16.5 C
İstanbul
Salı, Haziran 3, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 65

Enerji sektöründe siber güvenlik önemlidir

Siber güvenliğin en önemli olduğu alanlardan biri enerji sektörü. Enerji sektörüne yöneltilebilecek bir siber saldırı, insan yaşamını birebir tehlikeye atması ve şebekenin kısmi veya komple kapatılması riskini barındırması nedeni ile enerji bağımlı tüm sektörleri ve dolayısı ile ülke ekonomisini ciddi şekilde etkileyebilir.

Dünyanın en büyük enerji firmaları; üretim, iletim ve dağıtım sistemlerini siber saldırılardan korumak için CyberX’i tercih ediyor.

CyberX, gelişmiş analiz yetenekleri ile ABD’de ilk 5 içerisinde bulunan 2 adet enerji kuruluşu başta olmak üzere dünya genelinde önde gelen elektrik ve gaz tesislerini siber tehlikelere karşı koruyor.

Neden CyberX,

  • Operasyonel ağlar üzerinde sürekli izleme ve siber güvenlik açığı yönetimi sunar.
  • Detaylı envanter mimarisi ile tüm ağ içerisindeki cihazların nasıl iletişim kurduklarını ve siber güvenlik risklerini net bir şekilde ortaya koyar.
  • Birleşik güvenlik yönetimi sağlamak için ‘’One Click’’ SOC entegrasyonu sağlar.

Endüstrinin yenilikçi siber güvenlik platformu bugünü ve yarını emniyet altına alıyor.

Geleceğin fabrikaları için yenilikçi çözümler

Dünya genelinde sürekli artan veri hacimlerinin büyümesi daha güçlü ve esnek kontrol çözümlerini gerektiriyor. Elektriksel bağlantılar, sinyal, veri, güç dağıtım ve işlenmesi konularında sunduğu endüstriyel çözümlerle sektörün öncü global markaları arasında yer alan Weidmüller ise u-control web 2000 ve u-create yazılım portföyü ile otomasyon sistemlerinin dijitalleştirilmesi için entegre bir hizmet sunuyor. Piyasadaki en kompakt ve en esnek kontrol sistemlerinden biri olarak ön plana çıkan u-control 2000 web, “Security by Design (Tasarımla Güvenlik)” konsepti ile birinci sınıf güvenlik sağlıyor. Geleceğe dönük mühendislik için web tabanlı mühendislik yazılımı ürünü olan u-create web ise makine ve tesis üreticilerine küçük ve orta ölçekli üretim tesislerinin otomasyonunu kolaylaştıran güvenli kontrol yazılımı imkânı tanıyor.

Makine ve tesis mühendisliğindeki hızlı gelişmelere ayak uydurmak için sadece verimlilik yeterli olmuyor, aynı zamanda yüksek derecede esnek olan otomasyon ve dijitalizasyon çözümlerine de ihtiyaç duyuluyor. Dünya genelinde sürekli artan veri hacimlerinin büyümesi daha güçlü ve esnek kontrol çözümleri gerektiriyor. Weidmüller ürün ailesinde yer alan u-control web ve u-create web yazılım portföyü ise uygun mühendislik ortamıyla birlikte otomasyon ve dijitalizasyon için esnek bir kontrol sistemi olarak öne çıkıyor.

Kontrol ünitesinden bağımsız güvenli bir ortam

Modern IoT uygulamaları için otomasyon teknolojisinin giderek daha güçlü ve uyarlanabilir olması gerekiyor. Dünya çapında ağ oluşturma, üretim tesislerinde artan esneklik, veri ve bilgi alışverişi göz önüne alındığında Weidmüller, u-create web ile tesis ve makine üreticisi için yeni ve daha esnek bir otomasyon çözümü olan u-control 2000 web’ i sunuyor. Kontrol ünitesi donanımı u-control 2000 web, 624 MHz saat frekansına ve maksimum 512 Mbyte dahili belleğe sahip güçlü ve çift çekirdekli ARM A9 işlemcisi ile öne çıkıyor. Uygulama programının çalışma belleği 64 MB olan u-control 2000 web, 32 GB’a kadar veri ve bilgi harici bir mikro SD bellek kartında da saklanabiliyor.

Birden fazla arayüz seçeneği ile farklı alanlara özel çözümler

Kontrol ünitesi gerçek zamanlı saat için pil yuvası ile donatılan u-control 2000 web, haberleşme ve mühendislik için farklı arayüzlere sahip. Mühendislik yazılımı ile iki RJ45 soketinden biri aracılığıyla bir tarayıcı yardımıyla başlatılan u-control 2000 web, sistemin programlanması tamamlandıktan sonra Ethernet TCP / IP protokolü aracılığıyla bir üst seviye kontrol ünitesi veya bir ERP sistemi ile veri alışverişi yapılabilmesine imkân tanıyor. İkinci RJ45 soketi ise Master/Slave fonksiyonlu bir network sistemi oluşturmak gibi gelecekteki genişletmeler için kullanılıyor. Kontrol ünitesi ayrıca dataların programlanmasına veya çağrılmasına izin veren bir USB bağlantısı içeriyor. 24 V DC güç kaynağı hem kontrolcü donanımını hem de maksimum 64 farklı u-remote modülü için ayrı giriş ve çıkışları besliyor. Sistem ve modül beslemeleri u-control 2000 web’in üzerinde entegre bir şekilde bulunuyor. Sistem ayrıca güvenlik uygulamaları için de kullanılabiliyor. Makineleri kontrol ünitesinden bağımsız olarak güvenli bir duruma getiren u-remote emniyet-güç-besleme modülleri devreye girerken, uygulama programı için gerekli güvenlik dışı sinyaller u-remote arka panel veri yolu üzerinden u-control web’ e iletiliyor.

u-control 2000 web ile kompakt ve esnek kontrol sistemi

u-control 2000 web piyasadaki en kompakt ve en esnek kontrol sistemlerinden biri olarak öne çıkıyor. Denetleyicilerin modüler tasarımı u-remote uzak I / O sistemi’ne dayanıyor ve u-mation ailesinden diğer bileşenleri dahil etmek için ihtiyaç temelli genişlemeye izin veriyor. 54 mm genişliğe rağmen u-control; çok sayıda bağlantı seçeneği, güçlü bir çift çekirdekli CPU, 512 Mbyte RAM, 4 GB flash bellek ve 32 GB’a kadar mikro SD kart için alan sunuyor. “Security by Design (Tasarımla Güvenlik)” konsepti ile sürekli testler ve titiz standartlar uygulanarak uygulamalar için birinci sınıf güvenlik sağlanıyor.

Kurulum gerektirmeyen mühendislik yazılımı

Küresel ağlar, artan veri alışverişi ve müşteriye özel üretim daha esnek otomasyon çözümleri gerektiriyor. Weidmüller tarafından piyasaya sürülen esnek ve geleceğe dönük mühendislik için web tabanlı mühendislik yazılımı ürünü olan u-create web, makine ve tesis üreticilerine küçük ve orta ölçekli üretim tesislerinin otomasyonunu kolaylaştıran açık web tabanlı ve güvenli kontrol yazılımı sağlıyor. u-create web mühendislik yazılımının geliştirilmesinde temel olarak açık ve platform bağımsız web teknolojileri (HTML5, CSS3, JavaScript) kullanılıyor. OPC UA Server, OPC UA Client ve u-create visu gibi ek yazılım modülleri ile genişletilebilen u-create web, bir web tarayıcısında çalışabiliyor ve kurulum gerektirmiyor. Bu sayede donanımdan ve işletim sisteminden bağımsız olarak yapılandırılıyor.

Lisans gerektirmeyen web tabanlı mühendislik yazılımı u-create web, bir web tarayıcısı üzerinden, platformdan veya ekipmandan bağımsız programlama yapılmasını sağlıyor. HTML5 gibi standartlaştırılmış web teknolojilerini kullanan u-create web, ek yazılım uygulamaları ile genişletilme imkanına da sahip. IEC 61131-3 programlama standardını içeren u-create web, güvenliğe odaklanan tasarım konsepti sayesinde maksimum güvenlik sağlıyor. Entegre mühendislik aracı kurulum gerektirmeden hızlı devreye alma işlemini sağlarken, fonksiyon blokları ve sürükle bırak yöntemi ile kolay programlamaya imkân tanıyor.

Koruyucu malzeme ve solunum cihazı desteği

Koronavirüs (COVID-19) salgını sonrası çalışanlarını ve müşterilerini korumak amacıyla sağlık önlemlerini en üst seviyeye çıkaran Zorlu Enerji, faaliyette bulunduğu illerdeki hastanelere tıbbi maske, koruyucu giysi ve solunum cihazı gönderiyor. 

Zorlu Enerji CEO’su Sinan Ak, “Enerji sektörü olarak dünyayı ve ülkemizi etkileyen pandemi ile mücadelede sağlık çalışanlarının hemen ardından en ön saflardayız. Onlar toplumun sağlığı, biz enerjisi için gece gündüz demeden çalışıyoruz. Kesintisiz enerji sağlamak için her koşulda çalışan bir şirket olarak topluma karşı sorumluluklarımızın farkındayız. Bu doğrultuda faaliyette bulunduğumuz illerdeki hastanelere solunum cihazı ve koruyucu ekipman göndererek bulunduğumuz bölgelerde salgınla mücadeleye destek veriyoruz.” dedi.

Elektrik perakende satış ve doğal gaz dağıtımı olmak üzere 2 milyon 500 binin üzerinde aboneye hizmet veren Zorlu Enerji, tüm dünyayla birlikte ülkemizi de etkisi altına alan koronavirüs salgını sonrası, gerekli tüm önlemleri alarak ülkemizin enerji ihtiyacının karşılanmasına katkı sunmak amacıyla çalışmalarını sürdürüyor. Bu doğrultuda başta hastaneler olmak üzere tüm müşterilerine kesintisiz hizmet vermek için yenilenebilir enerji santrallerinde üretimine durmaksızın devam ediyor. Çalışanlarını ve müşterilerini korumak için aldığı tüm önlemlerle faaliyetlerine devam eden Zorlu Enerji, salgınla mücadeleye de destek olmak amacıyla bulunduğu illerdeki hastane ve sağlık çalışanlarına; 110 bin maske, 15 bini aşkın koruyucu giysi ve 160 solunum cihazı bağışladı.

Konuyla ilgili açıklama yapan Zorlu Enerji CEO’su Sinan Ak, ülke olarak büyük bir dayanışma halinde olduğumuzu vurgulayarak; “Enerji sektörü olarak dünyayı ve ülkemizi etkileyen pandemi ile mücadelede sağlık çalışanlarının hemen ardından en ön saflardayız. Onlar toplumun sağlığı, biz enerjisi için gece gündüz demeden çalışıyoruz. Kesintisiz enerji sağlamak için her koşulda çalışan bir şirket olarak topluma karşı sorumluluklarımızın farkındayız. Bu doğrultuda faaliyette bulunduğumuz illerdeki hastanelere solunum cihazı ve koruyucu ekipman göndererek bulunduğumuz bölgelerde salgınla mücadeleye destek veriyoruz.”dedi. 

Solunum cihazı ve koruyucu ekipman desteği verilen iller ise şöyle: Eskişehir, Gaziantep, Tekirdağ, Afyonkarahisar, Kütahya, Edirne, Uşak, Kırklareli, Bilecik, Kilis ve Osmaniye.

Daha iyi gelecek çevre dostu bataryalar ile mümkün

Dünya nüfusunun hızla artması, sanayi ve teknolojinin ilerlemesi, doğal kaynakların tükenmeye başlamasıyla ekolojik dengedeki bozulma giderek artıyor ve gündeme gelen çevre sorunları dünyanın geleceği hakkındaki öngörüleri karamsarlaştırıyor. Yaşamın sürdürülebilirliğinin doğal kaynakların sürdürülebilirliğine bağlı olduğunun bilinciyle 69 yıldır yenilenemeyen doğal kaynak tüketimini en aza indirerek enerji ve hammadde tasarrufunu teşvik eden ürünler tasarlayan E.C.A. SEREL,  5 yıl ürün garantisi sunduğu E.C.A. fotoselli bataryalarla su tasarrufu sağlayarak dünyamızı koruma altına almaya destek oluyor.

Birleşmiş Milletleri’in doğal kaynakları korumak, bu yöndeki farkındalığı artırmak ve teşvik etmek amacıyla 5 Haziran 1972 yılında organize ettiği, ülkemizde de her yıl 5-11 Haziran’da kutlanan Çevre Haftası, dünyanın geleceğine yönelik sorumluluklarımızı her birimize yeniden hatırlattı.  Pandemi nedeniyle oluşan hijyen esası son aylarda su tüketiminin de hızlı bir şekilde artışına neden olurken hijyenin yanı sıra suyun akışını kontrol eden fotoselli bataryalara yönelik ilgi de canlılık kazandı. ‘Doğaya ve insana saygılı’ ürünleriyle çevre dostu teknolojileri tüketicilerle buluşturan E.C.A. hijyen ve su kaynaklarını koruma altına alma esasıyla ürettiği fotoselli bataryalarla eko sistemi dengeleme bilincini bu süreçte bir kez daha kanıtladı. İşlevselliği sayesinde klasik armatür çözümlerinden çok daha fazla hijyen ve tasarruf sağlayan fotoselli batarya sistemleri,  kullanıcının elini tanıyor, dokunmadan önce açılıyor, el uzaklaştırıldığında otomatik olarak kapanan su sistemi sayesinde tonlarca su tasarrufu yaratarak hem faturaları azaltıyor hem de ekolojik döngü için sağlıklı çözümler üretiyor.  

