20.1 C
İstanbul
Cuma, Haziran 6, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 69

STAR Rafineri, Petkim’in üretimini güçlendirdi

Koronavirüs salgını nedeniyle dünyadaki pek çok üretici, hammaddeye ulaşma sıkıntısı yaşarken SOCAR Türkiye, Petkim’e entegre olarak hayata geçirdiği STAR Rafineri sayesinde üretime tam kapasite ile devam ediyor. Petkim’in hammaddesi olan nafta ihtiyacını karşılayan STAR Rafineri, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu akaryakıtı da üretiyor.

Yeni tip koronavirüs salgını, küresel ticareti olumsuz etkilerken pek çok üretici hammaddeye ulaşmada sıkıntı yaşıyor. Türkiye’nin en büyük doğrudan dış yatırımcısı SOCAR Türkiye’nin Ekim 2018’de resmi açılışını gerçekleştirdiği STAR Rafineri ise bu süreçte Petkim’e koruma kalkanı oldu. Hammadde olarak kullandığı ve geçmişte ithal etmek zorunda olduğu naftayı artık STAR Rafineri’den karşılayan Petkim; salgın sürecinde üretimini aksatmadan devam ettirerek, özellikle tıbbi malzeme hammaddesi üretiminde sektöre büyük katkı sağladı.

Türkiye’de reel sektörün tek bir noktaya yaptığı en büyük yatırım olan STAR Rafineri’nin kuruluş amaçlarından birinin Petkim’in hammadde ihtiyacını karşılamak olduğunu ifade eden SOCAR Türkiye Rafineri ve Petrokimya İş Birimi Başkanı Anar Mammadov, koronavirüs salgınının çeşitli sektörlerin üretim sürecinde büyük sıkıntılar yarattığını söyledi. Ülkelerin kendi içine kapanması nedeniyle pek çok sanayicinin hammadde tedarikinde zorlandığını ifade eden Mammadov şöyle devam etti: “İzmir Aliağa’da Türkiye’nin ilk ve tek entegre petrokimya tesisi olan Petkim’in yanında inşa ettiğimiz STAR Rafineri’nin kuruluş felsefesinde, Petkim ile entegrasyon yatıyor. STAR Rafineri olmasaydı bu zorlu dönemde uluslararası tedarik zincirinde yaşanan aksaklıklardan dolayı Petkim’in ana hammaddesi olan naftanın ithalat süreçlerinde de problem yaşanabilirdi. STAR Rafineri, Petkim için bir koruma kalkanı oluştururken, pek çok sektörde üretimin devamlılığına da olanak sağlamış oldu.”

‘MOTORİN ÜRETİMİMİZ DEVAM EDİYOR’

Yıllık 10 milyon tonluk ham petrol işleme kapasitesiyle Türkiye’nin işlenmiş petrol ürünleri ihtiyacının yüzde 25’ini karşılayan STAR Rafineri’de koronavirüs salgını sürecinde değişen taleplere göre yeni bir üretim planlamasına gidildiğini kaydeden Mammadov, “Türkiye’nin bu dönemde ihtiyacı olan petrol ürünlerinin tedarik zincirinde kırılmalar yaşanmaması adına üretime devam ediyoruz. Bu süreçte talebi büyük ölçüde azaldığı için jet yakıtı üretimimizin tamamını motorine çevirdik. Salgın sonrasında yeniden jet yakıtı üretimine hızla dönebiliriz. İleri teknoloji ile donatılmış bir rafinerimiz olduğu için bu tür durumları tolere edebilecek operasyonel esnekliğimiz bulunuyor. Türkiye’de motorinin yüzde 40’ı ithal ediliyor. STAR Rafineri olarak yıllık 4,8 milyon ton motorin üretimimizle ülkemizin toplam motorin ihtiyacının yüzde 20’sini karşılayabilecek kapasiteye sahibiz” diye konuştu.

Bir tasarruf hikayesi.!

Gün gelir devran döner yıllarca üstüne basa basa söylediğimiz şeyleri bir virüsün yaptıracağı kırk sene düşünsem aklıma gelmezdi ama hayaldi gerçek oldu yaşasın korona.

Şaka bir yana bizler topluma öncü insanlar olarak her zaman üretim dedik, tam bağımsız Türkiye dedik, ilim irfan dedik, adalet dedik, dedik fakat bir korana kadar olamadık ama yaşananlar bize kısa zamanda ne kadar haklı olduğumuzu gösterdi. Hani derler ya gün gelir hesap döner bence bugün bir milat olsun ve özümüze dönelim. Bekamız olsun tekrar kâğıdımızı kendimiz üretelim, Sümerbank’ımız olsun tekrar yerli ürünlerimizi kendimiz yapalım, Köy enstitülerimiz olsun tekrar köylüyle millet birleşsin, şeker fabrikalarımız olsun şeker pancarımızı kendimiz işleyelim, sağlık için dezenfektanlarımızı biz üretelim, buğdayımız pirincimiz olsun, aşı üreten Hıfzıssıhha Enstitülerimiz olsun, ilim irfan merkezlerimiz üniversitelerimiz olsun özel değil devletimizin olsun, yerli tohum kullanalım, topraklarımız organik kalsın tohum veren sürdürülebilir tarım olsun ki ihtiyaç anında kendi kendimize yetebilelim.

Gördük ki böyle günlerde israf edersek, bağımlı olursak, elele vermezsek neler oluyormuş, AVM bağımlılığı bitti, gereksiz hastahanelere gitmeler bitti, gereksiz tüketim bitti, gereksiz para mal mülk hırsı bitti, artık insanlar köylerindeki tarlalarını ekmeyi düşünür oldular, artık kapitalizme hizmet eden ne varsa durdu aslında insanlık normale döndü.

İsraf haramdır der güzel dinimiz ama bir türlü insanlığa öğretemedik. Şimdi her şeyden tasarruf eder olduk, ekmeği çöpe atarken, bugün evde ekmek yapar olduk, açlıktan insanlar yiyecek yemek bulamazken bizler açık büfelerde onlarca yemeği çöpe attık, su kadar kıymetli bir şeyi akıta akıta gereksiz yere ziyan ettik, bir gün savaşırız diye öyle büyük paraları insanlığın yerine silahlara yatırdık, sevgi, saygı, dürüstlük, kul hakkı yerine nifak tohumları ektik, her şeyi yaptık ama bu güzelim dünyada ihtiyacımızdan fazlasını dağıtmayı öğrenemedik. İnsanlık hırsına kibrine yenildi ama gün geldi TASARRUFU öğrendik, umarım bundan sonra her şeyin fazlasının zarar olduğunu bilir, yetecek kadar kullanır, öyle paylaşır israf etmeyiz.

Kalın sağlıcakla…

Yosunlar ve enerji

Geçmiş dönemde yapılan araştırmalar, dizel yakıtına göre sera etkisini % 41 oranında azaltan, tarımda yeni fırsatlar sunduğundan dolayı hızla yayılan, bitkisel ve hayvansal yağ kökenli alkil esterleri ön plana çıkarması ve sağladığı avantajlar nedeniyle birçok ülkede yasal olarak vergiden muaf tutularak üretimi ve tüketimi arttırılan biyodizel, dağıtım şirketlerinin alım zorunluluğunun olmaması ayrıca genel anlamda tarım maliyetlerinin yüksekliği gibi faktörlerin eklenmesiyle de cazibesini kaybetmiş ve üniversitelerin ilgili bölümlerinin yaptıkları araştırmalar ölçüsünde ilerleyebilmiştir.

Son dönemde yapılan araştırmalar ise, ekosistemde CO2/O2 dönüştürücüsü ve biyokütlenin birinci üreticileri konumunda olan mavi, kırmızı, yeşil vb. renklerde alg kültür sistemleri üzerine yoğunlaşmıştır. Algler üzerine yapılan araştırmalar ise yetiştiricilik ve yakıt olarak kullanılabilirliği başlıkları altında sürdürülmektedir.

Ancak algler ile enerji üretimini irdelemeden önce alg nedir? Bunu bir tanımlayalım.

Algler veya genel ismiyle yosunlar, uzun yıllar alternatif bir enerji kaynağı olarak gündeme gelmesinden çok, hayvan yetiştiriciliğinde besin katkısı olarak üretilip değerlendirilmişlerdir.

Son yıllarda artan petrol fiyatlarının da etkisiyle hızlanan biyokütle enerjisi araştırmaları sonucu algler, umut vadeden bir enerji kaynağı olarak görülmeye başlanmıştır.

Üçüncü nesil biyoyakıt teknolojisi olarak da adlandırılan ve doğada yer alan birçok alg türünü enerji kaynağı olarak kullanmayı hedefleyen geçmişte başlayan çalışmalar günümüzde de devam etmektedir.

 Mikroalgler son derece zengin karbonhidrat, protein ve özellikle yağ asidi içeriğine sahiptirler. Besin değeri yüksek olan algler sudaki canlılar için besin maddeleri, vitamin ve iz elementlerin en önemli kaynağıdırlar. Aynı zamanda balık ve diğer su canlılarında renklenmenin gelişmesinde gerekli temel pigmentleri sağlarlar.

Deniz ve tatlı sulardaki su ürünlerinin aşırı miktarda avlanması ve çevre kirliliği sorunlarının artışı ile deniz ve iç suların kirlenmesi buralarda yaşayan organizmaların azalmasına neden olmuştur.  Bu nedenle yetiştiricilik çalışmaları hız kazanmıştır. Yetiştiricilik yapılan tesislerde larva beslenmesinde alg kültür üniteleri sistemin kaçınılmaz ve en önemli basamağıdır. Bu ünitelerdeki başarı kurulan zincirin diğer halkalarına yansır.

Bu bilgiler göz önüne alınarak dünyada mikroalgler tarafına da bir bakalım:

Mikroalglerin alternatif bir enerji kaynağı olarak kullanılması birçok araştırmacı tarafından yıllardır önerilmektedir. Uzun yıllar hayvan yetiştiriciliğinde besin katkısı olarak üretilen mikroalgler son yıllarda artan petrol fiyatlarının da etkisiyle hızlanan biyokütle enerjisi araştırmaları sonucu umut vadeden bir enerji kaynağı olarak görülmeye başlanmıştır.

Tilman ve ark. (2006), mikroalgleri enerji alternatifi olarak rakipsiz görmüş, aynı zamanda gaz emisyon sonuçlarına da katkısını vurgulamışlardır. Çok az bir su ile, mikroalgler sadece gün ışığını kullanarak popülasyonlarını bir günde iki katına çıkarmaktadırlar. Hatta bazı mikroalgler bu büyümeyi sadece birkaç saat içinde tamamlamaktadırlar. Dolayısıyla mikroalgler biyoyakıt hammaddesi olarak şu an en gözde seçenekler arasındadır.

Mikroalgler konusunda dünyada yapılan çalışmalar da biyodizel üretimine uygun olması nedeniyle laboratuvar şartlarında kolay üretilebilen tatlı su algi (Chlorella) üzerindeki çalışmalar yoğunlaşmıştır. Converti ve ark. (2009), mikroalgdeki yağ içeriğini arttırmak için sıcaklık ve azot içeriğinin arttırılması üzerine çalışmalar yapmışlardır.

Bir ton algin büyüyebilmesi için 1,8 ton CO2’e ihtiyaç duyulmaktadır. Bu açıdan algler büyük bir CO2 tutucudur. Bölge seçiciliği olmayıp her yerde yetiştirilebilme özelliklerine de sahiptirler.

