27.7 C
İstanbul
Pazartesi, Haziran 9, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 105

Aytemiz’den “self servis”dönemi

Aytemiz, arzu eden tüketicilerin kendi araçlarına yakıtlarını doldurup bedelini de ödeyebilecekleri “self servis” adalarını, 30 istasyonda hizmete sundu. Tüketicilerin vakit kaybetmeden yakıt alımını gerçekleştirebilmelerini ve pompada ödeme yapabilmelerini sağlayan self servis pompalarda avantajlı fiyatlar uygulanacak. Self servis hizmeti sunacak Aytemiz istasyon sayısının bir ay sonra 100’ü geçmesi hedefleniyor.

Sektörde şaşırtan hizmetleri, yenilikçi ve yaratıcı marka anlayışı ile rekabetten sıyrılarak fark yaratan Aytemiz, bir ilke daha imza atarak, en yaygın “self servis” yakıt alım hizmetini tüketicileri ile buluşturdu. Tüketicilerin, kendi araçlarına yakıtlarını tamamen kendilerinin doldurmalarına olanak sağlayan self servis hizmeti, kullanıcılarına zaman ve bütçe tasarrufu sağlayacak.

Başta ABD ve Avrupa olmak üzere, gelişmiş tüm ülkeler tarafından uzun yıllardır akaryakıt istasyonlarında bu sistemin kullanıldığını ve Türkiye akaryakıt sektörünün de dünya standartlarında böyle bir hizmeti sunmaya başlamasının zamanının geldiğini belirten Aytemiz Genel Müdürü Ahmet Eke, üzerinde yapay zekayla plaka tanıma sistemi barındıran bu “kiosk teknolojisi”nin dünyada bir ilk olduğunu sözlerine ekledi. Eke,2 yıldır üzerinde çalıştıkları self servis hizmetini30 istasyonda vermeye başladıklarını ve yaklaşık bir ay sonrada Türkiye genelinde 100 istasyona taşımayı hedeflediklerini açıkladı. Ayrıca, self servis hizmetini yurt çapında 40 ilde, 100 istasyonda başlatan ilk marka olmaktan dolayı, büyük bir mutluluk duyduklarını ifade etti.

Tüketici, kendi deposunu kendi doldurmak istedi

Ahmet Eke, “Sektörümüzde ürünler ve standartlar belli olduğu için rekabette farklılaşmanın yolu hizmetten geçiyor. Biz yalnızca istasyon sayımızla, pazar payımızla, satış oranımızla büyümeyi değil hizmetlerimizle fark yaratarak, müşteri memnuniyetini en üst seviyeye taşımayı, sektöre öncülük ederek markamızı büyütmeyi hedefliyoruz. Bu doğrultuda, sürekli olarak dinlediğimiz tüketicilerimizin beklenti, ihtiyaç ve memnuniyetleri hep daha iyiyi aramak, yeni stratejiler geliştirmek ve yatırımlar yapmak konusunda bizleri motive ediyor. Aslında, Aytemiz olarak benimsediğimiz perakende bakış açımız tüketicinin tercihleri ve yaşam tarzındaki değişimlerle paralellik göstermektedir. Akaryakıt tüketicileri de günlük yaşamlarında ihtiyaçlarını ve isteklerini “hızlı” ve “pratik” olarak gerçekleştirme arayışındalar. Batılı ülkelerde uygulanan sistemlere ve hizmetlere çok hızlı adapte olabilen tüketicilerimizin bu gelişmiş yazılım ve yapay zekâ sayesinde son derece kullanıcı dostu olan self servis yakıt alımına da çok kolay adapte olacaklarına ve hizmetin hızla yaygınlaşacağına inanıyoruz. Hali hazırda, perakende ve gıda sektöründe self servis hizmeti sıklıkla kullanılıyor. Ayrıca, yaptırdığımız bağımsız araştırmalarda da self servis hizmetinin sunulması halinde onu kullanmayı tercih edeceğini söyleyen tüketicilerimizden aldığımız cesaretle, perakendeci ve öncü marka kimliğimizi de göz önüne alarak bu açılımı yaptık. Artık tüketicilerimiz, akaryakıt satış görevlisi beklemeden, kimsenin yardımına gerek duymadan, daha kısa sürede daha avantajlı fiyatlarla, yakıt alımlarını ve ödemelerini gerçekleştirebilecekler. Aytemiz olarak sunduğumuz avantajlı fiyatlarla, self servisten yararlanan müşterilerimizin istasyonlarımızdan mutlu ayrılacaklarına inanıyoruz” dedi.

Self Servis Yakıt Fiyatları

Ahmet Eke, tüketiciye zaman tasarrufunun yanı sıra fiyat avantajı da sunacak olan self servis hizmetine özel fiyat uygulaması da yapılacağını söyledi. Benzin ve dizel alımlarında kullanılacak “self servis yakıt fiyatları”nın, standart fiyatlardan daha düşük olacağını ifade eden Eke, self servis pompalarında tüketiciler fark edilir bir fiyat avantajından faydalanabilecekler” dedi.

İstasyonlarımızdaki istihdam aynen korunacak

Self servis hizmetinin devreye girmesi ile pompalarda görev yapan çalışanların iş süreçlerinde hiçbir değişiklik olmayacağını, aynı veya farklı görevlerde çalışmaya devam edeceklerini belirten Eke “Biz yeni bir hizmeti sunarken, tüketicilerimiz kadar çalışanlarımızın da hayatlarını kolaylaştırmak istiyoruz. Şu an self servis hizmeti verecek olan adalarda çalışan pompa görevlilerimiz“self servis asistanı” olarak aynı istasyon içinde veya diğer akaryakıt dışı satış ve hizmet alanlarında çalışmaya devam edecek” dedi.

Petrol ile yeni bir çağ açacağız

Sevgili Enerji Dünyası okurları; bu sayımızda sizlere hepimizin bildiği ama arka planında ne tür oyunların, atraksiyonların, siyasi ve ekonomik ilişkilerin olduğu meçhul bulunan petrol ve doğalgaz ile ilgili konuları kaleme almaya çalışacağım. Eminim ki! Türkiye’nin dünden bugüne petrol gerçeğiyle ilgili sizlerle paylaşacağım bilgi ve olaylar ilginizi çekecektir.

Devletlerin sınırları petrol ile belirlenmiştir

Petrol ve doğalgaz günümüz yaşamının en vazgeçilmez parçası olmaya devam etmektedir. Petrol uzun yıllardır süre gelen enerji alanındaki hâkimiyetlerini sürdürmekte ve yakın gelecekte de sürdürmeye devam edeceği kesin olarak gözükmektedir. Osmanlı imparatorluğunun bitişiyle başlayan süreçte ve 1. Dünya Savaşı sonrası, devletlerin sınırlarının belirlenmesinde bile en temel belirleyici değer “petrol olmuştur. O yıllarda temelleri atılan enerji ekonomisinde günümüzde bile “petrol hakimiyeti” tartışmasız devam etmektedir.

Türkiye kuruluşundan bu yana petrolde ve son çeyrek yüzyılda kullanımı gittikçe artan doğalgazda maalesef kendi kendine yeterlik boyutunu bir türlü kazanamamıştır. Petrolle ilgili milli şirketimiz TPAO üretim kapasitesi olarak, ülke tüketimini karşılamada hiçbir zaman % 20’leri aşamamıştır. Özellikle 1950’lerden sonra dış ticaret açıklarının ana parametresi petrole olan bağımlılık olmuş son çeyrek yüzyılda ise buna doğalgaz da eklenmiştir.

Türkiye petrol konusunda bağımsız hareket edememiştir

Türkiye petrol konusunda 2000’li yıllara kadar, pek de bağımsız hareket edememiş ve petrol arama ve sondaj stratejisinde çok uluslu petrol şirketlerinin dışsal baskısına boyun eğmek zorunda kalmıştır. Bu şirketlerin, piyasa, plan ve projeksiyonlarında Türkiye’nin petrol tüketimi hep büyük bir alan teşkil etmiş olup, ülkedeki petrol üretimi bu denklemde hep “belirlenmiş sabit bir miktar”dan öteye geçirtilmemiştir. Durumun böyle devam etmesi içinde; uluslararası petrol şirketlerince her türlü “lobi” faaliyeti gerek ekonomik gerek yasal ve gerekse de gayri meşru şekilde durmaksızın süre gelmiş ve amacına da ulaşmıştır.

Türkler dışa bağımlı olmaya mecbur edilmiştir

Bir ülke için en hayati ve stratejik ihtiyaç olan petrol konusunda ülkemiz; akla gelen her tür ulusal ve uluslararası atraksiyonlarla “dışa bağımlı” olmaya maalesef ki mecbur kalmıştır. Türkiye’de yıllarca aynı petrol yasası uygulana gelmiş ve bu yasanın değişmesi konusunda hükümetler ve siyasi-bürokratik iradeler hiçbir şey yapamamış ya da yapma isteği her türlü engelleme enstrümanları kullanılarak engellenmiştir.

Türkiye de petrol arama ve çıkarma çabalarına engel olmaya çalıştılar

Çünkü 2013 yılının Mayıs ayının son haftası yapılan meclis görüşmelerinde petrol ile ilgili yasa değişikliğine taraf olanların kimi medya veya siyasi grup tarafından neredeyse, “Amerikan uşaklığı ve vatana ihanet” suçlaması ile muhatap olmaları, bu alandaki global “ekonomik tetikçilerin” ne derece etkin olduğunu göstermektedir. 

29 Mayıs 2013 gecesi petrol umudumuzu gerçekleştirecek fitil TBMM’de ateşlendi

Ama tüm bunlara rağmen 29 Mayıs 2013 gecesi her tür engelleme ve lobi faaliyetlerine rağmen çıkan petrol yasası ülkemizde petrol arama ve sondajı için çok ciddi bir süreci başlattı. 2002 yılından bu yana ekonomideki dışa ve dış ekonomik organizasyonlara bağımlılık azaldıkça petrol konusunda da “milli refleks ve inisiyatif” artmış ve TPAO’nun bütçesi birkaç kat artırılmıştır. Bu bağlamda da yeni arama ve bunun sonucu açılan kuyu sayısında çok ciddi artış ortaya çıkmıştır.

Enerjisa Enerji ve Başkent EDAŞ umut veriyor

Enerjisa Enerji ve Başkent EDAŞ’ın AA (tur) kredi notu ve durağan görünümü teyit edildi

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch; Enerjisa Enerji A.Ş. ve dağıtım iş kolundaki ana iştiraklerinden olan Başkent EDAŞ’ın AA (tur) olan uzun vadeli ulusal kredi notunu teyit ederek görünümünü durağan olarak belirledi.

Fitch, yaptığı açıklamada kredi notunun gerekçesi olarak Enerjisa Enerji A.Ş. ve Başkent EDAŞ’ın gelirlerinin büyük oranda regüle doğası, cazip reel getiri avantajı ve döviz kuru riskinin sınırlı olması olarak gösterdi. Fitch ayrıca bu göstergelerin mevcut ekonomik ortamda görece güçlü ve öngörülebilir bir yapıyı işaret ettiğini belirtti.