Dünyaca kabul görmüş çevre dostu standartlar

Kovid-19 ile mücadele ettiğimiz bu günlerde hijyen esaslı ürünlerini geliştirmeye yönelik çalışmalarına hızla devam ettiklerini ve kurumun temel misyonlarından olan çevreye duyarlı ürünleri geliştirmek için de yine aynı özeni gösterdiklerini dile getiren Elmor A.Ş. Genel Müdürü Enver Öz, ”Yüzey temasını sıfırlayan fotoselli bataryalar içinde bulunduğumuz dönemde çok daha önemli bir hale geldi. Zira su tüketiminde büyük bir artış söz konusu. Tedbirlerin kişisel çemberi aşarak üretim süreçlerine ve genel tüketici tercihlerine bu duyarlılıkla yansıması gerekiyor. Örneğin bir alışveriş merkezini hafta sonları ortalama 20 bin kişi ziyaret ettiği varsayıldığında ve söz konusu AVM’deki musluklar fotoselli batarya ile değiştirildiğinde yılda 384 ton su tasarrufu sağlanabiliyor. Öte yandan su tasarruflu bataryaların debisi 7,5 lt./dak. iken, fotoselli bataryalardaki 5 lt./dak., 3 lt./dak. ya da 2 lt./dak. akış değeri seçenekleri ile daha fazla su tasarrufu olanaklı hale geliyor. Bunlar çok önemli rakamlar. Elmor olarak tüm üretim süreçlerimizi, tüm ürün gamımızı, sürdürülebilir bir dünyaya katkı sağlamak üzere şekillendiriyoruz. Tüketicilerimiz bize bu noktada sonuna kadar güvenebilirler. Ürünlerimiz LEEDv4, BREEAM, DGNB gibi uluslararası yeşil bina sertifikasyon sistemlerinde ve yönetmeliklerde belirlenen tüm emisyon kriterlerini sağlıyor. Tüm E.C.A. ürünlerimiz EPDs gerekliliklerine uygunken E.C.A. markalı bataryalarımız Water Label belgeleriyle doğa dostu yapıyı tamamlıyor ve söz konusu sertifikasyonların tümü dünyaca kabul görmüş standartları içeriyor.” açıklamasında bulundu.

Yerli üretime katkı sağlamak milli görevdir

Yerli ve milli üretime kendi sektöründe katkı sağlayan, özellikle fabrika inşaatlarıyla da fark yaratan TRYCON İnşaat’ın Kurucu Ortağı / İnşaat Mühendisi Baha Güney, diğer sektörler gibi inşaat sektörünün de pandemiden etkilendiğini ancak sektörün bu süreçten büyüyerek çıkacağına inandığını belirtti. Güney, salgın sonrasında birçok şeyin farklılaşacağını, alışkanlıkların ve yönelimlerin değişeceğini, firmaların da bu durumu göz önüne alarak çalışmalarına devam etmesi gerektiğini söyledi.

TRYCON İnşaat olarak, değişime her zaman açık olduklarını ifade eden Güney, “Ülkemize değer katmayı amaçlayan firmamız, bundan sonraki süreçte de sektörde sağlam ve istikrarlı adımlarla büyümeye devam edecek. Her zaman olduğu gibi pandemi sürecinden sonra da farklı projelerimizle adımızdan söz ettirmeyi sürdüreceğiz” dedi.

Kurulduğu günden beri edindiği bilgi birikimi ve tecrübesiyle imzasını attığı konut projeleri, endüstriyel yapılar (fabrika inşaatları, hayvan çiftlikleri ve arıtma tesisleri) gibi hizmetlerde işinde lider bir kurum olarak büyümeye devam eden TRYCON İnşaat’ın Kurucu Ortağı / İnşaat Mühendisi Baha Güney, sektörün geleceğine ilişkin umut dolu mesajlar verdi.

Baha Güney, hemen her sektör gibi inşaat sektörünün de pandemiden etkilendiğini ancak bu süreçten büyüyerek çıkacağına inandığını belirtti.

Salgın sonrası değişim yaşanacak

İçinde bulunduğumuz koronavirüs süreci hakkında değerlendirmelerde bulunan Güney, “Bu süreçten etkilenen sektörlere baktığımızda, inşaat sektörünün -%1,5 daralma ile başı çektiğini görmekteyiz. Ancak bu pandemiden sektör olarak büyüyerek çıkmak mümkün. Bunun için önce devletimize, ardından aklı, zekâsı ve çalışkanlığı ile milletimize inanmamız, güvenmemiz gerekmektedir” diye konuştu.

Salgın sonrasında artık bazı şeylerin eskisi gibi olmayacağını ve birçok şeyin farklılaşacağını belirten Güney, alışkanlıkların ve yönelimlerin değişeceğini, firmaların da bu durumu göz önüne alarak çalışmalarına devam etmesi gerektiğini kaydetti.

Türkiye, başrol oyuncularından biri olacak

Bu değişime ayak uydurmak için konut alanında hizmet veren firmaların akıllı ev, akıllı bina teknolojilerine yöneleceğini ifade eden Güney, “Firmaların çok katlı binalar yerine yatay mimariye, belli lokasyonlarda yerleşim yerine dağınık lokasyonlara dağılmaya ağırlık vermeleri gerekecek. Endüstriyel ve sanayiye dönük inşaat işlerinde de 2020’nin 4. çeyreğinden sonra büyümenin başlayacağını öngörmekteyiz. Bu öngörümüzü de dünya üzerinde kurulan yeni düzende Türkiye’nin başrol oyuncularından biri olacağı düşüncemize dayandırmaktayız. Tarımda, hayvancılıkta açıklanacak yeni reform paketleriyle, yerli ve milli üretime verilecek desteklerle, sanayi daha verimli ve güçlü hale gelecektir. Bu da yatırım ve büyüme demektir. Sanayinin büyümesi inşaat sektörünün büyümesi, inşaat sektörünün büyümesi de bu sektörden geçimini sağlayan 200 farklı sektörün büyümesi demektir” diye konuştu.

Topluma ve çevreye duyarlı projeler

Bilgi birikimleri ve tecrübeleriyle yenilikçi projeleri hayata geçirdiklerini ifade eden Güney, “Firmamızın başarısının altında verimli iş gücüne sahip olması, ileri teknolojiye odaklanması, yeniliğe ve gelişime her zaman açık olması, kararlı ve zoru başarma hedefinde olması yatmaktadır. Kaliteden ödün vermeden güvenilir hizmet veriyoruz. Teknolojik gelişmeleri yakından takip ederek sürekli kendimizi yeniliyoruz ve farklı bakış açıları ile müşterilerimiz için en iyi hizmeti sunuyoruz” dedi.

Müşteri beklentilerini yüksek kalite anlayışı ile karşılama amacıyla çalışmalarına devam ettiklerini dile getiren Güney, projelerinde topluma ve çevreye duyarlı teknolojileri kullandıklarına dikkat çekti.

Sağlam adımlarla ilerliyoruz

TRYCON İnşaat olarak değişime her zaman açık olduklarını belirten Güney, sürekli kendilerini geliştirdiklerini ve gelecek senaryolarına göre yol aldıklarını söyledi. Güney, “Ülkemize değer katmayı amaçlayan firmamız, bundan sonraki süreçte de sektörde sağlam ve istikrarlı adımlarla büyümeye devam edecek. Değişimin yaşanacağı yeni dünya düzeninde, müşterilerimizin ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda projelere imza atmaya devam edeceğiz. Her zaman olduğu gibi pandemi sürecinden sonra da farklı projelerimizle adımızdan söz ettirmeyi sürdüreceğiz” dedi.

İzocam, yalıtım ihtiyaçlarına çözüm sunuyor

5 Haziran her yıl Dünya Çevre Günü olarak kutlanıyor. Çevre korumaya katkı sağlayan ürünler geliştiren ve bu konudaki bilinçlenmeyi çok önemseyen İzocam, “sürdürülebilirlik” konusunu en önemli gündem maddelerinden biri olarak görüyor.

Dünyadaki enerji kaynakları giderek tükeniyor, gün geçtikçe artış gösteren sera gazı, küresel ısınmayı tetikleyerek doğanın dengesini bozuyor. Gelecekte daha yaşanabilir bir dünya için enerji kullanımının azaltılması ve var olan kaynakların çok daha verimli bir şekilde kullanılması gerekiyor. Ülkemizde yalıtım sektörünün oluşması ve gelişmesinde öncü bir rol üstlenen İzocam, yalıtım, enerji tasarrufu ve çevre koruma ilişkisinde toplumun farkındalığını artırmaya öncelik veriyor.

55 yıldır yalıtım sektörüne liderlik eden İzocam için “sürdürülebilirlik” konusunun en önemli gündem maddelerinden biri olduğunu ve uzun yıllardır yalıtımın sürdürülebilirliğe katkısını kamuoyuna anlatmayı ilke edinen İzocam’ın Genel Direktörü Murat Savcı şunları söyledi; “Doğru uygulamalarla yapılan yalıtım sayesinde karbon salımlarını önemli ölçüde azaltarak hem enerji giderlerini azaltmak hem de doğayı korumak mümkün. Bu nedenle, sürdürülebilirlik politikaları ile odağındaki enerji ve çevre konularına hizmet eden ürünler geliştirmek İzocam’ın en önemli görevleri arasında yer alıyor.”

EKB binalarda enerji tasarrufu sağlanmasına büyük katkı sağlayacak

1 Ocak 2020’den itibaren yürürlüğe giren Enerji Kimlik Belgesi (EKB) uygulamasına dikkat çeken ve EKB’nin binaların alım-satımı ve kiralanması sırasında ibraz edilmesi gerektiğini belirten İzocam Genel Direktörü Murat Savcı; “Enerji Kimlik Belgesi orta vadede bizim de çok önemli olduğunu düşündüğümüz binalarda enerji tasarrufu sağlanması konusunda ciddi bir katkı sağlayacak. Eski binalarda belge mevcut duruma göre veriliyor ancak yeni yapılacak veya yapılmakta olan binaların EKB sınıfının en düşük C olması gerekiyor. Bu ancak inşaat sırasında ısı yalıtımı standartlarına uygun olarak tasarlanırsa sağlanabilir. Önümüzdeki dönemde ruhsat için başvuracak olan halen inşaatı devam eden binaların ve yeni inşaatlara başlayacak olan binaların sorumluları bu konuyu mutlaka dikkate almalı ve bu konu ilgili herkesin gündeminde olmalı” dedi.

Düşük karbon ekonomisine geçişte Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı 2017-2023’ün önemini de vurgulayan Murat Savcı, “Kamu binalarında enerji verimliliğinin artırılması için yıllık hedeflerin tanımlanması, Belediyelerin enerji verimliliğine ilişkin fırsatları belirlemesi ve önlemleri uygulaması, bina sektöründe ısı yalıtımı ile enerji verimliliğinin artırılması için son kullanıcıların bilinçlendirilmesi, doğrudan ya da dolaylı olarak desteklenmesi ve yükümlülükler getirilmesi, Enerji Kimlik Belgesi düzenlenmesine yönelik teknik ve idari kapasitenin

geliştirilmesi ve bilinçlendirme çalışmaları yapılarak mevcut binalarda enerji kimlik belgesi sahiplik oranının artırılması, sürdürülebilir yeşil binalar ile yerleşmelerin sertifikalandırılması ve çevresel etkileri kapsayan yeşil sertifika kullanımının yaygınlaştırılması, mevcut durumda yeni ve satın alınacak/kiralanacak binaların C olan asgari enerji performans sınıfının B veya A sınıfına yükseltilebilmesi için yapılacak yatırımların özendirilmesi, bina sahiplerine doğrudan ya da dolaylı destekler sağlanması, enerji verimliliği önlemleri için gerekli yatırımların tasarruflar ile karşılanmasına olanak sağlayan Enerji Performans Sözleşmeleri (EPS) kullanarak kamu binalarında enerji verimliliği yatırımlarının artırılması, KOSGEB tarafından KOBİ’lere uygulanan etüt desteğinin kamu dışındaki belirli büyüklüklerdeki etüt yaptırma zorunluluğu bulunmayan ticari ve hizmet binalarında da uygulanacak şekilde genişletilmesi, enerji verimliliği projelerinin destekler veya düşük faizli kredilerle uygulanmasının yaygınlaştırılması, sektör işbirlikleri ile her bir sanayi alt sektöründeki enerji yoğunluklarının en az %10 oranında azaltılması, verimlilik artırıcı proje uygulama süreçlerinin iyileştirilerek tasarruf potansiyeli yüksek olan projelerin desteklenmesi enerji verimliliği sektörü için önemli kaldıraç vazifesi görecektir” dedi.

İzocam’ın bu kapsamda yapılarda etkin olmayan, eski, konforsuz teknolojilerin yerine yüksek etkinlikte, yeni, konforlu teknoloji içeren, enerji ihtiyacını ve kullanımını en aza indirgemek için çeşitli çalışmalar gerçekleştirdiğini ifade eden Savcı, en fazla enerji verimliliğine multi konfor binalar ile ulaşıldığını ve kentsel dönüşümün bu çerçevede büyük bir fırsat sunduğunu kaydetti ve şöyle söyledi; “Sıfıra yakın enerjili ev kavramından türemiş ve biyo iklimsel tasarımı hedefleyen, sürdürülebilir, ekolojik, ekonomik ve sosyal etmenleri göz önünde bulunduran “Multi Konfor Binalar”, yüksek enerji tasarrufuyla birlikte azami ısıl konforu sunuyor. Kusursuz akustik ve görsel konfor, kaliteli iç ortam havası, yangın korunumu ve güvenliği sağlayan, hem iç mekânlarda hem de dış mekânlarda son derece esnek tasarım çözümleri barındırabilen Multi Konfor Binalar en az % 90 enerji tasarrufu hedefliyor. Bu binalar, ayrıca Türkiye gibi enerjisinin dörtte üçünden fazlasını ithal etmekte olan ülkelerde dışa bağımlılığı azaltıcı katkılar da sağlıyor.” dedi.

Çok iyi yalıtılmış, yıllık ısıtma ihtiyacı çok düşük yani 15 kWh/m²’yi geçmeyecek şekilde planlanmış dolayısıyla geleneksel ısıtma sistemlerine gereksinim duymayan binalar olarak tanımlanan “Pasif evler kavramından türeyen Multi konfor Binalarda, binanın tüm yüzeyindeki sıcaklıklar birbirine yakın olduğundan ısı farklılıklarından dolayı hava akımı olmuyor. Mekanik havalandırma sistemiyle bina içeresinde iyi hava kalitesi elde ediliyor ve enerji kullanım ihtiyacı 15kWh/m² ile sınırlandırıldığından %90’a varan tasarruf sağlıyor. Ayrıca enerji kullanımının azaldığı oranda CO2 salımları da azalıyor.

