25.1 C
İstanbul
Cumartesi, Ağustos 2, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 105

ol(may)an Kürt meselesi

Kürtler geçmişte İran, Irak ve Suriye, tarafından birbirlerine ve özellikle Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanılmıştı.

Bölgenin ve coğrafyanın geldiği son noktada değişen şartlarda bu durum geçmişte olduğu gibi bugün de devam etmektedir. Ve yine bu oyuna geçmişte perde gerisinden karışan Batılı güçler bugün açıktan karışmış durumdadır.

Ortadoğu da son yıllarda meydana gelen olaylardan anlaşılacağı üzere, yeni bir paylaşım süreci yaşanmaktadır. Ve İran,Irak,Suriye ve Türkiye’de dağınık bir şekilde yaşayan Kürt nüfusunu oluşturan insanların birbirileri ile birbirlerini bağlayan bağlar olduğu gibi, Kuzey Irak’ta Barzani yönetiminin aldığı kararlar ve uygulamaları da göstermektedir ki, birbirlerinden ayrılan farklılıkları ve gerek konjoktürel gerekse bölgesel çıkarları da vardır.

Hal böyle iken, hali hazırda karma karışık görülen ve bu ortamda de facto bir durum çıkarma peşine düşen Kürt halkı özellikle şunu bilmelidir ki, ikinci dünya savaşı sonunda fiili ve toprak işgalli sömürgeciliğin sona ermesi sürecinde olduğu gibi halihazırda Ortadoğu da yaşanan karmaşa sonucunda dahi, her etnik gruba bağımsız bir devlet verilmesi gibi bir durum uluslar arası sistem açısından mümkün değildir. SSCB nin dağılmasından sonra

Kafkasya ve Balkanlarda yaşanan gelişmeler, Uluslar arası sistemin etnik kökenli bağımsızlık hareketlerine olan bakışını değiştirmiştir.

Bölgede yaşanan dönemsel kaostan böyle bir de facto sonuç çıkarma hevesinde olduğu görülen bölücü terör örgütü PKK ve Suriye kolu PYD, bu duruma göz yumması kesinlikle mümkün olmayan Türkiye yanında bu uluslar arası gerçekliğin de farkına varmalıdır.

Dünyadaki Kürt nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı bununla birlikte Kürtlerin halkın geri kalanı ile en fazla iç içe yaşadığı, kaynaştığı ülke Türkiye’dir.

Bu hali ile özellikle son aylarda yaşanan hendek kazma, öz yönetim gibi saçmalıklar ile Diyarbakır’da tarihi Kurşunlu Camii nin yakılması kürt halkı nazarında bile destek görmemiş kınanmış ve hatta lanetlenmiştir. Kürt ve Türk her insan, bölücü terör örgütünün kutsal tanımaz, hedef gözetmez,her türlü ahlak ve değerden yoksun yapısını bir kez daha anlamıştır.

Tüm bunlarla birlikte, tarihsel,kültürel,ekonomik pek çok nedenlerle , geç uluslaşmanın ve geleneksel otokratik Türk devletinin ve bürokrasisinin yanlışları ve zaafları ve inkarcı tavırları ile Kürtler, kızgın ve kırgındırlar.

Konunun güvenlik boyutu elbette önemlidir. Ve bizatihi insan hayatına ilişkindir.Kürt sorunu,asker,polis ve adalet bürokrasimizin uygulamalarını sorgulamamızın önünde bir engel de olmamalıdır. Bu nedenle, güvenlik güçlerinin gerekeni hukuk devleti ilkesi çerçevesinde yapması gerekmektedir. Ve bizim de terörle mücadelede hukuk dışına çıkılmasına göz yummamamız gerekmektedir.

Ancak belirttiğimiz gibi sorunun iç boyutu olduğu gibi uluslar arası boyutu da vardır.İç boyutundan kaynaklanan sorunları çözmez isek, dış boyutuna hakim olamayız,sorunun  başka ülkeler tarafından bize karşı bir koz olarak kullanılmasına engel olamayız.

İç boyutu çok karışıktır. Tarihi eski, nedenleri farklıdır. Ne yalnız ekonomik, ne yalnız kültürel, ne de siyasidir. Dolayısıyla çözümü de uzun zaman alacak ve çok yönlü tedbirler gerektirecektir.

Bu durum ise, Türkiye Cumhuriyet’nin bir bütün olarak her yönü ile, adil, kalkınma ve gelişmesi ile mümkündür. Ülkemizin bütün sorunlarının temelinde hukuk,demokrasi,kalkınma,adalet vs bakımlardan az gelişmişliğinden kaynaklanmaktadır.Kürt sorunu ise, bu genel problemin özel bir yansımasıdır.

Bu nedenle ne sadece askeri tedbirlerle,ne kültürel tavizlerle ne de sadece güleryüzlü devlet ile çözülebilecek gibi değildir. Çözüm ancak bütün bunların hepsinin (hukuk devleti içerisinde terörle mücadele,kültürel hakların tanınması,devletin adil olması) bilinçli ve planlı bir şekilde uygulanması ile uzun vadede sağlanabilinecektir.

O halde çıkarılacak ders, ne Kürtlerin ortadan kaldırılması ya da yok sayılması olmalıdır, ne de Kürtlere bağımsız bir devlet kurma imkanı verilebileceğidir. Herkes bu durumu ne kadar kısa zamanda ne kadar az acı çekerek öğrenirlerse, o kadar iyi olacaktır. Kürtlerin çıkarı, içinde yaşadıkları Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik,sosyal,hukuk,kalkınma,demokrasi anlamında ilerlemesi ve gelişmesindedir. Kürtlerin mücadelesi, Adil, demokratik hukuk devletine dayalı yeni bir anayasa içinde kendilerine daha medeni hakların verilmesine dair sivil ve siyasi bir mücadele olmalıdır. Kuşku yok ki, bu durum, Türk Milletini oluşturan tüm bileşenlerin ortak menfaatidir.

Geri kazanımda başarıyı yakalamalıyız

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan hanımefendinin himayelerinde yürütülen “Sıfır Atık Projesi”nin ülkemize ve insanlığa ne kadar çok faydası olduğunun hepimiz bilincindeyiz.

Cumhurbaşkanlığı ofislerinde ve yemekhanesinde etkin şekilde uygulanan proje vesilesiyle yapılan tasarrufun ülke ekonomisine olan katkısı da bu projenin yaygınlaşmasının da ne denli önemli olduğunu bizlere göstermektedir.

Emine Erdoğan hanımefendinin bu projeyi yaygınlaştırmak için verdiği emekler ve çalışma hızına verilmesi gereken katkıyı bazı özel ve resmi kurumlarımızın sadece sözde verdiklerini üzülerek gözlemliyorum.

Bu konuda bir rapor hazırlıyoruz ve kendisine bizzat vermek düşüncesindeyiz.

Emine Erdoğan hanımefendi ne diyor, bazı kurumlar ne yapıyor buna kısaca değinmek istiyorum.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, “Kurumlar olarak geri kazanıma odaklanmamız lazım. Kullan, at kültürünü bir yere bırakıp değişimi başlatmamız gerekiyor. Bizden sonra gelecek olan nesillere, kaynakları tükenmiş, yaşam şartları zorlaşmış bir dünya bırakamayız. Misafiri olduğumuz yeryüzünü bize emanet edildiği şekliyle bizden sonrakilere bırakmak hepimizin temel sorumluluğudur. Ne yazık ki modern insan, kendini doğanın hakimi zannediyor. Oysa bizler doğanın sadece bir parçasıyız. Doğa biz olmadan hayatiyetini sürdürebilir fakat biz tabiat olmadan yaşayamayız” ifadelerini kullanıyor.

Sürdürülebilir bir yaşamın, toprağın, suyun, iklimin, ormanın ve biyolojik çeşitliliğin korunmasına bağlı olduğunu bu nedenle her birinin doğru yönetilmesinin hayati önem taşıdığını belirten Emine Erdoğan, “Atıkların kaynağında ayrıştırılması ve geri dönüşüme girmesiyle daha yaşanabilir bir çevre, daha güçlü bir ekonomi hedefliyoruz” diyerek bir seferberlik halinde bu projenin uygulanmasının gerekli olduğunu vurguluyor.

Emine Erdoğan hanım 2017 yılında bu şekilde bir kampanyanın startını veriyor.

Peki bizler ne yapıyoruz, bu seferberliğe nasıl uyum sağlıyoruz ve geleceğimiz adına başlatılan projeye nasıl katkı sağlıyoruz?

İki yıl önce başlayan proje nedeniyle Emlak Konut AŞ tarafından bir özel firmaya ihalesi verilen özel bir sitede 1 milyon lira üzerinde bir bedelle geri kazanım sistemi kuruluyor ve bu bedel devletin kurumunun kasasından çıkış yapılıyor. Daire sahipleri de bu maliyetler esas alınarak dairelerini ilave bir bedel karşılığı satın alıyorlar. 2 yıl önce teslim edilen dairelerde yaşam şu anda %90 doluluk oranıyla devam ediyor.

Sistem her katta bulunan elektronik açılan kapaklardan atığın çeşidine göre daire sakinlerinin atması üzerine tasarlanmış fakat teslimden bu güne kadar bu mekanizmasının çalıştığına hiçbir daire sakini şahit olmamış.

Sistemin çalışmaması üzerine kurumlar ve yüklenici firma ile yapılan yazılı görüşmeler neticesinde ise hiç kimse sorunun çözümü adına bir adım atmamış.

Ayrıca atık yağ ile alakalı öyle güzel düşünülmüş ki! mutfakta elde edilen atık yağlar bir tuş yardımıyla lavaboya dökülerek yağın ayrıştırılarak belirlenen odada tek elde toplanması için sistemde kurulmuş.

Fakat yapısal hatalar nedeniyle bu sistem de dairlerde hiç kullanılamamış. Bu hataların telafisi içinde hiçbir olumlu çalışma ne Emlak Konut, nede taşeron firma tarafından gerçekleştirilmemiş.

Şu an bu bahsi geçen sitenin yönetim kurulu başkanı olarak görev yapmaktayım. Geçtiğimiz hafta bu sistemlerin zemin katta bulunan odasına ilk defa girerek incelemelerde bulunduk. Bahis ettiğim sistemler sökülmüş ve çürümeye terk edilmiş.

Bunun üzerine Emlak Konut A.Ş. ve Emlak Yönetim A.Ş.’de görevli müdürlerimiz ile olumlu olacağını düşündüğümüz görüşmeleri başlattık. İnşallah akılcı adımlarla geleceğimiz adına önem arz eden bu sistemleri aktif hale getireceğiz ve ardından bu tabloyu bir başarı olarak Emine Erdoğan hanımefendiye sunacağız.

Şayet bu çalışmalarda başarılı olamaz isek o zaman bir dosya ile nedenleri ve nasılları sayın hanımefendiye sunarak geleceğimize katkı olmak yerine zarar vermeyi tercih edenleri tek tek anlatacağız.

Geri kazanım konusunda bir başarı yakalayacaksak bunu ancak hepimiz bu seferberliğe katılırsak başarırız.

Enerjimiz daim, gelecek kazanımlarımızın sürekli olması temennisiyle…

Elektrikli araç pazarı büyüyor

Çin, McKinsey Elektrikli Araç Endeksinin öncülüğünü sağlam bir şekilde sürdürmektedir. Ve dünyada bu araçlara yönelik büyüyen kamu ve özel sektör ilgisi de ortadadır.

Elektrikli Araç Endeksi nedir?

McKinsey’in tescilli Elektrikli Araç Endeksi (EVI),dünyadaki 15 ülkenin e-mobilite (e-hareketlilik) performansını değerlendirmektedir. EVI’nin kuruluşundan bu yana, birkaç yıl önce, otomotiv, mobilite ve enerji sektörlerinin etkisinde kalan kuruluşların, elektrikli araç (EV) dinamiğinin granüler bir seviyede nasıl geliştiğini ve nerede olduklarını anlamalarına yardımcı olmak için kritik bir araç olarak gelecek için trend belirlemeye hizmet etmiştir.

