24.5 C
İstanbul
Perşembe, Temmuz 31, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 107

Sınırlarımız namusumuzdur

Türkiye’nin kara sınırları yaklaşık 2753 km’dir. Irak ve İran sınırları doğal sınır özelliği taşımaktadır. Diğer sınırlarımız yer yer bazı engellerden geçseler bile büyük çoğunluğu politik sınır özelliğindedir. En uzun sınırımız 877 km’lik Suriye, en kısa sınırımız 18 km’lik Nahçıvan sınırıdır. Suriye’de yaşananların önem derecesinin yüksek olması sınır uzunluğunun en fazla olmasıyla da alakalıdır.

Asya ile Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan bir köprü özelliğindeki Türkiye, Asya’da Gürcistan, Ermenistan, Nahçıvan, İran, Irak, Suriye, Avrupa’da Yunanistan ve Bulgaristan ile sınır komşusudur.

Değerli okurlarım gün geçmiyor ki sınırlarımızda bir hareketlilik olmasın. Devamlı bir hareketlilik karşısında her gün bir yeni haberle, biryeni olayla karşı karşıya kalıyoruz. Yaşadıklarımız bizim bu konuda ne kadar hassas olmamız gerektiğini ön plana çıkartmakla kalmıyor bir an öncede gerekli her şeyin yapılması zaruretini doğuruyor.

Şükür ki! bugüne kadar savunma sanayimiz başarılarına her geçen gün yenisini ekleyerek büyüyor. Bu büyüme bize teknoloji gücünü getiriyor. İnsansız sistemler şehitler vermemizi önlüyor ve anaların göz yaşlarını dindiriyor. Akılcı teknolojik uygulamalar yüreğimizi burkan acıların önüne geçiyor ve daha ileriye gitmemizi işaret ediyor.

Demek ki önce vatan anlayışıyla sınırlarımızı ne kadar güçlendirir ne kadar hassas hale getirirsek o kadar rahat uyuyacağız. Yıllarca bunun acısını çektik bunun mücadelesini verdik. Artık Türkiye’nin sınırları yol geçen hanı değildir. Terör örgütlerinin ve kaçakçıların elini kolunu sallayarak geçebilecekleri bir delikleri bile kalmadı. Bu da yetmedi şanlı ordumuz sınır ötesinde de önlemlerini alarak bundan sonraki yıllarda doğabilecek tüm sıkıntıları da bertaraf ettiler.

Her yeni gün ülkemize aşılamaz sınırlar, kırılamaz irade, bükülemez bilekler, şanlı zaferler, gelişen teknolojiler ve büyük Türkiye Cumhuriyeti’nin nelerden geçip nerelere gideceğinin haritasını çiziyor

Biz sınırlarımıza önem veriyoruz. Sınır güvenliğimizi en üst seviyede en öncelikli sorun olarak görüyoruz.

Çünkü; ‘Sınırlarımız namusumuzdur’

Kalın sağlıcakla…

Suriye’de su kazanı kaynıyor

Dikkat edilirse, en az 1 aydan beri Suriye’de sular ısınmaya devam ediyor.

Ne var ki, öyle bir su kazanı “fokur fokur” kaynarken hiçbir taraf yerini koruma niyetinden vazgeçmiyor.

Şimdi taraflara bir göz atıldığında; başı ABD ve Rusya’nın çektiği apaçık görünüyor.

Sonra da; İran, Suudi Arabistan ve önderliğini BAE’nin çektiği bazı Körfez ülkeleri, Ürdün, Filistin, İsrail cephede görülüyor.

Her ne kadar, ABD 1 aydan fazladır “şıpsevdi” gibi ortada yer alıyorsa da, isimler ve stratejik yerler kendini hissettiriyor.

Öyle anlaşılıyor ki veya çoğu kez anlaşılmıyor ki, Orta Doğu’da eğer kan gövdeyi götürecekse, bunda çoğu liderlerin sorumluluğu bulunuyor.

18 yıldır, mücadelesi verilen bir savaşın nihayet ilk günlerine sanki bugünlerde varılıyor.

Aslında, bu savaşın da tam galibini bulmak gittikçe zorlaşıyor… Tabiri caiz ise bir “Arapsaçı” trajedisi oynanıyor.

Tabii ki bu trajedi, Suriye’nin yanı sıra en çok Suudi Arabistan bazı Körfez ülkeleri, Türkiye, ABD ve Rusya’yı ağır zahmetlere sürüklüyor.

Geleneksel diktatörlük

Nitekim, gerek Membiç’teki 20 ölülü saldırı, Rusya’da düzenlenen büyük basın toplantısında Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusu ve Şam’dan haddini aşan açıklama dikkatleri çekiyor.

Bu soğuk kış günlerinde, Suriye’de oynanan oyunun hiç kimseye fayda getirmeyeceği biliniyor.

Ancak, bazı gizli sayılacak anlaşmalarla huzurun sağlanması veya herhangi bir toprak kazanımı bütün bu istenmeyen olayların art arta gelmesine neden oluyor.

Gerçi, bir kaç yıl geçmiş olmasına rağmen Suriye rejimi, hem “geleneksel” diktatörlüğünü sürdürüyor hem de yıkılmıyor.

Beşşar Esad, bütün yıldırmalara ve tehditlere rağmen, 30 yıl ülkede dikta rejimini sürdüren babasının yolundan ayrılmıyor.

Beşşar Esad’ın aylar geçtikçe, bir güç erozyonuna da uğraması bekleniyor.

Suriye üzerinde, dost-düşman ülkelerin ilgisinin gün geçtikçe çoğalma nedenleri arasında, ülkenin coğrafi konumu ve sosyal yapısı önemli yer alıyor.

Suriye hem İran’ın hem de, Rusya’nın Orta Doğu’daki uzantısı sayılıyor.

Gerçekten de İran, her zaman elde edebileceğini sandığı Irak’ın kuzeyindeki koridordan Suriye’ye ulaşarak, azılı düşmanı İsrail’e yaklaşacağını hesaplıyor.

Bu arada, bölgede yerleşik Hizbullah’a da hareketlilik kazandıracağını sanıyor.

Zira, Suriye yönetiminin çok uzun yıllartan beri Alevi bir kimlik taşıması da, göz artı edilmiyor.

Buna mukabil, Sünni yönetimlerin iş başında bulunduğu Ürdün dahil olmak üzere Körfez ülkeleri, bu oluşumdan çekiniyor.

ABD ise, İsrail’in yanı sıra, hem bu Müslüman ülkeleri “korumak” hem de, enerji yollarını “güven” altın almak için, Suriye’nin bu durumunun bozulmasını ısrarla istiyor.

Irak’ın 3 kısma ayrılması planında Suriye’nin muhtemelen Kürtlere, petrol taşımak ve denize açılmak için bir koridor sağlanması da yer alıyor.

Türkiye’nin de, “müttefikler” saflarında yer alması ne yazık ki gerçekleşiyor.

İlginç gelişmelerin başında, El Kaide’nin de hem Suriye’ye uzanmak hem de Esad rejimine karşı savaşmak istediği haberleri yayılıyor.

Arap dünyasını kasıp kavuran olaylarta gözlerden uzak görünen El Kaide  şimdi müdahil olmuş görünüyor.

El Kaide’nin şimdi Sünnilerin, azınlık Alevilere yönelik tepkilerini istismar ederek Suriye’nin mezhep gerilimlerinden yararlanmayı umduğu gözlerden kaçmıyor.

Eğer, özellikle de, Suriye uzun sürecek bir kaos ortamına sürüklenirse, El Kaide, o zaman belki de bir zamanlar mensuplarının yıllarca hapse konulduğu ya da işkence gördüğü Suriye’de yeni bir mevzi kazanacağı özellikle Batı medyası tarafından iddia ediliyor.

Suriye kargaşasına, El Kaide’nin bulaşmak istemesi, tansiyonun ve ortamın ne kadar gergin olduğunu adeta “ihtar” ediyor.

Unutulmamalıdır ki, Suriye’nin yıkımı halinde, İran’ın devreye getirileceği senaryolarının başrollerinde de Türkiye oynuyor.

Sigara başa tam bir bela

Orta ve Güney Amerika’ya giden ilk İspanyol kaşifleri, oradaki yerlilerin tütünü bitki yapraklarına sararak içtiklerini görüp, kendileri de denemişler ve daha sonra nedense bu zehri Avrupa’ya götürmeye karar vermişler. Ülkelerine dönerken gemilerinin güvertesinde, günümüzün purosunu andıran bu keyif verici maddenin dumanın savurarak denize boş gözlerle bakarken, insanlığın başına nasıl bir bela sardıklarını tabii ki hiç düşünememişler bile!

Sigara ile tanışan insan kısa zamanda sigaranın sağlık üzerindeki öldürücü etkilerini de yavaş yavaş anlamaya başlamış. Fakat 1950’li yıllara kadar, sigaranın akciğer kanseri ve daha nice hastalıklarla doğrudan ilgili olduğu bilimsel olarak kanıtlanamamış. Daha sonraki yıllarda gaz kromografisinin de kullanılması ile yapılan yoğun araştırmalar sonucunda sigaranın içinde bulunan kimyasal maddelerin, başta kanser çeşitleri olmak üzere, kalp ve dolaşım sistemi hastalıkları, kronik bronşit, sinir sisteminin tahrip olması, vücudun direncinin azalması ve daha yüzlerce hastalığın habercisi olduğu ortaya çıktı.

Günümüzde sigaranın sağlığınıza zararlarını başta tıp doktorlarımız olmak üzere büyük-küçük herkesçe bilinmektedir. Sigaranın neden olduğu rahatsızlıklar, genellikle 30 – 35 yıl sonra kendini belirgin olarak göstermektedir. Ama sigara içenlerin büyük bir bölümü, “bana bir şey olmaz” mantığı ile bunu yaşayarak öğrenmek gibi çok tehlikeli bir yöntemi seçiyor. On sekiz yaş civarında sigaraya başlayanları bu zehri bırakmaları elbette imkansız değil ama zordur. Bunu bilen kurnaz ve hain sigara üreticilerinin bir numaralı hedefi maalesef İlköğretim Okulu öğrencileri olmakta!

Sigaranın zararları konusunda yayınlanan bilimsel raporlara ve sık gündeme gelen sigara karşıtı kampanyalara rağmen, dünya nüfusunun halen üçte biri sigara içmektedir. Aynı zamanda dünyanın en büyük sigara üreticisi olan ABD’de, hükümetin “Sigara ile Savaş” amacı için bütçeden önemli bir para ayrılmıştır. Arka arkaya tütünün zararlarını önlemek için yasaklar getirilmektedir.

Ayrıca birçok Avrupa Ülkesinde “sigara içenleri” her yönden kısıtlayan yasalar ardı ardına yürürlüğe girmekte. Fransa, İrlanda gibi ülkeler kara paket uygulamasına hazırlanmaktadır. Afrika’nın çilekeş ülkeleri Uganda ve Ruanda’da da sigara içenlerin sayısı bir elin parmağı kadar az iken, Bhutan Krallığı’nda sigara hiçbir yerde satılmıyor bile. İzlanda da sigara satışlarının ancak doktor reçetesi ile eczanelerde gerçekleşmesi konusu tartışılıyor. İsveç’te cerrahlar sigara kullananları ancak sigarayı bırakmak şartı ile ameliyat ediyor.

Sigara ile ilgili bazı ürkütücü sayısal örneklere devam edelim.

Dünyada her yıl ortalama 5 milyon insan, Türkiye’de ise 113 bin kişi sigara yüzünden yaşamını yitiriyor… Türkiye’de sigara için bir yılda harcanan para, Sağlık Bakanlığı’nın Bütçesinin (5) katı kadar… Sigaranın neden olduğu hastalıklar yüzünden Sağlık Bakanlığımız yılda ortalama 30 milyar dolar harcıyor. Türkiye her yıl sigara için yurt dışına 9,5 milyar dolar ödüyor. Her sigara ömrümüzden 13 dakika çalıyor.