Türkiye’de mikroalgler konusunun ele alınmasında önemli çalışmalardan biriside Nisan 2010 yılında başlamış olan ve Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsünce yürütülen TÜBİTAK destekli “Mikroalgal Biyokütle Üretiminde Yenilikçi Yaklaşımlar” isimli projedir.

Bu projede mikroalglerden biyodizel üretiminde karşılaşılan maliyet sorunlarının çözümü ile birlikte küresel ısınmanın en büyük sorumlusu olarak gösterilen CO2 emisyonunun algler tarafından kullanılarak azaltılması ve biyolojik arıtım deşarj suyu kullanılarak alg üretimiyle azot, fosfor giderimi sayesinde deşarj suyunun verildiği alıcı ortamlarda ötrofikasyon riskinin düşürülmesi amaçlanmaktadır.

Tayvan’a dair (1)

Tayvan hakkında bugüne kadar çok şey merak etmeme rağmen, içten içe 1949 sonrası Doğu Türkistan’dan göç ve akabinde yaşananlardaki tutumları sebebiyle Tayvan yönetimlerine pek hoş da bakmamışımdır.

Doğu Türkistan’ın 1949 yılında Komünist Mao’nun Kızıl Birlikleri tarafından işgal süresi tamamlanmış, Merkezi Çin’de iktidarda bulunan Guo-Min-Dang idaresi yönetimi Çan Kay-şek önderliğinde Tayvan adasına sığınmış, Doğu Türkistanlılar da “Vatan için Vatandan ayrılmak” şiarıyla liderleri Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin, Osman Batur, Alibek Hakim, Canımhan Hacı ve Gasköl’de kendilerini karşılayan Hüseyin Teyci’nin de katılmasıyla   yurt dışına çıkma hicretini başlatmışlardı.

Doğu Türkistanlı Uygur ve Kazakların hem yolda hem de Hindistan’a çıktıktan sonra, onları Tayvan’a götürmek ve Çin’deki Komünist yönetime karşı mücadelede kullanmak isteyen Çan Kay-şek ve ekibinin birçok alavere-dalavereleriyle zaman kaybetmişlerdi. Yolbars Beg gibi Tayvan’a gidenler yanında Türkiye’ye gelip yerleşenler de vardı.

Türkiye’ye yerleşen Doğu Türkistanlılarla irtibat kurup Tayvan’a davet eden Çan Kay-şek yönetimi, bu çağrısına olumsuz cevap verenlerin en azından Mao yönetimine karşı kendileriyle hareket etmesini sağlamaya çalışmıştı. Doğu Türkistanlılar ise yapılacak bu mücadelenin yol haritasını 1954 yılında Suudi Arabistan’ın Taif şehrinde gerçekleştirdikleri “Hariçte’ki İlk Doğu Türkistan Kurultayı”nda karara bağlamıştı. (Kurultay hakkında geniş bilgi için bkz.)

Kurultay’da Mehmet Emin Buğra ve İsa Yusuf Alptekin hariçteki Doğu Türkistanlıların iki müsavi lideri seçilmiş, Tayvan ile olan ilişkilere dair de “şayet Komünizme karşı mücadele başarılı olunursa, Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını tanıyacaklarını şimdiden deklare etmeleri durumunda Tayvan’la birlikte hareket edilmesine, bu deklarenin yapılmaması durumunda ise beraber hareket edilmemesine” bir karar alınmıştı.

Mehmet Emin Buğra ve İsa Yusuf Alptekin’in bu karar sonrası bütün girişimlerine ise Tayvan yönetimi ne sözlü ne de yazılı bir cevap vermişti. Taif’te alınan karar mucibince de Doğu Türkistanlıların Tayvan ile işbirliği içerisinde hareket etmemesi genel prensip haline getirilmişti.

Buna rağmen Tayvan yönetimi 1960-70’li yıllarda Türkiye’de köy köy gezerek Doğu Türkistanlılara para dağıtmaya, dahası bir kısım Doğu Türkistanlıları da Formaza’ya davet ederek ağırlamaya, dahası onlar üzerinden hariçteki Doğu Türkistanlıların birlik ve beraberliklerine büyük zararlar vermeye başlamıştı.

Zikredilen olaylar sonrası hariçteki Doğu Türkistanlıların birlik ve beraberlikleri bozulmuş, toplum Tayvan’a gidenler gitmeyenler, Tavyan’dan maddi yardım alanlar almayanlar şeklinde büyük fikir ayrılıklarının yaşandığı nahoş bir süreç yaşanmıştı. Önceleri sözlü başlayan bu nahoşluklar akabinde yazılı olarak basına da yansımıştı.

Yine zikrettiğimiz bu dönemde Tayvan yönetimi, Kıta Çin’deki yönetim hakkının kendilerinde olduğunu, Komünist güçlerin iktidarlarını gasp ettiklerini ve en kısa zamanda Komünistlerin kıta Çin’den kovularak tekrar iktidara gelebilecekleri türden siyaset gütmekteydiler. Anlaşılan o ki, kıta Çin’de tekrar iktidara gelme hayali kuran Tayvan yönetiminin, bu hayalleri gerçekleştiğinde de Doğu Türkistan’ı önceki iktidarları gibi sömürmeye devam edeceklerdi.

Evet, aradan uzun yıllar geçti, dünya hızla değişip bir nevi köy haline geldi. Artık uzaklar çok yakın, belki yakınlar çok çok uzak oldu.

Değişen şartlar içerisinde Tayvan cenahını biz de merak edip araştıralım dedik. Tabi ki bu araştırmanın sonucunu siz değerli okuyucularımızla paylaşmamak olmazdı.

Bu giriş mahiyetindeki değerlendirmemize bir sonraki yazımızda Tayvan’ı değerlendirerek devam edeceğiz.

Ekonomik pandemi ve devletleştirme

Sevgili Bir Portre okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Bir hastalığın “Pandemi” olabilmesi için üç şart vardır.

Bulaşıcı olması,

Daha önce maruz kalınmamış bir özellik taşıması,

İnsanlar arasında kolayca ve devamlı yayılabilmesi…

Neden “Ekonomik Pandemi” dedim.?

Geçmiş dönemin en büyük krizi 1929’da, ABD’de yaşanan “Büyük Buhran”dır.

Virüsle başlayan ve önümüzdeki aylarda iyice görünürlük arz edecek olan ise “tarihin en hızlı ve en derin” krizi olmaya namzettir.

Pandemik koşullara uyarladığımızda;

Bulaşıcı mıdır.?

Evet.

Kolayca yayılabilir mi.?

Evet.

Daha önceki maruz kalınanlardan farklı mıdır.?

Evet.

Sınırların kapatılması, ihracatın durması ve böylelikle tedarik zincirinin kopması üretimi durdurdu.

Bu süreç “arz şokunu” getirdi.

Keza, virüsün “yayılma hızı” karşısında aciz kalan devletler süreci kontrol altına alana kadar insanların “evde kal”masını istediler.

Bu da gelir kaygısı içinde harcamanın kısılmasına ve sonuç olarak “talep şokuna” sebebiyet verdi.

Hem arz hem de talep kanadını tırpanlayan,

Küresellik arzeden,

Hızla yayılan ve yayılma hızı ekonomi dışı bir parametreye (virüse) bağlı olan bugünkü kriz o yüzden “Ekonomik Pandemi” niteliğindedir.

Daha söylenecek pek çok şeyle birlikte ekonomistlerce de ağız birliği içinde dillendirilen bu durum, tarihin örneğine şahit olmadığı,

Virüsün kontrol altına alınmasından sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı,

Ekonomik ve siyasi ilişkilerin yeniden tanımlanacağı,

Kısaca ve özetle, yeni bir dünya düzeninin zorunluluk olacağı bir gerçektir.

Ekonomik İlişkilerin yeniden tanımlanması ve Devletleştirme…

Bu yeni dönemde pek çok noktada, değişim dayatması ve dönüşüm yaşanacağı aşikar.

Ama şuanda “Devletleştirme” konusuna değineceğim.

Türkiye ve diğer ülkeler şimdiden planlama ve değerlendirme çalışmalarına başladılar bile…

Kaldı ki bu konunun çalışılması kaçınılmaz ve olmazsa olmazlıktır.

Peki devletleştirme hangi sektörleri kapsayabilir.?

Gıda,

Sağlık,

Temizlik,

Lojistik, havacılık ve ulaşım,

Turizm,

Ve bazı iletişim faaliyetleri.

“O halde KİT’leri neden özelleştirdik” dediğinizi duyar gibiyim.

Çünkü bu özeleştiriyi ben de yapıyorum.

Fakat bir dönem “özelleştirme” furyası, küreselleşme dalgasının karşı konulmaz gerçeği haline gelmişti.

Ama bugünleri öngörüp akıllı-akılcı, stratejik, ihtiyatlı ve öngörülü olunabilirdi ve gerekirdi.

Ama maalesef bu olmadı, olamadı.

Bunun doğru veya yanlışlığını ne kadar konuşsak boş.

Rüzgar tersine döndü ve şu veya bu boyutta, hiçbir ülkenin buna karşı koyabileceğini sanmıyorum.

Devletleştirmede kriter ne olabilir.?

Gıda Arz Güvenliği için doğrudan ve dolaylı kalemler,

Sıradan görünen ama kriz anlarında stratejik niteliği öne çıkan ürünler,

Tıbbi ve temizlikle alakalı üretim mekanizmaları.

İstihbarat ve Kamu Güvenliği ile ilgili iletişim şirketleri.

Bunların yanında;

Talep azalması ve hatta olmaması nedeniyle iflas riski taşıyan, istihdam kaybı ve işsizlik ihtimali artan ve dolayısıyla da vergi veremeyecek hale gelecek havacılık, turizm ve ulaşım şirketleri de zorunlu olarak “devletleştirilebilecek” hatta bunu sahipleri talep edebilecektir.

Durum kaçınılmaz halde ve “Virüs Pandemi”siyle ortaya çıkan “Ekonomik Pandemi” ülkemizi ve  dünyayı  hızla planlamaya ve devletleştirmeye götürüyor.

2020 başında özel sektör olarak yıla başlayan bazı firmaların, seneyi devlet kurumu olarak bitirdiğini görürsek şaşırmayalım.

Bu arada; “devletleştirme” olurken, yoğun şekilde şirket satışları görebiliriz.

Ve hatta hiçbir dönemde olmadığı kadar çok olduğunu müşahede edebiliriz.

Avrupa, Amerika, Çin gibi ülkelerdeki küresel şirketler de dahil buna.

Sonuç:

Virüs Salgını öyle bir hal aldı ki; yarattığı algı, korku, panik ölümcüllüğünün çok ötesine geçti.

Sanki yeryüzü ve insanlık bunu bekliyormuş gibi.

Sanki insanı görmezden gelen, geliri bölüşmeyip sefaleti bölüştüren ve kar maksimizasyonunu her şeyin önünde tutan sistemin iflasına; “virüs” ve “virüsle” ortaya çıkan, etkisi ve boyutu virüsü aşarak mevcut ekonomik çarkın dişlilerini durduran “birikmiş korku ve panik” sebep olacaktır.

Belli mi olur; şuanda salgın olan virüs, doğacak sonuçlar itibariyle sempatikleşebilir.

