Skoda – Geneva International Motor Show
https://www.youtube.com/watch?v=9MqDNEL6XIo
Bosch Condens Kombi, verimliliğiyle öne çıkıyor!
Yeni nesil Bosch Condens 2300i W yoğuşmalı kombi, üstün teknolojisi ve 24 kW kapasitesiyle enerji verimliliğinde A sınıfında yer alıyor. Kullanıcılarına düşük ses seviyesi sunan Condens 2300i W, aynı zamanda yenilikçi tasarımı ve estetik görünümü ile dikkat çekiyor.
Daha verimli kullanım, daha çok enerji tasarrufu
A sınıf enerji verimliliğine sahip yeni nesil yoğuşmalı duvar tipi kombi Condens 2300i W’nin 1:8 modülasyonlu brülörü, kendisini anlık ısı ihtiyacınıza göre otomatik olarak ayarlıyor. Cihaza ihtiyaç olmadığı durumlarda, cihaz kapasitesini 8’de 1’i kadar kendiliğinden kısabiliyor. Böylece gereksiz gaz tüketimi önleyerek ekonomik bir kullanım sağlıyor.
Düşük ses seviyesiyle kütüphane sessizliğinde çalışma
Condens 2300i W mükemmel izolasyonu sayesinde, 24 kW maksimum ısıtma kapasitesinde sadece 44 db(A) ses gücüyle çalışıyor (ErP tarafından ölçülen ses değeri).
Modülasyonlu oda kumandası ile kullanımda A+ enerji verimliliği
ErP (Enerji ilişkili ürünler) yönetmeliğine göre Condens 2300i W’nin nominal kapasitesi 24 kW, mahal ısıtma verimliliği ise 94%’dür. A sınıfı yeni nesil yoğuşmalı kombi; modülasyonlu ve dış havaya göre çalışan bir oda kumandasıyla kullanıldığında, bu özelliklere sahip oda kumandalarının getirdiği ilave 4 puan ile toplam sistem verimliliği 98%’e çıkarak enerji verimliliği sınıfı A+’a ulaşmaktadır. Doğalgaz faturalarında daha çok verim almak için Bosch Termoteknik uzmanları modülasyonlu oda kumandası ile oluşturulan sistemleri önermektedir.
Avrupa’da ırkçılık durdurulmak zorundadır
Avrupa’da ırkçı söylemin giderek yaygınlaşmasıyla kıta genelinde ırkçı terör de yaygınlaşmaya başladı.
Bazı ırkçı terör saldırılarında ciddi can kayıpları meydana gelirken, Avrupa’da yabancıların hemen hemen günlük düzeyde sözlü ırkçı saldırılara da maruz kaldığı görülüyor.
Diğer yandan ırkçı teröristler, Avrupa başkentlerinde sıklıkla cami gibi ibadet yerlerini hedef alıyor.
Avrupa genelinde ırkçı siyasetçilerin popülaritesinin arttığı ve oy kapma gayesiyle merkez partilerin söylemlerinin aşırılaşması, kıtada ırkçı teröristlerin faaliyet alanlarını genişlettiği şeklinde değerlendiriliyor.
Kasım 2019’da yayımlanan Küresel Terör Endeksi, özellikle Batı Avrupa olmak üzere “Batı’da” ırkçı terörün son 5 yılda yüzde 320 arttığına dikkati çekti.
“IRKÇI TERÖR AVRUPA’YI ESİR ALDI”
Yeni Zelanda’nın Güney Adası’ndaki Christchurch kentinde cuma namazı esnasında iki camiye düzenlenen ırkçı terör saldırısı sonucu 51 kişinin hayatını kaybetmesi Batı dünyasında ırkçı ideolojinin ne tür bir tehlike yarattığının açık bir göstergesi olsa da Almanya’daki son saldırı, yetkililerin gerekli tedbirleri almadığına işaret ediyor. Aynı zamanda Christchurch saldırısının Avrupa’da giderek etkinleşen ırkçı terörün de “örnek” teşkil ettiği görülüyor. Christchurch suçlusunun internet ortamında saldırıya ilişkin paylaştığı “manifesto” ve video benzerlerinin Avrupalı saldırganlar tarafından da kullanıldığı gözlemleniyor.
ALMANYA
Almanya’da dün akşam ırkçı terörist Tobias R, Hanau kentinde iki ayrı kafeye silahlı saldırı düzenledi. Saldırıda 9 kişi hayatını kaybetti, 5 kişi yaralandı.
Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya (KRV) eyaletindeki Bottrop kentinde de 2019 başında bir ırkçı terörist, aracını göçmen kökenlilerin üzerine sürerek 8 kişinin yaralanmasına neden oldu. Alman yetkililer, saldırganın temel amacının “yabancıları öldürmek” olduğunu teyit etti.
Münih kentinde 2016 yılında bir ırkçı teröristin, bir alışveriş merkezine düzenlediği saldırıda 10 kişi hayatını kaybetti, 36 kişi yaralandı. Zanlı, saldırı esnasında ırkçı söylemler kullandı.
İTALYA
Diğer yandan İtalya’nın doğusundaki Macerata kentinde 3 Şubat 2018’deki ırkçı terör saldırısında, kent merkezine girdiği aracından çevreye ve özellikle Afrika kökenli insanların bulunduğu bölgeye ateş açan Luca Traini, 6 kişiyi yaraladı.
Traini, saldırının hemen ardından sırtına astığı İtalya bayrağı ile “Yaşasın İtalya” diye slogan atıp Nazi selamı verdi.
İNGİLTERE
Londra’nın kuzeyindeki Finsbury Park Camisi yakınlarında bir kişi, 2016 yılının haziran ayında teravih namazı çıkışı aracını Müslümanların üzerine sürdü. Saldırıda 1 kişi hayatını kaybetti, 10 kişi yaralandı.
İSVEÇ
İsveç’in Göteborg şehrine bağlı Trollhattan kasabasında 20 yaşındaki AntonLundinPettersson tarafından 4 sene önce bir okula düzenlenen ırkçı terör saldırısında göçmen kökenli 4 öğrenci ve 1 öğretmen hayatını kaybetti.
NORVEÇ
Norveç’in Barum kentinde geçen sene ırkçı terörist 22 yaşındaki Philip Manshaus, El-Nur İslam Merkezi adlı camiye saldırı düzenlemiş ve olayda bir kişi yaralanmıştı. Saldırganı durduran 65 yaşındaki Pakistan asıllı Muhammed Rafik ülkede kahraman ilan edildi.