 “Tütün Endüstrisinde” kullanılan kağıt nedeniyle dünyada her yıl 2,5 milyon hektar orman alanı tahrip ediyor… Sigara kullanımı bu hızla devam ederse, 2025 yılında dünyada 10 milyon insanın sigara nedeniyle hem de acı çekerek öleceği tahmin ediliyor.

Ülkemizde yapılan incelemeler, çocukların çok erken yaşta sigara içmeye başladıklarını, orta okul öğrencileri arasında sigara içme oranının %7’lerden %10’lara, yükseldiğini göstermiştir… Türkiye’de masum çocukların % 70’i ise sigara dumanına maruz kalıyor. Ülkemizde her gün ortalama 3 bin çocuk sigaraya başlıyor ve bin tanesi ise sigara yüzünden erken ölmüş oluyor.

Orman ve şehir içi yangınlarının yarısı sigara yüzünden çıkarken, sigara izmaritlerinin deniz kirliliğinin birinci “nedeni” olduğu açıklandı. Üç yıl öncesine kadar 1954 yılında yayınlanan bir yasa ile orman yangınını söndürmeye giden ormancılara bedava sigara dağıtılıyordu (Şaka gibi). Gene iki yıl öncesine kadar harp malullerine ödenen paranın adı “Tütün Parası” idi. Hava kirliliği de sigaranın bir diğer marifeti. Sigara izmaritleri ayrıca yaydığı zehirleri ile toprak ve yer altı sularını da kirletmekte.

• Dünya Sağlık örgütünün istatistiklerine göre dünya ülkelerinin birçoğunda en çok rastlanan ve en çok ölüme yol açan nedenler arasında birinci sırayı Akciğer Kanseri alıyor. Son 40 yılda % 250 oranında artış gösteren akciğer kanserine sadece Türkiye’de her yıl 30 – 40 bin kişi yakalanmaktadır.

• Sigaradan ölenlerin sayısı, AIDS, uyuşturucu, alkol, trafik, intihar ve cinayetten hayatını kaybedenlerin toplamından çok daha fazladır.

• Ülkemizde kahve ve lokanta gibi işyerlerinin % 41’i açılan tavan yaparak yasayı delme hazırlığını tercih etti, kontrole gelindiğinde hemen tavanlarını açıyorlar, küllükleri topluyor, diğer zamanlar gene burası sigara dumanı içinde. Yasayı delmeyi adeta marifet sayıyorlar. (Artık ekipler lokallerde CO monitörü ile ölçüm yapmakta.)

• İtalya’nın Milano kentinde yapılan bir deney sonucu sigara dumanın egzoz gazlarından 10 kat daha fazla insan sağlığına zararlı madde içerdiği tespit edilmiş. İsveç’te yapılan başka bir araştırmada ise sigara içilen bir odanın havasında, içilmeyen bir odaya nazaran 120 kat daha fazla zehirli madde bulunduğu tespit edilmiştir.

• İngiltere’de faaliyet gösteren körlükle mücadele eden AMD Alliance Vakfının açıklamasına göre sigara içenlerin kör olma riski, içmeyenlere göre iki kat daha fazla imiş.

Yine unutmayın “sigara” bir ürün değil, sadece bir ambalajdır. Ürünü tam anlamı ile bir zehir olan nikotindir.

Unutmayın sigara firmaları kurbanlarını kandırmak için ezik tipleri değil, en ünlüleri seçer ve onlara çok iyi para öder.

Hep birlikte bu “beladan” kurtulalım, inanın sigara içmek hiç de akıllı işi değil !

Yeniden başlamak

Yeniden başlamak zor değil.. Sadece cesaret, inanç ve özgüven gerekli.

İyi günde öyle çok dostunuz vardır ki. Sizin iyi gününüzde yanınızda olan dostlarınız, kötü gününüzde aniden ortadan kaybolurlar. Herkes birden bire sizden daha zor durumda olur.

Birde zor günde onları arayıp bir istekle bulunduysanız, sizi dünyanın en kötü insanı ilan edip, dostluklarını bitirmeye bahane ararlar. Vicdanlarını rahatlamak için de sizin geçmişinizde hata arar, bunları da aleyhinize kullanmaktan çekinmezler. Oysa yaşanması kaçınılmaz durumlar sadece sizi etkilemiştir, kimseye zarar vermemişsinizdir. O güne kadar sizinle gurur duyan sözde dostlarınız, birdenbire içinde biriktirdiği kıskançlığı, kompleksi kusmaya başlar. O gülen yüzlerin ardındaki gerçek yüzleri o zaman fark edersiniz.

İşte tam bu durumda gelişirsiniz. Olgunlaşır, uyanır, hayata ve insanlara çıplak gözle bakarsınız. Gördükleriniz her ne kadar acı olsa da sizi büyütür. O yüzdendir ki hayata sil baştan başlamanın ve pek çok şeyi değiştirmenin yaşı yoktur. Beden ne kadar yer çekimine yenik düşse de, ruh yaşlanmaz ve umutlar hep tazedir.

“Güven” bazen hayatımızın en büyük hatası, bazen de en büyük şans’ıdır. Yeni başlangıçlara hazırlanıyorsak, en idareli kullanmamız gereken duygudur güven.

Hayatınıza birilerinin dokunmasını beklemekle en büyük hatanızı başlatmış oluyorsunuz. Siz hayata yeni bir sayfayla başladığınızda, zaten birileri tevafuken sizin hayatınıza dokunacaktır. Ama daha önceki deneyimlerinizden dolayı, bu defa hayatınıza dokunacak insanları özenle seçer ve sınırlı şekilde güvenirsiniz. Beklemek, umut etmek insanın ömründen, hayallerinden en önemlisi zamanından çalar. O yüzden, beklentiler ne kadar az olursa, hayal kırıklıkları da o kadar az olur.

Leonard Cohen’ın bir sözü var; “içimdeki o bütün dün’lerle yeni bir şeye nasil başlayabilirim”

İşte asıl mucize de tam bu noktada başlıyor. İçimizdeki dün’lerle savaşmak yerine cesaretimizi kullanıp sırtımızı dönmeyi başarmalıyız. Geçmişte bıraktığımız her şeyi önümüze taşırsak öfkemizi kontrol edemeyiz. Öfke, insana hata yaptırır. Kin, nefret ve acı duyguları bizi ilerletmez. Geçmişte yaşadığımız çok güzel anılarımızda vardır tabi ki ama onlarla da sürekli yaşamak yeni anılar biriktirmemize engel olur.

Değişim hiç kolay değildir. Her ne kadar hepimizin alışkanlıkları, yaşam tarzları, ekonomik durumları, sorumlulukları, aileleri, değerleri, bulunduğu toplumun bakış açısı bu durumları zorlaştıran etkenler olsa da, bunlara zarar vermeyecek, düzeni çok etkilemeyecek, ama kendimizi mutlu edecek değişimler imkansız değildir. Korkularımızla yüzleştiğimiz gün kendi yolunuzu çizmeye başlayacağız.

Yeniden başlamanın ilk kuralı “affetmek” .İnsan ancak affettiği zaman gözündeki öfke perdesini kaldırıyor, ruhunu özgür bırakıyor. Öfke pranga gibidir, bir adım öteye götürmez insanı. Oysa özgür kalan ruh mutluluğa da açıktır, şansa da açıktır, kazanmaya da açıktır.

Hayat ne kadar yorarsa yorsun, sonunda hepimizin eşit olacağı bir yer var. O yüzden geriye bakarak yürürken, taşa takılıp düşmenin anlamı yok. Her gün güneş yeniden doğuyor ve yeni bir gün başlıyor. Neden biz bu güzel hayatı yeniden başlamaya korkarak ziyan edelim?

Avrupalılar Türkleri neden sevmez?

0

Çok değerli dostlarım ve okuyucularım, sizlere Alman asıllı bir profesör’ün sözlerini aktaracağım.

Alman asıllı Prof. Fritz Neumark öğrencileriyle Boğaziçi’nde geziye çıkar. Bu gezi İstanbul Üniversitesi’nce düzenlenen bir gezidir. Gezi esnasında bir öğrencinin sormuş olduğu “Hocam Avrupalılar bizi neden sevmez?” sualine Hoca şu cevabı verir; “Çok samimi olarak itiraf edeyim ki Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve islam düşmanlığı Hristayanlar’ın hücrelerine sinmiştir.

Sebeplerine gelince;

1- Müslüman olduğunuz için sevmezler. Ama ola ki laik olmak şöyle dursun Hristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam ederler.

2- Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeğin farkındalar; Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.

3- Avrupa’nın pazarı idiniz, şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.

4- En az 400 yıl Avrupa’da ensemizde at koşturdunuz.

5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Orta Avrupa ve Balkanlar’ı haçlı ordularına mezar ettiler.

6- Osmanlılar Orta Avrupa’ya gelmemiş olsalardı bugün Bosna, Kosova, Arnavutluk, Balkan ülkeleri Hıristiyan kalacaktı.

7- Sizi silah ile yenemeyenler sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar. Önce giyimimizden hayat tarzına kadar ahlaki değerlerimizi yıpratmaya başladılar. Sonra da kendi içinizde sizi bölmeye başladılar.

8- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydi İslamiyet bugün belki sadece Hicaz’da varlığını devam ettirebilirdi. Kaldı ki vahhabiliği kuranlar da İngiliz Dominyon Bakanlığının adamlarıdır. Batı her yerde İslamiyetçi sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı Asr-ı Saadet’i devam etti. İfade ettiğim sebeplerden kilise size kin kusmaktadır.

9- Ben Türkiye’ye geldiğimde iki üniversiteniz vardı, şimdi sayısını bilmiyorum, neredeyse her ilde var. Osmanlı zamanında ise şehirlerde medreseler vardı. Tarihinize bir bakın, arşivler yazıyor. İlim tedrisat vardı, çoğunuz Osmanlı’nın yaptığı denizaltıyı bilmiyorsunuz ama Avrupa bunu biliyor.

10- Sizler gerçek hürriyetinize, kimliğinize döndüğünüz zaman Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır. Sizler bizim korkulu rüyalarımızdınız. Ama bu şartlarda çok zor.

Son olarak unutmayın Osmanlı’nın iki sultanı Avrupa’nın korkulu rüyası olmuştur.Biri İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed Han, diğeri Kanuni Sultan Süleyman Han’dır.”

Ord. Prof. Fritz Neumark (1900-1991) 1936’da Hitler Almanya’sından kaçarak Türkiye’ye gelmiş ve İstanbul Üniversitesi iktisat ve hukuk fakültelerinde dersler vermiştir.

Alman Hoca bizi ne güzel analiz etmiş ve dürüstçe Avrupalıların endişelerini dile getirmiş. Oysa günümüzde hala Selçuklu’ya, Osmanlı’ya hakaret eden Müslüman kimliği taşıyan vatandaşlarımız hatta siyasilerimiz var. İnşallah bu Alman Hoca’nın analizleri Osmanlı düşmanlığı yapanlara biraz olsun ders olur.

Sizleri Alman Hoca’nın sözlerini düşünmeye bırakıyorum.