Endeks elektrik hareketliliğinin ilerleyişinde iki önemli boyutu araştırmaktadır. Bir tarafta pazarlar ve talep, bir tarafta sanayi ve arz.

Piyasa tarafında, genel pazardaki elektrikli araçların payını analiz eder. Ayrıca, sübvansiyonlar, mevcut altyapı ve mevcut elektrikli araçların çeşitliliği gibi teşviklere de bakmaktadır.

Sektör tarafı, otomotiv sektörünün her ülkede ne kadar başarılı olduğunu elektrik hareketliliğini desteklediğini belirlemektedir. Bu, araçların küresel üretiminde elektrikli araçların mevcut ve gelecekteki payı gibi bir dizi faktörün analiz edilmesini ve e-motorlar ve piller gibi anahtar bileşenlerin kullanılmasını içerir.

Her ülke kilit performans göstergelerinde değerlendirilir ve sıfırdan beşe bir puan toplar. Bunlar, nihai EVI matrisinin ve ülke sıralamasının temeli olan genel ağırlıklı bir puana transfer edilir.

Saf elektrikli araçlar (BEV) şu anda küresel EV pazarının yüzde 66’sını oluşturmaktadır. BEV satışları, plug-in hibrid araçlardan (PHEV) daha hızlı büyüyor.

Çin satışlarda liderliğini sağlamlaştırıyor

Çin pazarı, 2017 yılında bir önceki yıla göre %72 oranında genişleyerek Çin’in EV satışlarındaki lider konumunu sağlamlaştırdı. Ülke şimdi Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nden daha büyük bir EV pazarına (başta BEV’ler) sahip.

Yaklaşık yüzde 94’lik bir satış payı ile, yerli OEM’ler (Orijinal Ürün Üreticisi) şu anda Çin EV pazarına hakim durumda.

Bir yandan, 150 kilometrede (100’den fazla) herhangi bir teşvik ve enerji yoğunluğu gereksinimi için kilogram başına 105 watt-saat (90’dan yukarı) olmak üzere minimum aralığı arttırdı. Öte yandan, uzun menzilli BEV’ler için sübvansiyonlar (400 kilometre veya daha fazla) yüzde 14 artarak 50.000 renminbi (7,900 dolar) oldu. Plug-in hibrid araçlar için parasal destek yaklaşık yüzde 8, 22.000 renminbi (3,500 $) düştü.

Mutlak anlamda, Çin’in EV satış performansı oldukça dikkat çekicidir. Ancak, kabul oranı ulusal düzeyde sadece yüzde 2’yi temsil ediyor. Sınırlı sayıda büyük şehir (Pekin, Hangzhou, Şanghay, Shenzhen ve Tianjin gibi) EV satışlarının çoğunu oluşturuyor.

Ancak, bugünün EV-pil ekonomisi göz önüne alındığında, EVI skorlarındaki liderlik bir bedeli ortaya koyuyor: Çin ve Norveç, vergi mükelleflerinin masraflarında, tüketici ve tedarik tarafındaki sübvansiyonlarla ilgili olarak dünyanın en yüksek değer seviyelerinde.

EVI performansının zaman içindeki bir karşılaştırması, Çin’in Birleşik Devletler ve Almanya’yı birleşik EVI puanlarında hızla aştığını ortaya koymaktadır. Avrupa’nın EV pazarı, küçük bir satış bazında da olsa, 2016’dan 2017’ye yaklaşık %40 oranında büyüdü.

Almanya ve Norveç Avrupa Birliği’nde büyümeye öncülük etti

Dizel teknoloji için devam eden karşıt rüzgarlar ve EV’lere artan müşteri ilgisi gibi çeşitli faktörler bu büyümeye katkıda bulunmuştur. EV pazarının iki katından fazla arttığı Almanya şu anda Avrupa’nın Norveç’in ardından ikinci iyi EV pazarıdır. Norveç’in EV satış penetrasyon oranı 2017’de yüzde 32’ye ulaştı ve Aralık ayında her satılan ikinci otomobil bir EV oldu. Norveç, kitle pazarında elektrikli araçların kucağında büyük ölçüde tek başına durmaktadır, bu yüzden pazarların gelecekteki beş ila on yıl boyunca yaşayabileceği gelecekteki EV satış oranlarının gerçek dünya resmini vermektedir.

Yüksek talep gören segmentlerde daha cazip, daha iyi performans gösteren EV’lerin kullanıma sunulması hem Avrupa’da hem de Amerika’da satışların artırılması için önemli bir diğer etken. Bununla birlikte, yüzde 27 seviyesinde büyüme ile ABD Çin ve Avrupa Birliği’nin gerisinde kalmıştır, çünkü yakıt fiyatlarının düşük olması, EV’lerin işletme-maliyet avantajını azaltmaktadır.

Hükümet EV’nin benimsenmesini teşvik etmek için yeni bir vergi politikası uygulamaya koysa da net bir stratejik yol haritası hala eksiktir. Talep esas olarak ticari sahiplerden ve kamu sektöründen geliyor ve ülkenin neredeyse hiç şarj altyapısı yok. Hindistan’ın elektrik üretimindeki karbondioksit seviyeleri dünyanın en yüksekleri arasında olduğundan, EV’leri gerçek sıfır emisyon durumuna ulaştırmak için daha fazla yenilenebilir enerji kaynaklarına ihtiyaç duymaktadır.

Günlerden Kuveyt

Kuveyt Devletinin 68. Milli Günü ve 28. Kurtuluş yıldönümü için değerli dostum Kuveyt Büyükelçisi GhassanYousefAbdulbari Al Zawawi’nin davetlisi olarak Ankara Sheraton oteldeki resepsiyona katıldım.

İlk önce yaklaşık bin kişiyi aynı anda ağırlayan ve sıcak, samimi ortamı sağlayan büyükelçimize sonsuz teşekkürler ediyorum.

Neden mi kısmına gelirsek, dost ülkenin dost büyükelçisi yerli yabancı tüm devlet erkanını bir araya toplayarak herkesin kaynaşmasını ve bir iş platformunu organize etti ve sanki bu özel günlerine bunu da kattı.

Bizden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Ruhsar Pekcan, Milli eğitim Bakanımız Ziya Selçuk, Genelkurmay temsilcilerimiz, Şehzade Abdülhamid Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu, Urfa Valimiz Abdullah Erinç ile Belediye Başkanımız Nihat Çiftçi başta olmak üzere birçok devlet memuru ve iş adamlarımız katıldı.

Bizler hem dost Kuveyt devletimizin bu özel gününde olmaktan ve bu mutluluğu dostlarımızla paylaşmaktan ayrı ve özel bir mutluluk duyduk.

Protokol ve konuşmalar bittikten sonra büyükelçimiz konuklar ile tek tek görüştü. Tüm davetlilere iş birliği mesajları vererek her zaman karşılıklı destek vermeye ve almaya hazır olduklarını da ayrıca şahsımıza belirtti.

Kuveyt geçen sene 18 senelik yapılanma planınıimzalamıştı. Bu planının devreye girmesiyle geride kalan bir senenin ardından 17 sene her yerde inşaat var her yerde projeler bir bir devreye alınıyor.

Beş senedir şahsen Kuveyt ile bölge ülkelerde bulunmaktayım. Bu sebeple hepinize tavsiye ederim ki!

Kuveyt’te ticaret yapmaktan çekinmeyin.Kanunlar uluslararası standartlarda çalışmaktadır ve imkanlar büyüktür.

Heryerde iş imkanları bulunmaktadır. Bizler gönüllü elçi olarak elimizden geldiği kadar bölge ile alakalı gelişmeleri sizlere aktarmak için çaba harcıyoruz.

Sizlerde bizleri dinlediğiniz için teşekkürler ederim.

Ayrıca Şanlıurfa ziyaretimizde Valimiz Abdullah Erin bey ile yapmış olduğumuz istişarelerde Kuveyt Büyükelçimizi davet ettiklerini ve ortak bir proje yürüttüklerini söylediler.

Bende kendilerine önümüzdeki hafta Ankara’da buluşacağımızı ve fabrika ziyareti yapacağını ilettim. Eğer uygun olursa kendisine aktaracağımı ve Urfa’ya beraber geleceğimizi söyledim. Bunun üzerine büyükelçimiz savunma sanayi ile ilgili yaptıklarımızı görmek için bizi ziyarete geldiler istişarelerde bulunarak, yol haritamızı belirledik. Sağ olsunlar Urfa teklifimizi kabul etti ve beraber her iki ülke için çok önemli olan ziyaretimizi gerçekleştirdik.

Vali bey ve tüm devlet erkanı çok güzel bir ağırlama yaptılar ve görüştüğümüz projeler hayata geçmeye başladı. Gerçekleşen görüşme istişare toplantılarına valimizde katılarak bizlere güç verdiler. Davetimize icabet ederek bizleri onurlandırdılar. Son sözüm o ki Büyükelçimiz ile iki devletin iş birliği ve yararı için umarım uzun yıllar beraber oluruz.

Sevgili okurlarımız sağlıcakla kalınız…

Şaşırtmaya devam edeceğiz

Bilgisayarın başında geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiğimiz 10 günlük Avrupa’nın çeşitli ülkelerine giderek gurbetçilerimizin FETÖ gibi terör örgütleri ile alakalı yaşadıkları sıkıntıları kaleme almaya çalıştığım sırada telefonum çalıyor.

Gazeteci bir dostum telefonu açtığım gibi Ferhat abi şu an evde dost meclisinde oturuyoruz ve işin içinden çıkamıyoruz diyerek konuştu.

Bende kendisine; ‘hayırdır neyin içinden çıkamıyorsunuz’ diyerek konuştum.

Sorduğum soruya gelen cevap;

“Şimdi sen ve arkadaşların büyük bir sitenin hak edildiği gibi yönetilmemesi nedeniyle aylardır bir mücadele içerisine girdiniz. Ardından yönetimi Emlak Konut A.Ş’den yapılan genel kurul seçiminde devir aldınız. Şimdi göreve geldiğiniz gibi ilk aldığınız karar yönetim kurulu üyeleri olarak tarafınıza ödenecek huzur hakkı adındaki aylık ödeneği yönetime 1 yıllık süre zarfında geri almaksızın hibe etmek olmuş. Şimdi bizim anlamadığımız orada bir mesai harcıyorsunuz. Hatta kendi işlerinizi aksattığınıza ve ailenizi bile ihmal ettiğinizi aile dostu olmamız vesilesiyle görüyoruz. Benim kayınpederim eskiden sizin kadar büyük bir site olmasa da bir yaşam alanının yöneticisi olarak görev yaptı. Kendisi böyle bir olaya şahit olmadığını bu farkındalığın sebebi ve alametini öğrenmek istiyor. Şimdi müsaaden olursa hoparlörü açarak senden bu soruya cevap alabilir miyiz?”

Sevgili okurlarım şimdi sizlere meslektaşımın sorusuna nasıl cevap verdiğimi aktarmak istiyorum.

Daha önceki yazılarımda çevre bakanlığından satın alınan evlerde yaşanan sorunları ve siteyi yöneten Emlak Yönetim A.Ş ile sakinler arasında verilen aidatların karşılığının alınmadığı konusundaki serzenişlerimi kaleme almıştım.

Bu nedenlerle site yönetiminin acilen değişmesi ve hantallıktan kurtulması adına genel kurul çağrısı yaparak seçimlerin gerçekleşmesini sağladık. Süreç ilerledi ve biz yönetimi emlak konut A.Ş’nin kontrolünden alarak Emlak Yönetim A.Ş’nin tabiri caizse patronu olduk.

Evet ilk yaptığımız yönetim kurulu toplantısında Türkiye genelinde site yöneticilerinin huzur hakkı adıyla aldıkları parayı alarak site yönetimine hibe olarak geri verilmesine karar verdik. Bu kararı bizler bundan 1 sene önce site sakinleri ile ortak akıl ile kararlaştırdık. Bu teklifi yaptığım zaman hiçbir yönetim kurulu üyesi veya temsilci arkadaşımız karşı çıkmadı ve memnun oldular. Sitenin istediği huzura kavuşmadan, sakinler verdiği aidatların hakkını almaya başlamadan bu parayı almamız durumunda bize haram zehir zıkkım olacağını düşündük.