MCB Genel Sekreteri Harun Han:
Müslümanlara yönelik tehditler ciddiye alınmalı
İngiltere Müslüman Konseyi, Avrupa hükümetlerini Müslümanlara yönelik son zamanlarda Avrupa’nın dört bir yanındaki tehditleri ciddiye almaya çağırdı. İngiltere Müslüman Konseyi (MCB) Genel Sekreteri Harun Han, Almanya’da 12 kişinin camilere yönelik büyük çaplı saldırılar planladığı iddiasıyla tutuklanmasının ardından yaptıkları açıklamaları kimsenin dikkate almadığını ve açıklamalarının ardından ise Almanya’nın Hanau kentinde aşırı sağcı terör saldırısının gerçekleştiğini söyledi. Bölünmeye karşı Avrupa’daki topluluklarla dayanışma içinde olduklarını vurgulayan Han, “Avrupa hükümetlerinin, Müslüman ve göçmen topluluklarına karşı tehdidi gerektirdiği şekilde ciddiye almasını umuyoruz.” ifadesini kullandı.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu:
Avrupa ülkeleri kendi içlerinde ırkçılığı durduramazsa bu çok tehlikeli yerlere gider
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “Avrupa ülkeleri kendi içlerinde Müslümanlara karşı gerçekleşen saldırıları durduramazsa bu çok tehlikeli yerlere gider.” dedi. Çavuşoğlu, son dönemde artan Müslümanlara yönelik saldırılarla alakalı olarak Avrupa’da ırkçılığın çok tehlikeli boyuta ulaştığına dikkati çekerek, şunları kaydetti: “Bugün Müslümanlar hedefte de yarın bunun modası değişir ki değişmeye başladı. Yavaş yavaş etnik milliyetçilik ön plana çıkmaya başladı. Yarın Avrupa ülkeleri kendi içinde de bunu durduramazlarsa çatışma başlar. Bu çatışma Avrupa’yı çok büyük kaosa götürebilir.”
Avrupa Dizel araçları yasaklıyor
Almanya’da başlayan dizel yasakları tüm Avrupa şehirlerine yayılıyor. İlk olarak 2018 yılında Köln’de başlayan ‘dizel yasağı’ Hamburg, Stuttgart, Bonn ve Essen’in ardından geçtiğimiz sene İtalya’nın tarihi kenti Milano’da da uygulanmaya başlanmıştı. Almanya ve İtalya’da dizel araçların satışının yavaşladığı, dizel araç sahiplerinin ikinci el satışında büyük maddi kayıplara uğradığı gözlemleniyor.
Dizel motorlu araçların Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından da çevreye ve insan sağlığına ciddi zarar verdiğinin açıklanmasının ardından Avrupa’da dizel araçlar yasaklanmaya başlandı. Türkiye’de yakında dizel araçlara bir takım sınırlamalar getirileceği ve elektrikli araçların teşvik edilmesi adına bir takım uygulamaların da devreye konulacağı konuşuluyor. Almanya ve İtalya’nın dizel araçlara yasak getirmesinin ardından Fransa, Hollanda, Belçika ve Norveç’te dizel araçlara bir takım sınırlandırmalar getirdi. İtalya dizel araçlar konusunda sert tedbirler uygularken, Avrupa’nın diğer ülkeleri de dizel araçlara yasak getirmeye başladılar. Avrupa’da başlatılan ‘greenzone’ (Yeşil alan) uygulamalarının 2030 yılında tüm dünyaya yayılacağı düşünülüyor. Almanya ve İtalya’daki şehirlerde dizel araçların giremediği ‘greenzone’ (yeşil bölge) uygulamaları başlatılırken, 2020’de Fransa, Hollanda ve Norveç’te de yeni yeşil bölgelerin oluşturulacağı açıklandı. Dev ekonomik güce sahip Çin, Almanya, İngiltere, Fransa, Hindistan, Norveç, Avustralya, Japonya gibi ülkelerde ise dizel araçların kademeli olarak yasaklanacağı belirtiliyor.
‘İSTANBUL’DA DİZEL YASAĞI GÖRMEMİZ MÜMKÜN’
Dizel yakıtın zararlarını açıklayan Dünyanın en büyük alternatif yakıt sistemleri üreticisi BRC’nin Türkiye CEO’su Kadir Örücü, “Hava kirliliği ve insan sağlığı açısından en önemli kirleticiler PM olarak adlandırılan katı parçacıklar ve NOx olarak kısaltılan azot oksitlerdir. Avrupa Birliği ülkelerinde PM’den kaynaklanan sağlık harcamalarının ton başına 75 bin Euro, NOx’dan kaynaklananın ise 12 bin Euro olduğu hesaplanmaktadır. Almanya’da Münster Mahkemesi’nin Köln’de başlattığı dizel yasağı bugün İtalya ve İspanya’da uygulanıyor. Bu yıl bitmeden de Fransa, Hollanda ve Norveç’te yürürlüğe konması bekleniyor. Tarihi değerine paha biçilemeyen İstanbul’da da dizel yasağını görmemiz mümkün. Kent merkezi bu denli yoğun olan bir şehirde PM değerlerinin ne denli yüksek olduğunu sıkışık trafikteki hava kalitesinden anlayabilirsiniz” ifadelerini kullandı. Tüm dünyada üretimi yavaşlatılan dizel motorlu araçların 2030 yılında tamamen üretimden kaldırılması bekleniyor.
LPG GERÇEKLERİ
Çoğu hidrokarbon yakıtlara göre LPG’nin karbon-hidrojen oranı düşüktür. Dolayısıyla ürettiği birim enerji başına çok daha az karbondioksit (CO2) açığa çıkar.
LPG değişik oranlarda bütan ve propan gazlarının karışımıdır. Karışım oranına göre farklılık gösterse de tüm diğer hidrokarbon yakıtlara (doğal gaz, benzin, dizel vs.) göre kilogram başına daha fazla enerji üretir. Kalorifik değeri yüksektir.
Birleşmiş Milletler Uluslararası İklim Değişikliği Paneli’ne (IPCC) göre, karbondioksitin (CO2) küresel ısınma potansiyeli (GWP) faktörü, yani sera gazı etkisi 1 iken, doğalgazın ki (metan) 25, LPG’ninki 0’dır.
Hava kirliliği ve insan sağlığı açısından en önemli kirleticiler katı parçacıklar (PM) ve azot oksitlerdir (NOx). Avrupa Birliği ülkelerinde PM’den kaynaklanan sağlık harcamalarının ton başına 75.000 Euro, NOx’den kaynaklananın ise 12.000 Euro olduğu hesaplanmaktadır.
Katı parçacıklar, oluşan hava kirliliğinin Avrupa Birliği ülkelerinde her insanın hayatını ortalama 8 ila 6 ay azalttığı tahmin edilmektedir. Ayrıca açık ateşlerin neden olduğu solunum yolları sorunlarının dünyada yılda 1,5 milyon insanın hayatına mâl olduğu tespit edilmektedir.
LPG’nin katı parçacıklar (PM) salınımı odun ve kömürden 25-35 defa, dizelden 10 defa, benzinden yüzde 30 daha azdır.
Otomotiv yakıtları arasında azot oksitler (NOx) salınımı en düşük yakıt LPG otogazdır. LPG’li bir araç kilometre başına doğal gazlı bir araca göre yüzde 50, benzinli bir araca göre yüzde 75, dizel araca göre yüzde 200 daha az NOx üretmektedir.