Tabi tüm tespitlerine katılmıyoruz. Şöyle ki; “Osmanlı tekrar kuvvetlenince batı medeniyeti çökecek.. Fatih korkulu rüya..” Peki ama bunlar neye göre? Batıda medeniyet mi çökecek, insansız sistemler mi? Demokrasiyi perde yapmış oligarşi mi? Yoksa Üniversiteniz mi çökecek? Ar-Ge merkezleri mi kapanacak? Tarih de kaç kütüphane yaktık? Kaç müzenin içini boşalttık ki? Asla ve kat’a. Bunu söylemek çok zalimce olur. İstanbul’un fethi batı da çağ açıp, çağ kapatıp Rönesans’ı doğurmadı mı.? Şeytanın entrika yuvasına dönmüş İstanbul ilim ile tanışmadı mı? Türklerin Avrupa’daki izleri maalesef ihmal edilen çalışmalardan biri. Endülüs etkileri hâlâ dimdik ayakta. Avarlar 300 sene var oldu Avrupa’da. Macaristan da bir çok Atilla ismi var. Balkanlar da on binlerce eser bıraktık. Bunlar kime korkulu rüya olabilir?

Osmanli beşeriyetin geleceği (İngiliz tarihçi Toynbee) – Osmanli gitti huzur bitti (İsveç eski başbakanı) – Osmanlı ihya etti imha etmedi (Hırvat tarihçi)

Bunları da gözden kaçırmamak lazım.

Bu yazımdaki bazı notlarım için Sayın Raşid Er’in Türklere Karşı Haçlı Seferleri kitabından da alıntılar yaparak istifade ettik.

Allah’a emanet olunuz!

Terör birliğine karşı ‘CUMHUR İTTİFAKI’

Türkiye’nin Haftalık Ulusal Gazetesi Ogün, 2019 yılının Mart ayında gerçekleştirilecek seçimlerde terör birlikteliğine karşı duruş sergileyen ‘Cumhur İttifak’ı adına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Sadir Durmaz’ın açıklamalarını manşetine taşıdı.

2019 yılının Mart ayında gerçekleştirilecek seçimlerde çıkacak tablonun ve sonucun ana muhalefet partisinin sonu olabileceğini söyleyen
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Her seçimde aynı şeyleri yapıp farklı sonuç almaktan kendilerini alamıyorlar. Mart 2019’da da sonuç aynı olacak, aynı hezimeti yaşayacaklar.” ifadelerini kullandı.

Ana muhalafetin ve avanelerinin milleti birbirine düşürmesine izin vermeyeceklerini söyleyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bölücü terör örgütünün siyasi uzantılarıyla ittifak çalışmaları yapmaktan utanmıyorlar. Muhacir ile ensar arasına fitne tohumları ekmeye çalışıyorlar” diyerek milletin bu oyunlara gelmeyeceğini belirtti.

Devlet Bahçeli: Yerel yönetimler işin ehli olana teslim edilecek

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “MHP olarak ‘Beka İçin Milli Karar, Cumhur İçin İstikrar’ diyor, adımlarımızı hızlandırıyoruz. Çünkü yapacaklarımız pek çoktur. ‘Sağduyunun Birlikteliği, Cumhur İttifakı’ diyor, anılarımızı atiye taşımak, parlak bir geleceğin kilidini açmak için çalışıyoruz. Çünkü işimiz çok, hedeflerimiz büyük, yükümüz ağırdır” diyerek 31 Mart 2019’da Türkiye’nin yerel yönetimlerinin ehline emanet edileceğinden şüphesi olmadığını söyledi. Bahçeli, “CHP-HDP-PKK-FETÖ’den oluşan, arkalarında Türk düşmanlarının bulunduğu zillet koalisyonu 31 Mart’ı beka görseydi biz kendimizden şüphe eder, acaba doğru mu yapıyoruz diye kendimizi sorgulardık. Üstüne basa basa tekrar söylüyorum; 31 Mart 2019 Mahalli İdareler Seçimleri beka seçimidir. Cumhur İttifakı’nın hedeflerine ulaşması hususunda ülkesini seven herkes tüm gücüyle çalışması gereklidir” diyerek konuştu.

Bülent Turan: proje ittifakları vatan adına yapılmıyor

AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan yaptığı açıklamada, terör örgütü PKK ve FETÖ’nün uzantılarıyla oluşturulan proje ittifakın, daha seçimleri göremeden deşifre olduğunu söyledi. Proje ittifakın büyük abisi CHP’de yaşanan kaosun partilileri de rahatsız ettiğini söyleyen Turan, son zamanlarda yaşanan istifaların da gerçekleşen sıkıntılar sebebiyle olduğunun altını çizdi. Turan, “Proje ittifakının hiç bir çalışması vatan adına yapılmıyor, kendi çıkarları peşinde koşuyorlar. Muhtemeldir ki 31 Mart akşamı AK Parti’nin İstanbul’da alacağı zafer halk tarafından şimdiden ilan edilmiş durumdadır. Turan, “Kurtuluş mücadelesi veren Gazi Mustafa Kemal’in partisinin, basiretsiz yönetim anlayışı yüzünden her bir taraftan dökülmektedir” diyerek belediye yönetmeye talip olan bazı siyasilerin apartman yöneticiliği bile yapamayacağını söyledi.

Sadir Durmaz: biz cumhur ittifakını geçici görmüyoruz

FETÖ ile PKK ile kolkola girenlerin milleti birbirine düşürmekten başka amaçları olmadığını söyleyen Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Sadir Durmaz, milletin ve devletimizin geleceğini düşünenlerin ‘Cumhur İttifakı’na inancının tam olduğunu belirtti. Cumhur İttifakı’nın yerel seçimlerde başarılı olması için özveriyle çalışacaklarının altını çizen Durmaz, “Biz Cumhur İttifakı’nı gelip geçici, bugünden yarına birkaç belediye fazla ya da eksik almak gibi bir anlayışa indirgemiyoruz. Cumhur İttifakı’nı ülkenin geleceğini kurtarmak isteyenlerle FETÖ’nün, PKK’nın yörüngesine girmiş ülkenin geleceğini karartmak isteyenlerin mücadelesi olarak görüyoruz.” dedi.

En cazip 10 tasarruf önerisi

Enerji fiyatları tüm dünyada artan trend içinde olduğundan, sürekli artan elektrik veya doğal gaz faturaları dünyamızın kaçınılmaz bir gerçeği. Elektrik fiyatları, üzerinde etkimizin olabileceği bir konu olmasa da elektriğe ne kadar para ödeyeceğimiz tamamen alışkanlıklarımızla ilgili bir durum. Enerji kaynaklarını tasarruflu kullanarak, alışkanlıklarımızı pek de değiştirmeden oldukça ciddi bir oranda tasarruf edebiliriz.

Kaçaklara geçit vermeyin!

Tasarruf önerilerinin en kolayı ile başlayalım. Dışa açılan pencere ve kapılarınızın yalıtımlarının iyi olduğundan emin olun. Hava kaçağı olup olmadığını soğuk bir günde elinizi pencere ve kapıların kenarlarında gezdirerek kolayca anlayabilirsiniz. Hava geçiren bölümlerin yalıtımını yapın.

Perdelerinizi kapatın!

Camlarınız her ne kadar ısı yalıtımlı olsa da yine de belirli ölçüde dışarıdan gelen soğuk havanın etkisini evin içine geçirir. Bu yüzden kış aylarında özellikle akşamları perdelerinizi kapatın. Böylece perdelerin ısı yalıtımı görevi görmesini sağlar, soğuk havanın etkisinin evinizin içine girmesini önlersiniz.

Bir derece düşürün!

Şu anda evinizin sıcaklığı kaç derece ise hemen bir derece düşürün. Bir derece daha düşük sıcaklığın size çok fazla bir etkisi olmayacaktır ancak bu düşüşün faturalara yansıması belirgin olacaktır.

İhtiyacınız kadar su kaynatın

İster kettle, ister çaydanlık kullanın enerji tüketmeden su ısıtamazsınız. Daha fazla suyun ısınması daha çok enerji harcanması anlamına gelir. Bu yüzden yalnızca ihtiyacınız olan kadar suyu kaynatın.

Su basıncını düşürün

Duş alırken yüksek basınçlı suyun keyfi bambaşka olur. Fakat bu keyfiniz için hem su hem de enerji kaynaklarını bol bol harcarsınız. Duş alırken suyu en yüksek basınç seviyesinde kullanmak yerine orta veya ortanın biraz üstü seviyede kullanarak hem enerji hem de su tasarrufu yapın.

Ampullerinizi enerji tasarruflu seçin

Her zaman söyleneni biz de tekrar edelim: ampullerinizi enerji tasarruflu olanları ile değiştirin. 100 Watt gücünde eski tip bir ampul saatte 5 kuruşluk elektrik harcarken, aynı ışığı yayan bir tasarruflu ampul saatte 1 kuruşluk elektrik harcar. Günde 8 saatlik bir kullanımda eski tip ampul ayda 12.4 Lira elektrik harcarken, bu rakam tasarruflu ampulde 2.4 Lira’dır. Bu, yalnızca bir ampulden aylık 10 Lira tasarruf anlamına gelir.

Makinenizi tam doldurun

Bulaşık veya çamaşır makinelerinizi tam dolu olarak kullanın, gerekirse bekleyin ve dolmadan kullanmayın. Çamaşır makinenizi 30 derecede kullanın, çamaşırlarınız oldukça iyi temizlenecektir. Hatta bir sonraki sefer 30 derecenin altında kullanmayı da deneyebilirsiniz. Düşük derecede kullanımın çamaşırlarınız için de daha iyi olduğunu aklınızda tutun.

Televizyon karşısında uyumayın

Siz uyurken televizyonunuzun açık kalması tam bir israftır, ancak bunun dışında sağlığınıza da zarar verir. TV açık olmadan uykuya dalamayacaklarını düşünenler ise büyük ihtimalle yanılıyor, çünkü son araştırmalar TV ve cep telefonu kullanımının insanları uyararak uykuya dalmalarını zorlaştırdığını göstermektedir. Hatta değil uykuya dalmaya çalışırken, yatağa girmeden bir saat önce TV izlenmemesi önerilmektedir.

Boşu boşuna çamaşır makinenizi gece çalıştırmayın

Doğru bilinen bir yanlış da elektrik tüketiminin gece yapılması halinde faturaların daha ucuz geleceğidir. Teoride bu doğrudur, gece elektrik fiyatları günün diğer saatlerine göre çok daha düşüktür. Ancak bunun için öncelikle elektrik faturanızın üç zamanlı faturalama yapılan tarifede olması gerekmektedir. Kısacası tarifeniz uygun değilse makinelerinizi gece çalıştırmanın size hiçbir faydası olmaz.

Elektrik tedarikçinizi değiştirin

Aylık 60 Lira üstünde fatura ödeyen artık neredeyse herkes elektrik tedarik şirketi değiştirebiliyor. Elektrik tedarikçilerinin sunduğu fiyatları araştırarak en cazip fiyatlı elektrik tedarikçisini bulup o tedarikçiye geçiş yaparak tüketiminizi azaltmadan dahi tasarruf edebilirsiniz.

Nükleer sanayi Türkiye’yi şampiyonlar ligine taşıyacak

Türkiye’nin ilk nükleer güç santrali Akkuyu NGS’nin inşaatı hızla devam ederken, birinci ünitenin 2023 yılında üretime geçmesi hedefleniyor. Akkuyu, Türkiye’nin tükettiği enerjinin yüzde 10’unu karşılayacak potansiyelinin yanında, iş dünyasını nükleer teknolojiyle buluşturması açısından da önem taşıyor.

