Sevgili Bir Portre okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle
beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.
“Sayın Cumhurbaşkanım, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
hakkımda şüpheli sıfatıyla yürütülen …../….. sayılı ve takriben 3.5 yıldır
devam ettirilen ve her ne hikmetse yaklaşık 8-9 ay önce terör savcısına
devredilen bir soruşturma bulunmaktadır.
Bir suçum olduğu düşünülüyor ise iddianame hazırlansın ve
mahkemede yargılamam başlatılsın.
Bir suçum olmadığı düşünülüyorsa da bir an önce hakkımda
soruşturma ve kovuşturmaya yer olmadığına karar verilsin.
Allah aşkına 3,5 yıl bir soruşturma sürer mi Sayın
Cumhurbaşkanım…”
Bir vatandaşın ve de yakinen tanıdığım bir Türk Vatandaşının
CİMER ve HSK’ya gönderdiği dilekçe…
Bir başkasıyla ilgili FETÖ’cü olduğu iddiasıyla şikayette
bulunulmuş.
Bu vatandaş çalıştığı kurumdan ihraç edilmiş.
Savcılık konu üzerinde incelemesini tamamlamış ve “FETÖ ile
irtibat, intisap ve iltisakına rastlanmamış olup; kovuşturmaya yer yoktur”
denmiş.
Ve üstelik 15 Temmuz sonrası FETÖ’cü hakim ve savcılar ihraç
edildikten sonra, sicilleri makbul kabul edilen hakim ve savcılar tarafından
yürütülmüş, bu muhakemeler.
Onlar, yüzler ve binlerle ifade edilecek sayılara ulaşmış bu
tarz yanlışlar, ihmaller ve mağduriyetler.
17-25 Aralık sürecinden itibaren kesintisiz ve tavizsiz FETÖ
mücadelesine destek vermiş biriyim.
Hatta “FETÖ’ye rehavet devlete ihanettir” diye yazılar
yazdım.
Sürekli uyardım, ikaz ettim.
Bir yazar ve vatandaş olarak elimden geldiğince ve hatta elimden
gelenin ötesinde mücadeleye destek olmaya çalıştım.
Bu uğurda üstü kapalı ve açıktan tehditler aldım.
Aba altından sopa göstermelere muhatap oldum.
Ama umurumda bile olmadı.
Benim idrak ve inancımda, devletin menfaati ve istikbali
herkesin ve her şeyin önündedir.
Bunun yanında, bugünkü FETÖ denen örgüt “Paralel Yapı”
olarak isimlendirirken de “Korku İmparatorluğu Yaratmamak” başlığıyla bu örgüt
ve tehlikeyle mücadele ederken “adalet” olgusunun önemine vurgu yaparak
McCartizm yapılmamasına ve vatandaşların hukuk inancının sarsılmamasına dikkat
çektim.
Devleti terör örgütlerinden ayıran en temel parametrenin;
devletin kurallar ve adaletle hareket etmesi, terör örgütlerinin ise kural
tanımazlıkta sınırsızlaşması olduğunu defalarca dile getirdim.
Devlet kin, garez ve nefretle hareket etmez. Devlet için suç
ve cezanın çerçevesi belirlenmiştir. Ceza kanunları, tam da bunun için vardır.
Devlet ve kanunlar hiç kimsenin, hiçbir yöneticinin kişisel
güdü ve düşüncesine hizmet edemez.
Ve berat-i zimmet esastır. “Suçu sabit olup hüküm
kesinleşene dek herkes masumdur” prensibi evrensel bir hukuk kuralıdır.
“Geciken adalet, adalet değildir” sözü ise hepimizin
dilindedir ama fakat en fazla ihmal edilen düstur da yine budur.
Maalesef öyle bir hale geldik ki; devletle millet arasında,
özellikle FETÖ mücadelesi ve davaları üzerinden ciddi kopuşlar yaşanıyor.
Vatandaşlar bu örgütle mücadelede alt kademelerde,
kandırılmış ve “ibadet” kategorisinde yer alanların tutuklandığı, mağdurların
daha çok bunlardan çıktığı; ama en üstlerde ihanet ve ticaret sınıfında yer
alan siyasetçilerin, üst düzey bürokratların ve bazı iş adamlarının
kurtulduğunu ve hatta korunduğunu düşünüyor.
Bu ise olayın belki de en vahim halidir. Çünkü böylesi bir
algı ve inanış, doğru yapılanlara bile şüphe ile bakılır hale getirmiştir.
Ve maalesef geldiğimiz noktada at izi it izine karışmıştır.
Mağdurlar çaresiz, çarnaçar ve biçare durumda.
Öyle dramatik olaylar yaşanıyor ki…
Hapishanelerde trajik evlat ebeveyn ziyaretleri ve bu esnada
minik dimağlarda oluşan ve ölene dek silinmeyecek travmalar…
Adeta devletten ve adaletten ümitlerini kesmiş ve sadece
Allah’tan medet umar halde; lisanları ve lisan-ı halleriyle Mehmet Akif gibi
haykırıyorlar;
“Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin; hani öldürmedi hâlâ…
Câni geziyor dipdiri… Can vermede mâsûm
Suç başkasınındır da, niçin başkası mahkûm?
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın…
Yaksaydın ya melunları… Tuttun bizi yaktın.!
Yetmez mi musâb(kötülüğe uğramak) olduğumuz bunca
devâhi(bela)
Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i İlâhî..!”
Yüzlerce çocuğun büyüyüp avukat-hakim-savcı olacağım diye
hırslandığını sürekli işitiyorum.
Düşünün; bir devlet ve hukuk sistemi var.
Mağdur olanın tek ve yegane sığınağı hukuk ve adalet. Bunun
tecelligahı da mahkemelerimiz.