Neden haram olacağını da kısaca bahis etmek arzusundayım.

Öyle bir çirkin çark kurulmuş ki! bu çarkı kırmak bu sistemi param parça etmek bir zaruriyettir.

Bu kokuşmuşluğu bu para hırsını, bu vurdumduymazlığı, bu adam kayırmayı deşifre etmek cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın çalışma hızına yetişmek onun gibi başını ve canını ortaya koymaktır.

Bu işleyişe dur demek, bu çirkinliklere karşı duruş sergilemek Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in sözlerinin ne kadar doğru olduğunu ispatlamaktır.

Üstadın “büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençlik…” sözleri üzerine bütün “dikey”leri “yatay” hale getirecek bir kıvılcım çıkarmak niyetinde olduğumuzu belirtmek istiyoruz ve ayrıca bize kim olduğumuzu soruyorlar, araştırıyorlar ve sorguluyorlar.

Biz kim olduğumuzu biliyoruz.

Bizler birer hiçiz hiç…

Biz hiçiz, aradığımız ise her şey…

Biz her şeyiz ve aradığımız ise hak ettiğimiz çok şey…

Haklı olunan mevzumuzda, kamu yararı adına çıktığımız bu yolda, bu saatten sonra ‘ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!’ bizler “Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!” şuurunda olarak rüzgarların bizi yıkamayacağını, bu ülkede milletin ve devletin zararına olacak hiçbir projede yer almayacağımızı da herkesin bilmesini isterim.

Sulh yoluyla sorunların aşılması adına sitemizde geçmişte yöneticilik yapanların, çalışanların, idarecilerin, daireleri satanların, her ne şekilde olursa olsun yönetim ile sözleşme imzalayanların, site sakinlerinin paralarının toplandığı kasadan haksız yere para harcayan, aldığı paranın karşılığını vermeyen, sözleşmelerini eksiksiz ve değişik yollarla yanıltıcı olarak devam ettiren tüm yanlışları doğrulara çevirmek için sulh yoluyla görüşmeler yapmaya başladık. Bu süreçte Emlak Yönetim A.Ş işletmeler Müdürü bizlere tüm sorunların çözülmesi adına yardımcı olacağını söylemesi de bizlere ümit vermiştir. Bu süreçte Emlak Konut A.Ş’nin de aynı düşünce de olduğunu belirttiler.

İnşallah sulh yoluyla tespit ettiğimiz ve tutanakla bunları resmileştirdiğimiz sorunları tek tek aşacağız.

Şayet aşamazsak Yönetim Kurulu Başkanı olarak kendim başta olmak üzere bizleri, önceki yönetimi ve usulsüz iş yapan tüm firmalar hakkında suç duyurusunda bulunacağız.

Ayrıca bu süreçte yaşanan süreçleri de cumhurbaşkanlığımıza bildiriyoruz.

Yükümüz ağır ve alnımız ak bir şekilde bizler ak sütün içindeki ak kılı fark ederek, farkındalık yaratmaya devam edeceğiz.

Daha çok şaşıracaksınız…

Küçük Efendi ve Sürgün

Değerli dostlarım, sevgili okurlarım, Küçük Efendi yazı dizimin üçüncü bölümüyle sizlerleyim. Yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz;

3 Mart 1924 yılıdır. Ankara Hükümeti ve başında bulunan Mustafa Kemal Paşa tarafından Osmanlı Hanedan ailesi hakkında sürgün kararı çıkar. Geçmekte olan kış kadar çetin, hüzün dolu ve hafızalardan hiç silinmeyecek bir tarihtir bu.

O gün akşam vakti, saat sekiz sularında M.Selim Efendi’nin bulunduğu köşke üç polis gelerek tebligat yaparlar.

M.Selim Efendi polisleri sakinlikle karşılar, tebligat kağıdını ellerinden alırken “Evladım bavullarımızı toplamaya vaktimiz var mı?” diye sorar.

Amir “Tabi ki efendim sizlere 72 saat, sultanlara bir hafta verildi lakin gideceğiniz günü ve saati bize bildirmeniz gerek, sizlere refakat ederek ayrıldığınızdan emin olmamız gerek. Ve ayrıca o gün devletimiz sizlere birer zarf verecek” der.

M.Selim Efendi ne zarfı olduğunu sorsa da amir; “Efendim ne zarfı olduğunu ben de bilmiyorum, bana verilen görev tebligatı size ulaştırıp, gideceğiniz gün size refakat etmektir” diyerek ayrılır.

O sırada Şehzade Abdülkerim Efendi kuzeni Orhan Efendi’ye gittiği için sürgün kararından haberdar değildir. Saat 9 gibi köşke döner. İçeri girdiğinde validesini ve M.Selim Efendi’yi gözleri yaşlı görür ve hemen sorar “Kim ölmüş, neden hüzünlüsünüz?”

M.Selim Efendi durumu anlatır fakat Şehzade Abdülkerim Efendi hiddetle karşı çıkar ve şu sözleri söyler ”Bizi nasıl kovarlar, dedelerim bu toprakların muhafazası için canlarını ortaya koymuşlar, bunu nasıl yaparlar şehzade babam?”

M.Selim Efendi ise şehzadeye durumu izah eder ve “Artık saltanat kaldırıldı, sen ve ben, bizler artık şehzade değiliz bu vatanda. Bu meclisin kararıdır, artık bizi istemiyorlar” diyerek sakinleştirmeye çalışır.

Bu, Şehzade Abdülkerim Efendi’nin hayatında yaşadığı ikinci büyük acıdır. İlki Dedesi Sultan Abdülhamid Han’ın 1918’de vefatı, diğeri ise bu sürgün kararıdır.

Köşkte eşyalar toplanmaya başlamıştır lakin Şehzade Abdülkerim eşyalarına dokunmaz ve köşkte kalacağım diye ısrarını sürdürür.

M.Selim Efendi bu ısrarın beyhude olduğunu şehzade oğluna ”Yapma şehzadem, burda kalman mümkün değil, ellerinde liste var, bebekler dahil Osmanlı Hanedan fertleri olarak 155 kişiyiz, hepimizi tek tek kontrol ediyorlar ve biliyorlar, burda kalamazsın” diyerek anlatmaya çalışır lakin Abdülkerim Efendi gerekirse kaçarım diyerek gitmemekte ısrarcıdır.

M.Selim Efendi yine sakin sakin “Bak şehzadem halife Abdülmecid Han dahi önceleri bu durumu kabullenmedi fakat sonra ikna oldu, şu an elden gelen hiç birşey yoktur, artık bu iş burada bitti” der.

Şehzade Abdülkerim ”Bu iş burada bitmez, ben sürgünde bile mücadele etmeye devam edeceğim” diyerek çaresiz bavulunu hazırlar.

Ertesi gün kuzeni Orhan Efendi yanlarına gelir ve kendileriyle birlikte gitmek istediğini, Şehzade Abdülkerim’le beraber olmak istediğini söyler.

Öğlene doğru polisler gelir ve “Şehzadem hazır iseniz yola çıkalım” der.

Polislerden biri gözyaşlarını tutamamakta, hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Bu durum Orhan Efendi’nin dikkatini çeker ve amcasına “Amcacığım şu polisi sakinleştirebilirmisiniz, biz de ağlamaya başladık onu görünce” der.

M.Selim Efendi polise sakin olmasını söyler ve “Oğlum rica ederim sakin olunuz, bizim de içimiz kan ağlıyor ama birşey yapamıyoruz, lütfen zorlaştırmayınız” der.

M.Selim Efendi iki eşi, kızı Nemika Sultan, oğlu Abdülkerim Efendi ve yeğeni Orhan Efendiyi alıp Haydarpaşa Gar’ına gelirler. Sonraki rota Halep’tir.

Diğer hanedan üyelerinin bazıları vapurla Mısır’a, Gazze’ye, Beyrut’a, bazıları Çatalca’dan kalkan trenle Balkan ülkelerine ve Avrupa’ya giderler. Herbiri başka topraklara adeta savrulur.

Tarih 8 Mart 1924. Osmanlı topraklarında 623 yıl hüküm sürmüş şanlı hanedan ailesinin tek bir ferdi dahi bırakılmamış, sürgün edilmiştir.

Aile fertlerine verilen zarflarda 2 bin İngiliz sterlini ve bir yıllık süreli pasaport vardır. Pasaporta göre bir yıl dolduğunda vatansız kalacaklardı. Hiç bir ülkeye tabi değillerdi.

M.Selim Efendi ailesiyle beraber Halep’e gelir, burda ufak bir konak bulur yerleşirler.

Bu arada Anadolu’da M.Selim Sultanımız diye hutbeler okunur fakat bundan M.Selim Efendinin de haberi yoktur.

Bu olayı duyan Ankara Hükümeti ise çok kızarak Fransızların işgali altında bulunan Halep’e bir telgraf çekerler.

Telgrafta “Sultan Abdülhamid’in büyük oğlu M.Selim Efendi’nin Halep’te kalması bizim için sakıncalıdır, başka yere naklini talep ederiz” denmektedir.

Fransız makamları, bu henüz yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti ile arayı bozmak istemediğinden M.Selim Efendi’yi yanındaklerle birlikte Beyrut’a gönderirler.

Beyrut’a gelen başka hanedan üyeleri ve şehzadeler de vardır lakin Selim Efendi yalnızlığı sevdiği için Beyrut’un dışında kalan Cünye kasabasına yerleşir.

Cünye hristiyan ağırlıklı ve biraz da ermeni nufüsun oluşturduğu bir kasabadır. Cünye’ye varır varmaz hemen ev aramaya başlar ve tam tepede bir konak görür. Gider sahibini bulur. Sahibi bir Ermenidir.

Dostlarım 2004 senesinde bu konağın sahibinin oğlu ile tanışmıştım. İlyas Bey M.Selim Efendi’nin bu konağı babasından nasıl kiraladığını bize şöyle anlatmıştı;

Evin sahibi M.Selim Efendi’yi görünce sevinç içinde ellerine sarılıp “Efendim ne demek kira, koskoca Sultan’ın oğlu benim evime talip olmuş, buyrun oturun ben hiç bir bedel istemiyorum” der.

M.Selim Efendi kabul etmez, sonunda makul bir bedel üzere kiralar.

Ev sahibi “Efendim biz Osmanlı teb’asıyız, sizin dedeleriniz sayesinde güven içinde yaşadık, İbadetimize karışmadılar Allah onlardan razı olsun“ diyerek gözyaşlarıyla bu sevincini ifade eder.

Bu olayı bizlere aktaran İlyas Bey’in bir de kendine dair anlattığı şu hatırayı da burada yazmadan geçemeyeceğim dostlarım.

M.Selim Efendi ara sıra ev sahibinin oğluna yani İlyas Bey’e cebinde kalan son Osmanlı liralarını harçlık verirmiş. Bu İlyas Bey’in çok hoşuna gidermiş. Bizlere M.Selim Efendi’nin ne kadar asil biri olduğunu öve öve bitirememişti.

Evet biz Abdülkerim Efendi’ye yani Küçük Efendi’ye geri dönelim.

O yıllarda artık 28 yaşlarında genç bir delikanlı olan şehzade evlenmek ister. Beyrut’ta hanedan ailesinden sultanlar, akrabalar da bulunmaktadır. Şehzade bir kaç sultana evlilik teklifinde bulunursa da bu işi duyan babası M.Selim Efendi çok kızar ve izin vermez.

Bu durum aile arasında hemen duyulur ve sultanlar Şehzadenin üç sultana da evlilik teklif etmiş olduğunu öğreniler ve aralarında Abdülkerim Efendiyi istemezler.

Bir gün M.Selim Efendi oğlunu yanına çeker nasihat eder ve der ki “Bak oğlum bu kasabanın kızlarından uzak durasın, bunlar bize kız vermezler, kendileri katı maruni hristiyandır asla müslümana kız vermezler”

Şehzade Abdülkerim sanki aksini yap demişler gibi kasabada gördüğü güzel bir kıza tutulur. Adı İlezebet olan kızın ailesi tanınmış maruni hristiyan bir ailedir.

