“Türkiye, Afro-Avrasya’da medeniyet halkaları ile jeopolitik katmanlar arasında hareket edebilen bir Asansör Devlettir. Bu model, hem kimlik temelli yakın çevreye inme hem de küresel platformlara yükselme esnekliği sağlamaktadır.”
Doç. Dr. Hakan Arıdemir
Beş asırdır dünyayı şekillendiren Atlantik merkezli düzen artık sona eriyor. Demografik dönüşüm, ekonomik ağırlık merkezinin kayması ve teknolojik gelişmeler, Batı’nın küresel üstünlüğünü tarih sahnesinden çekiyor. Bunu yalnızca biz değil, Batı’nın kendi içinden gelen önemli düşünürler ve stratejistler de dile getiriyor. Örneğin Amerikalı tarihçi Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşü adlı eserinde Batı imparatorluklarının kaçınılmaz gerilemesini öngörmüştü. Stratejist Zbigniew Brzezinski, “Avrasya satrancı” benzetmesiyle Batı üstünlüğünün ancak Avrasya’yı kontrol altında tutabildiği sürece mümkün olduğunu yazmıştı. Günümüzde ise Jeffrey Sachs gibi önde gelen akademisyenler, tek kutupluluğun sona erdiğini ve çok merkezli bir dünyanın doğduğunu açıkça vurguluyorlar. Batı’nın kendi içinden bile yükselen bu sesler, tarihin yeni bir döneme girdiğinin teyididir.
Batı Çağının Sonu, Afro-Avrasya’nın Yükselişi
Atlantik çağının karakteristik özelliği, ticaret yolları, finans ve teknolojideki Batı üstünlüğüydü. Ancak bugün tablo değişti. Çin ve Hindistan üretim ve nüfus gücüyle dünyanın itici aktörleri haline gelirken, Afrika genç nüfusu ve enerji kaynaklarıyla yükselen kıta konumuna geliyor. Orta Asya ve Orta Doğu, enerji geçiş hatları ve jeopolitik kavşak noktalarıyla yeniden stratejik merkeze oturuyor.
Küresel düzeyde yeni platformlar—BRICS, ŞİÖ, Afrika Birliği, Türk Devletleri Teşkilatı—Batı dışı dünyanın ortak iradesini yansıtıyor. Bu gelişmeler, Afro-Avrasya’nın yalnızca coğrafi değil, aynı zamanda siyasi ve kurumsal merkez haline geldiğini gösteriyor.
Türkiye’nin Jeopolitik Evrimi: Köprüden Asansöre
Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’nin uluslararası konumu üç evreden geçti:
• Köprü Devlet (1990–2000): SSCB’nin dağılmasıyla Türkiye, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” uzanan coğrafyada köprü rolüyle tanımlandı. Ancak bu işlev çoğu kez Batı’nın stratejik tahayyülüne eklemlenen bir nitelik taşıyordu.
• Terminal Devlet (2000–2010): 2000’li yıllarda Türkiye, Osmanlı coğrafyasına açılım politikalarıyla Batı’nın doğuya yönelen stratejilerinin “son durağı” oldu. Yeni-Osmanlıcılık bu dönemin popüler çerçevesiydi.
• Asansör Devlet (2010–2025): Günümüzde Türkiye, yalnızca köprü veya terminal değil; farklı katmanlar arasında hareket edebilen bir asansör devlet konumuna yükseldi. Türk Dünyası, İslam Dünyası, Avrupa–Akdeniz, Afrika ve küresel örgütler arasında esnek biçimde inip çıkabilme kapasitesi, Türkiye’ye çok katmanlı bir stratejik vizyon sunuyor.
Katman Yaklaşımı: Derinlikli Bir Okuma
Türkiye’nin çevresini anlamak için hem medeniyet–kimlik boyutunda, hem de jeopolitik–stratejik boyutta katmanlara ayırarak bakmak gereklidir.
Medeniyet–Kimlik Katmanları:
• En içte Türk Dünyası,
•Onun çevresinde İslam Dünyası,
• Daha dışta Avrupa–Akdeniz,
• En geniş halkada Afrika ve Latin Amerika açılımları.
Jeopolitik–Stratejik Katmanlar:
• Alt katman: yakın çevre (Karadeniz, Orta Asya, Orta Doğu),
• Orta katman: kıtasal ağlar (Akdeniz, Afrika, Hint Okyanusu),
• Üst katman: küresel platformlar (BM, G20, BRICS+).
“Asansör Devlet” modeli, Türkiye’nin gerektiğinde aşağıya inerek kimlik ve tarih tabanlı bağlarını güçlendirmesini, gerektiğinde yukarı çıkarak küresel düzeyde söz sahibi olmasını mümkün kılar.
Çok Katmanlı Stratejinin Önemi
Türkiye’nin geleceği, tek eksenli politikalara sıkışmaktan değil, katmanlar arası geçiş kabiliyetini stratejiye dönüştürmekten geçmektedir.
• Atlantik Katmanı: NATO ve AB ile ilişkiler koparılmamalı; ancak bu bağlar tek yönlü bağımlılık yerine denge unsuru olarak görülmelidir.
• Afro-Avrasya Katmanı: BRICS, ŞİÖ, Afrika Birliği ve Türk Devletleri Teşkilatı ile ilişkiler, Türkiye’yi yeni düzenin merkezine taşır.
• Yerel–İnsani Katman: Filistin, Doğu Türkistan, Keşmir ve Arakan gibi konularda Türkiye, uluslararası hukuk ve vicdani diplomasi üzerinden öncülük etmelidir. Bu meseleler, Türkiye’nin kimliksel derinliğini ve insani meşruiyetini besleyen temel alanlardır.
“Asansör Devlet” vizyonu, işte bu katmanlar arasında iniş–çıkış yapabilme kabiliyetiyle Türkiye’ye hem stratejik özerklik hem de küresel düzeyde kurucu bir rol kazandırır.
Sonuç: Kurucu Aktör Olmak ya da Seyirci Kalmak
Afro-Avrasya Yüzyılı başlamıştır. Türkiye bu yeni çağda yalnızca köprü ya da terminal işlevi gören edilgen bir aktör değil, asansör devlet kimliğiyle katmanlar arasında hareket edebilen, gerektiğinde küresel sisteme çıkıp gerektiğinde medeniyet köklerine inebilen bir aktör olmalıdır.
Türkiye’nin önündeki temel soru açıktır: Afro-Avrasya yüzyılının kurucu aktörlerinden biri mi olacak, yoksa eski Atlantik yanılsamalarına tutunarak tarihin seyircisi mi kalacaktır? Verilecek yanıt, yalnızca bugünün değil, gelecek yüzyılın Türkiye’sini de tayin edecektir.