Ana SayfaKÖŞE YAZARLARIBelçika’dan İstanbul’u seyretmek

Belçika’dan İstanbul’u seyretmek

Kelt ve Cermen karışımı bir halk olan Belgae’lerden adını alan 12 milyon nüfuslu Belçika devletini 83 milyonluk ülkemiz Türkiye ile mukayese etmeye kalktığımda büyük bir hata yapacağımın farkındayım. Belçika’yı mukayese etmem gerekirse 16 milyonluk İstanbul ile değerlendirmeliyim.

İstanbul’da 16 milyonluk nüfus 5.343 km²’de, Belçika’da 12 milyonluk nüfus 30.689 km²’de yaşamını sürdürmektedir.

İstanbul halkı tabiri caizse dar alanda paslaşırken, Belçika halkı yayla gibi alanlarda zevki sefa sürüyor.

Tabi bu tezat İstanbul’da yaşamın bir kaos şeklinde, Belçika’da ise bir düzen eşliğinde gerçekleşmesine neden oluyor.

Ülke Orta Çağ’dan kalma yapıları ve Rönesans eserleriyle de İstanbul gibi buram buram tarih kokuyor.

Rönesans’ın büyülü ülkesi olarak adlandırdığım Belçika’da tarihi eserler, kiliseler, evler, köprüler, şatolar ve saraylar aslına sadık kalınarak korunmuş.

Belçika’yı; Flaman, Valon ve Brüksel bölgesi olarak üç kısımda ele alabiliriz. Zaman zaman kuzeyde yaşayan Flamanlar ve güneyde bulunan Fransızlar arasında gerilimler yaşanmaktadır.

Kuzeyde yaşayan Flaman arkadaşım ile Brüksel bölgesine gittiğimizde Fransızların Flaman olan dostuma hoş olmayan şekilde üslup kullanmalarına şahit olduğumda çok şaşırdım.

Belçika’nın bir Ayasofya Camisi, Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camisi, İstanbul Boğazı olmasa da Rönesans eserleri ile ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir.

Kaliteli çikolataları, biraları ve meşhur patates kızartmaları ile tanınan Belçika’da hâkim olan ‘düzenlilik’ çikolatasından da daha önemli ve imrenilecek halde.

%75’i Belçikalılardan oluşan ülkede Faslı, Fransız, Türk ve birçok milletten insan yaşamaktadır.

Afrika’dan geleni de görürsünüz, Çinli’yi de ama herkes ülkenin kurallarına uymak zorundadır. Devlet görevlisi ikaz ettiği zaman akan sular durur. Kimse kimsenin huzurunu bozacak davranış, hareket ve eylemde bulunamaz. Polis devleti nasıl oluyormuş bir de oraya bakmanızı tavsiye ederim.

Kırmızı ışık yandığında herkes bilir ki! Cezadan kurtuluşu yok ve bu sebeple herkes kırmızı ışıkta kural ihlali yapmak yerine yeşil ışığın yanmasını bekler. Bizde nasılını siz düşünün.

Türkiye’de ve özellikle de İstanbul’da trafik, hırsızlık ve magandalık toplumun huzurunu kaçıran tüm sebep ve nedenlerin ortadan kaldırılması adına acil tedbirler uygulanmalıdır.

Geçici çözümlerle değil…

Gerekirse sert ve istikrarlı tedbirler…

Kaygı duymaksızın “acıtasıca” tedbirler…

Kanunlarımız var,uygulanmaması bizim halimize derman değil.

Yurtdışından Avrupa ülkelerine giden ilticacılar, göçmenler, mülteciler ve hatta teröristler bile yaşamaya başladıkları şehrin kurallarına uyuyorlar ve şunu çok iyi biliyorlar ki! Kurallara uymazlarsa canları yanacak.

Can yakıcı kanunlar…

Bizim ülkemize gelen göçmenler, mülteciler, kaçaklar ve sağdan soldan gelenler nasıl davranıyor. Bakıyorlar bu topraklar dingonun ahırı, kimin eli kimin cebinde ve başlıyorlar kaosa. Uyumları düzenimize değil kaos halindeki düzensizliğimiz ile şekilleniyor.

Buna toplumsal olarak yeter dedik!

Topluma, gerekirse can yakıcı tedbirler ile bir düzen getirin!

Düzenimizi kurmak yerine kaos ile varlık bulan yöneticilerin hatalarını tekrar etmek bu millete, bu devlete ve bu cennet diyarlara hakaret, zalimlik ve vurdumduymazlıktır. Kısacası yönetim hadsizliğidir.

Her gün her ifadesi ve tweet’inde Sayın Fahrettin Koca’nın “maske takın” sözünden anlamayan kalabalığa sözde insan hakları adı altında şirinlik ile kuralcılık arasında kalan kolluk kuvvetinin hali çok mu hoş. Bir sözü ve kuralı binlerce kez işitmesine rağmen anlamayana karşı şirinlik ile çözüm üretmeye çalışmakta nedir?