Kızın yollarını gözlemeye başlar. Nihayet bir gün karşısına çıkan İlezebet fransızca olarak “Bey sen ne istersin” diye sorunca Abdülkerim Efendi niyetini açıklar. Kıza aşık olduğunu, evlenmek istediğini söyler.

Kız biraz şaşkın “Yakışıklısın, asilsin, sizi tanırız lakin ailem vermez” deyince Abdülkerim Efendi beylik tabancasını çıkarır ve masaya koyar.

Kıza “Seç” der. “Namlu sana gelirse benimle kaçacaksın, namlu bana gelirse seni kaçıracağım.”

Her iki durum da aslında aynı kapıya çıkmaktadır ve kız bunu kabul eder.

Bavulunu hazırlar ve aynı günün gecesi birlikte Şam’a kaçarlar.

Bunu duyan M.Selim Efendi çok kızar ve artık benim öyle bir evladım yok diyerek şehzadeyi evlatlıktan red eder.

Kızın ailesi de üzgün olmakla beraber M.Selim Efendiyle konuşup ortalığın sakinleşmesi için gayret gösterirler.

Şehzade Abdülkerim Efendi Şam’da Ilezebet ile nikah kıyarlar ve İlezebet müslüman olur ismini Nimet olarak değiştirirler.

Bu ismini çok seven Nimet babaannemiz artık hep bu isimle çağırılmak istediğini sıklıkla dile getirirmiş.

1929’da bu evliliği yapan Şehzade artık Şam’a yerleşmiştir fakat onun kafasında başka planlar vardır.

Sık sık Beyrut’a giderek ordaki şehzade kuzenleri, Sultan Abdülaziz’in, Sultan Reşad’ın torunlarıyla ve tabi ki Şehzade Orhan Efendiyle bir araya gelir, görüşür.

Şehzadeler yaşça kendisinden büyük olmasına rağmen Abdülkerim Efendi’ye neler yapacaklarını sorarlar, ondan icraat beklerler.

Abdülkerim efendi onlara “Şehzadelerim, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir hamle yapmak bize yakışmaz. Devlet kuruldu, Cumhuriyet var biz bu durumu kabullenelim” der.

Bu sözleri Abdülkerim Efendi’nin söylemesine şehzadeler şaşırır. Lakin Şehzade onlara “Bekleyin, daha sözüm bitmedi, benden haber bekleyin, yakında yeni bir devlet kurulacak ve başına ben geçeceğim” der.

Şehzadeler bu sözlere bir hayal diyerek gülerler.

Şehzade Abdülkerim Efendi o dönem Mohsin Çapan diye bir Osmanlı hariciyeci ile görüşmektedir. Mohsin Çapan dünyayı iyi tanımış, bir çok lider ile bir araya gelmiş, bilhassa Japon İmparatoru ile yakın münasebetleri olan bir şahıstır.

Evet dostlarım bundan sonraki kısmı yazımın 4. Bölümüne bırakarak bu bölümü burada sonlandırmak istiyorum.

Allah’a emanet olunuz!

Petrol çağı

ABD ve birinci derecedeki stratejik dostlarının en büyük amaçlarının, kısacası “enerji” diye adlandırılabilecek gücün peşinde olduğu, buna mukabil Çin, Rusya ve İran gibi ülkelerin de, petrol, gaz ve su gibi değerleri kaptırmamanın mücadelesini verdikleri görülüyor.

Bu arada, petrol ve gaz gibi nadide kaynaklara sahip Körfez ülkeleri, ABD’nin kâh dost kâh düşman görüntüsü altında “gönülsüz” olsa da, ürettiklerini çıkarıyor, sonra da kazandıkları dolarlarla silah alma zorunluluğunda kalıyor.

Türkiye gibi ülkeler ise kiminle dost kiminle düşman olunup olunmayacağının telaşı içinde ne yapacağını şaşırıyor.

Özellikle Orta Doğu’da doların; petrol, gaz ve su ile savaşı sürüp gidiyor.

Yeri gelmişken; suyun ne denli değerli olduğu veya olacağını belirtmekte yarar bulunuyor. Gerçekten de, İsrail’in hatta Türkiye’nin suya ihtiyacı, yakın yıllarda kendini göstereceğinin sinyalleri şimdiden alınıyor.

Dünyaya muhtaç olduğu enerjinin büyük bir bölümünü sağlayan, Orta Doğu ve Avrasya bölgelerinin daima tehlikenin odağı halinde olması, hepimizi hem düşündürüyor hem de endişelendiriyor. Nitekim, sözde “Arap Baharı” ve ötesinin asıl nedenlerinin başında petrol geliyor.

Asırlardır insanoğlunun dikkatini sarsan ve çoğu zaman endişeyle üzerine çeken Orta Doğu’ya bakıldığında; çeşitli görüntüler, süreçler, beklentiler ve tehlikeler gözlerden kaçmıyor.

Zaten özellikle öteden beri, çoğu enerji kaynaklarının ve yollarının Orta Doğu’da olması bu bölgeyi daha da “stratejik” hale getiriyor.

Öte yandan, Orta Doğu’yu çoğu zaman buhrana sokan bu stratejik değerin en büyük unsurlarından birinin de Türkiye olduğu görünüyor.

***

Bilindiği gibi Türkiye, uzun yıllardan beri enerjinin güvenli bir şekilde ulaşımını sağlıyor.

Yani Türkiye, bir bakıma “köprü” görevini üstlenmiş bulunuyor.

Dikkat edilecek olursa Türkiye’nin stratejik konumu, özellikle ABD İsrail ve Rusya ile dostlarını iştahlandırıyor. Bu durum, Türkiye’ye “göz koymanın” planlarını yıllardır yaptırtıyor.

Bir bakıma, küresel güç ve sermayenin, Orta Doğu’dan beklentisi ve istemi, enerji kaynakları ve enerji yollarının güveni ile özetleniyor.

Her şeyden önce, özellikle petrolde büyük paylaşım sorununun çıkmaması için, “güven” önlemleri hayati bir değer taşıyor.

Gezegenimizde, en büyük acının, en büyük kan dökmenin ve en büyük kazanç elde etmenin “petrol” yüzünden kaynaklandığı yıllardır kabul ediliyor. Petrolün “güç” olduğu varsayımı daha Birinci Dünya Savaşı sırasında çatışma meydanlarında kanıtlandığı biliniyor.

Bütün, süper güçler özellikle ABD, petrol ve diğer enerji maddelerine daima sahip olabilmek için, çeşitli planlar, tuzaklar, çatışmalar hatta savaşlar çıkarmayı gündemlerinden düşürmüyor.

Denilebilir ki, alınması veya elde edilmesi gerekli petrol, gaz ve su için lazım olacak dolarları bir bakıma silah fabrikaları üretiyor. Böylece, silah satımı veya temini için cepheler açılıyor kanlar akıtılıyor.

Tabii ki, bu denklem içinde dinlerden öte, ruhani inanışlar önde yer alıyor. İlginçtir aynı soydan-soptan gelen, aynı dini paylaşan insanlar aynı veya ayrı ayrı ülkelerde birbirlerinden ayrı ve zaman zaman “düşman” olarak yaşıyor.

Param parça olan Arap ırkının, birleşmesine “aynı dinden” olmak bile yardımcı olamıyor.

Enerji kaynağı sahibi olmak ve onu pazarına ulaştırmak daima ya sorun oluyor ya da olmaya namzet bulunuyor.

Gerçekten de yaşadığımız tam bir “petrol çağıdır”. Kim ne derse desin, Orta Doğu’da uygulamaya aralıklarla konulan tehlikeli senaryolar, siyasi ve askeri planlar, yeni ve daha büyük petrol savaşlarını çağrıştırıyor.

Ne var ki, sadece coğrafi değil, siyasi olarak da gizemini koruyan, pek çok meçhullerin, karmakarışık ilişkilerin, sorunların, dostlukların, ihanetlerin, çatışmaların hüküm sürdüğü Orta Doğu; her şeye rağmen cazibesini sürdürüyor.

Murat Ersoy müjdeyi verdi

İran’ın başkenti Tahran’da düzenlenen uluslararası konferansa katılan Atlasglobal Yönetim Kurulu Başkanı Ali Murat Ersoy, ‘Gökyüzü İpek Yolu Projesi ile Türkiye yabancı yatırımlarla birlikte yeniden odak noktası haline gelecek.’ diye konuştu.

Haber: İnternet Haber Servisi – Gökyüzü İpek Yolu Projesi’nin ilk duyurusu, İran’ın başkenti Tahran’da düzenlenen uluslararası konferansta yapıldı.

Konferansa katılan Atlasglobal Yönetim Kurulu Başkanı Ali Murat Ersoy, proje ile Avrupa ve Orta Doğu merkez hava üssünün İstanbul olacağını belirtti.

Ersoy, “Yabancı yatırımlar için Türkiye tekrar odak noktası ve en çok talep gören yatırım yapılacak ülke haline gelecek.” dedi.

İran’ın başkenti Tahran’da yer alan Şehit Beheşti Üniversitesi’nde düzenlenen bir organizasyon ile SNITC (South and North International Trading Cooperation) işbirliği ile The Sky Silk Road (Gökyüzü İpek Yolu) Projesi ele alındı.

Başta Türkiye, İngiltere, İsviçre, İran ve Rusya olmak üzere farklı ülkelerden katılımcıların da bulunduğu uluslararası konferansta, Türkiye bacağı adına Atlasglobal Yönetim Kurulu Başkanı Ali Murat Ersoy sunum yaptı.

“Doğu dünyasının kalkınmasını sağlayabiliriz”

Doğu dünyasında ekonomik açıdan kalkınma yaşaması için başta bilgi teknolojisine yatırım yapılması gerektiğine vurgulayan Atlasglobal Yönetim Kurulu Başkanı Ali Murat Ersoy, “Gökyüzü İpek Yolu Projesi sayesinde doğu dünyasının kalkınmasını sağlayabiliriz.” dedi.

Projenin 2013 yılında Çin’de başladığını, platform sayesinde farklı ülkelerin bir biri ile ilişkilerinin arttığını belirten Ersoy “Batı dünyasının, doğulu tüketicilerinin davranışlarını kontrol etmesine izin vermememiz gerekiyor.” ifadesini kullandı.

İstanbul’un en önemli geçitlerin arasında ilk sırada yer aldığını hatırlatan Ersoy, “İstanbul, iki kıtanın birbirine bağlanma noktasıdır. İstanbul, doğu ve batı dünyasının bir birine bağlandığı nokta olarak aynı zaman da bu iki dünya arasındaki bağlantı verilebilen en kısa yoldur. Doğu ve batı arasında ele alabileceğimiz diğer bir ara geçit ise İran’dır. İran komşu ülkesi Türkiye’nin vasıtasıyla ikinci ara geçit noktası olarak hizmet verme imkanına sahiptir.” şeklinde konuştu.

“En büyük tehlike monopolleşmiş arama motorları”

Doğu dünyasının gelişimi için bilgi teknolojisinin önemini vurgulayan Ersoy, “Bu doğrultuda en büyük tehlike ne olabilir sorusunun cevabı, monopolleşmiş arama motorlarıdır. Örnek verecek olursak Google arama motoru. Google dünya piyasasında yüzde 60’lık bir paya sahip olmakla beraber 100’ü aşkın dilde hizmet vermekte. Google’ın piyasa değeri 750 milyar doların üzerindedir. Bunun karşısında, doğu dünyasındaki rakip arama motorları olarak Çinli Baidu ve Rusya’nın Yandex arama motorları yer alıyor. Baidu’nun piyasadaki payı yüzde 6’ının altında ve Yandex’in ise yüzde 4’ten az. Dolayısıyla dijitalleşmenin büyük bir güç kaynağı olduğunu ve her şeyi kontrol etmemize yol açacağını unutmamalıyız. Dijitalleşmeliyiz. Dijitalleşmezsek, piyasayı kaybedeceğiz, oyundan geri kalacağız. Yine piyasadaki talepleri kontrol ettiklerinde, bir sonraki aşamada ülkenizdeki demokrasiyi kontrol etmelerine, artık sizin hayatınız değilmişçesine hayatınızı kontrol ettiklerine de tanıklık edeceğiz.” diye konuştu.