Enerjisa Enerji A.Ş. CFO’su Sascha Bibert, açıklanan kredi notuna ilişkin olarak “Sağlam bilançomuz sayesinde müşterilerimiz ve yatırımcılarımız için uzun soluklu performans yaratacak şekilde faaliyetlerimize devam edeceğiz” dedi.

Zorlu’nun güneşi ekosistemiyle yükselecek

Zorlu Enerji, ciddi yatırımlar yaptığı güneş enerjisi alanında Türkiye’de bir ekosistem yaratacak iş ortaklıkları geliştirmek amacıyla Türkiye’nin farklı şehirlerinden birçok iş insanını İstanbul’da düzenlediği Solar Zirvesinde bir araya getirdi.

Zorlu Enerji güneş enerjisi alanındaki uzmanlığını tüm Türkiye’ye yayacak önemli bir adım daha attı. Farklı şehirlerden birçok iş insanını, düzenlediği Solar Zirvesi ile İstanbul’da bir araya getiren Zorlu Enerji, Türkiye’de bir güneş enerjisi ekosistem yaratma yolunda bir ilki daha gerçekleştirmiş oldu. Zorlu Enerji Solar Direktörü Evren Evcit’in ev sahipliğinde, Anadolu’dan KOBİ niteliğinde birçok şirket temsilcisinin de katıldığı toplantıda Solar Satış Müdürü Mehmet Özenbaş da güneş enerjisine yönelik fırsatları da kapsayan ufuk açıcı bir sunum yaptı.

Toplantının açılış konuşmasını yapan Direktör Evren Evcit,sadece bu alana yatırım yapmakla kalmadıklarını, Türkiye’de güneş enerjisi uygulamalarının gelişmesi ve bir güneş enerjisi ekosistemi oluşturulmasını da kendilerine misyon edindiklerini söyledi. Bu konuda birçok toplantı düzenlediklerini, Solar Zirvesi’nin bu konuda önemli bir kilometre taşı olacağına inandığını ifade eden Evcit sözlerini şöyle sürdürdü: “Artış hızına baktığımızda 2017, güneş enerjisinin tüm diğer kaynakları ilk olarak geçtiği yıl olmuştur.Kurulu güç 2025 itibariyle Rüzgar Enerjisini, 2030 yılında Hidroelektriği ve 2040 yılından önce de kömürü geride bırakacak. Ülkemizde de devletin bu konudaki yönlendirici rolüyle ve özel sektörün yatırımlarıyla güneş enerjisine dayalı kurulu güç 5.063 MW’a ulaştı. Ülke olarak her geçen gün artan enerji ihtiyacımızı karşılamak için ithalata yönelmek durumunda kaldığımızı ve dolayısıyla kurlardaki hareketlere karşı korunaksız olduğumuzu düşündüğümüz güneş, elimizdeki yerli ve yenilenebilir en önemli enerji kaynağıdır. Biz bu sebeple Zorlu Enerji olarak düzenlediğimiz ya da katıldığımız her programda güneş enerjisi sistemlerinin gücünü anlatmaya çaba gösteriyoruz.

Ülke olarak özellikle çatı tarafında yüksek bir potansiyele sahip olduğumuz bu alanda gerçek anlamda bir sıçrama yapabilmemiz için bir ekosistem oluşturmamız gerektiğini anlatıyoruz. Sürdürülebilirliği iş modelinin merkezine almış bir grubun parçası olarak hem daha iyi bir yaşam hayalinin gerçekleştirilmesi hem de elektrik fiyatlarının dengelenmesinde güneşin yegane çözüm olduğunu düşünüyoruz. Bu doğrultuda başta çatılara güneş panelleri kurulumu olmak üzere güneş enerjisi sistemlerine 360 derecelik bir bakış açısıyla yatırım yapıyoruz. Şu anda çatılar için Türkiye genelinde 20 noktada bulunan çözüm ortağı ağımızı Mayıs ayına kadar 50’ye çıkarmayı, 2019 sonuna kadar ise tüm illerimizi kapsamayı hedefliyoruz.

Enerjide yalıtımın önemi

Enerjide sürdürülebilirlik için olmazsa olmazlarımız içinde yer alan alternatif enerji kaynaklarının yanında mevcut enerji arzından da maksimum verimle yararlanmamız gerekmektedir. Enerji tüketimin sektörlere göre dağılımına bakıldığında sanayinin birinci sırada olduğu görülmektedir. İkinci olarak binalar gelmektedir ki aslında artmakta olan inşaat sektörü göz önüne alındığında sanayi ile oldukça yakın tüketim miktarlarına sahiptir.

Ana sektörlere göre enerji tüketimi ve tasarruf potansiyeli

Tablo incelendiğinde binaların enerji performansını doğrudan etkileyen faktörler ele alındığında mevcut tüketimden %50’ye yakın oranda tasarruf edilebileceği görülmektedir. Türkiye’deki binaların çoğunluğunun konut olduğu göz önüne alınırsa, bu tasarrufun çevre korumasına ve sürdürülebilir kalkınmaya olduğu kadar, ülke ekonomisine de katkı yapacağı aşikardır. Bu nedenle konutlarda tasarruf denilince de konut yalıtımı birinci sırada karşımıza çıkmaktadır.

Isı yalıtımı farklı sıcaklıktaki iki ortam arasındaki ısı transferini azaltmak kışın ısınmak, yazın da serinlemek için harcadığımız enerjiyi azaltmak ve daha konforlu yaşamak amacıyla binaların dış cepheleri, pencere cam ve doğramaları, çatıları, döşemeleri ve iletim tesisatlarında meydana gelen ısı geçişini azaltan önlemlerdir. İnsanların konforlu bir yaşam sürebilmeleri için 20-22°C sıcaklıktaki ortamlara ihtiyaç duyar. Türkiye’nin coğrafik bölgelerine bağlı olarak bazılarında kış ayları oldukça soğuk geçerken, bazılarında ise yaz ayları oldukça sıcak geçmektedir. Bölgeler arasındaki farklılıklar kullanılacak yalıtım malzemelerinin cins ve miktarını da doğrudan etkilemektedir. Sıcak günler için ortamı soğutma çabalarının dış atmosfere etkileri yalıtım maliyetinden çok daha fazladır.

Mimari tasarımın etkisi büyük olmasına karşın birçok binada en büyük enerji  kayıpları şekilde de görüldüğü gibi dış duvarlarda oluşmaktadır.

Binalardaki ısı kayıpları

Isı yalıtım malzemeleri yapıların duvar, çatı ve döşemelerini oluşturan yapı elemanlarında ve tesisat sistemlerinin yalıtımında kullanılır. Bu malzemeler ile birlikte pencerelerde kullanılan nitelikli doğramalar ve yalıtım camı üniteleri de etkin ısı yalıtımında büyük önem taşımaktadır. Isı yalıtım malzemeleri inorganik malzemeler ve organik malzemeler olmak üzere iki farklı şekilde sınıflandırılabilir.

İnorganik Malzemeler:

Cam yünü: Silis kumunun 1200°C – 1250°C’de ergitilerek elyaf haline getirilmesi sonucu elde edilmektedir. Kum, çakıl aşı gibi maddelerin en az %95 SiO2 içeren bileşenlerine silis denir ve yer-kabuğunun yaklaşık %26’sını oluşturur.

Taş yünü: Volkanik bir kaya olan bazalt taşının 1350°C – 1400°C’de ergitilerek elyaf haline getirilmesi sonucu oluşturulmaktadır. Bazalt siyah renkli çok sert bir kaya olup yapı taşı olarak da kullanılabilmektedir. Elyaf haline getirilen bazalt çeşitli ebatlarda preslenerek levha ve boru şeklinde üretilmektedir Taş yünü ısıl iletkenlik değeri düşük olması onu iyi bir ısı yalıtım malzemesi yapmaktadır. Isıl iletkenlik değeri yaklaşık olarak 0,035-0,040 W/mK aralığındadır. En iyi yanlarından biri hem soğuk hem de sıcaktan koruyan mükemmel bir ısı yalıtım malzemesidir.

Kalsiyum Silikat: Yüksek oranda silis içeren, ponza taşı ve kirecin birleşiminden oluşan bir yalıtım malzemesidir. Kalsiyum silikat, yüksek sıcaklıklarda yalıtım amacıyla bir yalıtım malzemesidir. Bu nedenle genellikle endüstrinin ihtiyaç duyduğu fırınlar, kazanlar, petrokimya tesisleri ve rafineriler, ısı dağıtım sistemleri gibi yerlerde kullanılır. Sıcaklık dayanımı 1000-1100°C’ye kadar çıkabilir. İletkenlik değeri, 200-800°C arasında 0,07-0,17 W/mK  arasında değişir.

Seramik Yünü: Seramik yünü çok yüksek sıcaklıklarda kullanılan lifli bir yalıtım malzemesidir. Taş yününün kullanılmadığı 1200°C-1400°C sıcaklıklar için kullanılır. Levha, dökme şekillerinde bulunur. Beyaz renklidir. Yoğunluğu malzemenin şekline göre 100-150 kg/m³ arasında değişir. Yumuşak bir malzeme olup, levha tiplerinin dahi basınca dayanımı fazla değildir. En önemli özelliği yüksek sıcaklığa dayanabilmesidir.  Seramik yünü yanmaz.

Organik Malzemeler

Selüloz: Kağıt atıklarının hamur haline getirilerek, içine konulan kimyasallar ile birlikte yalıtım yapılacak yerlere püskürtme veya dökme suretiyle uygulanabilen bir üründür. Kimyasal maddeler yanmayı geciktirir, içerisine konulan en etkili kimyasal madde borik asittir. Borik asit dışında alüminyum sülfat gibi çeşitli maddeler kullanılabilmektedir.

Pamuk: Pamuk yapı sektöründe doğrudan olarak kullanılmamaktadır. Endüstriyel üretimin sonrasında elde edilen geri dönüştürülmüş kot kumaşlarından ve geri dönüştürülmüş diğer pamuk tekstil ürünlerinden ısı yalıtım malzemesi üretilir. İçeriğinde %85 oranında pamuk, %10 oranında yangın geciktirici,%5 oranında polyolefin bulunur. Kullanım süreci sonunda tamamen geri dönüştürülebilir.

Ahşap: Ladin, köknar gibi ağaç yongalarının, çeşitli işlemlerden geçirilmesiyle oluşturulur. Isıl iletkenlik hesap değeri 0,035 – 0,070 W/mK’dir.

Polietilen: Kullanım yeri amacına göre farklı boyut ve teknik özelliklerde boru ve levha olarak üretilebilmektedir. Isı yalıtımı ve yoğuşma kontrolü maksadıyla da kullanılmaktadır. Isıl iletkenlik değeri ≤0,040 W/mK’dir. Kullanım sıcaklığı -45 ile +80°C aralığındadır.

