Bu makale ile üstüme yine yıldırımları çekeceğimi gayet biliyorum! Ama benim gibi düşünüp de “söylemeye cesaret” edemeyen bir “sessiz grubun da” olduğuna aynı şekilde eminim! Birileri konuşmalı, birileri duymalı, bazıları da bu haksızlık adına derin derin düşünmeli!
General Franco, ortalama kırk yıl İspanya’yı tek başına yönettikten sonra iyice yaşlanınca görevden alındı. Basın ünlü generale bu koca Avrupa ülkesini bu kadar uzun bir süre kendi iradesi ile nasıl yönettiğini sorunca General Franko’nun yanıtı gayet basitti. “Üç adet 50 bin kişilik beşik yaptırdım.” (A. Madrid, Real Madrid ve Barselona Statları)
Arjantin diktatörü Videla, 1978 dünya kupası yarı finali öncesi Peru lideri Bermudez ile gizli görüşme gerçekleştiriyor. Perulu futbolculara sahada amaçsızca dolaşmaları emrediliyor, sonuçta Arjantin maçı 6-0 kazanıyor. Peru takımının kaptanı Chumpitaz “Bu benim hayatımın en acı en kötü günüdür, utanıyorum ama daha da fazla konuşamam” diyor. Portekiz lideri, Salazar ise Portekiz halkını “sorunsuz yönetmek” adına uyguladığı benzer politikayı ünlü (3F) formülü ile açıklamıştı. Salazar, tüm desteğini esirgemediği Benfica’nın arkasına sığınıp dünyanın en uzun süre hükmeden acımasız diktatörü olarak Guinness Dünya Rekorunu kırmıştır.
Dönemin en yoksul ülkelerinden biri olan Finlandiya’yı bataklıktan kurtarmak amacı ile 1904 yılında, Prof. Snelman’ın önerisi ve ardından da meclis kararı ile bu ülkede profesyonel futbol resmen yasaklamıştır. Grigory Petrov Atamızın Türkçe’ye çevirttiği “Beyaz Zambaklar Ülkesinde, “Bir Milletin Uyanışı” adlı kitabında Prof. Snelman, futbolun toplumları nasıl oyaladığı ve zehirlediğini uzun uzun anlatmaktadır. Daha sonra bildiğiniz gibi Finlandiya dünyanın en refah ülkeleri arasında yer almayı başarmıştır.
Hürriyet Gazetesi’nde 12 Ekim 2003 Pazar günü yayınlanan bir söyleşide bir taraftar “futbol tutkusunu anlamakta güçlük çekeceksiniz. Ben 11 yaşımdan beri stat önünde sabahlarım. Evet, kar, yağmur, hortum dinlemeden, takımımı desteklemek için zor şartlarda statları gezerim” diyor. Sahiden bu şahsen aptalca tutkuyu ben hiç anlayamıyorum.
“Futbol” denen bağımlılığın bazı gerçekleri ile yüz yüze gelmeye hazır mısınız?
• Finans dünyasından sonra ülkemizde en çok paranın döndüğü bir sektörde profesyonel “futbol” dur. Yabancı futbolcular için ülkemiz bulunmaz bir cennettir. İlk üç ay vergiden muaf daha sonra da inanın çok az vergi veriyorlar. Futbolcular bazen ek gelir olarak reklamlarda oynayarak ayda 300 bin Avro gibi inanılmaz paraları ceplerine rahatça indiriyorlar.
• Bir profesyonel futbolcu zaman zaman bir profesörün veya bir valinin yüz yıllık maaşını bir imza ile almaktadır.
• Çağdaş bir katı atık sahası, bir su arıtma tesisi, bir hastane, bir eğitim kurumu, bir yurt, yeni bir orman, bir hayvan bakım merkezi, bir aşevi açacak kaynak bulmakta zorlanan çok sayıda belediye, profesyonel futbol kulüplerine her yıl daha “popüler” olmak adına inanılmaz boyutlarda kaynak akıtmakta, ve kendilerine sorulduğunda ne yapalım “halk böyle istiyor.” şeklinde bence çok saçma bir açıklama yapıyorlar !
Lütfen beni yanlış anlamayın, katiyen “spora” karşı değilim. Ayrıca “tek spor” dalı da şüphesiz “futbol” değildir. Belki de aralarında en “ilkelidir”, futbol ayrıca unutmayın ki ayrıca bir “linç kültürüdür.”
Elbette gençler spor yapsın, futbol da oynasın! Spor yapan sağlıklı olur, sigara içme ve bağımlılık oranı da düşer. Ben profesyonel futbola harcanan para, ilgi ve zamana acıyorum.
Ben “İddia” diye anılan kumara,
Ben, Fotomaç, Fanatik gibi okurlarına hiçbir değer kazandırmayan bir yandan ağaçlarımızı tüketen gazetelere,
Ben, televizyonlarda tamamen “boş ve saçma” saatlerce süren beş dakika sonra hiçbir anlam ifade etmeyen futbol dedikodu ve yorum programlarına karşıyım.
Örneğin Pendik’te yaşayan bir lise öğrencisinin bir pazar günü Galatasaray Arena Stadyumunda (Arena: İnsanların birbirini öldürdüğü yer anlamına da gelir.) maça gitme hikayesinin bir analizini yapalım !
• En az gidiş dönüş dört saat (Metroya rağmen) ulaşım araçlarında vakit kaybedecektir.
• Harçlığının önemli bir bölümünü bir kitap alacağına veya kendisinin veya ailesinin şahsi bir ihtiyacını gidereceğine bir maç uğruna harcamış olacaktır.
• Stadyumda egzoz gazları, tütün, nefes, bengal ateşleri, havai fişekler, yakılan çöplerle zehirlenecektir. Ve stadyumda durduğu yerde zıplamaya başlayacak, belki de ana, avrat sövecek, “ne var ne yok” diye soracak olursanız yanıtı sadece bir kelime ile özetleyecek “geçirdik.”
• Maç bitiminde yaşanan kargaşa ve trafik sıkışıklığında yuttuğu zehirli gazları da göz önüne alınırsa eve vardığında tüm günü kelimenin tam anlamı ile “boşa” gitmiştir.