“Dünyanın en önemli yatırım projelerinden bir tanesi”

Ersoy, konferansın ve projenin önemine değinerek, “Silk Road, Çin’in öncülük ettiği, 2013’te dünyaya duyurusunu yaptığı dünyanın en önemli yatırım projelerinden bir tanesi. Projenin büyüklüğü yaklaşık dünya milli gelirinin yüzde 40’ına dokunuyor, dünyadaki nüfusun da yüzde 50’sine değen bir proje. Yaklaşık 65 ülke bu projenin kapsamına giriyor. Bu ülkeler bu projeden herhangi bir şekilde etkilenecek, bir şekilde ekonomik işbirliği yapacak, direk veya dolaylı etkileneceklerdir.” dedi.

“Proje, doğu ile batının birleşmesi ile ilgili”

Projenin Türkiye’ye etkilerine değinen Ersoy, şunları kaydetti:

“Sky Silkroad Projesi’nin ilk defa bugün dünyaya duyurusu yapıldı. Kapsamları kısaca üzerinden geçildi, ağırlıklı hangi ülkeleri kapsayacağı bugün dünya kamuoyuna ilan edilmiş oldu. Projenin Türkiye için önemi, yapılan açıklamalarla ortaya konmuş oldu. Proje, doğu ile batının birleşmesi ile ilgili. Uzak Doğu insanlarının devlet desteği ile batıya seyahat ettirilmesi. Bunun paralelinde ciddi bir turizm trafiğinin, ulaşım hareketliliğinin kargo hareketliliğinin ve enerji transfer hareketliliğinin olacağını gösteriyor.”

“Döviz girişimizde çok ciddi bir artışlar olacak”

“Projenin bir sonraki bacağında Türkiye’ye ciddi yatırımların gelmeye başladığını göreceğiz” diyerek konuşmasını sürdüren Ersoy, “Türkiye’deki ekonomik büyümenin kesintisiz olarak devam ettiğini göreceğiz. Bugüne kadar Türkiye’de yaşanılan sorunlarda cari açığımız ya yurtdışında yapılan özelleştirmelerle elde edilen döviz gelirleriyle kapatılmaya çalışılıyordu ya da uzun vadeli borçlandırma ile kapatılmaya çalışılıyordu. Bu proje hayata geçtiği zaman Türkiye’nin döviz gelirlerinde lehimize ciddi bir dengede dönüş olacak. Döviz girişimizde çok ciddi artışlar olacak. Bu yönde de döviz açıklarımız kapanmaya ve cari hesabımız artı vermeye başlayacak. En önemlisi Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgesel siyasi gelişmelerden ve çevresindeki olumsuzluklardan dolayı şu an yavaş seyreden yabancı yatırımlar için Türkiye tekrar odak noktası ve en çok talep gören yatırım yapılacak ülke haline gelecek. Yurtdışındaki birçok yatırımcı öncelikli olarak bu gelecek trafikten pay sahibi olabilmek için Türkiye’de yatırım yapma yarışına girecek. Bunu çok kısa bir süre içinde hissedeceğiz. En fazla 2 sene içinde Türk ekonomisine olumlu etkileri yansıyacak. Bugüne kadar korktuğumuz dövizdeki hareketlenmeler bundan sonradaki dönemde olmayacağını ve bu istikrarın artarak devam ettiğini hep birlikte izleyeceğiz. Bu projenin büyümesi ile kapsama alanının genişlemesiyle, Türkiye’deki payının artması ile bu olumlu gelişmeleri hep beraber yaşayacağız.” şeklinde konuştu.

“Bu ileriye dönük, kesintisi bir büyümenin işareti”

Ersoy, projenin turizm sektörüne olumlu bir etkide bulunacağını sözlerine ekleyerek açıklamasını şu şekilde tamamladı:

“Uzak Doğu turisti uzun süreli kaldığı için alışveriş ağırlıklı bir harcama türüne sahip. Bu nedenle de kişi başına turist harcamasında Avrupa pazarına göre en az yüzde 70-80 daha fazla harcama yapan bir Pazar. Bunu ilk aşamada şu şekilde yaşayacağız. Türkiye’deki doluluk oranlarında yüzde 35’e yakın bir artış göreceğiz, gelir ortalamasında da kişi başı geceleme gelirlerimizde de yüzde 50’nin üzerinde bir artık olarak ekonomimize yansıyacak. Daha da önemlisi kişi başına turistten elde ettiğimiz gelirde de en az yüzde 50 oranında artış olacağını tahmin ediyoruz. Bunların hepsi bir araya geldiği zaman ve turizmden de 52 farklı sektörün etkilendiğini düşünürsek Türkiye ekonomisinin genelinde büyük bir büyüme, hızlı bir gelişmeye rastlayacağız. Bu da tüm sektörlere yansıyacağı için sadece turizmciler değil ekonominin paydaşı olan bütün yatırımcılar, bütün çalışanlar olumlu yönde etkilenecek. Ama en önemlisi her zaman söylediğim gibi bu ileriye dönük, kesintisiz bir büyümenin işareti ve garantisi haline gelecek. Türkiye üzerinden bu yolcu trafiğinin dağıtımın yapılıyor olması, ülkemizin aynı zamanda bu projenin finans merkezi olacağını da gösteriyor. Büyük bir para akışı Türkiye üzerinden yürümeye başlayacak. Bu da ekonomimizi çok olumlu etkileyecek. Özellikle sunumda benim de başka konuşmacıların dikkatini çektiği bir konu vardı. Para birimlerine karşı bu sistemin korunması. Projede 65 ülke paydaş olacak. En azından bu 65 ülke içerisindeki ekonomik akışın kesintiye girmemesi, herhangi bir krizle karşılaşılmaması için farklı ortak bir para biriminin oluşturulması ve bu para biriminin kullanılmaya başlanması önem arz etmektedir. Bu hayata geçirilebilirse herhangi bir olağandışı krize karşı bu 65 ülkenin ekonomisi korunmuş olacak ve bu ülkeler en az seviyede yapay krizlerden etkilenecek bir finansal yapıya sahip olacaklar. Bu da projenin finansal geleceği açısından bir sigortalanma olacak diyebiliriz. Eğer proje eksiksiz olarak hayata geçirilebilir ise Türkiye’ye çok olumlu yansımaları olacak. Bizim için mutlu yanı bugün Türkiye, bu işin Orta Doğu ve Avrupa merkezi olarak ilan edildi. Ülke olarak bu projeye ne kadar konsantre olursak, bu projeyi ne kadar sahiplenirsek bundan da o kadar yüksek pay alacağız demektir. Payımızı ne kadar büyütebilirsek elde edeceğimiz kazanımlar, vatandaşlarımıza ek iş, ek gelir artışı olarak yansıyacaktır.”

Yurdumuzda jeotermal

Tekrarlanabilen, sürdürülebilen ve aynı zamanda bir yerli enerji kaynağı olan jeotermal enerji kullanımında ülkemiz kısa zamanda epey mesafe alarak dünyada dördüncü konuma kadar yükseldi. Ama buna rağmen Türkiye jeotermal enerji kaynaklarının sadece çok az bir bölümünü değerlendiriyor. Türkiye’de 40 derecenin üstünde 173 adet jeotermal enerji sahası bulunduğu kayıtlara geçmiş. İlk çağlardan beri şifa olarak kullanılan doğal sıcak su kaynakları 1890 yılında ilk defaKuzey Amerika’daki Idaho’da jeotermal amaçlı olarak değerlendirilmiştir. Daha sonra 1905 yılında İtalya’nın Larderello Bölgesinde jeotermal buhardan elektrik üretimine başlanmıştır.

Jeotermal saha aslında coğrafik bir “kavramdır.” Bu sahada meteorolojik yağmurun oluşturduğu beslenme alanı içine giren soğuk suların ısınarak yeryüzüne çıkış yaptıkları alanlar “jeotermal sistem” olarak adlandırılır. Isınan suların yer içinde barındıkları geçirimli kayaç ise “jeotermal rezervuar” olarak tanımlanır. Sıcaklık alt sınırı 40 yerine 20 derece santigrat kabul edildiğinde ülkemiz 600 jeotermal kaynak ile Avrupa’da birinci sırada yer alır. İki bin MW olarak hesaplanan toplam jeotermal potansiyelimiz elektrik üretimi, şehir ısıtma, soğutma, sera veya yüzme havuzu ısıtma, termal tesis, çeşitli yiyeceklerin kurutulması, kaplıca kullanımı, kimyevi maddeler üretimi ve  sanayide kullanım gibi uygulamalarla  tam olarak değerlendirilirse, yurt içi  katma değeri 15 milyar Amerikan doları bulabilir. Türkiye’de 2018 yılında Jeotermal Enerji ile ısıtılan konut sayısının yaklaşık 120 bine yükselmesi, diğer taraftan Avrupa Birliğinde ise yakın gelecekte4 milyon evin jeotermal enerji ile ısıtılması planlanmaktadır.

Türkiye halen jeotermal enerji kaynakları daha çok konut ısıtmakta ve kaplıca amaçlı kullanılmaktadır. Depo edilmiş “yerküre ısısı” olarak da tarif edebileceğimiz jeotermal enerji için Türkiye uygun ve yeterli potansiyel ile insan gücüne sahiptir. Jeotermal enerji bazı gelişmekte olan ülkelerde enerji ihtiyacının ortalama  % 10’unu karşılanmaktadır. Başta İzlanda ve Yeni Zelanda olmak üzere, dünyada birçok ülkede jeotermal enerji ile şehir, evve sera ısıtması gerçekleşmektedir.

Jeotermal enerjinin en önemli avantajları sıcak suyun kaynağına geri beslenebilmesi, santralin inşa süresinin kısa olması, çok ileri teknoloji gerektirmemesi ve jeotermalin birçok kaynağa nazaran ekosisteme “az zararlı” temiz bir enerji dalı olmasıdır. Diğer bir deyişle, “yeşil” bir enerji kaynağı kabul edilen jeotermal enerjinin üretim maliyetinin düşük oluşu nedeni ile de tüm dünyada kullanımı hızla artmaktadır.

Jeotermal enerjinin öncelikle özel idareler ve belediyelerce, örneğin, şu anda ülkemizde Kırşehir, Gönen, Balçova, Kızılcahamam, Gediz, Havza, Bolvadin, Haymana, Salihli, Gazlıgöl ve Simav gibi yerleşim merkezlerinde değerlendirilerek halkın hizmetine kazandırmasının önemli nedenleri şöyle sıralanabilir.

• Jeotermal enerjiden elde edilen birim gücün maliyeti, hidroelektrik dışında termik ve diğer santrallere oranla çok daha düşüktür.

• Termik santrallere oranla ekolojiye daha az zarar vermekte. Suyun geri basımı uygulaması ile jeotermal uygulamalarının olumsuz yönleri en az seviyeye indirilmektedir. Aksi takdirde tarlalara ulaşan kullanılan jeotermal su içindeki ağır metaller bölgesel tarıma ciddi zararlar vermektedir.

• Geliştirilen “BinaryCycle” ve “Multi FlashingSystem” gibi yeni teknolojileri sayesinde daha düşük sıcaklıktaki akışkanlardan da elektrik enerjisi elde etmek mümkün olmakta ve santral çevrim verimi artırılarak birim maliyeti daha da aşağıya çekilebilmektedir.

• Doğrudan kullanıldığında veya elektrik üretimi ile entegre olarak geliştirilen sistemlerle jeotermal akışkandan daha fazla termal güç elde etmek mümkün olmaktadır. Santralde belli bir sıcaklıkta atılan su,  düşük sıcaklık gerektiren alanlarda da kullanılabilmektedir. Örneğin “yüzme havuzları” gibi. İzlanda da çok örnekleri var.

• Ülkelerin kendi enerji kaynaklarını kullanarak enerjide dışa bağımlılığı azaltmaya yönelmeleri de jeotermal kaynakların kullanımını öne çıkarmaktadır.

• “Yenilenebilir” özelliği ve yerinde kullanımını mümkün kılan karaktere sahip olması jeotermal kaynaklara olan ilgiyi her yıl daha da artırmaktadır.