ABD’nin enerji terörü

Kendisini dünyanın Jandarması zanneden ABD, son yıllarda OPEC ülkelerine demokrasi götürmek için canla başla çalışıyor.

1960 yılında OPEC’i kuran beş ülkeden birisi Suudi Arabistan’a demokrasi götürmeye gerek duymuyor. Çünkü bu ülkeyi kendi eyaleti olarak görüyor. Kurduğu örümcek ağıyla bu ülkede istediği zaman sessiz devrim, gizli darbe ve değişiklikleri uygulayabiliyor. Hepimizin bildiği gibi Irak’ta ise yaptığı askeri harekat ile kan, gözyaşı ve kaos denklemini demokrasi ile harmanladı.

Diğer kurucu ülkeler olan İran, Kuveyt ve Venezuella’da ise demokrasi yalanıyla kanlı ve kansız planlarını uygulamaktadır.

Kendi yararına olmayan tüm ticari faaliyetlerin karşısında olan ABD, demokrasiyi ağzından düşürmez iken utanmadan ve sıkılmadan terör örgütleri ile koalisyonuna devam ediyor.

Bu sebeple enerjinin dünya üzerinde yaşayan insanların adil bir şekilde kullanmasını sağlamak için tek yapılması gereken gerçek bellidir. ABD’nin kol kola girdiği terör örgütlerinin yok edilmesi için dünya ülkelerinin seferberlik ilan etmesi gerekmektedir.

Terör örgütleri olmadan ABD dünya üzerinde yaptığı çirkin olaylarda başarıyı yakalayamaz ve hatta kaos ortamı bile tahsis edemez.

Dünya üzerinde yaşayan herkesin enerjiyi adil bir şekilde kullanabilmesi için ilk etapta terörden kurtulmamızın gerekli olduğu gözlemleniyor.

Avrupa için enerji lojistiği için kilit ülke durumunda olan ülkemizin dört tarafı enerji üreticileri ile çevrilidir.

Bu sebeple terör örgütlerinin hedefi konumundayız. Bizi hedef gösteren de ABD’den başkası değildir.

2009-2011 yılları arasında Katar-Suriye-Türkiye üzerinden Avrupa’ya doğru yön çizen doğalgaz boru hattı projeleri hayata geçirilmek üzere iken, Suriye lideri Esad’ın buna karşı çıkması gerçeği hepimizin hafızalarındaki yerini koruyor.

Dünyada oynanan Bizans oyunlarını iyi analiz edebilirsek, terörün olduğu yerlerin enerji kaynaklarıyla dolu yerler olduğunu da görebiliriz.

Dünya’ya zulüm edenler, kendileri haricindeki ülkelerin huzur içerisinde yaşamasından enerji dolu bir gelecekleri olmasından çekiniyorlar.

Enerjiniz bol ve kalıcı olması dileklerimle yeni sayımızda görüşmek üzere…

Turan eller diyarı Bakü

Bugünlerde sınırlarımıza komşu olan ülkelere bir nefer edasıyla ziyaretler gerçekleştiriyor ve atmosferi gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu kadarıyla gözlemliyoruz.

En son ziyaretimizi kardeş diyarımız Azerbaycan’ın başkenti Bakü şehrine gerçekleştirdik. İstanbul’dan Turan eller diyarlarından olan Bakü’ye doğru THY ile yola çıktık. İstanbul Bakü arasında geçen yolculuğumuzda Azerbaycan’ın Mehmet Akif’i olarak bildiğimiz Ahmed Cavad’ın, “Çırpınırdın Karadeniz, Bakıp Türk’ün Bayrağına” şiirini mırıldanıyoruz.

“NURİ PAŞA KOMUTASINDAKİ KAFKAS İSLAM ORDUSU VE TELMAN HACIYEV’İN LALELER ŞİİRİ UNUTULUR MU”

1918 yılında Rus-Ermeni-İngiliz ittifakı ile katliama maruz kalan Azerbaycan Türk’lerine yardıma giden Türk askerlerini lalelere benzeten Azerbaycanlı şair Telman Hacıyev’in şiiri laleler ise hafızamızda…

Telman Hacıyev’in Laleler şiirini yazmasına neden olan olayları hafızamızda yeniden canlandırmak isterim.

Ermenilerin ve Rusların Bakü’de ve Azerbaycan’ın diğer bölgelerinde masum sivil Türklere karşı başlattıkları katliamlardan dolayı Mehmet Emin Resulzade Osmanlı devletinden yardım talep etmiş.

Padişahın talimatıyla Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu Azerbaycan’a sefere çıkmış. Gence’de Ermenilerle karşılaşarak, çıkan çatışmaların ardından Ermeniler teslim olmuş ve Gence Ermeni zulmünden kurtarılmıştır. Bu sebeple Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa unutulur mu? Şair Telman Hacıyev’in“Laleler” şiiri ile Ahmet Cevad’ın “Çırpınırdın Karadeniz” şiiri hafızalardan hiç silinir mi?

“HAZAR DENİZİNİN DÖRT BİR YANINI TÜRK YURDU YAPAN ATALARIMIZ HAZAR’I GÖL OLARAK KULLANMIŞTIR”

Bu duygu ve düşüncelerle geçen iki saatlik uçak yolculuğu göz açıp kapayıncaya kadar sona yaklaştı ve Bakü semalarına vardık. Uçaktan aşağı bakıyorum ve karşımda tüm ihtişamıyla Hazar Denizi!!! Esasında ihtişamlı olarak gözüken Hazar Denizi değil, hafızamda ve tarih kitaplarında yazılı olan gerçekler Hazar’ı bu kadar ihtişamlı olarak gösteriyordu. Adı ne kadar deniz olsa da atalarımızın göl olarak kullandığı Hazar’ın dört bir yanının Türk yurdu olduğuna yüce yaradan şahittir.

Uçak alçaldıkça alçalıyor ve Uluslararası Haydar Aliyev Havalimanına iniş yapıyoruz. Gardaşlarımız zahmet edip bizleri karşılamaya gelmişler.

5 yıl öncesi ile kıyaslanamayacak bir Bakü ile karşılaştım. Havalimanından şehir merkezine doğru araçla giderken seyrettiğimiz yollar, çevre düzenlemesi bizlere Bakü’nün eski Bakü olmadığını gösteriyor. Tabi burada Bakü ile alakalı bir gizli büyü söz konusu onu ayrıca “Büyü ile iki ayrı Bakü” başlığıyla kaleme aldım.

Bakü’ye doğru giderken hemen sol tarafta Cumhurbaşkanlığı Sarayı karşılıyor bizleri ve daha sonra ise Tekfen gibi Türk firmalarının yaptığı inşaat halindeki gökdelenleri görüyoruz. Son 5 yıldır Bakü’ye gelmediyseniz modern Bakü karşısında şaşırırsınız hemde çok…

“BAKÜ’DE DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY; MANEVİ ATMOSFERİ”

Değişmeyen tek şey bizlere verdiği maneviyat olurken, Şehitler Hıyabanı, Türk Şehitliği, Devlet Mezarlığı bu değişimi sanki tebessüm ederek seyir ediyor.

Binaların yeni yapılmasına rağmen inşa edilen mekanlar sanki yüzyıllar önce yapılmış mekanlar gibi tüm ihtişamıyla Bakü’ye tarihi bir güzellik katıyor.

Azerbaycan’a has bölgede çıkarılan bir taş var. Bu taş çok yumuşak ve zahmetsiz şekil alabiliyor. Bu taş ile neredeyse merkezdeki tüm binalar yenilenmiş ve tarihi motiflerle süslenmiş.

“BAKÜ GÜZEL VE MODERN BİR ŞEHİR AMA BİZİM İÇİN GÜZELLİKTEN ÖTE ÖZEL BİR TÜRK KENTİ”

Hun, Göktürk, Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevi ve Osmanlı gibi gelip geçen bütün Türk topluluklarından eserler bulunan Bakü, güzel mi güzel, bizler için ise özel mi özel bir şehir…

Şehirdeki caddelerin isimleri Fuzuli, Nesimi, Hatayi, Nizami Ganjavi gibi sanatçı, şair ve yazar isimlerinden oluşuyor. Dünyanın en ünlü caddeleri ile adeta yarışan Bakü’nün Nizami Caddesi’ni görmeden Bakü’yü gezmiş olmazsınız.

“MİLLİ KAHRAMANIMIZ HAYDAR ALİYEV VE BAĞIMSIZLIK HAREKATININ SEMBOL İSMİ EBULFEZ ELÇİBEY’İ ZİYARET ETMEK BİR ONURDUR”

Azerbaycan’ın milli kahramanı Haydar Aliyev ile bağımsızlık hareketinin sembol ismi Ebulfez Elçibey’i ziyaret etmek onların ruhuna Fatiha okumanın onuruna ulaşmak için ilk önce bu iki lideri ziyaret etmenizi öneririm.

Bu ülke tarih boyunca ateşler içinde kalmış ve ateş ile anılmıştır. Ateşler içinde kalmasına, “Şehitler Hıyabanı” ve Türk Şehitliğinde yatan atalarımız şahitlik ederken, ateş ile anılmasının altında da zerdüştlere mekân olan Ateşgâh bulunmaktadır.

Azerbaycan ülke ve millet kaderi ile değil, tarihin bir cilvesi ile de bir ‘Odlar Yurdu’dur.

“Şehitler Hıyabanı–Şehitler Yolu” denen Cennet Bahçesi’nde yan yana yatan mezar taşlarına hepsinin isimleri tek tek yazılmış şehitlerimize rahmet okuyarak minnettarlığımızı dile getirdik.

“MİNYATÜR KİTAP MÜZESİNDE ATATÜRK’ÜN NUTKU İLE ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN DOKUZ IŞIK DOKTRİNİ”

Bakü’deki ‘Minyatür Kitap Müzesi’ ziyaretimizde gördüğümüz Atatürk’ün nutku ve Alparslan Türkeş’in dokuz ışık kitabı da bizlerde hoş seda bırakmıştır.

Haydar Aliyev Merkezi tüm muhteşemliği ile ziyaretçilerini karşılıyor. Modern mimarisi, sergi salonları, sergilenen birbirinden değerli eserler ve Azerbaycan’ın geçmişinin anlatıldığı bölüm insanı etkiliyor.

Turan ellerinden olan Azerbaycan’a gerçekleştirdiğimiz ziyaret ile Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırım, Sibirya, Yakutistan, Hakasya ve Tuva’ya da gitmemizin ne kadar gerekli olduğunu da bir kez daha anladık.

Ekip olarak yaptığımız 3 günlük ziyaret değil Azerbaycan’ı Bakü’yü gezmeye yetmedi, fakat gezmeye yetmeyen 3 günlük ziyareti ise sizlere aktarmaya köşelerin, sayfaların ve hatta kitapların yetmeyeceği de bir gerçektir.

