19.5 C
İstanbul
Pazar, Haziran 1, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 66

Sürdürülebilir enerji, tarım ve geri dönüşüm

Dünya çapında yaşanan yeni tip koronavirüs bizlere çok önemli bir sektör olan geri dönüşümün üzerinde durmamız gereken en önemli konulardan birisi olduğunu göstermiştir.

Ayrıca sürdürülebilirliğin hayati önem kapsamında gün geçtikçe yaşamın gereksinimleri sıralamasında değerini yükselterek ön planda yerini aldığını da aklımıza kazımıştır.

Neden peki geri dönüşüm, sürdürülebilir enerji ve tarım bu kadar değerli? İsraf ediyoruz alırken, kullanırken, harcarken, atarken yarını düşünmüyoruz ama zor günler bizlere herşeyi o kadar kısa yoldan ve anlamlı bir şekilde öğretiyor ki! iyi günlerde kıymet vermediklerimizin zor günlerde bir anda değerli oluvermesi. Tabi ki temennimiz iyi günlerimizi inşa etmemiz fakat bir taraftan da böyle zamanlarda tedbirimizi almamız gerektiğini hazırlıklarımızı geliştirerek eş zamanlı devam ettirmemizi bizlere hissettirmiştir.

Yaşam kaynağımız olan su, yoksa hayat yok fakat bizler ne yapıyoruz her gün israf ediyoruz.

Artık bilinçli kullanıcılar olmalıyız. Çünkü su hayattır içiyoruz, temizleniyoruz, elektrik üretiyoruz yani sürdürülebilirliği en önemli değerimizi düzenli kullanalım gerçek değerini bilmez isek bugünleri çok arayacağız.

Organik tarım, yerli tohum neden mi önemli? Çünkü kendi toprağımızda yetişiyor yetiştikçe toprağını organikleştiriyor ve çıkan mahsulün tohumu saf temiz ve sürdürülebilir hale geliyor. Aksi taktirde ilaçlamasız gübresiz ürün alamaz, kısır ve ne olduğunu bilmediğimiz yabancı tohumların ürünlerine muhtaç kalırız.

Kağıdın her gün tonlarcasını ziyan ediyoruz. Bunun için ağaçları kesiyoruz. Dünyanın ekosistemini değiştiriyoruz. Hal bu ki geri dönüşümle defalarca kazanabiliriz. Duyarlı olalım ve yapmamız gerekeni yapalım;ayrıştırarak atmak ve tekrar kazanmak.

Plastik doğanın düşmanıdır, yüzlerce yıl kaybolmuyor. Plastiği ayrıştırın ve bu bilinci aşılayın. Bu kadar basit bir şey için neden kötü olanı seçiyoruz diye kendimize bir soralım lütfen…Düşünelim ne kazanıyoruz, neler kaybedemiyoruz.

Rüzgar gülleri, güneş enerji panelleri bence mecbur olmalı birçok yerde ve herkes üretici olmalı, olmalı ki hem değerini bilsin hem sürdürülebilir olsun.

Global dünyaya baktığımızda çok geriden geldiğimizi görüyorum ve üzülüyorum. Yazımda bir kaç örnekle açıklamaya çalıştım geri dönüşümün, tarımın ve sürdürülebilir enerjinin ne kadar kıymetli olduğunu… Lütfen bilinçli toplum olalım, çocuklarımızı yarınları adına bilinçli bir şekilde yetiştirelim, çünkü onlar geleceğimiz, bizler eğitirsek onlarda eğitebilir ve bu bilinç bir çığ gibi büyüyerek gider. Her şeyin temeli eğitimden geçiyor eğitimli, bilinçli bir dünya sürdürülebilir bir yaşam demektir.

“Aman petrol, canım petrol!..”

Kim ne derse desin, bütün “oyun”, bütün “pazarlık” ve bütün “saldırganlık” petrol yüzünden gündeme geliyor.

Zaten en az bir asırdır, “petrol” denen gizemli madde bütün gücünü gösteriyor. Her ne kadar, zoraki ve göstermelik bir şekilde, Sudan ikiye bölünmüş olsa bile, Darfur’da sahneye konan oyun sıcaklığını koruyor.

Her şeyden önce Sudan’ın bir “sınır” bölgesi olan Darfur ve dolaylarında zengin petrol yataklarının varlığından bahsetmek gerekiyor. Yani, Darfur’da ne olup bitmişse, petrolün etkisinden âzade olmuyor.

Doğrusu, Darfur bölgesinde yaşananları sorgularken “hata” yapmamak veya en azından “yanılmamak” çok zor görünüyor.

Zira, bölgede, 1980’den bu yana yaşanan çatışmaların izleri bir türlü silinmiyor.

Asıl anlaşmazlığın temelinde “etnik mücadele” olduğu öne çıkarılıyor.

Sudan’ı çok yakın bir zamana kadar, kanlı iç savaşa sürükleyen ve başta ABD olmak üzere Batı’nın desteklediği Güney Sudan’daki güçlerle yoğun temas içinde bulunan örgütler, gün geçtikçe “değişiklik” arz ediyor.

Geçmişe bir bakıldığında, çatışmayı önce isyancıların başlattığı, Arap kökenlilerin kendi silahlı güçlerini kurduğu göze çarpıyordu.

Darfur’un yan “Fur Dayan”ın tamamına yakını Müslümanlardan oluşuyor. Halkın yüzde 60’ı Arap, yüzde 40’ı Afrika kökenli.

Tarihi 1596’lara kadar geri giden bir Sultanlık geçmişi biliniyor. 1916’larda Sudan’a entegre oluyor. Ve devreye “petrol” girince bu tarihi mirastan hareketle “bağımsızlık” isteniyor.

1980’den beri devam eden kanlı çatışmalar son aylarda seçim ile kamufle edilmiş bulunuyor.

Üstelik “dünyanın en korkunç insanlık trajedisi” olarak da pazarlanıyor. Aslında, işin içine “etnik mücadele” girince, trajik insanlık ihlali olayları da kendiliğinden doğuyor.

80’li yıllarda yaşanan “büyük kuraklık” sonrası, göç hareketlerini de tetiklediği trajik olayların müsebbipleri yalnız Sudanlı Müslümanların olmadığını, ne yazık ki, kendisine “Hür dünya” diyen büyük güç kabullenmiyor. 7 yıl kadar önce, ABD ve İngiltere’nin Sudan’a askeri müdahale yolunu açmak için BM Güvenlik Konseyi, insan hakları örgütleri ve medya yoluyla başlatılan kampanyanın oluşturduğu atmosfer, Sudan’ı ve onun Devlet Başkanı’nı doğrudan doğruya “katıksız” suçlu göstermeye yetmişti.

Aslında, Sudan’a “rahat bir nefes” aldırmak istenmiyor.

8 Eylül 1983’te el Numeyri, 30 Haziran 1989’da Sadık el Mehdi’ye karşı yapılan darbeleri hatırlatmak icap ediyor. Sudan Devlet Başkanı Ömer Hasan el Beşir’in darbe ile başa geçmesi, tabii ki, beraberinde “sakıncalı” eylemler getiriyor. El Beşir’in Türkiye’ye davet edilip, ziyaretin gerçekleşmesi elbette “ilginç” yorumlara, hatta iddialara yol açarken, hâlâ tartışılıyor.

Gelip geçmiş bir ziyaretin aslında böylesine bir tespite yönelmemizin nedenleri arasında başta ABD olmak üzere Batı’nın ne denli bir yıkıcı bir propaganda silahına sahip olduğu ve “petrol” denilen gizemli maddenin, nelere sebep olabileceğinin altını çizmekle özetleniyor. Aslında, ABD’nin küresel enerji kaynakları, boru hatları ve enerji kaynakları açısından dünyayı altı bölgeye ayıran, yeni projesinde de Sudan’ın ismi gözleri kamaştıracak kadar parıldıyor.

 Nitekim, Avrupa Birliği, 3 yıl kadar önce aldığı bir kararla Darfur’a “Barış Gücü” gönderilmesini kabul ediyordu. Aslında, AB orijinli “Barış Gücü” nün NATO’nun eşgüdümünde oluşturulduğu da biliniyor. Böylece, Batı’nın Sudan üzerindeki baskısı, kuvvet gönderecek kadar su üstüne çıktığı günler, hele şu ortamda hiç unutulmuyor.

Ne yazık ki, bu trajik durum karşısında, bir zamanların meşhur “Aman petrol, canım petrol” şarkısını hatırlamaktan veya mırıldanmaktan başka elden bir şey gelmiyor.

Şirketlerin yüzde 51’i pandemi’ye hazırlıksız

Lider küresel insan kaynakları ve yönetim danışmanlığı firması Mercer, son araştırmasında tüm dünyada hızla yayılmaya devam eden ‘Corona Virüsü’ ile ilgili şirketlerin aldığı önlemleri inceledi. Araştırmanın sonuçlarına göre, şirketlerin yüzde 51’inde coronavirüsü salgını ile mücadeleye yönelik herhangi bir iş sürekliliği planı bulunmuyor.

Firmaların değişen iş gücünün sağlık, varlık ve kariyer alanlarındaki ihtiyaçlarını yönetmeleri için çözümler sunan ve danışmanlık veren Mercer’ın son araştırmasına göre, dünyadaki şirketlerin yüzde 51’inin Coronavirüsü (COVID-19) gibi küresel bir acil durumla mücadele için herhangi bir planı veya protokolü bulunmuyor.