İspanyol firmalar nükleer için Türkiye’de

Türkiye’deki nükleer yatırımları yabancı firmaların ilgisini çekmeye devam ediyor. Ülkemizdeki projeler için iş birliği fırsatları oluşturmak isteyen İspanyol firmalar, ilk kez katılacakları 6. Uluslararası Nükleer Santraller Zirvesi ve Fuarı’nda ticari görüşmeler yapacak

Nükleer sanayide önemli iş bağlantılarının yapıldığı 6. Uluslararası Nükleer Santraller Zirvesi ve Fuarı’na, bu yıl İspanyol firmaları çıkarma yapmaya hazırlanıyor. İspanya’da nükleer alanındaki iki önemli kümelenmenin temsilcileri ve uluslararası projelerde görev almış altı firma, ilk kez Zirve için Türkiye’ye geliyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın desteğiyle Nükleer Mühendisler Derneği (NMD) ve Ankara Sanayi Odası (ASO) tarafından 5-6 Mart 2019 tarihlerinde, İstanbul’da düzenlenecek 6. Uluslararası Nükleer Santraller Zirvesi ve Fuarı, İspanyol firmalarını ağırlayacak.

İspanyollar yatırım fırsatlarını kollayacak

Türkiye, Ortadoğu ve Afrika’nın en kapsamlı nükleer etkinliği olan Zirve’ye katılacak İspanyol firmalar, 2060’a kadar Türkiye, Ortadoğu ve Afrika’da hayata geçirilmesi planlanan 30 nükleer santral projesi için iş birliği yapmayı hedefliyor.

İspanya’da nükleer alanında önemli bir kümelenme olan ve 35 üyesi bulunan Foro Nükleer ve İspanya’nın kuzeyindeki Cantabria bölgesindeki 15 nükleer endüstri paydaşını temsil eden Cantabria Nükleer Endüstri Kümelenmesi temsilcileri Zirve’ye katılacak. Zirve için İstanbul’a gelecek diğer İspanyol firmalar ise; Empresarios Agrupados, ENUSA, IDOM, Newtesol, TAIM WESER ve Tecnatom.

Nükleer alanında farklı uzmanlıkları olan firmalar geliyor

Foro Nükleer (İspanyol Nükleer Sanayi Forumu), İspanya’daki nükleer sektöründeki şirketlerin, hem ulusal hem de uluslararası düzeydeki sanayiye destek, teknik destek, iletişim, eğitim ve öğretim süreçlerindeki koordinasyonunu sağlıyor. Foro Nükleer, özellikle nükleer projelere yönetim alanında uluslararası bir boyut katmak ve ikili ticari ilişkiler kurmak üzere Uluslararası Nükleer Santraller Zirvesi ve Fuarı’na katılıyor.

Üniversite, ekipman ve bileşen üreticileri, teknoloji merkezleri ve servis sağlayıcıları arasındaki ticari iş birliğini hedefleyen Cantabria Nükleer Endüstri Kümelenmesi de Türkiye’de yeni iş birliği opsiyonlarını değerlendirecek.

Sepaş, Fastpay ile güçlerini birleştirdi

Kocaeli, Sakarya, Bolu ve Düzce’de 1,7 milyon müşteriye hizmet veren Sepaş Enerji, Denizbank ile iş birliğine imza attı. Elektrik fatura ödemesini Denizbank fastPay uygulaması üzerinden gerçekleştiren müşteriler, fatura tutarlarının yüzde 10’unu geri alabilecek. 

Sepaş Enerji, faaliyet bölgesi olan Kocaeli, Sakarya, Bolu ve Düzce’deki vatandaşlara sunduğu hizmetlerin yanı sıra sağladığı kolaylıklarla da fark yaratmaya devam ediyor. Denizbank ile yapılan iş birliği kapsamında Sepaş Enerji DenizBank müşterisi olsun ya da olmasın, mevcut fatura tutarını fastPay aracılığıyla ödemeleri durumunda hem 10 TL’ye kadar iade hem de sıfır komisyon avantajından yararlanabiliyor; söz konusu indirim tutarı kullanıcının fastPay bakiyesine yükleniyor. Kullanıcılar diledikleri kredi kartını fastPay’e bağlayarak ya da fastPay bakiyelerine para yükleyerek faturalarını 7/24 kolaylıkla ödeyebiliyorlar. Hâlihazırda fastPay’i olmayan kullanıcılar ise uygulamayı indirerek tüm avantajlarından faydalanabiliyor.

Konuyla ilgili Sepaş Enerji Genel Merkezi’nde gerçekleşen imza törenine Sepaş Enerji Genel Müdürü Hakan Çağrı Poyraz ve Denizbank Grup Müdürü Lütfi Akbulut, Sepaş Enerji Pazarlama Müdürü Oya Seçkinler, Denizbank Bölüm Müdürü Emine Talay Turan katıldı. 1 Ocak 2019’da başlayarak 31 Aralık 2019’a kadar devam edecek kampanya kapsamında elektrik faturalarını fastPay uygulaması üzerinden ödeyen Sepaş Enerji müşterileri için faturalarının yüzde 10’una denk gelen tutar, fatura ödemesini takip eden 1 hafta içerisinde fastPay bakiyelerine geri yüklenecek.

Yeni bir çağ açılıyor

Türkiye’de son yıllardaki yönetimin, “global petrol lobisi”nin, özellikle de gelişmekte olan ve üçüncü dünya ülkelerine yönelik faaliyet gösteren “ekonomik tetikçilerinin” çalışmalarına engel olarak onların etkilerinin azaltılmasıyla, ülkemiz de petrol ve doğalgaz alanında kendi milli stratejisini oluşturmaya başlamıştır. Özel sektöre de bu alanda yatırım yapabilmesi için yeni yasayla birlikte ciddi kolaylıklar getirilmiştir.

Türkiye önümüzdeki on yılda hem dahil de ve hem de komşu ülkelerde petrol ve doğalgaz konusunda çok önemli adımlar atma planları yapmaktadır. Çünkü gelişen ekonomisi ve hızla artan enerji ihtiyacıyla ayağındaki prangaları parçalayarak çok ciddi merhale kat etmesi gerektiğini bariz şekilde müşahede etmektedir. Türkiye’de yapılması kararlaştırılıp, yakında inşası başlayacak olan nükleer santral bile enerji alanında artık Türkiye’nin daha bağımsız hareket edebilirlik noktaya geldiğini göstermektedir.

Birinci Dünya Savaşının çıkma nedeni petrol’dür

Öncelikle tarihimizin ne kadar sığ ve sebep-sonuç bağlantısı olmadan anlatıldığına bir örnek olmak üzere Birinci Dünya Savaşı’nın ana gerekçesini petrolün oluşturduğuna dikkat çekmemiz şarttır.

Yani temel sorun, İran, Irak, Suriye, Kuveyt, Azerbaycan gibi yerlerdeki petrole hangi emperyalist ülkenin daha önce ulaşacağı sorunuydu. Çünkü dünyanın gelecekteki en önemli enerji kaynaklarının Ortadoğu’da yoğunlaştığı anlaşılmıştı.

Petrol gerçeğini bilen Sultan Abdülhamid Hedef seçildi

Lakin batının bildiği petrol gerçeğini bilen bir diğer önemli şahsiyet Sultan Abdülhamit Hazretleri idi. Bunu, Bağdat ve Hicaz demiryollarının geçtiği noktalar ile petrol çıkan bölgeleri gösteren haritaya baktığınızda daha net olarak görebilirsiniz. Ne tuhaf, değil mi! Tren hatları, petrol çıkan bölgelerden geçirilmiştir. Ve bu demiryolu inşaatı nedeniyle tüm sinsi planlar ve hain senaryolar Abdülhamid ve imparatorluğu için uygulanmaya başlandı.

Nitekim 1908 yılının Mayısında Concession Sydicate Limited şirketinin operasyon şefi George B. Reynolds, İran sınırları içindeki Mescid-i Süleyman bölgesinde dünyanın o zamana kadar gördüğü en zengin petrol yataklarını patlattığında Abdülhamid iktidarının sonu da gözükmeye başlamıştı.

Mayıs 1908’de Osmanlı’nın sonu hazırlanırken, Mayıs 2013’te Osmanlı’nın torunları sonu başlangıca çevirdi

Osmanlı İmparatorluğunun petrol ile buluşmasının başlamadan sonu Mayıs 1908’te belirlenirken, Osmanlı’nın torunları Mayıs 2013 yılında TBMM’de çıkarılan petrol yasası ile sonun başlangıcını yeniden belirlediği unutulmamalıdır.

Hava kirliliğine karbonsuz çözüm

Tarihsel olarak insanoğlunun enerji kullanımını inceleyecek olursak odun ile başlayan, endüstri devrimi ile birlikte kömür ve sonrasında petrol ve ürünleriyle, sonrasında ise doğal gaz ile devam etmekte olan grafikte karbon içeriğinin azaldığını görmekteyiz. Enerji ihtiyaçlarını gidermede ve çevreye verilen olumsuz etkileri azaltmada artık karbonsuz enerji çözümlerine ihtiyaç vardır ve de bunun “hidrojen” siz yapılması mümkün değildir.

Günümüzde artan nüfus, genişleyen yaşam alanları ve gelişen teknoloji ile birlikte enerji talebi yıllar içerisinde artmaktadır. Yüz yılı aşkın süredir insanoğlunun birincil enerji üretim kaynağı olarak kullanılan fosil kaynaklı güç üretim yöntemlerinin sebep olduğu küresel ısınma etkisi ile birlikte hava, su ve toprak kirliliği gibi olumsuz çevresel etkiler artık insanoğlu tarafından çok ciddi bir şekilde hissedilir boyutlara ulaşmıştır. Doğaya karşı verilen bu olumsuz etkileri geri döndürerek Dünyamızın daha yaşanılabilir bir hale getirilmesi amacıyla alternatif enerji üretim teknolojilerine ilgi artmaktadır. Sürdürülebilir bir gelecek için karbon salımına yol açmayan, çevre dostu, yakıt tasarruflu ve yüksek enerji dönüşüm verimliliğine sahip güç üretim çözümlerinin oluşturulması gerekmektedir. Bu bağlamda, güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynakları kaynaklarının sürekliliğinin sağlanmasında hidrojen gibi çevre dostu yakıtların kullanımı öne çıkmaktadır. Yenilebilir kaynaklarla hidrojenin üretilmesi, güvenli bir şekilde depolanması ve yüksek verimli yakıt pillerinde elektrik enerjisine dönüştürülmesi üzerine yapılan bilimsel araştırmalar ve ürün tasarımları özellikle son yıllarda tüm Dünya’da ivme kazanmıştır. Hidrojen destekli güç üretim teknolojilerinin kullanımı özellikle ulaşım, taşınabilir ve sabit güç sistemleri başta olmak üzere bireysel ve yaygın güç gereksinimi olan çeşitli alanlarda yaygınlaşmaya başlamış ve bu konudaki AR-GE faaliyetleri yoğun bir şekilde devam etmektedir.

Dünya Hidrojen Enerji Kongresi (World Hydrogen Energy Conference – WHEC) uluslararası boyutta hidrojen enerjisi alanında bilinen en prestijli konferanstır. Konferansın organizasyonu Uluslararası Hidrojen Enerjisi Ajansı (International Association for Hydrogen Energy – IAHE) tarafından gerçekleştirilmektedir. IAHE 1974 yılında Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu başkanlığında “Hidrojen Romantikleri” olarak bilinen bir grup araştırmacı tarafından kurulmuştur. 18-20 Mart 1974 tarihleri arasında Miami’de düzenlenen ilk tematik hidrojen enerjisi konferansıyla “hidrojen enerjisi” ve “hidrojen ekonomisi” gibi günümüzde yaygın olarak kabul gören terimler oluşturulmuştur. Bu nedenle 18 Mart günü Uluslararası Hidrojen Enerjisi Ajansı tarafından “Dünya Hidrojen Günü” olarak ilan edilmiştir. Bu konferanstan sonra, 1976 yılında Miami, Florida’da ilk WHEC gerçekleştirilmiştir ve iki senede bir düzenli olarak Dünya’nın çeşitli yerlerinde düzenlenmeye devam etmektedir. Günümüz enerji sorunlarının çevreye zarar vermeden çözülebilmesi ancak ve ancak karbonuz yaklaşımlar ile mümkün olabilir. Bu bağlamda WHEC konferansları uluslararası arenada çok yönlü karbonsuz yenilikçi hidrojen enerji sistemlerinin geliştirilmesi ve dünyada yayılması konusunda son derece önemli rol oynamaktadır.