BM’ye sunulan Ulusal Katkı Beyanı (NDC) hedeflerine ancak yalıtım ile ulaşılabileceğine de değinen Savcı “Beyanda yeni yapılan konut ve hizmet binalarının Binalarda Enerji Performans Yönetmeliği’ne uygun şekilde, enerji etkin olarak inşa edilmesinin gerekliliği yer alıyor. Diğer yandan binalarda Enerji Kimlik Belgesi oluşturularak sera gazı salımlarının kontrol altında tutulması ve enerji tüketimlerinin yıllara bağlı olarak azaltılması zorunluluğu da vurgulanıyor. NDC beyanında yeni ve mevcut binaların enerji verimli hale getirilmesinde vergi azaltımı, kredi gibi teşvik kanallarının geliştirilmesi gerekliliği ise bir kez daha hatırlatılıyor. NDC’de yer alan hedeflere ulaşılması için yeşil bina, pasif ev, sıfır enerjili ev tasarımlarının yaygınlaştırılması ile

enerji ihtiyacının minimuma indirilmesi önem taşıyor. NDC’nin Binalar ve Kentsel Dönüşüm bölümünde yer alan pasif evlere ulaşılması sadece doğru tasarım ve kalın yalıtım uygulaması ile mümkün olabilir” şeklinde konuştu.

Küresel ısınmanın günümüz de çevre açısından en büyük tehlike olduğunu belirten Savcı,  “günümüzde enerji verimli çevre dostu binaların hem dünyamızın korunması hem de ülke ekonomisi için oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Düşük karbonlu geleceği şimdiden tasarlamamız gerekiyor. Zaten “Türkiye Cumhuriyeti, 1/CP.19 ve 1.CP/20 sayılı kararlar uyarınca, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin (BMİDÇS) 2. maddesinde yer alan temel hedefini sağlamaya yönelik olarak niyet edilen ulusal katkısı (INDC) ve yürütülmesi öngörülen plan politikalar” ve hazırlanmakta olan “Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı”nın çıktıları da bu düşüncemi kanıtlar nitelikte” olduğunu sözlerine ekledi.

Arçelik iklim krizi ile mücadelede başarısını tescilledi

HABER: ÖMER FARUK YILDIRIM

Arçelik, iklim değişikliğiyle mücadele alanındaki çalışmalarıyla dünyanın en önemli çevre girişimlerinden biri olan Karbon Saydamlık Projesi’nin (Carbon Disclosure Project-CDP) 2019 İklim Programı’nda A- derecesi alarak Türkiye’de en yüksek dereceyi alan şirketlerden biri oldu.

Şirket, CDP 2019 Su Programı’nda ise B derecesini aldı. Arçelik’in, İklim değişikliği ile mücadele alanındaki öncü çalışmaları uluslararası saygın platformlar tarafından da onaylanıyor. Dünyanın en yaygın çevre girişimlerinden biri olan Karbon Saydamlık Projesi-CDP, 2019 İklim Programı’nda Arçelik’i “A-“ derecesi ile değerlendirdi. Şirket bu değerlendirme ile Türkiye’de bu dereceyi alabilen 5 şirketten biri oldu. 2019 yılında toplam 8361 şirket, CDP İklim Programı’na raporlama yaptı. Bu şirketlerden, Arçelik’in de aralarında olduğu 337 şirket, “A-“ derecesi aldı.

2012 yılından bu yana CDP İklim Programı’na raporlayan ve her yıl önemli başarılar elde eden Arçelik, geçen yıl CDP Türkiye 2018 İklim Lideri Ödülü’ne layık görülmüştü. Üç kez CDP İklim Global A Listesi’nde yer alan Arçelik, 2017 yılında hem CDP İklim Programı hem de CDP Su Programı’nda Global A Listesi’nde yer alarak dünyada bu başarıyı elde eden 25 şirketten biri oldu.

Türkiye’de 2025 yılı itibari ile üretimde karbon nötr olmayı hedefleyen Arçelik, sadece 2019 yılında yaklaşık 300 enerji verimliliği projesini hayata geçirerek, 14.500 hanenin 1 yıllık elektrik tüketimine eşdeğer, 150.000 GJ enerji tasarrufu sağladı, yıllık 12.700 ton CO2e sera gazı emisyonunun önüne geçti. Arçelik, 2020 yılı sonunda üretimde ürün başına enerji tüketimini 2010 baz yılına göre %45 azaltmayı hedefliyor.

Türkiye’de Atık Elektrikli ve Elektronik Eşya geri dönüşüm tesisleri olan tek sanayi şirketi konumundaki Arçelik, geri dönüşüm kampanyaları sayesinde, piyasadan markası ne olursa olsun topladığı yüksek enerji tüketen eski ürünlerin, enerji verimli yeni ürünler ile değişimiyle 2014 yılından bu yana yaklaşık 94 bin hanenin bir yıllık elektrik tüketimine eşdeğer, 299GWh enerji tasarrufu sağladı. Bu sayede yaklaşık 143.000 ton CO2’e sera gazı emisyonu salımını engelledi.

CDP İklim Programı’nda Türkiye’deki öncü konumlarını değerlendiren Arçelik CEO’su Hakan Bulgurlu, “Arçelik olarak ‘Dünyaya Saygılı, Dünyada Saygın’ vizyonumuzu gerçeğe dönüştürmeye odaklı iş modelimiz sayesinde kaynakları en verimli şekilde kullanmaya, döngüsel ekonomi çözümlerine odaklanmaya ve topluma değer katan projelerimize devam ediyoruz. Elde ettiğimiz bu başarı, bize doğru yolda ilerlediğimizi gösteriyor. Ancak tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 pandemisi, iklim krizi ile mücadelede daha çok yol kat etmemiz gerektiğini bir kere daha gösterdi. Ipsos’un 14 ülkede yaptığı bir araştırma, kriz sonrası küresel ısınmaya karşı atılacak adımlar konusunda hükümetlere ve iş dünyasına daha fazla baskı yapılacağını ortaya koyuyor. Araştırmaya katılanların yüzde 65’i ekonomik toparlanma sürecinde iklim değişikliği konusunun önceliklendirilmesini istiyor. Bu krizden çıkarılacak en önemli derslerden birinin, doğaya daha fazla saygı duymak ve doğal kaynakların aşırı tüketiminin önüne geçmek olduğuna inanıyoruz” dedi.

Arçelik, CDP’nin 2019 Su Programı’nda ise B derecesi aldı. Şirket; Türkiye, Romanya, Rusya, Çin ve Güney Afrika’daki operasyonlarında, 2020 yılı sonunda üretimde ürün başına ortalama su çekimini 2012 baz yılına göre %52 azaltmayı hedefliyor. 2019 sonu itibariyle ürün başına ortalama su çekimini %51 azaltan şirket, 2019 yılında gerçekleştirdiği su verimliliği projeleri ile global operasyonlarında toplamda yaklaşık 171.337 m3 su tasarrufu sağladı. Son 10 yılda ise gerçekleştirdiği su verimliliği çalışmaları ile 1,58 milyon m3 su tasarrufu sağladı. Bu miktar yaklaşık 2 milyon hanenin günlük su tüketimine eş değer.

Virüsten daha zararlısınız

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi, CHP neyin peşinde olduğunuzu az çok biliyoruz.

İstanbul üzerinden Devletimizi yıpratmak, Cumhurbaşkanımıza laf etmek, yalan video paylaşımları yaparak devletimizi küçük düşürme girişimleriniz gerçekten yetti artık.

Bu Devlet ki, ülkesini terörden korumak ister, teröristin yanında yer alırsınız.

Bu Devlet ki, ülkesini sınırlarını korumak ister, gider Suriye’nin yanında yer alırsınız.

Bu Devlet ki, ülkesinde hain FETÖ darbe girişimine amansız karşı koyar mücadele eder, siz gider FETÖ’nün yanında yer alırsınız.

Bu Devlet ki, Afrin’e girer, terörden temizler, “Ne işimiz var orada” dersiniz.

Bu Devlet ki, El Bab’a girer, terörden temizler, “Ne işimiz var orada” dersiniz.

Bu Devlet ki, Cerablus’a girer, terörden temizler, “Ne işimiz var orada” dersiniz.

Bu Devlet ki, İdlib’e girer, askerlerimizi katleden rejime dünyayı dar eder, “Ne işimiz var İdlib’te” dersiniz.

Bu Devlet ki, Libya’ya gider, kıta sahamızı kontrol altına almak, ülkemiz için oluşabilecek bir tehlikeyi önlemek için görüşmeler yapar, Dünya kabul eder, siz çıkar “Ne işimiz var Libya’da” dersiniz.

Elazığ’da deprem olur, Devletimiz anında orada, Bakanlarımız günlerce uykusuz halkın yanındadır eleştirirsiniz.

Kızılay Çadırı içine girersiniz önünde oturursunuz sonra çıkar “Deprem bölgesine Kızılay çadır kurmamış” dersiniz.

Devletimiz dev sağlık yatırımları yapar, Şehir Hastaneleri yapar, çıkar “Ne gerek var orada yatıracak hastamı var” der eleştirirsiniz.

Devlet yol yapar, köprü yapar, “Ne gerek var” der eleştirirsiniz bir de utanmadan o yolları köprüleri kullanırsınız.

Bu kadar insan kafasını kuma gömer mi?

Bu kadar vizyonsuzluk olur mu?

Bir ülkeye yapılan her yatırım, geleceğe yapılan yatırım yani 100 yıllık yatırımlar olduğunu ön göremez mi?

Bu zihniyet bu beyinsiz olanlar öngöremez, düşünemez istese de yapamaz, yani beceremez öyle bir dertleri yoktur.

Peki nedir dertleri?

Halen bilmiyor musunuz?

Ülkeyi parçalamak bölmek, teröristlere teslim etmek, ABD ve Avrupa’ya peşkeş çekmek amaçları bu maalesef.

Dünya’nın başına bela olan bir virüs ile mücadeleye başladık, başta ABD olmak üzere, medeniyetin beşiği olan Avrupa, sağlık alanında adeta dibe vurdular bittiler çaresiz kaldılar. Türkiye, ülkemiz son 18 yılda yaptığı yatırmalar sayesinde Dünya’da Kovid-19 ile en iyi mücadele eden ülke konumuna gelmiştir.

Ya çıkın bir kerede yapanlardan “Allah razı olsun” deyin utanmazlar.

50’nin üzerinde ülkeye sağlık malzemesi yardımı yapıyoruz.

Dünya gelip nasıl yaptığımızı, nasıl çalıştığımızı, hastanelerimiz, yoğun bakımlarımız ne durumda diye bu başarıyı yerinde inceliyorlar, ağızları açık kalarak Türkiye’yi izliyorlar, taktir ediyorlar, “Biz neden yapamıyoruz” diyorlar, yaşlılarını resmen ölüme terk ediyorlar biz ise yaşlı genç çocuk herkese bebek gibi itina ile tedavi ediyoruz, tüm dünya hastalarına tedavi sürecinde ücret talep ederken bizim Devletimiz karar alıyor, özel hastaneler dahil tüm sağlık birimler Kovid-19 hastası olan herkes ücretsiz tedavi edilecek deniliyor. Dünya maske kavgasına düşmüşken, okullarımız dahil maske ve dezenfekten üretiyor ve bedava dağıtılıyor.

Ülkesini vatandaşına 200 Milyarlık bir destek sağlıyor.

Esnafına, işçisine, emeklisine, nakdi destekler devam ediyor, kredi kaynakları açıldı.

Sokağa çıkma yasağı olan 65 yaş ve üzeri 20 yaş ve altı sokağa çıkama yasağı olan vatandaşlarımıza ulaşmak ve ihtiyaçları karşılama noktasında desteğimiz devam ediyor.

Siz ne yapıyorsunuz?

Tek, tek yazamayacağım. Adeta bu ülkeye ihanet ediyorsunuz!

Yukarıda belirttim takındığınız tavırları.

Ya be arkadaş şimdi olağanüstü bir süreçten geçiyoruz ne kadar beyinsizsiniz, hainsiniz siz yaaa.

Vallahi virüs sizin yanınızda masum kalıyor.

Ekonomi üzerinden saldırma, İBB üzerinden yalan videolarla halkı kandırma ve devletimizi küçük düşürmek için algı yaratma.

Daha ne söyleyeyim.

Şunu söyleyeyim, bu ülke halkı sizden bıktı, vallahi virüsten daha zararlısınız.

Bu ülkeye ihanet etmekten vazgeçin artık, rezil kepaze oluyorsunuz.

Bir kez çıkın “Ülkemle gurur duyuyorum” deyin.

Ya da çıkın “Bu mücadelede Devletin yanındayız” deyin bir tarafınız eksilmez.

Rahmetli Gazi Mustafa Kemal Atatürk yaşıyor olsaydı şimdi bu Devleti ile kesinlikle gurur duyardı…

Dönüşüm faaliyetleri kesintisiz sürdürülmelidir

Ayıklama tesislerinde otomasyon ve teknolojik gelişmelerden faydalanmak, daha az manuel ayıklama gereksiniminin yanı sıra daha yüksek saflık oranlarına imkan tanıyor.

Yeni tip koronavirüs COVID-19 kaynaklı küresel salgının hızla gelişen etkileri nedeniyle hükümetler ve şirketler, insanların yaşamını ve yaşam kaynaklarını korumak için benzeri görülmemiş önlemler uyguluyorlar. Birçok ülkede temel hizmetler olarak kabul edilen atık ve geri dönüşüm sektöründe de zor zamanlar yaşanıyor. TOMRA Sorting Geri Dönüşüm’ün sunduğu teknoloji ve çözümler, daha yüksek saflık oranlarında ürün kazanımını sağlarken geri dönüşüm sektöründe yaşanan hijyen zorluklarına da çözüm oluyor. 

Geri dönüşüm endüstrisi, sıkıntıyı hissediyor

Geri Dönüşüm alanında da korona virüs kaynaklı etkiler nedeniyle toplama hizmetlerinde ve uygulamalarında yapılan değişiklikler ile çalışanların korunmasını amaçlanıyor.  Geri dönüştürülebilir malzemelerin edinilmesi, toplum ile yüksek oranda etkileşime ihtiyaç duyuyor ve geri dönüşüm süreci sıklıkla işçilerin yakın temasını gerektiriyor. Bu nedenle dünya genelinde pek çok noktada geri dönüştürülebilir malzemelerin tamamının veya bir kısmının toplanması geçici olarak durdurulmuş durumda. Birleşik Devletler’de, Michigan ve Güney Kaliforniya tesisleri kaldırım kenarlarında bulunan geri dönüşüm malzemelerinin toplanmasını durdurarak, bunun yerine atık depolama alanlarına yöneldi. Birleşik Krallık’ta, insanlar arasındaki yakın temasın ve virüsün yayılmasının önlenmesi amacıyla bazı konseyler çöp toplama hizmetlerini azaltırken, bazıları ise geri dönüşümü tamamen durdurdu. 