Küresel olarak işletmeleri etkilemeye başlayan bir siber saldırı, deprem veya Coronavirüsü gibi tıbbi bir salgının da aralarında bulunduğu bir felaketle karşı karşıya kaldığında hayata geçirilecek bir ‘iş sürekliliği planı’ kuruluşun bu durumdan en az şekilde etkilenmesine yardımcı oluyor. Çalışanlar, Coronavirüsü gibi kriz durumlarında durumu izlemesi ve değerlendirmesi ve onlarla önemli bulguları paylaşması için işverenlerine güveniyor. Mercer’ın dünya genelinde gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarına göre, şirketlerin yüzde 27,2’sinin herhangi bir iş sürekliliği planı bulunmuyor. Şirketlerin yüzde 24’ü ise şu an bir plan hazırlama aşamasında olduğunu belirtiyor. Evden veya uzaktan çalışma uygulamasının şirketler için önemli bir husus olmaya devam edeceği görülürken, şirketlerin yüzde 42’si çalışanlarını, özellikle virüsten etkilenen alanlarda uzaktan çalışmaya teşvik ediyor. Şirketlerin yüzde 92 gibi ezici bir çoğunluğu ofisin kapanması durumunda evden çalışmanın tercih ettikleri seçenek olduğunu ifade ediyor. 

Virüsten etkilenen çalışana maaş ödemesine devam

Çoğu şirket, durumu Dünya Sağlık Örgütü ve yerel yönetime danışarak izlerken, çalışanları ve ailelerini virüsten etkilenen bölgelerden tahliye etme olasılığına karşı ihtiyatlı davranıyor. Tahliye durumunda, ankete katılan şirketlerin yüzde 63,4’ü çalışanların şirket içindeki görevine bağlı olarak değişen sürelerde çalışanlara ödeme yapmaya devam edeceklerini belirtiyor. İşletmeler mutlak olarak gerekmediği sürece seyahatleri büyük ölçüde azaltırken, küresel olarak virüsün çok etkili olduğu alanlarda seyahatleri yasaklamaya ağırlık veriyor. Yakın zaman önce virüsün çok etkilediği bölgelere seyahat eden çalışanların bir süre boyunca tecritte kalmasını ve bu süre zarfında evden çalışmasını zorunlu hale getiren şirketlerin yüze 80’ikarantina süresince çalışanlarına ödeme yapmaya devam ediyor. Bu durum, şirketlerin çalışanlarının sağlığı ve emniyetini sağlamaya çalıştığını bir kez daha gözler önüne seriyor.

Şirketler Dünya Sağlık Örgütü ve yerel sağlık otoritelerinden gelen güncel bilgileri takip ederek risk değerlendirmesi yapmalı. Riskin durumuna göre küresel ve yerel koşulları analiz ederek iş sürekliliği planlarını gözden geçirmelidir.İş seyahatlerini ertelemeyi değerlendirmek de alınabilecek tedbirler arasında. Ayrıca teknolojinin getirdiği kolaylıklar sayesinde uzaktan çalışma olasılıklarını ele almakta yarar var. Bunların yanı sıra çalışanların kaygılarını dinleyerek, korunma veya önlemeye yönelik tavsiyelerin iletişimini yaparak bir güven ortamı sağlamalıdır. İhtiyaç halinde iletişime geçilebilecek ekibi tanımlamak ve kriz aksiyon planı hazırlamak da büyük önem taşıyor.

ŞİRKETLER CORONA VİRÜS TEHDİDİNE NASIL HAZIRLANMALI

• Dünya Sağlık Örgütü ve devlet kurumlarından bilgi toplayın.

• İş sürekliliği planlarını gözden geçirin. Küresel ve yerel koşullar değiştikçe politikaları değerlendirmeye ve güncellemeye devam edin.

• Seyahat gerektiren ve zorunlu olmayan toplantıları ertelemeyi değerlendirin.

• Teknolojiden destek alarak uzaktan çalışma olasılıklarını iş sürekliliği planlarının bir parçası olarak kapsama alın.

• Çalışanların kaygılarını dinleyin.

• Korunma veya önlemeye yönelik tavsiyelerin iletişimini yapın.

• İhtiyaç halinde iletişime geçilebilecek kriz ekibi tanımlayın ve aksiyon adımlarını hazırlayın.

Selçuk Bayraktar’a saldırmak tam bir hainliktir

Selçuk Bayraktar kim?

Kendisini, Sayın Cumhurbaşkanımızın damadı olduğu gün düğün merasiminde tanıdım. Ekranda biyografisi geçti, hayranlıkla izledim, yürekten alkışladım.

Daha sonra BAYKAR’ı inceleme fırsatı buldum. Benim ilgimi çeken önemli kısmı; üretici ve Türkiye’nin makus tarihini değiştirecek çok önemli bir üretim yapması, İnsansız Hava Aracı üretmesi, Silahlı İnsansız Hava Aracı üretmesi. Bu üretim vizyonu ülkemiz için çok ama çok önemliydi.

Türkiye’nin ilk milli S/İHA Sistemi Bayraktar TBN2’nin mimarı kendisi, BAYKAR Teknik Müdürlüğü (CTO) ve T3 Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı aynı zamanda.

Daha yaş olarak çok genç. 1979 doğumlu. İlkokulu Sarıyer’de okumuş, Robert Koleji’nden mezun olmuş, İTÜ Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği bölümünde lisans eğitimini tamamlamış.

ABD University of Pensilvanya’nın (UPenn) GRASP Laboratuvarında staj kapsamında burs teklifi ile yüksek lisans eğitimini UPenn yaptı. Araştırmalarında dünyada ilk kez İHA’ların formasyon uçuşu deneyleri, havayer robot takımlarının koordinasyonu, uçuş kontrol ve güdüm sistemleri konularında bilimsel yayınlara konu olan çalışmalar gerçekleştirdi.

Selçuk Bayraktar, yaptığı çalışmalar doğrultusunda göstermiş olduğu üstün başarıdan dolayı MIT (Massachusetts Institute of Technology) burslu olarak doktora teklifi almıştır. Selçuk Bayraktar, MIT’te eğitimini tamamladı ve hocaları “ABD’de kal” diye teklifte bulundular ama o kabul etmedi. “Ben ülkeme gideceğim insansız hava aracı üreteceğim” diye cevap verdi ama “Yapamazsın” dediler “Ben yapacağım” dedi ve ülkesine geldi.

İHA-SİHA yaptı mı? Hem de Dünya’dakiler de daha iyisini yaptı…

Peki bu İHA ve SİHA’lar ne işe yaradı?

Beyinsiz, hainler, bu ülkeyi yıllardır ABD-İsrail muhtaç edenler, ülkesini satanlar işinize gelmedi öyle mi?

Gelmez. Neden?

PKK’nın tepesine bombaları indirdi ve teröristle çok ama çok etkin mücadele başladı. İHA’lar tespit etti, F16’lar inlerine girdi ve orda yok ettiler. İHA’lar tespit etti, SİHA’lar teröristleri inlerinde gebertti.

O İHA’lar, SİHA’lar öyle işler yaptı ki, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarında destan yazdılar.

İşte bu sayede Türk Ordusu, Dünya’ya korku saldı. Rahatsız oldunuz, tepki verdiniz bunları biliyoruz. En son İdlib’te yine Şam rejimine karşı, Rus Hava savunma sistemlerine rağmen Dünya’ya, Türkiye’nin neler yapabileceğini gösterdik.

Kimin sayesinde?

Selçuk Bayraktar ve ekibi, aynı zamanda kahraman ordumuz sayesinde…

İşte o Selçuk Bayraktar ne diyor Fırat Kalkanı Operasyonu sırasında: “Yeni evliydim ama 4 ay cephedeydim konteynerde yattım” diyor. Peki neydi amacı?

Ülkesi için Vatanı, Milleti için çok önemli bir misyon üslenmiş ve görevinin başında yapılan operasyon bir vehamete uğramasın diye o sistemi yönetmiş.

Bre hainler siz neredeydiniz?

Siz terörist cenazelerindeydiniz. Siz “Ne işimiz var Suriye’de” diye sosyal medyadan bu yapılan operasyonların kötü sonuçlanması için mücadele ediyordunuz değil mi?

Vatan hainisiniz…

Darbe çığırtkanlığı yapmaya başladınız, Sayın Fahrettin Altun’a saldırdınız, Covid-19 salgını Türkiye’yi mahvetsin, ülke perişan olsun diye senaryolar uydurdunuz, “Ölü sayıları çok fazla” dediniz, mezarlarda ölüleri saymaya başladınız ama olmadı tutmadı hesaplarınız. Baktınız Covid-19 mücadelesi Devlet tarafından başarılı yönetiliyor, buna bir çamur atalım bu sefer dediniz ve bu ülkeye en faydalı olan Sayın Selçuk Bayraktar gibi bir pırlanta mühendise saldırdınız.

Buradan Sayın Cumhurbaşkanımız hedef alındığı aşikar tabi ki. Bakın beyinsizler takımı sizlere sesleniyorum.

Selçuk Bayraktar asla yalnız değildir. Ardında inanılmaz bir güç var. Bu güç vatansever Türkiye Halkı…

Sayın Cumhurbaşkanımız ve devletimizin ardında 15 Temmuz’da sokağa inen uçağa levye atan, tankın egzozuna çaput tıkayıp yürütmeyen, tankın paletini bir demir parçası ile attıran o Kahraman halk var ayağınızı denk alın buna göre akıllı olun…

Selçuk Bayraktar; Bu ülke için yeni neferler yetiştirmeye kendini adamış bir yiğittir.