Hani ayette buyurulur ya; “sizin için şer görünende hayır, hayır görünende şer olabilir” diye…

Mevla görelim neyler,

Neylerse güzel eyler…

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar.

AB’nin geleceği ve devlet gibi düşünmek

0

Kıymetli okurlarımız, yeni bir çağın kapısına geldik.

Şunu hep yazdık; “Devlet olmak bayrak dikmek değildir”..!

AB seçimlerine katılım %43. Yani halkın %57’si seçimlere dahi katılmıyor. Kulağa ne kadar bencilce geliyor değil mi?

Bu klasik devlet geleceğine ters.

Batı yüzyılın başında doğal kaynaklara el koymak için ulus devlet projesini uyguladı.

Nispeten gelen başarılar Batı’ya moral verdi. Vandalist cesareti ve ikna yöntemlerini destekledi.

Fakat bir şeye sistem demek için;

Arkasında 500 senelik bir mazisi olmalı.

Zümre değil umum mutluluk vermiş olmalı bu sayede halk desteğini arkasına almış olur.

Batı’da Meclis’lerle halk arasındaki çatlak uçuruma doğru gidiyor.

Yaşananların doğal bir açıklaması yok.

Cevapsız bir çok soru var ortada. Muğlak cevaplarla kurtulamazsınız! Bunlar nasıl hatırlanacak gelecekte? Bu, halktan kopuk siyasî hareketler insanî utanç vesilesi şeylere sebep olmakta.

Batı’da yüzyıl savaşları dahi yaşandı mazide. Tarih tekerrür eder. Hatta Roma dahi yanar.

Batı ülkelerinde maske savaşları başladı. Açıkçası bu kadarını beklemiyorduk. Ve tedbir almada son decere geç kaldılar.

Bunu tüm mazlumların sığınağı olmuş bir Osmanlı evladı olarak yazıyoruz.

Tüm dünyadaki mazlumların gözyaşı yüreğimize bir lav kıvılcımı olarak düşmekte.

Hâlâ bu korona’dan siyasî çıkarımlar elde edilmeye çalışılıyor. Yazık ki ne yazık.

“Yeni tip koronavirüs (COVID-19) salgını devam ederken, Avrupa Birliği ülkeleri, ABD ve Kanada arasında maske savaşı başladı. ABD Başkanı Donald Trump, ‘Savunma Üretim Yasası’ çerçevesinde, ABD’de üretilen tıbbi ekipmanların ihracatının engellenmesi için karar imzalayacağını söyledi. Karara ilk tepki, sınır komşusu Kanada’dan geldi.”

Evet. Yıllar önce yüce devletimiz hastane yaparken alay edenler, acımadan eleştirenler oldu.

Belki çoğumuzun kalbi bu eleştirilere kaydı zaman zaman.

Lakin bugün anladık.

Bir söz vardır: Nuh nebi, gemiyi yaparken yağmur yağmıyordu.

Peki buradan çıkan sonuçlar nedir:

– Devlet her şeyi açıklamak zorunda değil. Her şeyi açıklayan devlet hiç bir şey yapamaz

– Herkesin her şeyi bilmesine gerek yok.

Çözüm

– Batı, hariciye siyasetini katolik reflekslerden ve üstün gelme dürtülerinden arındırmalı.

– Çarşaf liste seçim sistemine geçmeli.

– Sömürge ile karşılıksız para basma işe bir yere varılamayacağına kanaat getirmeli. Bunlar eşkiya çözümlerinin yansımasıdır.

– Masadan haydutları kaldırmalı,

– Yeni kelimeler, yeni kavramlar keşfetmeli,

– AB’nin doğal ömrünün bittiğini kabul etmeliler.

Ramazan’a koronadan da kurtulmuş olarak çifte bayramla gireriz inşaallah.

Kalın sağlıcakla.

Afrika’da bir Osmanlı kenti; “Agadez”

Geçenlerde, harita üzerinden Afrika Kıtası’nı derinlemesine incelerken, birdenbire “Agadez”in gözümüze ilişip ve hemen ilgi odağı olmasının nedenleri arasında, meslektaşımız Ferhat Koç’un anlattıkları ve yazdıkları önemli yer alıyor.

Gerçekten “Agadez”, Afrika’da unutulmuş ve Osmanlı izlerini günümüze kadar taşımış bir Nijer şehri kimliğini korumaya çalışması pek bilinmiyor. Aslında, bu tarihi şehri Koç’un sözlerinden ve kelimelerinden derlemek daha gerçekçi oluyor; 50 bin nüfuslu Agadez’in, havaalanından başlayan ve şehri bir baştan bir başa geçen tek caddesi bulunuyor. Agadez’in geçmiş tarihi ile bağlantısını kuran, tek eser 700 yıl önce inşa edilen “Kebir Camii” gösteriliyor.

Şehir, gizemli Afrika çölünün ortasına kurulmuş, ahenkli toprak binalarıyla çok güzel bir görünüm arz ediyor. Şehrin kale şeklinde yapılmış en güzel konutu “Sultan’ın Evi” yükseliyor…

Agadezliler soylarının Osmanlı olduğunu söylüyorlar. Bunun için Nijer’in sadece bu şehrinde kent yöneticisi kendisini Sultan olarak ifade ediyor. Bu gelenek, Osmanlının bölgeye gelişinden beri devam ediyor. Bir gün sonrasının neredeyse kimsenin umurunda olmadığı bir şehir Agadez. Ülkenin zengin yer altı kaynakları Fransız şirketlerinin kasalarına kaynak olmaktan farklı bir anlama sahip değildir. Sömürgeciliğin tükettiği Agadez bugün uyuşuk zihinlerle çaresizliği yaşıyor.

Türk olduklarını Osmanlının torunu olarak kendilerini ifade eden Agadezliler’i üretime alıştırmak gerekiyor. Söylenene göre, dünyanın en fakir ülkesi Nijer, 13 milyon nüfusu ve dünyanın en zengin uranyum yatakları olmasına rağmen, ülkenin tam ortasından bütün su ihtiyacını karşılayabilecek kapasitede bir nehir geçmesine rağmen, geniş bir şekilde tarım yapamıyor.

Nijer tarihiyle ilgili bilinen ilk önemli gelişme, aynı zamanda İslâm Tarihi’yle de yakından ilgili; Kaynaklarda, Ukbe b. Nâfî komutasındaki İslâm ordularının bugünkü Libya’nın güneyindeki Fîzân’ı fethettikten sonra, Kuzey Afrika’nın daha aşağı kısımlarına inerek Nijer’in kuzeydoğusundaki Kavar’ı ele geçirdikleri kayıtları bulunuyor. Agadez’in İslâmî merkez halini alışı ise daha sonraları oluyor. Buraya İstanbul üzerinden gelen Seyyid Mahmud el-Bağdadî, bölgede Halvetîliği yayıyor. İstanbul’da Sünbül Efendi’den seyr-u sülûkunu tamamlayarak irşad icazeti alan, daha sonra Mısır’a geçen Seyyid Mahmud, 1550 yılında Agadez’e intikal ediyor.

16. asırdan beri Osmanlı olmanın onurunu yaşayan Agadez, halen üzerindeki insanları ve adetleriyle dikkatleri çekiyor. Nereden nereye? Harita üzerinde zor okunabilen Agadez, gerçekten de, bütün ayrıntılarıyla zihinlere yerleşebiliyor.

Gezgin ve Fotoğraf

Bugüne kadar 193 ülke gezdim. Gittiğim ülkelerde birkaç gün kaldığım da oldu, aylarca konakladığım da… Kimisine çok kereler gittim, kimisine yalnızca bir kez. Kimisinde de mesleki araştırma ve incelemelerde bulundum, yalnız gittiğim de oldu, dernek üyelerimizle de. Coğrafyaları, dilleri, dinleri, töreleri, renkleri birbirinden ayrı ülkelerde değişik uluslardan insanlar tanıdım. Onlarla, kimi farklılıklarımıza karşın kaynaştım. Şaşıp yadırgadığım yanları da oldu elbette. Bazıları ile arkadaşlığımız halen devam ediyor. Bu ülkelerin insanlarıyla birçok şeyi paylaştım, aynı trene, aynı otobüse bindim, lokantalarında, evlerinde aynı masalara oturdum, birlikte televizyon seyrettim, yaşayışlarına kısa süreli de olsa konuk oldum. Geleneklerini, alışkanlıklarını, dünyaya bakışlarını, ülkemiz hakkındaki görüş ve düşüncelerini anlayıp kavradıkça onları daha da sevdim.

Hangi amaçla olursa olsun; gezmek, yeni yerler, yeni insanlar görüp tanımak insanın ufkunu genişletiyor, dünyaya bakışına yeni boyutlar katıyor, yaşamını renklendiriyor. Baudelaire; “Gerçek yolcu yalnızca gitmek için gidendir” diyor. Böylesi “gerçek yolcu” olmak için belki şair de olmak gerekir.

Başka başka ülkeleri ve o güzelim insanları çok sevdim, etkilendim. Her gezinin dönüşü de gidişi gibi coşkulu oldu benim için. Yine de dönünce hemen yeni gezi planları yapmaya başladım. Doların aniden yükselmesi bile beni engellemedi. Hatta hatta birkaç yıl sonrası için taslak programlar oluşturdum kafamda. Gezi tutkusu, tutkuların bu en güzeli, tüm benliğimi sardı.

İzlenimlerimi gezilerim üzerine kaleme aldığım kitaplarım ve gazete-dergi makalelerimde aktarmaya çalıştım. Ancak, görselliğin tartışılmaz etkisinden faydalanma arzum, beni fotoğraflarla sabitleştirmeye itti. Profesyonel bir fotoğrafçı değilim. Değerli fotoğrafçı dostlarım İbrahim Zaman, Gültekin Çizgen, İzzet Keribar gibi ağırlığı yirmi kiloyu geçen fotoğraf çantası sırtlayıp uygun ışığı yakalamak için yağmur ve bulutla günlerce köşe kapmaca oynayamıyorum(bilmiyorum elektronik ortamda bu ağır makine setlerini bugün de taşıyorlar mı.). Panoramik bir görüntüye ulaşmak için daracık merdivenli kulelere, zirvelere kurulmuş şatolara, minarelere ve kalelere maalesef tırmanmıyorum. Çünkü böyle bir iddiam olmadı.

Ben sadece elime fırsat geçtikçe bazı ilginç kareler yakalamaya çalışıyorum. Doğrusu şahane bir manzara, güzel bir ev, hoş bir kadın benim fotoğrafçılık anlayışımda pek prim yapmıyor. Çocukluğumda, İstanbul’u ziyaret eden yabancı gazeteciler burada çektikleri fotoğrafları kendi ülkelerinde yayınladıklarında hayretle ve üzüntüyle karşılardık. Bu fotoğraflardaki görüntüler genellikle; bir dilenci, sırtında aşırı yük bulunan perişan bir hamal, ayakkabı boyacılığı yapan, suratları boyalı küçük çocuklar, çıplak ayaklarıyla pis sular içinde oynayan küçük bir kız ya da buna benzer manzaralar olurdu. Bugün o fotoğrafçılara hak vermekteyim. Zira ben de artık benzer bir yaklaşım taşıyorum. İnsanların yüzünde, dünyanın neresine giderseniz gidin değişmeyen, sevinç, korku, heyecan, şaşkınlık ve hüzün ifadelerini yakalamak istiyorum.

