Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, gelişmiş
ülkelerde madenciliğin gayri safi yurt içi hasılaya oranının yüzde 5-9 arasında
olduğunu, Türkiye’de ise bu oranın yüzde 1 seviyesinde bulunduğunu ifade etti.
“Maden ve ham madde ithalatının, altın dahil, 26 milyar
dolar seviyesinde” olduğuna dikkati çeken Dönmez, “Bu miktarın önemli bir kısmı
da işlenmiş madenlerden oluşuyor. Maden ihracatımız da 5-6 milyar dolar
düzeyinde. Teknolojik altyapı eksikliğinden dolayı madenlerimizi Türkiye’de
zenginleştiremiyorduk. Artık madenlerimizi salt ham madde olarak yurt dışına
ihraç etme dönemi kapandı” diye konuştu.
Yerli üretimi, Ar-Ge ve inovasyonu temel alan madencilik
stratejisiyle çıkarılan madenlerin artık Türkiye’de işleneceğini dile getiren
Dönmez, böylece madenciliği destekleyen alt sektörlerin, teknolojik girişim,
istihdam ve ihracat noktasında önemli bir pazar hareketliliği oluşturacağını
kaydetti. Dönmez, bilgiyi değer haline getirmenin ve onu işlemenin, sahada
yapılan faaliyetler kadar önem arz ettiğini belirterek, “TÜVEK’le maden
kaynaklarının arama ve üretim açısından tek tek sicilleri tutulacak. Maden
arama, araştırma ve üretimi esnasında elde edilen sondaj karotlarını,
numuneleri, yer bilimleri verilerini ve haritaları burada arşivleyerek, kullanıcıların
hizmetine sunacağız. Karot Bilgi Bankamız bir nevi madenciliğimizin hafızası
olacak.” değerlendirmesinde bulundu.
“MTA 3 yılda 3,5 milyon metre sondaja imza attı”
Yer altı varlığını ortaya çıkarmak için Maden Tetkik ve
Arama Genel Müdürlüğünün (MTA) yoğun çalışmalar yürüttüğünü aktaran Dönmez,
MTA’nın kurulduğu 1935’ten 2015’e kadar toplam 6 milyon metre sondaj
yapıldığını aktardı. Dönmez, MTA’nın 2017-2019 yıllarında 3,5 milyon metre
sondaja imza attığını vurgulayarak, şöyle devam etti: “Bu kadar yoğun
çalışmanın yürütüldüğü son 3 yılda 89’u maden, 83’ü enerji ham maddesi olmak
üzere toplam 172 ruhsat sahasında değeri milyonlarca dolara ulaşan yeni maden
kaynakları tespit edildi. MTA havadan jeofizik operasyonlarıyla da 920 bin
kilometrelik bir alanı tarayarak yer altının adeta röntgenini çekti. Oruç Reis
Gemimiz de denizlerimizin dört bir köşesinde hidrokarbon varlığımızın tespiti
için 7/24 faaliyetlerine devam ediyor.”
Elde edilen verilerin MTA laboratuvarlarında analiz
edildiğini anlatan Dönmez, “MTA laboratuvarlarında yıllık 60-70 bin numunenin
analiz ve testi yapılırken, yeni alınan cihazlar ve hafta sonu vardiyalı
çalışmayla bu rakam 2018’de 525 bine, 2019’da ise 611 bine yükseldi. Yani 10
katlık bir artıştan söz ediyoruz. MTA bu faaliyetleri yürütürken arazilerin
haritalarını çıkarıyor, jeofizik veriler üretiyor, yerin yüzlerce metre altına
giden sondajlarla karotlar elde ediyor.” ifadelerini kullandı.
Çin, başındaki saç telinden ayağındaki tırnak ucuna kadar
bir tehlikedir ve şayet onu tanımadan bir ilişkiye girerseniz cidden nelerle
karşılaşabileceğinizi hayal bile edemezsiniz.
Bendeniz ise dilim döndüğünce, kalemim tuttuğunca tehlikeyi
anlatma gayretinde oldum. Ülkeyi yönetenlerden ise işin ciddiyetini anlamasını
ümit edip, tedbirler almasını beklemekteyim.
Malum birkaç aydır Wuhan virüsü/COVİD-19 ile yatıyor, onunla
kalkıyoruz. Geçen sürede öyle komplo teorileri okudum ki, bir insan bunları
nasıl yazabilir diyip ağzımın açık kaldığı zamanlara da denk geldim.
Virüsü Çin’in çıkartmadığından tutun da, ABD’nin bir Çinli
biyoloğa büyük paralar vererek laboratuvardan çıkartmış olmasına, dünya nüfusunun
bu biyolojik savaş ile 500 milyona düşürtüleceğinden tutun da, virüs
bahanesiyle ABD’nin Avrupa’ya asker yığdığına, yakında bir dünya savaşı
çıkacağından tutunda ABD’nin Çin’i hizaya çekmek için bilinçli olarak bütün
bunları yaptığına falan filan…
Lakin bütün bu komplo teorilerinde bir şey hep dikkatten
kaçmışa veya bilinçli olarak kaçırtılmışa benziyor.
O da virüsün nerede çıktığı gerçeği.
Bilmeyenler için tekrar edelim, hem de komploya gerek
olmayacak kadar bir hakikat olarak: COVİD-19 denilen virüs Çin’in Wuhan
şehrinde ortaya çıktı ve yine kesin bilgi virüsü yayan da veya yayılmasını
önleyemeyen de Çin.
Şimdi hakikat bu iken, son üç aydır dünyanın geldiği veya
getirildiği noktaya dair bazı sorular sormak hakkımız olduğuna inanarak
soralım.
1- Wuhan virüsünün yayılmasını müteakip bütün dünya
borsaları düşerken Çin borsası nasıl yükselebildi?
2- Çin ile ABD arasında olduğu yazılıp söylenen hatta komplo
teorileri düzülen “ticaret savaşları” ne durumda?
3- Doğu Türkistan’da “toplama kampları”nın, “kardeş aile
projesi”nin, çocuklar için “toplama kreşleri”nin durumuna ne oldu? Kapatıldı
mı, hayat Doğu Türkistan’da normale döndü mü, yoksa dünya virüsle boğuşurken
Çin sadistlikte nirvanayı mı yaşıyor?
4- Hong Kong protestolarına veya protestocularına ne oldu?
Hong Kong’da durum ne halde?
5- Çin’in bugüne kadar Hollanda’dan bir türlü satın
alamadığı STEPPER cihazlarını Hollanda’da virüsün ortaya çıkmasından sonra
tıbbî malzemeler karşılığında satın alma yönündeki gelişmeleri nasıl
değerlendirmeliyiz? CİP satın alma ve akabinde bunu kopyalamayı istemekten
Çin’in gayesi ne olabilir?
6- Virüs, Çin’in Wuhan şehrinde çıkmasına ve buradan dünyaya
yayılmasına rağmen, gelinen noktada ülkemizde Çin elçilik veya konsolosluk
görevlilerinin ekran ekran gezerek virüsü nasıl bitirdikleri, tıbbî yardımlara
hazır oldukları, hatta ve hatta aşısını dahi bulduklarını ilan ile bir nevi
dünyaya kendisini “kurtarıcı” olarak lanse etmesi, Avrupa’ya tabip heyetleri
göndermesi ve tıbbî malzeme satması nasıl bir ruh halidir?
7- “AŞI KANUNU” diyerek önce Çin halkına biyolojik cip
yerleştirerek 24 saat izlemek suretiyle 1,5 milyara yakın nüfusunu dijital
hapishaneye tıkmak ne ile açıklanabilir? Projenin Çin’de başarılması durumunda,
bunun dünyaya da uygulanacağını tahmin etmek için ne olmak gerekir? Bu suretle
her şeyin kontrol edildiği bir dünya yaratmanın gayesi sizce ne olabilir?
8- Uluslararası teşkilatların karar alma mekanizmalarına bol
keseden harcamalar ile kendi adamlarının atanmalarını veya kendi sözünden
çıkmayacak kişilerin atanmasını sağlamak sizce hiçbir art niyet taşımamakta
mıdır?
9- Virüsün yayılması sonrası, sanki hiçbir suçu yokmuş gibi
hummalı propagandalarla yurt dışındaki vatandaşlarını Çin’e çağırmak, dahası
virüsün riskli olduğu ülkelere seyahatlerin olmaması için spot oluşturmak ile
Çin nasıl bir mesaj vermekte?
10- Ocak ayı içerisinde Çin halkı, sosyal medya hesapları
üzerinden paylaşımlarında neredeyse isyan etmek üzere iken, bugün Çin’in güllük
gülistanlıkmış gibi görünmesini nasıl değerlendirmeliyiz?
11- Bu virüs olayı onca sıkışmışlığına bir çare olarak Çin
tarafından çıkartılmış olamaz mı?
Bu ve benzeri soruları çoğaltmak mümkün, lakin
okuyucularımızın daha fazla canını sıkmamak için burada keselim.
Sonuç itibariyle; Wuhan virüsü bütün dünyayı etkiler ve
insanları evlerine kapatırken, virüsün çıktığı yerin güllük-gülistanlık olması,
dahası dünyaya kendisini bir kurtarıcı olarak lanse eden bir Çin gerçeği ile
karşı karşıyayız. Bu kurtarıcı olma gerçeğini de Çin maalesef birkaç ülkede
başarmış görünmekte.
Madem komplo teorilerine çok meraklı bir toplumuz, buyurun
size gerçeğe en yakın bir komplo teorisi:
Çin, Block Chain (Blok Zinciri) kurmak istiyor. Bununla
dijital para sistemine geçecek olan Çin, insanlara yerleştireceği cipler
sayesinde bütün halkını 24 saat izlemek suretiyle yeni bir dünya düzeni
kurmanın hazırlıklarını yapıyor. Bu sayede dünyanın yeni, eleştirilemez,
dilediğini dilediği gibi yapabilen hegemon gücü olma projesini hayata geçirecek
olan Çin, bu hayalini gerçekleştirmek iüzere çoktan yola revan olmuş durumda.
Bu projeyi gerçekleştirmek için de milyarlarca insanının ölebileceği bir savaşı
bile göze alacaktır. Xi Jin-ping’in fikir babası Mao Ze-dong’un dediği gibi
“böyle bir savaşta nüfusumuzun yarısını kaybetsek bile, biz değil siz düşünün.
Geri kalan yarısı ile sizi yine mağlup edebiliriz”.
Dünya üzerinde bu acımasızlığı, Çin hariç, hangi devlet göze
alabilir ki?
Daha 10 yıl önce Çin yayılmacı siyaset izliyor, yükselip
dünyanın tek hegemon gücü olmak istiyor dediğimizde inanmayanlar, muhtemelen
buna da inanmayacaklardır. Bizden demesi, iş işten geçmeden Dünyanın aklını
başına devşirmesinde fayda var…
Hava kirliliği insanların çeşitli aktivitelerden dolayı
sağlıklarının yanı sıra kaynakların da kirlenmesine neden olan kirleticilerin
atmosfere karışmasıdır. Diğer bir deyişle atmosferde tüm canlıların sağlığına
zarar verecek miktar ve sürede kirleticilerden birinin ya da daha fazlasının
bir arada bulunması şeklinde tanımlanır.
Çevre Mühendisleri Odası’nın (ÇMO) hazırladığı rapora göre
güvenli hava kirliliği verilerinin alındığı 45 farklı ildeki istasyonlarda
yapılan ölçümlerde bu coğrafyada hayatını sürdüren 60 milyon kişinin 2018
yılında sınır değerlerinin üzerinde (PM10) (toz) seviyesine kaldığı
anlaşılmıştır. Ayrıca akciğerlerinin sağlığını direkt etkileyen PM2,5 kirletici
ölçümlerinin de sistematik gerçekleşmesi gerekiyor.