Bu ülkenin kendi uçağını üretmeye kendini adamış…

Bu ülkenin uçak motorunu üretmeye kendini adamış…

Bu ülkenin helikopter motorunun üretilmesine kendini adamış…

Bu ülkenin yazılım teknolojini millileştirmek için kendini adamış…

Bu ülkenin alaşımlı zırh çeliklerinin üretilmesine kendini adamış…

Bu ülkenin solunun cihazlarını üretmeye (15 günde) en hayati bir dönemde bu projeyi hayata geçirmiş belki de günlerce uyumamış bir yiğit…

Kafasında daha birçok proje tasarlamış ve bunları gelecekte ülkemize kazandırmak için çalışıyor. Kendisini tanıdım ve çok mutlu oldum. 2017 bir toplantıda bir araya geldik, onun vizyonunu orada gördüm. Kafasında o kadar çok proje var ki o toplantıda gördüm. “Yıllarca bu ülkede üretilmeyen tamamen dışa bağımlı kaldığımız ham maddeleri nasıl biz üretiriz de dışa bağımlılığı ortadan kaldırırız” diye adeta çırpınıyordu.

Ben onu çok iyi anlıyorum inanın.

Kafasındaki bir proje için kesinlikle gece uykusu uyumuyor ve beyninde o proje ile yatıp o proje ile kalkıyordu. Yatağa başını koyduğunda “Ben bu ülke için ne yapabilirim” diye uykuya daldığından kesinlikle eminim. Bende “Bu ülke için ne yapabilirim ne üretebilirim, ürettiğim ürünlerle ülkeme nasıl katkı sunarım” diye yatağa yattığımda bunları beynimde planlarım. Ben değil ülkesini düşünen ve üreten herkes aynı düşünür. Üreten kişinin halinden ancak üreten, vatanını seven insanlar anlar…

Sayın Selçuk Bayraktar, ben sizi çok iyi anlıyorum, her şartta sizin yanınızda ve sizlere gerekirse kalkan olmak istiyor ve hepimizin bir görevi olduğuna inanıyorum.

Seni bu hainlere yem etmeyeceğiz!

Şunu biliyorum ki bu halk sizinle birlikte… Bu ülkeye zerre faydası olmayan, TBMM içine dahi sarhoş gelenler (Birde halkın seçtiği vekiller olacaklar) sadece çemkirir durular.

Yavaş akıllı şehirler

Tüm dünyada hükümetler, kurumlar ve işletmeler akıllı şehirler oluşturmak için veri toplama, iletişimi geliştirme ve bilgi paylaşımı ile kentsel altyapı ile teknolojileri birleştiriyor. Bu çabaların temel amaçlarından biri, kenti daha verimli ve üretken kılmak, bir başka deyişle işleri hızlandırmaktır. Ancak vatandaşlar için, bu artan hız bağımlılık kazandırabilir. İşletmeler veya hizmetlerin aksine, vatandaşların üretken olmak için her zaman hızlı olmaları gerekmez. Birkaç araştırma girişimi, şehirlerin refahı ve verimliliği arttırmak için “yaşanabilir” olması gerektiğini göstermektedir. Bu nedenle, akıllı şehirlerde yaşam kalitesi sadece hız ve verimlilikle ilişkilendirilmemelidir.

Şehir hayatının hızı, insanların duyguları ya da hatıraları, yapılı çevre, hareketin hızı ve insanları herhangi bir yerden bağlayan ya da ayıran teknolojiler gibi birçok faktör tarafından belirlenir. Dünyadaki şehirler gittikçe “akıllı” hale geldiğinde, optimize edilmiş karşılaşmalar ve deneyimler arasında, insanların şehirle dikkatlice ilgilenip eğlenebilecekleri yavaş anlar olması gerekmektedir. Şehirler, insanların hareket etmesi, karşılaşması, iletişim kurması ve alanları keşfetmesi için bir ortam sağlar. Araştırmalar faaliyetin hızına ve kentsel çevreye bağlı olarak, bu deneyimlerin nasıl farklılaşabileceğini göstermektedir.

“Yavaş” yaklaşımlar, modern yaşamın birçok sağlıksız veya yüzeysel yönüne bir panzehir olarak tanıtılmıştır.

Örneğin, yavaş okuma hareketi, okuyucuları kısa okumalar ve kısa metinler arasında hızlı bir şekilde geçiş yapmak yerine, konsantre olmaları, düşünmeleri ve okuduklarını anlamaları için zaman ayırmaya teşvik eder. Benzer şekilde, uluslararası yavaş yemek hareketi, İtalya’da 1986’da Roma’daki İspanyol Merdivenleri’nde bir McDonald’s restoranının açılmasına karşı bir protesto olarak başladı. Daha sonra, 1999’da yavaş yemek hareketinden ilham alan “Sittaslow hareketi” (Yavaş şehir) toplulukları geleceğe taşıyabilecek bir ekonomi geliştirirken yerel karakterin korunmasının önemini vurgulamaktadır. Yavaş şehirler, kirliliği, trafiği ve kalabalıkları azaltarak ve topluluklar içinde daha iyi sosyal etkileşimi teşvik ederek halkın yaşam kalitesini iyileştirme çabalarından ortaya çıkmaktadır ve yeşil alan, erişilebilir altyapı ve internet bağlantısı sağlamaya, yenilenebilir enerjiyi ve sürdürülebilir taşımayı teşvik etmeye, herkese sıcak ve dostane davranmaya odaklanan ayrıntılı bir politika yönergeleri izlemelidirler. Yavaş şehirler, şehirlerde daha anlamlı bir etkileşime izin veren, duraklatma veya yavaşlama dahil, daha sağlıklı davranış kalıpları için fırsatlar yaratabilir.

Bu kurallar, şehir yönetimleri için net bir yol haritası sunmaktadır; ancak, yerel halk için dünyadaki hızlı tempolu şehirlerde yavaş bir şehir ahlakının teşvik edebileceği yollar da vardır. Örneğin, Londra’da sanatçılar ve aktivistler, genel halkı kentsel alanlarla anlamlı bir şekilde etkileşime girmeye teşvik etmek için yavaş yürüyüşler düzenlediler ve hareketin hızına bağlı olarak, kentteki deneyimlerinin ne kadar çeşitli olabileceğini göstermelerini sağladılar.

Yavaş ve akıllı

İnsanların kaygılarını akıllı şehir politikalarının merkezine koymaya çalışmak, vatandaşların planlama yapmalarına katılmalarını ve katılımlarını sağlamalarını sağlayan yaratıcı taban yaklaşımlarının olmayışı nedeniyle her zaman zorlayıcı olmuştur. Ve teknoloji vatandaşlara bir yer hakkındaki geniş bir veri yelpazesine anında erişim sağlayabilse de o yerdeki gerçek deneyimlerini geliştirmek için nadiren kullanılır.

Yapay Zeka ve makine öğrenmesi şehirleri anlamak için yeni yollar ve insanların içinde çalışma şeklini sunabilir ve bu da insan davranışı açısından ve akıllı şehir planlamasında önemli bir yer edinmeye yardımcı olabilir.

Yavaş ve akıllı şehirler, vatandaşların bir yerin tarihi, bugünü ve geleceği ile bağlantı kurmasına, yerel karaktere vurgu yapmasına ve bir topluluk duygusu oluşturmasına yardımcı olurken, insanlara daha fazla seçenek sunmak için en son teknolojiyi kullanarak, hızlandırmak mı yoksa yavaşlatmak mı istedikleri hakkında her iki yaklaşımdan da en iyisini alabilir.

Bu sadece verimliliği ve üretkenliği arttırmakla kalmaz, aynı zamanda teknolojinin aktif olarak insanların yaşam kalitelerini iyileştirmelerine ve şehirleri daha iyi yaşam alanları haline getirmelerine yardımcı olmasını sağlar. İdealist görünebilir, ancak zaten geliştirilmekte olan ileri teknoloji yelpazesiyle şehirlerin hem akıllı hem de yavaş olmasını sağlamak insanların gelecekte daha iyi, daha anlamlı hayatlar yaşamalarına yardımcı olabilir.

Pandemi sonrası bizi bekleyen acı tablo

IMF Baş Ekonomisti Gita Gopinath pandemiyle ortaya çıkan kriz için; ‘Şimdiye kadar gördüğümüz hiçbir şeye benzemiyor’ diyor.

Gelin veri ve öngörülere birlikte bakalım.

Üç ay önce küresel ekonominin %3.3 büyüyeceği öngörülüyordu.

Şimdi ise %3 küçülme.

3’lük büyüme beklentisi olmadığı gibi 3’lük küçülme düşünülüyor.

DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ… https://ogunhaber.com/yazarlar/cengiz-aygun/pandemi-sonrasi-bizi-bekleyen-aci-tablo-100773m.html

Bişkek Protokolü sözde kaldı

Azerbaycan’a ait Dağlık Karabağ ve çevresindeki illerin Ermenistan tarafından işgal edilmesinin ardından taraflar arasında ateşkes sağlamak için imzalanan ve 12 Mayıs 1994’te yürürlüğe giren Bişkek Protokolü’nün üzerinden 26 yıl geçti.

Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki silahlı çatışmaları sona erdirmek için 8 Mayıs 1994’te imzalanan ve 12 Mayıs’ta yürürlüğe giren Bişkek Protokolü, geçen 26 yılda kağıt üzerinde kaldı.

1991-1993 yıllarında, Ermenilerin Azerbaycan toprağı Dağlık Karabağ ve çevresindeki illeri işgal etmesinden sonra 1994’te imzalanan ateşkes protokolüne rağmen ne bölgede silah sesleri sustu ne de sorunun çözümünde mesafe alınabildi.

Dağlık Karabağ sorunu, Sovyetlerin dağılmasının ardından Ermenilerin bu bölgelerde hak iddia etmesiyle başladı ve Ermeniler 1991’de başlattıkları saldırılarla Hankendi’ni, 1992’de Hocalı ve Şuşa’yı işgal etti. Daha sonra Laçın, Hocavend, Kelbecer ve Ağdere’yi de ele geçiren Ermeniler, 1993’te Ağdam’a girdi. Ağdam’ı, Cebrayıl, Fuzuli, Gubadlı ve Zengilan illerinin işgali izledi.

Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si işgal edilirken, 1 milyona yakın kişi de doğduğu toprakları terk etmek zorunda kaldı.

Sorunu çözmek için oluşturulan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubunun girişimlerinden de bugüne kadar sonuç alınamadı.

Türkiye, Azerbaycan’ın tutumunu destekliyor

Çatışmanın patlak verdiği ilk günden itibaren Türkiye, uluslararası hukuk kuralları ve ilgili BMGK kararlarını gerekçe göstererek Azerbaycan’ın tutumuna destek veriyor.

Başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Türk yetkililer, katıldıkları uluslararası toplantılarda Ermenistan’a işgale son vermesi yönünde çağrılar yapıyor. Yetkililer, Azerbaycan topraklarının işgali sona ermedikçe Ermenistan ile diplomatik ilişki kurulmayacağını sık sık dile getiriyor.

1994’teki ateşkesten sonra barış anlaşmasının imzalanmaması nedeniyle Azerbaycan ve Ermenistan hala savaş halinde. Kökeni yaklaşık yüz yıla dayanan Dağlık Karabağ sorunu, iki ülkenin silahlanmaya ağırlık vermesi nedeniyle hem Azerbaycan’ın hem de Ermenistan’ın geleceğini de etkileyecek gibi görünüyor.

Veba tarihi veya tarihte veba

Kıymetli okurlarımız, yeni bir çağ başlıyor. Sonuçları nasıl olur göreceğiz.

Veba, Çin’de başlamış buradan tüm dünyaya yayılmıştır. Veba’nın Avrupa’ya ulaşması Asya’lı tacirenlerin Çin’den satın aldıkları vebalı kürkleri Avrupa’ya satması yoluyla bulaşmıştır. Gemide yaşayan pire ve farelerin de bu hastalığın yayılmasında etkili oldukları söylenmektedir.

Kara Ölüm, Kara Veba ya da Büyük Veba Salgını, 1347 – 1351 yılları arasında Avrupa’da büyük yıkıma yol açan veba salgınıdır.

Büyük Veba Salgınının kıtlık döneminin hemen arkasından gelmesi haliyle Avrupa’nın bu durumla mücalesini çok zorlaştırmıştır. Salgın ilk olarak yoksul ve bakıma muhtaç insanlarda görülmüş, salgının yayılmasıyla birlikte üst tabakadaki kesimin de etkilenmesi kaçınılmaz olmuştur. Tarihten tanıdığımız vebaya yenik düşen kişiler ise; Aragon Kralı 4. Pedro ve eşi Leanor, İngiltere Kralı 3.Edward’ın kızı Jon’dur. Cnterbury’de de iki başpiskopos vebadan dolayı ard arda yaşamlarını yitirmiştir.

İtalyanlara bulaşan vebayla ilk karşılaşan şehirler Cenova, Messina ve Venedik olmuştur. Sonrasında Veba Salgını, 1348 yılında Paris’e kadar gelmiş 1349’da ise Londra’yı etkisi altına almış sonrada İskoçya ve İskandinavya.

Floransa’da 90.000’den 45.000’i, Fransa’da 125.000, İngiltere de 1.000.000 kişi ve Venedik’de ise nüfusun %75’i veba salgınından ölmüştür. Suriye, Lübnan, Mısır, Hatay, Mekke, Yemen ve daha birçok şehir, toplamda tüm dünyanın büyük bir kısmı veba hastalığından yaşamını kaybetmiştir.

Bu salgınla birlikte Dünya, hem ekonomik hem de psikolojik bir çöküşe şahit olmuştur. Hastalığın en çok Batı’da ilerlemesinin sebebi ise hem kıtlık döneminden çıkılmış olması hem de o dönemde batıdaki insanların çok fazla yıkanmıyor olmasıdır. Sokakların insan pisliği ve çöplerle dolu oluşu hastalığın bölgede yayılmasını kolaylaştırmıştır. Avrupa’da yaşanılmış olan kıtlık insanlara uzun süre zorluklar yaşatmış ve bakımsız kalmalarına sebep olmuştur. Salgının kıtlıktan hemen sonra yaşanması Avrupa’nın nüfusunun yarısını yok etmiş ve Avrupa kendini 150-200 yıl kadar sonra ancak toparlayabilmiştir.

Kirli havanın veba salgınını yaydığı düşünülmüş ve bu kirli havanın tütsü yakılıp güzel kokmasıyla geçeceği düşüncesi hakim olmuştur. O zamanlar insanlar, derileri hava almazsa hastalığın kendilerine bulaşmayacağına inanmış ve bu nedenle uzun süre banyo yapmamış, yıkanmamışlardır. Bu süre zarfında, bir sürü insan vebayı getirdiği gerekçesiyle suçlanmış ve bu insanların hayatlarına son verilmiştir. Birçok günahsız kadın ve erkek; cadılık, büyücülük suçlarından canlı canlı yakılarak, suda boğularak öldürülmüştür. Bölgedeki dilenciler, çingeneler ve daha birçok kişi hem canından hem yurtlarından olmuşlardır. O dönemde cadılara yardım ettiği gerekçesiyle sadece insanlar değil bölgelerdeki kediler toplanılmış ve öldürülmüştür. Bu sebeple farelerin sayısı artmış ve salgın daha da hızlanmıştır. Salgın, zaman zaman azalmış fakat birçok farklı türlerde tekrar kendini göstermiştir. Hatta Osmanlı döneminde birçok Türk şehri birçok veba türüyle karşılaşmıştır. Vebadan Macaristan, Rusya gibi nüfusu az olana ülkeler çok fazla etkilenmemiştir. Salgın, yalnızca 14. yüzyılda yaklaşık 200 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır. Kara Ölüm’ün Avrupa’nın nüfusu üzerinde büyük bir etkisi olmuş ve Avrupa’nın sosyal temellerini değiştirmiştir. Roma Katolik Kilisesi için de büyük bir darbe olan Kara Ölüm; Museviler, Müslümanlar, yabancılar, dilenciler başta olmak üzere azınlıklara zulmedilmesine yol açmıştır. Günlük yaşamın belirsizliği insanları o günü yaşamaya itmiştir.

 Tedbirimizi alacağız, duamızı edeceğiz. Geresi Allaha kalmış. 35 yaşında sporcu vefat ediyor, 100 küsür yaşındaki hasta şifa buluyor. Her ölümün bir hikayesi var. 35 yaşındaki adam da tedavi gördü. Aynı ilaçları aldı. Ama ecel gelince tatonoz bahane olur.

Kalın sağlıcakla. Allah’a emanet olun…

Darbe-Marbe Bir deli kuyuya taş atıyor

Sevgili Bir Portre okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Vekillerden mesaj geliyor, kimisi arayıp soruyor, sosyal medya’da konuşuluyor, partililer dillendiriyor; ‘Darbe filan diye bir söylenti var, ne diyorsun’ diye..

Anadolu’da bir laf var;

“Bir deli kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkartamamış”.

Bırakın bunları hanımlar/beyler,

Bırakın…

Bu ülke 15 Temmuz gecesini yaşadı.

Artık “darbe” kelimesinin bile bu milletçe “veba” gibi iğrenç bir anlama geldiği algılanmadı mı.!

Söylentilerden medet umanlara da, tedirgin olanlara da sesleniyorum…

Bu millet darbeye geçit vermez.

Bu asker seçilmiş iradeye karşı çıkmaz.

Bu polis, darbe ve darbeciye alan bırakmaz.

Yıllardır aktif olmadım ama fiilen siyasetin içinde oldum.

Kızdığım, kırıldığım ve hatta ciddi mağdur olduğum dönemler oldu.

Ama hiçbir zaman seçilmişlerin bir darbeyle alaşağı edilmesine taraf olmadım, haklı bulmadım.

Ve hep kınadım, lanetledim, karşı durdum.

Bugün de; “ama’sız, fakat’sız, lakin’siz” siyasi iradenin ve Cumhurbaşkanı’nın yanındayım.

Çünkü ben en kötü sivil yönetimin bile, en iyi darbe idaresinden iyi olduğuna inanmış biriyim.

Bunları tespit ve tescilledikten sonra;

Öyle bir kritik dönemden geçiyoruz ki; hayat-memat meselesi…

Pandemi tüm hızıyla devam ediyor,

Ve daha önemlisi, hep dile getirip ısrarla üzerine parmak bastığım “Ekonomik Pandemi” kapımıza dayanmış halde.