Dünyanın çok çeşitli ve farklı köşelerinde fotoğraf çekmek gibi bir ihtirasınız varsa bazı tepkileri de göğüslemeniz gerekiyor. Örneği Mayalar ve bazı Müslümanlar fotoğraflarının çekilmesine karşı çıkarlar. Ama çok ısrar ederseniz sizden para almak şartı ile kabul edebilirler. Bazen -örneğin Kongo’da- fotoğrafını çekerek ruhunu çaldığınızı düşünen bir yerli arkanızdan kocaman bir kaya fırlatır, hatta fotoğraf makinenizi elinizden alıp, ruhunu kurtarmayı bile deneyebilir. Guatemala’da gizlice fotoğrafını çektiğimi fark eden Pagan bir Maya kadını hemen koşup objektifimin önüne geçerek arkadaşlarının fotoğraflarını çekmemi önlemişti. “Benim ruhum gitti, hiç olmazsa arkadaşlarımınki kurtulsun” diye düşünüyordu belki de! Bence, az gelişmiş ve ilginç geleneklerini koruyan ülkelerde fotoğraf çekmek için yanınıza alacağınız donanım pratik ve kolay taşınır olmalı. Zaten artık bir cep telefonu yetiyor.

Geziye çıkmadan önce gideceğiniz ülkelerin iklim şartlarını ve güneşten ne kadar yararlandığını iyice araştırmanız gerekir. Örneğin bir gezimiz sırasında Grönland’de havanın sürekli kapalı olması fotoğraf çekmemi engelledi. Ayrıca tüm gezilerinizi kapsayan bir fotoğraf arşivi oluşturmak niyetiniz varsa, fotoğraflamak isteyebileceğiniz eserleri önceden tanımak için bir ön okuma ve hazırlık yapmak sizi kötü sürprizlerle karşılaşmaktan kesinlikle kurtaracaktır. Size bir de pratik bilgi. Gittiğiniz kentte bir kitapevinde kartpostal ve turistlere yönelik kitaplara göz atarsanız görülesi ve fotoğraf çekilesi yerler hakkında bilgi edinebilirsiniz. Yöresel pazar yerleri ile sokak tezgâhları daima fotoğrafçılara zengin bir malzeme sunar. Grup fotoğraflarınıza bir hareket, bir dinamizm kazandırın ki klişe oluşmasın. Fotoğraf çekmek için yürürken sık sık dönüp arkanıza bakın, ilginç bir an, bir sürpriz  yakalayabilirsiniz. Flaş kullanırken cam, tablo, vitrin, ayna gibi alanları tam karşıdan çekmeyin. Aksi takdirde yansıma görüntüyü bozar.

İyi geziler, bol renkli kareler…

Korona sana müteşekkiriz

Korona bizlere bugüne kadar hiç kimsenin göstermediği gerçekleri gözler önüne serdi ve bizlerin aciz etten kemikten düşünebilen hayvanlar olduğumuzu ortaya koydu.

AB ve Avrupa’nın ne kadar iki yüzlü olduğunu dünya üzerinde yaşayan başka insanların kendileri için hiçbir şey ifade etmediğini bize by korona ispatladı. Müslüman ülkelere ve kendi çıkarlarına hizmet etmeyen Hristiyanları bile görmezden geldiler.

Korona nedeniyle ulaşım durma noktasına geldi. Bu sebeple Fosil yakıtlar tüketimi azaldı ve özellikle sanayinin ve nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki hava yakın zamanda hiç bu kadar temiz ve kaliteli olmamıştı.

Temiz ve sağlıklı hava solumamızı sağlayan korona’ya teşekkürler…

Stok yaparak kendi milletini kazıklayan fırsatçıların krizi kendileri için fırsata çevirmek için ne kadar edepsiz ve hayasız olabileceğini bizlere gösterdiği için korona’ya teşekkürler…

Hayvan yemi ile ekmek yapan bazı fırıncıların ekmeklerini yiyerek yıllarca sağlıksız beslenmemizin önüne bir set çekerek evlerde sağlıklı ekmekler yaparak hepimizi birer fırıncı ustası yaptığın için korona sana şükranlarımızı sunuyoruz.

Ülkemizde iktidarın tüm eksiklerinin arkasında, mevcut otoritenin başarılarını hazmedemeyen muhalefetin olduğunu da hafızalarımıza kazıdığın için teşekkürler korona…

Can korkumuzun tüm korkulardan hatta Allah korkusundan daha güçlü olduğunu gözler önüne sermesi sebebi alameti nedeniyle korona sana teşekkür ederiz.

Küresel güçler, Osmanlı’nın torunları olan Türk milletini darbe girişimleriyle, Arap milletini Arap baharıyla, Pers soyundan gelen İran halkını ambargoyla, Doğu Türkistan’da Uygur Türklerini ise etnik saldırılarla darmadağın etmek, ekonomik olarak kendilerine bağımlı hale getirmek için çirkin planlarını adil ve dürüst olmayan bir şekilde uzun yıllardır uyguladılar.

Fakat korona kendisini dünyanın sahibi zanneden küresel güçlerin aksine tüm dünya insanlarıyla, din, dil, ırk, zengin, fakir, elit, ortadirek olarak ayırmadan herkes ile herkesime adil ve adaletli olarak temasa geçti.

Verdiğin zarar yıkıcı olsa da adil davranman karşısında küresel güçlerin utanmalarını sağladığın için korona sana minnettarız.

Yaya geçitlerinde insanların üzerine araç sürerek haddimizi aştığımızı bizleri evlere hapis ederek gösterdiğin için sana müteşekkiriz korona…

Korona yaşadığımız panik havası içerisinde Halo etkisi ile seni yanlış anladığımız içinde ayrıca senden özür dileriz.

Şimdi gelelim sözün özüne…

Ortada bir kurgu var ve bu kurgu içerisinde çok büyük bir plan var. Küresel güçler, ilaç endüstrisi, yapay zekayı elinde bulunduranlar, Bill Gates, Rockefeller sülalesi ve birçoklarının bu işte parmağı vardır.

Ama unutmayın ki! Kim ne plan yaparsa yapsın, korona ne yıkım gerçekleştirirse gerçekleştirsin bu olanlara izin veren tek güç vardır.O da Allah’dır. (celleceleluhu)

İnsanoğlu Allah’ın emirlerine uymak yerine dünyayı kirletmeyi, ruh ve beden temizliğinden uzak durmayı, israf yapmayı, doğayı kirletmeyi, savaşı, çatışmayı, katliamları, hayvanlara işkence etmeyi, yönetirken yönettiklerini aldatmayı, yetim hakkı yemeyi, kandırmayı, dolandırmayı, hırsızlığı ve arsızlığı tercih etmiştir.

Yaradan da insanoğluna hatalarından dönmek için bir şans vermiş ve bu illetin yeryüzünde bir kaos yaratmasına engel olmamıştır.

Ey insanoğlu sana bir tavsiyem olacak; fabrika ayarlarına dönmekten başka çaren yok!!!!!

Covid-19 salgınının olası etkileri 1

Büyük bir sağlık sorunu olarak yaşanan ve ülkeler için kriz halini almış olan Yeni Coronavirüs (COVID-19) Salgını, ülkelerin öncelikle medikal sorunu olmakla beraber artık tüm sektörleri etkileyen bir karaktere bürünmüştür. Bir başka deyişle, salgının farklı yansımaları olacak gibi görünmektedir. Bunlar arasında en çok etkilenecek bölgelerden biri Avrupa Birliği bölgesi olup(enerji politik etkilerle de) sancılı bir sürece evrilebilecek gibi görünmektedir. Burada konuyu daha iyi inceleyebilmek için öncelikle Avrupa Birliği (AB) sürecini incelemek yerinde olacaktır.  

Avrupa Birliği Yapılanması

Birleşik Avrupa düşüncesi pek de yeni bir fikir değildir aslında… İlk olarak 17. Yüzyılda dile getirilmiştir. Daha sonra“Pan-Europe” fikri ortaya atılmıştır. 1930’da Fransa tarafından“Avrupa Milletler Cemiyeti” kurulması önerisinde bulunulmuştur. Ancak II. Dünya Savaşı şartlarına doğru gidilirken bu öneri geri planda kalmıştır.1944’te coğrafî ve resmi işbirliğine dayanan Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’un birlikteliğini ifade eden “Benelüks  (Belgıë, Nederland, Luxemburg)” oluşmuştur.Daha sonra ise Almanya, Fransa, İtalya ve Benelüks ülkelerinin bir araya gelmesiyle1951’de Paris Anlaşması imzalanarak Kömür-Çelik Topluluğu kurulmuş ve bu organizasyon günümüzün Avrupa Birliğinin nüvesini teşkil etmiştir.

1957’de Kömür-Çelik Topluluğu uzantısında Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) olarak ekonomik bir yapılanmaya gidilmiş ve nihayet siyasi nitelik de kazanarak1992’de  (Maastrich Anlaşmasıyla) önce Avrupa Topluluğu’na ve nihayet Avrupa Birliği (AB)’ne dönüşmüştür. Başka bir deyişle söz konusu süreçte AB esas itibariyle Kömür-Çelik Topluluğu ile başlamış ve dönüşüm süreçleri yaşanarak Avrupa’nın bütünleşmesine giden bir gelişim göstermiştir. Şekil 1’de Avrupa Kömür Çelik Topluluğu’ndan itibaren AB’nin kronolojik gelişim serüveni görülmektedir.

Avrupa Birliği sürecinin kurulum aşamasında Birleşik Krallık (İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda), İngiliz Milletler Topluluğu lideri olarak konuya sıcak bakmamıştır. Daha sonra Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi’nin (EFTA)’nın kurulmasıyla Birleşik Krallık konuya olumlu yaklaşmış ve 1961’de üyelik başvurusunda bulunduysa da bu başvuru Fransa’nın muhalefetiyle iki kez geri çevrilmiştir. Nihayet 1973 başında Birleşik Krallık bu yapılanmaya girmiştir.

Avrupa Birliği’ne, 1973’te Birleşik Krallık ile birlikte İrlanda veDanimarka’da katılmıştır. Bundan sonra AB’de önemli büyüme atakları görülmüştür. Şöyle ki; 1981’de Yunanistan, 1986’da İspanya ve Portekiz, 1995’te Avusturya, Finlandiya, İsveç,  2004’te 10 ülke (Çekya, Estonya, Kıbrıs (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi), Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Slovakya, Slovenya), 2007’de ise Bulgaristan ile (petrolü bulunan) Romanya ve son olarak ta 2013’te Hırvatistan AB’ye katılmıştır. Böylelikle de AB 28 ülkenin oluşturduğu bir yapılanma halini almıştır. Ayrıca, Türkiye gibi bazı aday ülkeler de bulunmaktadır.

Hal böyleyken; Birleşik Krallık’da, AB zaman zaman sorgulanır olmuş ve son olarak 2016’da referandumuna gidilerek (yaklaşık % 52 ile) AB’den çıkma yönünde karar alınmış ve BREXIT süreci başlamıştır. Hayli sancılı bir süreçten sonra Birleşik Krallığın Ocak 2020 sonu itibariyle AB’den çıkış işlemi parlamentoda kabul edilerek resmiyet kazanmıştır. BREXIT ile birlikte AB’de ilk çıkış yaşanmış olmaktadır. Halen AB, 27 ülkelik bir birlik durumundadır.