Kirleticiler:
Hava kirleticileri çeşitli özellikleri göz önüne alınarak
sınıflanır. Fiziksel duruma göre gaz ve partikül madde şeklinde ve ayrıca
kimyasal yapıya bağlı olarak da kirleticiler; organik ve inorganik olarak ikiye
ayrılır. Genel olarak havayı kirleten maddeleri şöyle sayabiliriz: Partikül
(tozlar), kükürtlü maddeler, organik maddeler, azotlu maddeler, Karbonmonoksit,
Halojenler ve Radyoaktif maddeler.
Sağlık ve Çevre Açısından Hava Kirliliğinin Önemi:
• 1952’de Londra’da bir hafta içinde 4 bin kişi, 1930’da
Belçika – Maue Vadisinde üç gün içinde 63 kişi, 1966’da ise New York’ta 168
kişi hava kirliliğinden hayatlarını kaybetti. Bu olaylar sırasında ölçülen hava
kirliliği değerleri İstanbul’da alarm verildiği 1970 yıllarında ölçülen en
yüksek değerlerin bile altındaydı.
• Mumbai’de (önceki adı Bombay) hava kirliliğinin yoğun olduğu günlerde
Hintlilerin 10 sigara içmiş kadar etkilendikleri bilimsel olarak açıklandı.
• Uzakdoğu kentleri Bangkok, Jakarta ve Seul’de hava
kirliliği yüzünden her yıl 1500-2000 kişinin öldüğü, 60-100 kişinin
hastalandığı ve milyarlarca dolar maddi kayıp olduğu saptandı.
• Kaliforniya eyaletinde hava kirliliğinin sadece tarıma
verdiği maddi zarar 300 milyon dolar olarak saptandı. ABD’de verilen bir
mahkeme kararında havayı kirleten bir fabrikaya 13 milyon doları aşan para
cezası verilmiş ve kararın gerekçesi “Hırsızlık suçu ile siz bir kişiyi veya
bir aileyi mağdur edebilirdiniz fakat çevrenizi kirletmekle bütün topluma zarar
verdiniz.” şeklinde açıklanmıştır.
Hava Kirliliğine Karşı Kişisel Önlemler:
Hava kirliliğinin iki önemli kaynağı vardır. Enerji eldesi
sırasında çıkan gazlar ile diğer yandan kentlerde araçlardan çıkan egzoz
gazları.
Egzoz Gazlarına Karşı:
• Özel aracınızı mümkün mertebe az kullanın. Metro veya
otobüs gibi toplu taşımacılığı tercih
edin. Hem de hareket etmiş olursunuz.
Unutmayın ne kadar az yakıt harcanırsa havamız o denli az kirlenir.
• Aracınızın motor bakımını ve egzoz gazı ayarını düzenli
yaptırın.
• Aracınızı aşırı yüklemeyin ve uzun süre rölantide
çalıştırmayın. Rölantide hava kirliliği üç kat artar. 15-30 saniye kadar bir ön çalıştırma yeterlidir.
• Aracınızın hızını saatte 100 kilometreden 80 kilometreye
indirebilirsiniz en az % 20 oranında kazanç sağlamış olursunuz.
• Aracınızı uzun beklemelerde ise tamamen durdurun.
Kalorifer Kazanı ve Sobalar için !
• TSE belgeli sobalar muhakkak üstten yakılmalıdır ve kor
halinde yanan kömürün üzerine kesinlikle yeni kömür atılmamalıdır.
• Kazan, baca ve radyatörlerin bakımı ve temizliği her
yıl yapılmalı ve kazan dairesinde
bulunan sıcak boruları yalıtılmalıdır.
• Plastik maddeler, naylon torbalar, yanmış yağ, araba
lastiği, konfeksiyonile ayakkabı imalat artıkları kesinlikle kalorifer
kazanları ve sobalarda yakılmamalıdır.
Isı yalıtımını gerçekleştirerek yakıttan % 40 oranında
ekonomi sağlayabilirsiniz. Böylece hem bütçenizi rahatlatır hem de ekolojinin
korunmasına yararlı olursunuz.
Isı yalıtımı konut seçiminde önemli bir kriter olmalıdır.
Mantolama yaptırmayan binalara zaten tapu verilmemeli.
Binanın mutfağının dolapları veya rengi değil, binanın mantolaması önemlidir.
Diğer Önlemler
• Yeşili her daim koruyun, unutmayın ağaçlar hava
kirliliğine karşı birer doğal süzgeçlerdir.
• Kağıtlarınızı ayrı bir yerde biriktirerek değerlendirin.
Arkalarını kullanın, bu sayede birkaç ağacın kesimini önlemiş olursunuz.
• Bacalardan siyah duman çıkan binalara girerek yetkili veya
yöneticiyi şahsen ikaz edin, veya yetkililere şikayet edin.
• Evinizde ısıyı koruyun, cam macunlarını yenileyin, pencere
altlarını sünger veya bez ile iyice izole edin. Apartman kapısının sürekli
kapalı tutulmasını sağlayın. Radyatörleri mermer veya perde ile sakın
kapatmayın.
İnsanlığın, yarattığımız teknolojiyle kaynaşması başladı.
İnsan olarak teknolojiyi bedenimizle tamamen birleştiren bir
tür haline gelerek yolumuza devam ediyoruz.
Bilgisayar ve ilk
insan-makine arayüzlerinin icat edilmesinden beri (HMI), birçok teknoloji
uzmanının hayali, bilgisayarlar ve insan beyni arasında doğrudan bağlantılar
oluşturmaktı. Bu beyin-bilgisayar arayüzleri (BCI’ler) düşünce- fiziksel eylem-
bilgisayar tepkisi arasındaki çeviriye özgü gecikmeyi ortadan kaldırır.
BCI’ler ayrıca fiziksel eylemleri gerçekleştiremeyen
kişilerin gerçek dünyada adım atmaları için güçlü bilgisayar araçlarını
beyinlerindeki elektriksel sinyallerle doğrudan kontrol etmek için gerekli.
Hayallerden biri, BCI’ların eninde sonunda, insan bilgisinin
tüm kriterlerini hemen anında hatırlama alanına yerleştirecek olmasıdır: Artık
internet üzerinden yazarak veya sesli komutlarla aramaya gerek yok. Yakın bir
gelecekte, neye ihtiyacımız olduğunu düşünebileceğiz ve ilgili bilgiyi doğrudan
bir buluttan ve zihnimizin ön saflarından çekebileceğiz. BCI’lar işe yarıyor
çünkü beynimizdeki nöronlar arasında gönderilen sinyalleri tespit edebiliyoruz.
Bu küçük bitler, her nöronda iyonlar tarafından ifade edilen elektrik
potansiyelindeki farklılıklardır. Bilim adamları bu sinyalleri implante
edilebilir elektrotlar kullanarak bulabilir ve ölçebilir. Sinyaller, uzun
yıllar boyunca titiz araştırma ve deneyler sonucunda geliştirilen
algoritmalarla çevrilen dijital bilgi haline gelir. Böylece, beynimizin
sinyalleri daha sonra özel olarak etkinleştirilmiş protez uzuvları ve
tekerlekli sandalyeleri kontrol etmek ve monitörlerde imleçleri ve tıklama
düğmelerini taşımak için kullanılabilen makine zekası için bir yönetmen haline
gelir.
Yazılım ayrıca, sayıları ve harfleri temsil eden çok özel
“düşünceler”i ifade eden sinyalleri tanımak için eğitilebilir, bu da fiziksel
olarak yazamayan insanlar için yazma (bir tür) sağlar. Tıpkı herhangi bir
yazılım uygulamasında olduğu gibi, BCI’ler kötü niyetli beyin-casus yazılımlarının
saldırılarına karşı hassastır. Bir BCI, sayısal bir yapıda sayıları ve harfleri
taşıdığında birisinin bu verileri ele geçirmesi ve bir bankacılık PIN
numarasını veya bir sosyal güvenlik numarasını temsil edip etmediğini çevirmesi
zor olmayacaktır.
Tıp topluluğunun kutsal kârı, engelli insanların yaşamlarını
daha iyi hale getirmek için nöroprostetikte (Nöroprostetik, fonksiyonel
performans için sinir sisteminin doğrudan elektriksel stimülasyonunun
kullanılmasıdır) BCI’ları kullanmak (*) 2014 Dünya Kupası’nın açılış vuruşunu
yapan felçli bir adamın zihin kontrollü dış iskelet noktasına kadar. İş
fırsatlarının tüm ekosistemi bu son teknoloji etrafında büyüyor:
– Kernel , hipokampustan anıları yakalamak, onları AI ile
okumak ve bunları% 80’e kadar doğrulukla “kaydetmek” üzerinde çalışıyor.
– Elon Musk’un Neuralink girişimi, beyin ve bilgisayarlar
arasında implante edilebilir arayüzler yaratmayı hedefliyor. Erken hedefler,
beyin ve sinir sistemi bozukluklarına yönelik tedaviler geliştirmek normal
işlev gören beyinleri geliştirmeye yol açmak, yani bellek ve işlem hızını
artırmak, yerleşik bulut ve internet erişimi eklemek ve duyularımızı
genişletmek.
– Foc.us adında bir şirket, oyuncuların tepki hızını
artırmak için “beyin uyarıcıları” pazarlıyor.
– Neuropace nöbetlere neden olan nöronlar arasında
gönderilen sinyalleri öngörme, tespit etme ve durdurma yolları üzerinde
çalışıyor.
“Felçli bir adam, zihin kontrollü bir Robotik dış iskelet
kullanarak Dünya Kupası 2104’ün ilk vuruşunu yaptı.” Bu, felçlilerin tekrar
yürümesine yardımcı olmak için teknolojiyi kullanmaya odaklanan, kar amacı
gütmeyen uluslararası bir araştırmacı işbirliği olan “Walk Again Project” ile
mümkün olmuştur. Bu proje, Duke University Center for Neuro-engineering dahil
olmak üzere çeşitli kurumlardan yapılan araştırmalarla desteklenmektedir.
Hasta yürümeyi düşündüğünde, beyin sinyalleri bir
bilgisayara iletilir ve bu da buna göre hareket etmek için dış iskeleti
harekete geçirir.
Şimdi bakıyorum herkes bu noktaya odaklandı. Her yerde, her
alanda bu bulaşıcı ve ölümcül virüs bir numaralı gündem.
Dünya’nın her ülkesinde ABD başta olmak üzere korku
içindeler. Allah’ım nelere kadirsin Yarabbim.
Türkiye Dünya’da en etkili tedbirleri alan ülke konumunda.
Sağlık Bakanımız ve ekibini kutluyorum.
Eleştirmen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin işleyişi
işte tam da burada vuku buldu.
Çok çabuk kararlar alındı, talimatlar verildi. Dünya daha
“Neler oluyor, bir bakalım” derken biz önemli tüm tedbirleri aldık ve alıyoruz.
Şimdilik önemli takip ve tespit çalışmaları devam ediyor.
Umre dönüşü kişiler daha uçaktan inmeden kontrol altına
alınıyor ve karantina için boş öğrenci yurtlarına yerleştiriliyorlar.
İşte koordineli çalışma bu işin ne kadar ciddiye aldığının
kanıtıdır.
Bakıyorum durum böyleyken TV programlarında anlayan
anlamayan herkes yorum yapıyor.
Öyle güzel algı yapıyoruz ki!
Bırakın bunları normal yayınları yapın. Konu hakkında komplo
teorisi geliştiren, saçma sapan yorumlarda bulunan o kadar çok bilmiş var ki.
Sağlık Bakanlığımız dışında kimseyi lütfen dikkate almayın.
