Giriş
Karadeniz “Sakarya Sahası” Ağustos 2020’den beri ülkemiz gündeminde sıkça yerini alan bir bölge durumuna gelmiş bulunmaktadır. Bilindiği üzere, 21 Ağustos 2020 tarihinde Cumhurbaşkanı’nın yaptığı bir konuşma ile Karadeniz’de Türkiye’nin “Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB)” sınırları içinde yer alan “Sakarya Sahası”nda Tuna-1 Sondaj alanı olarak nitelenen mevkide 320 Milyar m3’lük önemli bir doğal gaz rezervinin bulunduğu açıklanmıştı. Bu açıklamayla Türk karasularındaki ilk önemli doğal gaz keşfinin anonsu yapılmıştır.
Daha sonra 17 Ekim 2020 tarihinde de yine aynı konumda (ancak daha derin bir katmanda) 85 Milyar m3’lük ek bir doğal gaz rezervi daha bulunduğu yine Cumhurbaşkanı’nı tarafından açıklanmıştır. Böylelikle 2020 yılı içinde Tuna-1 Sondaj alanından toplam 405 Milyar m3’lük bir rezerv keşfi yapılmış olmaktadır.
Son olarak ta, yine Cumhurbaşkanı tarafından 4 Haziran 2021 tarihinde Sakarya Sahası içinde, ancak bu sefer “Amasra-1” Sondaj alanında 135 m3 doğal gaz rezervi bulunduğu açıklanmış bulunmaktadır. Böylelikle, şimdiye kadar söz konusu bu sahadan 540 m3 doğal gaz keşfi yapılmış olmaktadır. Bir başka deyişle, Sakarya Sahası’ndan Türkiye’nin bugüne kadar bulunan en büyük doğal gaz rezervi bulunmuş olmaktadır. Şekil 1’de Türk MEB’i içinde bulunan “Sakarya Sahası” ve bu saha içinde doğal gaz bulunan Tuna-1 ve Amasra-1 Sondaj alanları görülmektedir.
Türkiye için birçok açıdan büyük önemi olan bu rezervin enerji-politik değerlendirmesine geçmeden önce Karadeniz hakkında bazı özellikleri hatırlatmak yerinde olacaktır.
Karadeniz
Ülkemizin kuzeyinde yer alan Karadeniz, Asya-Avrupa arasında yer alan bir deniz olup daha çok bir iç deniz niteliği taşımaktadır denebilir. 3. Jeolojik dönem ve öncesinde var olduğu düşünülen Büyük Tetis Denizi ile ilişkilendirilmektedir. Daha yakın bir geçmişte (yaklaşık 4.500 – 6.500 yıl önce) meydana gelmiş olan tektonik hareketler sonucunda da (Boğazlar ve Marmara denizi ile birlikte) günümüzdeki coğrafi görüntüsüne kavuştuğu kabul edilmektedir. Bu bağlamda, geçirdiği jeolojik ve tektonik geçmiş nedeni ile Karadeniz, potansiyel bir hidrokarbon rezerv bölgesi olarak düşünülebilmektedir.
Yaklaşık 8.350 kilometrelik toplam kıyı şeridine sahip olan Karadeniz’in yüzölçümü 461.000 km² kadardır. Tuzluluğu binde 18 mertebesinde, (1970-2018 yılları arası itibariyle) ortalama sıcaklığı ise 15,2o C olarak ifade edilmektedir. Doğudan batıya en geniş yeri 1.175 km, en derin noktası ise 2.210 m. kadardır.
Karadeniz, bilindiği üzere Boğazlar ve Marmara Denizi üzerinden Akdeniz’e bağlanmaktadır. Daha geniş bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde ise; Cebelitarık ile Atlantik’e, Süveyş ve Kızıldeniz ile de Hint Okyanus’una, bir başka deyişle dünya açık denizleri ile bağlantısı sağlanmaktadır. Ayrıca, nehir bağlantılarıyla da; batıda Atlantik Okyanusu’na, doğuda Hazar Denizine ve Kuzeyde Arktik Denizine ulaşılması mümkün olabilmektedir.