Birleşik Krallık’ın ayrılmış olmasına karşın yeni aday ülkeler de bulunmaktadır. Bu durumda Avrupa Birliği’nin coğrafi yayılımı son haliyle Şekil 2’de görülmektedir.

Avrupa Birliği enerji-politik olarak ele alındığında, öncelikle üzerinde durulması gereken husus, AB’nin çekirdek yapılanması olan Avrupa Kömür-Çelik Topluluğu (AKÇT)’dur ve bu topluluğun isminin irdelenmesinden başlamak uygun olacaktır. “Avrupa Kömür-Çelik Topluluğu” nitelemesi; temel enerji kaynaklarından olan (ve Avrupa’da çokça var olan) “Kömür” ile sanayinin temel hammaddesi olan “Çelik”ten oluşmaktadır. Burada ilk kelimenin enerji kaynağı olduğunu da vurgulamak yerinde olacaktır. Bu isimlendirme, AB’nin ortaya çıkışında enerjinin yerini ve önemini net olarak göstermektedir. Bu bağlamda, 1950’li yılların başında enerji-sanayi temelli kurulan oluşum hayli hızlı şekilde, yaklaşık 6 yıl sonrasında genel ekonomik bir yapılanmaya, bundan 25 yıl sonra ise Avrupa Birliği’ne dönüşmüştür. Ancak, enerji-politik yönü her ne kadar artık açık olarak isminde yer almasa da Kömür Çelik Topluluğu’ndan bu yana önemini hep korumuştur.

Burada üzerinde durulması gereken bir diğer husus ta; AB yapılanması içinde nükleer enerjinin konumudur. Nükleer enerji ile ilgili olarak halen ayrı bir teşkilatlanma söz konusudur. Euratom (Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu) adını taşıyan bu yapılanma,Avrupa Ekonomik Topluluğu’na geçildiği Roma Antlaşması ile vücut bulmuştur. Ancak Euratom (Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu);Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu AKTÇ)’nunAvrupa Ekonomik Topluluğu (AET)’na  geçiş sürecinde oluşumun dışında kalmıştır (Şekil 1).

Kömür-Çelik Topluluğu ve AET’yi oluşturan (bir başka deyişle eski üyeler)Euratom’a üye iken, söz konusu AET – AKTÇ birleşmesinden sonra AB’ye giren ülkeler, AB’ye girmekle Euratom’a girmiş olmamaktadırlar. Bir başka deyişle, “yeni üyeler” stratejik bir kurum olan ve nükleer enerji çalışmalarını ve faaliyetlerini yönlendiren ve finanse eden Euratom’un dışında kalmış olmaktadırlar.

Avrupa Birliği için enerjinin yeri ve önemini anlamak için yol haritası niteliğindeki dokümanlara da bakmak yerinde olacaktır. Bu bağlamda,2025 öncesi AB için düşünceler ve senaryoların yer aldığı Avrupa’nın Geleceği temalı,AB tarafından yayınlanmış “Beyaz Kitap” bu bağlamda önem taşımaktadır. Bu dokümanda hemen her başlık altında ve senaryoda enerji konuları yer almaktadır. Ayrıca, AB için gelecekteki politikaların oluşumuna basamak teşkil eden önemli bir diğer belge olarak “Yeşil Kitap” yayınlanmış olup, bu dokümanda da yine enerji konularına yer verilmektedir.

Bunlardan ayrı olarak Avrupa Birliği’nin (yukarıda özetlendiği üzere) genişleme sürecine bakılacak olursa; AB’nin kurucu ülkeleri olan Almanya, Fransa, İtalya ve Benelüks ülkeleri coğrafyası göz önüne alındığında, AB esas itibariyle enerji kaynağı bölgelerine doğru genişlemiştir. Burada, aday ülke olan Türkiye son derece önemlidir. Zira Türkiye enerji kaynağı bölgeleri ile uzun sınırları olan bir ülke durumundadır. Bir başka deyişle Türkiye’nin AB üyesi olması durumunda, AB enerji kaynağı olan ülkelerle kara üzerinden doğrudan sınırdaş olacaktır.

Enerji kaynağı ülkeler, günümüzde önemli sorunlar hatta sıcak çatışmalar yaşamaktadırlar. Bölgeye sınırı olan ülkelerde yaşanan çeşitli olaylardan etkilenmektedirler. Nitekim Türkiye de söz konusu olaylardan etkilenmiş ve müdahil olmak durumları da ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin AB’ye girmesiyle Birlik enerji kaynağı bölgeleriyle direkt sınırdaş olacak ve ilgili olaylara doğrudan muhatap olacaktır (ve belki de müdahale etmek zorunda kalacaktır).AB buna hiç de hazırlıklı görünmemektedir.

Öte yandan BREXIT ile bir başka deyişle Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması ile AB enerji-politik açıdan(pek de konuşulmayan) önemli bir kayıp yaşamıştır aslında… Bilindiği üzere Birleşik Krallık Kuzey Denizinden petrol çıkarımı yapan bir ülkedir. Birleşik Krallık’ın ayrılmasıyla AB (rezervleri azalmakta olan Romanya dışında) artık önemli bir petrol çıkarımı yapan ülkeyi barındırmamaktadır. Kıta Avrupa’sı petrol ve doğal gaz açısından fakir olarak nitelenebilecek durumda olduğundan (Kuzey Denizi) petrol rezerv bölgesinin ayrılması enerji-politik açıdan hayli önem arz etmektedir.

Bunlardan ayrı olarak, Birleşik Krallığın ayrılmasıyla AB’den nükleer bir güç de ayrılmış olmaktadır. Bir başka deyişle AB, AB-28 iken stratejik anlamda nükleer güç sahibi olan iki ülkeye sahip iken artık birini kaybetmiş olmaktadır. Böylelikle, nükleer yakıt üretebilen stratejik güce sahip tek ülke, Fransa olarak kalmış bulunmaktadır. Bununla beraber Avrupa Birliği’nde, Fransa dışında da nükleer enerji birçok ülkede (Belçika, Almanya, İsveç, Finlandiya, İspanya, Çekya, Slovakya, Slovenya, Macaristan Bulgaristan, Romanya) nükleer güç santraları bağlamında kullanılmaktadır. Ancak, Fransa dışındaki söz konusu bu ülkeler stratejik nükleer güce sahip değildirler.

YAZI DİZİSİ 1

DEVAMI GELECEK SAYIDA

Krizi fırsata çevirmek!

2019 yılının son aylarında başlayan ve 2020 yılında tüm dünyayı etkilemesiyle pandemi ilan edilmesine neden olan koronavirüs dünya ülkelerinin enerjisini tehdit etmeye devam ediyor. Ne SARS ne MERS salgınları dünya için bu denli bir tehdit oluşturmamıştı.

Korona binlerce insanın ölümüne milyonlarca insanın panik ve endişe altında evlerine kapanmalarına sebep oldu. Yaşanan salgın sonrası tüm dünya bundan hem ekonomik hem enerji-politik bakımdan etkilendi. Fabrikalar üretime ara verdi, ulaşım neredeyse durma noktasına geldi.

Koronavirüs tehlikesi ile dünya petrol fiyatları da büyük bir oranda etkilendi. Dünya ekonomisi ve enerji-politiği de böylelikle salgından nasibini almış oldu.

“İRAN ÜZERİNDE KARA BULUTLAR”

Geçmişte İran ambargo nedeniyle zor günler yaşıyordu ve bunun üzerine salgın tam anlamıyla bir kabus gibi gelerek ülkenin başına bir kara bulut gibi çöktü. Salgın öncesi İran ile Çin arasında imzalanan anlaşma pandemi nedeniyle gerçekleşemedi ve İran petrol satacak bir ülke bulamadı. Küçük ölçekte karaborsacıların ülkemizde İran petrolü pazarlamaya çalıştığına sık sık şahit olmaya başladık. İran’ın ekonomik olarak çok daha zor durumlara geleceği bekleniyor.

Ayrıca virüs nedeniyle başta Çin olmak üzere birçok enerji ekipmanları üreten ülkelerin üretimlerini yavaşlatmaları enerji-politik eksende sıkıntılar yaşanmasına neden olacaktır.

“AKARYAKIT SATIŞLARI DİP SEVİYESİNDEDİR”

Virüs salgını akaryakıt sektörünü de önemli ölçüde etkilemiştir. Şu anda ülkemizde bulunan akaryakıt istasyonlarındaki satışlar büyük şehirlerde yaklaşık yüzde 70, kırsalda ise yüzde 90 düşmüş vaziyettedir. Dünya genelinde de satışların ciddi seviyelere inmesi nedeniyle petrol piyasasında bulunan dünya şirketleri bir kriz ile karşı karşıyadır.

“BAZI ÜLKELER, KRİZİ FIRSATA ÇEVİRECEK”

Mevcut kriz ortamında, virüs salgınına bağlı derinleşen ekonomik durgunluğun, kısa sürede toparlanma olasılığı şimdilik imkansız gibi gözüküyor. Ama kesinlikle bu krizden akıllı uygulamalar ve planlamalar yapan ülkeler başarıyla çıkacaktır. Hatta bazı ülkeler krizi fırsata çevirecek gibi gözüküyor. Bu ülkeler kimler diye soracak olursanız; “Bilgiyi elinde bulunduran, yapay zekayı kullanabilen ve yeni teknolojileri devreye alan ülkeler”

“ENERJİ BAKANLIĞI VE ENERJİ SEKTÖRÜ ÇALIŞANLARI ALKIŞI HAK EDİYOR”

Enerji bakanlığımız ve sektör temsilcileri beraberce enerji temini ve enerji güvenliği konularında başarılı bir şekilde çalışma yapmaktadırlar. Enerjide bir temin sorunu yaşanması durumunda ülkemizde büyük bir kaos yaşanacağı gerçeği unutulmamalıdır. O nedenle enerji sektöründe yapılan çalışmaları ve bakanlığın eylem planları büyük bir takdir ile karşılanmalıdır.

Allah ülkemizin ve milletimizin enerjisini her daim var etsin ve hiçbir zaman bizleri enerjinin yokluğuyla imtihan etmesin.

EDAŞ’tan sağlıkçılara öncelikli hizmet

HABER: CEMİLE ŞAHİN

Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüse karşı insanüstü bir özveri ile görevlerini sürdüren sağlık çalışanları, 186 numaralı çağrı merkezini arayarak bilgilerini vermeleri halinde Osmangazi EDAŞ tarafından öncelikli hizmet alabilecek.

Afyonkarahisar, Bilecik, Eskişehir, Kütahya ve Uşak illerinin elektrik dağıtım hizmetini sağlayan Osmangazi Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (OEDAŞ), koronavirüs ile mücadelede cephenin en önünde savaşan sağlık çalışanlarına özel hizmet veriyor. Büyük bir özveri ile görevlerini sürdüren sağlık çalışanlarının 186 numaralı çağrı merkezini aranmaları halinde numaralarını öncelikli olarak tanımlayacak olan Osmangazi EDAŞ, sağlık çalışanı aboneleri tarafından gelecek arama ve bildirimleri öncelikli olarak kabul edecek, bu talepler çok daha kısa sürede sonuçlandırılacak. Osmangazi EDAŞ’ın çağrı merkezi çalışanları, koronavirüsün etkilerinden korunmak amacıyla evlerinden 7/24 hizmet vermeye devam ediyor.