TV açık oturumlarına sadece Sağlık Bakanlığı tarafından onay
verilen hekimler, profesörler katılsın.
Bilgi akışları sadece Sağlık Bakanlığı verilerinden takip
edilmeli.
Şu net bir şekilde anlaşıldı.
Güçlü Türkiye, güçlü bir liderin kontrolünde Sağlık
Bakanımız ve Bakanlıklarımız mükemmel bir koordinasyon ve işbirliği içerisinde
süreci güzel bir şekilde getirmekteler.
Can-ı gönülden tebrik ediyorum.
Şimdi bir şeye dikkat çekmek isterim.
Her konuda kendilerini “Biz Avrupalıyız” diye ahkam kesenler
ne oldu size.
Siz Allah’ın tokadının ne kadar güçlü olduğunu anlamazsınız.
Suriye’de halk katledilirken, o yalvarışları görmezden
gelirken, şimdi evlerinizden dışarı çıkamıyorsunuz.
Siz kapılarınızı masumlara kapatırken kendiniz evlerinize
mahkum hayatı yaşıyorsunuz.
Çünkü ölüm korkusu sardı.
Açlıktan ölme korkusu sardı içinizi tabi ki. Marketleri
yağmalıyorsunuz.
Üzerine bomba atılan masumların, denizlerde boğularak ölen
küçücük çocukların ahı var üzerinizde.
Onlar tüm Dünya’ya beddua ettiler.
Başta siz görmezden geldiniz hey ABD, AB, Rusya. Ama
Allah-cc her şeyi görür bilir duyar ve bir gün olur hesabını sorar.
İbret alınması gereken şu süreci, inanmış ve masuma kucağını
açmış, aşını paylaşmış bir millet olan Türkiye Allah’ın yardım ile inşallah çok
hafif atlatacak.
Bizler, Allah huzurunda zorda olan masum mültecilerle
ekmeğimizi paylaştık, aşımızı paylaştık.
Bizler onları ölüme terk etmedik, bizler onları evimize
aldık koruduk, kolladık.
Bunu Allah için yaptık.
Koronavirüsten korunmak için. Panik yapmaya gerek yok.
Komplo teorilerinden uzak duralım.
Biz temiz milletiz.
Hijyeni ön planda tutalım.
Sık, sık ellerimizi tıkayalım.
Kalabalık yerlerden uzak duralım.
Mümkün mertebe tokalaşmayalım.
Fırsatçılara kazandırmayalım.
Bu durumu fırsata çevirmek isteyenlere imkan vermeyelim.
Sağlık Bakanlığımız tavsiyeleri dışında hiçbir tavsiyeyi
dikkate almayalım.
Prof. Dr. Derya Karadeniz, sağlıklı bir uykunun bağışıklık
sisteminin gelişmesi açısından çok önemli olduğunu, vücudu salgın hastalıklara
karşı koruyan antikorların normal ve sağlıklı bir uyku sırasında üretildiğini
söyledi. Sağlıklı uykunun bağışıklık sistemini güçlendirici etkileri olduğunu
belirten uzmanlar, koronavirüs gibi salgın hastalıklara karşı dirençli olmak
için iyi bir uyku öneriyor.
Uykunun bağışıklık sistemi üzerindeki etkilerini
değerlendiren İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Nöroloji Anabilim Dalı Uyku Bozuklukları Merkezi Sorumlu Öğretim Üyesi Prof.
Dr. Derya Karadeniz, uyku ve bağışıklık sistemi arasında çok net bir ilişki
olduğuna dikkati çekti. Bağışıklık sisteminin enfeksiyonlara karşı çalışacak
hücreleri, normal ve sağlıklı bir uykuda salgıladığını belirten Karadeniz,
şöyle konuştu:
“Bağışıklığın tıpkı beynimizin hafızası gibi bir
hafızası var. Herhangi bir virüs, bakteri veya enfeksiyon yaratacak mikrobik
durumla karşılaştığımızda immün sistemimiz normal çalışıyorsa bunu ilk
karşılaşmada tanıyor ve bir sonraki karşılaşmada buna karşı savaşacak ve
ortadan kaldıracak hücreleri hazırlıyor. Vücuda giren mikrop, virüs veya
bakterinin tanınması ve ona karşı antikor dediğimiz koruyucu hücrenin
oluşturulması, onun tanınma işlemi ve bağışıklık sisteminin hafızası, uykunun
derin döneminde meydana geliyor. Eğer uykumuz normal ve sağlıklı değilse,
herhangi bir uyku hastalığımız varsa o zaman derin uyku azalıyor veya ortadan
kalkıyor. Dolayısıyla bağışıklık sisteminin ana elemanları olan virüslere,
bakterilere karşı savaşacak hücrelerin yapımı ortadan kalkıyor ve enfeksiyonlar
ortaya çıkıyor.”
“İyi uyunmuyorsa bağışıklık sistemi zayıflıyor”
Prof. Dr. Derya Karadeniz, mikrop ve virüslere karşı savaşan
bağışıklık hücrelerinin birçoğunun uykuda üretildiğini dile getirerek,
“Kişi eğer iyi uyuyamıyorsa bağışıklık sistemi de zayıflayacaktır. Daha
önceden karşılaştığımız mikrobu tanıyıp, bir daha karşılaştığımızda hasta
olmamızı engelleyen antikor üretimi için gerekli bağışıklık sisteminin hafızası
derin uykuda ortaya çıkıyor.” dedi.
Normal ve sağlıklı bir uykunun, aşılar üzerinde de etkili
olduğunu belirten Prof. Dr. Karadeniz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Eğer
uyku kötüyse yeteri kadar uyunmuyorsa, uyku bölünüyorsa aşı cevabı da bozuluyor.
Bir çalışma var. Bu çalışmada buruna virüs verildikten sonra bir grup çok güzel
uyuyor, diğer grup çok kısa uyuyor ve kötü uyuyor. Kısa ve kötü uyuyanlarda
burna verilen virüs veya enfeksiyon hastalık yaparken, iyi uyuyanlarda hastalık
ortaya çıkmıyor. Çünkü bağışıklık sistemleri gece uykuda bunun herhangi bir
enfeksiyon yaratmasını engelliyor. Hepatit A ve B aşılarıyla yapılan çalışmalar
var. Eğer uyku kötüyse kişide uyku hastalığı varsa ya da az uyunuyorsa bu,
aşıların koruyuculuğunu da olumsuz etkiliyor. Yani 3. aydan itibaren Hepatit A
ve B’de koruyuculuk oranı azalıyor. Uykuda koruyucu bağışıklık sistemi,
hücreleri yeteri kadar salgılanamadığı için aşı cevabı da çok net olarak
bozuluyor.”
“İyi uyku, kesintisiz uyumak ve dinlenmiş
uyanmaktır”
Uyku düzeninin kişiden kişiye değiştiğini belirten
Karadeniz, kesintisiz uyuyan ve ertesi gün dinlenmiş olarak uyanan kişilerin,
“normal ve sağlıklı bir uyku” uyuduğunu kaydetti.
Geceleri uyku apnesi, hareket bozuklukları, sık tuvalete
kalkma veya terleme gibi nedenlerle sıklıkla uyanan kişilerde uyku hastalığı
aranabileceğine değinen Karadeniz, “İyi uyku demek, akşam yatıp, en az
haftanın beş günü kesintisiz uyuyarak sabah dinlenmiş uyanmak demektir.”
ifadesini kullandı.
Uyku süresinin de kişiden kişiye değiştiğinin altını çizen
Prof. Dr. Derya Karadeniz, şunları kaydetti: “Genelde toplumun yüzde
85’inde ihtiyaç duyulan uyku süresi, 6-8 saattir. Bunun ekstremleri vardır.
Doğuştan kısa uyuyan kişiler, 6 saatten daha az uyuyanlar vardır. Bunlar
çocukluktan beri az uyurlar, bu sorun sonradan ortaya çıkmaz. Sonradan ortaya
çıkarsa buna ‘uykusuzluk’ adını veriyoruz. Bunlar 5-6 saat uyuyunca
dinlenirler. Doğumsal olarak uyku ihtiyacı uzun olanlar vardır, bunlar 8
saatten daha az uyurlarsa uykularını alamazlar, çünkü beyinlerinin ihtiyacı en
az 8 saatlik uykudur. Bu da doğuştandır, çocukluktan beri uzun uyuyan
insanlardır.”
Bu yıl 6’sı düzenlenen Elektrik ve Elektronik İhracatçıları
Birliği (TET) İhracat Başarı Ödülleri Töreni gerçekten ülkemiz adına bir gurur
şölenine dönüştü.
Elektrik ve Elektronik sektörlerinde faaliyet gösteren
ihracat şampiyonlarının ödüllendirildiği törendebu başarılı durumun
mimarlarından olan Vestel birinci, Arçelik ikinci ve Bosch ev aletleri ise
üçüncü oldu.
“Beyaz eşya sektöründe Avrupa’nın 1 numarasıyız”
Beyaz Eşya sektörü 25 milyon adetlik üretimi ile Avrupa’nın
1 numaralı üreticisi konumunda bulunuyor. Eskiden beyaz eşya üretim üssü olarak
bilinen Almanya ve İtalya’yı geride bırakması gerçekten ülkemiz için önemli bir
göstergedir.
2019 yılında 11,5 milyar dolar olarak gerçekleşen
Elektrik-Elektronik sektör ihracatı Türkiye ihracatının yüzde 7’sini
oluşturuyor. Sektör, Türkiye’nin 2023 hedefine önemli katkı sağlıyor. Türkiye
dünya üretiminin yarısını gerçekleştiren Çin’in arkasında ikindi konumda bulunmaktadır.
Türkiye 2019 yılında yüzde 3,6 oranında yüksek teknoloji
ihracatı yaptı. Yüksek teknoloji ihracatı ülkemiz için çok önemlidir. Türkiye
beyaz eşya ’da ikinci, elektronikte ise 32. ülke konumunda yer almaktadır.
Sektör 190 milyar dolarlık hedefi tutturmak için
çalışmaktadır. Bu sebeple sektöre birtakım destekler verilmesinin gerekli
olduğu gözlemleniyor.
Dünya ticaretinde gerilemenin yaşandığı bir dönemde
ihracatımızı artırmamız çok önemlidir. Dünyada değer artışı bazında ihracatta
ilk 8 ülke arasında yer aldık.
İhracatımızın %48’ini Avrupa Birliği ülkelerine yapmamız
Avrupa ile et tırnak olduğumuzun göstergesidir. Avrupa pazarına bu kadar bağlı
olmak ülke ekonomimiz adına bir avantaj değil dezavantaj olduğunu da
unutmamalıyız. O nedenle alternatif pazarlara açılmamız gereklidir. Daha fazla
katma değerli ürünler üretmeli ve çeşitlendirmeye önem vermeliyiz.
Türkiye ekonomisi ithal ürünler ile değil yapacağımız
ithalat ile şaha kalkacaktır, bunu kesinlikle unutmamalıyız.
TET hakkında
Elektrik ve Elektronik İhracatçıları Birliği (TET),
üyelerinin ihracat faaliyetlerine destek veren profesyonel bir kurumdur.
Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu kararı ile 02.09.1991 tarihinde kurulmuş
olup, 6.500’ün üzerinde üyeye sahiptir. Faaliyetlerini İMMİB çatısı altında ve
Ticaret Bakanlığı’na bağlı olarak yürütmektedir.
Hemen her olayda; Karpuz gibi yarılıyoruz… Bölünüyoruz, parçalanıyoruz, cepheleşiyoruz…
Ama şuanda herkes iki adım geri çıksın ve düşünsün.