Uluslararası Nükleer Santraller Zirvesi’nin gerçekleşmesinde görev alan Nükleer Mühendisler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Korcan Kayrın, nükleer santrallerin ülkenin nükleer teknoloji kapasitesini güçlendireceğini ve Türk firmalarına yeni fırsatlar sunacağını kaydetti. Nükleer sektörün Türkiye’yi şampiyonlar ligine taşıyacağına dikkat çeken Kayrın, “Türkiye’nin katma değeri yüksek sektörlere odaklanıp, sürdürülebilir bir ekonomik modele geçmesi gerekiyor. Ülkemiz özellikle savunma sanayinde yerlileştirme anlamında çok güzel hamleler yaptı. Bunun aynısı nükleerde de olabilir. Nükleer sanayine iş yapan şirketler, savunma sanayine iş yapan şirketler dünyada rekabet avantajı elde eder. Türkiye’nin nükleer kulüpte yer alması ise onu şampiyonlar ligine taşıyacak. Türk sanayicisinin nükleer teknolojiyi öğrenmesi, nükleer endüstrisi için yatırım yapması önemli. Bu kapasite onlara hem yurt içinde hem de yurt dışında nükleer santral projelerinde iş alma fırsatı sağlayabilir. Gerçekten çok iyi çalışan, nükleer sektöre iş yapabilme kapasitesine sahip şirketlerimiz var” dedi.

Nükleer teknoloji kapasitesinin güçlenmesinin sadece enerji değil,uzay, savunma, otomotiv, denizcilik, havacılık gibi katma değeri yüksek sanayi kollarında da Türkiye’nin daha çok güçlü olmasını sağlayacağını ifade eden Kayrın, “Almanya, Japonya, Hindistan ve Güney Kore önce teknoloji ithal ettiler, sonra da kendilerine özgü nükleer güç santrali tasarımları geliştirdiler. Bu süreç, devletle özel sektörün uyum içinde çalışmasıyla mümkün olabilir. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Kümelenme Destek Programı kapsamında, Ankara Sanayi Odası koordinatörlüğünde yürütülen Nükleer Sanayi Kümelenmesi (NÜKSAK) de bu sektörün fırsatlarını ortaya koyan,  Türkiye’de kurulması planlanan nükleer santral projelerinin ve bu projelerin altyapılarının mümkün olduğunca yerelleştirilmesi amacıyla atılan önemli bir adımdır” şeklinde konuştu.

Nüksak nükleer sektörün büyüklüğü konusunda farkındalık yarattı

NÜKSAK’ın iş dünyasına sektörün büyüklüğünü gösterdiğini vurgulayan Kayrın, şunları söyledi: “Kümelenme üyeleri tarafından, nükleer endüstriye özel malzeme ve imalat teknolojileri geliştirilmesi, teknoloji edinimi, tasarımı ve imalat kabiliyeti oluşturulması hedefiyle gerçekleştirilen proje ile firmalar, yurtdışında birçok fuara, ikili görüşmeye ve teknik geziye katılarak nükleer sanayi pazarının çok büyük ve niş bir pazar olduğunu gördüler. NÜKSAK bünyesinde eğitimler de oluyor. En son ROSATOM Technical Academy’nin, NÜKSAK üyelerine verdiği eğitim, katılımcı firmaların tedarik süreçleri ve ihale yöntemleri konularında bilgilenmelerini sağladı. Bu deneyim, Türk firmaların kabiliyetlerini nükleer sektörde de geliştirebilmeleri açısından çok değerli.”

“Akkuyu’da inşaat sürüyor, ihaleler hareketleniyor”

Nükleer Mühendisler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Kayrın,5-6 Mart 2019 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenecek Zirve’nin Türkiye, Avrupa, Afrika ve Ortadoğu’da yapılacak NGS’ler konusunda bir buluşma noktası olacağını söyledi. Türk firmaların nükleer sektör deneyimi edinmelerinin öneminin altını çizen Kayrın şöyle konuştu:

“Altıncısı gerçekleştirilecek olan Uluslararası Nükleer Santraller Zirvesi ve Fuarı  bu yıl Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın desteğiyle, Nükleer Mühendisler Derneği (NMD) ve Ankara Sanayi Odası (ASO) tarafından düzenleniyor. Nükleer sektörün dünyadaki iş ağını Türk iş dünyasına yansıtan bu iş ve iletişim platformu ile şirketlerimizin vizyonunu ve iş olanaklarını geliştiriyoruz. Ticari eşleştirme platformuyla da Türk firmalarını uluslararası nükleer tedarikçileriyle buluşturuyoruz. Zirve, nükleer santral projelerine vida üretiminden insan kaynaklarına kadar hemen her alanda ürün ve hizmet sunabilecek firmalar için önemli bir ticari buluşma noktası olacak. Dünyanın birçok önemli ülkesinde nükleer santraller ve bunların tedarik zincirleri var. Şu an Türkiye’de Akkuyu Nükleer Santrali’nde inşaat çalışmaları sürüyor. İhaleler hareketleniyor. Türk şirketleri Akkuyu projesinde inşaat sürecinde yüzde 90, montaj sürecinde yüzde 40, ekipman tedarikinde de yüzde 10’luk bir alanda iş yapma fırsatına sahip olacak. Uluslararası Nükleer Santraller Zirvesi’nde, Akkuyu başta olmak üzere diğer 2 proje de gündeme gelecek. Çünkü bir nükleer güç santrali 60-70 yıl boyunca hizmet ve ürün satın alıyor. Şirketlerimizin bu sektörü tanıması, buraya ürün vermesi, hepimizin geleceği açısından çok önemli. Nükleer enerji santraline ürün ve hizmet veren firmalar, bu referansla dünya pazarlarında girdikleri ihalelerde rekabet gücü kazanacak. Bu 3 nükleer santral projesinin ne kadar içinde olursak, işçisinden tutun her türlü makine üreticisine kadar, ülke olarak bundan sürdürülebilir fayda görürüz. Türk firmaları, yüksek kaliteli üretimle nükleer endüstrinin bir parçası olabilirler.”

Yeni Küresel Kavga ve Venezuela

Sevgili Bir Portre okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Son yazılarımda hep 2019’un kritik ve zorlu bir yıl olacağına vurgu yaptım.

Küresel Yeni Sistem’in yeni yüzyıl oluşturma planlarının final yılı olacağını söyledim.

Yine söylüyorum; 2019 çok kritiktir ve zorlu geçecektir.

Küresel Hakimiyet kuracak iki gücün savaşı Mart sonunda bitebilir veya daha da kızışarak sene sonuna dek sürebilir.

Venezuela’daki darbe girişimini de bu küresel hakimiyet çatışmasından asla ayrı tutmayın.

Daha önce demiştim ki; dünyanın herhangi bir bölgesinde olan herhangi bir olay -görünürde önemli veya önemsiz olması farketmez- bu ikili rekabetten asla bağımsız değildir.

Bu çatışma alanı ister Venezuela, Brezilya, Peru, Arjantin, Bolivya, Kolombiya ve hatta Küba gibi Güney Amerika ülkeleri olsun, ister Afganistan, Pakistan gibi Güney Asya ülkeleri, ister Fransa gibi Avrupa, ister Irak, Suriye, Libya Mısır gibi Ortadoğu ülkeleri olsun, bu iki gücün savaşıyla doğrudan ilintili ve bağlantılıdır.

Hatta Cemal Kaşıkçı olayı da, Sarı Yelekliler de, Sudan’daki sokak hareketleri de bugünlerde Afrin-Mümbiç-El Bab’daki patlamalar da, Davos’da Brezilya devlet başkanının Maduro içerikli konuşması da, bu savaşın parçası ve coğrafyalar bu kavganın arenasıdır.

Kavganın öyle önemli noktasına geldik ki; cephelerde saflar netleşirken aynı zamanda saf değişiklikleri de yaşanabiliyor.

“Neocon-Evangelist-Pentagoncu” safta, bir şekilde yer aldırılan bir ülke “Merkeziyetçi Aklın” safına geçebiliyor.

Aynı şekilde “Merkeziyetçi Akıl”la hareket eden ülkeler şu veya bu şekilde yer değişikliği ile karşıya geçebiliyor.

Dengeler öyle hassas, ortam o kadar puslu ki; bazen hiçbir şey göründüğü gibi olmuyor.

Kim kimle iş tutuyor, kim kimin safında yer alıyor belli değil.

Ve, bir safta yer alırken diğer cepheyle de dirsek teması içinde olanlar, diğer gücün tazyik ve baskısına boyun eğenler, mikro ilişkilerle “orta yollu” hareketle vaziyeti kotarmak isteyenler… Her türden ve oldukça komplike ilişkiler mevcut.

Sadece yok yok…

Mesela Rusya ve Putin…

Düne kadar “Merkeziyetçi Akıl” ile hareket ederken, bugünlerde Neocon’larla iş tutmaya başlayabiliyor.

Ve bu durum, onun ülkeler arası ilişkilerine de yansıyor.

Hatta tam da bunun için, Neocon’lar onunla ilişki ve iş tutmaya başlıyor.

Böylesi belirsizlik ve güvensizlik içeren bu durum, Putin ile işbirliği içinde olan ülkeleri ve dolayısıyla bizim diplomatik stratejimizi de sarsabiliyor, sarsabilir.

Bugünün sıcak konusuna gelince;

Venezuela asla sadece bir ülkeden ibaret değildir.

ABD’nin arka bahçesi mesabesindeki bu ülke, dünyanın en büyük petrol rezervine sahiptir. Aynı zamanda ABD’nin en çok petrol ithal ettiği ülkedir ve bu nedenle de ABD petrol arz güvenliği için olmazsa olmaz durumdadır.

Kimileri ABD (Neocon-Evangelist-Pentagoncu) eski gücünde değil; çünkü “ABD eskiden olsa bir ülkede darbe istedi mi, mutlaka başarırdı. Venezüella’da başaramadı” diyebiliyor.

Ama emin olun ki işin aslı öyle değil.

Bu darbemsi girişim, aslında ABD’nin elde etmek istediklerini darbesiz elde etmeye dönük bir stratejisidir.

Gerisini takip edince göreceğiz; neyin ne olduğunu veya olmadığını…

Yoksa; Caracas’da tam tekmil darbe yapmaya da, Maduro’yu indirmeye de, menfaatlerini maksimize etmeye de gücü yeter.

Bunu derken ABD’nin gücünü asla kutsuyor değilim.

Sadece gerçekçiyim ve ütopik yaklaşımla, zayıflayan “ABD fantezisiyle” hareket etmeyen birisiyim.

Peki tüm dünyada bu kavgaları yaşatan Amerika’da her şey süt liman mı..?

Hayır… emin olun ki, ABD’nin kendi içinde en büyüğü yaşanıyor.

Hem de öyle ki; Washington’da, Pentagon’da, CIA’da ve hatta Beyaz Saray’da yaşanıyor.

Ama sanılmasın ki, ABD bir ülkede darbe yapmayı istedi ve başarısız oldu.

Bu sadece kendimizi aldatmak olur.

Halkına dimdik ayaktayım moralitesi sunarken; Maduro arka kapı diplomasiyle ABD ile uzlaşmak için araya kimleri sokuyor kimleri…

Türkiye özeline gelirsek…

Dikkatli olmalıyız.

Akıllı ve akılcı olmalıyız.

Hamaset ve romantizmden uzak kalmalıyız.

Dünya, ekonomik ve siyasi olarak ateş çemberi bir yıla girmişken; rehavet, aymazlık, tutarsızlık, iç siyasetin girdabına kapılmak ve global gelişmeleri önemsizleştirmek bize çok büyük zarar verir.

IMF değerlendirmeleri ve diğer ekonomik raporlar global ekonominin 2019 içinde ciddi durgunluk yaşayacağı ve riskleri barındıracağını defaatle söylüyor.

Hal böyleyken; bu küresel hakimiyet savaşının en büyük kozu olan ekonomik savaş, hele de bizim gibi kırılganlığı had safhada olan ülkelere çok ciddi zarar verebilir.

Hele de coğrafi ve stratejik olarak nirengi noktasında olan biz gibi birkaç ülke için, tehlikenin boyutu her daim yüksektir.