Büyü ile iki ayrı Bakü

Haydar Aliyev Havalimanından Bakü’ye doğru araçla seyir ederken, ziyaret için şehre gelenlerin boş arsaları ve köy evleri görmeleri duvarlar yardımıyla engellenmiş. Şehir merkezine giderken yol kenarında bulunan duvarlar nedeniyle boş arsa ve köy evlerinin oldukları alanları villa ve malikane gibi düşünmeniz sağlanmış. Şehir merkezine varınca ise gördüğünüz muhteşem işlemeli binalar ve buram buram tarih kokan yapılar ne kadar zengin bir kent algısını zihninize yerleştiriyor. Ve bu düşünceniz duvarların arkasındaki yokluğu ve sefaleti ziyaret etmediğiniz sürece değişmiyor. Bu büyülü mimari projeyi çok akıllıca bulduğumu belirtmek isterim. Bakü’nün modern Azerbaycan’ı olduğundan daha güçlü ve heybetli gösteren bu planın sahiplerini tebrik ederim.

Bilirkişilerde yanar hem de nasıl

Bilirkişilik Kanunu kökten değişti ama sorunlar ve sıkıntılar hala erozyona uğramadı.

Bilirkişilikle ilgili oluşan tekelin ortadan kalkacağı ve bilirkişilik üzerinden servet kazanımlarının önüne geçileceği ile bilirkişilerin eş-dost kanalıyla dosya bakacağı günlerin eski zamanlarda kalacağını ümit ediyorduk.

İstanbul adliyesinde en eski gazeteci bilirkişilerden birisi olarak olayı çok iyi seyir ediyorum.

FETÖ’nün hakim ve savcılarının adliyelere hakim olduğu zamanlarda üç tane Ergenekon dosyası tarafıma gönderildi. Bir avukat ile beraber görevlendirilmiştim. Ergenekon dosyasında baş rolde Hurşit Tolon paşa vardı. Detayları ettiğim yemin nedeniyle sizlere iletemeyeceğim. Avukat tarafından rapor yazılmış ve sadece imza atmam istenmişti. Raporları okudum ve bu raporlara imza atmamın mümkün olmadığını söyledim. Bunun üzerine, bahis edilen rapora imza atarsam hayal edemeyeceğim kadar çok dosyanın tarafıma gönderileceği tebliğ edildi.

Şiddetle ret ederek, eklenti ve şerhlerimi koyarak dosyaları teslim ettim. FETÖ’nün hamilerinin benden dolaylı yollardan istediğini kabul etmedim.

Peki sonra ne mi oldu?

Bir daha bana dosya gelmedi…

O zamanlarda bilirkişilik vasıtasıyla hayal edilemez paraları kazananlara her zaman şahit olduk.

Kimlerin rant sağladığını, kimler tarafından verildiğini ve bu çarkın işlemesine kimlerin müsaade ettiğini de biliyorum.

Rant sağlayanları kişisel bilgi olduğu için vermeyeceğim ama o yıllarda bu çarkı işletenin FETÖ olduğunu herkes ile herkesim zaten bilmektedir.

FETÖ’nün emir elleri olmuş bilirkişiler adliyelerin dört bir yanını mesken tutmuşlardı.

Ettikleri yeminleri unutup, ceplerini doldurma ve emri verenleri hoşnut etme peşine düşmüşlerdi.

Dava dosyalarını tarafsızca yazacaklarına yemin ettikleri halde hak yerine emir aldıkları kişilerin tarafında olmaları süreci zihnimizdeki yerini hala koruyor.

FETÖ’nün yeminli bilirkişileri ile cüppeli hakim ve savcıları Allah’tan ve uymaları gereken kanunlardan korkmadan bilirkişilik sistemini istedikleri gibi kullanmaktan bir an olsun çekinmediler.

Burnumuza gelen pis kokuların bertaraf edileceğinin sinyallerini 2017 yılının sonlarında aldık.

Adalet Bakanlığından yapılan açıklama işini hak için yapan bilirkişileri umutlandırmıştı.

Yapılan açıklamada; objektif bir sistem kurulacağı, hakimlerin kafasına göre istedikleri bilirkişiyi atayamayacağı UYAP’ta olduğu gibi otomatik bir mekanizma ile bilirkişilerin dosyalarda görevlendirileceği belirtiliyordu.

Önce eğitim almak için kayıt işlemleri gerçekleştirdik. Ardından eğitim alacağımız eğitim kurumunu seçtik. Mezun olduğum İstanbul Üniversitesi’ni seçerek indirimli olarak 1.000 lira ödeme yaptım ve ardından İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Adli Tıp Enstitüsünde 1 hafta süren bilirkişilik eğitimini tamamladım.

Artık herşey çok daha güzel olacaktı. Yıllardır yaptığım bilirkişiliği artık mesleki eğitimime ek olarak aldığım ikinci eğitimle daha profesyonel yapacaktım. Artık adaletsiz bilirkişi atamaları olmayacağından sistem herkese adil dosya dağıtımı yapacaktı.

Böylelikle hem mesleğimiz ile alakalı raporlar düzenleyecek ve adaletin işleyiş mekanizmasına katkıda bulunacaktık. Ve helalinden kazançta sağlaya bilecektik.

Kökten değişen bilirkişi sisteminde yeni görevlendirmemin ardından beklentilerimin ne şekilde cevap bulduğunu merak eden okurlarım olduğunu düşünerek cevap vermek istiyorum.

Söylendiği gibi bir sistem ile tanışmadım. Ve hatta görevlendirilen bilirkişiler bize ücret karşılığı aldığımız eğitimde öğretilen sistem üzerinden değil, eski sistem ile elden rapor düzenlemeye devam ettiler. Uyap sistemine giriş yaptık ama bize dosya gelmedi. Hemde hiç dosya gelmedi ve ne arayan oldu ne de soran…

Sebebi alametinin bir hiç olduğumdan dolayı olduğunu düşündüm ama nedeni o değilmiş.

Eski sistem devam ediyormuş. Kalem kalem, mahkeme mahkeme dolaşarak, eş-dost tanıdık vasıtasıyla dosya gönderecek kanallar arayanlar dosyalara bilirkişi olarak atanıyormuş. Tanıdığımız bilirkişi dostlarımız bu şekilde hareket etmenin şart olduğunu söylüyorlar.

Adalet bakanlığının isteği ile 1.000 lira ödeme yaparak aldığım eğitimde bilirkişilerin bu şekilde hareketinin etik olmadığını öğrendim.

Bu sebeple, savcı, hakim çok tanıdığım olmasına rağmen hiç kimsenin kapısını bu şekilde çalmadım ve etik olmayan davranışlar sergilemektense hiç dosya bakmayan bilirkişi unvanım ile yaşamaya devam etmeyi tercih ettim.

Geçmiş zamanda bu unvana sahip olmamızı FETÖ’cüler neden olmuştu. Peki şimdi ki zamanda unvanımızın devam etmesine vesile olanlar kimler!!!!

Köşe yazısını yazarken cep telefonuma Adalet bakanlığı Bilirkişi Daire Başkanlığından bir mesaj geldi. Ulusal Elektronik Tebligat Sistemiyle alakalı Rapor Teslim Kontrolünün aktif hale geleceği söyleniyor. Yazıda bahsettiğim olumsuzlukların yok olacağı ümidim bu mesajla bir yıl sonra da olsa yeniden yeşerdi. İnşallah yeşeren umutlarımız solmaz.

Sınırlarımız namusumuzdur

Türkiye’nin kara sınırları yaklaşık 2753 km’dir. Irak ve İran sınırları doğal sınır özelliği taşımaktadır. Diğer sınırlarımız yer yer bazı engellerden geçseler bile büyük çoğunluğu politik sınır özelliğindedir. En uzun sınırımız 877 km’lik Suriye, en kısa sınırımız 18 km’lik Nahçıvan sınırıdır. Suriye’de yaşananların önem derecesinin yüksek olması sınır uzunluğunun en fazla olmasıyla da alakalıdır.

Asya ile Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan bir köprü özelliğindeki Türkiye, Asya’da Gürcistan, Ermenistan, Nahçıvan, İran, Irak, Suriye, Avrupa’da Yunanistan ve Bulgaristan ile sınır komşusudur.

Değerli okurlarım gün geçmiyor ki sınırlarımızda bir hareketlilik olmasın. Devamlı bir hareketlilik karşısında her gün bir yeni haberle, biryeni olayla karşı karşıya kalıyoruz. Yaşadıklarımız bizim bu konuda ne kadar hassas olmamız gerektiğini ön plana çıkartmakla kalmıyor bir an öncede gerekli her şeyin yapılması zaruretini doğuruyor.

Şükür ki! bugüne kadar savunma sanayimiz başarılarına her geçen gün yenisini ekleyerek büyüyor. Bu büyüme bize teknoloji gücünü getiriyor. İnsansız sistemler şehitler vermemizi önlüyor ve anaların göz yaşlarını dindiriyor. Akılcı teknolojik uygulamalar yüreğimizi burkan acıların önüne geçiyor ve daha ileriye gitmemizi işaret ediyor.

Demek ki önce vatan anlayışıyla sınırlarımızı ne kadar güçlendirir ne kadar hassas hale getirirsek o kadar rahat uyuyacağız. Yıllarca bunun acısını çektik bunun mücadelesini verdik. Artık Türkiye’nin sınırları yol geçen hanı değildir. Terör örgütlerinin ve kaçakçıların elini kolunu sallayarak geçebilecekleri bir delikleri bile kalmadı. Bu da yetmedi şanlı ordumuz sınır ötesinde de önlemlerini alarak bundan sonraki yıllarda doğabilecek tüm sıkıntıları da bertaraf ettiler.

Her yeni gün ülkemize aşılamaz sınırlar, kırılamaz irade, bükülemez bilekler, şanlı zaferler, gelişen teknolojiler ve büyük Türkiye Cumhuriyeti’nin nelerden geçip nerelere gideceğinin haritasını çiziyor

Biz sınırlarımıza önem veriyoruz. Sınır güvenliğimizi en üst seviyede en öncelikli sorun olarak görüyoruz.

Çünkü; ‘Sınırlarımız namusumuzdur’

Kalın sağlıcakla…

Suriye’de su kazanı kaynıyor

Dikkat edilirse, en az 1 aydan beri Suriye’de sular ısınmaya devam ediyor.

Ne var ki, öyle bir su kazanı “fokur fokur” kaynarken hiçbir taraf yerini koruma niyetinden vazgeçmiyor.

Şimdi taraflara bir göz atıldığında; başı ABD ve Rusya’nın çektiği apaçık görünüyor.

Sonra da; İran, Suudi Arabistan ve önderliğini BAE’nin çektiği bazı Körfez ülkeleri, Ürdün, Filistin, İsrail cephede görülüyor.

Her ne kadar, ABD 1 aydan fazladır “şıpsevdi” gibi ortada yer alıyorsa da, isimler ve stratejik yerler kendini hissettiriyor.

Öyle anlaşılıyor ki veya çoğu kez anlaşılmıyor ki, Orta Doğu’da eğer kan gövdeyi götürecekse, bunda çoğu liderlerin sorumluluğu bulunuyor.

18 yıldır, mücadelesi verilen bir savaşın nihayet ilk günlerine sanki bugünlerde varılıyor.