Düşünelim ve görelim karşımızdaki tehlikeyi,
Tehlikenin herkesi kapsadığını,
Tehlikenin apolitik olduğunu,
Boyutunu, riskini, içeriğini…
Hanımlar/beyler…
Öyle bir tehlikeyle karşı karşıyayız ki;
Hala hayatta olan bizler için bir ilk,
Benzeri, emsali neredeyse yüz yıldır görülmemiş,
Kurşun adres sormaz misali;
Sana, bana, ona; ebeveynlerimize, çocuklarımıza,
Muhalifimize, tarafımıza, hasmımıza, dostumuza,
Kimi ve nasıl vuracağı belli olmayan,
Çaresi dahi bulunamayan,
Savaşlardan, darbelerden, terörden daha beter ve yıkıcı bir
musibet…
Yahu… Hiç olmazsa şimdi, şimdi…
Böyle azim, cesim, korkunç ve istisnası olmayan bir tehlike
karşısında,
Bendini yıkmış sel misali herkesi ve herşeyi yutacak bir
bela karşısında,
Bugünümüzü ve yarınlarımızı yok etmeye namzet bir veba
karşısında,
Allah rızası için,
Allah Lillah aşkına;
Yarılmayalım,
Bölünmeyelim,
Parçalanmayalım,
Cepheleşmeyelim..!
Bir defa olsun;
Aklıselimle, bir ve beraberlik içinde; husumet, muhalefet,
karşıt duyguları bir kenara koyalım.
Öyle bir andayız ki; iktidara da, muhalefete de, dinliye de,
dinsize de, sağcıya da, solcuya da;
Herkese ama herkese, ayrım gözetmeksizin zarar verecek bir
süreçteyiz.
Bırakın siyaseti, politikayı ve iktidar hırsını…
Felakete gidiyoruz; görmüyor musunuz.!
Virüs bizi yerken bile birbirimizi yiyoruz; utanmıyor
musunuz.!
Dünya kasıp kavruluyor,
Alem yanıyor,
İnsanlık krizde ve herkes birbirini yemeden; ülkesini,
milletini, devletini düşünüp, siyaset üstü bir yaklaşımla; ihtilafsız ve
ittifakla çare peşinde…
Açın gözlerinizi, açın.
Zaman gaflet zamanı değil.
Yere batsın sizin kavganız, siyasetiniz, politik
ihtirasınız.
Siyaset baltalarını bugün bile gömmez;
Bencil, küstah ve acımasız tarafgirliğe devam edersek; Virüs
hepimizi gömecektir.
Artık bakan gözlerimiz görsün ki; Virüs adres sormuyor…
Halil Cibran der ki:
Ey kavmim…
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç
dinlemezsin.
Ölülerine dönüp de bakmazsın.
Ama arkana baktığın için taş kesileceksin.
Ve sen kendine bile ağlamayacaksın.
Acıyla karıldı harcın ama acıya da yabancısın. Senin
bedenine dokunmadıkça hiçbir acıyı duymazsın.
Her kuytulukta bir çocuğun ölür ama sen aldırmazsın.
Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymaz kendi
ağıdını,
Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarını ve sen
bir koyun gibi bakarsın çalınanlarına.
Komşun aç yatarken sen tok olmaktan haya etmezsin.
Musa önünde Kızıldeniz’i açsa, sen o denizden geçemezsin.
Akıllı teknolojilerin giderek iş hayatında ve sanayide
kullanılmaya başlamasıyla, endüstri 4.0 ve geleceğin meslekleri de
tartışılıyor. Devletler bu değişime hazırlanıyorlar.
Birinci sanayi devrimi (1.0) su ve buhar gücünü kullanarak
mekanik üretim sistemleri ile ortaya çıkmıştı.
İkinci sanayi devrimi (2.0) ile elektrik gücünün yardımıyla
seri üretim tanıtılmıştı.
Üçüncü sanayi devriminde (3.0) ise dijital devrim,
elektroniklerin kullanımı ve BT (Bilgi Teknolojileri)’nin gelişmesiyle üretim
daha da otomatikleştirildi.
Endüstri 4.0 ya da 4. Sanayi Devrimi ise, birçok çağdaş
otomasyon sistemini, veri alışverişlerini ve üretim teknolojilerini içeren
kolektif bir terimdir.
Bu devrede, daha otonom makinalar ve sanal ortamlarda iş
hayatı şekillenecek.
Endüstri 4.0’ın toplumu ise, Dijital Toplum 1.0 olacak.
Dijital toplumda ise,
Okullar kapanacak, eğitim online olacak.
(Milli manevi değerlerle beslemek zorunda olacağımız
nesiller, iyice içine kapanacak, mankurtlaşacak, gerçekten eğitim alıp aldığını
ebeveynler dahi kontrol edemeyecek)
İşyerleri kapanacak, her şey elektronik ticaret üzerinde
dönecek.
Uzaktan çalışma, esnek çalışma modelleri ortaya çıkacak.
İnsanlar tüketici olacak, üretim tamamıyla otonom ve robotik
olacak,
Hiçbir şey üretmeyen insan, tüketim bağımlısı olacak,
depresyona girecek, intiharlar atacak.
Değişime ayak uyduramayan İşyerleri kapanacak, “Paralar
mikrop yuvası” denecek, Ulusal paralar ortadan kalkacak, kripto paralar
gelecek.
Toplu faaliyetler, konserler, düğünler cenazeler, cami ve
ibadethaneler bulaşıcı hastalık kaynakları denecek, herkes evine çekilecek.
Komşuluk akrabalık can çekişiyordu ölecek.
Ülkeler bu krizden çok büyük yara alacak,
Dünyayı yönetenlerin para kasası IMF devreye girecek, bütün
ülkelere, acı reçetelerini dayatacak.
Borcunu ödeyemeyen ülkelerin doğal kaynaklarına el
konulacak.
Ve daha sonra,
Sars, Domuz gribi, kuş gribi ile denemesi yapılan ve Korona
ile taçlandırılan bulaşıcı hastalıklar o kadar çok artacak ki, insanlığın
menfaatlerini düşünen! medikal firmalar, (buraya dikkat) “Vücuda giren zararlı
mikroorganizmaları veya virüsleri önceden bilen çip üretecekler.”
Tabi can tatlı, çocuklar candan tatlı.
Çocuklarını kendilerinden daha çok düşünen ebeveynler,
kuyruk oluşturacaklar, vücutlarına çip taktırmak için..
Ve sonra,
Köleleştirilen, düşünmeyen, araştırmayan, okumayan, medyanın
kendisine sunduğu şeyleri doğru sanan, hiç bir ülkü, değer ve ideali olmayan
bir nesil meydana gelecek..
Olmaz olmaz demeyin.
Bakın Korona’nın bize yaptırdıklarına.
Hepsi oldu..
Bunlar prova..
Asıl film pek yakında..
Cenab’ı Hak, tuzak kuranların tuzağını başına geçirsin.
Ruslar başta Suriye olmak üzere Rusya’nın muhtelif ülkelerde
askeri varlığının ve sıcak çatışmaların gündelik hayata maliyetini ve negatif etkilerini
tolere edip Putin’e büyük ve koşulsuz desteğini sürdürecek mi.?
Görünen o ki; Rus ekonomisi sıkıntıda. Yönetim de halk da
bunun farkında ve kaygısına girmiş durumda.
Biraz geriye bakarsak; Medvedev’in gidişi ve Rusya Fedaral
Vergi Servisi başkanı Mihail Mişustin gibi bir teknokratın başbakan olması
tamamen ekonomik sebepledir.
Bu değişikliğin nedenleri;
Yaptırımların etkisini azaltmak,
Ekonomiyi canlandırarak alım gücünü artırmak,
Düşük büyüme oranını artırmak,
Dolayısıyla da Putin ve Birleşik Rusya Partisine desteğin
devamını sağlamak için planlanan Ulusal Projelerin realizasyonu konusunda
görülen aksaklık ve başarısızlıklar olmuştur.
Değerlendirmeye şunu da katmak zorundayız; Rus halkı Çarlık
ve Sovyet dönemindeki halk değil.
Geçmişteki koşulsuz kabul ve teslimiyet içindeki Ruslar yok.
Yeni Nesil Ruslar farklı ve kapitalize zihniyette. Bu yapı
ve yaklaşıma yine Putin’le kavuştular ve ulaştılar.
Şimdi Medvedev’e bir emekli kalkıp maaşların yükseltilmesi
talebinde bulunabiliyor.
Eski Rusya’da bu mümkün mü idi..
Ve de; “Para yok, ama dayanın” cevabına ciddi tepki ve
eleştiriler aşikare şekilde yapılabiliyor.
Hal böyleyken en büyük geliri petrol ve doğalgazdan olan
Rusya; petrolün varil fiyatının 50 doların altına düşmesiyle birlikte iyice
sıkıntıya girebiliyor. Ki, şuanda bu gerçeklikle karşı karşıya.
Sanmıyorum ki vergi uzmanı başbakan getirerek, vergi
gelirlerinin artışıyla kötü ekonomik gidişat pozitife çevrilecek ve hakim olan
negatif beklenti değişecek.
İran’a dönersek; sürekli yaptırımlar ve halka yansıyan
ekonomik sıkıntılar orta kuşak İran’lılar nezdinde ciddi hoşnutsuzluğa dönüşmüş
vaziyette.
En son birkaç ay önce akaryakıt fiyatlarındaki artışa tepki
olarak başlayan sokak hareketleri İran’ın kırılma noktasına geldiğini gösterdi.
Bir de petrol fiyatında düşüş başlaması; tıpkı Rusya gibi
ekonomisi petrole dayalı İran’ı da çok zorlayacak ve halka yansıyan maliyeti
artıracak.
Her iki ülke için de petrole dayalı ülkelerde petrol
fiyatlarının çıkış-inişiyle ortaya çıkan ekonomik soruna atfen söylenen
Hollanda Hastalığı durumunun oluşturulduğunu söyleyebiliriz.
Keza, Suriye’de Rejimin askeri ve ekonomik en büyük
destekçisi Rusya ve İran ekonomisindeki kötü gidişat Suriye Rejimini de
etkilememesi mümkün değildi. Ve etkilemeye başladı. Hele de Başarısız Devlet
niteliğinde ve savaş halinde olmaktan dolayı tüm dinamikleri yıkılmış, ekonomik
ve siyasi varlığı destekçi ülkelerin insafına kalmış bir ülke durumuna
düşmüşsen; vaziyeti korumak pamuk ipliğine bağlı demektir.
Çünkü savaşması ve azla yetinmesi istenen insanların
tahammülü sınırlıdır.
Fedakarlık bir noktadan sonra bıkkınlık, çöküntü ve
ümitsizliğe dönüşür.
Ki, Suriye iç savaşı bu belirsizlik ve her geçen gün artan
imkan daralmasının en bariz örneği olarak cereyan ediyor.
Savaşın ana aktörü üç devletin ekonomik ve iç siyasi
durumları bu haldeyken Rejimin İdlib saldırısı başlamıştı.
Çünkü başka çare kalmamıştı.
Onlar için İdlib, iç savaşın kritik ve nihai final’inin
başlangıcı idi.
Rusya ve İran’ın iç siyasi ve ekonomik gidişatı Rejimi İdlib
saldırısına mecbur bıraktı.
Yoksa Rejim Güçlerinin bizim askerlerimize saldırmaya; ne
cesareti, ne cüreti, ne de imkan ve kabiliyeti mevcuttu. Bu iki ülkenin iç
gündemlerinin zincirleme dayatması sonrası, irade ve inisiyatifi kalmamış Rejim
güçleri saldırı başlattı.
İdlib konusunu bir şekilde halletmek zorundalardı.