SOKAĞA ÇIKMA YASANĞINDA EKİPLER GÖREV BAŞINDA

Osmangazi EDAŞ, sokağa çıkma yasağının uygulanacağı 23-26 Nisan tarihleri arasında da kesintisiz elektrik hizmetini sürdürecek. Koronavirüsün yayılımını engellemek amacıyla vatandaşların aileleri ve sevdikleri ile huzur içinde geçirebilmesi için görev başında olacak olan Osmangazi EDAŞ’ın nöbetçi ekipleri tüm önlemlerini almış durumda.

Daikin fabrikası kendi enerjisini üretecek

HABER: EYÜP YAVUZ

İklimlendirme sektörünün öncü şirketi Daikin, çevre dostu çalışmalarına bir yenisini ekleyerek Hendek’teki fabrikasının ihtiyacı olan enerjiyi üretmek üzere Güneş Enerjili Sistem (GES) kuruyor. 5.760 kWp güç kapasitesine sahip olan sistem, Daikin Hendek Fabrika’nın 2019 yılı enerji harcaması baz alınarak yapılan hesaplara göre ihtiyacın yüzde 60’ını üretmiş olacak. Fabrikada halen yapımı süren hatların tamamlanmasıyla bu oran yüzde 75’e varacak. Büyük ölçekli projelerdeki başarısıyla bilinen Kontek Enerji tarafından gerçekleştirilecek olan proje Temmuz 2020’de devreye alınacak. Yatırım maliyeti 3 milyon dolar olan GES projesi 6.5 yılda kendini amorti edecek.

Çevreci uygulamaları ile bilinen iklimlendirme devi Daikin, hem bu misyonunu yerine getirmek hem de üretim maliyetlerindeki enerji girdisini kontrol edilebilir kılmak için kendi enerjisini üretmeye hazırlanıyor. Bu amaçla önemli GES projelerinde imzası olan Kontek Enerji’nin solar birimi olan Konar firmasıyla anlaşma imzalayan Daikin, yatırım maliyeti 3 milyon dolar olan projeyle 5.760 kWp güç üreterek ihtiyacının büyük bölümünü karşılamayı hedefliyor. 20 Şubat 2020 tarihi itibariyle yapımına başlanan proje Haziran ayında bitirilecek ve Temmuz ayı içinde devreye alınarak yaz güneşinden maksimum fayda sağlanacak. Bu yolla enerjisinin yüzde 60’ını kendi üretecek olan Daikin, enerji maliyetlerinden büyük oranda tasarruf sağlarken çevreye de hizmet etmiş olacak. Türkiye güneş alma süresi açısından dünyanın şanslı ülkelerinden biri. Ülkemize göre bu şansı daha az olan ülkelerde bile konutlar kendi elektriğini güneş enerjisinden üretiyor. GES projelerinde kullanılan güneş enerjisi temiz ve sürdürülebilir bir enerji kaynağı olması nedeniyle büyük tasarruf sağlıyor.

TEMİZ ENERJİ VE ÇEVRE MİSYONU

GES projesi hakkında görüşlerini paylaşan Daikin Türkiye CEO’su Hasan Önder şu bilgileri veriyor: “Bu proje Daikin’in kurum kültürünün önemli bir parçası olan çevre misyonu ve yenilenebilir enerji kaynaklarına olan bağlılığının bir göstergesi niteliğinde. İklim krizinin yaşandığı günümüzde temiz enerjiye ulaşmak herkesin sorumluluğudur. Üretim faaliyetlerimiz için Hendek Fabrikamızda yüksek miktarda enerjiye ihtiyaç duyuyoruz. Bir GES projesi uygulayarak Daikin’in çevre misyonunu hayata geçirirken maliyetlerimizi de daha kontrol edilebilir hale getirmeyi amaçladık. Sektörünün referans şirketi Kontek tarafından yapılan GES’in yatırım maliyeti 3 milyon dolar olarak belirlendi. Kontek firması ile yola devam kararımızı; kendi sektörlerinin en iyi firmalarından biri olarak gerekli teknik yetkinliğe sahip olmaları ve işlerine hakimiyetlerinin yanı sıra yaptığımız proje ve firma ziyaretlerinde de kendilerini Daikin’in çevre bilinci ve etik değerlerine daha yakın bulduğumuz için verdik. Şubat 2020 tarihinde yapımı başlayan projemiz, Temmuz ayında devreye alındığında fabrikamızın geçtiğimiz yıl kullandığı enerjinin yüzde 60’ını üretebilecek. Projeyle karbondioksit salımı yılda 4 bin 186 ton azalırken 349 bin ağaç kurtulacak.”

ENERJİ PİYASASI DÜZENLEME KURUMU (EPDK) YOLU AÇTI

2019 yılında EPDK tarafından yapılan mevzuat değişikliği kendi ihtiyacı için elektrik üretmek isteyen şirketlerin önünü açarak bu alana yatırım yapılmasına olanak verdi. Sağlanan bu fırsattan yararlanmak isteyen Daikin, Çatı GES projesi için süreci başlattı. Mevzuata göre 5.0 MW üst limitini kullanan Daikin, gerekli izinleri alarak kendi alanının inovatif şirketi Kontek ile anlaşma imzaladı. 25 yıla dayanan tecrübesinin yanı sıra fabrikalarda uygulanan GES projeleri için özel olarak geliştirdiği Power Plant Controller çözümü sunan Kontek, elektrik ve otomasyon uygulamalarıyla da dikkat çekiyor. GES projesinde 14 bin 400 adet 400 Wp PV Panel, 82.2 kW 60 adet inverter, 7 bin 200 optimizer kullanılacak. Toplam 28 bin 900 metrekarelik bir çatı alanını kapsayan sistem, 5.760 kWp kapasiteye sahip.

ÇATI GES DAIKIN’E NE KAZANDIRACAK?

Hendek Fabrika, 2019 yılında yaklaşık 12 milyon kwh elektrik harcayarak 4 milyon 700 bin TL elektrik kullanım bedeli ödemesi gerçekleştirdi. Devreye girecek GES’in ilk yıl için yaklaşık 7 milyon kwh elektrik üretmesi öngörülüyor. Sistem devreye girdiğinde 2019 yılı baz alınarak yapılan hesaplamalara göre fabrikanın ihtiyacı olan elektriğin yüzde 60’ını üretmiş olacak. Fabrikada halen yapımı süren hatların tamamlanmasıyla bu oranın yüzde 75’e varması hedefleniyor. Daikin’in çevre ve sürdürülebilir enerji misyonuna hizmet eden ve 3 milyon dolar yatırım bedeline sahip olan GES, 6.5 yıl içinde kendini amorti ediyor.

Gelişmiş rüzgar türbin kanadı erişim teknolojisi

HABER: CELALETTİN RUMİ AYGÜN

Platform üreticisi Alman Käufer firmasının son teknolojiye sahip yeni yüksekte çalışma platformu K-BP-4, Türkiye ve çevre ülkeler temsilcisi Ülke Enerji ile hizmet vermeye hazırlanıyor. Rüzgar enerjisi sektöründe türbinlerin gerekli tüm ihtiyaçlarına gelişen son teknoloji ile cevap verdiklerini belirten Ülke Enerji Genel Müdürü Ali Aydın’a göre, ileri teknolojiye sahip yüksekte çalışma platformu K-BP-4 ile yüksek rüzgar hızlarında bile çalışmak mümkün.

Rüzgar enerjisi sektöründe gerçekleşen teknolojik gelişmeler, bakım ve onarım hizmetlerindeki kaliteyi daha da artırıyor. Türkiye’nin rüzgar enerjisi sektörüne yıllardır inovatif çözümler kazandırma çabasıyla hareket eden Ülke Enerji de bu misyonuna yardımcı olacak yeni bir ürünle hizmet vermeye hazırlanıyor. Türkiye ve çevre ülkelerde temsilcisi olduğu Alman Käufer firmasının son teknoloji ürünü olan yüksekte çalışma platformu K-BP-4’ü Türkiye’de hizmetleri arasına aldıklarını açıklayan Ülke Enerji Genel Müdürü Ali Aydın, yatırımcı ve işletmelerin türbinlerin bakım ve onarım çalışmaları için harcayacakları zamanı ve maliyeti daha minimum seviyelere çekeceklerini belirtirken, yüksek rüzgar hızlarında da yüksekte çalışabilmenin sorun olmayacağını aktarıyor.

K-BP-4 İle Yüksek Rüzgar Hızlarında Çalışma İmkanı

Türbin kanatlarına 360 derece erişilebilirlik ile hızlı ve kolay montaj sağlayabilen K-BP-4 platformlarının dönebilen iskele yollarına da sahip olduğunu aktaran Ali Aydın, geleneksel yollarla karşılaştırıldığında birçok faydayı gözler önüne seren ve gelişmiş rüzgar türbini kanadı erişim teknolojine sahip olan yüksekte çalışma platformu K-BP-4’ünün rüzgar enerjisi bakım ve hizmet sektörü adına devrim niteliğindeki kazançlarını şu özelliklerle sağladığını aktarıyor.

• Gelişmiş rüzgar türbin kanadı erişim teknolojisine sahip.

• Kule mesafesi maksimum 17,5 m.

• Dönebilen platform yollarından herhangi bir kanat konumuna erişim sağlayabiliyor.

• Etkili 360 derece kanat erişilebilirliği özelliğine sahip.

• 3 noktalı vinç sistemi nedeniyle Güvenli ve istikrarlı sürüş ve çalışma kabiliyeti

• Yüksek rüzgar hızlarında çalışma (14 m/sec) fırsatı tanıyor.

• Güneş ışığı, soğuk, hafif yağmur ve karanlıkta mobil barınak ile daha uzun çalışma saatleri sağlarken, çalışanları da koruyabiliyor.

• Yeni Tırak vinçleri sayesinde 1150 kg artırılmış taşıma kapasitesine sahip.

• Uzaktan kumanda ile etkili ve güvenli çalışma ortamı sağlıyor.

Kanatlardaki Küçük Bir Erozyon Hasarı Verimliliği %3 Düşürebiliyor

Rüzgar enerjisinin verimliliğinin sürdürülebilirliğinde türbinlerin durumu büyük bir önem teşkil ediyor. Türbin kanatlarında gerçekleşebilecek minör bir erozyon hasarın saha koşullarına bağlı olarak türbin verimliliğini %3 ya da %4 oranında azaltabileceğine dikkat çeken Ali Aydın, türbinlerin bakım ve onarımının rüzgar enerjisinin bakım ve onarımı olduğunu aktarıyor. Türbinlerde gerçekleştirilmesi planlanan bakımlarda veya ani tamir ve onarımlarda zaman ve maliyetin de önemi kadar çalışan güvenliğinin de mühim olduğunu belirten Aydın, türbin bakımlarında yatırımcı, üretici ve çalışanların karşılaştığı tüm sorunlara tek elden cevap verebilecek son teknolojileri hizmetleri içerisine almaktan mutluluk duyduklarını ifade ediyor.