Ve öylesi büyük bir kasırga gibi geliyor ki; 2001 Büyük Krizi, 2008 Küresel Krizi ve bize etkileri, bunun yanında hiç kalır.

Gündemimizde böylesi yakıcı sorunlar varken, kalıcı riskler barındırırken ve geleceğimize ipotek koyabilecekken; darbe-marbe de neyin nesi oluyor..!

Konuşmak bile gereksiz,

Söylentisi bile ayıp,

Ve hele de siyasilerin, vekillerin, her kesimden parti teşkilatlarının bunu ciddiye alması bile ülke sorunlarına karşı ciddiyetsizlik…

Yahu bırakın söylentiyi,

Bırakın abesle iştigali,

Bırakın darbeli marbeli sosyal medya oyun ve oynaşını…

Önümüze bakalım, önümüze…

Virüs Pandemi’sine ve ülkenin sorunlarına odaklanalım…

Yeni yeni suni gündemlerle, sanal söylentilerle, gerçekliği olmayacak kadar sakil ve bayağı sosyal medya mesajlarıyla vaktimizi harcamayalım.

Herkese sesleniyorum,

Darbeden medet umana lanet olsun,

Sorunlar yumağı içindeyken darbeyi gündeme getirene lanet olsun.

Bunu ciddiye alıp, vaktini, mesaisini, düşüncesini harcayarak tedirgin olanlara da yazıklar olsun…

Yahu başınızı kaldırıp bakın…

Bizde muhalefet böyle, maalesef…

Acınası haline bakmaz ve kendi içindeki ihtilafları ve gelmekte olan parti içi darbeyi bertaraf etmek için ülkesel bir darbe söylentisine sarılır…

Muhalefetin genetiği böyle…

Sandıkta yenemedikçe, kronik yenilgi piskozu oluştukça ve artık “öğrenilmiş çaresizlik” sendromu yaşadıkça;

İktidar olacağız olacağız ama yerimiz “dar be” derler…

Veya sofistike, filozofik, metaforik, anakronik bir darbesellik söylemine sarılırlar.

Hal böyleyken;

Hadi muhalefet çaresizlikten, yoksunluktan, başarısızlıktan sığınıyor darbe-marbe dedikodusuna da;

İktidar siyasetçilerine ne oluyor…

Yahu boşverin bunları, boşverin…

Muhatap bile almayın,

Cevap bile vermeye değmez…

Bu millet neyin ne olduğunu iyi biliyor.

Bu halk iktidarın sandıkta değişeceğinin bilincinde…

Aslında CHP de bunun farkında…

Ki; kazandıkları belediyelerde görmediler mi; değişimin sandıkla olacağını/olabildiğini…

Ama amaçları üzüm yemek değil ki…

Amaçları seçim kazanmak değil ki,

Yani neredeyse yerel seçimlerde bazı belediyeleri keşke kazanmasaydık düşüncesindeler…

Çünkü muhalefet eleştirmeyi, sadece konuşmayı ve periyodik aralarla “darbe” çığırtkanlığı yapmayı sever.

İş ve icraat muhalefete göre değildir…

Bu yüzden de bunu ciddiye alıp konuşmak, sormak, danışmak bile laf ü güzaftır.

Vakti harcamaktır.

Gerçek gündemden uzaklaşmak ve zaman kaybıdır.

Böylesi absürt bir şeyin gündeme getirilmesine öyle çok şey söylemek geliyor ki içimden;

Ama ağır olacak, ağır kaçacaktır.

En iyisi Ramazan’ın da telkiniyle dilimi tutayım, susayım…!

Herkes de işine, gücüne, görevine ve hizmetine baksın…

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar.

Tayvan’a dair 2

Geçen yazımızda 1949 sonrası Tayvan’da Guo-Min-Dang/milliyetçi Çin Partisi lideri Çan Kay-şek’in kurduğu yönetimin Doğu Türkistanlılarla ilişkisini aktarmaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise Tayvan’ı biraz daha derinlemesine inceleyeceğiz.

1950’lerden günümüze Tayvan’ın bağımsızlığını tanıyan bir ülkenin olmadığını belirtelim. Bununla beraber adlarını çoğu insanın bilmediği 15 devletle resmi ilişkisi olan Tayvan’ın, aralarında ABD, Kanada, Rusya, Türkiye ve çoğu AB ülkesi 56 devlet ile de “yarı resmi” irtibat büroları üzerinden ilişki kurduğu bilinmektedir.

1970’li yıllarının başına kadar Çin, uluslararası alanda adı Çin Cumhuriyeti olan Tayvan tarafından temsil edildi. Ancak ABD’nin Çin Komünist Partisi (ÇKP) yönetimi ile yakınlaşması çerçevesinde Tayvan, uluslararası konumunu ivedi bir şekilde kaybetmiştir. 25 Ekim 1971 tarihinde, Çin’in BM’de temsil edilmesi hakkındaki 2758 nolu kararına sebep olacak teklif Arnavutluk tarafından oya sunulmuştur. Kabul edilen karar ile Çin Halk Cumhuriyeti yani ÇKP yönetimi, BM’nin beş daimî ülkesinden bir haline getirilmiş, Tayvan yönetimi ise BM’den çıkarılmıştır.

Buna rağmen Tayvan’ın son 50 yıllık süreçte ekonomi, ticaret, eğitim, teknoloji gibi alanlarda büyük ilerlemeler kaydettiğini söylemek mümkündür. Dünya siyasetindeki değişimler, Sovyet Rusya’ya karşı ABD-Çin yakınlaşması Tayvan yönetimini kendi içerisinde varlık mücadelesi yapmasına neden olmuştur denilebilir.

Çin’in tek Çin prensibi gereği Hong Kong ve Makao gibi Tayvan’ın da Çin ile birleştirildiği ana hedefe paralel olarak, Tayvan’da bir taraftan “bağımsızlık” hedefi güden siyaset yanında azımsanmayacak derecede Çin’le birleşme taraftarı olan bir siyasi yelpaze bulunmaktadır. Son seçimlerde dahası Wuhan Çin virüsü olayları sonrası Çin ile birleşme taraftarlarının ciddi oy kaybına uğradığı görülmüştür. Tayvan’da artık iktidarı bağımsızlık taraftarların ciddi oranda desteklediği parti iktidarda bulunmaktadır.

Tayvan’ın en büyük başarısının altında, uluslararası resmi tanınırlığı olmamasına rağmen, zaman içerisinde büyük ekonomik ilerlemeler ve gittikçe artan ihracatlar kayda geçirebilmiş olmasında yatmaktadır. Tayvan geçmişten gelen bağlantılarını korumuş, bu bağlantıları sayesinde, ekonomik, konsolosluk, irtibat büroları, kültürel ve bilimsel/teknik alanlarda da daha büyük başarılar kazanmış görünmektedir.

Günümüzde Tayvan, 23 milyon nüfusu, gelişmiş teknolojiye sahip olması ve kalifiye yetişmiş elemanlarıyla Uzak Doğu’da önemli bir konumunda işgal ediyor gözükmektedir. Bu yazı dizisinde özel konumu, son yıllardaki istikrarlı siyaseti ve oturmuş demokratik sistemi yönleriyle Tayvan’ı masaya yatırıp değerlendirmek istedik.

Bu olumlu yönleriyle Tayvan, Uzak Doğu’da Türkiye’nin birçok hususta değerlendirebileceği bir konuma sahip durmaktadır. En azından gelişmiş teknolojisinden yararlanmak, önümüzdeki dönemlerde Çin’in bilhassa üretim üssü haline gelmesine alternatif oluşturma konusunda da değerlendirilebilecek bir ülke olarak görülmektedir.

Bir sonraki yazımızda Tayvan’ı Türkiye-Tayvan ilişkileri, Tayvan’ın ÇKP’ye bakış açısı ve Doğu Türkistan meselesine yönelik değerlendirmeleriyle, biraz daha yakından tanımaya ve konuyu irdelemeye devam edeceğiz.

Küresel izotop pazarını genişletmek için çalışıyor

Rusya Devlet Atom Enerjisi Kurumu Rosatom’un Elektrik Enerjisi Departmanı Rosenergoatom, Rusatom Sağlık Hizmetleri AŞ ve İzotop AŞ ile birlikte izotop geliştirme programının pratik uygulama bölümüne geçiyor. 

Programın ana hedefi, dünyada en çok kullanılan ve talep edilen izotopları üreterek izotop çeşitliliğini artırmak ve şirketin izotop üretim hacmini artırmak.

Rosenergoatom, yakın gelecekte Kobalt-60 (60Co) küresel pazarına yaptığı yüzde 15’lik katkıyı yüzde 30’a çıkarmayı planlıyor. Kobalt-60, medikal aletlerin sterilizasyonu, yiyecek ve içme suyunun dezenfeksiyonu işlemlerinde enfeksiyonların yayılmasıyla mücadelede kullanılıyor.

Kursk NGS, yüklü Kobalt soğurucuların ışınlanması işleminden sonra, küresel Kobalt-60 arzının yüzde 60’ını karşılayacak. Aynı zamanda Smolensk NGS’nin sadece 3’üncü ünitesinde ekstrakte edilen Kobalt-60, 400 bin ton belli amaçlar için üretilmiş medikal aleti veya 700 bin ton baharatı, 2 milyon ton eti, 1 milyon tondan fazla tahılı ya da 50 milyon ton sebzeyi sterilize etmeye yetecek. 