Gerek izolasyon, gerek Türkiye’ye sığınmacı akını, gerekse
de topyekün imha ile insansızlaştırılmış bir İdlib şeklinde neticeye varmak bir
mecburiyet haline gelmişti.
Ama Türkiye’nin verdiği karşılık oyun ve planı bozdu.
Açıkcası böylesi geniş kapsamlı, hızlı ve kararlı karşılık
beklemiyorlardı.
Rejim ve paydaş ülkeler eğer ekonomik maliyetin baskısı
altında olmasalar Türkiye’nin verdiği karşılığa daha yüksek sesle ve daha sert
tepkiye yönelebilirlerdi.
Fakat şuanda Rusya da, İran da ince diplomatik hesap ve
strateji içinde.
Aksi takdirde iç siyaset ve kamuoylarında yükselen muhalif
seslerin iktidar ve varlıklarını tehdit edecek boyuta ulaşması an meselesi…
Hele her iki ülkenin de yakın işbirliği içinde olduğu Çin’de
başgösteren virüs olayının global ve ilintili ülke ekonomilerinde konjonktürel
ve şimdilik kısmi boyutta görülen Avrasya bazlı bölgesel/küresel ekonomik
kriz’i de düşünürsek; sıkıntının şümulü büyük, riskli, geniş ve genişleyecek
demektir.
Çünkü Çin ekonomisinde ortaya çıkacak bir sıkıntının küresel
ekonomiyi etkilememesi düşünülemez.
Hal böyleyken;
Erdoğan-Putin görüşmesi nasıl sonuçlanır bilemem. Ama
Erdoğan’ın elinin daha dolu ve güçlü olduğunu düşünüyorum. Yine de çok
dikkatli, akıllı ve akılcı olmaya mecburuz.
Çünkü süregelen ve yakın zamanda bitecek gibi de görünmeyen
Suriye iç savaşı hemen her ülkeyi ve ekonomisini etkiler, etkileyecektir de…
Kazanana da, kaybedene de ciddi zararlar veriyor ve
verecektir.
Bu nedenle de günü kurtarmak kabilinden değil; uzun soluklu,
ayakları yere basan ve uzak perspektifli bir yaklaşımla hareket etmeliyiz.
ABD, Avrupa, Çin, İran ve Rusya’nın dahil edildiği ama son
tahlilde hepsinin hasımlığının da bilincinde olacağımız bir stratejiyle
diplomasi yapmalıyız. Gerekirse reste rest de demeli ama bunun
getiri-götürüsünü çok iyi hesaplamalıyız.
Neticede karşımızdaki Putin gibi; küresel tetikçiliği de,
kendi halkını bile sert yöntemlerle bastırmayı da, gittiği ülkelerde alan
kaybetmemek için her türlü kirli savaşı da ve aynı zamanda bulanık ve sinsi
dezenformasyonu da başarı ve pervasızca yapabilen birisi var.
Temel bileşenleri hidrojen ve karbon olan ve genel bir
tanımlamayla “Hidrokarbon” olarak ifade edilen bileşikleri içeren petrolün
gerçekte tek ve net bir formülü yoktur. Bu bağlamda, farklı dünya bölgelerinden
çıkarılan petrolün (genel bileşenleriaynı olsa da) oransal değerlerinde
değişimler söz konusu olabilmektedir. Hatta ham petrol, içeriğine ve kaynak
bölgesine bağlı olarak değişik renklerde örneğin: yeşilden siyaha kadar
olabilmekte ve farklı akışkanlıkta (viskozitede) bulunabilmektedir. Bütün
bunlar da petrolün kalitesini etkilemekte olup farklı fiyatlamaları da söz
konusu olabilmektedir.
Petrolün ilk isimlendirmesi Mezopotamya dillerinde taşyağı
anlamına gelen “naptu” iken “nafta”ya evrilmiş olup birçok dilde, yağ anlamına
gelen “oil” veya “neft” olarak da isimlendirilmektedir. Doğal şartlarda yer
altında ısı ve basınç etkisiyle organiklerin bozulmasından türemiş olan petrol
bu nedenle (kömür ve doğal gaz gibi) “fosil yakıt”lar kapsamında anılmaktadır.
Petrol ve petrol türevleri, kalorifik olarak yüksek enerji
değerine sahip olmaları ve nispeten kolay taşınabilir olmaları nedeniyle tercih
edilmekte ve günümüzde yaygın kullanımı olan yakıt hammaddesi haline gelmiş
bulunmaktadır. Bu bağlamda petrol türevleri halen kara, hava ve deniz
transportunun temel yakıt elemanı durumundadır. Elektrik enerjisi üretimi için
ise fueloil santraları birçok ülkede kullanılmaktadır.
Öte yandan, petrol teknolojik gelişmelere de yön vererek
petro-kimya kapsamında, farkında olsak da olmasak da etrafımızdaki hemen her
sistemde ve aparatta kullanılan elemanların malzemelerinin temel bileşenini
oluşturmaktadır. Dolayısıyla petrol; teknolojiyi, ekonomiyi ve bunların hayata
geçirilmesine yönelik olarak enerji-politiği ve siyaseti etkileyen başat
argümandır denebilir.
Günümüzde, borsalarda yerini almış bulunan petrol varil
fiyatı artık ekonominin önemli bir paradigması haline gelmiş olup küresel
boyutta borsalarda işlem görmekte ve global piyasaları etkilemektedir. Burada
ham petrol varil fiyatı ve BRENT petrolden bahsetmek yerinde olacaktır. “BRENT
petrol”, Kuzey denizinde bulunan 5 farklı tektonik tabakanın (Broom, Rannoch,
Etieve, Ness, Tarbat’ın) baş harflerinden oluşmuş olan BRENT sözcüğü ile
kaliteli petrol için bir referans petrol deyimi olarak nitelenmektedir. Bundan
ayrı olarak “Petrol İhraç Eden Ülkeler Organizasyonu (Organization of Petroleum
Exporting Countries-OPEC)” de (6’sı OPEC üyesi 7 referans petrolün ortalaması
olarak) ham petrol varil fiyatını belirlemekte ve olabildiğince stabil
tutulmasında etken olmaktadır. Borsalarda ve piyasalarda hem BRENT Petrol ve
hem de (esas itibariyle OPEC’in belirlediği) ham petrol varil fiyatları
uluslararası petrol piyasasının teşkilinde ve küresel ölçekte fiyatların
oluşmasında önemli rol oynamaktadır. Böylelikle, borsada işlem gören söz konusu
bu petrol fiyatları birbirini etkileyerek petrol denge fiyatının oluşmasında
etken olmaktadırlar.
Enerji Politik olarak Petrol
Petrol, ekonomi ve teknolojide yerini aldığı gibi enerji-politiğin
ana ekseninde yer almakta ve dolayısı ile de dünya siyasetini etkilemektedir.
Sanayi devrimiyle birlikte makineleşmenin getirdiği büyük gereksinim
çerçevesinde hızla önem kazanan fosil yakıtlar içinde önce kömür ve onu takiben
petrol, enerji-politik içinde yadsınamaz bir öncelik kazanmıştır. Bu bağlamda
da petrol, enerji politikalarının vazgeçilmez bir metaforu haline gelmiştir.
Üzerinde durulması gereken bir husus, kanıtlanmış petrol
rezervlerinin dünyada homojen dağılmamış olmasıdır. Fazla olarak, söz konusu bu
kanıtlanmış petrol kaynakları esas itibariyle Orta Doğu’da yer almakta olup
dünya kanıtlanmış petrol rezervlerinin 2/3 ü kadarını temsil etmektedir. Öte
yandan, petrol tüketimi en çok olan ülkeler ise genellikle dünyanın diğer
bölgelerinde yer almamaktadırlar. Bu durum, enerji arz güvenliği bağlamında
dikkatlerin Orta Doğu’ya çevrilmesine neden olmaktadır. İşte günümüzün başat enerji-politik sorununu
da bu durum oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, petrol rezervlerine sahip olan
ülkelerle en çok petrol tüketen gelişmiş ülkeler arasındaki ilişki, çoğu kez
ekonomik bağlamda düşünülse de gerçekte enerji-politik ve uzantısında dünya
siyasetini etkileyen ve sıcak çatışmalara kadar varan olayların başat nedenini
oluşturmaktadır.
Bilgi çağına girilirken, gerçekte enerji gereksiniminin ve
dolayısıyla halihazırdaki başat enerji kaynağı olan fosil yakıtların içinde
petrolün kullanımı yadsınamaz boyutlarda artmaktadır. Günümüzde taşıma
sektörünün petrole dayalı olduğu, fuel-oil’in elektrik santralarında kullanıldığı
ve asrımızın önde gelen sektörlerinden birinin petro-kimya sektörü olduğu
düşünülürse petrolün niçin dominant bir hammadde olduğu daha iyi
anlaşılmaktadır. Her ne kadar elektrik üretimi için 21. yüzyılda yenilenebilir
enerji kaynakları öne çıkartılmak istense de en bilinen (rüzgâr, güneş, dalga
vb. gibi) yenilenebilir enerji kaynakları yazık ki, emre amade enerji
kaynakları değildirler. Bir başka deyişle mevsimsel ve gün içi değişimlerden
etkilenen enerji kaynaklarıdırlar ve her istendiğinde anda istenen güçte enerji
üretememektedirler. Buna karşın fosil yakıtlı santralar ve nükleer santralar
emre amade santralar olup her istendiğinde tam güçte elektrik
üretebilmektedirler. Bu husus ta fosil yakıtları öne çıkaran bir husus
olmaktadır.
Bu durumda, ilk akla gelen soru, böylesi büyük miktarlardaki
tüketime ve arta giden talebe petrolün yeterli olup olmayacağıdır. Kısaca bu
sorunun cevabı, yakın ve orta vadede hatta uzun vadede petrolün yeterli olduğu
şeklindedir. Zira en son bulunan rezervler ve yapılan derin katman
değerlendirmeleri ve de deniz dibi araştırmaları, dünya petrol rezervlerinin
düşünülenden çok daha fazla olduğunu göstermektedir. “Piramit Modeli”olarak
nitelenen betimleme çerçevesinde petrol rezervleri (zannedildiği gibi)
bitmemektedir. Buna karşın, tespit edilen petrolün; kanıtlanmış rezervlerin
bulunduğu bölgelerde ve fakat daha derinlerde büyük miktarlarla bulunduğu ifade
edilmektedir. Bir başka deyişle, petrol genel bölge olarak aynı yörelerde
bulunmakla beraber yakın çevresel lokasyonlarda olduğu, dolayısı ile yeni
kuyuların açılması için yeni lisans veya imtiyazların alınmasının gerekli
olduğu anlaşılmaktadır.
Bu durum, var olan (genellikle I. Dünya savaşını takiben
alınmış olan) imtiyaz ve lisansların yeterli olmayıp yeni mahalli bölgeler
içinyeni imtiyaz ve lisansların alınması zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır.
İşte bu keyfiyet, yeni rezerv bölgeleri için imtiyaz ve lisans almak isteyen
aktörlerin sayısının “çok” olması ve dolayısıyla ortaya çıkan müthiş rekabet
nedeniyle günümüzün sıcak çatışmalarına kadar evrilen inanılmaz boyutlardaki
rekabeti gündeme getirmiş bulunmaktadır.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki; petrolün taşınması da
en az petrol rezervlerinin bulunması ve çıkartılması kadar stratejik önem
taşımaktadır. Petrol taşımacılığında deniz taşımacılığı halen de etkinlikle
tercih edilmekle beraber, tankerlerle yapılan deniz taşımacılığından ayrı
olarak petrol boru hatlarının kullanımı da yaygınlık kazanmış bulunmaktadır. Bu
bağlamda enerji-politik manada petrol rezerv bölgesi ülkeler kadar petrolün
taşındığı güzergâh üzerindeki bölge ve ülkeleri de öne çıkmaktadır. Nitekim
rezerv bölgesi ülkelerle, terminal ülkeler ve de (deniz ve kara) taşıma hatları
üzerindeki ülkelerin hemen hepsinin (1,5 yüzyılı aşkın bir süredir) sorunlar
yaşadığı gözlenmektedir.