Avrupa Birliği’nde 1000 kilometre başına salınan zararlı maddelerden kaynaklanan sağlık harcamaları dikkate alındığında LPG otogaz, benzinden yüzde 70, dizelden yüzde 700 daha az sağlık harcaması sağlar.
Avrupa Birliği ülkelerinde 2020 yılı için konulmuş hedefe göre, otomotiv yakıtları içinde LPG otogazın günümüzde yüzde 2 olan payının yüzde 10’a çıkarılması öngörülmektedir. Günümüzde ülkemizde LPG otogaz otomotiv yakıtları arasında %12’lik bir paya erişmiştir. Bu açıdan Türkiye, Avrupa Birliği’nin 2020 hedefini şimdiden yakalamış ve geçmiştir.
Ülkemizde yaklaşık 5 milyon araç LPG otogaz kullanmaktadır. Bu suretle her yıl yaklaşık 2 milyon ton daha az CO2 salınımı gerçekleşmektedir.
Denize düşen yılana sarılırmış

Ülkemizde, Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlalleri, dinî ve ırkî aşağılamalar ve devlet eliyle yürütülen asimilasyonlar ne zaman gündeme gelse, bir el ortaya çıkar ve bu türden paylaşımlarla ilgili ‘yalan ve gerçeği yansıtmayan görsel ve haberler’ tezviratına başlanır.
Hatta bu cenahın haberlerinde Türkiye ile Çin’in arasını bozmakla eş değer tutulan bu paylaşımları, CIA ile irtibatlı kişilerin aynı anda veya kısa aralıklarla dolaşıma soktuklarından dem vurulur.
Buna mukabil bu türden tezviratlarda bulunanların, Doğu Türkistan’da yaşanan aşırı insan hakları ihlallerinden bahsettiklerine asla tesadüf edilmez.
Yine bu türden paylaşım yapanların meseleyi, kendilerinin iddia ettikleri gibi, bir yerlerden servis edilen haberlerin dolaşıma sokulması gibi, kendilerine de bir yerlerden servis edilen, bilgi, belge ve görselleri dolaşıma soktuklarına dair bir fikir de göremezsiniz.
Evet, mevzubahis Doğu Türkistan’da yaşananlara dair dünyada iki gerçek bulunmaktadır.
1. Doğu Türkistan’da bir insanlık dramı yaşanmaktadır ve bu durum maalesef hak ettiği şekilde uluslararası gündeme taşınamamaktadır.
2. Doğu Türkistan’da yaşananlara dair, art niyetli olmamakla beraber, yanlış, alakasız, doğruluğu teyit edilemeyen bilgi, belge veya görseller yayınlanmaktadır.
İlkinin neler olduğunu, bu yazıda uzun uzadıya anlatmanın hem uzunluğu hem de meselenin sağır sultan tarafından bile duyulduğu gerçeğinden hareketle, üzerinde durmayarak şu kadarını ifade ile iktifa edelim;
– Bugün Doğu Türkistan’da milyonlarca insan “tecrit” kamplarındadır ve bu kamplardaki uygulamalar “nazi” kamplarına rahmet okutacak duruma gelmiştir.
– Bugün Doğu Türkistan’da “kardeş aile projesi” adı altında Çin istihbarat elemanları 1 ila 3 ay arasında Doğu Türkistanlıların evlerine yatılı olarak, insanların rızaları dışında sokulmaktadır.
– Tecrit kamplarına benzer adına “melek evleri” dedikleri, 3-13 yaş arasındaki çocukların tamamen Çinlileştirilmesini amaçlayan bir nevi “tecrit kreşleri” varlığını halen devam ettirmektedir.
– Merkezinde Doğu Türkistanlıların ve bilhassa tecrit kamplarındakilerden tedarik edilmek üzere bir “organ nakli” şebekesi Çin devleti eliyle yürütülmektedir.
– Doğu Türkistanlıların camilere turnikelerden geçerek girerken kullanmak zorunda oldukları kartları vardır.
– Doğu Türkistanlıların dinî ve millî kimliklerini ortadan kaldırmak üzere planlı bir devlet siyaseti uygulanmakta, camileri yıkılmakta veya turistik mekanlara çevrilmekte, kentsel dönüşüm adına tarihi eserleri yerle bir edilmektedir.
Daha fazlasının da yaşandığı Doğu Türkistan’da bunlar birer hakikat iken, ortaya kim veya kimler tarafından veya ne amaçla atıldığı meçhul görseller üzerinden, bu türden paylaşımları yapanları CIA memurları veya yalan haberleri yayan kişiler olarak gündeme getirip, yaşananlara dair tek kelam etmemeyi, insani bir davranış olarak ifade etmek mümkün değildir.
Azami hassasiyet gösterdiğimiz, bilgisi ve doğruluğu teyit edilemeyen haber veya görsellerin kullanılmaması hususunda maalesef zaman zaman yanlış haber veya görsellerin paylaşıldığına bizler de şahit olmaktayız.
Bu türden yanlış bilgi, belge veya görsel paylaşımlarının sadece Çin propagandasına hizmet ettiğini defalarca tekrar etmemize rağmen, yine de zaman zaman, hangi saik ile olursa olsun, bu türden paylaşımların yapıldığını üzülerek takip etmekteyiz.
Bu durumu, yaşanan gayri insani hal ve hareketlerin insanlarımızın vicdanlarını sızlatması dolayısıyla, bir tepki olarak ortaya çıktığını, herhangi bir art niyet olmaksızın, sadece yaşananları duyurmak adına yapıldığına inanmaktayız.
Yine de bu türden teyit edilmemiş bilgi, belge ve görsellerin kullanılmaması, dahası var olan gerçek bilgi, belge veya görsellerin haddinden fazla var olması dolayısıyla gereksizliğini tekrar ifade edelim.
Bazen bizlerin de karşılaştığı ama doğruluğu teyit edilememiş bilgi, belge veya görselleri paylaşmadan önce ciddi etüt ettiğimizi, kaynağına ulaşmadığımız haberleri yaymadığımızı, halkımızın da bu türden bilgileri paylaşmadan önce en azından güvendikleri kişi veya kuruluşlara ulaşarak teyit istemelerinin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Şayet bu zaman kaybı olarak düşünülürse, güvendikleri kişi veya kuruluşların sosyal medya hesaplarını takip etmelerini, sadece bu türden kişi veya kuruluşların paylaşımlarından alıntı yapmalarını da yine bu vesile ile rica edelim.
Yaşananlara dair Çin resmi makamlarının veya sosyal medya hesaplarının paylaşıp teyit ettiği bilgilerin bile insanım diyenleri dehşete düşüreceği bir ortamda, hissiyatımıza yenik düşerek, doğruluğu teyit edilmemiş bilgi, belge veya görselleri paylaşmanın sadece Çin propagandasına hizmet edeceği hatırdan çıkarılmamalıdır.