Bu nedenle de, en dikkatli olmamız gereken bir yılı yaşıyoruz.

Ve hatta; 15 Temmuz darbe girişiminin başarısız olması nedeniyle, “bizde asla bir daha darbe girişimi olmaz, darbeler dönemi bitti” gibi bir rehavete girmek bizi felakete sürükler.

Yeni küresel sistem savaşı, artık her türlü enstrümanı, tüm imkanları ve tarafların tüm silahları sahaya sürdükleri bir evreye girmiş bulunuyor.

Geçmişte ülkemizde olan tüm darbelerde, dış bağlantıların temel belirleyici olduğunu da düşünürsek; farklı şekil ve kılıklarda yine yeni girişimlerin olmayacağını düşünmek, en basitinden safdillik olur.

Diplomatik aklı, uluslararası tutarlılığı, öngörü ve ince zekayı, satrancın birkaç hamle ötesini, ülkesel menfaatlerin maksimizasyonunu, söylem değil eylemsel boyutlu kazan-kazan yaklaşımını esas alan bir politika izlemeye mecbur ve mahkumuz.

Tek yol budur ve başka alternatif yoktur.

Son olarak; küresel ölçekte girift ve karmaşık hale gelmiş dış politika ve uluslararası ilişkilerde, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ülke menfaatleri doğrultusunda herkes ve her kesimle ilişkisini devam ettirmesini ilgi, merak ve biraz da şaşkınlıkla takip ediyorum.

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar..

IMF’e geçit vermemeliyiz

Sevgili Portreler okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Eskiden olsaydı IMF kapısını çoktan çalmıştık.

Çünkü büyük-küçük her ekonomik sarsıntıda IMF’e müracaat alışkanlık haline gelmişti.

Ama Türkiye eski Türkiye, dünya eski dünya değil.

Her zaman söylediğim gibi yine söylüyorum; IMF ülkemizi teslim alamayacaktır.

Evet, ciddi bir kur krizi atlattık ve zorlu süreç devam ediyor.

Sene başında, 2019 çok zorlu geçecek demiştim.

Umut/umutsuzluk bumerangı her an karşımızda olacak diye söylemiştim. Maalesef öyle.

Çünkü sorun sadece Türkiye’nin kendi dinamiklerinden kaynaklanan problematik değil; küresel bazda da var olan bilinmezlik, gelgitler, öngörülmezlik ve karmaşadan kaynaklanıyor.

Küresel ölçekte hiçbir ülke kendini garanti görmesin.

Çin bile…

Hal böyle olunca global sarsıntının, Türkiye gibi kırılgan ekonomisi olan bir ülkeyi etkilememesi mümkün değil. Ama şunu da söylemeliyim ki; ülke olarak krizlere karşı şerbetliyiz.

Her durum, sorun ve krize göre konumlanabilen, refleks geliştiren ve yeni stratejiler üretebilen bir ülkeyiz.

Sorunlarımız ve çözüm yetersizliğimiz çok.

Dünya siyasetini, yeni stratejileri, ekonomik konjonktürü okumakta zayıfız.

Duygusal, romantik ve öngörüsüz davranışlarımız fazla.

Ama bunlara rağmen ümitsiz değilim ve olmak da istemiyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın durum ve gidişatı derinden derine okuyup, gözlemlediğini düşünüyorum.

IMF sesleri yükselirken, alternatif ekonomik enstrümanları akıllı ve akılcı şekilde değerlendireceği kanaatindeyim.

Bazı konular ve özellikle ekonomiye dair alanlarda kimilerinin manipülatif, maceraperest ve ütopik tarihselcilikle Sayın Cumhurbaşkanı’nı reel gerçeklikle bağdaşmayacak şekilde informe ettiklerini düşünüyorum.

Bunların amaçlarını, niyetlerini ve hangi realiteyi dayanak yaptıklarını bilmiyorum.

Ama bir gerçek var ki; kafa karışıklığını en kısa zamanda sonlandırmak zorundayız.

Geçmiş örnekleri temel ölçüt ve parametre olarak almak, bugünü sağlıklı anmamamıza pek fayda sağlamaz.

Dün dünle gitmiştir.

Bugün, yeni dünya düzeninin tesisi arifesinde siyasi, ekonomik, askeri paradigma temelden değişiyor.

Ne yazık ki, millet olarak geçmiş güzellemelerle avunmayı, satvetli ve ihtişamlı kadim devlet anlatımlarını ve “bir zamanlar biz öyle bir devlettik ki…” diye başlayan cümlelerle tarihsel romantizm yapmayı çok seviyoruz.

Ama merhum Demirel’in dediği gibi; “Dünün güneşiyle bugünün çamaşırını kurutamazsın”

Siyaseten de böyledir ekonomik açıdan da böyledir.

Dün dündür, bugün de bugün.

Bu yüzden de, Sayın Cumhurbaşkanı’nın yakın tarihimizde olan krizlerden ders alarak IMF’e fırsat vermeyeceğine; gelişen ve değişen yeni konsept ve konjonktüre uygun şekilde mevzi alacağına ve yeni dünyanın yeni

ekonomik alternatiflerini tutarlı, aklıselim ve öngörülü şekilde değerlendireceğine inanıyorum.

Rusya seyahati sonrası uluslararası finans çevreleriyle ciddi görüşmeler yapılacağı duyumlarını alıyorum.

Hazine ve Maliye Bakanı’nın da, Davos’da  global  finansal aktörlerle yapacağı görüşmeleri çok önemli buluyorum.

Ve benim bildiğim, zaman zaman gözlerine bakarak okumalar yaptığım Cumhurbaşkanı’nın ince ve kıvrak zekası, akıl ve akılcılığı önde tutan liderliği ve yıllara sari deneyimiyle bu görüşmeleri kazan-kazan felsefesiyle pozitif anlamda maksimize edeceği kanaatindeyim.

Böylelikle de IMF’i ülkemize yeniden girmesine fırsat verilmeyecektir.

Aksi takdirde ve maazallah; IMF’e mahkumiyet bizi yeniden Coteralli’lere teslim eder. Yediğimizden içtiğimize, evimizden aracımıza, memurumuzdan amirimize her şeyi yeniden dizayn etmek isteyecek bir IMF’in, ekonomimize

el atması ciddi psikolojik ve sosyolojik kırılmalara da sebebiyet verir.

Moral üstünlüğümüzü kaybettirir.

2002’den 2013’e kadar, yaklaşık 11 yıl IMF’le olmanın sıkıntı ve sorunlarını iyi bilen Cumhurbaşkanı’nın bu durumun oluşmasına imkan ve meydan vermeyeceğine inancım sonsuzdur.

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar..

Cengiz Aygün / Ogün Gazetesi

Petkim Turquality Programı ile markasına güç katacak

Petkim, devlet destekli bir markalaşma programı olan Turquality‘ye dahil oldu. Türkiye’de petrokimya sektörünün lider şirketi olan Petkim, Turquality Programı ile markasına güç katacak. Petkim Genel Müdürü Anar Mammadov, bu destekle uluslararası rekabet üstünlüklerini bir adım öteye taşıyarak Türkiye ve Azerbaycan ekonomileri için değer katmaya devam edeceklerini ifade etti.

SOCAR Türkiye’nin iştiraki Petkim, Ticaret Bakanlığı tarafından ‘Türk ürünlerinin yurtdışında markalaşması ve Türk malı imajının yerleştirilmesi’ amacıyla hayata geçirilen Turquality Programı’na katıldı.Klasik ihracat desteklerinden farklı olarak firmaların markalaşma hedeflerine katkıda bulunmayı amaçlayan Turquality Programı’na başvuru sürecini, 5 ay gibi kısa bir sürede tamamen kendi kaynakları ile başarıyla tamamlayan Petkim, bu anlamda da Türkiye’de bir ilke imza attı.

Petkim’in uluslararası rekabet gücü artacak

Türkiye’nin tek entegre petrokimya üreticisi Petkim’in, Turquality desteği ile uluslararası arenada daha da güçleneceğinin altını çizen Petkim Genel Müdürü Anar Mammadov, “Turquality programıyla Türkiye’nin ekonomisine değer katarken yurt dışındaki imajımıza da yeni bir vizyon getiriyoruz. Ürettiğimiz katma değerli ürünlerle hem global bir marka olarak rekabette bir adım öne geçeceğiz hem de ihracatımızı artırarak Türkiye ve Azerbaycan ekonomilerine daha fazla katkı sağlayacağız” dedi. Petkim’i Avrupa’nın en önemli üretim üslerinden biri yapmayı hedeflediklerini söyleyen Mammadov, şöyle devam etti: “Üretim gücümüzü artırarak Türkiye’nin cari açığının azaltılması için çok çalışıyoruz. Yatırımlarımızı daha verimli kılmaya ve dijital bir tesis olmaya odaklanıp stratejik yol haritamızı belirleyerek, süratle uygulamaya geçeceğiz. Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu arasında 13’üncü sıradayız. Her yıl ihracatımızı ve ihracat yaptığımız ülke sayısını artırarak Türkiye’nin dünya ticaretindeki payının büyümesine önemli bir katkı sağlıyoruz. Bu anlamda Turquality Programı’ndan alacağımız güç ve teşvikle, global bir marka olarak yerli üretimin gücünü uluslararası arenaya da taşıyacağız.”

Turquality yolculuğu başladı

Turquality programının gerekliliklerini yerine getirmek için kendi bünyesinde disiplinlerarası bir yaklaşımla kapsamlı bir ekip çalışması gerçekleştiren Petkim, dünyanın önde gelen danışmanlık şirketlerinin incelemelerinden de tam not alarak, süreci bir adım ileriye taşıdı. Bundan sonraki aşamada kapsamlı bir marka gelişim yol haritası hazırlayacak olan sanayi devi, global bir marka olma yolunda kendi özgün stratejisini yaratarak, mevzuat kapsamında yayınlanan teşviklerden de yararlanabilecek.

ABD’nin enerjiyi terör ile ele geçirme stratejisi

Kendisini dünyanın Jandarması zanneden ABD, son yıllarda OPEC ülkelerine demokrasi götürmek için canla başla çalışıyor.

1960 yılında OPEC’i kuran beş ülkeden birisi Suudi Arabistan’a demokrasi götürmeye gerek duymuyor. Çünkü bu ülkeyi kendi eyaleti olarak görüyor. Kurduğu örümcek ağıyla bu ülkede istediği zaman sessiz devrim, gizli darbe ve değişiklikleri uygulayabiliyor. Hepimizin bildiği gibi Irak’ta ise yaptığı askeri harekat ile kan, gözyaşı ve kaos denklemini demokrasi ile harmanladı.

Diğer kurucu ülkeler olan İran, Kuveyt ve Venezuella’da ise demokrasi yalanıyla kanlı ve kansız planlarını uygulamaktadır.

Kendi yararına olmayan tüm ticari faaliyetlerin karşısında olan ABD, demokrasiyi ağzından düşürmez iken utanmadan ve sıkılmadan terör örgütleri ile koalisyonuna devam ediyor.

Bu sebeple enerjinin dünya üzerinde yaşayan insanların adil bir şekilde kullanmasını sağlamak için tek yapılması gereken gerçek bellidir. ABD’nin kol kola girdiği terör örgütlerinin yok edilmesi için dünya ülkelerinin seferberlik ilan etmesi gerekmektedir.

Terör örgütleri olmadan ABD dünya üzerinde yaptığı çirkin olaylarda başarıyı yakalayamaz ve hatta kaos ortamı bile tahsis edemez.

Dünya üzerinde yaşayan herkesin enerjiyi adil bir şekilde kullanabilmesi için ilk etapta terörden kurtulmamızın gerekli olduğu gözlemleniyor.