Enerji verimliliğine büyük katkı!

Ağaç bazlı panel sektörünün öncüsü Kastamonu Entegre, tesisleri bünyesindeki üretim süreçlerinde sarf edilen enerji kaynaklarını minimize etmek adına geliştirdiği AR-GE projeleriyle öne çıkıyor. Enerji Verimliliği Haftası kapsamında açıklamalarda bulunan Kastamonu Entegre CEO’su Haluk Yıldız, “Sürdürülebilirlik alanında ağırlık verdiğimiz konuların başında enerji yönetimi geliyor. Geliştirdiğimiz projelerin temel amaçları arasında enerji ve hammadde gibi kaynakları minimize etmek, atıkların geri dönüşümünü etkinleştirmek, üretim süreçleri neticesinde ortaya çıkan salınımları ve çevresel etkileri sıfıra yaklaştırmak bulunuyor. Son dönemde odaklandığımız ‘Atık Biyokütlelerin Gazlaştırılması’ projesi ileyılda 15.000 ton karbondioksit salınımının önüne geçme potansiyeli yakaladık..” dedi. Enerji verimliliğine yönelik çalışmalarına son yıllarda hız kazandıran Kastamonu Entegre, TÜBİTAK-TEYDEB  destekli “Atık Biyokütlelerin Gazlaştırılması ve Yenilenebilir Temiz Enerji Üretimi” AR-GE projesi ile enerji verimliliği alanında sektörde öncü olarak konumlanıyor. Biyokütle atıklarının değerlendirilmesi ve bunların temiz bir şekilde bertarafına yönelik çalışmaları kapsayan projede atıkların yakılmasına  alternatif olarak,  ileri teknolojiler kullanılarak gazlaştırılması sağlanıyor.

STAR Rafineri ödüllendirildi

SOCAR Türkiye’nin iştiraki STAR Rafineri, İngiltere’de International Finance Publications Ltd. tarafından yayınlanan seçkin finans ve iş analizi dergisi International Finance Dergisi’nin verdiği International Finance Awards ödüllerinde ‘Finans’ kategorisinde “Best Financial Project Management- En İyi Finansal Proje Yönetimi” ödülüne layık görüldü. Her yıl Avrupa, Asya, Orta Doğu ve Afrika’da 10 kategoride verilen prestijli ödül, 17 Ocak’ta Dubai’de düzenlenen törenle sahiplerine verildi. Ödülü, STAR Rafineri adına Finans Direktörü Betül Sarıkaya aldı. STAR Rafineri Genel Müdürü Mesut İlter, Türkiye’de tek noktaya yapılan en büyük reel sektör yatırımıyla bu prestijli ödüle layık olmanın gururunu yaşadıklarını söyledi. İlter, toplam yatırım bedeli 6,3 milyar dolar olan proje için Aralık 2012’de Türkiye’nin ilk Stratejik Yatırım Teşvik Belgesi’ni aldıklarını ifade ederek, “SOCAR tarafından hayata geçirilen bu dev yatırımın 3.3 milyar dolarlık kısmı 29Mayıs2014 tarihinde imzalanan anlaşma kapsamında proje finansmanı kredisiyle, kalan kısmı ise öz kaynaklardan karşılandı. Kredi miktarı, süresi ve kaynakları anlamında ilklere imza attığımız finansman paketimiz, bugüne kadar bize pek çok ödül kazandırdı. International Finance Awards kapsamında layık görüldüğümüz bu ödül ise proje finansmanımızı 5 yıl boyunca sözleşme kurallarına uygun, etkili ve başarılı bir şekilde yürütmemiz nedeniyle verildi. Gerek inşaat aşamasında yarattığı istihdam hacmiyle gerekse de çok kaynaklı ve en iyi yönetilen proje finansmanıyla hayata geçen; Türkiye ve Azerbaycan’a prestij ve değer katan rafinerimiz artık ürettiği katma değerli ürünlerle de ekonomiye fayda sağlayacak” dedi.

7 farklı ülkeden finansman sağlandı

STAR Rafineri’nin finansman paketine7 ülkeden uluslararası ticari bankalar, Türkiye’de bir banka ve ihracat kredi kuruluşları olarak toplam 23 finansal kuruluş iştirak ediyor. Yıllık 10 milyon ton ham petrol işleme kapasitesiyle, Türkiye’nin yıllık yaklaşık 38 milyon ton petrol ürünü ihtiyacının yüzde 25’ini tek başına karşılayacak olan STAR Rafineri, dizel, jet yakıtı ve nafta gibi stratejik ürünlerin ithalatını azaltarak cari açığın yılda yaklaşık 1,5 milyar dolar azaltılmasına katkı sağlayacak.

Yenilenebilir enerji inşaatlarında KDV

7161 sayılı Kanunun Resmi Gazete’de yayınlanması ile birlikte başlayan “yenilenebilir ve diğer enerji tesislerinin inşasına ilişkin KDV istisnası” tartışması her geçen dakika artarak devam ediyor, bu konuda yazılanlar da tartışmaları alevlendirecek cinsten. Dünden bu yana çok sayıda iş insanı ve meslek mensubu arayarak veya mesaj veya mail yoluyla bu konuyu sordu, böyle bir istisna getirilip getirilmediğini öğrenmek istedi.

Bu vesile ile şunu öğrendim: Kimse ne yazıldığını okumuyor, herkes anlamak istediği gibi anlıyor. Çok enteresan değil mi? Aslında duyu organlarımızın gerçekte var olmayan algılamalarına tıp dünyasında halüsinasyon deniliyor. Gerçekte olmayan fakat kişinin algıladığını sandığı durumlar, bilim insanları tarafından “halüsinasyon” olarak adlandırılıyor.

Yenilenebilir ve diğer enerji tesislerinin inşasına yönelik KDV istisnası maddesini okuyan aslında okur gibi yapan herkes de bize göre halüsinasyon gördü. Olmayan istisna varmış gibi, yeni getirilmiş gibi algılandı. Bu da yanlış yorumlara neden oldu ve olmaya da devam ediyor. 7161 sayılı Kanunla yenilenebilir ve diğer enerji tesislerinin inşasına yönelik KDV istisnası getirildi, ama herkese ve her tesise değil, yalnızca organize sanayi bölgeleri ile küçük sanayi sitelerinde inşa edilenlere. İstisna düzenlemesi, 7161 sayılı Kanunun 17. Maddesiyle KDV Kanununun 13/j maddesinde yapılan aşağıdaki değişiklikle gerçekleştirildi. Yapılan düzenleme şu şekilde:

“MADDE 17- 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine “haberleşme” ibaresinden sonra gelmek üzere “, yenilenebilir ve diğer enerji” ibaresi (…) eklenmiştir.”

Bu değişiklikten sonra KDV Kanununun 13/j maddesi şu şekle dönüştü:

“j) Organize sanayi bölgeleri ile küçük sanayi sitelerinin su, kanalizasyon, arıtma, doğalgaz, elektrik, haberleşme (7161 sayılı kanunun 17 nci maddesiyle eklenen ibare; Yürürlük: 01.02.2019 tarihinde uygulanmak üzere 18.01.2019), yenilenebilir ve diğer enerji tesisleri ile yol yapımına ve küçük sanayi sitelerindeki işyerlerinin inşasına ilişkin, bunlara veya bunlar tarafından oluşturulan iktisadi işletmelere yapılan mal teslimleri ile hizmet ifaları,”

KDV İstisnasının Kapsamına Hangi Yenilenebilir ve Diğer Enerji Tesisleri Giriyor?

İstisna düzenlemesinin incelenmesinden de fark edileceği üzere, KDV istisnası kapsamına sadece organize sanayi siteleri ile küçük sanayi sitelerinde gerçekleştirilecek yenilenebilir ve diğer enerji tesislerinin inşası işlemleri girmektedir.

Yapılan düzenleme ile, organize sanayi siteleri ile küçük sanayi sitelerinde gerçekleştirilecek yenilenebilir ve diğer enerji tesislerinin inşasına ilişkin olarak

– Organize Sanayi Bölgeleri Kanununa göre kurulan organize sanayi bölgeleri ile bunlar tarafından oluşturulan iktisadi işletmelere,

– Kooperatifler Kanunu ile küçük sanayi sitesi yapı kooperatifi ana sözleşmesi hükümlerine göre kurulmuş küçük sanayi sitesi yapı kooperatiflerine yapılan mal teslimi ve hizmet ifaları KDV’den istisna tutuldu.

Öte yandan istisna, organize sanayi siteleri ile küçük sanayi sitelerinde gerçekleştirilecek yenilenebilir ve diğer enerji tesislerinin inşasına ilişkin olup, bunların enerji satışları istisna kapsamına girmiyor.

İstisna Kapsamına Girmeyen Yenilenebilir ve Diğer Enerji Tesisleri?

Sonuç olarak;

7161 sayılı Kanunla getirilen KDV istisnası,

– Organize sanayi siteleri ile küçük sanayi sitelerinde gerçekleştirilecek yenilenebilir ve diğer enerji tesislerinin inşasına ilişkindir.

– Organize sanayi siteleri ile küçük sanayi siteleri dışında gerçekleştirilecek yenilenebilir ve diğer enerji tesislerinin inşası işlemleri istisna kapsamının dışında. Yani, organize sanayi siteleri ile küçük sanayi siteleri dışında gerçekleştirilecek yenilenebilir ve diğer enerji tesislerinin inşasına ilişkin olarak yatırımcı firmalara yapılacak mal teslimleri ve hizmet ifaları KDV’ye tabi.

İhracatçının yol haritası oldu

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) , ihracatçılar için ilk kez yeni vizyon ve yol haritası niteliğinde “İhracat 2019 Raporu”nu açıkladı. TİM’in bu yıl ilan ettiği “İhracatta Sürdürülebilirlik ve Yenilikçilik” yılı kapsamında hazırladığı raporda, ihracatçıya geniş kapsamlı ve katma değer yaratmaya yönelik bir eylem planı ve ihracatçının yol haritası niteliğindeki ‘5G Yol Haritası’nı bir araya getirdi. TİM Başkanı İsmail Gülle,  “Göreve geldiğimiz günden bu yana ihracatçıya katma değer yaratacak projeler konusunda yoğun bir şekilde çalışıyoruz. 2019 yılı için ilan ettiğimiz “İhracatta Sürdürülebilirlik ve Yenilikçilik”  teması kapsamında; çok boyutlu ve geniş kapsamlı bir eylem planı hazırladık. İhracatta İlk Adım Seferberliği, TİM Kadın Konseyi’nin yürüteceği İhracatta Sıfır Atık Seferberliği, İhracat Oyun Yazılımı gibi projelerimizde bu kapsamda hayata geçirildi.  Bu yıl ilkini açıkladığımız İhracat 2019 Raporu ise her yıl düzenli olarak açıklanacak ve ihracatçıya o yılın yol haritasını belirleyecek. Bu rapor tüm çalışmalarımızı tek bir kaynakta toplayan, hem dünyadaki trendlere ışık tutan, hem ihracatımızın durumunu analiz eden, hem de hedef ürün ve hedef pazarlarımızı tespit eden çok kıymetli bir çalışma.  Eylem planımız da 5G yol haritamız rotasında ilerleyecek. 5G yol haritamızda; Güçlü Türkiye, Güçlü Ekonomi, Güçlü İhracat, Güçlü İnsan Kaynağı, Güçlü Altyapı ve İhracat Ekosistemi başlıkları yer alıyor. Raporun amacı, ihracatta kırmayı hedeflediğimiz rekorların da ötesinde, dış ticaret fazlası veren Türkiye’dir” dedi.