Tüm bu hususlar enerji-politik sorunların ve rekabetlerin
dünyadaki siyasi olayları yönlendirmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu bağlamda,
özellikle petrol varil fiyatlarında sert iniş çıkışların olduğu zamanlarda
genellikle sıcak çatışma ve savaşlar görülmektedir. Şekil 1’deki grafik bu
durumu açık olarak göstermektedir.
Günümüzde, bütün bunlara ilaveten dünyayı tehdit eden “Yeni
CoronaVirüs (veya COVID-19)” salgını nedeniyle önemli bir kriz yaşanmaktadır.
COVID-19, her şeyden önce bir sağlık sorunu olmakla beraber birçok sektörü
etkileyen ekonomik sorun halini de almış bulunmaktadır.
Bu bağlamda, petrol fiyatları da önemli düşüş
göstermektedir. Şekil 2’de son 10 yıldaki petrol fiyatı değişimi görülmektedir.
Görüldüğü üzere, yaşadığımız süreçte petrol fiyatlarının önemli ölçüde düştüğü
ve son 10 yılın en düşük seviyesine ulaştığı (ve 25 USD’ın da altına
inebildiği) gözlenmektedir.
Petrol fiyatlarının düşmesinin şimdilik güncel yansımaları
petrol türevlerinin (benzin, motorin vb.) fiyatlarının düşmesi olarak kendini
göstermiş bulunmaktadır. Bu düşüşün temel nedeni COVIG-19 salgını nedeniyle
dünya petrol talebinin düşüyor olmasıdır. Zira dünyada (sağlık sektörü dışında)
hemen her sektör bu salgının yarattığı çalkantıdan etkilenmiş ve yavaşlamış
hatta durma noktasına gelmiş bulunmaktadır. Bu yavaşlamanın en fazla etkin
olduğu ülkelere bakıldığında en çok enerji gereksinimi olan ülkelerin önde yer
aldığı gözlenmektedir. Başta Çin, ABD ve AB olmak üzere birçok gelişmiş ülkeyle
beraber gelişmekte olan ülkelerde de petrol talebi genel olarak azaldığından
petrol fiyatları da düşmektedir. Bu düşüş, özellikle dünyada COVIG-19
salgınının batı ülkelerindeki etkisini kuvvetle hissettirdiği Şubat-Mart 2020
döneminde dramatik şekilde görülmektedir. Bu durumun birkaç ay daha
sürebileceği öngörülmektedir.
Şubat 2020 ortasından Mart 2020 ortasına kadar geçen süreçte
yaklaşık petrol varil fiyatında 33 USD gibi bir kayıp gözlenmektedir. Bir başka
deyişle, bir ay içinde yaklaşık %62 mertebesinde bir düşüş yaşanmış olduğu
tespit edilmektedir. Bu durum ekonomik olduğu kadar enerji-politik açıdan da
üzerinde dikkatle durulması gereken bir keyfiyeti ifade etmektedir.
Ekonomik beklenti; talebin düşmesi durumunda petrol arzının,
bir başka deyişle petrol çıkarımının kontrol edilerek fiyat dengesinin
sağlanması yönündeydi. Oysa, burada enerji-politik bağlamda bir manipülasyon
olduğu gözlenmektedir. Şöyle ki; petrol üretici ülkeler arasında farklı
enerji-politik görüşler ortaya çıkmış bulunmaktadır. Öncelikle, en önemli
ekonomik girdisi petrol olan Rusya petrol çıkarımını düşürmeyi ret etmiştir. Bu
karar açıklanınca, petrol çıkarımını kontrol etmeyi düşünen petrol rezerv
ülkelerinde de petrol çıkarımı değerlerinin hemen aynı miktarlarda korunduğu
gözlenmektedir.
Burada, dünya petrol ihracatında kayda değer payı bulunan
Suudi Arabistan’ın önemli rol oynayan bir aktör olduğu görülmektedir. Rusya’nın
kararını açıklamasından sonra Suudi petrolüne ortaklığı olan (gelişmiş ülke)
paydaşlarının Suudi petrolü çıkarımının devamının sağlanması konusunda Suudi
yetkilileri etkilediği söylenebilir. Benzer davranışlar Kuveyt ve Bahreyn gibi
diğer petrol ihracatçısı ülkelerden de gelince petrol fiyatlarındaki böylesi
dramatik düşüşler görülür olmuştur.
Şunu da belirtmek gerekir ki; petrol ihracatçısı ülkeler
talep güvenliği bağlamında böyle bir refleksi gösteriyor olmaktadırlar. Bir
başka deyişle, petrol üreticisi olan ülkeler toplu halde hareket etmedikleri
durumda, petrol çıkarımını düşüren ülke veya ülkeler müşterilerini kaybetme riski
ile karşı karşıya kalacaktır. Zira (bir kısım ülke petrol çıkarımını kısarken)
petrol çıkarımına devam eden ülke veya ülkeler petrolü daha ucuza satacağından
haksız rekabet şartları oluşabilecektir.
Petrol fiyatlarında yaşanan bütün bu gelişmelerin, COVIG-19
salgınını şiddetle yaşayan ve petrol alıcısı durumunda olan ülkeler için
enerji-politik açıdan olumlu yansımaları olması beklenebilir. Bu bağlamda
petrol ihtiyacının % 90’nını aşkın miktarda yurt dışından temin eden Türkiye
için de bu durum benzer olarak yorumlanabilir. Zira petrol ödemeleri, petrol
rezervine sahip olmayan veya yeterince sahip olmayan ülkelerin bütçelerinde
önemli yer tutan kalem durumundadır. Örneğin; Türkiye için enerji kaynaklarına
yapılan ödemeler bütçe açığının temel nedeni olarak gösterilmektedir. Salgın
nedeniyle talep düşmüş olsa da petrolün bütçede hala önemli bir kalem olması
nedeniyle petrol fiyatlarının düşmüş olması (COVIG-39 salgını ile mücadele için
de) olumlu bir yansıma gibi görülebilir. Ancak, orta ve uzun vadede farklı
enerji-politik sonuçlar ortaya çıkabilecektir ve tüm ülkeleri farklı şekillerde
etkileyebilecektir.
Sonuç
Yaşanmakta olan COVIG-19 salgını (yukarıda açıklandığı
üzere) petrol fiyatlarını ve dolayısıyla ekonomiyi etkileyen farklı bir
paradigma oluşturmaktadır. Ancak sağlıktan ayrı olarak yansımaları, ekonomik
etkisinden de daha başat şekilde belki de enerji-politik olarak yaşanacak gibi
görünmektedir. Şöyle ki; düşüş trendi gösteren petrol fiyatları petrol
ihracatçısı ülkeleri çok farklı şekillerde etkileyecektir. Rusya dâhil
genellikle temel girdisi petrol gelirleri olan ülkeler için petrol fiyatlarının
düşmesi enerji-politik yansımalarla OPEC ülkelerinde çalkantılara neden
olabilecektir. Bu çalkantılar ise ülkelerin iç yapılarının karakterine bağlı olarak
siyasi değişimlere everilebilecektir. Bir başka deyişle, enerji-politik
kaynaklı olarak petrol tedarikçilerinde oluşabilecek karmaşa, COVIG-19
salgınının ülkelerde neden olacağı düşünülen deformasyonlarla birleşerek tüm
dünyayı ilgilendiren konjüktürel değişimler olarak yansıyacaktır.
Ülkemizin jeopolitiği, konjüktürel enerji politiğe yön
verecek mahiyettedir. Bu bağlamda, pandemik bir salgın halini almış olan
COVIG-19 salgınını başarıyla hem sağlık ve hem de ekonomik bağlamda
atlatabilmemiz ve aynı zamanda sahip olduğumuz enerji-politik pozisyon ve
kazanımları kaybetmememiz ülkemiz için kritik üstü bir önem taşımaktadır.
Öz olarak; borsaları yönlendirecek kadar önemli olan petrol
ve petrol ile ilgili enerji-politik gelişmeler, farklı sektörleri ve dolayısıyla
küresel ölçekte tüm ekonomileri ve ülkelerin kendi enerji politiklerini
kuvvetle etkilemesi şaşırtıcı olmayacaktır. Yeni bulunan petrol rezervleri ve
yeni boru hatları projelerinin yönlendirmesiyle ortaya çıkan yeni (ve acımasız)
enerji-politik rekabet, ekonomik çalkantıları olduğu kadar enerji-politik
gelişmeleri tetiklemekte ve konjüktürel dengeleri etkilemekte olup hele ki
COVIG-19 gibi küresel etkisi olan fenomenlerle birleştiğinde global istikrarı
tehdit edebilecek boyutlara ulaşabilmektedir. Unutulmamalıdır ki; (Şekil 1’den
de anlaşıldığı üzere) petrol fiyatlarındaki ani düşüş ve çıkışlar gerçekte
enerji-politik savrulmalar olup, dünya siyasetinde yeni denge oluşumlarını ve
hatta sıcak çatışma ve konjüktürel değişimleri manüple etmektedir.
Cenevre’deki Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Müzesi’ni
ziyaret ettiğimizde Kızılhaç ve Kızılay çalışmalarının ne kadar birbirlerinin
kopyası olduğunu ve ne denli yararlı projelere beraberce uzun yıllardır imza
attıklarına belgeleriyle tanık olduk.
Tarih, faaliyetler ve insani meselelerin çözümünü
ziyaretçilere belgeler ve dokümanlarla çok muhteşem bir şekilde sunulduğunu da
belirtmek isterim.
Geleceğin mirasını oluşturmak için Müze, eyleme tanıklık
eden nesne ve görüntü zengin koleksiyonları ziyaretçilerine sunmuş.
Müze, Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi’nin
çeşitliliğini temsil eden on iki ulusal toplumla ayrıcalıklı bir iş birliği ile
kurulmuş. Tüm kıtalarda faaliyet gösteren Kızılay ve Kızılhaç temsilcileri
müzeye geçmişte yaptıkları etkinliklerin posterlerini, fotoğraflarını,
filmlerini ve nesneleri buraya bağışlamışlar.
Tabi gezinti yaparken, Türk Kızılay’ının yüzlerce posterin
arasında sadece 3 afişimizi görünce bu beni gerçek anlamıyla üzdü. Müzeye katkı
konusunda Türk Kızılay’ının gereken iş birliğini yapmadığı kanaatini bende
uyandırdı.
Nereye baksam Almanya, Fransa, Amerika, İskoçya, Danimarka,
Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde faaliyet gösteren Kızılhaç posterlerini
gördüm.
Müzede Türk Kızılay’ının 1954 tarihli 3 posteri vardı. Çin,
Japon ve Arap ülkelerinin bile posterleri bizim ülkemizden daha fazlaydı. Bu
durum gerçekten çok ilginç ve anlaşılır gibi değildir. Ben şahsen Kızılay’ın
elinde buram buram tarih kokan çok değerli belge ve nesnelerin olduğunu
biliyorum. Neden buraya ulaştırılmadı diye düşünürken aklıma Hilal-i Ahmer
Kartpostalları geldi. Neden bu tarihi eser statüsünde olan kartpostallarımız
yok burada!!! Tedavide kullanılan ekipmanlar, kuruluş evrakları, dokümanlar ve
bir sürü nesne geldi aklıma… Cenevre de müzede bulunan doküman ve nesnelerden
daha fazlası hatta kat kat fazlası bizim ellerimizde var ve bunları çok güzel
bir şekilde muhafaza ettiğimizi yakinen bilenlerdenim.