Avrupa için enerji lojistiği için kilit ülke durumunda olan ülkemizin dört tarafı enerji üreticileri ile çevrilidir.

Bu sebeple terör örgütlerinin hedefi konumundayız. Bizi hedef gösteren de ABD’den başkası değildir.

2009-2011 yılları arasında Katar-Suriye-Türkiye üzerinden Avrupa’ya doğru yön çizen doğalgaz boru hattı projeleri hayata geçirilmek üzere iken, Suriye lideri Esad’ın buna karşı çıkması gerçeği hepimizin hafızalarındaki yerini koruyor.

Dünyada oynanan Bizans oyunlarını iyi analiz edebilirsek, terörün olduğu yerlerin enerji kaynaklarıyla dolu yerler olduğunu da görebiliriz.

Dünya’ya zulüm edenler, kendileri haricindeki ülkelerin huzur içerisinde yaşamasından enerji dolu bir gelecekleri olmasından çekiniyorlar.

Enerjiniz bol ve kalıcı olması dileklerimle yeni sayımızda görüşmek üzere…

Dünya enerji liderleri İstanbul’a geliyor

Geleceğin akıllı şebekeleri ve şehirlerine yön verecek konuların ele alınacağı ICSG İstanbul 2019, yurt içi ve yurt dışından teknoloji, su, çevre ve enerji sektörünün liderlerini ağırlayacak.

İstanbul, 25-26 Nisan tarihlerinde ICSG İstanbul 2019’a (7. Uluslararası İstanbul Akıllı Şebekeler ve Şehirler Kongre ve Fuarı) ev sahipliği yapıyor.

ICSG İstanbul 2019 (7. Uluslararası İstanbul Akıllı Şebekeler ve Şehirler Kongre ve Fuarı) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Enerji Piyasası Denetleme Kurumu’nun destekleriyle 25-26 Nisan 2019 tarihlerinde gerçekleşiyor. ICSG İstanbul 2019, ELDER ve GAZBİR’in stratejik partnerliğinde Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek.

Geleceğin akıllı şebekeleri ve şehirlerine yön verecek konuların ele alınacağı ICSG İstanbul 2019, yurt içi ve yurt dışından teknoloji, su, çevre ve enerji sektörünün liderlerini ağırlayacak. 36 ülkeden sektör temsilcilerinin yer alacağı ICSG İstanbul 2019, Avrasya’nın tek global organizasyonu olma özelliğini taşıyor.

ENERJİ TASARRUFU MASAYA YATIRILACAK

Alman – Türk Ticaret ve Sanayi Odası’nın (AHK) Ülke Partneri olduğu ICSG İstanbul 2019’da enerji tasarrufu, enerji verimliliği, enerji depolama, enerjinin doğru ve verimli kullanılması, akıllı şebekelerde yeni teknoloji sistemleri, akıllı şebekelerde dijital dönüşüm, iletim, dağıtım, üretim, dijitalizasyon, yenilebilir enerji gibi konular masaya yatırılacak. Kamu kurum ve kuruluşlarının üst düzey yetkililerinin, büyükelçilerin, belediyelerin, yenilebilir enerji firmalarının, üniversitelerin, uzman akademisyenlerin, OSB’lerin, kalkınma ajanslarının, teknoparkların, teknoloji markalarının, elektrik dağıtım firmalarının, organize sanayi müdürlüklerinin ve daha birçok önemli sektör temsilcisinin yer alacağı ICSG İstanbul 2019’a yaklaşık 10 bin kişinin katılması bekleniyor.

Fuarda ayrıca akıllı şebekeler ve şehirler konusundaki inovatif teknolojiler sergilenecek.

HHB Expo tarafından düzenlenen ICSG İstanbul 2019’u destekleyen kurum ve kuruluşlar arasında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı’nın yanı sıra Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, EPDK, BOTAŞ, BOTAŞ International, EDAŞ, TEDAŞ, EPİAŞ, TİKA, Ankara Kalkınma Ajansı, KOSGEB, TÜBİTAK, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, İGDAŞ, İSBAK, İSKİ, İSO, İTO, DEİK, OSB Üst Kuruluşu, Borsa İstanbul, OSTİM, OSTİM Enerjik, Ankara Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, İTÜ, YTÜ, Teknokent, Hacettepe Üniversitesi Teknokent A.Ş, ODTÜ Teknokent, Alman Türk Sanayi Odası (AHK), Yunan – Türk Ticaret Odası, AZPROMO, CzechTrade ve Sollab da yer alıyor.

ICSG İstanbul 2019’u destekleyen dernek ve organizasyonlar ise şöyle: ELDER, GAZBİR-GAZMER, AUSDER, EMSAD, Enerji Hukuku Araştırma Enstitüsü, Enerji Federasyonu, Enerji Verimliliği Derneği, Mimar Mühendisler Grubu (MMG), ETD, EYODER, GAZİD, GENSED, GÜNDER, İMMİB, MÜSİAD, OSBDER, T3GM, TEHAD, TENYA, TET, TÜSİAV, AREC, CSID, DERLAB, ESMIG, G3 PLC Alliance, GSGF, ISGAN, ISOF, IEEMA, OSGP, Prime Alliance, VAASA ETT.

ICSG İstanbul 2019, 5174 sayılı kanun gereğince Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) izni ile düzenleniyor.

350’ye yakın global firmanın standının yer alacağı ICSG İstanbul 2019’da katılımcılar ürünlerini doğrudan tanıtma imkanı bulacak, son teknoloji ürünleri ve sektördeki tüm yenilikleri aynı çatı altında görebilecek, ticaret hacmini artırma şansı yakalayabilecek ve yeni ortaklık anlaşmaları yapma fırsatı yakalayabilecek.

İstanbul’un merkezinde rutubetli okullar

Başakşehir’de TOKİ tarafından yapılan okullarda oluşan rutubet nedeniyle öğrenciler sağlıksız ortamda eğitim görüyor. Bazı okullarda zeminden çıkan su ise bina temelinin yavaş yavaş çürümesine neden oluyor. İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında okulların yenilenme çalışmalarına hız verilirken, Başakşehir’de TOKİ tarafından yapılan eğitim binaları tam anlamıyla kaderine terk edilmiş. Milli Eğitim yetkilileri tarafından TOKİ’ye hatalar ve eksikler sözlü olarak bildiriliyor. Bildirimin ardından okula gelen elemanlar sorunları çözecek kalıcı tadilatlar yapmak yerine tadilat yapıyormuş gibi ufak dokunuşlarla sorun giderildi algısı oluşturuyorlarmış.

Öğrenciler’in sağlığı tehlikede, binalar ise yavaş yavaş çürüyor

Eğitim ve öğretimin bilincinde olan okul yönetimleri kendi imkanları el verdiğince bir takım tadilat işlemlerini yapmaya çalışıyorlar. Okulların zemininden su alması ve düşük kot nedeniyle oluşan rutubetlerin yok edilmesi için yapılacak tadilatlar yüksek maliyetli olduğundan okul idarecileri bu sorunlar ile başa çıkamıyorlar. Ve dolayısıyla rutubet olan konferans salonlarında eğitim faaliyeti yürüten çocuklar nefes problemleri ve kötü koku ile karşı karşıya kalıyorlar. Bazı okullar ise bodrum katlarının su alması nedeniyle yavaş yavaş çürüyor.

Öğretmenler sağlıksız koşullarda eğitim vermeye çalışırken, öğrenci velileri ise çocuklarının sağlıksız bir ortamda eğitim görmeleri karşısında tepki gösteriyorlar.

Taşeron firmaların devlete ve millete verdiği zarar telafi edilemiyor

TOKİ tarafından yapılan okulların ihalesini kazanan özel şirketlerin hatalı inşaat ve eksik malzeme kullanması nedeniyle sorunların oluştuğunu söyleyen yetkililer, “Sorunları bazen sözlü bazen de yazılı olarak TOKİ’ye iletiyoruz. Bazen şikayetlerimiz değerlendiriliyor. Lakin gelen ekipler göstermelik ufak tefek tadilat yapıyorlar ve gidiyorlar. Sorun çözülmüyor. Başakşehir’de bulunan TOKİ tarafından yapılan hemen hemen tüm okullarda problemler var. Bazılarında rutubet var, bazı okulların bodrum katlarında su sızıntısı var, bazı okullarımızın da çatısında akıntılar yaşanıyor” diyerek konuştular.

Okullardaki sağlıksız koşullara öğretmenlerde veliler de tepkili

Yaşanan sıkıntılara neden olan taşeron firmalara tepkili olduklarını söyleyen veliler, yetkililerden bu sorunlara kalıcı çözümler bulmasını istiyorlar.

İbb ile toki tarafından yapılan okullar arasında büyük fark var

Başakşehir’de yaptığımız araştırmalar neticesinde TOKİ ile İBB tarafından yapılan okullar arasında ciddi işçilik ve kalite farkının olduğunu fark ettik. İlçede 10’a yakın İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), 20 civarında da Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından okul yaptırılmış. TOKİ tarafından yapılan okulların hemen hemen hepsinde kalite sorunu yaşanırken, İBB tarafından yaptırılan eğitim binalarında neredeyse sorun yok. Sorun olsa bile İBB tarafından taşeron firmaya sıkıntılar çözdürülürken, TOKİ tarafından aynı özen gösterilmediği konuşuluyor. Mesela Başakşehir’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan İBB Şehit Polis Mustafa Erdoğan Ortaokulu’nda sağlıklı, sağlam binası ve çevre düzenlemesi ile özel okullar düzeyinde öğrencilere hizmet verirken, TOKİ Celalettin Ökten Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi konferans salonunda bulunan rutubete yıllardır bir çözüm bulunamıyor.

Devlet finansman sağlıyor, ödenek veriyor ama taşeron firmaların hatalı inşaat çalışmaları ve yöneticilerin işlerini layıkı ile yapmamalarından dolayı sorunlar çıkıyor.

TOKİ tarafından 2013 yılında yapımı tamamlanarak eğitime açılan Anadolu Öğretmen Lisesi’nde aradan geçen bir yılın sonunda binada çatlaklar oluşmuş, tavandan su sızmaya başlamış. Bunun üzerine yüklenici firma ve denetim firması hakkında 2014 yılında suç duyurusunda bulunmuştu. Bolu’da yaşanan olaylarla benzerliği nedeniyle aynı önlemlerin Başakşehir’de ki hasarlı okullar içinde alınmasının gerekli olduğu gözlemleniyor.

Başakşehir’de Hizmet Veren Okullar

Prof. Dr. Necmettin Erbakan Anadolu Lisesi

M. Emin Saraç İmam Hatip Ortaokulu

M. Emin Saraç Anadolu İmam Hatip Lisesi

İmkb Alparslan Ortaokulu

İmkb Bahçeşehir Mesleki Ve Tek. And. Lisesi

Borsa İstanbul Başakşehir Mes. ve Tek. And. Lis.