Ama devlet ve mahkemeler mağduriyetin mehazı, menbaı, sebebi
haline gelmişse; vatandaş ne yapsın. Kimi kime şikayet etsin. Mağduriyetinin
telafisini kimden talep etsin.
15 Temmuz gecesi Darbe Girişimi atlatıldı, çok şükür.
Allah bir daha öylesi bir gece yaşatmasın, bu millete.
Lakin öyle bir süreçteyiz ki; darbe, dip dalga şeklinde
yakarak, yıkarak, yuvalara ateş düşürerek sosyolojik boyutta devam ediyor.
Ve her geçen gün bu durumun travması daha da derinleşiyor.
Coğrafi, toplumsal ve kamusal olarak kılcallara kadar nüfuz
eden bir örgüt olduğu için, mağduriyet de geniş bir yelpazede tüm yurdu
kapsamış vaziyette.
En ücra kasabadan, büyük şehirlere, en küçük aileden en geniş
ailelere kadar; uzaktan veya yakından hemen her kesimi etkileyen bir boyut
arzediyor.
Hal böyleyken mağdurların tek sığınağı mahkemeler, yani
adalet oluyor.
Gel gelelim oralarda da geciken adalet varsa, adil kararlar
yoksa, hakim ve savcılara olan inanç ve güven sarsılmışsa; varın gerisini siz
düşünün…
(Bu konuda vicdanları ve kanunlarla adalet esaslı karar
alan, soruşturma hazırlayan hakim ve savcıları kesinlikle istisna tutuyorum.)
Mağdurlar can çekişiyor.
Birilerine ulaşarak masumiyetlerini ispatlamak ve
mağduriyetlerinin gidermek istiyorlar.
Hatta ana hedef Külliye’ye ulaşmak.
Çünkü oraya ulaşan yardım görebiliyor.
Ulaşan birkaç kişi ulaşıyor da ulaşamayan yüzbinlerin hali
ne olacak.
Devlet yönetiminde böyle bir şey olabilir mi…
En üste ulaşınca mağdur olduğun anlaşılıp sorunun çözülecek,
ulaşamıyorsan “yaşayan ölü” gibi yaşamaya devam edeceksin.
17-25 Aralık’ın ve özellikle 15 Temmuz’un sisli ve riskli
ortamında isimler çizilmiş.
Yanlış veya doğru olup olmadığına dikkat edilememiş.
Fakat üç yıl geçmiş ve sakıncalı görülüp işaretlenenlerden
binlercesinin öyle olmadığı tespit ve teşhis edilmiş; ama durumlarında bir
değişiklik yok.
Ve hala “sakıncalı piyade” gibi işinden, aşından yoksun.
Hala koyulan mim kalkmamış hala duruyor.
Peki bunu kim kaldıracak.?
Devlet, yani ilgili kurumlar.
İlgili kurumlarda durum ne.?
“Bana ne, filan kurum baksın” yok “Falan birim incelesin”
yok efendim “Külliye’den talimat gelsin”…
Savcı sallıyor Hakime,
Hakim ise bir sonraki, daha sonraki, daha daha sonraki
mahkemeye…
Olan ne ve kime oluyor…!
Suçu ispat bile edilmeyen ve hatta “Yahu beni soruşturun,
kovuşturun, yargılayın. Ben böyle istim üstünde yaşamaktan bıktım” diyen
vatandaşa.
Birkaç ay, yıl geçiyor, sene doluyor; “Pardon sen
suçsuzmuşsun deniyor” tutuksuz yargılanmasına veya beraatine karar veriliyor.
Peki bu insanların hapiste geçen günlerini kim verecek.!
Haklarında soruşturma var denen ve hiçbir ilerleme olmayan
mimlenmiş vatandaşların kayıplarını kim giderecek.!
Yahu Ergenekon, Balyoz gibi davaların sonuçlarını görmedik
mi…
Daha geçen hafta vebalı gibi muamele gören, devleti yıkmaya
matuf eylemleri nedeniyle adeta “hain”miş gibi yargılanan ve hatta pek çoğu
mahkum edilen insanlar beraat ettiler.
Bunlardan bile ders almıyor muyuz…
Neden hiç ibret çıkartmıyoruz.
Sonuç ne oluyor…!
Devlete, adalete, mahkemelere olan güvenin sıfırlanması.
Kamusal yıpranma, kurumsal çürüme ve derin bir kopuş ve
travma…
Buradan söyleyeyim; eğer bu mağduriyet durumu böyle devam
ederse, önümüzdeki on-yirmi-otuz yılı içeren ve telafisi mümkün olmayacak
kopuşlar, devlete olan husumetler ve parçalanmış, bölünmüş, tükenmiş ve enkaz
haline gelmiş ailelerden geçilmeyecektir.
İşte asıl darbe budur ve bu ise etkisi yıllarca sürecek bir
bumerangdır.
Not: 3. Sene-i devriyesine girdiğimiz 15 Temmuz darbe
girişimini lanetliyorum. Allah bu millete bir daha böylesi bir ihanet
yaşatmasın. Şehitlerimize Rabbimizden rahmet diliyor, gazilerimize müteşekkir
olduğumuzu dile getirip minnet arz ediyorum.
FETÖ başta olmak üzere; devletimize, milletimize, bekamıza
kasteden tüm terör örgütleriyle tavizsiz ve kararlı mücadeleden yana net
duruşumu buradan yineliyorum.
Aynı zamanda terör mücadelesinin mağduriyetlere sebebiyet
vermemesi ve buna rağmen, yine de oluşan mağduriyetlerin soğukkanlılıkla ve
adalet çizgisiyle telafisi konusunda da aynı netliğin ve objektivitenin
sergilenmesi temel prensibimdir.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar.
Cengiz Aygün/15 Temmuz 2019