Koronavirüs kaynaklı risklerin azaltılması amacıyla ABD Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği İdaresi (OHSA), yayınladığı rehberde  atık toplama kurumlarının, potansiyel veya bilinen COVID-19 bulaşımı olan katı atıkların tıpkı bulaşım olmayan diğer atıklar gibi işlenmesini tavsiye ederken; işçilerin atık ve geri dönüşüm malzemesi ile temasının önlenmesi amacıyla olağan teknik ve idari önlemlerin, güvenli çalışma uygulamalarının, delinmeye dayanıklı eldiven, yüz ve göz koruması gibi kişisel koruyucu donanımın (KKD) kullanımını öneriyor. 

İşçi etkileşimini en aza indirmek üzere geri dönüşüm şirketleri, virüse maruziyetin önlenmesi amacıyla kademeli toplama vardiyaları gibi bir takım uygulamalar düzenliyor. Sosyal mesafe için manuel ayıklama yapan işçi gücünün yeniden konumlandırılması ve kademeli molalar hayata geçiriliyor. Çalışanların yeniden konumlanmasının mümkün olmadığı durumlarda, güvenliğin geliştirilmesi için işçiler arasına geçici bariyerler konuluyor.

Türkiye’de de sektörün etkilendiğini belirten TOMRA Sorting Geri Dönüşüm Türkiye ve Ortadoğu Satış Müdürü Serkan Orhan açıklamasında; “Son gelişmeler, geri dönüştürülebilir malzemeleri toplama ve ayıklama sistemlerimizin kurumsal yeterliliğini geliştirmemiz gerektiğini bir kez daha gösterdi.  Şu anda geri dönüşümün bir çok alanında hammadde kısıtlı ama geri dönüştürülmüş malzemeye olan talep hala yüksek seviyelerde. Bu bağlamda ambalaj atıklarını ayrı toplama ve ayıklama ayrıca evsel atıklar içerisinde kalan geri dönüştürülebilir ürünlerin en yüksek seyiyede ayıklaması için gerekli yatırımların önemi bir kez daha anlaşıldı. Öte yandan atık alanında ayıklama işlemleri her zaman çok zordur, çalışma koşulları insanlar için güçtür. Giriş malzemesi ne olursa olsun atıktır fakat çıkış malzemesi endüstri için stabil bir hammadde olmak zorundadır. Bu nedenle insan etkisini azaltan otomasyon çözümleri ile hem çalışanların sağlığı korunabilir hem de her zaman aynı kalitede ürün, yüksek kapasitelerde sağlanabilir” şeklinde belirtti. 

Tedarikte zorlanmak

Avrupa’da tüketicilerin satın alma ve geri dönüşüm alışkanlıkları, geri dönüş oranlarının azalması ile birlikte, Avrupa’nın en yaygın olarak geri dönüştürülen plastik türü olan geri dönüştürülmüş polietilen tereftalat (rPET) pazarının vergilendirilmesiyle, işlenmemiş PET talebinde ani bir artış gösterdi. Fransız geri dönüşüm operasyonları da, piyasanın normal şartlar altında rPET ve geri dönüştürülmüş poliolefinler için yoğun sezonunun başlangıcı olan bir zamanda, polietilen ve polipropilen için daha düşük toplama oranları öngörüyor. 

Otomasyon ve teknolojik gelişmeler

Atık ve geri dönüşüm endüstrileri, öngörülebilir gelecek için malzeme ve iş gücü sıkıntısından doğan bir sorun ile karşı karşıya bulunuyor. Geri dönüşüm operasyonları, ellerinde bulunan malzemelerden daha az çalışan ile en fazla çıktıyı elde etmek zorundalar. TOMRA Sorting Geri Dönüşüm Global Satış ve Pazarlama Başkanı Fabrizio Radice, “Ayıklama otomasyonunda, geri dönüşüm operasyonlarının gerek ilk gerekse ileri ve son süreçlerinde manuel ayıklama yapan iş gücü sayıları azaltılırken malzeme saflığının arttırılmasında yardımcı olan gelişmeler sunuluyor” diye belirtiyor. 

Çin National Sword (Ulusal Kılıç) uygulaması, 2017 yılında tesis kurucuları ile MRF ve metal geri dönüşüm sahalarında kullanılan ekipmanların üreticileri için inovasyon çarklarını döndürmeye başladı. Ulusal Kılıç öncesinde, yüzde 10’a kadar yabancı madde içeren geri dönüştürülmüş ürünler kabul görmekteydi. Sonrasında ise en fazla yüzde 0.05’lik yabancı madde oranı şart koşuldu ve diğer ülkeler de zamanla Çin’in bu hareketini takip etti.

TOMRA Sorting Geri Dönüşüm Metal Satış Müdürü Eric Thurston, “Endüstri, malzeme geri kazanımından geri dönüştürülmüş ürün sürecine evrildi. Şirketler, ayıklama sürecinin işin önemli bir bölümünü yapmasını istiyor; bu da ancak teknoloji ve otomasyonun kullanılması ile mümkün olabilir” diyor. 

Ekipman otomasyonu, karışık malzemelerin geri dönüşüm sürecinin başlangıç aşamasından itibaren daha iyi ayrıştırılmasına yardımcı oluyor. Daha gelişmiş ön taramanın ve ayrıştırma ekipmanının yaygın kullanımı, kağıt, kap, cam ve metallerin boyut, renk, yoğunluk ve malzeme özellikleri açısından daha iyi sınıflandırılmasını sağlıyor. Eric Thurston, “Ön uçtaki ayrıştırma ne kadar iyi olursa, arka uçtaki ayıklama o kadar verimli oluyor ve daha az manuel ayıklama iş gücüne ihtiyaç duyuluyor” diyor.

Ayıklama teknolojisindeki kayda değer gelişmeler, malzemenin nihai ürüne dönüştürüldüğü nokta olan sürecin arka ucunda, nihai ürün kalitesi için ihtiyaç duyulan manuel ayıklama yapan işçi sayısının azaltılmasına yardımcı oluyor. Geçtiğimiz üç yıl içerisinde sunulan yeni lazer teknolojileri, metal ve kağıt ürünlerdeki yabancı maddelerin ayıklanmasını mümkün kılıyor. Sensörlerdeki gelişmeler, PET ve kağıt malzemeler içerisindeki moleküler farklılıkların belirlenmesine ve daha temiz ürün ayıklamasına olanak tanıyor. 

TOMRA Sorting Kuzey Batı Amerika Geri Dönüşüm Saha Satış Müdürü Nick Doyle, “Sürecin bütününe yönelik sistem-odaklı düşünce yaklaşımı geliştirerek ve ön ve arka uçları bir arada iyileştirerek, MRF operatörlerinin manuel ayıklama iş gücü sayılarını bazı durumlarda %50 ve daha fazla azaltmalarına yardımcı oluyoruz. Bu yalnızca koronavirüs salgını olan şu günler için faydalı olmakla kalmıyor, aynı zamanda operatörlerin işçilerinin yeteneklerinin daha iyi değerlendirmelerini ve yıllık olarak ciddi maliyet tasarrufu elde etmelerini sağlıyor” diyor. 

Dijital trendler

Günümüzde, verimliliklerinin daha da arttırılması amacıyla geri dönüşüm süreçleri, daha fazla birbirine bağlanabiliyor. Ayıklama makineleri, bir internet bağlantısıyla uzaktan erişilebilecek şekilde, sürecin ne zaman çalıştığı, çalışma süresi, çıktı ve servis uyarıları gibi operasyonel verileri toplayabiliyor. Bu durum, yöneticilerin ekipman ve işlem hakkında veri bazlı karar verebilmelerine, operasyon verimliliğinin geliştirilmesine ve ayıklama hassasiyetinin arttırılmasına olanak sağlıyor.

Daha fazla veri, önemli ölçüde geliştirilmiş bilgi işlem becerileri ile birlikte, ayıklama ekipmanlarında eskiye kıyasla çok daha karmaşık problemlerin çözümlenmesinde yapay zeka (AI) kullanımını arttırmış durumda. Robot ayıklayıcılar ve sensör tabanlı ayıklama ekipmanları, atık akışındaki yapıları tanımak ve daha akıllı ayıklama işlemleri gerçekleştirmek için daha gelişmiş makine öğrenimi becerileri ile donatılıyor. Nick Doyle, bir yandan kaliteyi arttırırken diğer yandan manuel ayıklama iş gücü ihtiyacını azaltmak amacıyla operatörlere, gelişmiş optik ayıklayıcıları AI kullanan robotlarla eşleştirmelerini öneriyor. 

Ayıklama sonuçlarının geliştirilmesi için bir sürecin iyileştirilmesi gerekip gerekmediği konusunda son bir değerlendirme olarak Nick Doyle, “Son üç sene içerisinde ayıklama süreçleri iyileştirilmediyse, süreç mümkün olan seviyede verimli olmayabilir ve şirket gerekenden daha fazla manuel ayıklama iş gücü çalıştırıyor olabilir. Şimdi hacim ve işgücü mevcudiyeti az iken işleme sürecine otomasyon yatırımı yapmak, işletme üzerindeki virüs etkisini azaltmaya ve işletme salgın öncesi seviyelerine döndüğünde karşılığını ödemeye yardımcı olabilir” diye öneriyor.

Enerjiye bağımlı olmayan Türkiye inşa ediliyor

Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği Başkanı Hakan Yıldırım: Rüzgar sektörü, enerjiye bağımlı olmayan Türkiye’yi inşa ediyor

Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği Başkanı Hakan Yıldırım, “Yıl sonunda uygulamadan kaldırılacak olan Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması’nın yeni fiyat ve şartlarla mutlaka devam etmesi gereklidir” diyerek YEKDEM’in teşvik değil, sektörü ayakta tutan ve projeleri finanse edilebilir hale getiren bir destek mekanizması olduğunu dile getirdi.

Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği (TÜREB) Başkanı Hakan Yıldırım, Türkiye’nin karasal rüzgar enerjisi potansiyelinin eski hesaplanmaların üzerinde olduğunu düşündüklerini belirterek, “Yıllar önce hazırlanan rüzgar potansiyeli haritasına göre, Türkiye’nin rüzgar enerjisi kapasitesi karasal alanda 48 bin megavat seviyesinde. 10 yıl önceki ölçümler, kanat uzunlukları, kule yükseklikleri, jeneratör kapasiteleri yıllar içinde çok gelişti. Kapasitenin 100 bin megavatın üzerinde olduğunu tahmin ediyoruz.” dedi.

Yıldırım, yaptığı açıklamada, Türkiye’nin geçtiğimiz ay baz alındığında kurulu rüzgar gücünün 8060 megavat seviyesini aştığını söyledi.

Rüzgar enerjisinin, Türkiye’nin enerji portföyünde önemli payı bulunduğuna ve yenilenebilir, temiz, çevre dostu bir enerji kaynağı olduğuna işaret eden Yıldırım, ülke çapında toplam 3 bin 285 türbinin kurulu bulunduğunu ifade etti.

Yıldırım, sektörde kurulu gücün 10 yılda 10 kat arttığını ve geçen yıl sonu itibarıyla da 198 santrale ulaşıldığını belirterek şöyle konuştu:

“Yıllar önce hazırlanan rüzgar potansiyeli haritasına göre, Türkiye’nin rüzgar enerjisi potansiyeli karasal alanda 48 bin megavat seviyesinde. 10 yıl önceki ölçümler, kanat uzunlukları, kule yükseklikleri, jeneratör kapasiteleri yıllar içinde çok gelişti. Kapasitenin 100 bin megavatın üzerinde olduğunu tahmin ediyoruz. 10 yıl önce türbin güçleri ortalama 2 megavat, kanat uzunlukları 40-45 metre, kule yükseklikleri ise 80 metre civarındaydı. Bugün ise 5-6 megavat seviyesinde jeneratörler, 70-80 metre uzunluktaki kanatları taşıyor ve bunlar 150-160 metre yükseklikteki kulelere monte ediliyor. 10 yıl önce belirlenen 48 bin megavatı yerleştirecek 24 bin türbin pozisyonu var ise bu 24 bin pozisyona bugün 5 megavatlık türbinlerden yerleştirsek 120 bin megavat kapasite elde edebiliriz. Biz rüzgar enerjisini bir memleket meselesi olarak ele aldık. İşimizi daima bu hassasiyetle yaptık. Teknoloji her alanda olduğu gibi rüzgar sektöründe de oldukça hızla ilerliyor. Rüzgar enerjisi, teknolojinin hiç durmadan gelişmesiyle kapasitesini ve kullanım alanlarını her geçen gün artırıyor ve artıracak.”

Yeni destek mekanizma beklentisi

Yıldırım, yıl sonunda uygulamadan kaldırılacak Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması’nın (YEKDEM) yeni fiyat ve şartlarla mutlaka devam etmesi gerektiğini, YEKDEM’in teşvik değil, sektörü ayakta tutan ve projeleri finanse edilebilir hale getiren bir destek mekanizması olduğunu dile getirdi.

Rüzgarda açıklanması beklenen yeni mekanizmanın bir an önce ilan edilmesinin, yatırımcı ve sanayici açısından kritik önem taşıdığını vurgulayan Yıldırım, “Türkiye rüzgar sektöründe ciddi bilgi birikimine sahip. Dünya devi firmalara tedarik sağlayan şirketleri barındıran, 15 bin kişi istihdam eden, imalat kabiliyetinin yüzde 60-70’ini ihracat yapmak için kullanan ve her sene 900 milyon dolarlık doğal gaz ithalatını önleyen bir sektörün daha da gelişmesi enerji bağımsızlığı anlamında ülke için kazanç olacaktır.” değerlendirmesinde bulundu.

Wilo “sosyal mesafe korumalı” çözümler sunuyor

Yüksek teknoloji ile suya yön veren Wilo, koronavirüs nedeniyle evden çalışma eğiliminin arttığı ve sosyal mesafenin hayati önem taşıdığı bugünlerde Wilo-Live Assistant ile servis hizmetlerine mobil ve dijital bir çözüm sunuyor. İş ortakları ve müşterilerine yönelik sosyal bir platform olan Wilo Social uygulaması ve Wilo eAcademy dijital eğitim projelerinin ardından online servis hizmeti Wilo-Live Assistant’ı hayata geçiren şirket, bu sayede müşterilerinin pompa sistemleri hakkında tüm soru ve sorunları için bulundukları noktadan servis hizmetlerine canlı ve gerçek zamanlı video iletişimi ile kolaylıkla ulaşabilmelerini sağlıyor. Kullanımda olan ve garanti süreleri dolan ürünleri için de yeni düzenlemeler yaparak garanti sürelerini uzatan Wilo, kişisel temastan kaçındığımız bu günlerde iş ortakları, müşterileri ve çalışanlarının sağlığını korumaya yönelik önlemler almaya devam ediyor. 