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) yeni döneminde bir ilke imza atarak ihracatçılar için vizyon ve yol haritası niteliğinde “İhracat 2019 Raporu ”nu hazırladı. 5 bölümden oluşan raporda; TİM’in “İhracatta Sürdürülebilirlik ve Yenilikçilik”  yılı olarak ilan ettiği 2019’da hayata geçireceği İhracatta İlk Adım Seferberliği, Kadın Konseyi’nin yürüteceği İhracatta Sıfır Atık Seferberliği, İhracat Oyun Yazılımı gibi projelerinden oluşan eylem planı ile 5G (Güçlü Türkiye, Güçlü Ekonomi, Güçlü İhracat, Güçlü İnsan Kaynağı, Güçlü Altyapıve İhracat Ekosistemleri) yol haritasına yer verildi.

2019’da öncelikli hedeflerinin Yeni Ekonomi Programı’ndaki öngörülen 182 milyar dolarlık ihracat rakamına ulaşmak olduğunu söyleyen TİM Başkanı İsmail Gülle, “2019 yılında ihracatta yeni proje ve stratejiler üzerineyoğunlaşacağız. TİM Kadın Konseyi’nin yürüteceği İhracatta Sıfır Atık Projesi, 5G Yeni Vizyon, İhracatta İlk Adım Seferberliği, transit ticaret ve mikro ihracatın kayıt altına alınması, rekabetçi hizmet ihracatı, ihracat yapan firma sayısındaki artışın sürdürülmesi ile teknoloji, inovasyon, Ar-Ge, markalaşma stratejimizin güçlendirilerek “İhracatta Sürdürülebilirlik ve Yenilikçilik” temel rotamız olacak.Ayrıca, Ticaret Bakanımız Sayın Ruhsar Pekcan’ın da sıklıkla dile getirdiği, ihracatta dijitalleşme, blokzincir teknolojisinin dış ticarete uyarlanması, e-ticaretin geliştirilmesi gibi başlıklar da bu yıl gündemimizden düşmeyecek konular arasında yer alacak.Bugün açıkladığımız rapor, tüm çalışmalarımızı tek bir kaynakta toplayan, hem dünyadaki trendlere ışık tutan, hem ihracatımızın durumunu analiz eden, hem de hedef ürün ve hedef pazarlarımızı tespit eden çok kıymetli bir çalışma. Çok açık olarak ifade etmek isterim ki, raporun amacı, ihracatta kırmayı hedeflediğimiz rekorların da ötesi, en büyük gayemiz, “Dış Ticaret Fazlası Veren Bir Türkiye”dir. Buna da daha çok ihracat, daha nitelikli ihracat ve daha yenilikçi ürünler ile ulaşabiliriz. Raporun ihracat camiamıza yeni ufuklar kazandırmasını temenni ederim” dedi.

Hedeflere yönelik çalışmalar ‘5G Yol Haritası’nda yer alacak

TİM’in yılın bütününe ışık tutacak nitelikte hazırlayacağı raporların ilki olan ve her yıl tekrarlanacak olan raporun ilk bölümünde, dünyada ve Türkiye’de 2018 yılının analiz edildiğini ve TİM’in 2018 yılı faaliyetlerine yer verildiğini söyleyen Gülle sözlerine şöyle devam etti: “İkinci bölümde 2019 yılında bizleri neler beklediğini inceledik.Dünya ekonomisinde bu yıl neler yaşanabileceğini,küresel anlamda öne çıkması muhtemel önemli gelişmeleri ele aldık.İhracatçılarımızabu yıl ihraç pazarlarında neler yaşanabileceğine dair öngörülerimizi sunduk.Bu sayede ihracatçılarımızın mevcut pazarlarve yeni pazarlara ilişkin çalışma ve hazırlıklarıkendilerine kılavuzluk edecek bulguları paylaştık. Üçüncü bölümde; 2019 yılında ülkemizi neler bekliyor? Ekonomimiz ve ihracatımız nasıl şekillenecek? Makro verilerimizi neler etkileyecek?Sorularının cevaplarını aradık.Aynı bölümde ayrıca hedef pazarlarımızda yaşanabilecek önemli gelişmeleri ele alarak,firmalarımıza bu gelişmeler konusunda bilgi verdik. Raporun dördüncü bölümü bundan sonra TİM’in ihracatçılarımızla, ekonomi dünyası ile paylaşacağı katma değerli araştırmalar için önemli bir örnek oluşturmaktadır.Uluslararası kabul görmüş ekonomik modellerden biri olan “Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlük” olarak bilinen RCA modelini kullanarak,ürünler ve ülkeler bazında hedef pazarlarımızı analiz ettik ve güçlü olduğumuz ürünlerde küresel konumumuzu belirledik.Raporun son bölümünde ise TİM’in 2019 yılı yol haritasını sunduk.Bu çerçevede TİM olarak hangi çalışmaları yürüteceğimiz,hedeflere ulaşabilmek adına hangi faaliyetleri gerçekleştireceğimiz gibi hususlar 5G olarak ifade ettiğimiz yol haritasındaki başlıklar altında yer alıyor.”

Gülle: “Rüzgar nereden eserse oraya dönme devri değil! Rüzgara yön verme devri”

Gülle, raporun modelleme ve sonuçlarının yansıtıldığı dördüncü bölümün kritik önem taşıdığına dikkat çekerek öne çıkan bulguları paylaştı. Gülle, “ Dünyada en çok ticareti yapılan 200 ürün arasındaülkemizin güçlü olduğu 47 ihracat ürünü var.Bu 47 üründe dünyanın toplam ithalatıtam 1,8 trilyon dolar olup,dünyanın toplam ithalatındaki payı ise yüzde 9,8’dir.Bizim bu ürünlerdeki ihracatımız ise 50 milyar dolar seviyesinde, bu ürünlerin dünyadaki ticaretinden yüzde 2,8 pay alıyoruz.Sadece bu rakamlara dahi bakarakşunu rahatlıkla söyleyebiliriz:Güçlü olduğumuz bu 47 ürüne özel bir önem ve ağırlık vererek,1,8 trilyon dolarlık talepten daha fazla pay alabiliriz.Söz konusu araştırma, bu konuda kat etmemiz gerekenyolumuz olduğunu ortaya koyuyor.Sonuç olarak doğru analizlerle, akademik çalışmalara dayanan etkili stratejilerle yürüyen bir ihracat ekosistemini perçinlemeye, etki alanını daha da genişletmeye kararlıyız. Artık devir, rüzgar nereden eserse oraya dönme devri değil! Devir, rüzgara yön verme devri.Sadece 200 ürün ile başladığımız bu çalışma dahi,ihracatımızın hangi alanlara, hangi pazarlara yoğunlaşması gerektiğini en çarpıcı hali ile ortaya koydu. Bugün başladığımız bu çalışmayı en kısa sürede 1000 ürün için tamamlayacağız. Söz konusu 1000 ürün dünya ticaretinin yüzde 84’ünü kapsıyor. Bu çalışmayı Şubat ayı içerisinde ihracatçılarımız ve kamuoyu ile paylaşmayı hedefliyoruz. Akabinde de, dünyadaki tüm ürünler için aynı çalışmayı tekrarlayarak,sektör ve ürün bazında firmalarımıza en net ifade ile hangi ülkelere yüklenmeleri gerektiğini söyleyeceğiz” dedi.

Akıllı Dönüşüm

Dijitalleşme, veri ve analitik alanındaki hızlı teknolojik ilerlemeler, iş ortamını yeniden şekillendiriyor, performanslarını hızlandırıyor ve yeni iş inovasyonlarının ve yeni rekabet biçimlerinin ortaya çıkmasını sağlıyor. Aynı zamanda, teknolojinin kendisi de gelişmeye devam ederek, robotik, analitik ve yapay zeka (AI) ve özellikle makine öğreniminde yeni ilerlemeler kaydediyor. Bu teknik yeteneklerde, iş, ekonomi ve daha geniş anlamda toplum için derin etkiler yaratabilecek bir adım değişikliği anlamına gelir.

Mevcut fırsat

Bazı şirketler, daha hızlı ve daha geniş ölçekli kanıta dayalı karar verme, içgörü oluşturma ve süreç optimizasyonunu mümkün kılan veri ve analitik kullanımıyla rekabet avantajı elde ediyor.

“Veri ve analitik dönüşümdür, ancak birçok şirket kendi değerlerinin sadece bir kısmını yakalamaktadır.”

2011’deki büyük veriye ilişkin ilk rapordan bu yana, veriler ve analitik rekabetin temelini değiştiriyor . Lider şirketler, sadece çekirdek operasyonlarını geliştirmek için değil, aynı zamanda tamamen yeni iş modellerini uygulamaya koymak için de yeteneklerini kullanıyorlar. Dijital platformların ağ etkileri, bazı pazarlarda kazanma temelli dinamik yaratıyor. Bununla birlikte, mevcut verilerin hacmi son yıllarda katlanarak büyürken, çoğu şirket gelir ve kar kazançları açısından potansiyel değerin sadece bir kısmını yakalamaktadır.

“Etkili veriler ve analiz dönüşümleri

çeşitli bileşenlere sahiptir”

• Stratejik vizyonu şekillendirmek için sorulacak temel sorular: Veri ve analitik ne için kullanılacak? Analizler nasıl değer kazanacak? Kulllanılması gereken veri için hangi veri analiz sistemleri en kullanışlı?

• Verilerin üretilme, toplanma ve organize etme biçimindeki problemleri çözmek: Birçok çalışan eski veri sistemlerinden, büyük veri ve analitikten en iyi şekilde yararlanabilecek daha çevik ve esnek bir mimariye geçme mücadelesi veriyor. Bunun için müşteri etkileşimlerinden, tedarik zincirlerinden, ekipmanlarından ve dahili süreçlerinden daha fazla veri elde etmek için operasyonlarını daha fazla dijitalleştirmeleri gerekebilir.

• Verilerden elde edilen bilgileri elde etmek için gereken becerileri kazanmak: Kurumlar, uzmanlarını şirket içi yeteneklerden veya dış kaynaklardan tercih etmeyi seçebilir.

• İş akışlarını gerçek iş akışına dahil etmek için iş süreçlerini değiştirmek:Bu yaygın bir engeldir. Karar vericilere   doğru veri kullanma alışkanlığını  kazandırmak ve orta düzey yöneticilerin veriye dayalı içgörünün nasıl kullanılacağını anladığından emin olmak gerekir.

 Bütün bu bileşenleri yerine koymak kolay değildir. Sektörler, bölgeler ve büyüklükler arasındaki şirketleri temsil eden 500’den fazla yönetici ile yapılan son bir McKinsey araştırmasında ,% 85’ten fazlası, kendilerinin veri ve analiz girişimleri için belirledikleri hedefleri karşılamada sadece bir şekilde etkili olduklarını kabul ettiler.

“Veri ve analizler rekabetin

temellerini değiştiriyor”

Yıkıcı veri güdümlü modeller ve yetenekler bazı endüstrileri yeniden şekillendiriyor ve daha fazlasını dönüştürebiliyor. Belirli bir pazarın belirli özellikleri, aşağıdakiler de dahil olmak üzere yeni veriye dayalı yaklaşımları kullananların aksamalara kapı açmasına neden olur :

• Arz ve talepte verimsiz eşleşme

• Düşük varlıkların yaygınlığı

• Davranışsal veri mevcut olduğunda, büyük miktarlarda demografik verilere bağımlılık

• Veri açısından zengin bir ortamda insani önyargı ve hatalar

Çoğu çalışan sektörlerinde veriye dayalı karar vermek için hem belirli bir standart veriyi kullanıp ,hemde halihazırda kullanılmakta olanları desteklemek için yeni veri kümeleri (“ortogonal veri”) ortaya koyarlarsa , bu rekabetin temelini değiştirebilir. (Örneğin , yeni şirketlerin piyasaya sürdüğü mülk ve kaza sigortasında, sürüş davranışları hakkında raporlamalarda (bilgi sağlayan telematik verilerle, daha önce kullanılmış olan demografik verilerin kullanılması vb.), bunu görüyoruz.

En güçlü kullanımlardan biri, bireylerin davranış özelliklerine dayanan mikro segmentasyonudur. Bu,eğitim, seyahat ve eğlence, medya, perakende ve reklamcılık dahil olmak üzere birçok sektörde rekabetin temellerini değiştiriyor.