Rosenergoatom ayrıca kanser tedavisi ve teşhisinde yaygın olarak kullanılan Molibden-99, İyot-131, İyot-125, Samaryum-153, Lutesyum-177 ve medikal izotopların üretimine başlamayı planlıyor.  

Programın temel senaryosu 2030’a kadar yıllık gelirde artış ve Rosenergoatom’un izotop portfolyosunda önemli bir gelişme planlıyor.

EDAŞ’tan sağlık çalışanlarına öncelikli hizmet

Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüse karşı insanüstü bir özveri ile görevlerini sürdüren sağlık çalışanları, 186 numaralı çağrı merkezini arayarak bilgilerini vermeleri halinde Osmangazi EDAŞ tarafından öncelikli hizmet alabilecek.

Afyonkarahisar, Bilecik, Eskişehir, Kütahya ve Uşak illerinin elektrik dağıtım hizmetini sağlayan Osmangazi Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (OEDAŞ), koronavirüs ile mücadelede cephenin en önünde savaşan sağlık çalışanlarına özel hizmet veriyor. Büyük bir özveri ile görevlerini sürdüren sağlık çalışanlarının 186 numaralı çağrı merkezini aranmaları halinde numaralarını öncelikli olarak tanımlayacak olan Osmangazi EDAŞ, sağlık çalışanı aboneleri tarafından gelecek arama ve bildirimleri öncelikli olarak kabul edecek, bu talepler çok daha kısa sürede sonuçlandırılacak. Osmangazi EDAŞ’ın çağrı merkezi çalışanları, koronavirüsün etkilerinden korunmak amacıyla evlerinden 7/24 hizmet vermeye devam ediyor.

SOKAĞA ÇIKMA YASANĞINDA EKİPLER GÖREV BAŞINDA

Osmangazi EDAŞ, sokağa çıkma yasağının uygulanacağı 23-26 Nisan tarihleri arasında da kesintisiz elektrik hizmetini sürdürecek. Koronavirüsün yayılımını engellemek amacıyla vatandaşların aileleri ve sevdikleri ile huzur içinde geçirebilmesi için görev başında olacak olan Osmangazi EDAŞ’ın nöbetçi ekipleri tüm önlemlerini almış durumda. 

OPET’ten sağlık çalışanlarına teşekkür

HABER: NECDET EMRE AYGÜN

Tüm Türkiye COVID-19 salgını nedeniyle sosyal izolasyona devam ederken bu süreçte hayatlarını ortaya koyan sağlık çalışanlarına OPET istasyonlarında 500 TL’ye kadar akaryakıt alışverişlerinde geçerli yüzde 5 yakıt puan hediye ediliyor.

Gece gündüz demeden çalışan sağlık personeli için bir destek de OPET tarafından hayata geçirildi. Sağlık çalışanları, OPET istasyonlarında ve Paro Pod kurulu Sunpet istasyonlarında toplamda 500 TL’ye kadar yapacakları akaryakıt alışverişlerinde yüzde 5 yakıt puan kazanacaklar.

Mayıs sonuna kadar geçerli olacak kampanyadan faydalanmak isteyen sağlık çalışanlarının 8 Mayıs’a kadar  HYPERLINK “http://opetkampanya.paro.com.tr” http://opetkampanya.paro.com.tr web sitesinden kayıt yaptırmaları gerekiyor. Sağlık çalışanları, kampanyaya kayıt oldukları cep telefonları ile yapacakları akaryakıt ödemelerinde, baz puan dahil yüzde 5 yakıt puan kazanacaklar. Kampanya kapsamında kazanılan yakıt puanlar cep telefonu ile “Cepten Tanıma” uygulaması üzerinden benzin veya motorin alışverişlerinde harcanabilecek. Otogaz alımlarında geçerli olmayan yakıt puanların son kullanma tarihi 31 Ağustos 2020.  

OPET istasyonlarında sağlık çalışanları için bir de küçük ikram var. Kampanya kapsamında sağlık çalışanlarına Dardanel satışı bulunan OPET istasyonlarında Dardanel Mister No sandviç hediye edilecek. 

Detaylı bilgi  HYPERLINK “http://www.opet.com.tr” www.opet.com.tr ’de

Shell Türkiye’den, “Shell Türkiye Ormanı”

HABER: NECDET EMRE AYGÜN

Shell Türkiye, iklim değişikliği ile mücadele konusunda adımlar atmaya devam ediyor. Bu doğrultuda, İstanbul Kuzey Çevre Otoyolu’nda oluşturulan Shell Türkiye Ormanı ile her yıl 105 ton karbondioksit salınımı nötrlenecek.

İklim değişikliği ile mücadele konusunda tüm dünya küresel sıcaklık artışının 1,50C ile sınırlandırılmasına odaklanırken, bu hedefi destekleyen Royal Dutch Shell, 2050 yılına kadar net sıfır emisyonla faaliyet gösteren bir şirket olmayı hedefliyor.

En geç 2050 yılına kadar tüm ürünlerinin üretiminden kaynaklanan emisyonları sıfıra indirmek üzere çalışmalarını sürdüren Royal Dutch Shell, ayrıca net karbon ayak izini azaltmak üzere 2035 ve 2050 yılına kadar koyduğu hedefler doğrultusunda yenilenebilir enerji, biyoyakıt ve hidrojen gibi daha düşük karbon yoğunluğuna sahip ürün ticareti yaparken, müşterilerini de karbon tüketimlerini azaltmaları için teşvik edecek.

Daha iyi bir gelecek için çalışmalarını aralıksız sürdüren Shell Türkiye, bugüne kadar elektrikli şarj üniteleri, atık yönetimi, LNG ve Solar istasyon gibi birçok projeyi hayata geçirdi.  Bu amaç doğrultusunda Shell Türkiye, İstanbul Kuzey Çevre Otoyolu’nda 5 hektarlık alanda ilk Shell Türkiye Ormanı’nı oluşturuyor. Çevreye olan duyarlılığının bir parçası olarak şirket içinde ve dışında gerçekleştirdiği tüm projelerinde hediye olarak fidan bağışında bulunan Shell Türkiye, “Shell Türkiye Ormanı” ile Türkiye’de her yıl 1.300’den fazla otomobilden salınan yaklaşık 105 ton karbondioksiti nötrleyecek.

Planlama, akreditasyon ve ekim aşamaları, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinde görev yapan ve alanda  seçkin iki  profesörümüz tarafından yönetilen Shell Türkiye Ormanı’na; mavi servi, piramit servi, fıstık çamı, ıhlamur, dişbudak yapraklı akçaağaç, çınar yapraklı akçaağaç, amerikan meşesi ve yalancı akasya olmak üzere 8 çeşitte toplam  3.100 ağaç dikildi. Projenin, başlangıç, kontrol ve izleme aşamaları 4 ay sürerken, izleme aşaması yıl boyunca devam edecek.

Shell Türkiye Ülke Başkanı Ahmet Erdem, “Shell olarak, Paris Sözleşmesi kapsamında küresel sıcaklık artışının 1,5 derece ile sınırlandırılması hedefini küresel olarak desteklerken, 2050 yılına kadar tüm ürünlerimizin üretiminden kaynaklanan emisyonları sıfıra indirmeyi hedefliyoruz. Bu hedef doğrultusunda, ülkemizde de daha iyi bir gelecek için karbon emisyonlarının azaltılması yönünde  faaliyetlerimize ve çalışmalarımıza devam edeceğiz. İlk Shell Türkiye Orman’ının hayata geçmesinde başta  iş ortağımız ICA’ya, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinin değerli profesörlerine ve emeği geçen değerli çalışma arkadaşlarıma,  gönülden teşekkür ederim.” dedi

Shell & Turcas CEO’su Felix Faber, “Shell olarak, sattığımız enerji ürünlerinin net karbon ayak izini 2035 yılına kadar yüzde 30 ve 2050 yılına kadar yüzde 65 azaltmayı hedefliyoruz. Bunun için de yenilenebilir enerji, biyoyakıt ve hidrojen gibi daha düşük karbon yoğunluğuna sahip daha fazla ürün ticareti yaparken, müşterilerimiz ile birlikte çalışarak, onların da karbon tüketimini azaltmaya yardımcı olacağız. Bugüne kadar elektrikli şarj üniteleri, atık yönetimi, LNG ve Solar istasyon gibi birçok projeyi hayata geçirdik. Daha iyi bir gelecek için yaptığımız çalışmaların bir yenisi olan Shell Türkiye Ormanı’na katkılarından dolayı iş ortağımız ICA’ya, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’ne ve emeği geçen herkese teşekkür ederim.” şeklinde konuştu.

İZODER binalarda artan gürültüye dikkat çekti

İZODER Başkanı Levent Gökçe:
“Komşu gürültüsünden kurtulmak ses yalıtımıyla mümkün”

‘Uluslararası Gürültü Farkındalık Günü’ kapsamında bir açıklama yapan İZODER, küresel salgın nedeniyle toplumun çoğunlukla evde kaldığı günlerde daha fazla hissedilen komşu gürültüsünden korunmak için ses yalıtımının önemine dikkat çekti. Son yönetmelikle binalarda ses yalıtımının kurallarının belirlendiğini belirten İZODER Başkanı Levent Gökçe, “Toplum olarak gürültünün yıkıcı etkilerini göz ardı etmemeli, alışma eğilimine kapılmamalı ve kontrolsüz sesleri yalıtımla engellemeyi başarmalıyız” dedi. 