İto Başakşehir Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi

İto Akşemsettin İmam Hatip Ortaokulu

Bahçeşehir Anaokulu

Bahçeşehir Atatürk Anadolu Lisesi

Bahçeşehir Süleyman Demirel İlkokulu

Başakşehir Cumhuriyet İlkokulu

Başakşehir Anadolu Lisesi

Başakşehir Mesleki Eğitim Merkezi

İbrahim Koçaslan Ortaokulu

Kayabaşı İlkokulu

Mehmet Yaren Gümeli İlkokulu

Oyakkent İlkokulu

Boğazköy Ortaokulu

Zihni Küçük Özel Eğitim Meslek Okulu

Nurettin Topcu İlkokulu

Başakşehir Çok Programlı Anadolu Lisesi

Abdi İbrahim Ortaokulu

Oyakkent Ortaokulu

Mahmut Şevket Zırh İlkokulu

Öğrenciden Armağan Anadolu Lisesi

Ahmet Kabaklı İlkokulu

Güvercintepe Ortaokulu

Hikmet Uluğbay Ortaokulu

Tepe İlkokulu

Selahaddin Eyyubi İmam Hatip Ortaokulu

Başakşehir Rehberlik Ve Araştırma Merkezi

Şehit Öğretmen Aynur Sarı Anaokulu

Şamlar İlkokulu

Şamlar Ortaokulu

Hacı Ali Osman Gül İlkokulu

Prof. Dr. Ahatandıcan Ortaokulu

Şehit Vedat Barceğci İlkokulu

Başakşehir Bilim Ve Sanat Merkezi

Cahit Zarifoğlu İlkokulu

Miktat Ağaoğlu Çok Programlı Anadolu Lisesi

Başakşehir Ayazma İlkokulu

Başakşehir Halk Eğitimi Merkezi

Şamlar Özel Eğitim Uygulama Okulu I. Kademe

Başakşehir Güzel Sanatlar Lisesi

Hacı Fatma Gül Çok Programlı Anadolu Lisesi

Şamlar Özel Eğitim Uygulama Merkezi

Başakşehir Özel Eğitim Uygulama Okulu

Fenertepe İlkokulu

Akif İnan Anadolu İmam Hatip Lisesi

Şahintepe İmam Hatip Ortaokulu

Başakşehir Şehit Orhun Göytan İlkokulu

Şehit Serdar Gökbayrak İlkokulu

Kayaşehir Şeyh Şamil İmam Hatip Ortaokulu

Şehit Haki Aras Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi

Başakşehir Şht. Muhammed Eymen Demirci İlkokulu

Başakşehir Aziz Sancar Ortaokulu

Emlak Konut Fuat Sezgin İlkokulu

Toki Tarafından Yapılan Okullar:

Toki Aliya İzzetbegoviç And. İmam Hatip Lisesi

Toki Ertuğrulgazi İmam Hatip Ortaokulu

Toki Hayme Ana Mesleki Ve Tek. And. Lisesi

Toki Yunus Emre İlkokulu

Toki Osmangazi İlkokulu

Toki Turgut Özal İmam Hatip Ortaokulu

Toki Kayaşehir Anadolu Lisesi

Toki Kayaşehir Mevlana İlkokulu

Toki Şehit Abdulselam Özatak İlkokulu

Toki Mimar Sinan Anaokulu

Toki Mustafa Kutlu İmam Hatip Ortaokulu

Toki Kayaşehir Mesleki Ve Tek. And. Lisesi

Toki Kayaşehir Anaokulu

Toki Fenertepe Ortaokulu

Toki Nasrettin Hoca Anaokulu

Toki Kayaşehir Ortaokulu                            

Toki Celalettin Ökten Kız And. İ. Hatip Lisesi

İBB Tarafından Yapılan Okullar:

İbb Şair Erdem Bayazıt Ortaokulu

İbb Şehit Polis Mustafa Erdoğan Ortaokulu

İbb Akşemsettin Ortaokulu

İbb Mehmet Akif Ersoy İlkokulu

İbb Mehmet Akif Ersoy Ortaokulu

İbb Yavuz Sultan Selim Kız And. İ. Hatip Lisesi

İbb Kanuni Sultan Süleyman Ortaokulu

İbb Şehit Savcı Selim Kiraz İlkokulu

İbb Yavuz Sultan Selim And. İmam Hatip Lisesi

Hukukun siyaset ile ilişkisi

Almanya’daki Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan, İstanbul ve Ankara Üniversiteleri Hukuk Fakültelerinde 20 yıl öğretim üyeliği yapan, bu süre zarfında aynı zamanda bir çok yasanın kodifikatörü olan, Ticaret Yasası’nın oluşturulmasındaki katkıları ve özellikle Medeni Kanun ile Ticaret Kanunu arasındaki ikiliğin giderilmesinde önemli katkılarda bulunan, Türk hükümetlerine çeşitli konularda danışmanlık yapan ünlü Hukukçu Ernst E. Hirsch, ‘’Türk öğrencilerine öğrettiği yasa hukukunun sosyal yaşamı neredeyse hiç etkilemediğini ve sosyal yaşamın hala eski doğu hukuku zihniyetinde sürdüğünü” söyleyerek, Hukuk ve Toplum, Hukuk ve Sosyoloji ilişkisine dikkat çekmiştir. Hukukun idealliği ile hukukun realitesi teorisi de işte tam da buradan doğmuştur.

Hukuk, toplumsal sistemin veya toplumsal yapının diğer öğelerinden ayrı, soyut bir unsur değildir.

Sosyolojiden soyutlanmış yasa boştur, yasadan soyutlanmış sosyoloji ise kördür. Bu gerçeklik hukukun her türlü problemini hukukun kendisinde aramak ve hukukun kendi içinde çözmek isteyen salt hukuk görüşünün geçersiz olduğunu ortaya koymaktadır.

Çünkü hukuk, her toplumun ekonomik, siyasal ve kültürel şartlarına, yaşam biçimine, dünya görüşüne, düşünsel yapısına, geleneklerine ve göreneklerine göre farklılık gösterdiği gibi, aynı toplumda zaman içinde de değişiklik gösterir. Yazılı olan ve olmayan kuralları bünyesinde barındıran hukuk, yazının icadından önce doğal olarak yazılı kurallar bütünü anlamına gelmediği gibi, yazının icadından sonra da sadece yazılı kurallar bütününü ifade etmez. Toplumsal sistem içinde yazılı kuralların ve yazılı olmayan kuralların yeri ve önemi, zamana ve yere göre değişir. Bir toplumun hukuk düzeni, çoğu zaman zannedildiği üzere, sadece yasama organı tarafından veya bilinçli insan müdahalesiyle oluşturulan kurallardan oluşmaz. Söz konusu düzenin unsurları arasında yazılı kurallardan başka, yargı organlarının kararları, yazılı olmayan genel hukuk ilkeleriyle örf ve adet kuralları da bulunur.

Çoğu zaman çoğu ülkede görülen hukuk disiplinlerinde deformasyonun nedeni, hukuk sosyolojisinin az gelişmişliğinden kaynaklandığını düşünmekteyim. Çünkü, Hukuk insanın bireysel ve toplumsal gerçeklikleri ile direkt ilgili iken ve hukuk sosyolojisi gerçek ile çok sıkı ve yakinen sürtüşmesi gereken bir disiplin iken, hukuku yaşadığı toplumun çelişkilerinden uzak ve bağımsız gören bir bakış açısı eksik ve yanlış olacaktır. Hukuk bu bakış açısı ile işlerse bir yerden sonra işlevsiz ya da olması gerekenden daha az işlevli bir hale gelecektir.

Hukuk ile sosyolojinin anlattığımız vazgeçilmez ve görmezden gelinemez ilişkisi kadar hukuk ve siyasetin de birbiri ile vazgeçilmez ve göz ardı edilemez ilişkileri ve etkileşimleri vardır.

Siyaset ile hukuk arasında, yalnızca hukukun siyaset için taşıdığı anlam değil, fakat aynı zamanda siyasetin de hukuk içindeki anlam ve önemi bakımından karşılıklı bir ilişki ve etkileşim mevcuttur.

Hukuk Devletini oluşturan düzenlemeler ve disiplinin siyaseti oluşturan yasama ve yürütme organlarının aldığı ve uyguladığı kararlar ile gerçekleştiği kabulü karşısında başka bir türlü bir düşünce elbette gerçeklikten uzak kalacaktır.

Ülkemiz veya dünyada sadece uzak geçmişte değil yakın geçmişinde de yaşananlar dahi bireysel ve toplumsal gerçeklik ve siyasetten soyutlanmışlığın hukukun gelişimini ne kadar olumsuz etkilediğini göstermiştir. 

Siyasetin karşısında hukukun, insan hakları ve hukuk devleti için bir güvence olduğu artık yadsınamaz bir gerçektir.

Ancak bu yadsınamaz gerçeklik Siyaset ve Hukukun birbiri ile düzensiz ve çarpık ilişkisinin tek sonucunun sadece tek yönlü Hukuk Devleti ve İnsan Hakları sınırlamasından bağımsız siyasal yapıların Nazi Almanyası veya SSCB tecrübesi gibi diktatöryel sonuçlar doğurması olduğu değildir.

Hukuk aynı zamanda Siyasal Gücün elinde toplum üzerinde bir baskı ve dizayn aracı, toplumsal mühendislik aracı olarak ta kullanılmıştır. Hukuk ve siyaset arasında düzensiz ve olumsuz etkileşim ve ilişkinin anlattığımız şekilde bu iki yönlü tehlikesi mevcuttur.

Hukuksal düzenlemeler ile bir toplumsal mühendislik çalışması ile toplum düzeninde adil bir hukuk sisteminin yerleşmesi de mümkün olmayacak, hukuk toplumun sosyolojisi ile çatışacak ve hukuk bizatihi toplumsal düzensizliğin kaynağı ve sebebi olacaktır. Dünyanın ve ülkemizin yakın geçmişi bu duruma en güzel ve taze örnek olarak halen hafızalardadır.

Hal böyle iken, İnsanın bireysel ve toplumsal hayatı ile birebir ilgili olan Sosyoloji, Hukuk ve Siyasetin birbirlerinden bağımsız, etkileşimsiz olduğunu söylemek, eşyanın tabiatına aykırı, saflık ve aymazlıktan başka bir şey değildir.

‘ICCI 2019’ sektöre katkı sunuyor

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve EPDK desteğiyle düzenlenen Türkiye’nin alanında lider enerji fuarı “ICCI” 2019 – Uluslararası Enerji ve Çevre Fuarı ve Konferansı, 28 – 30 Mayıs 2019 tarihleri arasında 25. kez İstanbul’da uluslararası enerji şirketlerini bir araya getirecek.

Sektöre dair ilklerin gerçekleştirildiği Uluslararası Enerji ve Çevre Fuarı ve Konferansı; ICCI içeriğinde yer alan birçok etkinlik ile enerji sektörü profesyonellerine ve enerji sektörünün gelecek nesillerine 25. kez ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 24 yıldır düzenlediği Fuar, Konferans ve İkili İş Görüşmeleri ile enerji sektörünün en önemli buluşma noktalarından biri olan ICCI, 2018 fuarı kapsamında bünyesine kattığı ve başarıyla gerçekleşen Diplomatik Alan, Generation X Programı ve Start Up etkinlikleri 2019 yılında da 28 – 30 Mayıs tarihleri arasında fuar kapsamında yer alıyor olacak.

Türkiye’nin enerji işbirliklerinin güçlendirilmesi amacıyla geçtiğimiz fuar kapsamında ilk kez hayata geçirilen ve Türkiye’deki yabancı konsoloslukların katılımı ile gerçekleştirilen “Diplomatik Alan” ile uluslararası işbirlikleri geliştirilerek yatırım hedefleri güçlendirilmeye devam edecek. ICCI 2019’ da yerli ve yabancı enerji şirketlerinin yanı sıra konsolosluklar düzeyinde ülkeler arası yeni görüşmelere de ev sahipliği yapacaklarını belirten Sektörel Fuarcılık Genel Müdürü Feraye Gürel “ICCI, çeyrek asrı geride bırakacağı 2019 yılında da Türkiye’nin uluslararası yeni yatırım ve işbirliklerinin gerçekleştirileceği önemli bir etkinlik olacak” dedi.

BORON gücünü doğadan alıyor

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez bor madeninden üretilen doğal mineralli temizlik ürünü BORON’un tanıtım toplantısında, ürünün, Ar-Ge çalışmaları ve müşteri geri bildirimleri sonucunda son halini aldığını söyledi.