İleri teknolojisi ile dünya kaynaklarını korumaya katkıda bulunan yeni nesil ürün, hizmet ve çözümler geliştiren pompa üreticisi Wilo, dünyayı ve ülkemizi etkisi altına alan salgınla mücadele sürecine uyum kapsamında çalışmalarını hız kesmeden sürdürüyor. Evden çalışma ve sosyal mesafeyi korumayı destekleyen uygulamalar hayata geçiren Wilo, sosyal platform uygulaması Wilo Social ve pompa sistemleri çözümlerine ilişkin dijital eğitim serisini içeren Wilo eAcademy’e ek olarak servis hizmetlerini kapsayan Wilo-Live Assistant projesini de devreye aldı. 

Wilo-Live Assistant ile her an gerçek zamanlı ve görüntülü servis desteği sunuluyor

Teknoloji öncüsü pompa üreticisi Wilo, içinde bulunduğumuz dönemin şartlarına hızla adapte olarak servis hizmetlerine özel hazırladığı mobil ve dijital çözümü Wilo-Live Assistant ile müşterilerine kesintisiz destek sunuyor. Bu sayede Wilo müşterileri, pompa ve pompa sistemleri hakkında tüm soru ve sorunları için bulundukları noktadan kolaylıkla servis hizmetlerine ulaşarak canlı ve gerçek zamanlı video iletişimi ile destek alabiliyor. Görüntülü destek sisteminden yararlanmak isteyenlerin servis hizmetlerini arayarak, SMS yoluyla kendilerine iletilen bağlantı linkine tıklayıp anlık kamera erişimine izin vermeleri gerekiyor. Canlı ve gerçek zamanlı video iletişimi ile Wilo servis yetkilileri, sistemin kurulu bulunduğu alanı ve sistemle ilgili tüm detayları görerek yaşanan sorunla ilgili yönlendirmelerde bulunuyor ve sorunun çözülmesini sağlıyor. Bununla birlikte servis hizmetlerine 7/24 telefon desteği veya e-mail yoluyla ulaşma imkanı da sunan Wilo, gelen tüm talepleri hızlı ve etkin bir şekilde yanıtlıyor. 

Kullanımda olan ürünlerin garanti süreleri uzatıldı 

Wilo, dijital uygulamalarının yanı sıra garanti süreleri konusundaki yeni düzenlemeleriyle de müşterilerine destek olmaya devam ediyor. Aktif olarak kullanılan ve garanti süreleri bu yılın Mart ve Nisan aylarında sona erecek olan ürünleri kapsayan bu uygulamada, Wilo müşterilerinden ek bir ücret talep etmeden ürünlerinin garanti sürelerini iki ay daha uzatıyor. Böylelikle garanti süresi 01-31 Mart 2020 tarihleri arasında dolacak olan ürünlerin garanti süresi 31 Mayıs 2020 tarihine kadar ve garanti süresi 01-30 Nisan 2020 tarihleri arasında dolacak olan ürünlerin garanti süresi ise 30 Haziran 2020 tarihine kadar uzatılmış oluyor. 

Wilo eAcademy ile dijital eğitimler devam ediyor

Wilo, hayatın evlerden devam ettiği bu günlerde pompa ve pompa sistemlerine yönelik dijital eğitimlerini de ara vermeden sürdürüyor. Eğitime katılmak isteyenler, Wilo Social uygulaması üzerinde yer alan eAcademy bölümünden ihtiyaç duydukları eğitime kaydolma ve bulundukları ortamdan eğitime katılma olanağı da buluyor. Wilo’nun uzman kadrosu tarafından verilen eğitim serisi, pompa ve pompa sistemleri hakkında pek çok konuda detaylı bilgiler içeriyor. Eğitimlere online olarak katılma şansı olmayanlar ise uygulamanın eAcademy bölümünden diledikleri eğitimin notlarına veya sunumlarına ulaşabiliyor ve eğitimi veren kişiye sorularını iletebiliyor. 

Wilo Hakkında 

Pompa sistemleri sektörünün lider markası Wilo, binalarda, endüstride ve altyapı uygulamalarında bulunan ısıtma, soğutma, havalandırma sistemlerinin yanı sıra su temini ve atık su uygulamalarında da kullanılıyor. 

Temelleri 1872 yılına dayanan Almanya-Dortmund merkezli Wilo, 1928’de dünyanın ilk sirkülasyon pompasını üreterek yerelden global oyunculuğa adım attı. Yaklaşık 150 yıldır pompa ve pompa sistemleri sunan marka, bugün 10 bine yakın ürün gamı ile enerji kaynaklarının akıllı ve verimli kullanıldığı bir dünya için çözümler sunuyor. 70’in üzerinde ülkede üretim ve dağıtım şirketi, 16 üretim tesisi ve 7 bin 800 çalışanı ile yaklaşık 1,5 milyar Euro ciroya sahip olan Wilo; insanlar, ürünler, hizmetler, fabrikalar ve makineler arasında akıllı ağ bağlantıları oluşturarak akıllı çözümleri hayata geçirmek için dijitalleşmeden etkin şekilde yararlanıyor. Wilo’nun dijitalleşme stratejilerinin en belirgin örnekleri arasında Almanya’nın Dortmund şehrindeki merkezini ‘Akıllı Fabrika’ kimliği ile yeniden şekillendirmesi yer alıyor. 300 milyon Euro’luk yatırımla dijital bir üretim tesisi olarak hayata geçirilen ve Nisan 2020’de faaliyete geçmesi planlanan Dortmund fabrikası, Wilo tarihindeki en büyük yatırım olarak dikkat çekiyor. Tarihinde pek çok parlak kilometre taşı bulunan Wilo, dünyanın ilk akıllı pompası olan Stratos MAXO’yu geliştirerek dijitalleşme alanında bir ‘ilk’e daha imza attı. Ürünlerin ötesinde sunduğu çözümler, süreçler ve iş modellerinde de dijitalleşen Wilo, teknoloji odaklı bir şirket olarak Endüstri 5.0 ekonomisine hazırlanıyor. Uzun vadeli stratejisinin bir parçası olarak önümüzdeki yıllarda dünyaya hızla yön verecek altı küresel mega trend tanımlayan Wilo; globalleşme, akıllı şehirler, enerji sorunu, iklim değişikliği, kuraklık ve dijital dönüşüm olarak belirlediği mega trendlere karşı nasıl bir çözüm geliştirebileceği üzerinde çalışmalar yapıyor. Suya ve geleceğe yön verme hedefi doğrultusunda yol alan Wilo’nun, yüksek teknolojisi ve köklü geçmişiyle değer kattığı ülkelerin başında Türkiye geliyor. Pazara girdiği 1992 yılından sonra hızlı bir şekilde büyüyen Wilo’nun Türkiye operasyonu, 1997’de markanın dünyadaki malzeme temin merkezlerinden biri olarak tescil edildi. Her yıl başarı grafiğini yükselten Wilo Türkiye, 35 bayisi, 90’a yakın merkez çalışanı ve ürün gamı özelinde uzmanlaşmış servis kadrosu ile Türkiye çapında yaklaşık 1000 kişilik bir ekip olarak hizmet veriyor. Wilo Türkiye, sektörün Avrupa’daki LEED Gold Sertifikası’na sahip ilk yeşil binasında faaliyet gösteriyor. 

Fatih sondaj gemisi derin sondaj yapacak

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Dönmez, “Hem Doğu Akdeniz’de hem de önümüzdeki temmuzdan itibaren Karadeniz’de ilk defa kendi milli sondaj gemimiz Fatih ile derin sondajımızı yapmayı planlıyoruz” dedi.

Bakan Dönmez, Doğu Akdeniz’de birçok aktörün Türkiye’yi başından beri denklemin dışında tutmaya çalıştığını ifade eden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez,”Şimdi asıl bizi dışarıda tutmak isteyenler oyun dışında kaldı. Bu krizi belki bahane ettiler, oradan çekildiler. Bizim çok daha önceden yaptığımız hazırlıklar vardı. İş planımıza sadığız. Mümkün mertebe iş programına bağlı kalarak ilerleyeceğiz. Hem doğu Akdeniz’de hem de önümüzdeki temmuzdan itibaren Karadeniz’de ilk defa kendi milli sondaj gemimiz Fatih ile derin sondajımızı yapmayı planlıyoruz.” dedi.

Libya ile yapılan mutabakat zaptına değinen Dönmez, sürecin başladığını ve Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının bu bölge için ilk arama başvurusunu yaptığını söyledi.

Dönmez, süreç tamamlanır tamamlanmaz ilk sismik araştırma faaliyetlerine başlanacağını da sözlerine ekledi.

Türkiye, 2011’de KKTC ile Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması ve 2019’da Libya ile Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası imzaladı. Türkiye, bu kapsamda Doğu Akdeniz’de KKTC’den alınan ruhsat bölgelerinde sondaj ve sismik arama faaliyetlerine hız kesmeden devam ediyor.

Fatih sondaj gemisi, Fatih Sultan Mehmed Han’ın ismini taşıyor

2011 Güney Kore yapımı Fatih sondaj gemisi, 12 bin 200 metre derinlikte çok yüksek basınç altında deniz sondajı yapabilme becerisine sahiptir.

Fatih, önceki adıyla Deepsea Metro II, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın sahibi ve işletmecisi olduğu ultra derinsu sondaj gemisidir. 2011’de Güney Kore’de inşa edilen gemi, 229 m uzunluğundadır. Denizlerde 12.200 metre derinlikte sondaj yapabilmektedir. Geminin uzunluğu 229 metre olup, geminin adı Fatih Sultan Mehmed Han’dan gelmektedir.

Hyundai HeavyIndustries şirketi tarafından inşa edilen Fatih sondaj gemisi sahibi Türkiye Petrolleri A.O. (TPAO)’dır. Fatih sondaj gemisi 6. nesil üst düzey teknolojiye sahip bir gemi olup, aktif konumlandırma sistemi sayesinde 6 metre yükseklikteki dalga boyunda bile sabit kalarak operasyonlarını sürdürebilmektedir.

Kendi sınıfındaki 16 gemi arasından sıyrılarak böylesine yüksek teknolojiye sahip dünyanın ilk 5 gemisi arasına giren Fatih, sondaj esnasında çevreye, deniz yaşamına ve canlılara hiçbir zarar vermeyen çevre dostu bir teknoloji kullanmaktadır.

Türkiye evden çalışmaktan memnun, ama sıkılıyoruz

Ülkemizde ilk COVID-19 vakasının duyurulmasından bu yana bir aydan fazla süre geçerken, iş hayatı da evden çalışma düzenine taşındı. Wizsight Araştırma ve Poltio.com salgın döneminde bireylerin ve şirketlerin çalışma düzenini ortaya koymak için yaptıkları araştırmada, Türkiye’de salgın öncesinde birkaç iş alanı dışında evden çalışmak bir hayalken, her iki kişiden birinin işinin evden çalışmaya uygun olduğunu düşündüğünü ortaya koydu.

Araştırmaya göre; evden çalışma düzenine geçen her 10 katılımcıdan 7’si evden çalışmaktan memnun, ve yarısından fazlası kendini daha verimli hissediyor. Evden çalışma sayesinde, trafikte vakit geçirmemek ve serbest kıyafetle çalışmak avantaj olarak görülürken, en büyük sorun ise sosyalleşememek. 

Yeni yılın ilk günlerinden itibaren dünya gündemini belirleyen COVID-19 Koronavirüs salgını, iş hayatında keskin bir değişime neden oldu. Türkiye’de ilk COVID-19 (Koronavirüs) vakasının duyurulmasından (11 Mart) bu yana bir aydan fazla süre geçerken, kimimiz bu salgın boyunca çalışmak zorunda, kimimiz ise çalışamayacak durumda. “Şanslı” olarak nitelendirebileceklerimiz ise bu dönemde evden çalışma olanağını elde etmiş durumdalar. Wizsight Araştırma ve Poltio.com’un, salgın sürecinde evden çalışanlar ve uzaktan çalışmaya yeni başlayanların ne düşündüğüne ve salgın sonrası iş hayatını ne tür değişikler beklediğine yönelik yaptığı araştırma ilginç sonuçlar ortaya koydu.  

Araştırmanın Künyesi

Koronavirüs salgını döneminde bireylerin ve şirketlerin çalışma düzenini ortaya koymak için 26 Mart-9 Nisan tarihleri arasında Wizsight Araştırma, Poltio.com’un iş birliği ve Hadi’nin desteği ile Türkiye’de iş gücüne katılan nüfusu temsilen %67’si erkek ve %33’ü kadın 800 görüşmeci ile gerçekleştirilen çalışmada 15-55 yaş arası katılımcılarla görüşülmüştür. Tüm görüşmeler CAWI yöntemi kullanılarak online olarak gerçekleştirilmiştir.  Katılımcıların %57’si özel sektörde çalışanı, %18’i kamuda çalışıyor ve %13’ünün ise kendilerine ait şirketleri/ ajansları var.

Kaçımız evde, kaçımız değil? Hangimiz izinli, hangimiz izinli değiliz?

Katılımcıların yarısı yaptıkları işin evden çalışma düzenine uygun olduğunu düşünmektedir. 2000’li yılların başında belirli birkaç iş dışında evden çalışmak ileri bir hayalken şimdi her iki kişiden biri işinin evden çalışmaya uygun olduğunu düşünüyor. 

Aynı zamanda, katılımcıların %40’ı Koronavirüs salgını sebebiyle evden çalışma düzenine geçerken, %29’u evden çalışma düzenine kısmen geçtiklerini belirtmiştir.  Şirketlerin yerel ve global olması da evden çalışma sistemine geçiş konusunda etkileyici bir faktör olarak dikkat çekiyor. Global şirketlerde çalışan katılımcıların %63’ü tamamen evden çalışma düzenine geçtiklerini belirtirken, yerel şirketlere çalışanlarda bu oran %36. EK – 1’de ilgili grafiği görebilirsiniz.