Bilhassa Doğu Türkistan kökenli kişi veya kuruluşların azami özen göstereceği bu hususun, psikolojik olarak durumlarını, derdini anlatmak üzere, denize düşenin yılana sarılacağı hal ile izah etmek mümkündür.
Hem Çin’in hem de ülkemizde Çin nüfuzu altında olan kişi veya kuruluşların eline, Doğu Türkistan’da yaşanan aşırı insan hakları ihlallerine dair aleyhte tezvirat yapılmak üzere koz verilememesinin önem arz ettiğini, azami derecede bu konuya dikkat edilmesi hususunu dostlarımızdan istirham ediyorum.
Rüzgar meselesi esas meselemizdir

Enerji Dünyası Ekibi olarak Belçika, Hollanda ve Almanya’ya bir dizi görüşmeler yapmak için gittiğimizde yenilenebilir enerji kullanımı konusunda incelemelerde bulunduk.
Malumunuz Belçika ve Hollanda iklim olarak güneşten nasibini almamış, karanlık ve devamlı rüzgar, yağmur ve dolu ile anılıyor.
Sabah yağmur yağıyor, ardından kısa bir güneş, peşinden ise 30 dakika geçmeden fırtına ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.
Hava koşulları nedeniyle Güneş Enerji Santralleri yerine bu ülkelerde her yerde rüzgar enerji santrallerini görüyorsunuz.
Otobanda, şehir girişlerinde, köylerde, dağlarda, ovalarda rüzgar güllerinin yakınından geçtiğinizde, AB’de yenilenebilir enerji konusunda yapılan çalışmaların sözde değil özde olduğuna şahit oluyorsunuz.
Brüksel’de bulunan Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ)’yi ziyaret ettiğimizde Avrupa’nın enerji çalışmaları hakkında dokümanlar alarak bilgi alışverişinde de bulunduk.
Avrupa Birliğinin enerji hedeflerine ulaşmak adına yenilenebilir enerji kaynaklarına büyük önem verdiğini gördük.
Avrupa Birliği (AB)’nin istatistik kurumu Eurostat, AB üyesi 12 ülkenin 2020 hedeflerine ulaştığını açıklamış.
AB, 2030 yılına kadar enerjisinin en az % 35’i kadarını yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılamayı amaçlarken, 2050 yılına kadar karbon olmayan nötr enerji kullanımına tamamen geçmeyi hedefliyor. Esas anlamıyla tüm dünyanın da bu hedefleri benimsemesi ve aynı yönde hareket etmesinin gerekli olduğu gözlemleniyor.
Ülkemizde de bu konuda çalışmalar var fakat yeterli değil, peki sebebi alameti nedir diye düşünürsek, yenilenebilir enerjiyi nasıl kullanacağız konusunda kafalar karışık ve bu karışıklığı inşallah Enerji Bakanımız Fatih Dönmez’in çözeceğini ümit ediyoruz. Sektörü bakanımız çok iyi biliyor, sorunlarını da çözüm önerilerinin de neler olduğunun farkındadır. Fakat elektrik şebekesi sahibi özel şirketler ile yenilenebilir enerji üretimi yapan firmaları da memnun edecek bir sistemin tesis edilmesi ülkemizde kolay olmuyor. Çünkü herkes kendi cebini doldurma niyetindedir. İnşallah herkes yalnızca kendi firmasını düşünmeden dünyayı, devletimizi ve milletimizi gözardı etmeyerek bakanlığın çözüm önerilerine destek olursa bizlerde AB ülkeleri gibi yenilenebilir enerji de başarıyı yakalayacağız. İsveç % 54 ile en fazla yenilenebilir enerji kullanan ülke olurken, İsveç’i, %41 ile Finlandiya, % 40 ile Letonya izledi. Nüfusu İstanbul’dan az olan Belçika ise en az yenilenebilir enerji kullanan ülkeler arasında yer aldı. Belçika Güneş Enerji Panelleri konusunda teşvikleri kaldırmış. Zaten Belçika’da ki güneşi ülkemizdeki güneş ile kıyaslar isek yok denecek kadar az durumdadır. Bu sebeple GES’e teşvik verse de bir kazanım olmayacağı kesindir. 2019 yılında RES konusunda Belçika’nın ciddi çalışmalar yaptığını da gördük. Her yerde rüzgar enerji sistemlerine rastlıyorsunuz.
Tabi Belçika’da ve Hollanda’da her yerde Rüzgar Güllerini gördüğümüzü söyledik. Türkiye’nin bu ülkelerle kıyaslanması yanlış olacaktır. Çünkü bu ülkeler bizim büyükşehirlerden bile daha az nüfusa ve hatta daha küçük yüz ölçüme sahiptir.
Türkiye yönetmeliklerde eksiklere rağmen Hollanda ve Belçika gibi ülkeleri yenilenebilir enerji kullanımında geride bırakmıştır.
Cari açık deriz ya hep işte o cari açık enerji eksikliğimizden kaynaklanmaktadır. Yenilenebilir enerji projelerini peş peşe uygulayacağız ve inşallah cari açıklarımızı cari fazlaya çevireceğiz.
Avrupa’nın Salib-i Ahmerine karşı Türk’ün Hilal-i Ahmeri
Son günlerde, özellikle Elazığ depreminin ardından Ensar Vakfı’nın 2 yıl önce Kızılay’a yaptığı şartlı bağış gündeme getirilerek, bu değerli kurumun yapmış olduğu başarılı çalışmalar gölgelenmekte, itibarı zedelenmekte adeta sanki iktidar partisine karşı yapılan muhalefete alet edilmekte, iktidarın bir organı gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
Bu maksatlı karalama kampayaları karşısında, gerek Ensar Vakfı gerekse Kızılay gereken açıklamaları yapmıştır. Ben bugün sizlere ülkemizin gözbebeği olan bu kurumumuzun, geçmişten günümüze kadar uzanan yolculuğunu yazmak istiyorum.
Kızılay’ın kuruluşu ve tarihi:
Sultan Abdülazin emri ve Kırımlı Dr. Aziz Bey’in de katkılarıyla Mektebi Tıbbiye Nazırı Marko Paşa başkanlığında “Mecruhin ve Marza-yı Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyeti” kurulmuştu
Kurulan bu Dernek Herhangi bir sembol yahut işaret kullanmayacaktı. Bu derneğin kurulduğu Tarih olan 11 Haziran 1868, Türkiye’de Kızılaycılığın resmen kurulduğu tarih olarak kabul edilmektedir.
Kızılay tarihinde Abdullah Beyin de unutulmaz bir yeri vardır. Macar Asıllı bir Osmanlı Albayı olan Dr. Abdullah Bey Türkiye’de Kızılaycılık fikrinin yeşermesinde ilk fiili adımı atan kişi oldu.
13 Ağustos 1876’da yapılan toplantıda cemiyetin, Cenevre Konvansiyonu’nda kabul edilen sembolü kullanmasının mümkün olmadığı için yeni bir sembol bulunması ve bir an önce cemiyetin tüzüğünün hazırlanması karara bağlandı.
