Ana SayfaKÖŞE YAZARLARIKüresel Hakimiyette Dehşet Dengesi

Küresel Hakimiyette Dehşet Dengesi

Sevgili Bir Portre okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Küresel Hakimiyet Savaşının acımasız gidişatına hep vurgu yaptım.

Pek çok yazımı bu konu üzerine teksif ettim.

Ve geldiğimiz noktada bu savaş tüm acımasızlığı, hızı ve açık-örtülü haliyle devam ediyor.

Olayı netleştirecek olursak;

Durum savaşla ve savaş sonrası karmaşık hale gelen ülkeler ve coğrafyalarla devam ediyor.

Mesela, Libya, Irak, Yemen, Afganistan, Suriye…

Bu ülkeler istikrarı kaybetti ve önceki hallerine rahmet okur haldeler.

İkincisi; Arap baharına benzer şekilde toplum mühendisliği boyutlu “halk hareketleri” şeklinde bir kulvarda sürüyor.

Mesela, Sudan, Venezuela, Arnavutluk, Sırbistan, hatta Fransa, hatta Brezilya ve hatta Arjantin…

Siz sanıyor musunuz, dün Yeni Zelanda’daki katliamın ve bugün Fransa’daki yangının tesadüfi olduğunu…

Asla değil.

Fransa’daki Sarı Yelekliler durumu nasıl spontane değil ve ciddi planlama ve organizasyon içeriyor ise; Paris’teki Notre Dame yangını da, sıradan bir durum olmayıp, aynı hakimiyet savaşının bir nüvesi, destinasyonu ve enstrümanıdır.

Artık her türlü silah ve hedef sahnededir.

Her iki tarafın da herşeyini kullanmaya başladığı bir süreçteyiz.

Küresel bazda hal böyleyken, Türkiye olarak ne durumdayız ve bu global olayları nasıl okuyor veya okumuyoruz…

Türkiye ciddi bir sosyolojik transformasyondan geçiyor.

Toplumsal katmanlar arasında geçişkenlik artıyor ve çizgiler hızla yokoluyor.

İdeolojiler, yerini daha bireysel, edinimci ve ekonomikleşen reflekslere bırakıyor.

Siyasetin kutuplaştırıcı diline rağmen seçmenler arasında “tercihsel köşelilik” azalıyor.

Ülkede geleneksel yaklaşımı özetleyebileceğimiz üç doktrin, kavramsal boyuta indirgenmiş halde ve neredeyse tükenmiş.

Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak…

Görünürlük arzetmese bile; toplumsal katmanların tamamına yakınını kapsayacak boyuttaki bu ideolojiler, temsil edilen siyasetler eliyle pasifize halde ve etkisizleşti.

Sosyolojideki bu dönüşüm, değişim ve silikleşmeye bir de güncel sorunlar ve topluma zul gelen kamusal eylemler eklenince; öngörülmezlik daha da beterleşiyor.

Ne yazık ki; küresel ölçekte cereyan eden olayları doğru okuyamıyoruz ve bütüncül boyutlu bir öngörüsüzlük içindeyiz.

Ne iktidar ne muhalefet ve ne de akademiya sağlıklı bir okuma içinde değil.

Küresel hakimiyetin iki tarafının dünya düzleminde ve özellikle benzerlik arz ettiğimiz ülkeler bazında yaptıkları dizayn, mühendislik ve dönüştürme eylemlerinin olası etkilerine projeksiyon yapmıyoruz.

Bunu söylerken de, tek bir tarafı hedef alarak konuşmuyorum.

Tespitimin muhatabı tüm siyaset ve siyasilerdir.

Ne acıdır ki, muhalefet iktidarı düşürmek uğruna devleti düşürmeye razı boyutta, bir düşünsellik içinde.

İktidar, gerçekleri kabullenmez ve iktidarı konsolide etmek amaçlı; salt muhalefeti küçük tutmaya ve küçültmeye matuf bir söylem ve refleks içinde.

Hele de ekonomi ve ekonominin halka yansıyan boyutu, yolsuzluk iddiaları artıyor,  hayat pahalılığı kabul edilemez düzeylerde seyrediyor ise; toplumsal milli direnç ve ülkesellik algı ve olgusu bireyler için göze görünmüyor.

Çünkü karnı aç ve kızgın birisinin daha ulvi, manevi ve deruni amaçlara motive edilip yönlendirilmesi çok zordur.

Bu, yaratılışa da mugayir bir durumdur.