Aslında, bu savaşın da tam galibini bulmak gittikçe zorlaşıyor… Tabiri caiz ise bir “Arapsaçı” trajedisi oynanıyor.

Tabii ki bu trajedi, Suriye’nin yanı sıra en çok Suudi Arabistan bazı Körfez ülkeleri, Türkiye, ABD ve Rusya’yı ağır zahmetlere sürüklüyor.

Geleneksel diktatörlük

Nitekim, gerek Membiç’teki 20 ölülü saldırı, Rusya’da düzenlenen büyük basın toplantısında Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusu ve Şam’dan haddini aşan açıklama dikkatleri çekiyor.

Bu soğuk kış günlerinde, Suriye’de oynanan oyunun hiç kimseye fayda getirmeyeceği biliniyor.

Ancak, bazı gizli sayılacak anlaşmalarla huzurun sağlanması veya herhangi bir toprak kazanımı bütün bu istenmeyen olayların art arta gelmesine neden oluyor.

Gerçi, bir kaç yıl geçmiş olmasına rağmen Suriye rejimi, hem “geleneksel” diktatörlüğünü sürdürüyor hem de yıkılmıyor.

Beşşar Esad, bütün yıldırmalara ve tehditlere rağmen, 30 yıl ülkede dikta rejimini sürdüren babasının yolundan ayrılmıyor.

Beşşar Esad’ın aylar geçtikçe, bir güç erozyonuna da uğraması bekleniyor.

Suriye üzerinde, dost-düşman ülkelerin ilgisinin gün geçtikçe çoğalma nedenleri arasında, ülkenin coğrafi konumu ve sosyal yapısı önemli yer alıyor.

Suriye hem İran’ın hem de, Rusya’nın Orta Doğu’daki uzantısı sayılıyor.

Gerçekten de İran, her zaman elde edebileceğini sandığı Irak’ın kuzeyindeki koridordan Suriye’ye ulaşarak, azılı düşmanı İsrail’e yaklaşacağını hesaplıyor.

Bu arada, bölgede yerleşik Hizbullah’a da hareketlilik kazandıracağını sanıyor.

Zira, Suriye yönetiminin çok uzun yıllartan beri Alevi bir kimlik taşıması da, göz artı edilmiyor.

Buna mukabil, Sünni yönetimlerin iş başında bulunduğu Ürdün dahil olmak üzere Körfez ülkeleri, bu oluşumdan çekiniyor.

ABD ise, İsrail’in yanı sıra, hem bu Müslüman ülkeleri “korumak” hem de, enerji yollarını “güven” altın almak için, Suriye’nin bu durumunun bozulmasını ısrarla istiyor.

Irak’ın 3 kısma ayrılması planında Suriye’nin muhtemelen Kürtlere, petrol taşımak ve denize açılmak için bir koridor sağlanması da yer alıyor.

Türkiye’nin de, “müttefikler” saflarında yer alması ne yazık ki gerçekleşiyor.

İlginç gelişmelerin başında, El Kaide’nin de hem Suriye’ye uzanmak hem de Esad rejimine karşı savaşmak istediği haberleri yayılıyor.

Arap dünyasını kasıp kavuran olaylarta gözlerden uzak görünen El Kaide  şimdi müdahil olmuş görünüyor.

El Kaide’nin şimdi Sünnilerin, azınlık Alevilere yönelik tepkilerini istismar ederek Suriye’nin mezhep gerilimlerinden yararlanmayı umduğu gözlerden kaçmıyor.

Eğer, özellikle de, Suriye uzun sürecek bir kaos ortamına sürüklenirse, El Kaide, o zaman belki de bir zamanlar mensuplarının yıllarca hapse konulduğu ya da işkence gördüğü Suriye’de yeni bir mevzi kazanacağı özellikle Batı medyası tarafından iddia ediliyor.

Suriye kargaşasına, El Kaide’nin bulaşmak istemesi, tansiyonun ve ortamın ne kadar gergin olduğunu adeta “ihtar” ediyor.

Unutulmamalıdır ki, Suriye’nin yıkımı halinde, İran’ın devreye getirileceği senaryolarının başrollerinde de Türkiye oynuyor.

Sigara başa tam bir bela

Orta ve Güney Amerika’ya giden ilk İspanyol kaşifleri, oradaki yerlilerin tütünü bitki yapraklarına sararak içtiklerini görüp, kendileri de denemişler ve daha sonra nedense bu zehri Avrupa’ya götürmeye karar vermişler. Ülkelerine dönerken gemilerinin güvertesinde, günümüzün purosunu andıran bu keyif verici maddenin dumanın savurarak denize boş gözlerle bakarken, insanlığın başına nasıl bir bela sardıklarını tabii ki hiç düşünememişler bile!

Sigara ile tanışan insan kısa zamanda sigaranın sağlık üzerindeki öldürücü etkilerini de yavaş yavaş anlamaya başlamış. Fakat 1950’li yıllara kadar, sigaranın akciğer kanseri ve daha nice hastalıklarla doğrudan ilgili olduğu bilimsel olarak kanıtlanamamış. Daha sonraki yıllarda gaz kromografisinin de kullanılması ile yapılan yoğun araştırmalar sonucunda sigaranın içinde bulunan kimyasal maddelerin, başta kanser çeşitleri olmak üzere, kalp ve dolaşım sistemi hastalıkları, kronik bronşit, sinir sisteminin tahrip olması, vücudun direncinin azalması ve daha yüzlerce hastalığın habercisi olduğu ortaya çıktı.

Günümüzde sigaranın sağlığınıza zararlarını başta tıp doktorlarımız olmak üzere büyük-küçük herkesçe bilinmektedir. Sigaranın neden olduğu rahatsızlıklar, genellikle 30 – 35 yıl sonra kendini belirgin olarak göstermektedir. Ama sigara içenlerin büyük bir bölümü, “bana bir şey olmaz” mantığı ile bunu yaşayarak öğrenmek gibi çok tehlikeli bir yöntemi seçiyor. On sekiz yaş civarında sigaraya başlayanları bu zehri bırakmaları elbette imkansız değil ama zordur. Bunu bilen kurnaz ve hain sigara üreticilerinin bir numaralı hedefi maalesef İlköğretim Okulu öğrencileri olmakta!

Sigaranın zararları konusunda yayınlanan bilimsel raporlara ve sık gündeme gelen sigara karşıtı kampanyalara rağmen, dünya nüfusunun halen üçte biri sigara içmektedir. Aynı zamanda dünyanın en büyük sigara üreticisi olan ABD’de, hükümetin “Sigara ile Savaş” amacı için bütçeden önemli bir para ayrılmıştır. Arka arkaya tütünün zararlarını önlemek için yasaklar getirilmektedir.

Ayrıca birçok Avrupa Ülkesinde “sigara içenleri” her yönden kısıtlayan yasalar ardı ardına yürürlüğe girmekte. Fransa, İrlanda gibi ülkeler kara paket uygulamasına hazırlanmaktadır. Afrika’nın çilekeş ülkeleri Uganda ve Ruanda’da da sigara içenlerin sayısı bir elin parmağı kadar az iken, Bhutan Krallığı’nda sigara hiçbir yerde satılmıyor bile. İzlanda da sigara satışlarının ancak doktor reçetesi ile eczanelerde gerçekleşmesi konusu tartışılıyor. İsveç’te cerrahlar sigara kullananları ancak sigarayı bırakmak şartı ile ameliyat ediyor.

Sigara ile ilgili bazı ürkütücü sayısal örneklere devam edelim.

Dünyada her yıl ortalama 5 milyon insan, Türkiye’de ise 113 bin kişi sigara yüzünden yaşamını yitiriyor… Türkiye’de sigara için bir yılda harcanan para, Sağlık Bakanlığı’nın Bütçesinin (5) katı kadar… Sigaranın neden olduğu hastalıklar yüzünden Sağlık Bakanlığımız yılda ortalama 30 milyar dolar harcıyor. Türkiye her yıl sigara için yurt dışına 9,5 milyar dolar ödüyor. Her sigara ömrümüzden 13 dakika çalıyor.

 “Tütün Endüstrisinde” kullanılan kağıt nedeniyle dünyada her yıl 2,5 milyon hektar orman alanı tahrip ediyor… Sigara kullanımı bu hızla devam ederse, 2025 yılında dünyada 10 milyon insanın sigara nedeniyle hem de acı çekerek öleceği tahmin ediliyor.

Ülkemizde yapılan incelemeler, çocukların çok erken yaşta sigara içmeye başladıklarını, orta okul öğrencileri arasında sigara içme oranının %7’lerden %10’lara, yükseldiğini göstermiştir… Türkiye’de masum çocukların % 70’i ise sigara dumanına maruz kalıyor. Ülkemizde her gün ortalama 3 bin çocuk sigaraya başlıyor ve bin tanesi ise sigara yüzünden erken ölmüş oluyor.

Orman ve şehir içi yangınlarının yarısı sigara yüzünden çıkarken, sigara izmaritlerinin deniz kirliliğinin birinci “nedeni” olduğu açıklandı. Üç yıl öncesine kadar 1954 yılında yayınlanan bir yasa ile orman yangınını söndürmeye giden ormancılara bedava sigara dağıtılıyordu (Şaka gibi). Gene iki yıl öncesine kadar harp malullerine ödenen paranın adı “Tütün Parası” idi. Hava kirliliği de sigaranın bir diğer marifeti. Sigara izmaritleri ayrıca yaydığı zehirleri ile toprak ve yer altı sularını da kirletmekte.

• Dünya Sağlık örgütünün istatistiklerine göre dünya ülkelerinin birçoğunda en çok rastlanan ve en çok ölüme yol açan nedenler arasında birinci sırayı Akciğer Kanseri alıyor. Son 40 yılda % 250 oranında artış gösteren akciğer kanserine sadece Türkiye’de her yıl 30 – 40 bin kişi yakalanmaktadır.

• Sigaradan ölenlerin sayısı, AIDS, uyuşturucu, alkol, trafik, intihar ve cinayetten hayatını kaybedenlerin toplamından çok daha fazladır.

• Ülkemizde kahve ve lokanta gibi işyerlerinin % 41’i açılan tavan yaparak yasayı delme hazırlığını tercih etti, kontrole gelindiğinde hemen tavanlarını açıyorlar, küllükleri topluyor, diğer zamanlar gene burası sigara dumanı içinde. Yasayı delmeyi adeta marifet sayıyorlar. (Artık ekipler lokallerde CO monitörü ile ölçüm yapmakta.)

• İtalya’nın Milano kentinde yapılan bir deney sonucu sigara dumanın egzoz gazlarından 10 kat daha fazla insan sağlığına zararlı madde içerdiği tespit edilmiş. İsveç’te yapılan başka bir araştırmada ise sigara içilen bir odanın havasında, içilmeyen bir odaya nazaran 120 kat daha fazla zehirli madde bulunduğu tespit edilmiştir.