Hala ofislerinden evden çalışma düzenine geçmeyen katılımcıların %26’sı zorunlu ücretli izin kullanırken, %23’ü ise ücretsiz izin kullanmak durumunda kalmıştır. Öte yandan tamamen evden çalışmaya geçemeyen katılımcılarımız ‘’vardiyalı ofise gitmek’’ veya ‘’hafta bir-iki gün ofise gitmek’’ gibi sistemlerle çalışmaya devam ettiklerini belirtmiştir. 

Ne zamandır evdeyiz?

Katılımcılarımızın yarısından fazlası 1 ayı aşkın süredir evden çalışıyor. Evden çalışma düzenine geçen katılımcıların %36’sı ise bu düzene 16 Mart 2020 tarihinden önceki bir tarihte geçtiklerini belirtiyor. Buna paralel olarak, çalışmalarına en fazla evden devam eden kişiler olan işyeri/ ajans sahiplerinin %55’i evden çalışmaya 16 Mart 2020 tarihinden önceki bir tarihte geçtiğini belirtmiştir. Evden çalışma sistemine en geç geçenler ise kamu çalışanları olmuştur. Evden çalışan her 3 kamu çalışanından biri 23 Mart tarihinden sonra evden çalışmaya başladığını belirtmiştir. 

Memnun muyuz?

Evden çalışma düzenine geçen her 10 katılımcıdan 7’si evden çalışmaktan memnundur. Benzer bir şekilde evden çalışan katılımcılarımızın yarısından biraz fazlası (%55) evden çalışmanın kendilerini daha verimli hale getirdiğini düşünmektedir.  

Evden çalışmanın çalışan gözünden avantajları…

Katılımcılara evden çalışma düzeninin avantajları sorulduğunda, 3 temel avantaj göze çarpmaktadır: yolda vakit geçirmemek (%37), rahat kıyafetler ile çalışabilmek (%34) ve daha geç uyanabilmektedir (%31).

35 yaşından genç katılımcılar daha geç uyanabilmeyi ve çalışma ortamını istediği gibi şekillendirebilmeyi 35 yaşından daha büyük katılımcılara göre daha sıklıkla avantaj olarak değerlendirmektedir. 

Evden çalışmanın dezavantajları neler?

Wizsight Araştırma’nın gerçekleştirdiği araştırmaya katılan Türkiye iş gücü temsili katılımcılara göre, sosyalleşememek (%41), ekip arasında koordinasyonsuzluk ve iş akışında kopukluk olması (%38) ve dikkat dağıtacak çok fazla unsur olması (%31) ise evden çalışmanın başlıca dezavantajlarıdır.

18-24 yaş aralığı katılımcılar evden çalışmanın en büyük eksilerini sosyalleşememek (%46) ve ekip arasında iletişimsizlik (%45) olarak belirtmiş durumda. Özellikle iş hayatına yeni başlayan bu kitlede aktif iletişim iş yürütmek için daha önemli bir kriter olarak gözlemleniyor.  Sosyalleşmenin ve ekip arasındaki koordinasyonsuzluk ve iş akışında kopma olmasının dezavantaj olarak öne çıktığı bir diğer grup ise çocuksuz çalışanlar.  Çocuksuz çalışanlar için evde çalışmanın en olumsuz yanı %43 söylenme ile sosyalleşememe olmuştur.  EK – 2’de en çok söylenen ilk 5 avantaj ve dezavantajın listesini görebilirsiniz.

Peki toplantılarımızı nasıl yapıyoruz?

Korona virüs salgını süresince katılımcıların yarısı online toplantılarda bulunduğunu belirtirken, %13’ü fiziksel bir toplantıya katıldığını belirtmiştir. Katılımcıların %39’u ise bu süreçte herhangi bir toplantıda bulunmadıklarını belirtmişlerdir.  Öte yandan gobal şirket çalışanlarının %73’ü bu dönemde online bir toplantıda bulunmuşken, yerel şirketlerde çalışanlarda bu oran %41.  

Toplantılarını online olarak sürdüren katılımcıların %50’si Zoom aracılığı ile bir toplantıya katıldığını belirtmiştir. Zoom’dan sonra en çok kullanılan diğer uygulamalar sırasıyla Skype (%40) ve Microsoft Teams (%31) olmuştur. 

Son 12 ayda yapılmış Google aramalarında bu üç uygulamayı da kıyasladığımızda, 2020 Mart ayının ortasından itibaren üç uygulamanın da arama hacmini katlayarak arttırdığını görüyoruz. 20 Mart tarihine kadar Skype en çok aranan uygulama olurken, bu tarihten itibaren Zoom’un açık ara daha çok aranan bir uygulama olduğunu görüyoruz.  EK – 3’de ilgili grafiği görebilirsiniz.

Peki iş yükümüz?

Her beş kişiden 4’ünün salgın dolayısı ile iş yoğunluğunda değişimler olmuştur. Katılımcıların yarısı salgın sürecinde iş yoğunluklarının azaldığını belirtmiştir. Öte yandan %27’lik bir kitle iş yoğunluklarının arttığını belirtirmiştir.  Şirket/ ajans sahipleri ve serbest çalışanlar içinde iş yüklerinin azaldığını düşünenler kamu ve özel sektör çalışanlarına kıyasla daha fazla. Sektörlere göre iş yoğunluklarını EK – 4’de bulabilirsiniz. 

Salgın durumu sona erdiğinde kaç gün evden çalışmak isteriz?

Katılımcılara kaç gün evden çalışmak istersiniz diye sorulduğunda, %28’i 5 veya daha fazla gün ve %26’sı ise 3 gün demiştir. Katılımcılar ortalama olarak haftada üç buçuk gün evden çalışmak istediklerini belirtmiştir.  


Sonuçlar bize ne anlatıyor: Koronavirüs sonrası yeni çalışma düzeni mi?

Wizsight Araştırma’nın kurucusu ve Poltio’nun ortağı Özge Akçizmeci Üstün bize sonuçları yorumluyor.  Araştırmamızın sonuçlarına göre, evden çalışma imkanı olan ve şanslı olarak nitelendirebileceğimiz kesimin oranı %40’dır.  Özellikle özel sektörün evden çalışma sistemine kamuya göre daha hızlı ve daha yüksek oranda geçtiğini gözlemliyoruz. Bu atiklik özel sektörün iş ilişkilerinden dolayı yurtdışı gündemini daha yakından takip etmesi ile ilintili olarak açıklanabilir. 

Evden çalışma düzeni katılımcıların genel anlamda memnun oldukları ve iş verimlerini artırdığını düşündükleri bir yöntemdir. Zaten birçok global şirket ve girişimlerde esnek çalışma büyük bir trendken Koronavirüs salgını ile daha da çok ivme kazanacağa benziyor. 

Tüm gruplardan katılımcılar mümkün olsa haftada yaklaşık 3,5 gün -yani iş süresinin yarısından fazlasını-evde çalışarak geçirmek istediğini belirtiyor.  Evden çalışmanın eksilerini ve artılarını değerlendirdiğimizde önümüze gelecekte iki senaryo çıkıyor. Ya evden çalışmak, uzaktan koordine olma becerimizin de artmasıyla iş yapma biçimimizin bir rutini haline gelecek ya da şirketler daha rahat kıyafet uygulaması, daha esnek saatlerle ev konforunda ofisler tasarlayacaklar.  Slack, Trello, Todoist gibi iş planı oluşturmak ve şirket için iletişim amaçlı kullanılan araçların yaygınlaşması ile belki evden çalışma veya uzaktan çalışma çok daha yaygın bir hal alabilir. Zaten var olan, özellikle yazılım ve dijital pazarlama alanında uzaktan çalışan ve çalışırken sürekli seyahat eden dijital göçebelerin artışını görebiliriz. 

Öte yandan evden çalışma sürecinde çalışanlar kendini daha verimli ve mutlu hissetseler bile, gerçekten iş veriminin ölçülmesi ve bu sistemin sürdürülebilirliğinin tartışılması için salgın sonrasında İK yetkililerine büyük görev düşüyor. Çünkü araştırma sonuçlarımız gösteriyor ki çalışanların yarısının iş yoğunluğu azalmış durumda. Belki de evden çalışma sistemi piyasaların daha yoğun olduğu zamanlarda çalışanlar tarafından daha kötü algılanacak ve bariz bir verim kaybına neden olacak.

Tüm dünyada dijital inovasyonu geliştirecek

Schneider Electric, Tüm Dünyada Dijital İnovasyonu Geliştirecek Açık Bir Ekosistem Kurdu: Schneider Electric Exchange

  • Schneider Electric, IoT çözümleri için küresel çapta ölçek ekonomisini mümkün kılmak amacıyla yeni dijital ekosistemini iş dünyasına sundu. 
  • Schneider Electric Exchange, farklı sektörlerden uzmanları, geliştiricileri, yazılım şirketlerini ve girişimcileri bir araya getirerek işletmelerin sürdürülebilirlik ve verimlilik ile ilgili sorunlarını çözüyor.
  • Bu dijital ekosistem; uygulama programlama arayüzleri (API), veri bilimi/veri setleri ve yazılım geliştirme kitleri (SDK) aracılığıyla kullanıcılarına yeni nesil teknoloji kaynaklarına erişim fırsatları sağlıyor.
  • Schneider Electric Exchange, kullanıcılarının enerji ve süreç verimliliği ile ilgili özel sorunlarını çözmek için stratejik iş ortaklarının uzmanlığından faydalanıyor.

Enerji yönetimi ve otomasyonun dijital dönüşümünde dünya çapında uzman olan Schneider Electric, dünyanın sürdürülebilirlik ve verimlilik sorunlarının çözülmesine yönelik ilk sektörler arası açık ekosistemi olan Schneider Electric Exchange’i tanıttı.

Schneider Electric Exchange, iş çözümleri yaratıp ölçeklendirmek ve pazarda yeni değer yaratmak amacıyla çok sayıda problem çözme grubundan faydalanıyor. İnsanların çalışma ve etkileşim kurma şekli, dijitalleşme tarafından radikal bir şekilde değiştirilirken enerji, daha dağıtık hale geliyor. Schneider Electric Exchange ile kullanıcılar, dijital ve Nesnelerin İnterneti (IoT) alanında yenilikçi ürünler geliştirmek, paylaşmak ve satmak için teknik araç ve kaynaklardan oluşan geniş bir ağa erişim sağlayabiliyorlar.

Bu yenilikçi platformu değerlendiren Schneider Electric CDO’su Hervé Coureil; “Schneider Electric Exchange’i diğerlerinden ayıran şey, farklı endüstrilerde sürdürülebilirlik ve verimlilik tutkusunu paylaşan insanları bir araya getirmesi ve böylece ekosistemler arasında iş birliği ve etkileşimi sağlamasıdır. Bu kapsamda IoT uygulamaları, yazılımlar, veri setleri, analitikler ve diğer araçlardan oluşan içerikleri herkesin kullanımına sunuyoruz. Her bir kullanıcının ihtiyaçlarına ve beklentilerine uygun belirli özellikler üzerine yoğunlaşarak hazırladığımız bu içeriklerin bütüncül bir faydaya dönüşeceğine inancımız tam” dedi.

Schneider Electric IoT ve Dijital Teklifler Başkan Yardımcısı Cyril Perducat ise; “Dijitalleşme, çalışma ve davranış şekillerimizde devrim yaratmaya devam ediyor. Dünya artık bağımsız silolarla çalışamıyor, daha iyi entegrasyon ve iş birliği ihtiyacı yeni fırsatlar ve çözümler ortaya çıkardı. Schneider Electric Exchange, dijitalleşme öncüleri ve uzmanlardan oluşan farklı özelliklere sahip bir ekosistemi bir araya getirerek ortak çözüm geliştirmeyi mümkün kılıyor ve kolektif zekâ aracılığıyla öğrenme sürecini zenginleştiriyor ve hızlandırıyor. Böylece bu dijital ekosistem, iş birliği ve iş artışını sağlıyor” şeklinde konuştu.

Schneider Electric Exchange’in kullanıcılarına sunduğu temel özellikler ise şu şekilde;

  • Normal koşullarda ulaşılması zor olan pazarlardaki çok sayıda müşteriye erişim olanakları
  • Dijital ürün tekliflerini iyileştirmek için uygulama programlama arayüzleri (API), analizler ve veri setleri gibi kaynaklardan oluşan geniş bir kaynak
  • Çözümleri ölçeklendirmek ve pazara sunma süresini kısaltmak için dijital araçlar ve uzmanlık
  • Güçlü bir bulut tabanlı platform ile iş birliği yaparak bilgi ve tasarımları paylaşma ve projeleri etkin bir şekilde yönetme fırsatları

İlk kez Nisan 2018’de özel beta modunda kullanıma sunulan, kasım ayında ise daha geniş bir müşteri grubunun kullanımına açılan platform, oldukça güçlü bir büyüme ivmesi yakaladı. Platform, Avrupa (%35), Asya Pasifik (%35) ve Amerika’da (%20) büyük bir ayak izine sahip.

Dijital inovasyon, ekosistem yaklaşımı ile yeni bir boyut kazanıyor 

Schneider Electric Exchange, şirketin dijital iş ortaklarıyla oluşturduğu ekosistemden faydalanarak inovasyonu hızlandırıyor ve ölçeklendiriyor. Ayrıca, şirketlerin gerçek dünyada yapay zeka (AI) kullanımı sorunlarını aşmak için ihtiyaç duyduğu araçları sağlıyor. Bu doğrultuda iş birliği yapılan, global bir yönetim danışmanlığı ve profesyonel hizmetler şirketi olan Accenture, özelleştirilmiş çözümler sağlama ve dijital iş modelleri geliştirme olanağı sunuyor. Operasyonel teknoloji altyapısı güvenlik uzmanı olan Claroty ise Endüstriyel Nesnelerin İnterneti (IIoT) çözümlerinin entegrasyonuyla birlikte ortaya çıkan dijital riskleri azaltmak için çeşitli şirketlerle birlikte çalışıyor ve endüstriyel siber güvenlik alanında uzman hizmetler sağlıyor.

Schneider Electric, Le Vaudreuil’deki Akıllı Fabrika üretim tesislerinde Schneider Electric Exchange iş ortağı ve önleyici bakım alanında çalışan bir teknoloji şirketi olan Senseye tarafından sağlanan veri setlerini ve SaaS hizmetlerini kullanıyor. Aynı zamanda, enerji tahminleri alanına odaklanmış bir şirket olan Predictive Layer ile birlikte İtalya’da perakende zinciri pazarına yönelik bir dijital hizmeti birlikte geliştiriyor. Schneider Electric Exchange, Schneider Electric’in topluluk ağı aracılığıyla iş ortaklarının pazar erişimini genişletiyor.  

