Ruslar başta Suriye olmak üzere Rusya’nın muhtelif ülkelerde askeri varlığının ve sıcak çatışmaların gündelik hayata maliyetini ve negatif etkilerini tolere edip Putin’e büyük ve koşulsuz desteğini sürdürecek mi.?
Görünen o ki; Rus ekonomisi sıkıntıda. Yönetim de halk da bunun farkında ve kaygısına girmiş durumda.
Biraz geriye bakarsak; Medvedev’in gidişi ve Rusya Fedaral Vergi Servisi başkanı Mihail Mişustin gibi bir teknokratın başbakan olması tamamen ekonomik sebepledir.
Bu değişikliğin nedenleri;
Yaptırımların etkisini azaltmak,
Ekonomiyi canlandırarak alım gücünü artırmak,
Düşük büyüme oranını artırmak,
Dolayısıyla da Putin ve Birleşik Rusya Partisine desteğin devamını sağlamak için planlanan Ulusal Projelerin realizasyonu konusunda görülen aksaklık ve başarısızlıklar olmuştur.
Değerlendirmeye şunu da katmak zorundayız; Rus halkı Çarlık ve Sovyet dönemindeki halk değil.
Geçmişteki koşulsuz kabul ve teslimiyet içindeki Ruslar yok.
Yeni Nesil Ruslar farklı ve kapitalize zihniyette. Bu yapı ve yaklaşıma yine Putin’le kavuştular ve ulaştılar.
Şimdi Medvedev’e bir emekli kalkıp maaşların yükseltilmesi talebinde bulunabiliyor.
Eski Rusya’da bu mümkün mü idi..
Ve de; “Para yok, ama dayanın” cevabına ciddi tepki ve eleştiriler aşikare şekilde yapılabiliyor.
Hal böyleyken en büyük geliri petrol ve doğalgazdan olan Rusya; petrolün varil fiyatının 50 doların altına düşmesiyle birlikte iyice sıkıntıya girebiliyor. Ki, şuanda bu gerçeklikle karşı karşıya.
Sanmıyorum ki vergi uzmanı başbakan getirerek, vergi gelirlerinin artışıyla kötü ekonomik gidişat pozitife çevrilecek ve hakim olan negatif beklenti değişecek.
İran’a dönersek; sürekli yaptırımlar ve halka yansıyan ekonomik sıkıntılar orta kuşak İran’lılar nezdinde ciddi hoşnutsuzluğa dönüşmüş vaziyette.
En son birkaç ay önce akaryakıt fiyatlarındaki artışa tepki olarak başlayan sokak hareketleri İran’ın kırılma noktasına geldiğini gösterdi.
Bir de petrol fiyatında düşüş başlaması; tıpkı Rusya gibi ekonomisi petrole dayalı İran’ı da çok zorlayacak ve halka yansıyan maliyeti artıracak.
Her iki ülke için de petrole dayalı ülkelerde petrol fiyatlarının çıkış-inişiyle ortaya çıkan ekonomik soruna atfen söylenen Hollanda Hastalığı durumunun oluşturulduğunu söyleyebiliriz.
Keza, Suriye’de Rejimin askeri ve ekonomik en büyük destekçisi Rusya ve İran ekonomisindeki kötü gidişat Suriye Rejimini de etkilememesi mümkün değildi. Ve etkilemeye başladı. Hele de Başarısız Devlet niteliğinde ve savaş halinde olmaktan dolayı tüm dinamikleri yıkılmış, ekonomik ve siyasi varlığı destekçi ülkelerin insafına kalmış bir ülke durumuna düşmüşsen; vaziyeti korumak pamuk ipliğine bağlı demektir.
Çünkü savaşması ve azla yetinmesi istenen insanların tahammülü sınırlıdır.
Fedakarlık bir noktadan sonra bıkkınlık, çöküntü ve ümitsizliğe dönüşür.
Ki, Suriye iç savaşı bu belirsizlik ve her geçen gün artan imkan daralmasının en bariz örneği olarak cereyan ediyor.
Savaşın ana aktörü üç devletin ekonomik ve iç siyasi durumları bu haldeyken Rejimin İdlib saldırısı başlamıştı.
Çünkü başka çare kalmamıştı.
Onlar için İdlib, iç savaşın kritik ve nihai final’inin başlangıcı idi.
Rusya ve İran’ın iç siyasi ve ekonomik gidişatı Rejimi İdlib saldırısına mecbur bıraktı.
Yoksa Rejim Güçlerinin bizim askerlerimize saldırmaya; ne cesareti, ne cüreti, ne de imkan ve kabiliyeti mevcuttu. Bu iki ülkenin iç gündemlerinin zincirleme dayatması sonrası, irade ve inisiyatifi kalmamış Rejim güçleri saldırı başlattı.
İdlib konusunu bir şekilde halletmek zorundalardı.
Gerek izolasyon, gerek Türkiye’ye sığınmacı akını, gerekse de topyekün imha ile insansızlaştırılmış bir İdlib şeklinde neticeye varmak bir mecburiyet haline gelmişti.
Ama Türkiye’nin verdiği karşılık oyun ve planı bozdu.
Açıkcası böylesi geniş kapsamlı, hızlı ve kararlı karşılık beklemiyorlardı.
Rejim ve paydaş ülkeler eğer ekonomik maliyetin baskısı altında olmasalar Türkiye’nin verdiği karşılığa daha yüksek sesle ve daha sert tepkiye yönelebilirlerdi.
Fakat şuanda Rusya da, İran da ince diplomatik hesap ve strateji içinde.
Aksi takdirde iç siyaset ve kamuoylarında yükselen muhalif seslerin iktidar ve varlıklarını tehdit edecek boyuta ulaşması an meselesi…
Hele her iki ülkenin de yakın işbirliği içinde olduğu Çin’de başgösteren virüs olayının global ve ilintili ülke ekonomilerinde konjonktürel ve şimdilik kısmi boyutta görülen Avrasya bazlı bölgesel/küresel ekonomik kriz’i de düşünürsek; sıkıntının şümulü büyük, riskli, geniş ve genişleyecek demektir.
Çünkü Çin ekonomisinde ortaya çıkacak bir sıkıntının küresel ekonomiyi etkilememesi düşünülemez.
Hal böyleyken;
Erdoğan-Putin görüşmesi nasıl sonuçlanır bilemem. Ama Erdoğan’ın elinin daha dolu ve güçlü olduğunu düşünüyorum. Yine de çok dikkatli, akıllı ve akılcı olmaya mecburuz.
Çünkü süregelen ve yakın zamanda bitecek gibi de görünmeyen Suriye iç savaşı hemen her ülkeyi ve ekonomisini etkiler, etkileyecektir de…
Kazanana da, kaybedene de ciddi zararlar veriyor ve verecektir.
Bu nedenle de günü kurtarmak kabilinden değil; uzun soluklu, ayakları yere basan ve uzak perspektifli bir yaklaşımla hareket etmeliyiz.
ABD, Avrupa, Çin, İran ve Rusya’nın dahil edildiği ama son tahlilde hepsinin hasımlığının da bilincinde olacağımız bir stratejiyle diplomasi yapmalıyız. Gerekirse reste rest de demeli ama bunun getiri-götürüsünü çok iyi hesaplamalıyız.
Neticede karşımızdaki Putin gibi; küresel tetikçiliği de, kendi halkını bile sert yöntemlerle bastırmayı da, gittiği ülkelerde alan kaybetmemek için her türlü kirli savaşı da ve aynı zamanda bulanık ve sinsi dezenformasyonu da başarı ve pervasızca yapabilen birisi var.