Karadeniz çevresinde; Türkiye ile beraber 6 ülkenin (Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya ve Gürcistan’ın) kıyısı yer almaktadır. Bulgaristan ve Romanya’nın Avrupa Birliği (AB)’ne girmesiyle artık Avrupa Birliği’nin de Karadeniz’e kıyısı bulunmaktadır. Ancak, Karadeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip ülke Türkiye’dir.
Karadeniz’de Bulunan Doğalgaz Rezervlerinin Enerji-Politik Değerlendirmesi
Öncelikle şunu belirtmek yerinde olacaktır ki; Türkiye tarafından Karadeniz’de bulunan rezervler, tümüyle yerli ve milli imkânlarla belirlenmiş ve deniz yüzeyine çıkarılmıştır. Bir başka deyişle, rezerv araştırması için yapılan sismik araştırmalardan sondaj çalışmalarına, rezerv miktarının belirlenmesinden kalitesinin tayinine kadar tüm çalışmalar ülkemiz olanaklarıyla yapılmış bulunmaktadır. Böylelikle, başka ülke imkânları kullanılmadığından (şimdiye kadar) farklı ülkelere pay verme durumu da söz konusu olmamıştır. Bu husus, enerji ekonomisi açısından önemli olduğu kadar enerji politik açıdan da önem arz etmektedir.
Bulunan doğal gaz rezervlerinin 250 km2’yi aşan araştırma alanında yapılan çalışmalarla belirlendiği anlaşılmaktadır. Tuna-1 sondaj alanında 20 Ağustos’ta duyurulan ve ilk bulunan rezerve 2.117 m su derinliğinde 3.520 m son derinlikte ulaşılmıştır. Yine Tuna-1 sondaj alanında 17 Ekim 2020’de duyurulan ikinci rezervin 4.525 m kadar son derinlikte bulunduğu belirtilmiştir. Amasra-1 sondaj alanında, bu sene bulunan rezerve ise 1.938 m su derinliğinde, 3.850 m son derinlikte ulaşılmış olduğu ifade edilmiştir. Sakarya sahasındaki Türkali mevkiinde de sondaj çalışmalarının sürdüğü ifade edilmektedir.
Türkiye’nin Karadeniz’de bulunan rezerv dışındaki, öz kaynağı olan bugüne kadar bilinen doğal gaz miktarının 16,6 Milyar m3 olduğu göz önüne alınırsa, bulunan bu rezervlerin Türkiye için önemi kendini göstermektedir. Ayrıca, ülkemizin yıllık doğal gaz gereksiniminin yaklaşık 48-49 Milyar m3 mertebesinde olduğu düşünüldüğünde de Karadeniz rezervinin ehemmiyeti anlaşılmaktadır. Konu dışından olanlar, düz mantıkla rezerv miktarını, ülkenin toplam yıllık gereksinimine bölerek rezerv değerlendirmesi yapma yoluna gidebilmektedirler.
Oysa ülkeler için hangi enerji kaynağı olursa olsun, hiçbir zaman tek bir bölgeden kaynak temini enerji ekonomisi ve enerji politik açıdan uygun olarak nitelenmemektedir. Zira rezerv bölgesinde (deprem, arıza ve teknik sorunlar vb. gibi) herhangi bir sorun olması halinde enerji arz güvenliği riski ortaya çıkmaktadır. Bir başka deyişle, bulunan rezervin yedeklilik kriteri bağlamında farklı rezerv bölgeleri ve/veya farklı alımlarla yedeklenmesi esas olmaktadır.
Türkiye açısından bakıldığında, Türkiye’nin çeşitli anlaşmalarla (başta Rusya, İran ve Azerbaycan olmak üzere) farklı ülkelerle yapmış olduğu doğal gaz bağlantıları bulunmaktadır. Fazla olarak, (ABD, Cezayir, Katar ve Nijerya’dan) LNG bağlantıları bulunmaktadır. Dolayısıyla ülke gereksinimi, tümüyle bulunan bu rezervden karşılanmayacaktır.
Ayrıca, rezerv işletim sistemi genellikle Gaussian değişime uygun olarak planlanmaktadır. Bir başka deyişle ilk senelerde “az” çıkarım yapılırken nihayet yüksek kullanım seviyelerine çıkılmakta, rezervin azalmaya başlamasıyla birlikte de yine kullanımdaki katkı miktarı düşürülerek kaynak bölgesinin devrede kalma süreci uzatılmaktadır. Dolayısıyla da, rezerv azalımı başladığında diğer kaynakların arzda yer almaları uyumlu şekilde sağlanmaktadır. Bu bağlamda, Sakarya Sahasında şimdiye kadar ulaşılan rezervlerin 25-30 yıl ülke kullanımında bulunacağı söylenebilir.