Bor madeninden birçok ürün üretildiğini ama BORON’un günlük hayata dokunan bir ürün olduğunu dile getiren Dönmez, temizlik sektöründeki birçok ürünün, farklı zararlı kimyasallar barındırması sebebiyle birçok hastalığın temel sebepleri arasında yer aldığını ifade etti.

Dönmez, artık tüm dünyada kaynağını doğadan alan çevre ve insan dostu, organik ürünlere yönelişin söz konusunu olduğunu ve BORON’un da diğer temizlik ürünlerinden bu noktada ayrıldığını anlattı.

Doğal olmayan ürünlerin insan vücudunda yarattığı tahribatın sıklıkla görüldüğüne dikkati çeken Dönmez, “Toplumun bütün fertleri bu durumdan doğrudan veya dolaylı olarak etkileniyor. BORON’un içeriğinde insan ve çevre sağlığını tehdit eden petrol türevi kimyasallar ve fosfat bileşimi yer almamaktadır. İçeriğinin yüzde 50’den fazlası doğal mineral ve borakstan oluşuyor. Böylelikle, kullanımdan sonra açığa çıkan su ile çevremizi de korumaya alıyoruz.” diye konuştu.

Dönmez, bordan temizlik ürünü çalışmalarının 2012’ye kadar gittiğini anımsatarak, o dönemde piyasaya sürülen Eti Matik ürününün de herkesin takdirini kazandığını kaydetti.

Bu dönemden sonra ürünü ve teknolojiyi yenileyerek BORON markasıyla tüketicilerin karşısına çıktıklarını dile getiren Dönmez, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“BORON’unlansmanıyla artık çok daha güçlü bir pazarlama ve satış faaliyetine de girmiş oluyoruz. Burada bir hedef belirledik ve pazar payımızı artırarak devam edeceğiz. BORON, yerli ve milli bir ürün. Ar-Ge faaliyetlerinden pazarlama ve satış ağına kadar her şey yerli ve milli imkanlarla, kendi insan kaynağımızla yapıldı. Halkımızın BORON’a teveccühünün bu anlamda oldukça yoğun olacağını düşünüyorum. Temizlik ürünleri pazarı oldukça rekabete açık bir alan. BORON bu pazarda diğer markalardan yüzde 100 doğal mineralli ve yerli ürün özellikleriyle ayrılacak. Çevre ve insan dostu, doğal mineralli temizlik ürünü BORON’un 4 kilogramlık paketi yıl boyunca aynı fiyattan satılacak. BORON’un pazar payının artmasıyla ithal ettiğimiz temizlik ürünleri azalacak ve bunun için dışarıya ayırdığımız kaynak da ülkemizde kalacak.”

110 ülkeye bor ihracı

Dönmez, Türkiye’nin borda ham madde ve ürün olarak öncü ülke konumunda yer aldığını ve dünya bor rezervlerinin yüzde 73’ünden fazlasının Türkiye’de bulunduğunu söyledi.

Türkiye’nin dünya bor pazarındaki payının yüzde 59 olduğunu dile getiren Dönmez, “2018’de bor ihracatında 1 milyar dolar ile rekor kırdık. İnşallah önümüzdeki yıllarda bu rakamı artırarak devam edeceğiz. 110 ülkeye bor ihracı gerçekleştiriyoruz. Bu ülkelerin arasında en büyük rakibimiz Amerika ile en büyük müşterileri olan Çin ve Hindistan da yer alıyor.” dedi.

Dönmez, Türkiye’nin borda dünyanın en güvenilir tedarikçisi konumunda bulunduğuna dikkati çekerek, aynı zamanda borun büyümeye ve gelişmeye açık bir alan olduğunu anlattı.

Yeni bor stratejisinin geçen yıl açıklandığını hatırlatan Dönmez, bu strateji kapsamında bordan “uç ürün” elde edilerek ihracat gerçekleştirileceğini ve yatırımcı dostu bu modelin, istihdamı da artıracağını vurguladı.

Dönmez, nihai ürüne bağlı olarak bire beş yüz ve bire iki bin değer katacak uç ürün üretileceğini ifade ederek, “Burada en önemli çıktı ise yüksek teknolojinin Türkiye’de üretilmesi ve kullanılması. Bor madeninde geleneksel ürünlerden ileri teknoloji kullanılan ürünlerin üretimine geçerek, pazar payımızı artıracağız.” değerlendirmesinde bulundu.

Bakan Dönmez, BORON’u ilk satın alanlardan oldu

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, eşi Zeynep Dönmez ile yaptığı market alışverişinde deterjan olarak BORON temizlik ürününü aldı. Zeynep Dönmez, ürün piyasaya sürülmeden önce evde denediğini ve fiyat olarak diğer deterjanlardan daha ucuz olan BORON’dan çok memnun kaldığını dile getirdi.

Bakan Dönmez de BORON’un 4 kilogramının yıl boyunca 24,90 liradan satışta olacağını ve böylece Enflasyonla Topyekün Mücadeleye de destek verileceğini dile getirdi. BORON’u, yerli ve milli olduğu için tercih ettiklerini vurgulayan Dönmez, bu akşam misafirliğe giderken de hediye olarak bir paket götüreceklerini söyledi.

Dönmez, tanıtım toplantısı yapılan ve Türkiye’nin ilk ve tek doğal mineralli temizlik ürünü BORON’un piyasada önemli bir rekabet içinde olacağını belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Aslında buradan bir çağrı yapmakta fayda var ki bor mamulünü diğer temizlik ürünü üreticilerinin de kullanması gerekiyor, bunu tavsiye ediyoruz. Aslında Eti Maden bir öncülük yapmış oldu. Borun, demir çelik ürünlerinden cama kadar birçok alanda kullanım alanı var. Temizlik ürünü olarak da geçmişte bazı kullanan markalar olmuştu ama kimyasal ürünler çıktıkça o tarafa doğru bir eğilim oldu. Şimdi doğal ürünlere geçiş açısından Eti Maden ile bir çıkış yapmış olduk. Diğer temizlik firmaları da böylece bor kullanabilirler. Eti Maden normalde bu ham maddeyi üretiyor ve dolayısıyla borun diğer markalar tarafından kullanılmasında da bir problem yok. Diğer firmalar da geliştirebilirler, farklı ürünler de ortaya çıkabilir. Burada çamaşır yıkandıktan sonra bir atık söz konusu ve kanal sistemiyle bunlar atılıyor. Onların arıtılması da ciddi bir maliyet. BORON’un atığı çevre açısından da olumlu. BORON’u çevre açısından da değerlendirdiğimizde, 10 numara bir ürün.”

Şu anda BORON ile ilgili iç pazara dönük çalışıldığını söyleyen Dönmez, Eti Maden’in 100’ün üzerinde ülkeye bor ihracatı gerçekleştirdiğini ve bu ülkelerde de distribütörleri olduğunu aktardı.

Dönmez, distribütörlere BORON’dan da bahsedildiğini ve onların da heyecanla karşıladıklarını dile getirerek, “Öncelikle iç pazarda belli bir müşteri memnuniyetini sağladıktan sonra, dışarıya da bu ürünü ihraç etmek suretiyle pazarlanabilir veya oralarda üretimi düşünülebilir. Bunları da hep birlikte önümüzdeki günlerde göreceğiz.” diye konuştu.

Poşet kampanyasına destek

Market alışverişi sonrasında bez torba kullanan Dönmez, alışverişlerde poşet kullanımının azaltılması yönünde alınan kararın çok olumlu olduğunu anlattı.

Dönmez, petrol türevi ürünlerin yüzyıllar geçse bile geri dönüşünün mümkün olmadığına dikkati çekerek, “Bu yüzden geri dönüşümlü ambalaj malzemelerini kullanmak vatandaş olarak, insan olarak herkesin sorumluluğu. Dolayısıyla bu kampanyayı da destekliyoruz. Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız önemli bir adım atmış oldu.” ifadesini kullandı.

Dönmez, alışveriş sonrasında çalışanlarla sohbet edip fotoğraf çektirdikten sonra marketten ayrıldı.

Fatih ile Türkiye’de yeni bir çağ açılacak

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, “Fatih sondaj gemimiz ile ilk sondajımıza başladık. İnşallah önümüzdeki 2-3 ay içerisinde ilk neticeyi almayı ümit ediyoruz. Biz ümitliyiz, ilk sondajda doğal gaz ya da petrolü bulmak için dua bekliyoruz, özellikle enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için.” dedi.

Gazetemize açıklamalarda bulunan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, yerli ve yenilenebilir kaynakların ülke ekonomisi açısından son derece önemli olduğunu söyledi.

Bakanlık olarak 2018’de hedefledikleri projeleri gerçekleştirdiklerine, özel sektörün de hedeflerini büyük oranda tutturduğuna dikkati çeken Dönmez, “2019, 2018’den devreden projelerin bitirilmesi açısından önem arz ediyor. İnşallah devam eden projeleri önümüzdeki yıl tamamlamış olacağız” dedi.

Bakan Dönmez, bu yıl hayata geçirilen projelere de değinerek, bunlardan birinin Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) olduğunu dile getirdi.

Doğal gazı ağırlıklı olarak komşu ülkelerden aldıklarını vurgulayan Dönmez, TANAP ile Azerbaycan’dan 16 milyar metreküp taşıma kapasitesine sahip yeni hat çektiklerini, bunu Haziran ayında işletmeye aldıklarını kaydetti.

“İlk sondajda doğalgaz bulunması halinde dışa bağımlılıktan kurtulacağız”

O hattın bir kısmının Türkiye’den Avrupa’ya doğru gideceğini anlatan Dönmez, şunları kaydetti:

“Söz verdik, yaptık. Yine STAR Rafinerisi Türkiye’deki 4.-5. rafinerimiz olarak hizmete girdi. Aşağı yukarı 6 milyar dolarlık bir projeyi hayata geçirmiş olduk. Diğer önemli projemiz de Türk Akımı. İnşallah önümüzdeki yılın sonlarına doğru onu da işletmeye açacağız. Deniz kısmındaki işlemleri tamamlanmış durumda. Orada da ilerleme söz konusu. Ama asıl beklentimiz tabii, bunları yurt dışından değil, kendi kaynaklarımızdan, topraklarımızdan, denizlerimizden çıkartmak. Onun için de Fatih sondaj gemimiz ile ilk sondajımıza başladık. İnşallah önümüzdeki 2-3 ay içerisinde ilk neticeyi almayı ümit ediyoruz. Biz ümitliyiz, ilk sondajda doğal gaz ya da petrolü bulmak için dua bekliyoruz, özellikle enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için.”

Bakan Dönmez, ikinci sondaj gemisinin de Şubat ortalarında geleceğini aktararak, “Daha önce zaten iki sismik araştırma gemimiz vardı. Bunlar da faaliyetlerine devam ediyor. İki sondaj, iki araştırma gemisiyle inşallah gece gündüz demeden ‘Varsa bulacağız’ sloganıyla hareket ediyoruz.” diye konuştu.

Madencilik alanında havadan jeofizik görüntüleme alanında büyük mesafe kaydettiklerini anlatan Dönmez, ülkenin yüzde 80’inin adeta havadan röntgenini çektiklerini söyledi.

Dönmez, bunu gelecek yıl tamamlayacaklarını belirterek, “Madencilikte hakikaten önemli bir atılım yılı geçirdik. Sadece MTA olarak 1 milyon 500 bin metre sondaj yaptık. Geçtiğimiz yıl bu rakam 1 milyondu, tarihi rekor var. İnşallah önümüzdeki yıl da iş programına uygun olarak bu sondajlara devam edeceğiz.” ifadelerini kullandı.