Kızılay 152 yıldır, savaşlarda, mübadele yollarında,
depremlerde, yüzlerce afet bölgesinde, açlık ve yoksullukla mücadele eden
topraklarda, ülkemizde ve uzak coğrafyalarda insanlığın hizmetinde olmuş ve
insani yardım çalışmaları yürütmüştür. Müzede Kızılay kuruluşu 1876 yılı olarak
yazmaktadır. Fakat kuruluşumuz 1868 yılıdır bu hatanın da Cenevre’de müze
bilgilendirme panolarından düzeltilmesi gereklidir.
Asrı aşan bu yolculuk hem ülkemiz hem de dünya tarihine
tanıklık eden ve geleceğe ışık tutacak binlerce bilgi, belge ve objeyi de
beraberinde getirmiştir. Bu belgelerin ve bilgilerin dünya ile paylaşılması
için bir şeyler yapmak zorunda olduğum düşüncesine kapıldım.
Bunun üzerine Kızılay yöneticilerinden değerli dostum Atilla
Kırali’yi hemen müze içerisinden arayarak durumu ilettim. Bu konuda başkan ile
görüşeceklerini belirten Atilla Kırali, “Geçmişi 1868 yılına dayanan
kuruluşumuzun o müzeye katkı sağlayacağı ellerinde çok doküman, evrak ve
nesnelerimiz vardır. Bunları o müzeye taşıyarak Türk Kızılay’ının çalışmalarını
dünya kamuoyu ile paylaşmak için gereken yapılacaktır” diyerek duruma çözüm
üreteceklerinin sözünü verdi.
İnşallah bu girişimimiz hilalimizi en güzel şekilde temsil
eden Kızılay’ımızın daha anlaşılır ve bilinir olmasına vesile olacağını ümit
ediyorum.
Uluslararası Cenevre Kızılhaç ve Kızılay Müzesi Tarihçesi
1963 yılında Cenevre’de bir Kızıl Haç müzesi oluşturulması
için girişimlerde bulunulmuş. 1975 yılında eski delege Laurent Marti bir müze
fikrini sunmuş. Kızılhaç’ın çalışmalarının ve özellikle geçmiş çalışmalarının
tekrar gözden geçirilmesi amaçlanmış. 1981 yılında Philippe de Weck
başkanlığında Uluslararası Kızılhaç Müzesi Vakfı kurulması kararı alınmıştır.
1985 yılında müze binası için temeli 20 Kasım’da atılmıştır. 29 Ekim 1988
yılında müze halka açılmış ve daha sonra Jean-Pierre Hocke başkanlığında
Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Müzesi adını almış.
İleri teknolojisi ile dünya kaynaklarını koruyan yeni nesil ürün, sistem, hizmet ve çözümler geliştiren Wilo, “Geleceğe Yön Ver” konseptiyle düzenlediği Vizyon Toplantısı’nda markanın gelecek vizyonunu, hedeflerini ve Türkiye’ye ilişkin 2025 stratejisini anlattı. Kıbrıs’ta düzenlenen toplantıda yetkili satıcıları ve servislerini bir araya getiren Wilo, dünyayı etkisi altına alan mega trendler ve Türkiye ekonomisindeki gelişmeler ışığında pompa sektörünün potansiyeline ve gelecekteki evrimine dikkat çekti. 2020 yılının Wilo için çözüm odaklı bir teknoloji şirketine geçiş yılı olduğunu vurgulayan Wilo Türkiye Genel Müdürü Mehmet Ürek, markanın globalleşme, akıllı şehirler, enerji sorunu, iklim değişikliği, kuraklık ve dijital dönüşüm konularına odaklandığını belirtti. 300 milyon Euro’luk yatırımla hayata geçirilen Dortmund’daki Wilo fabrikasının Nisan ayında açılacağını söyleyen Ürek, Wilo Türkiye’nin ise yerel üretim anlayışı kapsamında Türkiye’deki üretimi artırmayı hedeflediğini vurguladı. Teknoloji alanındaki çalışmaları ile tanınan gazeteci ve yazar M. Serdar Kuzuloğlu’nun “Akıllı şehrin kültürü” konulu bir konuşma gerçekleştirdiği etkinlikte, Wilo Türkiye’nin yetkili satış noktaları ve servisleri başarı ödüllerini aldı.
Binalarda, endüstride ve altyapı uygulamalarında bulunan ısıtma, soğutma, havalandırma sistemlerinin yanı sıra su temini ve atık su uygulamalarında da kullanılan pompa sistemlerinin öncü markası Wilo, 7 – 9 Şubat 2020 tarihleri arasında Kıbrıs Elexus Hotel’de düzenlediği Vizyon Toplantısı’nda yetkili satıcıları ve servisleri ile bir araya geldi. “Geleceğe Yön Ver” konseptiyle düzenlenen ve 200’den fazla davetlinin ağırlandığı toplantıda Wilo Türkiye Genel Müdürü Mehmet Ürek; markanın gelecek vizyonu, hedefleri ve Türkiye’ye ilişkin 2025 stratejilerini anlattı.
Dortmund’daki 300 milyon Euro’luk akıllı fabrika Nisan’da açılacak
Wilo’nun global vizyonu çerçevesinde “enerji kaynaklarının akıllı ve verimli kullanıldığı bir dünya için çözümler sunan lider pompa üreticisi” olduğunu vurgulayan Mehmet Ürek, Wilo Türkiye için 2025 stratejilerini belirlerken ilk çıkış noktalarının bu vizyon olduğunu belirtti. Wilo tarihindeki en büyük yatırım olarak dikkat çeken ve Endüstri 4.0’ın çıkış noktası olan Almanya’nın Dortmund şehrindeki fabrikanın da global vizyon paralelinde dijital bir üretim tesisi olarak yenilendiğini söyleyen Ürek, 300 milyon Euro’luk yatırımla hayata geçirilen akıllı fabrikanın Nisan ayında açılacağını ifade etti.
Dünyaya yön veren mega trendler
Wilo’nun uzun vadeli stratejisinin bir parçası olarak önümüzdeki yıllarda insanların hayatlarını derinden etkileyecek altı küresel mega trend tanımlandığını belirten Ürek, “Fabrika yatırımı da dahil olmak üzere tüm yatırımlarımızı dünyaya hızla yön verecek bu mega trendler ışığında gerçekleştiriyoruz. Dünyanın ilk sirkülasyon pompası, dünyanın ilk akıllı pompası gibi pek çok ilke imza atmış teknoloji öncüsü bir şirket olarak sektörümüze de yön vermeye devam edeceğiz. Wilo olarak değişime, suya ve geleceğe yön verme hedefimiz doğrultusunda yol alıyoruz” dedi.
2050’de dünya nüfusunun yüzde 80’i şehirlerde yaşayacak
Bu mega trendlerin ve özellikle de akıllı şehirlerin odağında insanın yer aldığını vurgulayan Ürek, “2020’de dünya nüfusunun sadece yüzde 55’i şehirlerde yaşıyor. Ancak yapılan bir araştırma 2050’de dünya nüfusunun yüzde 80’inin şehirlerde yaşayacağını gösteriyor. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte kaotik problemlerle karşılaşmamak için akıllı şehirlere acilen yatırım yapmak zorundayız. Akıllı şehirlerle ilgili hükümetimizin de bir eylem planı ve teşvikleri bulunuyor. Biz de Wilo olarak temel mega trendlerimizin yanı sıra hükümetimizin eylem planlarını baz alarak kendi strateji planlarımızı oluşturduk. Bu noktada 2020 yılı Wilo için çözüm odaklı bir teknoloji şirketine geçişin yılı olacak” diye konuştu.
Türkiye’deki üretimi artırmayı hedefliyor
Wilo Türkiye olarak ülkemizin dinamiklerini de dikkate alarak endüstri alanındaki çalışmalarını daha da yoğunlaştıracaklarını söyleyen Ürek, yenileme pazarının günden güne daha önemli hale geldiğini vurguladı. Verimli binalar, altyapı çalışmaları kapsamında su yönetimi ve endüstri alanlarındaki faaliyetlerin hızlanacağını belirtti. Potansiyeli yüksek yeni pazarlara giriş yapacaklarını bildiren Ürek, yerel üretim anlayışı kapsamında Türkiye’deki üretimi artırmayı hedeflediklerinin de altını çizdi.
2025’te 2 katı büyüme hedefliyor
“Wilo Türkiye olarak 2025 vizyonumuzu ortaya koyarken bugüne kadar yaptığımız her şeyin 2 katını yapma sözü verdik” diyen Ürek, 2025 yılına kadar çözüm sunulan her kategoride iki katı büyümeyi hedeflediklerini söyledi. Faaliyet gösterdiği tüm alanlarda ilgili pazarı domine eden ve takip edilen marka olmaya devam ettiklerini belirten Ürek, “Bu doğrultuda değişimi, suyu ve geleceği yönetmek için var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz” diyerek sözlerini tamamladı.
M. Serdar Kuzuloğlu “Akıllı şehrin kültürü” konusuna dikkat çekti
Wilo “Vizyon Toplantısı” kapsamında, teknoloji alanındaki çalışmaları ile tanınan gazeteci ve yazar M. Serdar Kuzuloğlu “Akıllı şehrin kültürü” konulu bir konuşma gerçekleştirdi. İnsanın doğaya bilim ve teknoloji vasıtasıyla uyum sağlamaya çalıştığını anlatan Kuzuloğlu, akıllı şehirlerin insan hayatında giderek ne kadar önemli bir yer almaya başladığına dikkat çekerek, bu süreçte ancak değişimi ve dönüşümü gören ve bu gelişime uyum sağlayan işletmelerin hayatını sürdürebileceğini vurguladı.
2018 yılında Türkiye Bilişim Vakfı’nın, kâr amacı gütmeyen” bir inisiyatifi olarak kurulan Blockchain Türkiye Platformu (BCTR) başarıyla geride bıraktığı 1,5 yılı aşan deneyimi ile 2020 yılında çıtasını yükselterek yeni hedeflerini belirledi.
BCTR platformu üyelerinin katılımı ile gerçekleştirilen “BCTR 2020 Vizyon Toplantısı” ile bu sene boyunca gerçekleştireceği çalışmaları, hedeflerini ve eylem planını paylaştı.
TBV Genel Sekreteri Çağdaş Ergin’in 2020 hedeflerini paylaştığı açılış konuşmasında, “BCTR 75 üyesi ile çok önemli bir başarıyı kısa sürede yakaladı. Bugüne kadar Çalışma Grupları’mızın büyük özveri ile hazırladıkları 7 rapor yayımladık ancak bu yeterli değil. Bizim başarı hikayeleri üretmeye ihtiyacımız var” dedi. BCTR 2020 yılında üyeleri arasındaki sinerji ile ortak projeler yaratmak ve bu projelerden en az bir başarı hikayesi üretmeyi hedeflerken, bu süreçte girişimcilik ekosistemi ile yakın ilişkiler kuracak ve bir fikrin veya uygulamaya geçirilmiş bir projenin gerek Türkiye içinden gerekse yurt dışından yatırım almasını hedefleyecek. Ayrıca yatırım alan projelerin büyümesi ve daha geniş çerçevede kullanıcılar ile buluşması için çalışacak. Ergin, “Blockchain alanına kendisini adamış, bu alanda çalışan fikirlerin ve projelerin yatırımcılar ile buluşmasını sağlayabilirsek, potansiyel kullanıcıları ile buluşturup bu gelişmelerin ekosistemde yer almasına katkı verebilirsek gerçekten bir başarı hikayesi yaratmış olacağız. Bu kolay bir süreç değil ancak BCTR’nin bunu hayata geçirebilecek tüm paydaşlara sahip olması en büyük avantajımız” dedi.