Zamandan ve Maliyetten Tasarrufu Yüksek Güvenlik ile Sağlıyor

Alman platform üreticisi Käufer’in gelişmiş kanat erişim teknolojisine sahip K-BP-4 yüksekte çalışma platformu, çalışanlara yüksek bir güvenlik sağlarken, işletmelere de ciddi tasarruflar sağlayabiliyor. Yüksekte çalışma platformlarının maliyet ve süreç açısından yüksek bedellere neden olan vinç çözümlerine oranla ciddi tasarruf sağladığını belirten Ali Aydın, güvenliği ve iş çıktılarındaki kaliteyi azaltan iple erişimlere göre de yüksek güvenlik sağlayan bu platformların, geleceğin enerjisini üreten rüzgar türbinlerine en iyi bakım ve onarım hizmetini verebilmenin kilit anahtarı olduğunu ifade ediyor.


Ülke Enerji Hakkında:

Yurtiçi ve yurtdışındaki rüzgar enerjisi santrallerine servis hizmetleri sunan Ülke Enerji, dinamik ve tecrübeli kadrosu ile özel çözümler sunmaktadır. Rüzgar enerjisi santralleri alanında Türkiye’nin en deneyimli kadrosunu bünyesinde barındıran Ülke Enerji, santrallerdeki maksimum üretim sürekliliği için önceden belirlenen hizmet seviyelerini daima korumayı amaçlar. Hızlı çözümler üretebilen, dinamik ve tecrübeli mühendislik desteği sayesinde santrallerin yaşam döngülerini en verimli hale getiren Ülke Enerji, oluşabilecek arıza ve problemler için proaktif çözümler hazırlar.

Elektrik tüketimi yüzde 25 düştü

Korona virüs nedeniyle sanayi üretiminin azalması ile işyerlerinde elektrik tüketimi düşerken, evlerde arttı. Elektrik tedarikçileri karşılaştırma sitesi EnCazip.com’un derlediği bilgilere göre toplam orana bakıldığında elektrik tüketimi salgının ilk haftasına göre yüzde 25 azaldı. Bu azalmanın nedeni ise toplam tüketimde yüzde 70’lik payı bulunan ticarethanelerin ve sanayi kuruluşlarının kapalı olması ya da düşük kapasite ile çalışması.

Korona virüs tehlikesinin etkileri tüm dünyada derinden hissedilir düzeye geldi. Önceleri günün neredeyse yarısını dışarıda geçirirken şimdi evdeyiz. Günlük rutinler değişince elektrik tüketiminde de değişiklikler oldu. Kapalı olan işyerleri nedeniyle ticarethanelerde elektrik tüketimi azalırken evlerde arttı. Genele bakıldığında ise ev dışı elektrik kullanım miktarı daha fazla olduğu için toplam elektrik tüketimi de 16 – 22 Nisan haftasında salgının ilk haftasına göre yüzde 25 azalmış oldu.

Elektrik tüketiminin yüzde 70’i işyerlerine ait

Elektrik tedarikçileri karşılaştırma sitesi EnCazip.com’un derlediği bilgilere göre işyerlerinin kapalı olmasıyla meydana gelen elektrik talebindeki düşüşün, elektrik piyasasında daralmaya neden olabileceği öngörülüyor. Toplam elektrik tüketiminde ticarethane tarifesindeki tüketim yaklaşık yüzde 28’lik, sanayi tarifesindeki tüketim ise yüzde 42’lik bir paya sahip. İşyerlerinde hacmin düştüğü ve düşmeye devam edeceği bu dönemlerde, tedarikçilerin mesken tarifesinde abone toplamaya yönelmesi ve bununla birlikte ev tüketicilerinin elektik faturalarında görece tasarruf potansiyelinin hızla artması bekleniyor. Önümüzdeki aylarda mesken tarifelerinde fiyat artışının kaçınılmaz olacağını belirten EnCazip.com’un kurucusu Çağada Kırım, bunun sebebinin elektrik talebindeki düşüşün ve kurlardaki artışın olduğunun altını çizerek bunun arkasında yatan sebepleri anlattı.

İhracattaki yüzde 53’lük daralma elektrik talebini de düşürdü

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre elektrik tüketiminin daha yoğun olduğu sanayi sektörü ihracatı, Nisan ayının ilk 20 gününde 2019 yılının aynı dönemine göre yüzde 53,1 azalırken, ülkemizin genel ihracatı aynı dönemde yüzde 47,8 azaldı. Bu ülkelerdeki talep düşüşü üretimin azalmasına elektrik enerjisine olan talebin de düşmesine neden oluyor. Bunun en büyük sebebi ise ihracat pazarlarımızda Korona virüs salgını sebebiyle yaşanan talep daralması oldu.

Elektrik tüketimindeki düşüşü adım adım gözlemledik

Önemli ihracat pazarlarımızdan olan İtalya’da elektrik tüketimi yaklaşık yüzde 9, İngiltere’de yaklaşık yüzde 15 seviyelerinde azalırken, İspanya’da da toplam tüketimlerde benzer düşüş oranlarının gözlemlendiğini belirten Kırım, ofis, okul, AVM gibi ticarethane abone grubundan elektrik tüketimi gerçekleştiren yerlerin kapanmasının da sanayideki düşüşe ilave olarak ülkemiz elektrik tüketiminin diğer ülkelerle aynı doğrultuda düşmesine neden olduğunu söylüyor: “Elektrik talebindeki düşüşleri olayların tarihleri ile analiz ettiğimizde adım adım görebilmekteyiz. Salgının ilk haftasına kıyasla, AVM’lerin kapanma kararı alındığı gün elektrik tüketiminde yüzde 2,6’lık, bankaların çalışma sürelerinin kısaldığı gün yüzde 7’lik, marketlerin çalışma sürelerinin kısaldığı gün toplamda yüzde 8 düşüş oldu. Çok sayıda sanayi kuruluşunun faaliyetini durdurduğu 31 Mart Salı günü elektrik tüketimi toplamda yüzde 15 düştü. 100 yerleşim yerinin karantina uygulamasına alındığı 8 Nisan günü ise salgının ilk haftasına kıyasla ülkemizde elektrik tüketimi toplamda yüzde 27 azalmış oldu.”

Petrol fiyatları elektriği de etkiledi

Petrol fiyatlarındaki düşüş ile birlikte elektrik piyasasındaki fiyatların da paralellik gösterdiğini belirten Kırım: “Petrol fiyatlarının 59 Amerikan Doları olduğu 20 Şubat 2020 tarihinde ülkemiz Gün Öncesi Elektrik piyasasında bir MWh elektrik için fiyat 318 TL iken, kurdaki artışa rağmen petrol fiyatlarının 19,79 Amerikan Dolarına düştüğü 21 Nisan 2020 günü elektrik fiyatları 208 TL’ye kadar düştü” diyor. Kur artışı ve enerji tüketiminin düşmesinin Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması (YEKDEM) birim fiyatlarının çok ciddi oranda yükselmesine neden olduğunu ifade eden Kırım “Zira YEKDEM, yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesi için yenilenebilir enerji üretimi yapan santrallere verilen alım garantisi mekanizmasıdır, bu garantiler genellikle USD üzerinden verilmiştir ve toplam çıkan YEKDEM rakamı toplam enerji tüketimine bölünerek birim enerji için YEKDEM bedeli ortaya çıkar. Doların artması ile toplam YEKDEM maliyeti artar, tüketimin düşmesi ile birlikte birim başına düşen maliyet de arttığından YEKDEM’de artış gerçekleşmiştir. Bu doğrultuda EPDK daha önce 121 TL olarak tahmin ettiği Nisan 2020 YEKDEM birim bedeli tahminini 228 TL olarak revize etmiş böylelikle elektrik maliyetlerindeki YEKDEM kaleminde yüzde 100’e yakın astronomik bir artış olmuştur. Bunun sonucunda da petrol fiyatlarının düşük seyrine rağmen piyasada özellikle de mesken elektrik tarifelerine zam beklentisi ağırlık kazanmıştır” diyor.

Schneider Electric açık bir ekosistem kurdu

Schneider Electric, IoT çözümleri için küresel çapta ölçek ekonomisini mümkün kılmak amacıyla yeni dijital ekosistemini iş dünyasına sundu.

Schneider Electric Exchange, farklı sektörlerden uzmanları, geliştiricileri, yazılım şirketlerini ve girişimcileri bir araya getirerek işletmelerin sürdürülebilirlik ve verimlilik ile ilgili sorunlarını çözüyor.

Bu dijital ekosistem; uygulama programlama arayüzleri (API), veri bilimi/veri setleri ve yazılım geliştirme kitleri (SDK) aracılığıyla kullanıcılarına yeni nesil teknoloji kaynaklarına erişim fırsatları sağlıyor.

Schneider Electric Exchange, kullanıcılarının enerji ve süreç verimliliği ile ilgili özel sorunlarını çözmek için stratejik iş ortaklarının uzmanlığından faydalanıyor.

Enerji yönetimi ve otomasyonun dijital dönüşümünde dünya çapında uzman olan Schneider Electric, dünyanın sürdürülebilirlik ve verimlilik sorunlarının çözülmesine yönelik ilk sektörler arası açık ekosistemi olan Schneider Electric Exchange’i tanıttı.

Schneider Electric Exchange, iş çözümleri yaratıp ölçeklendirmek ve pazarda yeni değer yaratmak amacıyla çok sayıda problem çözme grubundan faydalanıyor. İnsanların çalışma ve etkileşim kurma şekli, dijitalleşme tarafından radikal bir şekilde değiştirilirken enerji, daha dağıtık hale geliyor. Schneider Electric Exchange ile kullanıcılar, dijital ve Nesnelerin İnterneti (IoT) alanında yenilikçi ürünler geliştirmek, paylaşmak ve satmak için teknik araç ve kaynaklardan oluşan geniş bir ağa erişim sağlayabiliyorlar.

Bu yenilikçi platformu değerlendiren Schneider Electric CDO’su Hervé Coureil; “Schneider Electric Exchange’i diğerlerinden ayıran şey, farklı endüstrilerde sürdürülebilirlik ve verimlilik tutkusunu paylaşan insanları bir araya getirmesi ve böylece ekosistemler arasında iş birliği ve etkileşimi sağlamasıdır. Bu kapsamda IoT uygulamaları, yazılımlar, veri setleri, analitikler ve diğer araçlardan oluşan içerikleri herkesin kullanımına sunuyoruz. Her bir kullanıcının ihtiyaçlarına ve beklentilerine uygun belirli özellikler üzerine yoğunlaşarak hazırladığımız bu içeriklerin bütüncül bir faydaya dönüşeceğine inancımız tam” dedi.

Schneider Electric IoT ve Dijital Teklifler Başkan Yardımcısı Cyril Perducat ise; “Dijitalleşme, çalışma ve davranış şekillerimizde devrim yaratmaya devam ediyor. Dünya artık bağımsız silolarla çalışamıyor, daha iyi entegrasyon ve iş birliği ihtiyacı yeni fırsatlar ve çözümler ortaya çıkardı. Schneider Electric Exchange, dijitalleşme öncüleri ve uzmanlardan oluşan farklı özelliklere sahip bir ekosistemi bir araya getirerek ortak çözüm geliştirmeyi mümkün kılıyor ve kolektif zekâ aracılığıyla öğrenme sürecini zenginleştiriyor ve hızlandırıyor. Böylece bu dijital ekosistem, iş birliği ve iş artışını sağlıyor” şeklinde konuştu.