Öte yandan bulunan rezerv miktarının önemi, genel rezerv değerlendirmesi bağlamında irdelenmek istenirse; öncelikle global ölçekte 85-850 Milyar m3 mertebesindeki rezervlerin “Dev Keşif Rezervleri” olarak nitelendiğini belirtmek gerekir. Bu bakımdan Sakarya Sahasında Tuna-1 ve Amasra-1 sondaj bölgelerinde bulunan rezervlerin bu aralıkta yer aldığı görülmektedir.
Bilinen bazı diğer ülke doğal gaz rezervleriyle kıyaslaması yapıldığında, bulunan rezervin önemi daha net anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, Doğu Akdeniz’de sıkça sözü edilen (Leviathan, Tamar, Afrodit, Zohr ve Nour) doğal gaz rezervleri ile karşılaştırıldığında Sakarya sahasının “iyi” olarak nitelenebilecek bir doğal gaz rezerv bölgesi olduğu kendini göstermektedir (Şekil 2).
Öte yandan, sismik araştırma çalışmalarının daha geniş alanlarda yapılmasının koordine edilmekte olduğu ifade edilmektedir. Bir başka deyişle, yeni rezervlerin bulunabilmesi muhtemeldir. Nitekim Türkiye “Kanuni” adı verilen yeni bir derin deniz sondaj gemisi almış ve Karadeniz sondaj faaliyetlerinde yer almak üzere hazırlamış bulunmaktadır. Böylelikle, Karadeniz’de sondaj çalışmalarını gerçekleştiren ve doğal gazı bulan “Fatih Sondaj Gemisi” ile birlikte “Kanuni Sondaj Gemisi” beraberce enerji kaynaklarını arama faaliyetlerini sürdürebileceklerdir.
Karadeniz’de Sakarya bölgesinde bulunan doğal gaz rezervinin eder olarak (bulunan doğal gazın süreklilikle zaman içinde aynı kalitede sağlanıp sağlanamamasıyla ilgili olarak değişebilmekle beraber) yaklaşık 180 Milyar USD mertebesinde bir değere sahip olduğu ifade edilmektedir. Bu eder, doğal gaz ihtiyacı yüksek olan Türkiye’nin bütçe cari açığında önemli bir yer tutan enerji ithalatının azaltılması bakımından önemlidir. Dolayısıyla söz konusu rezervin kullanıma girmesiyle, Türkiye’nin bütçe ödemeler dengesinin olumlu etkileneceği açıktır.
Öte yandan, Sakarya sahasında bulunan doğal gazın rutin çıkarım şartlarının sağlanması ve çıkarılan doğal gazın karaya taşınması burada üzerinde durulması gereken önemli bir hususu oluşturmaktadır. Açıklandığı üzere; bulunan doğal gazın karaya taşınması işleminin Türkiye Cumhuriyetinin 100. Kuruluş Yıldönümüne, bir başka deyişle 2023’e yetiştirilmesi hedeflenmektedir.
Verilen hedef hayli iddialı olmakla beraber gerçeklenmesi, projeye öncelik verilmesi halinde mümkün de olabilir. (Nitekim İsrail, kıyıya yaklaşık olarak benzer mesafedeki Tamar bölgesi rezervini karaya 2 senede taşıyabilmiştir. Mısır da 2,5-3 sene gibi bir sürede Akdeniz’de bulduğu doğal gazın karaya akışını sağlayabilmiştir.)
Bulunan gaz rezerv noktalarında öncelikle platform konuşlandırılması gerekmektedir. Platform inşa edilebileceği gibi satın alınabilir veya kiralanabilir de… Örneğin; bu konuda Güney Afrika ile işbirliği yapılabilir olduğu gözlenmektedir. Ayrıca, boru hattı çekilmesi de önemli bir diğer hususu oluşturmaktadır. Bütün bu işlemler için yabancı ülke veya yabancı şirket desteği de alınabilir. Ancak, şimdilik böyle bir girişimde bulunulmadığı anlaşılmaktadır.
