Çin’in başta Doğu Türkistan olmak üzere Tibet, Güney Moğolistan, Hong Kong ve benzeri bölgelerinde devlet eliyle uyguladığı ağır insan hakları ihlalleri maalesef hür dünyadan yeterli ilgiyi görmemekte, dahası bir kısım sözde Müslüman devletlerde ise bölgede yaşananlar görmezden gelinmektedir.
2016 sonrası dönemde sözde “eğitim kampları” bütün aleniliği ile varlığını devam ettirmesine, yüz binlerce aile parçalanmasına ve bir o kadar da çocuk ailelerinden koparılmasına rağmen, hür dünyanın sessizliği, gelecek adına bizleri endişelendirmesi gerekirken, bu vurdumduymazlığın sebebini anlamakta zorlananlardan birisiyim.
Maddi çıkarlarınız, ikili münasebetleriniz, uluslararası stratejik atılımlarınız vesaire vesaire…
Her ne amaç, plan veya programla alakalı olursa olsun, Doğu Türkistan’da yaşanan insanlık ayıbına sessiz kalmak veya göz yummak, açıklanabilir bir durum değildir.
2019’un ortalarından itibaren sözde eğitim kaplarının Çin’in iç bölgelerinde inşa edilerek, yüzbinlerce insanın, nerede oldukları bile bilinemeyen, sonu meçhul bir yolculuğa çıkarılması ise kabul edilebilir bir durum değildir.
Basına yansıdığı ve bilhassa İsrailli bilim adamlarının akademik çalışmalarına konu olan Çin’de “Organ Nakli” ve Suudi Arabistan merkezli “Helal Organ” kampanyaları insanı dehşete düşürür bir hal almıştır.
Bilhassa Çin iç bölgelerine nakledilen sağlıklı ve genç yaştaki Doğu Türkistanlıların bilerek ve tedrici olarak ölüme sürüklenip, organlarının ticari bir meta haline döndürüldüğüne dair veriler ise, muhtemelen ben insanım diyebilen herkes için dehsetamiz bir durumdur. Hal böyleyken, hâlâ Çin’e ses çıkarılmaması ne ile açıklanabilir bilemiyorum.
Aklıma gelen, şayet Çin, iddia ettiği şekliyle, bütün bu insanlık ayıplarının olmadığına dair dünya kamuoyuna inandırıcı argümanlar sunamayacaksa, bu vesile ile söyleyelim, önümüzdeki kısa sürede hem ulusal hem de uluslararası ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalacaktır.
Başta Çin’in toplumsal iç huzuru olmak üzere, Çin’e çevre ülkelerde istikrarsızlığın hiç kimseye faydasının olmadığını bilvesile ifade edelim.
Bu manadan olmak üzere şayet Çin, hiç ümidim olmamakla birlikte, samimi ise bölgeyi uluslararası teşkilatların kontrollerine, ön koşulsuz olarak açmalıdır.
Bununla birlikte, şayet Çin, iddia ettiği şekliyle bölgede “radikal eğilimler”den korkar hâle geldiyse, ülkemizin güzide kuruluşlarından “Diyanet İşleri Başkanlığı”nın bölgede faaliyetine, ivedilikle, izin vermelidir.
Ayrıca ülkemiz adına başta konsolosluklarımız olmak üzere, YEE, TİKA ve YTB gibi teşkilatlarımızın Doğu Türkistan’da temsilciliklerinin faaliyet yapmasının önündeki engelleri, zamana yaymadan, oyalamadan ve absürt bahaneler icat etmeden sağlamalıdır.
Gayet insani olduğuna inandığım bu isteklerin bile, kendisinden başka her toplumu “barbar” olarak gören Komünist Çin idaresi ve idarecileri tarafından yerine getirilmeyeceği, üzülerek ifade edeyim ki, kanaatindeyim.
Son olarak Çin tarihinin hiçbir devrinde “samimiyet” olmadığını bilen birisi olarak Çin’e tavsiyem, yaktıkları ateşe taşıdıkları odunlar, önce kendilerini yakacaktır. Gelin bundan vazgeçin ve kendinizle beraber masum bölge halkının da kanına, daha fazla, girmeyin…