• İngiltere’de faaliyet gösteren körlükle mücadele eden AMD Alliance Vakfının açıklamasına göre sigara içenlerin kör olma riski, içmeyenlere göre iki kat daha fazla imiş.

Yine unutmayın “sigara” bir ürün değil, sadece bir ambalajdır. Ürünü tam anlamı ile bir zehir olan nikotindir.

Unutmayın sigara firmaları kurbanlarını kandırmak için ezik tipleri değil, en ünlüleri seçer ve onlara çok iyi para öder.

Hep birlikte bu “beladan” kurtulalım, inanın sigara içmek hiç de akıllı işi değil !

Yeniden başlamak

Yeniden başlamak zor değil.. Sadece cesaret, inanç ve özgüven gerekli.

İyi günde öyle çok dostunuz vardır ki. Sizin iyi gününüzde yanınızda olan dostlarınız, kötü gününüzde aniden ortadan kaybolurlar. Herkes birden bire sizden daha zor durumda olur.

Birde zor günde onları arayıp bir istekle bulunduysanız, sizi dünyanın en kötü insanı ilan edip, dostluklarını bitirmeye bahane ararlar. Vicdanlarını rahatlamak için de sizin geçmişinizde hata arar, bunları da aleyhinize kullanmaktan çekinmezler. Oysa yaşanması kaçınılmaz durumlar sadece sizi etkilemiştir, kimseye zarar vermemişsinizdir. O güne kadar sizinle gurur duyan sözde dostlarınız, birdenbire içinde biriktirdiği kıskançlığı, kompleksi kusmaya başlar. O gülen yüzlerin ardındaki gerçek yüzleri o zaman fark edersiniz.

İşte tam bu durumda gelişirsiniz. Olgunlaşır, uyanır, hayata ve insanlara çıplak gözle bakarsınız. Gördükleriniz her ne kadar acı olsa da sizi büyütür. O yüzdendir ki hayata sil baştan başlamanın ve pek çok şeyi değiştirmenin yaşı yoktur. Beden ne kadar yer çekimine yenik düşse de, ruh yaşlanmaz ve umutlar hep tazedir.

“Güven” bazen hayatımızın en büyük hatası, bazen de en büyük şans’ıdır. Yeni başlangıçlara hazırlanıyorsak, en idareli kullanmamız gereken duygudur güven.

Hayatınıza birilerinin dokunmasını beklemekle en büyük hatanızı başlatmış oluyorsunuz. Siz hayata yeni bir sayfayla başladığınızda, zaten birileri tevafuken sizin hayatınıza dokunacaktır. Ama daha önceki deneyimlerinizden dolayı, bu defa hayatınıza dokunacak insanları özenle seçer ve sınırlı şekilde güvenirsiniz. Beklemek, umut etmek insanın ömründen, hayallerinden en önemlisi zamanından çalar. O yüzden, beklentiler ne kadar az olursa, hayal kırıklıkları da o kadar az olur.

Leonard Cohen’ın bir sözü var; “içimdeki o bütün dün’lerle yeni bir şeye nasil başlayabilirim”

İşte asıl mucize de tam bu noktada başlıyor. İçimizdeki dün’lerle savaşmak yerine cesaretimizi kullanıp sırtımızı dönmeyi başarmalıyız. Geçmişte bıraktığımız her şeyi önümüze taşırsak öfkemizi kontrol edemeyiz. Öfke, insana hata yaptırır. Kin, nefret ve acı duyguları bizi ilerletmez. Geçmişte yaşadığımız çok güzel anılarımızda vardır tabi ki ama onlarla da sürekli yaşamak yeni anılar biriktirmemize engel olur.

Değişim hiç kolay değildir. Her ne kadar hepimizin alışkanlıkları, yaşam tarzları, ekonomik durumları, sorumlulukları, aileleri, değerleri, bulunduğu toplumun bakış açısı bu durumları zorlaştıran etkenler olsa da, bunlara zarar vermeyecek, düzeni çok etkilemeyecek, ama kendimizi mutlu edecek değişimler imkansız değildir. Korkularımızla yüzleştiğimiz gün kendi yolunuzu çizmeye başlayacağız.

Yeniden başlamanın ilk kuralı “affetmek” .İnsan ancak affettiği zaman gözündeki öfke perdesini kaldırıyor, ruhunu özgür bırakıyor. Öfke pranga gibidir, bir adım öteye götürmez insanı. Oysa özgür kalan ruh mutluluğa da açıktır, şansa da açıktır, kazanmaya da açıktır.

Hayat ne kadar yorarsa yorsun, sonunda hepimizin eşit olacağı bir yer var. O yüzden geriye bakarak yürürken, taşa takılıp düşmenin anlamı yok. Her gün güneş yeniden doğuyor ve yeni bir gün başlıyor. Neden biz bu güzel hayatı yeniden başlamaya korkarak ziyan edelim?

Avrupalılar Türkleri neden sevmez?

0

Çok değerli dostlarım ve okuyucularım, sizlere Alman asıllı bir profesör’ün sözlerini aktaracağım.

Alman asıllı Prof. Fritz Neumark öğrencileriyle Boğaziçi’nde geziye çıkar. Bu gezi İstanbul Üniversitesi’nce düzenlenen bir gezidir. Gezi esnasında bir öğrencinin sormuş olduğu “Hocam Avrupalılar bizi neden sevmez?” sualine Hoca şu cevabı verir; “Çok samimi olarak itiraf edeyim ki Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve islam düşmanlığı Hristayanlar’ın hücrelerine sinmiştir.

Sebeplerine gelince;

1- Müslüman olduğunuz için sevmezler. Ama ola ki laik olmak şöyle dursun Hristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam ederler.

2- Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeğin farkındalar; Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.

3- Avrupa’nın pazarı idiniz, şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.

4- En az 400 yıl Avrupa’da ensemizde at koşturdunuz.

5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Orta Avrupa ve Balkanlar’ı haçlı ordularına mezar ettiler.

6- Osmanlılar Orta Avrupa’ya gelmemiş olsalardı bugün Bosna, Kosova, Arnavutluk, Balkan ülkeleri Hıristiyan kalacaktı.

7- Sizi silah ile yenemeyenler sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar. Önce giyimimizden hayat tarzına kadar ahlaki değerlerimizi yıpratmaya başladılar. Sonra da kendi içinizde sizi bölmeye başladılar.

8- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydi İslamiyet bugün belki sadece Hicaz’da varlığını devam ettirebilirdi. Kaldı ki vahhabiliği kuranlar da İngiliz Dominyon Bakanlığının adamlarıdır. Batı her yerde İslamiyetçi sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı Asr-ı Saadet’i devam etti. İfade ettiğim sebeplerden kilise size kin kusmaktadır.

9- Ben Türkiye’ye geldiğimde iki üniversiteniz vardı, şimdi sayısını bilmiyorum, neredeyse her ilde var. Osmanlı zamanında ise şehirlerde medreseler vardı. Tarihinize bir bakın, arşivler yazıyor. İlim tedrisat vardı, çoğunuz Osmanlı’nın yaptığı denizaltıyı bilmiyorsunuz ama Avrupa bunu biliyor.

10- Sizler gerçek hürriyetinize, kimliğinize döndüğünüz zaman Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır. Sizler bizim korkulu rüyalarımızdınız. Ama bu şartlarda çok zor.

Son olarak unutmayın Osmanlı’nın iki sultanı Avrupa’nın korkulu rüyası olmuştur.Biri İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed Han, diğeri Kanuni Sultan Süleyman Han’dır.”

Ord. Prof. Fritz Neumark (1900-1991) 1936’da Hitler Almanya’sından kaçarak Türkiye’ye gelmiş ve İstanbul Üniversitesi iktisat ve hukuk fakültelerinde dersler vermiştir.

Alman Hoca bizi ne güzel analiz etmiş ve dürüstçe Avrupalıların endişelerini dile getirmiş. Oysa günümüzde hala Selçuklu’ya, Osmanlı’ya hakaret eden Müslüman kimliği taşıyan vatandaşlarımız hatta siyasilerimiz var. İnşallah bu Alman Hoca’nın analizleri Osmanlı düşmanlığı yapanlara biraz olsun ders olur.

Sizleri Alman Hoca’nın sözlerini düşünmeye bırakıyorum.

Tabi tüm tespitlerine katılmıyoruz. Şöyle ki; “Osmanlı tekrar kuvvetlenince batı medeniyeti çökecek.. Fatih korkulu rüya..” Peki ama bunlar neye göre? Batıda medeniyet mi çökecek, insansız sistemler mi? Demokrasiyi perde yapmış oligarşi mi? Yoksa Üniversiteniz mi çökecek? Ar-Ge merkezleri mi kapanacak? Tarih de kaç kütüphane yaktık? Kaç müzenin içini boşalttık ki? Asla ve kat’a. Bunu söylemek çok zalimce olur. İstanbul’un fethi batı da çağ açıp, çağ kapatıp Rönesans’ı doğurmadı mı.? Şeytanın entrika yuvasına dönmüş İstanbul ilim ile tanışmadı mı? Türklerin Avrupa’daki izleri maalesef ihmal edilen çalışmalardan biri. Endülüs etkileri hâlâ dimdik ayakta. Avarlar 300 sene var oldu Avrupa’da. Macaristan da bir çok Atilla ismi var. Balkanlar da on binlerce eser bıraktık. Bunlar kime korkulu rüya olabilir?

Osmanli beşeriyetin geleceği (İngiliz tarihçi Toynbee) – Osmanli gitti huzur bitti (İsveç eski başbakanı) – Osmanlı ihya etti imha etmedi (Hırvat tarihçi)

Bunları da gözden kaçırmamak lazım.

Bu yazımdaki bazı notlarım için Sayın Raşid Er’in Türklere Karşı Haçlı Seferleri kitabından da alıntılar yaparak istifade ettik.

Allah’a emanet olunuz!

Terör birliğine karşı ‘CUMHUR İTTİFAKI’

Türkiye’nin Haftalık Ulusal Gazetesi Ogün, 2019 yılının Mart ayında gerçekleştirilecek seçimlerde terör birlikteliğine karşı duruş sergileyen ‘Cumhur İttifak’ı adına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Sadir Durmaz’ın açıklamalarını manşetine taşıdı.

2019 yılının Mart ayında gerçekleştirilecek seçimlerde çıkacak tablonun ve sonucun ana muhalefet partisinin sonu olabileceğini söyleyen
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Her seçimde aynı şeyleri yapıp farklı sonuç almaktan kendilerini alamıyorlar. Mart 2019’da da sonuç aynı olacak, aynı hezimeti yaşayacaklar.” ifadelerini kullandı.

Ana muhalafetin ve avanelerinin milleti birbirine düşürmesine izin vermeyeceklerini söyleyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bölücü terör örgütünün siyasi uzantılarıyla ittifak çalışmaları yapmaktan utanmıyorlar. Muhacir ile ensar arasına fitne tohumları ekmeye çalışıyorlar” diyerek milletin bu oyunlara gelmeyeceğini belirtti.