Dünya çapında insanların sağlık ve refahı için gürültü farkındalığını artırmak amacıyla ilk kez 1996 yılında başlatılan 29 Nisan ‘Uluslararası Gürültü Farkındalık Günü’ kapsamında bir açıklama yapan Isı, Su, Ses ve Yangın Yalıtımcıları Derneği (İZODER) Başkanı Levent Gökçe, ses yalıtımı konusunda bilinç oluşturmanın, İZODER olarak üstlendikleri bir sosyal sorumluluk hamlesi olduğunu belirtti. 

Gürültünün olumsuz etkilerini daha fazla hissediyoruz

İZODER olarak öncelikli hedeflerinin yalıtım bilincini Türkiye çapında yaygınlaştırmak olduğunu vurgulayan Levent Gökçe, “Üstlendiğimiz yalıtım konuları o kadar önemli ki, hem enerji verimliliği, çevresel etkiler ve iklim değişikliği gibi konular hem de güvenli yapıların oluşumu, konforlu, sağlıklı yaşam alanları ile yakından ilgili olmamızı gerektiriyor. Günümüzde binalarda en önemli sorunlardan biri de gürültü. Ses yalıtımı, içinde yaşadığımız konutlara hitap eden ve toplumu direkt ilgilendiren, çok önemli bir konu. Bugün özellikle büyük şehirlerde yaşamımızın her alanında, farkında olmadan gürültüye maruz kalıyor ve bu durumun olumsuz etkilerini gün geçtikçe daha fazla hissediyoruz” diye konuştu.  

Yeni binalarda ses yalıtımı zorunlu 

Gelişmiş ülkelerde yalıtım konusunda yüksek hassasiyet olduğunu ve ses yalıtımının çağdaş yaşam standartlarının oluşmasına katkı sağladığını vurgulayan Levent Gökçe, Türkiye’de gürültü kirliliğini önlemek amacıyla yapılan düzenlemeleri şöyle anlattı: “Binaların Gürültüye Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik, 1 Haziran 2018’de yürürlüğe girdi.Böylece yeni yönetmelikle, ses yalıtımının yeni binalarda uygulanması zorunlu hale getirildi. Bu düzenlemeye göre şehir hayatının en büyük sorunlarından biri olan gürültü kirliliğine karşı binalarda kullanılan yalıtım sistemlerinin teknik kuralları belirlendi. Yönetmelik, yapı içinde oluşan TV, müzik, konuşma gibi komşulardan gelen gürültülerin yanı sıra, darbe sesleri, mekanik sistem ve servis ekipmanlarının gürültülerinin kontrol altına alınmasına yönelik önlemleri içeriyor. Yönetmelik, konutların yanı sıra okul, hastane gibi halkın yoğun olarak bulunduğu binaları da kapsıyor.”

Gürültü sağlığımızı tehdit ediyor

Gürültünün insanlarda sağlık sorunlarına yol açtığını belirten Levent Gökçe, “Gürültü insanlarda geçici veya kalıcı işitme hasarları, kan basıncı artışı, dolaşım bozuklukları, solunumda hızlanma, kalp atışlarında ritim bozukluğu, öfkelenme, sıkılma, genel takatsizlik duygusu, iş veriminin düşmesi, konsantrasyon bozukluğu gibi etkiler yaratırken, çocuklarda ise tansiyon, kalp atışları ve stres hormonlarının yükselmesine yol açıyor” dedi.

Kontrolsüz ses kirliliğini önlemeliyiz

Sağlıklı, güvenli ve konforlu bir yaşam için ses yalıtımının gerekli olduğunun altını çizen Levent Gökçe, şözlerini şöyle tamamladı: “Toplumsal uyum ve verimliliğimizde derin yaralar açan gürültüden korunmak; sağlıklı, güvenli ve konforlu bir yaşam sürmek için ses yalıtımına sahip yapılara sahip olmamız çok önemli. Gürültü, çocuklarımızı da fizyolojik, bilişsel, ve duygusal açıdan olumsuz etkiliyor. Ses ve gürültü, sürekliliğine, dozuna ve kişilik özelliklerine bağlı olarak hepimizde farklı yoğunlukta etki yaratıyor. Gürültünün yıkıcı ve kalıcı etkilerini göz ardı etmemeli, alışma eğilimine kapılmamalı, kontrolsüz ses kirliliğini önlemeyi başarmalıyız.” 

İZODER Hakkında

1993 yılında yalıtım bilincini Türkiye çapında yaygınlaştırmak amacıyla kurulan İZODER Isı Su Ses ve Yangın Yalıtımcıları Derneği, yalıtım konusunda kamuoyunu ve sektörü bilgilendirmeyi ve bilinçlendirmeyi amaçlayan ve bu doğrultuda ısı, su, ses ve yangın yalıtım malzemeleri üreticilerini, satıcılarını ve uygulayıcılarını bir çatı altında toplayan bir sivil toplum kuruluşudur. Isı, su, ses ve yangın yalıtımı hakkında daha fazla bilgiye, 0800 211 33 67 numaralı İZODER ücretsiz danışma hattından, www.izoder.org.tr web sitesinden veya [email protected] e-posta adresinden ulaşılabilir. 

Türkiye küresel ısınmayı tehdit olarak görüyor

HABER: ÖMER FARUK YILDIRIM

Tüm dünya, küresel ısınmaya neden olan iklim değişikliğinin farkında ancak insanlık, tehdit ve çözüm konularında ikiye ayrılıyor. Yarıya yakın bir grup geri dönüş için bir fırsat olduğunu savunurken, diğer yarısı artık çok geç kalındığını düşünüyor. Türkiye ise 39 ülke arasında yüzde 95’lik oranla bu sorunu tehdit olarak gören ilk sıradaki ülke. Çin iklim değişikliğini tehdit olarak kabul etmezken, Hindistan sorun karşısında umutsuz. Çünkü insanlık, sorunu çözmekte çok geç kaldı.

Araştırma şirketi Barem, global ortağı WIN Grubu ile birlikte, insanların “Küresel İklim Değişikliği” konusunda görüşlerini derlemek üzere 39 ülkede 30 bine yakın kişiyle görüşerek önemli bir araştırmaya imza attı. Araştırmada insanların, küresel ısınmaya neden olan bir iklim değişikliğinin varlığı, varsa buna insanlığın katkısı, insanlık için tehdit olma durumu ve geri dönülebilir olup olmadığı konularındaki düşünceleri sorgulandı. Araştırmadan ilginç sonuçlar çıktı.

Tüm dünya sorunun farkında ve endişeli…

Tüm dünya, küresel ısınmaya neden olan iklim değişikliği konusundaki endişe (yüzde 86) ile küresel ısınmanın insan yapısı olduğu (yüzde 84) ve insanlık için tehlike arz ettiği (yüzde 84) kanaatlerini paylaşıyor. Türkiye’de ise farkındalık dünya ortalamasının üstünde. Araştırmaya göre, küresel ısınmanın insanlık için ciddi bir tehdit olduğunu düşünenler yüzde 95, bunun insan faaliyetlerinin bir sonucu olduğu fikrini onaylayanlar yüzde 90 oranında. Gerek dünya genelinde, gerekse Türkiye’de iklim değişikliği bilinci kadınlarda daha yüksek ve eğitim arttıkça artıyor.

Türkiye farkındalığı en yüksek 10 ülke içinde

Ülkelerin küresel ısınma önermelerini kabul etme oranları ile ilk 10 ülke ve son 10 ülke sıralaması yapıldığında; Türkiye’nin küresel ısınma farkındalığı en yüksek 10 ülke içinde 5. sırada yer aldığı görülüyor. Çarpıcı olansa, küresel ısınma farkındalığında ABD, İngiltere ve Kanada gibi ülkelerin son 10 içinde yer alması. Türkiye’de farkındalık oranı yüzde 94 iken, bu oran ABD’de yüzde 72.

Türkiye bu bir tehdit diyor, Çin kabul etmiyor

Küresel ısınmanın sorumlusu insandır diyen ülkeler arasında da sıralama neredeyse aynı. Ancak bu durum insanlık için bir tehdit midir diye sorulduğunda, Türkiye yüzde 95 oranla ilk sırayı alıyor. Dünya ortalaması yüzde 84 olurken, Çin yüzde 57 oranla listenin en sonunda bulunuyor.

Kimi geri dönüş var diyor, kimisi inanmıyor…

İnsanlık, küresel iklim değişikliği sorununu çözmek adına bir fırsat olduğu ve geri dönüş için henüz vakit olduğu konusunda ikiye ayrılıyor. Yarıya yakın bir grup (yüzde 48) geri dönüş için hala vakit olduğu fikrini savunurken, diğer yarı (yüzde 46) bunun için artık çok geç olduğunu düşünüyor. Bu konuda Türkiye’de de benzer bir ayırım söz konusu. Sorunun çözüleceğine dair umut dünya ortalamasına göre 2 puan daha fazla (yüzde 50).

Çoğunluk umutlu ama yeterince değil

Ülke bazında bakıldığında 39 ülkenin 25’inde küresel iklim değişikliğinin geri dönülebilir bir durum olduğu düşüncesi hakimken 14 ülkede insanların çoğu bunun için artık çok geç olduğunu kanısında. Artık çok geç diyenlerin başında yüzde 84 oranla Hindistan geliyor. Brezilya ise yüzde 20’lik oranla bunu inkar ediyor.