Kırımlı Aziz Bey’in konu üzerindeki çalışmaları sonucu Türkler’in sembol olarak Salib-i Ahmer (Kızılhaç) yerine Hilal-i Ahmer (Kızılay) kullanması kabul edildi.
Kızılay fikrinin ilk fitilini atan kişi kurucusu Dr. Abdullah Efendi’dir
Asıl Adı Karl Edward Hammerschmidt; Kırım Savaşı sırasında Osmanlı ordusunda hekim olarak görev yapan Abdullah Bey, savaş sırasında gösterdiği yararlılıklardan ötürü Albay rütbesini aldı ve savaştan döndükten sonra Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde çalışmaya başladı.
Şam Askeri Hastanesi’ne atandı. Şam’da İslâm Dinini Kabul ederek Müslüman oldu ve Abdullah Bey ismini aldı. Türk Kızılayın Kuruluşu içinde yer alan Kırımlı Aziz İdris Bey: Hilal-i Ahmer’ in tesisi sırasında Dr. Abdullah Bey’in yanında yer aldı..
Dr. Abdullah Beyin ölümünden sonra Kırımlı Aziz Bey girişimleri Neticesinde 12 Ağustos 1876 İstanbul Toplantısı’nda Türklerin Kızılhaç karşılığı olarak beyaz üzerine kırmızı Hilali sembol olarak kullanmalarını ilke olarak benimsetti. 11 Haziran 1868 tarihinde “Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti” adıyla kurulan ve dünyanın ilk Kızılay’ı olan cemiyet, 14 Nisan 1877 tarihinde idare heyetini seçen cemiyetin adı Padişah Buyruğu ile aynı yıl Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti oldu.
Dönemin Padişahı Sultan II. Abdülhamid Han cemiyeti himâyesine aldı. İlk Toplantı Beşiktaş Sarayı Paşa Dairesi’nde yapıldı.
Geçmişten günümüze Hilal-İ Ahmer (Kızılay) Cemiyeti Hastaneleri
– Cemiyet, Milli Mücadeleden sonra Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi’ni yönetti. Türkiye’ye nakillerini bekleyen Yunanistan’daki Türkler için sağlık ekibi ve sağlık gereçleri sağlandı.
– Cemiyetin merkezi 1925’te Ankara’ya alındı. Aynı yıl Türkiye’nin ilk Hastabakıcı Hemşire Okulu Hilal-i Ahmer Tarafından açıldı.
– Hilal-i Ahmer tarafından cephe gerisinde 9 gezici hastane, İstanbul’da 4 ilk yardım istasyonu kuruldu ve buralarda da 25 bin yaralı ve hastaya bakıldı. 22 Seyyar hastane kuruldu .
– Sultan II. Abdülhamid Döneminde yapılan hastanelerden birçoğu hazineden ve sultanın özel hazinesinden karşılanmıştır. Bu dönemde imparatorluğun genelinde 90 tane Gureba ve 19 tane de Belediye Hastanesinin açıldığı bilinmektedir.
– 1877‑1878 Osmanlı‑Rus Savaşı’ndaki yaralı ve hasta askerlerin yanı sıra Rumeli’den ve Kafkasya’dan göç eden müslüman Türk Mülteciler,hastaneye olan ihtiyacı daha da arttırınca Sultan II. Abdülhamid, yaralı Askerler için Beylerbeyi ve Çırağan Saraylarının hastaneye dönüştürülmesine izin vermiş, bir başka ifadeyle saraylarını halkın hizmetine açmıştır.
– O dönemin önemli yeniliklerinden biri, bir Sıhhiye Treni’nin, Seyyar Hastane olarak görev yapmış olmasıdır.
– II. Abdülhamid dönemi “Salgın Hastalıklarla Mücadele” devridir. 1838’de İstanbul’da “Karantina Meclisi” kurulmuştur. 1835’te de Akdeniz’den gelecek salgının önüne geçmek için Çanakkale’de bir Karantina Merkezi kurulmuştur.
– II.Abdülhamid Han döneminde doktorlara resmen Özel Hastane açabilme izni verilmiştir. 24 Mayıs 1898 tarihli hususî hastane nizamnamesi’nin ilk maddesiyle hastane kurucusuna Osmanlı vatandaşı olma şartı getirilmiştir.
– Bulaşıcı salgın hastalıklara ait hastane ve klinikler açılıp halka arz edilmiştir.
– Kadınlara mahsus hastaneler, klinikler, koğuşlar ve doğumhaneler açılmıştır.
– Türkiye’nin ilk kadın hastanesi olan Haseki Nisâ Hastanesi kurulmuştur.
– Dünyanın En eski Hastanelerinden biri olan Çocuk Hastanesi Hamidiye Etfal Hastanesi 5 Haziran 1899 Tarihinde açılmıştır. (Bunlar o dönemde açılan Hastanelerin sadece birkaçıdır.)
Sultan Abdülhamid Han’ın hastane gemisi talimatı
Balkan Savaşı’nda da Hilâl-i Ahmer aynı zamanda Gül Nihal Vapurunu da hastahane haline getirerek kullanmıştır. Genellikle savaş dönemlerinde kullanılan Hastane Gemileri, Osmanlı Devleti’nde ilk defa Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında Sultan Abdül Mecid Han’ın talimatı ile kullanılmıştır. Bütün bunların yanısıra derneğin savaş dönemlerinde oynadığı roller, cephe ve cephe gerisindeki faaliyetleri, yurtiçi-yurtdışı ve ilgili kurumlarla ortak yürüttüğü çalışmaları, araştırmacalara zengin bir kaynak birikimi sunmaktadır.
Arşivde 1868 yılından Harf İnkılabı’na kadar geçen süreyi kapsayan ve çoğunluğu Osmanlıca ve Fransızca olan yaklaşık 1500 kutu belge, 550 adet defter, Balkan ve dünya savaşlarındaki Türk ve yabancı esirlere ait yaklaşık 300.000 adet esir kartı bulunmaktadır.
Yardım yazışmaları, hastane yazışmaları, hasta raporları, esir mektup ve yazışmaları, esir listeleri, esir kartları, hesap defterleri, hastane yazışma defterleri, yevmiye defterleri, ambar defterleri, protokol defterleri, karantina defterleri, muhaberat defterleri, Kızılhaç’larla yapılan yazışma defterleri, haritalar, kartpostallar, fotoğraflar.
Evet değerli dostlarım, kurulduğu günden itibaren önemli başarılara imza atmış olan Kızılay Kurumu bu ülke tarihinde her zaman iftiharla anılacaktır.
Bugün artık daha geniş imkanlar ve teknolojiler sayesinde sadece ülke içinde değil bütün dünyadaki ihtiyaç sahiplerine anında yetişen dev bir yardım kuruluşudur Kızılay. Bırakın üç beş hatayı, atılan iftiralara ve maksatlı çamurlara feda edilemeyecek kadar değerlidir. Bugün bu milletin bir ferdi olarak bize düşen bu değerli kurumumuza her zaman gereken desteği vermektir. Yanında olmaktır.