Açık deniz rezervlerinin karaya taşınmasında akla gelen bir diğer çözüm de uygun şartların sağlanmasıyla FSRU (Floating Storage Regasification Unit) gemisi kullanılması olabilir. Fizibl bir çözüm olması tartışılır olsa da, Türkiye için başlangıçta denenebilecek bir çözüm olarak ta düşünülebilir.
Bilindiği üzere, Türkiye Güney Kore’ye bir FSRU gemisi sipariş etmişti. “Ertuğrul Gazi” adı verilen bu gemi ilgili testleri de tamamlandıktan sonra Hatay-Dörtyol’a Nisan 2021 sonu itibariyle ulaşmış bulunmaktadır.
Önemli bir aşama da; taşınan gazın uygun bir liman üzerinden dağıtıma girmesi olacaktır. Bilindiği üzere, ülke içi doğal gaz dağıtım şebekesi, Türkiye’de hayli yaygın donanımlıdır ve 81 vilayete de doğal gaz şebekesi ulaşmış bulunmaktadır. Dolayısıyla ülke içi dağıtım şebekesinde sorun olacağı beklenmemektedir. Bununla beraber ilgili liman ve uygun liman tesislerine gereksinim bulunmaktadır.
İlgili liman olarak Zonguldak’ın Filyos limanı belirlendiği anlaşılmaktadır (Şekil 1). Son olarak 4 Haziran 2021 tarihinde Filyos’ta “Doğal Gaz İşleme Tesisi”nin temeli atılmıştır (Şekil 3). Söz konusu bu tesiste, tesise ulaşan doğal gazın ayrıştırılması, filtrelenmesi, basınçlandırılması ve şebekeye verilmesi sağlanacaktır.
Burada önemli bir diğer husus ta; Türkiye’nin doğal gaza ilişkin dış bağlantı anlaşmalarının bu yıldan başlayarak önümüzdeki yıllarda sırasıyla sürelerinin doluyor olmasıdır. Dolayısıyla, anlaşmaların sürelerinin uzatılması veya yenilenmesi gündeme gelecektir. Bu bağlamda söz konusu anlaşmalar konusunda, (artık alternatif bir öz kaynağın varlığı nedeniyle) Türkiye açısından daha avantajlı şartlarla ve daha ekonomik olarak sözleşmeler yapılabilmesi mümkün olabilecektir.
Sonuç
Yukarıda açıklananlar beraberce değerlendirildiğinde; Türkiye için Karadeniz’de, Sakarya sahasında bulunan doğal gaz rezervi öncelikle öz kaynak olarak, yerli ve milli imkânlarla bulunmuş olup bu kaynak “dev doğal gaz rezervi” grubunda yer almaktadır. Burada, doğal gazın aranarak bulunması, çıkarılması, karaya taşınması ve dağıtım sistemine dâhil edilmesiyle Türkiye önemli ölçüde mühendislik deneyimi sahibi olacaktır. Böyle bir deneyim, Türkiye’nin ileriki yıllarda farklı bölgelerde ve farklı ülke Münhasır Ekonomik Bölgeleri (MEB)’ndeki girişimleri ve uygulamaları için yadsınamayacak bir deneyim niteliğinde olacaktır. Ayrıca, konuya ilişkin önemli bir istihdam alanı açılmış olacak ve ülke kalkınmasına önemli katkı sağlanabilecektir.
Öz olarak belirtmek gerekirse; Karadeniz’de bulunan söz konusu doğal gaz rezervi gelecek vaat etmektedir. Bir başka deyişle, bulunanlara ilaveten yeni bulunabilecek kaynaklar da beklenti içinde görünmektedir. Bu durum, Türkiye’ye enerji kaynaklarına ilişkin konjüktürel inisiyatif kullanmada etkinlik kazandırabilecektir. Dolayısıyla Türkiye’nin jeopolitik etkinliğini enerji-politik manada daha da öne çıkartacaktır. Böylelikle, Türkiye’nin bölgedeki, hatta dünyadaki önemi giderek artacaktır. Bununla beraber, söz konusu bu durumun getireceği enerji-politik rekabet ve oluşturabileceği risklere karşı da hazırlıklı olunması gerekebilecektir.