Schneider Electric Exchange’in kullanıcılarına sunduğu temel özellikler ise şu şekilde;

  • Normal koşullarda ulaşılması zor olan pazarlardaki çok sayıda müşteriye erişim olanakları
  • Dijital ürün tekliflerini iyileştirmek için uygulama programlama arayüzleri (API), analizler ve veri setleri gibi kaynaklardan oluşan geniş bir kaynak
  • Çözümleri ölçeklendirmek ve pazara sunma süresini kısaltmak için dijital araçlar ve uzmanlık
  • Güçlü bir bulut tabanlı platform ile iş birliği yaparak bilgi ve tasarımları paylaşma ve projeleri etkin bir şekilde yönetme fırsatları

İlk kez Nisan 2018’de özel beta modunda kullanıma sunulan, kasım ayında ise daha geniş bir müşteri grubunun kullanımına açılan platform, oldukça güçlü bir büyüme ivmesi yakaladı. Platform, Avrupa (%35), Asya Pasifik (%35) ve Amerika’da (%20) büyük bir ayak izine sahip.

Dijital inovasyon, ekosistem yaklaşımı ile yeni bir boyut kazanıyor

Schneider Electric Exchange, şirketin dijital iş ortaklarıyla oluşturduğu ekosistemden faydalanarak inovasyonu hızlandırıyor ve ölçeklendiriyor. Ayrıca, şirketlerin gerçek dünyada yapay zeka (AI) kullanımı sorunlarını aşmak için ihtiyaç duyduğu araçları sağlıyor. Bu doğrultuda iş birliği yapılan, global bir yönetim danışmanlığı ve profesyonel hizmetler şirketi olan Accenture, özelleştirilmiş çözümler sağlama ve dijital iş modelleri geliştirme olanağı sunuyor. Operasyonel teknoloji altyapısı güvenlik uzmanı olan Claroty ise Endüstriyel Nesnelerin İnterneti (IIoT) çözümlerinin entegrasyonuyla birlikte ortaya çıkan dijital riskleri azaltmak için çeşitli şirketlerle birlikte çalışıyor ve endüstriyel siber güvenlik alanında uzman hizmetler sağlıyor.

Schneider Electric, Le Vaudreuil’deki Akıllı Fabrika üretim tesislerinde Schneider Electric Exchange iş ortağı ve önleyici bakım alanında çalışan bir teknoloji şirketi olan Senseye tarafından sağlanan veri setlerini ve SaaS hizmetlerini kullanıyor. Aynı zamanda, enerji tahminleri alanına odaklanmış bir şirket olan Predictive Layer ile birlikte İtalya’da perakende zinciri pazarına yönelik bir dijital hizmeti birlikte geliştiriyor. Schneider Electric Exchange, Schneider Electric’in topluluk ağı aracılığıyla iş ortaklarının pazar erişimini genişletiyor.

Schneider Electric Exchange ve EcoStruxure beraber çalışıyor

Schneider Electric Exchange, şirketin açık, birlikte kullanılabilir ve IoT özellikli sistem mimarisi ve uzman ekosistemine erişim sağlayan EcoStruxure™ çözümlerini de kapsıyor. EcoStruxure 20.000’in üzerinde geliştirici, 650.000 hizmet tedarikçisi ve iş ortağının desteğiyle yaklaşık 500.000 tesis ve 3.000 kamu hizmet tedarikçisi tarafından kullanılıyor. Bunun yanı sıra yönetilen 2 milyondan fazla varlığı birbirine bağlıyor. EcoStruxure’ın avantajları arasına eklenen birlikte inovasyon ve iş birliği konseptleriyle Schneider Electric Exchange kullanıcıları, şirketin güçlü pazar erişiminden ve uzmanlığından faydalanırken mevcut iş modellerini yeni bir boyuta taşıyorlar.

Schneider Electric Exchange hakkında daha fazla bilgi için: https://www.schneider-electric.com/en/partners/exchange/

Atatürk Havalimanı hastanesinin enerjisi ‘1920’den

HABER: ERKAN YILMAZ

BEDAŞ, kovid-19 salgını ile mücadele kapsamında Atatürk Havalimanı’nda yapımı devam eden 1000 yataklı pandemi hastanesinin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere bir hafta içinde trafo merkezini tesis ederek 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda teslim etti. TBMM’nin 100’üncü yılı nedeniyle trafoya da ‘1920’ numarası verildi.

Kovid-19 salgını ile mücadele kapsamında Atatürk Havalimanı’nda 1000 yataklık pandemi hastanesinin yapımı hızla devam ederken Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş. (BEDAŞ), tesisin ihtiyaç duyduğu trafo merkezini 1 hafta içinde tamamladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da biri Sancaktepe, diğeri ise Atatürk Havalimanı sahası olmak üzere 1000’er yataklı iki pandemi hastanesi yapılacağını açıklamasının hemen ardından ön planlama çalışmasını tamamlayan BEDAŞ, trafo merkezini Türkiye için çok önemli bir gün olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda bitirerek hazır hale getirdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) kuruluşunun 100’üncü yılı olması nedeniyle trafo merkezine ‘1920’ numarası verildi.

Gelecek için otomasyondan daha fazlası gerekiyor

Elektriksel bağlantılar, sinyal, veri, güç dağıtım ve işlenmesi konularında sektörün lider global markaları arasında yer alan Weidmüller, ürün portföyünün yeni ailesi u-mation ile Endüstri 4.0 yatırımlarına devam ediyor. Weidmüller’in geliştirdiği bu yeni otomasyon ailesi; bulut sistemlerine bağlantı, sensörlerden buluta kadar gerçek zamanlı iletişim ve veri analizleri için kapsamlı bir ürün yelpazesi sunuyor. Uygulamalara hızlı bir şekilde entegre edilebilen ve işletmelere güvenli bir kullanım imkanı sunan u-mation portföyü, açık ve bireysel olarak ölçeklenebilir olması ile dikkat çekiyor.

Endüstri 4.0 ve dijitalleşmeyle birlikte sanayi ve proses dünyasının en değerli kaynağı olan verilerin gerçek zamanlı alınması, depolanması ve analiz edilmesi dijitalleşmenin ana gereklilikleri arasında yer alıyor. Elektrik bağlantı elemanları sektörünün lider firmalarından Weidmüller; Endüstri 4.0, endüstriyel analiz ve makine öğrenmesi teknolojilerine yatırım yaparak dijital ürünleriyle geleceğin fabrikalarına optimum çözümler sunuyor. Weidmüller’in piyasaya sunduğu yeni u-mation otomasyon ve dijitalleştirme portföyü, yenilikçi mühendislik ve görselleştirme araçlarını gelişmiş dijitalleştirme çözümleriyle birleştiriyor.

u-mation ailesi hızlı entegrasyon ile işletmelere pratik ve güvenli kullanım imkanı sunuyor

Weidmüller’in geliştirdiği yeni u-mation ailesi; bulut sistemlerine bağlantı, sensörlerden buluta kadar gerçek zamanlı iletişim ve veri analizleri için kapsamlı bir ürün yelpazesi sunuyor. Yenilikçi u-mation portföyü, uygulamalara hızlı bir şekilde entegre edilebiliyor ve işletmelere güvenli bir kullanım imkanı sunuyor. Ürün portföyünün açık ve bireysel olarak ölçeklenebilir olması u-mation ailesinin en güçlü özelliği olarak dikkat çekiyor.

Weidmüller’in güçlü ve kullanımı kolay kompakt donanımları, her otomasyon sistemi için ideal çözüm sunuyor. Esnek yapıya sahip kontrolcü u-control; modüler I/O sistemi u-remote; sezgisel etkileşimli çoklu dokunmatik ekran u-view ve yenilikçi mühendislik yazılım konsepti u-create yeni u-mation ailesinin donanım portföyünün çekirdeğini oluşturuyor.

Mini PLC U-Control 2000 ile maksimum esneklik

Yaratıcı IoT ve otomasyon çözümleri için geliştirilmiş mini PLC U-Control 2000, otomasyon çözümleri uygulamalarında daha fazla yer tasarrufu ve maksimum esneklik sağlamak için u-remote tasarımına dayanıyor. Tüm u-remote portföyüyle uyumlu olan ve doğrudan I/O modüllerinin kullanımına olanak tanıyan u-control PLC; çok yönlü mühendislik araçları u-create studio, u-create web ve u-create IoT ile birlikte tüm potansiyel uygulama yelpazesini ortaya çıkarıyor. Çift çekirdekli ARM Cortex-A9 işlemciye sahip olan ve USB ile Ethernet portları bulunan ürün, sistemden bağımsız olarak bir web sunucusu uygulamasıyla devreye alınıyor.

Yalın üretim planlaması ve basit kurulum

Farklı uygulamalar için IP20 ve IP67 portföyünde 100’den fazla modül imkanı sunan modüler I/O sistemi u-remote, entegre web sunucusuyla birlikte hata teşhis fonksiyonları sayesinde kolay devreye alma ve arızalara karşı hızlı bakım-onarım imkanı sağlıyor. Endüstride yaygın kullanılan haberleşme topolojilerini destekleyen coupler modülü olan üründe giriş ve çıkışların beslemesi için galvanik izolasyona sahip çift kanal 10 A’e kadar akım hattı da bulunuyor.

Sistemlerin izlenmesi ve kontrolü  için mükemmel görselleştirme

Web teknolojilerine dayalı optimum görselleştirme ile güçlü işlemciye sahip u-view, web teknolojilerini destekleyen yazılım sistemine ve sezgisel çoklu dokunmatik kontrole sahip. Üstün çözünürlük ve mükemmel görüntü kalitesi olan ürün, IP67 koruması ve sağlam alüminyum gövdesiyle zorlu çevre koşullarına karşı dayanıklılığıyla öne çıkıyor. 

PLC ürünlerini programlamak için kullanılan yenilikçi mühendislik yazılımı

Standart bir geliştirme ortamında CodeSys tabanlı nesne yönelimli programlama ve bağımsız yazılım modülleriyle genişleme imkanı sağlayan u-create studio, yüksek performanslı hata ayıklama ve izleme aracı özelliği sayesinde arıza analizini kolaylaştırıyor. Açık Linux yapısı, bireysel yazılım modüllerinin kurulmasına ve basit konfigürasyon, teşhis ve simülasyonuna imkan veriyor.

Web tabanlı Node-Red programlama aracıyla bulut sistemine veri aktarımı ve farklı IoT uygulamaları için ideal çözüm sağlayan u-create IoT; Microsoft Azure, IBM Cloud ve Amazon aws destekli olarak çalışıyor. u-control 2000 ve u-remote ile birlikte kullanıldığında ise I/O modüllerinden ön işlem sensörü bilgisini sunuyor.

IEC 61131-3 standartlarına uygun, web tabanlı, platform ve cihazdan bağımsız erişim ve programlama imkânı sağlayan u-create web sayesinde uygulamaya sadece web tarayıcısından kolayca erişmek mümkün. Ek yazılım uygulamalarıyla genişletilebilen ve HTML5, CSS, JavaScript destekleyen tüm standart işletim sistemlerinde kullanılabilen u-create web, u-control ve u-remote ile birlikte esnek mühendislik için en uygun programlama ortamını sunuyor.

u-create visu ise web tabanlı görselleştirmeyle ileriye dönük esneklik, ölçeklenebilir ve platformdan bağımsız HMI yazılımı sağlıyor. Unicode standardı sayesinde farklı dillerde kullanılabilen u-create visu, detaylı kullanıcı ve izin yönetimi sunuyor.