Devlet Bahçeli: Yerel yönetimler işin ehli olana teslim edilecek

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “MHP olarak ‘Beka İçin Milli Karar, Cumhur İçin İstikrar’ diyor, adımlarımızı hızlandırıyoruz. Çünkü yapacaklarımız pek çoktur. ‘Sağduyunun Birlikteliği, Cumhur İttifakı’ diyor, anılarımızı atiye taşımak, parlak bir geleceğin kilidini açmak için çalışıyoruz. Çünkü işimiz çok, hedeflerimiz büyük, yükümüz ağırdır” diyerek 31 Mart 2019’da Türkiye’nin yerel yönetimlerinin ehline emanet edileceğinden şüphesi olmadığını söyledi. Bahçeli, “CHP-HDP-PKK-FETÖ’den oluşan, arkalarında Türk düşmanlarının bulunduğu zillet koalisyonu 31 Mart’ı beka görseydi biz kendimizden şüphe eder, acaba doğru mu yapıyoruz diye kendimizi sorgulardık. Üstüne basa basa tekrar söylüyorum; 31 Mart 2019 Mahalli İdareler Seçimleri beka seçimidir. Cumhur İttifakı’nın hedeflerine ulaşması hususunda ülkesini seven herkes tüm gücüyle çalışması gereklidir” diyerek konuştu.

Bülent Turan: proje ittifakları vatan adına yapılmıyor

AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan yaptığı açıklamada, terör örgütü PKK ve FETÖ’nün uzantılarıyla oluşturulan proje ittifakın, daha seçimleri göremeden deşifre olduğunu söyledi. Proje ittifakın büyük abisi CHP’de yaşanan kaosun partilileri de rahatsız ettiğini söyleyen Turan, son zamanlarda yaşanan istifaların da gerçekleşen sıkıntılar sebebiyle olduğunun altını çizdi. Turan, “Proje ittifakının hiç bir çalışması vatan adına yapılmıyor, kendi çıkarları peşinde koşuyorlar. Muhtemeldir ki 31 Mart akşamı AK Parti’nin İstanbul’da alacağı zafer halk tarafından şimdiden ilan edilmiş durumdadır. Turan, “Kurtuluş mücadelesi veren Gazi Mustafa Kemal’in partisinin, basiretsiz yönetim anlayışı yüzünden her bir taraftan dökülmektedir” diyerek belediye yönetmeye talip olan bazı siyasilerin apartman yöneticiliği bile yapamayacağını söyledi.

Sadir Durmaz: biz cumhur ittifakını geçici görmüyoruz

FETÖ ile PKK ile kolkola girenlerin milleti birbirine düşürmekten başka amaçları olmadığını söyleyen Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Sadir Durmaz, milletin ve devletimizin geleceğini düşünenlerin ‘Cumhur İttifakı’na inancının tam olduğunu belirtti. Cumhur İttifakı’nın yerel seçimlerde başarılı olması için özveriyle çalışacaklarının altını çizen Durmaz, “Biz Cumhur İttifakı’nı gelip geçici, bugünden yarına birkaç belediye fazla ya da eksik almak gibi bir anlayışa indirgemiyoruz. Cumhur İttifakı’nı ülkenin geleceğini kurtarmak isteyenlerle FETÖ’nün, PKK’nın yörüngesine girmiş ülkenin geleceğini karartmak isteyenlerin mücadelesi olarak görüyoruz.” dedi.

En cazip 10 tasarruf önerisi

Enerji fiyatları tüm dünyada artan trend içinde olduğundan, sürekli artan elektrik veya doğal gaz faturaları dünyamızın kaçınılmaz bir gerçeği. Elektrik fiyatları, üzerinde etkimizin olabileceği bir konu olmasa da elektriğe ne kadar para ödeyeceğimiz tamamen alışkanlıklarımızla ilgili bir durum. Enerji kaynaklarını tasarruflu kullanarak, alışkanlıklarımızı pek de değiştirmeden oldukça ciddi bir oranda tasarruf edebiliriz.

Kaçaklara geçit vermeyin!

Tasarruf önerilerinin en kolayı ile başlayalım. Dışa açılan pencere ve kapılarınızın yalıtımlarının iyi olduğundan emin olun. Hava kaçağı olup olmadığını soğuk bir günde elinizi pencere ve kapıların kenarlarında gezdirerek kolayca anlayabilirsiniz. Hava geçiren bölümlerin yalıtımını yapın.

Perdelerinizi kapatın!

Camlarınız her ne kadar ısı yalıtımlı olsa da yine de belirli ölçüde dışarıdan gelen soğuk havanın etkisini evin içine geçirir. Bu yüzden kış aylarında özellikle akşamları perdelerinizi kapatın. Böylece perdelerin ısı yalıtımı görevi görmesini sağlar, soğuk havanın etkisinin evinizin içine girmesini önlersiniz.

Bir derece düşürün!

Şu anda evinizin sıcaklığı kaç derece ise hemen bir derece düşürün. Bir derece daha düşük sıcaklığın size çok fazla bir etkisi olmayacaktır ancak bu düşüşün faturalara yansıması belirgin olacaktır.

İhtiyacınız kadar su kaynatın

İster kettle, ister çaydanlık kullanın enerji tüketmeden su ısıtamazsınız. Daha fazla suyun ısınması daha çok enerji harcanması anlamına gelir. Bu yüzden yalnızca ihtiyacınız olan kadar suyu kaynatın.

Su basıncını düşürün

Duş alırken yüksek basınçlı suyun keyfi bambaşka olur. Fakat bu keyfiniz için hem su hem de enerji kaynaklarını bol bol harcarsınız. Duş alırken suyu en yüksek basınç seviyesinde kullanmak yerine orta veya ortanın biraz üstü seviyede kullanarak hem enerji hem de su tasarrufu yapın.

Ampullerinizi enerji tasarruflu seçin

Her zaman söyleneni biz de tekrar edelim: ampullerinizi enerji tasarruflu olanları ile değiştirin. 100 Watt gücünde eski tip bir ampul saatte 5 kuruşluk elektrik harcarken, aynı ışığı yayan bir tasarruflu ampul saatte 1 kuruşluk elektrik harcar. Günde 8 saatlik bir kullanımda eski tip ampul ayda 12.4 Lira elektrik harcarken, bu rakam tasarruflu ampulde 2.4 Lira’dır. Bu, yalnızca bir ampulden aylık 10 Lira tasarruf anlamına gelir.

Makinenizi tam doldurun

Bulaşık veya çamaşır makinelerinizi tam dolu olarak kullanın, gerekirse bekleyin ve dolmadan kullanmayın. Çamaşır makinenizi 30 derecede kullanın, çamaşırlarınız oldukça iyi temizlenecektir. Hatta bir sonraki sefer 30 derecenin altında kullanmayı da deneyebilirsiniz. Düşük derecede kullanımın çamaşırlarınız için de daha iyi olduğunu aklınızda tutun.

Televizyon karşısında uyumayın

Siz uyurken televizyonunuzun açık kalması tam bir israftır, ancak bunun dışında sağlığınıza da zarar verir. TV açık olmadan uykuya dalamayacaklarını düşünenler ise büyük ihtimalle yanılıyor, çünkü son araştırmalar TV ve cep telefonu kullanımının insanları uyararak uykuya dalmalarını zorlaştırdığını göstermektedir. Hatta değil uykuya dalmaya çalışırken, yatağa girmeden bir saat önce TV izlenmemesi önerilmektedir.

Boşu boşuna çamaşır makinenizi gece çalıştırmayın

Doğru bilinen bir yanlış da elektrik tüketiminin gece yapılması halinde faturaların daha ucuz geleceğidir. Teoride bu doğrudur, gece elektrik fiyatları günün diğer saatlerine göre çok daha düşüktür. Ancak bunun için öncelikle elektrik faturanızın üç zamanlı faturalama yapılan tarifede olması gerekmektedir. Kısacası tarifeniz uygun değilse makinelerinizi gece çalıştırmanın size hiçbir faydası olmaz.

Elektrik tedarikçinizi değiştirin

Aylık 60 Lira üstünde fatura ödeyen artık neredeyse herkes elektrik tedarik şirketi değiştirebiliyor. Elektrik tedarikçilerinin sunduğu fiyatları araştırarak en cazip fiyatlı elektrik tedarikçisini bulup o tedarikçiye geçiş yaparak tüketiminizi azaltmadan dahi tasarruf edebilirsiniz.

Nükleer sanayi Türkiye’yi şampiyonlar ligine taşıyacak

Türkiye’nin ilk nükleer güç santrali Akkuyu NGS’nin inşaatı hızla devam ederken, birinci ünitenin 2023 yılında üretime geçmesi hedefleniyor. Akkuyu, Türkiye’nin tükettiği enerjinin yüzde 10’unu karşılayacak potansiyelinin yanında, iş dünyasını nükleer teknolojiyle buluşturması açısından da önem taşıyor.

Uluslararası Nükleer Santraller Zirvesi’nin gerçekleşmesinde görev alan Nükleer Mühendisler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Korcan Kayrın, nükleer santrallerin ülkenin nükleer teknoloji kapasitesini güçlendireceğini ve Türk firmalarına yeni fırsatlar sunacağını kaydetti. Nükleer sektörün Türkiye’yi şampiyonlar ligine taşıyacağına dikkat çeken Kayrın, “Türkiye’nin katma değeri yüksek sektörlere odaklanıp, sürdürülebilir bir ekonomik modele geçmesi gerekiyor. Ülkemiz özellikle savunma sanayinde yerlileştirme anlamında çok güzel hamleler yaptı. Bunun aynısı nükleerde de olabilir. Nükleer sanayine iş yapan şirketler, savunma sanayine iş yapan şirketler dünyada rekabet avantajı elde eder. Türkiye’nin nükleer kulüpte yer alması ise onu şampiyonlar ligine taşıyacak. Türk sanayicisinin nükleer teknolojiyi öğrenmesi, nükleer endüstrisi için yatırım yapması önemli. Bu kapasite onlara hem yurt içinde hem de yurt dışında nükleer santral projelerinde iş alma fırsatı sağlayabilir. Gerçekten çok iyi çalışan, nükleer sektöre iş yapabilme kapasitesine sahip şirketlerimiz var” dedi.

Nükleer teknoloji kapasitesinin güçlenmesinin sadece enerji değil,uzay, savunma, otomotiv, denizcilik, havacılık gibi katma değeri yüksek sanayi kollarında da Türkiye’nin daha çok güçlü olmasını sağlayacağını ifade eden Kayrın, “Almanya, Japonya, Hindistan ve Güney Kore önce teknoloji ithal ettiler, sonra da kendilerine özgü nükleer güç santrali tasarımları geliştirdiler. Bu süreç, devletle özel sektörün uyum içinde çalışmasıyla mümkün olabilir. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Kümelenme Destek Programı kapsamında, Ankara Sanayi Odası koordinatörlüğünde yürütülen Nükleer Sanayi Kümelenmesi (NÜKSAK) de bu sektörün fırsatlarını ortaya koyan,  Türkiye’de kurulması planlanan nükleer santral projelerinin ve bu projelerin altyapılarının mümkün olduğunca yerelleştirilmesi amacıyla atılan önemli bir adımdır” şeklinde konuştu.