Schneider Electric Exchange ve EcoStruxure beraber çalışıyor

Schneider Electric Exchange, şirketin açık, birlikte kullanılabilir ve IoT özellikli sistem mimarisi ve uzman ekosistemine erişim sağlayan EcoStruxure™ çözümlerini de kapsıyor. EcoStruxure 20.000’in üzerinde geliştirici, 650.000 hizmet tedarikçisi ve iş ortağının desteğiyle yaklaşık 500.000 tesis ve 3.000 kamu hizmet tedarikçisi tarafından kullanılıyor. Bunun yanı sıra yönetilen 2 milyondan fazla varlığı birbirine bağlıyor. EcoStruxure’ın avantajları arasına eklenen birlikte inovasyon ve iş birliği konseptleriyle Schneider Electric Exchange kullanıcıları, şirketin güçlü pazar erişiminden ve uzmanlığından faydalanırken mevcut iş modellerini yeni bir boyuta taşıyorlar. 

Schneider Electric Exchange hakkında daha fazla bilgi için: https://www.schneider-electric.com/en/partners/exchange/

Schneider Electric Hakkında 

Schneider Electric olarak biz enerjiye ve dijitale erişimin, temel bir insan hakkı olduğuna inanıyoruz. Herkesin minimum kaynaktan maksimum fayda sağlaması için gücümüzü ve enerjimizi kullanıyoruz.  Bunu yaparken de Life Is On yaklaşımımızın herkes için her an, her yerde hayat bulduğundan emin oluyoruz.

Verimlilik ve sürdürülebilirlik için dijital enerji ve otomasyon çözümleri sağlıyoruz.


Evler, Binalar, Veri Merkezleri, Altyapılar ve Endüstriler için dünyanın önde gelen enerji teknolojilerini, gerçek zamanlı otomasyonu, yazılımı ve hizmetleri entegre çözümlerle birleştiriyoruz.


Anlamlı Bir Amaç ve Kapsayıcı ve Güçlü Değerlerimiz etrafında tutkuyla birleşmiş olan, açık, küresel ve yenilikçi bir topluluğun sonsuz potansiyelini ortaya çıkarmaya kararlıyız. 

Yerli ve Milli seminerin mimarı gazeteci hedef alındı

Yıllardır ülkemizin resmi kurumlarının tüm ihalelerini alan bazı global firmalar; yerli ve milli şirketlerin ürünlerinin hastanelerimizde, fabrikalarımızda ve kurumlarımızda kullanılmasından ve tercih edilmesinden büyük rahatsızlık duyuyorlar. Bu global firmalardan birisi, Yerli ve Milli Medikal Hava Çözümleri Semineri”nin mimarı olan gazeteci-yazar Murat Alişiroğlu’nu hedef aldı. 

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm kurumlarda yerli ve milli ürünlerin üretilmesi ve kullanılması talimatı vermesinin ardından, bundan 1,5 yıl önce tüm kurumlar ciddi ar-ge çalışmalarına başlamıştı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da yerli ve milli ürün kullanılması hakkında genelgeyi bağlı tüm kurumlara tebliğ etmişti. Bu genelgenin ardından gazeteci-yazar Murat Alişiroğlu, Bakan Koca’nın da desteğiyle sağlık bakanlığından gerekli izinleri alarak bu milli seferberliğe katkı sağlamak adına, bizzat Bakanlığın kendi seminer salonunda 24.01.2019 tarihinde ‘Yerli ve Milli Medikal Hava Çözümleri Semineri’ni organize etti.

Yerli ve milli medikal solunabilir hava ekipmanları ve makinaları konusunda ne durumda olduğumuzun aktarıldığı ve projelerin masaya yatırıldığı başarılı organizasyonda; Makine İmalatçıları Birliği (MİB) Yönetim Kurulu Üyeleri, Sektöre yön veren milli şirketlerin yöneticileri, Sektör temsilcileri ile sağlık bakanlığı idarecileri bir araya gelerek bugünlerde yakaladığımız başarıyı planlamaya başladılar.

Bugün yerli olarak üretilen solunum cihazının yerli ve milli olarak üretilebileceği o toplantıda ortaya çıktı. Kısaca o toplantı Koronavirüs karşısında yakaladığımız başarının temelini oluşturdu.

O zaman yapılan seminer, Türkiye’de faaliyet gösteren global oyunculardan birilerini rahatsız etti ki! Bu firmalardan birisi Gazeteci Murat Alişiroğlu’nu hedef seçti.

Gelişmelerden sonra ulaştığımız Alişiroğlu gazetemize yaptığı açıklamada, “Bu seminerden rahatsızlık duyan çevrelerin sahibi olduğu yayınlardan önce reklam desteğini çektiğini, ardından ise yaptıkları haberler nedeniyle isimsiz tehditler aldığını ve önemsemediğini söyleyen Air World Türkiye dergisinin İmtiyaz Sahibi Murat Alişiroğlu, “Bugün pandemi’de medikal solunum cihazı bakımından ülke olarak büyük başarı yakaladık. Bunu hep beraber başardık. Yıllarca ülkemizde bulunan kamu-kurum ve kuruluşlarının ihalelerini hazır şablon şartnamelerle alan kimi yabancı firmalar bu başarımızdan büyük rahatsızlık duydular. Burada İşini hakkıyla yapan, verimli ürünleri ile ülkemiz ekonomisine katkıda bulunan ‘yaşamak için yerli firmaları batıralım’ mantığıyla hareket etmeyen ithal markaları ayrı tutmak istiyorum.  Bu rahatsızlık duyan firmalardan biriside bize her yönüyle doğru bir haber nedeniyle hukuki süreç başlattı. Bu firmanın ismini hukuki süreç devam ettiği için şimdilik vermeyeceğim. Fakat bu süreç sonunda kamuoyuyla her yönüyle paylaşacağız. AB üyesi bir ülkenin markası olan firma bir gazeteciyi yaptığı haberden dolayı “haksız rekabet” gerekçesiyle mahkemeye vermesi düşündürücüdür. Biz gazeteciler, kompresör üretmiyoruz, vakum pompası üretmiyoruz, biz yazar, çizer ve bir ayna misali gerçekleri kamuoyu ile paylaşırız” diyerek milleti ve devleti için yılmadan çalışmaya devam edeceğini söyledi.

Alişiroğlu “Türk basınçlı hava sektörünü kendisi ayakta kalsın diye batırmaya dönük, buradaki insanları işsiz bıraktıracak hiçbir girişime göz yummayacağız. Yerli firmalarında altında fiyatlar vererek, sırf yerli vermesin, o firmaya yerli girmesin diye ücretsiz makinalar vererek bu ülkenin basınçlı hava sektöründeki firmaları zor durumlara düşürüp, onları yok pahasına satın alma hedefli girişimlerinin önünde engel oluyoruz. Bu firmanın Avrupa’daki ürün fiyatı ile Türkiye’deki ürün fiyatı örneğin aynımıdır?  Sanayimize karşı üstelik stratejik bir ürünün imalatına yönelik bu tür saldırılarda çok hassas çalışmalara imza atan Sanayi Bakanımız Mustafa Varank ve devletimizin gereken tedbirleri alacağı duyumları bizlere gelmekte.  Türkiye’deki basınçlı hava sektörü 50 yıllık birikime sahip bir stratejik sektördür. Açıkça bu sektördeki üreticiler ülkemizin onurudur. Zor şartlarda yenilikçi ve kaliteli ürünleri ile artık tüm dünyada kendilerine yer bulmaktalar. Ayrıca burada sadece yerli firmalar değil işini düzgün yapan ithal markalarda zarar görmekte. Birçoğu ile görüşüyorum, tamamına yakını bu durumdan şikayetçi, Sanayi bakanımızın konuyu yakından takip ettiğini ve bu sektöre önem verdiğini biliyoruz. Turbo kompresör fabrikasının her aşaması ile ilgilenen, baret giyip fabrika inşaatını gezen sektöre özel önem veren Sanayi bakanımız var bu ülkede.  Ferhat bey bu öyle bir sektör ki olmadığında ne bir fabrika çalışır ne yoğun bakımda hasta nefes alabilir. Abartmıyorum dişinize dolgu dahi yaptıramazsınız. ABD, TSK’ya ambargoyu dillendirdiğinde, Türk askeri Suriye’nin kuzeyine girdiğinde TSK’ya silah ambargosu konuşulduğunda, bu sektördeki kimi firmaların Türkiye’ye bu ürünleri ve parçalarını vermemek için nabız yokladığı iddia ediliyor. Bu firmanın İran’a olan ambargo dan önce sattığı makinalara yedek parça vermediği, fakat fahiş fiyatlarla bir şekilde bu pazara bu yedek parçaların satıldığı iddia ediliyor. Bunu İran’ın Ankara’da Ticaret ateşesine sorsanız ortaya çıkar zaten.  Bu o kadar stratejik bir sektör ki! Sayın Cumhurbaşkanımızın himayesinde son 20 yılda ülkemizde bu alanda yapılan yatırımlarla dünya kompresör üretiminin başkenti olma yolunda ilerliyoruz. Artık açıkça söyleyebilirim ki! Türkiye Turbo kompresörde kimseye muhtaç değil, 40 bar vidalı ve pistonlu booster’da yerli üretimimiz var, Denizaltı kompresörleri üreten dünyada sadece 4 ülke var, gururla söylüyorum ki bu ülkelerden birisi Türkiye. Azot jeneratörü, oksijen jeneratörü, medikal solunabilir hava ekipmanlarında artık dışa bağımlı değiliz. Düşünün askeri helikopterin pervanesinin içinde bile azot gazı kullanılıyor ve Türkiye’de firmalar bu konuda kendileri ile yarışır duruma geldi. Bunları üreten firmalara diş geçiremeyenlerin kaybettikleri pazar için en zayıf halka olarak gördükleri bir gazeteciyi hedef seçmesi normaldir. Bu tarz firmalarla her sektörde mücadele etmek gerekiyor” dedi.

Covid-19 salgınının olası etkileri 2

COVID-19’un AB’de Yaratabileceği Enerji Politik Yansımalar

İçinde bulunduğumuz süreç, sıra dışı bir zaman dilimi niteliği göstermekte olup tüm dünya toplumlarını farklı yansımaları ile etkileyecekmiş gibi görünmektedir. Zira Çin’de ortaya çıkan bir yeni Coronavirüs tüm dünyaya yayılarak tehditkâr nitelik kazanmış bulunmaktadır.

İnsanlarda ve hayvanlarda görülen Coronavirüs’ler, gerçekte dünyanın tanıdığı mikroorganizmalar olup, farklı enfeksiyonlara neden olarak zatürree ve/veya organ yetmezlikleri gibi ağır seyreden enfeksiyonlara evrilebilmekte ve ölümlere neden olabilmektedir. Nitekim bunların arasında yakın geçmişte görülen en bilinen Coronavirüs’ler olan SARS-CoV ve MERS-COV virüsleri hayli ölümcül seyirlerle salgınlar oluşturmuşlardır.

Ancak, Aralık 2019 itibariyle Çin’de Wuhan kentinde, daha önce bilinmeyen bir Coronavirüs görülmüş ve (diğer Coronavirüs’lerden de daha)hızla yayılarak salgın halini almıştır. Yeni Coronavirüs olarak ve kısaca COVID-19 olarak nitelenen söz konusu bu virüs, önceleri epidemik (bölgesel) bir salgın olarak Uzakdoğu’da görülürken yayılarak pandemik (küresel) bir hal almış bulunmaktadır. Bir başka deyişle, Çin merkezli başlayan salgın artık tüm dünyayı etkisi altına almış olup her geçen gün daha da katmerlenerek etkisini sürdürmektedir.

COVID-19 Mart 2020 itibariyle kıta Avrupa’sında etkinliğini ve yaygınlığını artırır olmuş, Mart 2020 sonuna gelinirken Avrupa, pandemik salgının merkezi haline gelmiştir. Böylelikle salgın artık Avrupa Birliği için yadsınamaz boyutlarda bir sorun haline gelmiş bulunmaktadır. Bu süreçte Avrupa Birliği ülkelerinin, nüfuslarını tehdit eden böylesi ciddi bir sorun karşısında gösterdikleri refleks ve reaksiyonlar pek de “Birlik” ruhuna uygun olmayan şekilde tezahür etmiştir. Bir başka deyişle, (AB Başkenti olan)Brüksel merkezli bir inisiyatif gösterilemeyip, keyfiyetin üye ülkelerin kendi refleks ve inisiyatifine bırakıldığı gözlenmektedir.

Doğal olarak beklenen oydu ki; AB’nin birlik olarak, üye ülkelerinin birbirine yardımlarını organize ederek çözümleri hayata geçirmesi ve ortak bir inisiyatif sergilemesiydi. Oysa dayanışma refleksi bir yana, ülkeler arasında hayli ilginç olayların ortaya çıktığı gözlenmiştir.  Örneğin;AB içindeki bir ülkeye giden sağlık malzemelerinin bir diğer üye ülke tarafından el konulması gibi durumların yaşandığı da gözlenmiştir. Nitekim buradan hareketle birçok AB üyesi ülkede, AB’yi sorgulayan sesler yükselir olmuştur (Şekil 3). Bu sorgulama, COVID-19 Salgını kontrol altına alındıktan sonra kendini daha net gösterecektir denebilir.

AB’nin geldiği bu sürecin öncelikle etkileyeceği konulardan birinin enerji-politik olacağı öngörülebilir. Şöyle ki; enerji konusunda genel olarak genel refleks gösteren AB’de bundan böyle ülkeler bağlamında daha özel inisiyatiflerin kullanılabileceği ve daha bireysel davranışlar sergileyebilecekleri beklenebilir. Bireysel davranışların sadece ülkeler için değil,AB içinde federatif yapıya sahip olanlarında federal yapılar bağlamında da görülebilmesi çok mümkündür.

Ülkelerin enerji teminlerini, özellikle de petrol ve doğal gaz temininde daha keskin farklılıklarla inisiyatif kullanabilecekleri beklenti doğrultusunda olacaktır. Bu bağlamda enerji kaynağı bölgelerine ilişkin olarak da ülke bazında daha bireysel tavırlar sergilenebilecektir. Fazla olarak, Doğu Akdeniz’e ilişkin sorunlara da farklılıklarla yaklaşabilmeleri söz konusu olabilir.