Ekonomik
İstikrar Kalkanı kapsamında reel ekonomiye desteğini sürdüren Halkbank, Covid-19
salgınıyla mücadele sürecinde ekonomik faaliyetlerine destek sağlamak amacıyla
esnaf ve sanatkârlara yönelik Esnaf
Destek Paketi‘ni açıkladı.
Destek
paketi ile devletin kamu sağlığını ve ekonomik istikrarı eşgüdümlü korumak
üzere salgına karşı kararlılıkla yürüttüğü mücadelenin bir parçası olunması
amaçlanmakta olup paket kapsamında İşletme
Kredisi ve Paraf Esnaf Kart ürünleri
sunulmaktadır.
Hazine
ve Maliye Bakanlığı faiz desteği ile Esnaf ve Sanatkarlar Kredi ve Kefalet
Kooperatifleri kefaletiyle kredi kullandırımlarına yönelik uygulama devam etmektedir.
Esnaf Destek Paketi kapsamında, bugüne kadar faiz destekli kredilerden
yararlanmamış olan esnaf ve sanatkarların da
imkanlardan istifade edebilmesi amaçlanmıştır. Bu kapsamda esnafa
kullandırılacak İşletme Kredisinin limiti
25 bin TL, vadesi 36 ay olarak belirlenmiş ve 6 aya kadar da ödemesiz dönem
uygulanabilecektir.
İşletme
kredisi yanında, esnaf ve sanatkârların mal ve hizmet alımlarında taksitli ve
vadeli işlem yapabilecekleri, çek ve senet işlemlerini kart üzerinden
gerçekleştirerek nakit akışlarını düzenleyebilecekleri, çalıştıkları
tedarikçilerden avantajlar sağlayabilecekleri Paraf Esnaf Kart Destek paketi kapsamında 25 bin TL’ye kadar
limitli olarak ayrıca tanımlanabilecektir.
Ekonomik İstikrar Kalkanı kapsamında
esnafa özel iki yeni ürün
Hazine
ve Maliye Bakanlığı faiz destekli işletme kredisinden esnaf ve sanatkâr odalarına
kayıtlı esnaf ve sanatkârlar yararlanabilecektir.
Esnaf
ve sanatkârların ağırlıklı olarak faaliyet göstermekte olduğu, perakende
ticaret, ulaştırma, imalat ve yiyecek-konaklama meslek kolları başta olmak
üzere esnaf ve sanatkârlara yüzde 4,5 faiz oranı ile 25 bin TL limitli İşletme
kredisi kullandırılması amaçlanmaktadır.
İşletme
kredisi yanında; 3 ay ödemesiz dönemli, 12 aya kadar vadeli, 25 bin TL’ye kadar
limitli Paraf Esnaf Kart ile esnaf
ve sanatkârlar mal ve hizmet alımlarında taksitli ve vadeli işlem yapabilecek, çek
ve senet işlemlerini kart üzerinden gerçekleştirerek nakit akışlarını düzenleyebilecek,
çalıştıkları tedarikçilerden de avantajlar sağlayabilecektir.
Öyle önemli ve güzel bir ülkemiz var ki dünyanın gözü o
nedenle devamlı bizim üzerimizdedir. Üç tarafı denizlerle çevrili, dört mevsimi
yaşayan, toprağı bereketli, suyu bol, havası güzel, insanı iyi, yardımsever,
soyu olan, tarihi olan yazmakla bitiremeyeceğim güzellikleriyle cennet
vatanımız.
Bunların hepsi güzelde bu bereketli topraklarda nedir bu
sıkıntılar, sebebine inelim çünkü bıçak kemiğe dayandı artık. Vatan
topraklarında ne haini bitti, ne talancısı, ne düşmanı… Aslında her şeyin
çözümü belli özümüze dönmek birlik olmak ve elele ülkemiz için çalışmak
zorundayız. Dış bağımlılıklardan kurtulmak, üretmek, kendi kendine yeter hale
gelmek ve ihracat yapmalıyız.
Peki biz ne yapıyoruz. Üretimi durdurup, eldekileri kapatıp,
satıp talan edip, dışa bağımlılığa doğru her gün bir adım daha atıyoruz. Bu
ülke yaşananları hak etmiyor ama kendi kendilerine de yapıyorlar seçimlerini
herkes. Elimizi başımızın arasına koyup, teraziye koymak lazım yoksa dönüşü
olmayan günleri yaşayan örnekleriyle dolu bu dünya.
Bir Korana virüsü tüm dünyaya çok kısa bir zamanda neyin
gerçek olduğunu gösteriverdi. Önce sağlık, doğal beslenme, doğal tarım, ileri teknoloji,
bilim, eğitim, bilinçli toplum,kendi kendine yetebilen ülke, yardımlaşma,
sorunlar ortaya çıkmadan önlemleri almak,geleceği görmek aslında bunlar
yaşamımızda olması gereken başlıklarımızdır.
Şimdi gelelim işin özüne neden gelir yok gider çok dedik
gördük ki gelir sahibi olmayan hiç bir şey yapamazmış yapamadığı gibi
geleceğini de ipotek edermiş. Devir özüne dönme, kendi kendine yetebilme, ileri
görme zamanıdır. Devir ne politika ne din simsarları ne ayrımcılık zamanı devir
elindekiyle yetine bilme devridir.
Kendi organik tarımı olan bereketli topraklarında yerli
tohumları ile üretim yapabilen kimseye muhtaç olmadan kendi kendimize
yetebilecek imkanlarımız varken neden?
Sanayi tesisleri varken her şeyimizi kendimiz üretebilecek
imkan ve mühendislerimiz varken neden?
Okullarımız dünyaya mal olmuş beyinlerimiz varken bu beyin
göçü neden?
Neden bu savaşlar neden bu bombalar neden? Aslında bir virüs
dünyaya her şeyin yalan olduğunu o kadar hızlı öğretti ki umarım bundan çok
büyük dersler alır ve güzel günlere kavuşuruz. Gelirin ne demek olduğunu anlar
giderin nasıl yapılmasını öğreniriz.
Tasarruf finans sektörünün yeni oyuncusu Çözüm Tasarruf, sektöre yeni nesil bir soluk getirmek üzere faaliyetlerine başladı. Tasarruf finans dünyasına 50 milyon TL’lik güçlü sermaye ve 29 şube ile hızlı bir giriş yapan Çözüm Tasarruf; sunduğu yeni nesil finansman modelleriyle tüketicilerin her türlü ihtiyaçlarına çözümler sunarak, alışılagelmiş ev ve araba finans modellerini yepyeni ürün ve hizmetlerle geliştiriyor. Yeni nesil finansman çözümleriyle kişiye özel oluşturulan uygun ödeme koşulları, sürdürülebilir planlar, teknolojik altyapı ve özelleştirilmiş paketlerle her türlü finansal ihtiyaca yanıt veren Çözüm Tasarruf, tasarruf kavramını yeniden şekillendirerek tasarruf finans modelini günümüze uyarlıyor.
Türkiye’de ilk uygulaması 1867 yılına dayanan Memleket Sandıkları’ndan ilham alan Çözüm Tasarruf, bireylerin her türlü finansal ihtiyaçlarını karşılayacak yeni nesil finansal çözümler sunuyor.
50 milyon TL sermaye ile kurulan ve 7 bölgeye yayılan yaygın şube ağı ile hizmetlerine başlayan Çözüm Tasarruf, ülkemizde 154 yıl öncesinde var olan tasarruf kültürünü yeniden canlandırarak günümüze uyarlıyor. Çözüm Tasarruf, bilim ve teknolojinin desteği ile köklü bir geleneği yeni nesil finans çözümleriyle harmanlayarak KOBİ’den çiftçiye, üniversiteliden sanayiciye, beyaz yakalıdan yeni evlenecek çiftlere kadar birçok farklı kişiye özel finansal paketler sunuyor. Yeni nesil finansman çözümleriyle sektöre farklı bir bakış açısı kazandıracaklarını belirten Çözüm TasarrufGenel Müdürü Veysel Mert “Çözüm Tasarruf olarak, alışıla gelmiş tasarruf finans kavramını değiştirmeyi planlıyoruz. Bu kapsamda kişiye özel planlar oluşturarak sadece konut ve taşıt modelleri değil; birçok farklı ihtiyaca yönelik finans modelini oluşturuyor, gerçek tasarruf kavramını anlatmayı amaçlıyoruz” diyor.
400 kişiye varan kapsamlı tasarruf programları
İhtiyaç sahiplerine hiçbir ek maliyet getirmeyen Çözüm Tasarruf, tasarruf ederek finansal kaynak edinmeye odaklanan yapısı ile hızlı ve güvenli bir şekilde tüketicilerin hedeflerine ulaşmalarını sağlıyor. Her türlü bireysel ve kurumsal finansal ihtiyaçları karşılayacak ihtiyaç tasarruf finansmanı, bir ev sahibi olmak isteyenler için konut tasarruf finansmanı, bir araç sahibi olmak isteyenler için taşıt tasarruf finansmanı ve ister yatırım ister gayrimenkul inşa etmek için de arsa tasarruf finansmanı paketleri ile ihtiyaçları beklenenden çok daha kısa sürede karşılıyor. Sosyal yaşamın vazgeçilmez bir parçası olan dayanışma kültüründen güç alan Çözüm Tasarruf’ta 400 kişiye varan kapsamlı tasarruf programları bulunuyor. Taksitler kişinin tasarruf tutarına, teslim tarihine, peşinat ya da ara ödemelerine göre belirleniyor. Bu sayede hiçbir finansal zorluk ya da ek bir maliyet ile karşılaşmayan tüketiciler hızlı bir şekilde tasarruf hedeflerine ulaşabiliyor. Tüketicileri peşinat, ön ödeme gibi zorunluklara maruz bırakmıyor. Herkese kendi tasarruf planlamalarını rahatlıkla yapabilecekleri programlar sunuyor.
Serbest Tasarruf Planları ile kişiye özel finansman modeli
Çözüm Tasarruf’un “Sıra Tespitli Tasarruf Planı” ile tasarruf hedeflerine ve aylık tasarruf tutarına göre belirlenen tasarruf programındaki herkes sıra tespitinden yararlanıyor ve bu sayede evden arabaya tüm hedeflere çok daha hızlı ve kolay bir şekilde ulaşılabiliyor. Bir diğer çözüm “Serbest Tasarruf Planı” ile de tasarruf hedefleri ve aylık tasarruf tutarı kişilerin kendi ödeme planlarına göre oluşturularak teslim tarihi sürecin en başından belirleniyor.
Toplumsal dayanışma ile birlikteliği esas alan ve tasarrufun gücüne inanan Çözüm Tasarruf; 200’ün üzerinde çalışanı ve Türkiye’nin her yerine hizmet götüren 29 şubesi ile toplumdaki bütün bireylerin finansal ihtiyaçlarına yeni nesil çözümler sunuyor.
Milano – Pirelli, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P Global tarafından yayımlanan ve 4.700’den fazla şirketin sürdürülebilirlik profillerinin değerlendirildiği SAM Sürdürülebilirlik Yıllığı 2020’de bir kez daha altın klasmanda yer aldı. Pirelli, küresel otomobil donanımları sektöründen “Altın Klasman” kategorisinde yer alan tek şirket oldu. Pirelli, Dow Jones Sürdürülebilirlik Endeksleri için SAM Kurumsal Sürdürülebilirlik Değerlendirmesi esas alınarak her sene hazırlanan sıralamalarda 2019 yılında ortalamanın 33 puan olduğu sektörde toplam 85 puanla dünya sektör lideri olmuştu.