Hal böyleyken ve iş işten geçmeden ne yapılmalıdır…

Global boyutta; Avrupa’yı da kapsayan bir “toplumsal dip dalga” var.

Toplumları geleneksel reflekslerinden kopartan ve marjinalleşmeye doğru iten bir dip dalga.

Ülke halklarını ekonomik saiklerle kendi muhafazakarlıklarından uzaklaştıran, bilindik ve öngörülebilir davranışlardan alıkoyan ve “tepkisel sınırsızlaşmaya” götüren bir sosyolojik başkalaşım.

Bu durum Avrupa’da aşırı sağın iktidara gelmesi şeklinde tezahür ederken; Ortadoğu-Afrika halklarında “daha iyi yaşam, hak-hukuk-adalet ve eşitlik” istekli sokak hareketleri olarak vücut buluyor.

Hele de bu ülkelerde gelir dağılımında eşitsizlik, eş-dost kayırmacılığı, kamusal temsilde dengesizlik ve bunların ötesinde ciddi hayat pahalılığı var ise; giz’lerdeki dip dalganın tahrik edilip yüzeye vurması için en uygun zemin oluşmuş demektir.

Zaten ekonomik tetikçiler, toplum mühendisleri, dönüştürücü, ayrıştırıcı ve yozlaştırıcı el’ler ve yerel işbirlikçiler planlı şekilde hazır haldeler.

Buradan iktidara, muhalefete, STKlara,  kanaat önderlerine ve tüm sorumluluk merciinde olanlara sesleniyorum.

Aklımızı başımıza almaya mecbur ve hatta mahkumuz.

İvedilikler kendimize gelmeliyiz.

Muhalefet iktidarı düşürmek için her yolu mübah saymamalı. Neticede iktidar düşebilir ama inanın iktidar edeceğiniz bir ülkesel zemin kalmamış olabilir.

Kamudan pay ve yer kapmaya çalışan STKların, cemaatlerin, tarikatların pay ve yer kapacağı sağlıklı bir devlet aygıtı kalmayabilir.

İktidarın irade ve inisiyatif kullanacağı bir iradesi kalmayabilir.

Coğrafi bir zemin var olabilir ama yönetsel yetki ve etkinin başkalarının eline geçeceği bir kopuş ve kaybediş oluşursa bunun ne iktidara ne muhalefete; kısaca bu topraklardaki bir Allah kuluna yararı olmayacaktır.

Bu yüzden de, herkes ülkesellik zemininde taşın altına elini sokmalı, kayıkçı kavgasından vazgeçmeli, herkesin bir diğerine tahammül ettiği ve kabullendiği bir düşünceyle hareket etmesi şarttır.

Artık seçim gibi kısır döngü piskozundan çıkılması; kim nereyi yönetecekse ona yetkilendirme yapılması, sen-ben düşüncesinin bitmesi ve acilen sorunların halline ve uzun vadeli değerlendirme ve eylemlere başlanması gereklidir.

Küresel çapta artık Türkiye’nin kendini, tutumunu, yol haritasını netleştirmesi gereklidir.

Hertaraf olan bertaraf olur.

Küreselcilerin her iki tarafına da el sallanarak bir şey elde edilmez.

Akıl ve akılcılık prensibinden hareketle tavır ve tutumumuzu netleştirmiş şekilde; kiminle veya kimlerle, hangi koşullarda nasıl yol yürüyeceğimizi kararlaştırmalı ve kazan-kazan politikasını söylemden öteye geçirerek eylemselliğe büründürmemiz şarttır.

Yazımı, Mahfi Eğilmez’in her sorunumuzun temeli olan ekonomiye dair bir tespitiyle sonlandırmak istiyorum:

“Türkiye açısından bu gidişi tersine çevirebilmek için üç adım atılması gerekiyor:

İlk adım; geriye gidiş gerçeğini kabul etmek. Yani düne kadar bu karşılaştırmayı kabul edip de işler kötüye gidince satınalma gücü paritesi hesabına dönmek gibi adımlar atarak gerçeği saklamaya çalışmamak. İkinci adım; yükselen bir ekonominin, başkalarının girişimleriyle değil de hangi hatalarımız sonucunda düşüşe geçtiğini araştırmak.

Üçüncü adım; ekonomi yükselirken siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda neler olduğunu, bunlardan hangisi değiştirildiğinde kayıpların ortaya çıkmaya başladığını belirleyip ona göre gerekli değişiklikleri yapmak.”

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img
spot_img

BUNLARI DA OKUYUN