Aymazlığının bedelini ödesinler!

Önce kendimizi sonra da şu Suriye, Afganistan, Pakistan vb. gibi ülkelerden topraklarımıza akın etmiş olan mülteci ve kaçaklara artık bir düzen getirelim.

Bizim ülkemizdeki yabancılar bizim kanunlarımızı görmezden gelerek “Nasıl olsa bir şey yapılmıyor.” rahat ve fütursuzca sözde yaşamalarının önüne net bir engel koyalım. Uyum kültürünü yüklenemeyene biz toplum olarak eğiticilik yapmak istemiyoruz. Bu bizim işimiz de değil.

Esas manasıyla ülkemizde de bu kaosun nedeni kanunlarımızın hakikatince işletiliyor olmamasıdır.

Milletimizin suçu yok mu?

Elbette var.

Bananecilik hastalığından ve bencillik arzularını bir kenara koyup “ben bu dünyaya niçin geldim.” hakikatin soru ve sorunlarına odaklanarak, sahte ve sahtekarlıktan uzaklaşmalı. Hep deriz ya hani Müslüman yalan söylemez, Müslüman kimseye rahatsızlık vermez, Müslüman pis olmaz, etrafı kirletmez, saygı, sevgi ve hoş görülü olur diye…

İşte tam da bu hakikat ile hareket eden Müslümanların kabiliyetini yeniden tahsis etmek gerek. Unutmamamız gerekir ki “İslam olmak için önce İnsan olmamız” gerekiyor. Allah razı değilken kulun razı olduğunu, yönetenlerin ve yöneticilerin razı olduğunu nasıl bekler ki bir Müslüman.

Yaşadığımız şehri bir emanetçi edasıyla koruyalım, kollayalım, kurallara uyalım ve yöneticilere de destek verelim. Zira onlar bizim aynamız…

Sadece kendini yetiştirmiş ve düzenlemiş bireylerin yöneticileri düzgün olacaktır. Kendisine yakışır şekilde hizmet etmeye devam edecek, rant ve çıkar ilişkilerinden uzak duracaktır.

Türkiye’de devlet erki halkın bir kısmının hoşuna gitmeyen bir kanun çıkardığı veya uygulamaya başladığı zaman müsriflikle hayat bulmuş bazı kimseler “seçimde görüşürüz.” hadsizliği ile tehdit eder. Mesele bir kısmımız mı yoksa bizi biz yapan tüm millet bedenimiz mi? Başımıza gelenleri dışarıda ya da içimizdeki seçkinlerde aramak yerine kendimize dönmemiz gerekiyor. Taşramıza… Arka sokaklarımıza… Komşumuza… Dost ve akrabalarımıza…

Yöneticilere karşı arzu ve keyfiyetinin hali ile güven hissetmeyenler için resmi bir kurumda bir sorun yaşandığı veya bir olumsuzlukla karşılaşıldığında karşısındaki memura vatandaş aynen şu ifadeyi kullanır: “Benim vergimle orada oturuyorsun, senin maaşını ben veriyorum” diyene toplum olarak “hadi oradan!” diyebilme ferasetinde olmamız gerekir. Kanunlar bizi bir arada tutar. Onları biz çürütürsek yarın bir arada olduğumuz biz kalmayacaktır.

Hükümetler kapitalizm baronlarının musluğunu biraz kesmeye görsün…

Topukları popolarına vura vura Külliye’nin kapılarına nasıl da dayanıyorlar.

Tabi bu olay sadece yöneticileri değil, kapitalizm zulmü ile işkence ettiği tüm milletimize tehdit değil de nedir?

Vatandaşlar, kapitalizmin sömürüsündeki bu hal ile şuurlanmak yerine Amerikan rüyalarına dalınca “devleti koparma” arzu ve isteklerine devleti memur etme omnipotensini yaşıyor. Bu ziyandır.

Mevzu Belçika’ya bir de hoş bir halimizi söyleyeyim.

Bizler onlar gibi değiliz. Bizleri her ne kadar apolitik bir topluma dönüştürmek isteseler de biz siyasetin, politikanın ve bürokrasinin içinde nefes alan bir milletiz. Sokaklarında Kral’ların bisiklet sürdüğünü görsek de bizim gibi devlet-li hiçbir zaman olamazlar. Biz bu kabiliyetimiz ile devletimizle bütünleşirsek “-ki devletimizin de halkı ile bütünleşmesi icap eder.” kanunlar bize zulmün değil, güzel günlerin muştusu olur.

Güvenmeyi tercih ederek, güvenilir olduğumuzu göstermemiz gerekir.

Hasılı…

TAK ARTIK ŞU MASKENİ DE, İŞİMİZE BAKALIM…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

BUNLARI DA OKUYUN