Barem Genel Müdürü Sencer Binyıldız araştırmasonuçlarını şu şekilde yorumluyor: “Son zamanlarda yapılan çalışmalardan ve artık sorunun etkilerini daha net yaşamamızdan dolayı hepimizin farkındalığı oldukça yüksek. Son yıllarda üst üste sıcaklık rekorları kırılıyor. Daha önce görülmeyen etki ve sıklıkta doğal afetlere tanıklık ediyoruz. Davos Dünya Ekonomik Forumu “Küresel Riskler Raporu 2020” uzun vadeli risklerin tamamını çevresel riskler olarak tanımladı. Çok sayıda STK’nın ve bu arada Greta Thunberg ile yıldızlaşan genç iklim aktivistlerinin mücadelesinin de bu sonuçlarda etkili olduğu kanısındayım. Artık herkes 1880 yılından beri gezegenin ısısının 1,5 derece arttığını öğrendi. Kritik eşiğin aşıp aşılmadığı konusundaysa insanlık, umudunu yitirmemeye çalışıyor”.

“Ülkemizde iklim bilincinin dünya ortalamasının da üstünde olmasını, global gündemi yakından takip etmemize ve coğrafi konumumuz nedeniyle zararları bilfiil yaşıyor olmamıza bağlıyorum. Türkiye’de kuruyan 60 gölün toplam yüzölçümü Marmara Denizi’ nin yüzölçümünden daha fazla. Termik ve hidroelektrik santrallerin iklim değişikliğine katkıları ve verilen mücadele sosyal medya sayesinde artık daha çok göz önünde. Ancak farkında olmak yetmiyor, bu konuda acilen tüm dünyada bir şeyler yapılması gerekiyor, bazıları için şu an bile çok geç.”

Araştırma Künyesi: Araştırmada Kasım-Aralık 2019’da 39 ülkede 29.368 kişi ile görüşüldü. Türkiye’de 601 kişi ile CATI görüşmesi yapıldı. 

Enerya ile tüm işlemler parmağınızın ucunda!

Çalışanlarını,  abonelerini ve toplum sağlığını önceliğine alan Enerya,   doğal gaz işlemlerini  evinizin konforunda yapmanıza olanak tanıyor. Enerya, www.enerya.com.tr adresinden ya da 444 8 429 no’lu Çağrı Merkezi aracılığıyla abonelik ve fatura işlemlerinizi kısa bir sürede yapabilmenin yolunu açıyor.

Tüm dünyayı etkisi altına alan gündem dolayısıyla abonelerini ve toplum sağlığını önceliğine alan Enerya, abonelerinin doğal gaz işlemlerini evlerinin konforunda online olarak www.enerya.com.tr adresi üzerinden veya 444 8 429 no’lu Çağrı Merkezi sayesinde hızlıca yapmasını sağlıyor. 

Mecbur kalınmadıkça evden çıkılmaması gerektiğini hatırlatan Enerya’nın aboneleri online işlemlerini abonelik ve fatura işlemleri olarak iki ayrı kategoride gerçekleştirebiliyor. Abonelik işlemlerinde online abonelik sözleşmesi, binanın önünde doğalgaz hattı olup olmadığını sorgulama, sertifikalı firmaları sorgulama, proje ve randevu durumunu öğrenme gibi hizmetlerden faydalanabilirken; fatura işlemlerinde ise fatura görüntüleme, fatura son ödeme tarihini 15’ine erteleme, fesih işlemleri, mail adresi güncelleme ve iletilen talep ve şikayetlerin görüntülenebilmesi hizmetlerini kolaylıkla gerçekleştirebiliyor. Aynı zamanda aboneler ödemelerini PTT şubelerinin ATM’lerinden, anlaşmalı bankalardan ve mobil-internet aracılığıyla yapabiliyor.

Ayrıca Enerya, abonelerinin taleplerini, önerilerini ve şikayetlerini son teknolojiyi kullanarak geliştirdiği yeni uygulaması web chat üzerinden alarak; talep, öneri ve şikayetleri bu başlık altında cevaplandırıyor. 

Hijyen çalışmaları yoğun şekilde devam ediyor

Abonelerinin işlemlerinin büyük kısmını Web Sitesi ve Çağrı Merkezi aracılığıyla yapmalarını tavsiye eden Enerya, her ihtimale karşı abone merkezlerinde riski en aza indirmek için de sürekli çalışmaya devam ediyor. Bu kapsamda Enerya, vezne gibi alanlara el dezenfektanları yerleştirmenin yanı sıra, çalışanların ve müşterilerin sıklıkla temas ettikleri vezne bankolarını ve sabit kalemleri insan sağlına zarar vermeyen kimyasallarla sık sık dezenfekte ediyor.  Kapalı alanlarda havalandırma sistemlerinin tam fonksiyon çalışması ve temiz hava sirkülasyonunun sağlanması yönünde önlemlerini artırarak sürdürmeye devam eden Enerya, Müşteri Hizmetleri Ofisleri’ndeki oturma alanlarında müşterilerini aralarındaki sosyal mesafeyi korunacak şekilde oturmaya yönlendiriyor, çalışanların ve müşterilerin maske kullanımını zorunlu tutuyor, aynı anda hizmet alan müşteri sayısını kontrollü olarak belirleyerek ilerliyor, çalışanların ve müşterilerin düzenli ateş ölçümünü gerçekleştiriyor. Enerya aboneleri, abonelik işlemlerini tüm hijyen tedbirlerinin alındığı abone merkezlerinden, veya #EvdeKal’arak 444 8 429 no’lu çağrı merkezinden ya da www.enerya.com.tr online işlemler sayfasından gerçekleştirebiliyor.  

193 MW gücünde rüzgâr santralleri kurulacak

HABER: ÖMER FARUK YILDIRIM

GE Yenilenebilir Enerji, Türkiye’deki dört rüzgâr santrali için 52 adet 3 MW platformu karasal rüzgâr türbininin tedarikçisi oldu.

Toplam 193 MW kapasiteye sahip projeler, 195.000 evin enerji ihtiyacını karşılamaya ve 650.000 ton CO2 tasarrufu yapmaya yetecek kadar yenilenebilir enerji üretecek.

Bu projelerde kullanılacak 156 kanadın üretimi, GE’nin İzmir, Bergama’daki LM Wind Power fabrikasında gerçekleştirilecek.

GE Yenilenebilir Enerji, Fina Enerji’nin Türkiye’de bulunan dört rüzgâr santrali için (Bağlama, Tayakadın, Yalova ve Pazarköy) 52 adet 3 MW platformu karasal rüzgar türbininin tedarikçisi olduğunu duyurdu. Toplam 193 MW kapasiteye sahip  rüzgâr santralleri, 195.000 evin enerji ihtiyacını karşılamaya ve yaklaşık 650.000 ton CO2 tasarrufu yapmaya yetecek kadar temiz enerji sağlayacak. Türkiye’nin yenilenebilir enerji hedefine ulaşmasına da katkı sunacak proje kapsamında, 10 yıllık servis anlaşması da yer alıyor.

GE’nin Türkiye’de bulunan kurulu rüzgar enerjisi gücü 1.2 GW’a ve Türkiye’de ürettiği rüzgar türbini sayısı 500’e ulaştı. Bu rakam, GE Yenilenebilir Enerji ve Fina Enerji’nin bugüne kadar birlikte gerçekleştirdiği 350 MW rüzgar santralini de içeriyor. Buna ilave gelecek olan dört yeni proje GE’nin Türkiye’deki mevcudiyetini daha da sağlam hale getirecek.

Fina Enerji’nin bünyesinde yer aldığı Fiba Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Murat Özyeğin, şunları söyledi: “Kurulu kapasitemizi 350 MW’dan 543 MW’a yükseltecek olan yeni rüzgâr santrali projelerimizi gerçekleştireceğimiz için heyecanlıyız. Bağlama Projesi, bugüne kadar yapılan rüzgâr santrali yatırımları arasında Türkiye’nin en doğusunda yer alan proje olma özelliğine sahip olacak. Bu bölgedeki ekonomik kalkınmaya katkı sunmaktan ayrıca gururluyuz. GE ile olan ortaklığımızı devam ettirmenin ve ülkemizin yenilenebilir enerji hedeflerine ulaşmasına katkı sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz.”

GE Yenilenebilir Enerji, rüzgâr türbin kanatlarının üretimini, bağlı kuruluşu LM Wind Power’ın İzmir, Bergama’daki tesislerinde, yerli olarak gerçekleştirecek. GE, bu tesislerde 550’nin üzerinde personel istihdam ediyor. Rüzgâr türbinlerinin kuleleri de yine Türkiye’de üretilecek.

GE Yenilenebilir Enerji Karasal Rüzgâr Türbini Grubu Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Türkiye Başkanı ve CEO’su Manar Al-Moneef, şunları dile getirdi: “Türkiye’ye yatırım yapan ilk uluslararası şirketlerden biri olarak GE, ülkede istihdam yaratmaya ve enerji sektöründe yüksek teknolojinin geliştirilmesine katkıda bulunmaya kararlılıkla devam ediyor. Fina Enerji ile yeniden iş ortaklığı yapmaktan ve GE’nin Türkiye’nin rüzgâr hızına ve coğrafyasına uygun özelliklere sahip yüksek teknolojili 3MW rüzgar türbini platformlarının kullanılacağı bu heyecan verici projelerde birlikte çalışacak olmaktan dolayı memnuniyet duyuyoruz.