Kanal İstanbul değerlendirmesi
İmamoğlu kendisinin ortaya attığı tüm tezleri kendisi bizzat çürütmüştür. Kanal İstanbul için yaygara yapmayı bırakın yapılacak dev proje için destek olun. Konuştukça batıyorsunuz…
Rant iddiaları ise çamuru başkasına atacağınıza kendi İlçe Başkanlarınız nasıl oralarda emlakçılık yapıyor, tarlaları kimlere pazarlıyorlar onları araştırın.
Sn. Bakanımız Berat Albayrak için arsa aldı diye yaygara koparanlar.
Acaba oralarda Sn. Ekrem İmamoğlu’na yakın kişiler ne kadar arsa aldı bunları cesaretiniz varsa tapu kayıtları ile açıklayın herkes bilsin.
Elinizde İBB imkanları var…
Gelelim gündemden düşmeyen Kanal ile ilgili değerlendirmemize.
Haber Türk Programı tam bir fiyaskoydu.
—
Sorular ve Cevaplar…
-SORU: Kanal İstanbul Depremi tetikler mi?
İMAMOĞLU: Tabi ki tetikler, niye tetikler, çünkü deprem İstanbul’un bir gerçeğidir. İnşaat faaliyetleri, oradaki dinamit patlatmaları, benim dediğim gibi Küçükçekmece’deki bir takım hafriyat faaliyetleri, hocamızın dediği gibi oradaki fay hatlarının yapılacak bu çalışmalarda tetiklenmesi.
CELAL ŞENGÖR: Ben ne trafik uzmanıyım nede şehircilik uzmanı. Ben jeolojik olarak bakıyorum. Efendim Kanal deprem yapar mı, hayır yapmaz kardeşim yapmaz.
İMAMOĞLU: Celal Şengör’ün buraya bağlamanız bir hataydı zaten, burada 4 arkadaşımız var Celal bey gelip burada benimle konuşabilirdi.
Ben herhangi bir konuğunuz değilim ben 16 milyonluk İstanbul’un Belediye Başkanıyım. Bilim insanı olarak saygı duyduğum bir insan ama söylediklerinin % 30 anlaşıldı % 70 anlaşılmadı telefon kalitesizliğinden. Ben depremi tetikler demedim tutanaklarım burada var.
CELAL ŞENGÖR: Sn. Başkana ben bu işi hakikaten bilen bunlarla konuşmak lazım dedim bu toplantılar politik olarak doğrudur ama bilimsel olarak yanlıştır. Ben Sn. Başkanın danışmanlarına dedim ki bana gönderilen isimler tamamen yanlış dedim.
(Gazeteciler Ekrem İmamoğlu’nun yalanlarını çürüten gelen bilgileri okumasına koyduğu tepki çok şaşırtıcıdır. Sen bu bilgileri alamıyor yalan bilgiler paylaşıyorsan her şey ortadadır.)
DİDEM ARSLAN YILMAZ: Ben size bağlanmak istediğini söyledim siz bir şey demediniz.
İMAMOĞLU: Ben ne söylediğinizi biliyorum.
(Sn. Başkan siz siyaseti tam öğrenmişsiniz.)
DİDEM ARSLAN YILMAZ: Ben Sn. Başkana şunu söyledim “Sn. Celal ŞENGÖR bağlanmak istiyor” dedim. Siz bir şey demediniz bağlanmasın deseydiniz bağlamazdık…
(Ukalalık tavan yapmış)
-SORU: Kanal İstanbul için referanduma gidilse. Bu referandumdan evet çıksa yapılsın denilse halk tarafından ne yaparsınız?
İMAMOĞLU: Mahkemeye giderim sonuna kadar mücadele ederim.
(Hani Demokrasi sizin demokrasi anlayışınız bu demek ki.)
İMAMOĞLU: Kanal tabi yapılmayacak, 25 metre derinliği var bu derinliğe devasa gemiler zaten çarpar onların salmaları çok fazla.
—
Cevap:
Sn. İmamoğlu maalesef çok bilgisiz Denizcilik anlamında hiçbir bilgisi yok.
ÇED raporunda zaten geçebilecek en büyük gemi ölçüleri ve tonajı verilmiş.
175 bin DWT, bir gemi boyu 275 metre, eni 48 metre, draftı (yüklü su kesimine denir) öğrenseniz iyi olur 18 metredir.
Bu gemiler son teknoloji radar sistemleri ve cihazlarla donatılmış gemiler rotalarında daha yola çıkmadan ne kadar derinlik ne kadar genişlik, hava durumu akıntının yönünü tespit edebiliyorlar.
Dünyadaki Yapay Kanallar
Almanya, Bremen 110 km denize yapay Kanal.
Köln, Düseldorf, Rhein üzerinden 145 km Hollanda, Hoek vab HOLLAND akan yapay nehirler.
Almanya’da Hollanda’da onlarca Kanal bulunmakta bu kanallar tamamı doğal su yolları (yani dere ve bataklık alanlar) rehabilite edilmiş ve iç bölgelerdeki taşımacılığı bu kanallar sayesinde limanlara ulaştırmışlar.
Kimse çevresel etkileşme olur diye karşı çıkmamış.
Kimse depremi veya fay hatlarını tetikler dememiş.
Kimse denizin tuzluluk oranını etkiler dememiş. Kimse doğal içme sularına tuzlu su karışır dememiş.
Çanakkale’de bir firma ne yapıyor biliyor musunuz?
Deniz suyunu alıyor tatlı suya çeviriyor, bu suyu Çelikhanede kullanıyor.
Aynı suyu alıyor tekrar deniz suyuna çeviriyor ve yaptıkları balık çiftliği için Levrek üretiminde kullanıyor.
21. yüzyılda yaşıyoruz teknoloji ve yapay zekâların ön olana çıktığı teknoloji çağındayız.
Kanal İstanbul ihale edildiğinde ülke ekonomisi için bir can simidi olacaktır.
İstihdam anlamında 10 bin kişi iş sahibi olacak, hafriyat firmaları, beton üreten fabrikalar, demir üreten fabrikalar, daha birçok yan imalat grupları ve gıda gibi iş hizmet grupları bu projeden ciddi katkı sağlayacaktır.
Altı yıl devam edecek projede ülke için çok önemli bir projedir.
Türkiye’de Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Osmangazi Köprüsü, Marmaray, Avrasya, şimdi Çanakkale köprüsü ne kadar kişiye iş ve aş kapısıdır bilir misiniz? Yapılış şekilleri vs.
2008’de yaşanan finans krizi en fazla Denizcilik camiasını vurdu.
