkanıdır. Ulusal ve uluslararası düzeyde birçok akademik projeye, çalıştaya ve yayın faaliyetine öncülük etmektedir. Türkiye’nin Afro-Avrasya vizyonu ve Türk dünyası stratejileri üzerine analizler üretmektedir.

- Advertisement -spot_img

More articles

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisement -spot_img

Latest article