Bir başka konu, COVID-19 salgınıyla sağlığın önemi toplumların tüm katmanlarınca yaşanarak anlaşılmış bulunmaktadır. Bu konu,sağlıklı yaşam felsefesini desteklemek doğrultusunda enerji politiğe, sera gazı emisyonu olmayan ve/veya az olan çözümlerin kullanılmasını öncelemek üzere yansıyacaktır. Bu bağlamda, yenilenebilir enerji kaynaklarının ve nükleer enerjinin kullanımı kuvvetle gündeme gelecektir. Bir başka deyişle, AB’de elektrik enerjisi üretmekte kullanılan kömür santralarının sorgulanması söz konusu olacaktır.

Yenilenebilir enerji kaynaklarından ilk akla gelenleri rüzgar, güneş ve hidrolik santralardır. Büyük güçte hidrolik santraların kurulmasına ilişkin olarak, Avrupa nehirlerinin birbirine bağlantılarıyla ticari taşımacılıkta kullanılıyor olması ve ilaveten Avrupa ülkelerinin pek çoğunun coğrafi olarak pek de büyük olmaması sebebiyle büyük baraj göletleri için topraklarının sular altında kalmasını tercih etmelerini pek de mümkün kılmamaktadır. Rüzgar santraları ve güneş santraları ise her mevsim ve her gün istenen yüksek güçte enerji üretemeyeceğinden baz santral olarak kullanılamayacaklardır. Bununla beraber salgın sonrasında AB ülkelerinin yenilenebilir enerjiye desteklerini arttıracakları beklenmelidir.

Buna karşın nükleer santralar sera gazı emisyonu olmadığı için ve buna karşın emre amadelikle her istendiğinde yüksek güçte enerji üretebildiklerinden baz santral olarak öne çıkacaklardır. Öte yandan, COVID-19 salgını Avrupa’da ülkesel bazda bireyselliği öne çıkarması halinde nispeten küçük ölçekli enerji taleplerini gündeme getirmesi olasıdır. Bu durumda da, küçük boyutlu veya mobil nükleer santraların kurulması gündeme gelebilecektir.

Sonuç

Tüm bu analiz ve sentezlemeler ışığında AB’de zaten var olan ayrışmaları, COVID-19 salgınının daha kuvvetle gün yüzüne çıkaracağı anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle, Avrupa’nın bütünleşmesi anlamına gelen bir oluşumu betimleyen Avrupa Birliği’nde, ilk ayrılma olan BREXIT ve sonrasında COVID-19 Salgını ile yaşananlar, AB için salgın sonrasında çözülmesi gereken en önemli sorunu oluşturacak gibi görünmektedir.

Enerji politik olarak da, Orta Doğu’dan Doğu Akdeniz’e kadar AB ülkelerinin bakış açılarının konjüktürel olarak farklılıklar göstermesi beklenebilir. Ayrıca nükleer enerjinin gündeme gelmesi halinde Euratom’a üye olan ve olmayan ülkeler bağlamında değişik durumların da ortaya çıkabileceği düşünülebilir. Buna karşın alternatif enerji kaynakları da gündemi kuvvetle işgal edecektir. Ancak, onların da sorunları uzun vadede giderek daha çok ortaya çıkacaktır.

Türkiye açısından konuya yaklaşırsak; AB’de yaşanabilecek farklılıklar, iyi değerlendirilirse Türkiye için olumlu sonuçlar doğurabilir. Bu bağlamda, özellikle enerji-politik bağlamda farklı işbirliği, ortaklıklar ve hatta mutabakat ve anlaşmalar söz konusu olabilir. Dolayısıyla COVID-19 salgınının neticelerinin sadece sağlık konusunda değil enerji-politik dahil çeşitli konularda farklı sonuçlarla yansıması hatta kırılma noktası oluşturması beklenmelidir.

Anlamı barış olan ‘İrini’ savaşın gizli adıdır

Avrupa Birliği (AB), Birleşmiş Milletlerin (BM) silah ambargosunun denetlenmesi için 31 Mart tarihinde ‘İrini Operasyonu’nu başlatma kararı almıştı. Bu kararın ardından Nisan ayında da operasyonun aktif duruma geldiğini duyurmuştu. İrini operasyonunda hava, uydu ve deniz unsurlarından yararlanılacağı açıklanmıştı.

İtalya’nın başkenti Roma’dan yürütülen operasyon öncelikle Libya ile alakalı denetim mekanizmasını kontrol ediyor. İrini ile Libya’da yasa dışı silah satışı engellenecek, ülkenin açıklarında bulunan tüm gemiler kontrol altına alınarak denetlenecek, yasa dışı petrol ticareti konularında veri toplanacak idi.

YUNANCA ‘BARIŞ’ ANLAMINA GELEN ‘İRİNİ’NİN ANLAMINA HİZMET ETMEDİĞİ İDDİALARI YAPILIYOR

Operasyonun adı olan “İrini” Yunanca “barış” anlamına gelmektedir. Fakat operasyon başladığı gibi Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti tarafından İrini operasyonunun barışa hizmet etmediği şeklinde beyanlar verildi.

Hatta söz konusu operasyonun, Libya’nın ve Libya halkının huzuru noktasında büyük tehdit olarak görülen gayri meşru silahlı güçlerin lideri Hafter’e silah ve mühimmat taşınan sınır bölgelerini ve hava sahasının kontrolünü ihmal ettiği açıklaması yapılmıştı.

TÜRKİYE İLE LİBYA MUTABAKATININ ARDINDAN ACİLEN ‘İRİNİ’ DEVREYE SOKULDU

Libya ile varılan son mutabakattan sonra Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlarını gösteren haritayı 2019 yılının son ayında Dışişleri Bakanlığımız paylaşmıştı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Al Sarraj ile 27 Kasım’da İstanbul’da bir araya gelmişti.

Yapılan görüşmede, Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında, “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” ile iki ülkenin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının muhafazasını hedefleyen “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imzalanmıştı.

Doğu Akdeniz’de en uzun ana kara kıyısına sahip ülke olan Türkiye’nin kıyı projeksiyonunun adalarla kesilmeyeceğinin, iki ana kara arasındaki ortay hattın ters tarafında kalan adaların kara suları dışında deniz yetki alanı yaratamayacağının ve deniz yetki alanları hesaplaması yapılırken, kıyıların uzunluklarının ve yönlerinin hesaba katıldığının farkında olarak bir uzlaşı anlaşma ile hakkaniyet sağlanmıştır.

“MAKSİMALİST VE UZLAŞMAZ YUNAN-RUM TEZLERİ SAVUNUCULARI RAHATSIZ OLDU”

Sevgili okurlar bu hakkaniyeti en güzel şekilde Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Çağatay Erciyes’in ifadeleri ile anlatmak isterim.

“Türkiye’nin ana karasının karşısında küçük bir ada olan Meis’e kendi yüzölçümünün 4 bin katı kadar deniz yetki alanı kazandırmaya çalışan maksimalist ve uzlaşmaz Yunan-Rum tezleri yatmaktadır. Bu anlayış, zamanında Mısır’a 40 bin kilometrekare alan kaybettirmiştir. Libya’yla imzalanan son anlaşmayla iki ülkenin oldubittilere izin vermeyeceği en açık şekilde ortaya konmuştur”

İşte durum böyle iken hakkaniyet çalışmaları titizlikle yürütülürken, anlaşmalar imzalanırken, hemen barış manasını taşıyan İrini ile AB sahneye çıktı. Sizce bu tesadüf mü?

Bunların tesadüf olmadığını biz çok iyi biliyoruz ve bazı AB ülkeleri de farkına varmış olacaklar ki! “İrini Operasyonu”nu önemseyen ülkelerin sayısı her geçen gün azalıyor.

Bazı ülkeler operasyonun finansmanına, bazıları işleyişine, bazıları da tarafsız olmayışına itiraz ediyor.

AB’DE ‘İRİNİ OPERASYONU’NA GÜVEN AZALIYOR

Avrupa Birliği’ne (AB)’ne bağlı bazı ülkeler, Libya konusunda Hafter, Mısır, Rusya, Wagner ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) aynı taraftaymış gibi bir algı oluşmasından rahatsız olduklarını seslendirmeye başladılar.

Kıbrıs Rum Kesimi Dışişleri Bakanı Nikos Hristodoulidis ile BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid Al Nahyan’ın İrini Operasyonu ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelerle ilgili yaptıkları değerlendirmeler bazı AB ülkelerinin “İrini Operasyonu” ile ilgili endişelerinde haklı oldukları gözler önüne sermektedir.

AB yetkilileri, İrini Operasyonu’nun tamamen tarafsız ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararında yer alan silah ambargosunun Libya’nın bütününde uygulandığını denizden, havadan ve uzaydan denetleme amacı taşıdığını vurgulamaları bile endişeleri gidermeye yetmiyor.

Yeni tip koronavirüsle mücadele etmesi gereken AB’nin virüs yerine başka entrikalarla uğraşmasının ürünü olan İrini operasyonu ile kafaları karıştırmaya devam etmektedir.

Sonuçta “İrini Operasyonu” bir barış projesi değildir, Hafter’e askeri veya diplomatik itibar kazandırmak için ortaya çıkmış barış görünümlü savaş operasyonudur.

Yurdumuzda jeotermal enerjinin kullanımı

Tekrarlanabilen, sürdürülebilen ve aynı zamanda bir yerli enerji kaynağı olan jeotermal enerji kullanımında ülkemiz kısa zamanda epey mesafe alarak dünyada dördüncü konuma kadar yükseldi. Ama buna rağmen Türkiye jeotermal enerji kaynaklarının sadece çok az bir bölümünü değerlendiriyor. Türkiye’de 40 derecenin üstünde 173 adet jeotermal enerji sahası bulunduğu kayıtlara geçmiş. İlk çağlardan beri şifa olarak kullanılan doğal sıcak su kaynakları 1890 yılında ilk defa Kuzey Amerika’daki Idaho’da jeotermal amaçlı olarak değerlendirilmiştir. Daha sonra 1905 yılında İtalya’nın Larderello Bölgesinde jeotermal buhardan elektrik üretimine başlanmıştır.

Jeotermal saha aslında coğrafik bir “kavramdır.” Bu sahada meteorolojik yağmurun oluşturduğu beslenme alanı içine giren soğuk suların ısınarak yeryüzüne çıkış yaptıkları alanlar “jeotermal sistem” olarak adlandırılır. Isınan suların yer içinde barındıkları geçirimli kayaç ise “jeotermal rezervuar” olarak tanımlanır. Sıcaklık alt sınırı 40 yerine 20 derece santigrat kabul edildiğinde ülkemiz 600 jeotermal kaynak ile Avrupa’da birinci sırada yer alır. İki bin MW olarak hesaplanan toplam jeotermal potansiyelimiz elektrik üretimi, şehir ısıtma, soğutma, sera veya yüzme havuzu ısıtma, termal tesis, çeşitli yiyeceklerin kurutulması, kaplıca kullanımı, kimyevi maddeler üretimi ve sanayide kullanım gibi uygulamalarla tam olarak değerlendirilirse, yurt içi katma değeri 15 milyar Amerikan doları bulabilir. Türkiye’de 2018 yılında Jeotermal Enerji ile ısıtılan konut sayısının yaklaşık 120 bine yükselmesi, diğer taraftan Avrupa Birliğinde ise yakın gelecekte4 milyon evin jeotermal enerji ile ısıtılması planlanmaktadır.

Türkiye halen jeotermal enerji kaynakları daha çok konut ısıtmakta ve kaplıca amaçlı kullanılmaktadır. Depo edilmiş “yerküre ısısı” olarak da tarif edebileceğimiz jeotermal enerji için Türkiye uygun ve yeterli potansiyel ile insan gücüne sahiptir. Jeotermal enerji bazı gelişmekte olan ülkelerde enerji ihtiyacının ortalama % 10’unu karşılanmaktadır. Başta İzlanda ve Yeni Zelanda olmak üzere, dünyada birçok ülkede jeotermal enerji ile şehir, evvela sera ısıtması gerçekleşmektedir.

Jeotermal enerjinin en önemli avantajları sıcak suyun kaynağına geri beslenebilmesi, santralin inşa süresinin kısa olması, çok ileri teknoloji gerektirmemesi ve jeotermalin birçok kaynağa nazaran ekosisteme “az zararlı” temiz bir enerji dalı olmasıdır. Diğer bir deyişle, “yeşil” bir enerji kaynağı kabul edilen jeotermal enerjinin üretim maliyetinin düşük oluşu nedeni ile de tüm dünyada kullanımı hızla artmaktadır.

Jeotermal enerjinin öncelikle özel idareler ve belediyelerce, örneğin, şu anda ülkemizde Kırşehir, Gönen, Balçova, Kızılcahamam, Gediz, Havza, Bolvadin, Haymana, Salihli, Gazlıgöl ve Simav gibi yerleşim merkezlerinde değerlendirilerek halkın hizmetine kazandırmasının önemli nedenleri şöyle sıralanabilir.

• Jeotermal enerjiden elde edilen birim gücün maliyeti, hidroelektrik dışında termik ve diğer santrallere oranla çok daha düşüktür.

• Termik santrallere oranla ekolojiye daha az zarar vermekte. Suyun geri basımı uygulaması ile jeotermal uygulamalarının olumsuz yönleri en az seviyeye indirilmektedir. Aksi takdirde tarlalara ulaşan kullanılan jeotermal su içindeki ağır metaller bölgesel tarıma ciddi zararlar vermektedir.

• Geliştirilen “Binary Cycle” ve “Multi Flashing System”gibi yeni teknolojileri sayesinde daha düşük sıcaklıktaki akışkanlardan da elektrik enerjisi elde etmek mümkün olmakta ve santral çevrim verimi artırılarak birim maliyeti daha da aşağıya çekilebilmektedir.

• Doğrudan kullanıldığında veya elektrik üretimi ile entegre olarak geliştirilen sistemlerle jeotermal akışkandan daha fazla termal güç elde etmek mümkün olmaktadır. Santralde belli bir sıcaklıkta atılan su, düşük sıcaklık gerektiren alanlarda da kullanılabilmektedir. Örneğin “yüzme havuzları” gibi. İzlanda da çok örnekleri var.

• Ülkelerin kendi enerji kaynaklarını kullanarak enerjide dışa bağımlılığı azaltmaya yönelmeleri de jeotermal kaynakların kullanımını öne çıkarmaktadır.

• “Yenilenebilir” özelliği ve yerinde kullanımını mümkün kılan karaktere sahip olması jeotermal kaynaklara olan ilgiyi her yıl daha da artırmaktadır.