Dünyada dev tersaneler batma noktasına geldi özellikle Güney Kore’de. Kore Devleti ne yaptı biliyor musunuz ihtiyacı olmamasına rağmen 5 büyük tersaneye devlet olarak çeşitli gemiler sipariş etti tek sebebi o firmaları ayakta tutmak için.
Herhâlde bizim ülkemizde bu olsa muhalefetin tepkisi ne olur anlatmaya gerek dahi yok…
Kırmızı solucanları evde niye beslemiyorsunuz?

Bir toprağın tarım toprağı sayılabilmesi için içinde bulunan organik madde oranının %3’ün üzerinde olması gerekiyor. Eğer organik madde oranı %3’ten az ise bu toprak resmen “ölü toprak” sayılır. Maalesef ülkemiz topraklarının büyük bölümü resmen “ölü toprak” grubuna girmekte. Verimi düşüktür. Ülkemizde ölü toprakların kapladıkları alan 14 milyon hektarı aşar.
Peki, acaba bu çok üzücü duruma acaba nasıl gelindi? Erozyon ve toprak kaybının yanında en önemli faktör, hatalı suni gübre ve kimyasal kullanılmasıdır.
1999 yılında Amerikalı bir uzman aynen şöyle demişti. “İlk ürettiğimiz kimyasal gübreleri, Türkiye gibi üçüncü dünya ülkelerinde deniyoruz” Suni gübre bitkinin bünyesine geçemeden yağmur suyu ile alt tabakalara geçip toprak ile yeraltı sularını kirletir. Araştırmalar sonunda suni gübre içinde deniz kumu ile mermer tozu bile bulunduğu ortaya konmuştur. Kısacası, verimli topraklar betonlaştı.
Yarı bataklık olan Hollanda bugün tüm dünyaya tarım ürünü ihraç etmekte. Hollanda’nın büyük bölümü zaten deniz seviyesinin altında. Hollanda topraklarının %40’ı da denizlerin doldurulması elde edilmiş. Peki ya, dört mevsimi birlikte yaşayan, bir geçiş coğrafyası, bir kültür mozaiği Türkiye bu duruma nasıl geldi.
Acaba topraklarımızı nasıl geri alırız? Tek çözüm “kırmızı solucan”. Unutmayın İsrail çöl arazisini mineral oranı %87 olan tarım toprağına kırmızı solucanların sayesinde çevirmiştir.
Nedir, kırmızı solucan? Ben dokuz aydır evimde kırmızı solucan besliyorum. Manisa’dan kargo ile geldi. Dört kademeli özel bir kabı var. Solucanlar aşağı yukarı deliklerden geçip gezebiliyor. En alttaki musluktan sıvı gübre alıyoruz. Evdeki portakal, limon hariç tüm organik atıkları içine koyuyoruz. Ama en sevdikleri kahve telvesini sürekli verirseniz bu sefer başka yiyecekleri tüketmiyorlarmış. Muz kabuğu, çay atıkları, kâğıt, karton, toprak ve tüm sebze artıklarını oraya koyuyoruz. Arada bir salıp odada dolaştırıyorum. Gelen konuklara böyle bir “şaka” yapıyorum.
Kırmızı Kaliforniya solucanı kendi hacminin 8-10 katı kadar su tutma kapasitesine sahip. İstedikleri zaman suyu toprağa bırakıyorlar. Kendi boyunun 20 katı kadar tünel açıyor. Toprağı havalandırıyor. Hiçbir hastalık taşımıyor. Solucan bulunan toprağın makro ve mikro iz elementlerini hızla yükseltiyor.
Toprağın pH seviyesi düzenleniyor. Yani kısacası toprağı her açıdan tedavi ediyor, besliyor.
Üç sene solucan gübresi atılan toprak kendine geliyor. Ayrıca solucan gübresi ile yetişen ürünlerde böceklenmede olmuyor.
Charles Darwin hayatının 40 yılını solucanları inceleyerek geçirmiş ve diyor ki “kaliteli bir toprağın oluşması için en az üç defa solucan rahminden geçmesi gerekir.”
1950 yılından itibaren Adnan Menderes vazgeçilmez müttefiki Amerika hayranlığı ile Anadolu topraklarını programlı olarak gübre ile ilaçların saldırısına uğratmıştır. Ülkemizde kısırlık oranı da bu şekilde artmıştır. Bakın size bir Fransız atasözü “Toprağı yaratan Allah onu nasıl yarattığını en iyi bilendir. Bu işin sırrını sadece ve sadece solucana emanet etmiştir.”
Evet Türkiye’nin pek çok yerinde solucan yetiştiriliyor ve toprağı da satılıyor. Hatta çiftlik bank gibi solucanbank bile kurulmuş. Bize bu toprağı ve kırmızı solucanları sahiplenmek, duyurmak kalıyor.
Arama kurtarma can vermesin

Son yıllarda ülkemizde olan depremden başlayarak sel felaketlerine, orman yangınlarından heyelânlara, trafik kazalarından deniz kazalarına, çığ felaketinden uçak kazalarına, doğada kaybolan insanlara kadar her yerde olmazsa olmazımız arama kurtarma ekipleri çünkü onlar olmazsa birçok kayıp veririz en önemlisi de can kaybı çünkü telafisi yok geri kalan her şeyi yerine koyabiliriz ama bir can asla yerine gelmez. Arama kurtarma bu kadar önemli iken şimdi aklımda onlarca soru ve bence üzerinde durmamız gereken çok önemli bir konu olduğu için sizlerle paylaşmak istedim belki bizimde anlatmak istediklerimizden olumlu geri dönüşümler alabiliriz.
Yıllarca bu faaliyetlerin içinde bulunmuş biri olarak Akut’da görev yapmış, Türk Cankurtarma Derneği’nin genel sekreterliğini yapmış, Özel Kuvvetler, Sas, Sat komandolarının arama kurtarma eğitimlerinde bulunmuş, Hava kuvvetleri Mak timleriyle çalışmış, Sahil Güvenlikle çalışmış özel gruplarına eğitim vermiş Padi, Cmas, Ssi, Türkiye Sualtı sporları organizasyonlarının eğitmeni olan binlerce eğitim vermiş lisans imzalamış bir eğitmen olarak yaşananlara hayretle bakıyorum neden mi çünkü konumuz CAN, İNSAN HAYATI…
Daha kıymetli ne olabilir ki! ama gördüklerim bazı kurumların reklamının öne çıkmasına dönüşmüş bu asla olmaması gereken bir şey candan öte ne olabilir ki arama kurtarma bilgi ister tecrübe ister organizasyon ister güç ister teknik ister en önemlisi de birikim ister o yüzden yaşanan her operasyon dahada geliştirir dahada ustalaştırır buda demek oluyor ki usta öncülük yapar usta dinlenir usta eğitir.
Gelelim günümüze çırak olmuş usta birde ustaya akıl veriyor bu işe yıllarını vermiş kurumlar dernekler gönüllü oluşumlar dağıtılıyor faaliyetleri durduruluyor ekip liderleri lav ediliyor kamu yarına dernek yetkileri ellerinden alınıyor kısacası iş ehlinden çıkıp gücün rantın hegemonyasına geçiyor işte yanlışta burada başlıyor. Bir takım güç dengeleri televizyonda ön plana çıkartılıyor operasyonlarda tüm yetkiler onlara veriliyor yardımlar onların elinden bilinçsizce dağıtılıyor canlar tehlikeye atılıyor organizasyonsuz bir hale geliyor geçen her saniye önemliyken biz yaptık olacak deniyor ama CAN ‘dan daha değerli ne olabilir ki bu durumda neden birleşip ortak hareket edilmiyor, çünkü amaç aynı reklam yapmak değil CAN KURTARMAK.
Tabi ki süreç bize bu konuda yeni olan arkadaşlarımızın pişeceğini beceri sahibi olacağını gösterecek, devlet kurumlarımızın başarılarını gösterecek, sivil oluşumların gerekliliğini gösterecek ama bizim zamanımız yok bir an önce birlik olup harekât planları yapıp profesyonelce davranmalıyız rakip değil ekip olmalıyız tecrübeden yararlanmalıyız çünkü önümüzde bizi bekleyen hepimizin bildiği bir deprem gerçeği var ve bu oyun değil hurafe hiç değil bu konuda ne kadar çok olursak o gün o kadar can kurtarırız ama beraberce bir olarak yoksa “ kurtarmaya giderken sende kurtarılacak olursun “ ilk önce güvenlik koordinasyon sonra harekat bizler buna “ dur , düşün, uygula “ deriz kısacası hepsi edinilen yaşanan vakaların birikimi o yüzden işi ehline yaptırmak lazım.
Arama kurtarma can için var ve her can bizim, amaç aynı can kurtarmak o yüzden bu işin siyaseti olmaz reklamı olmaz büyüklüğü küçüklüğü olmaz kuralı olur ustalığı olur birde bir olunur yoksa candan olunur.
Arama kurtarma can vermesin depremler, seller, kazalar torpille değil eğitimle, bilinçle düzelir her an hazırlıklı olmakla, olacakmış gibi eğitilmekle, paniği kaosu azaltmakla, önceden yapılan plan ve senaryolarla, bilinçli toplumla devletimizin milletimizin önlemleriyle azaltılır bu bir yarış değil olmamalı da…
İran ve “Nükleer tehdit”

Türkiye’nin etrafı ABD ve müttefikleri tarafından çevrili duruma getirilmişken, komşusu İran’ın da aynı “şer güçler” tarafından büyük bir “Nükleer tehdit” altında bulunması bölgemizi çok kritik bir duruma sokmuş bulunuyor. Gerçekten de; bir tarafta ABD, İsrail, İngiltere, Fransa, Yunanistan, Almanya hatta Mısır; Doğu Akdeniz ve Kıbrıs açıklarında çeşitli sondajlar yaparak ve Türkiye ile uğraşarak büyük bir engel oluştururken, İran’a karşı da neredeyse aynı ülkeler tarafından “Nükleer tehdit” oluşturuluyor.
Tabii ki, Suriye’nin durumu ele alınırsa Rusya ve Çin gibi süper ülkelerin, tam olarak ne yapacakları da şimdiden bilinemiyor.
Ne var ki, Orta Doğu’nun her zamankinden daha fazla “tehlikeli” bir konum içinde olduğu açıkça görülüyor.
Türkiye’nin içinde bulunduğu stratejik konum bir kenara konulursa, şimdilerde en büyük gelişme İran üzerinde oluşuyor. Hatırlanacağı üzere, ABD 8 Mayıs 2018’de, 2015’te imzalanan nükleer anlaşmadan çekilerek, İran’a yönelik yaptırımları yeniden uygulamaya başlıyordu.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de ABD’nin yaptırımlarına karşılık 8 Mayıs’ta ülkesinin nükleer anlaşmadaki taahhütlerini azalttığını ve anlaşmanın taraflarına İran’ın çıkarlarını koruyacak önlemler alması için 60 gün süre verdiklerini duyuruyordu.
Bu süre dolmadan İran yönetimi, zenginleştirilmiş uranyum limitini nükleer anlaşmada belirtilen 300 kilogram stok limitin üstüne çıkardığını açıklıyordu.
İran’ın Avrupa ülkelerine verdiği 60 günlük sürenin dolmasının ardından Tahran’ın Nükleer anlaşmadaki taahhütlerini azaltma sürecinde ikinci aşamaya geçeceği öngörülüyordu.
İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış İlişkiler Komisyonu’na bağlı Nükleer Alt Komisyonu Başkanı Mücteba Zünnur, ABD’nin İran’a saldırması durumunda İsrail’in yarım saatlik ömrü kalır ifadesini kullandı.
Zaten, İran zenginleştirilmiş uranyum limitini nükleer anlaşmada belirtilen 300 kilogram stok limitinin üstüne çıkardığını duyurmuştu.
Hatta, Hürmüz Boğazı üzerinde İran’ın ABD’ye ait bir insansız hava aracını düşürmesi ile iki ülke arasındaki gerilimin sıcak bir savaşa dönmesi ihtimali gündeme geliyordu.
Öte yandan; Amerikan New York Times gazetesi, adı açıklanmayan bazı üst düzey yetkililere dayandırdığı haberinde Trump’ın İran’a yönelik bir saldırı kararından son anda vazgeçtiğini iddia etmişti. İsrail, Amerika Birleşik Devletleri ile İran arasında savaş çıkması halinde askeri müdahaleye hazır olduklarını açıkladı.
İsrail Dışişleri Bakanı; Yisrael Katz, Herzliya kentinde gerçekleşen uluslararası güvenlik konferansında yaptığı konuşmada, “İran şu an gri bölgede ve kırmızı bölgeye girebilir, yani savaşa sebep olabilir. Bu yüzden askeri çatışma olasılığını göz önünde bulundurmalıyız. Bu nedenle İsrail, her türlü senaryoya karşı kendi hazırlığını yapmayı sürdürüyor.” ifadelerini kullandı. Bölgede çıkabilecek olası bir savaşta, İsrail ABD’nin yanında yer almaya hazırlanıyor.
ABD Başkanı Trump, İran’lı yetkililerle görüşmek istediğini daha önce dile getirmiş ancak İran lideri Hamaney, ABD yönetiminin “güvenilmez” olduğunu ifade ederek, Washington’la müzakereye kapıyı kapatmıştı. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise müzakere için ABD’nin baskıları tamamen kaldırması gerektiğini belirtmişti. Unutulmamalıdır ki, bu nükleer saldırı planının İran’ın yanı sıra Suriye, Irak, Filistin, Yemen hatta Türkiye’ye zaman içinde büyük zararlar verme tehlikesi şimdiden zihinleri kurcalıyor.
Aynı zamanda, İran yönetiminden “nükleer uyarı” yapılması da, Suudi Arabistan’ı da kapsayan yeni bir derinliği ortaya atıyor.