Nüksak nükleer sektörün büyüklüğü konusunda farkındalık yarattı

NÜKSAK’ın iş dünyasına sektörün büyüklüğünü gösterdiğini vurgulayan Kayrın, şunları söyledi: “Kümelenme üyeleri tarafından, nükleer endüstriye özel malzeme ve imalat teknolojileri geliştirilmesi, teknoloji edinimi, tasarımı ve imalat kabiliyeti oluşturulması hedefiyle gerçekleştirilen proje ile firmalar, yurtdışında birçok fuara, ikili görüşmeye ve teknik geziye katılarak nükleer sanayi pazarının çok büyük ve niş bir pazar olduğunu gördüler. NÜKSAK bünyesinde eğitimler de oluyor. En son ROSATOM Technical Academy’nin, NÜKSAK üyelerine verdiği eğitim, katılımcı firmaların tedarik süreçleri ve ihale yöntemleri konularında bilgilenmelerini sağladı. Bu deneyim, Türk firmaların kabiliyetlerini nükleer sektörde de geliştirebilmeleri açısından çok değerli.”

“Akkuyu’da inşaat sürüyor, ihaleler hareketleniyor”

Nükleer Mühendisler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Kayrın,5-6 Mart 2019 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenecek Zirve’nin Türkiye, Avrupa, Afrika ve Ortadoğu’da yapılacak NGS’ler konusunda bir buluşma noktası olacağını söyledi. Türk firmaların nükleer sektör deneyimi edinmelerinin öneminin altını çizen Kayrın şöyle konuştu:

“Altıncısı gerçekleştirilecek olan Uluslararası Nükleer Santraller Zirvesi ve Fuarı  bu yıl Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın desteğiyle, Nükleer Mühendisler Derneği (NMD) ve Ankara Sanayi Odası (ASO) tarafından düzenleniyor. Nükleer sektörün dünyadaki iş ağını Türk iş dünyasına yansıtan bu iş ve iletişim platformu ile şirketlerimizin vizyonunu ve iş olanaklarını geliştiriyoruz. Ticari eşleştirme platformuyla da Türk firmalarını uluslararası nükleer tedarikçileriyle buluşturuyoruz. Zirve, nükleer santral projelerine vida üretiminden insan kaynaklarına kadar hemen her alanda ürün ve hizmet sunabilecek firmalar için önemli bir ticari buluşma noktası olacak. Dünyanın birçok önemli ülkesinde nükleer santraller ve bunların tedarik zincirleri var. Şu an Türkiye’de Akkuyu Nükleer Santrali’nde inşaat çalışmaları sürüyor. İhaleler hareketleniyor. Türk şirketleri Akkuyu projesinde inşaat sürecinde yüzde 90, montaj sürecinde yüzde 40, ekipman tedarikinde de yüzde 10’luk bir alanda iş yapma fırsatına sahip olacak. Uluslararası Nükleer Santraller Zirvesi’nde, Akkuyu başta olmak üzere diğer 2 proje de gündeme gelecek. Çünkü bir nükleer güç santrali 60-70 yıl boyunca hizmet ve ürün satın alıyor. Şirketlerimizin bu sektörü tanıması, buraya ürün vermesi, hepimizin geleceği açısından çok önemli. Nükleer enerji santraline ürün ve hizmet veren firmalar, bu referansla dünya pazarlarında girdikleri ihalelerde rekabet gücü kazanacak. Bu 3 nükleer santral projesinin ne kadar içinde olursak, işçisinden tutun her türlü makine üreticisine kadar, ülke olarak bundan sürdürülebilir fayda görürüz. Türk firmaları, yüksek kaliteli üretimle nükleer endüstrinin bir parçası olabilirler.”

Yeni Küresel Kavga ve Venezuela

Sevgili Bir Portre okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Son yazılarımda hep 2019’un kritik ve zorlu bir yıl olacağına vurgu yaptım.

Küresel Yeni Sistem’in yeni yüzyıl oluşturma planlarının final yılı olacağını söyledim.

Yine söylüyorum; 2019 çok kritiktir ve zorlu geçecektir.

Küresel Hakimiyet kuracak iki gücün savaşı Mart sonunda bitebilir veya daha da kızışarak sene sonuna dek sürebilir.

Venezuela’daki darbe girişimini de bu küresel hakimiyet çatışmasından asla ayrı tutmayın.

Daha önce demiştim ki; dünyanın herhangi bir bölgesinde olan herhangi bir olay -görünürde önemli veya önemsiz olması farketmez- bu ikili rekabetten asla bağımsız değildir.

Bu çatışma alanı ister Venezuela, Brezilya, Peru, Arjantin, Bolivya, Kolombiya ve hatta Küba gibi Güney Amerika ülkeleri olsun, ister Afganistan, Pakistan gibi Güney Asya ülkeleri, ister Fransa gibi Avrupa, ister Irak, Suriye, Libya Mısır gibi Ortadoğu ülkeleri olsun, bu iki gücün savaşıyla doğrudan ilintili ve bağlantılıdır.

Hatta Cemal Kaşıkçı olayı da, Sarı Yelekliler de, Sudan’daki sokak hareketleri de bugünlerde Afrin-Mümbiç-El Bab’daki patlamalar da, Davos’da Brezilya devlet başkanının Maduro içerikli konuşması da, bu savaşın parçası ve coğrafyalar bu kavganın arenasıdır.

Kavganın öyle önemli noktasına geldik ki; cephelerde saflar netleşirken aynı zamanda saf değişiklikleri de yaşanabiliyor.

“Neocon-Evangelist-Pentagoncu” safta, bir şekilde yer aldırılan bir ülke “Merkeziyetçi Aklın” safına geçebiliyor.

Aynı şekilde “Merkeziyetçi Akıl”la hareket eden ülkeler şu veya bu şekilde yer değişikliği ile karşıya geçebiliyor.

Dengeler öyle hassas, ortam o kadar puslu ki; bazen hiçbir şey göründüğü gibi olmuyor.

Kim kimle iş tutuyor, kim kimin safında yer alıyor belli değil.

Ve, bir safta yer alırken diğer cepheyle de dirsek teması içinde olanlar, diğer gücün tazyik ve baskısına boyun eğenler, mikro ilişkilerle “orta yollu” hareketle vaziyeti kotarmak isteyenler… Her türden ve oldukça komplike ilişkiler mevcut.

Sadece yok yok…

Mesela Rusya ve Putin…

Düne kadar “Merkeziyetçi Akıl” ile hareket ederken, bugünlerde Neocon’larla iş tutmaya başlayabiliyor.

Ve bu durum, onun ülkeler arası ilişkilerine de yansıyor.

Hatta tam da bunun için, Neocon’lar onunla ilişki ve iş tutmaya başlıyor.

Böylesi belirsizlik ve güvensizlik içeren bu durum, Putin ile işbirliği içinde olan ülkeleri ve dolayısıyla bizim diplomatik stratejimizi de sarsabiliyor, sarsabilir.

Bugünün sıcak konusuna gelince;

Venezuela asla sadece bir ülkeden ibaret değildir.

ABD’nin arka bahçesi mesabesindeki bu ülke, dünyanın en büyük petrol rezervine sahiptir. Aynı zamanda ABD’nin en çok petrol ithal ettiği ülkedir ve bu nedenle de ABD petrol arz güvenliği için olmazsa olmaz durumdadır.

Kimileri ABD (Neocon-Evangelist-Pentagoncu) eski gücünde değil; çünkü “ABD eskiden olsa bir ülkede darbe istedi mi, mutlaka başarırdı. Venezüella’da başaramadı” diyebiliyor.

Ama emin olun ki işin aslı öyle değil.

Bu darbemsi girişim, aslında ABD’nin elde etmek istediklerini darbesiz elde etmeye dönük bir stratejisidir.

Gerisini takip edince göreceğiz; neyin ne olduğunu veya olmadığını…

Yoksa; Caracas’da tam tekmil darbe yapmaya da, Maduro’yu indirmeye de, menfaatlerini maksimize etmeye de gücü yeter.

Bunu derken ABD’nin gücünü asla kutsuyor değilim.

Sadece gerçekçiyim ve ütopik yaklaşımla, zayıflayan “ABD fantezisiyle” hareket etmeyen birisiyim.

Peki tüm dünyada bu kavgaları yaşatan Amerika’da her şey süt liman mı..?

Hayır… emin olun ki, ABD’nin kendi içinde en büyüğü yaşanıyor.

Hem de öyle ki; Washington’da, Pentagon’da, CIA’da ve hatta Beyaz Saray’da yaşanıyor.

Ama sanılmasın ki, ABD bir ülkede darbe yapmayı istedi ve başarısız oldu.

Bu sadece kendimizi aldatmak olur.

Halkına dimdik ayaktayım moralitesi sunarken; Maduro arka kapı diplomasiyle ABD ile uzlaşmak için araya kimleri sokuyor kimleri…

Türkiye özeline gelirsek…

Dikkatli olmalıyız.

Akıllı ve akılcı olmalıyız.

Hamaset ve romantizmden uzak kalmalıyız.

Dünya, ekonomik ve siyasi olarak ateş çemberi bir yıla girmişken; rehavet, aymazlık, tutarsızlık, iç siyasetin girdabına kapılmak ve global gelişmeleri önemsizleştirmek bize çok büyük zarar verir.

IMF değerlendirmeleri ve diğer ekonomik raporlar global ekonominin 2019 içinde ciddi durgunluk yaşayacağı ve riskleri barındıracağını defaatle söylüyor.

Hal böyleyken; bu küresel hakimiyet savaşının en büyük kozu olan ekonomik savaş, hele de bizim gibi kırılganlığı had safhada olan ülkelere çok ciddi zarar verebilir.

Hele de coğrafi ve stratejik olarak nirengi noktasında olan biz gibi birkaç ülke için, tehlikenin boyutu her daim yüksektir.

Bu nedenle de, en dikkatli olmamız gereken bir yılı yaşıyoruz.

Ve hatta; 15 Temmuz darbe girişiminin başarısız olması nedeniyle, “bizde asla bir daha darbe girişimi olmaz, darbeler dönemi bitti” gibi bir rehavete girmek bizi felakete sürükler.

Yeni küresel sistem savaşı, artık her türlü enstrümanı, tüm imkanları ve tarafların tüm silahları sahaya sürdükleri bir evreye girmiş bulunuyor.

Geçmişte ülkemizde olan tüm darbelerde, dış bağlantıların temel belirleyici olduğunu da düşünürsek; farklı şekil ve kılıklarda yine yeni girişimlerin olmayacağını düşünmek, en basitinden safdillik olur.

Diplomatik aklı, uluslararası tutarlılığı, öngörü ve ince zekayı, satrancın birkaç hamle ötesini, ülkesel menfaatlerin maksimizasyonunu, söylem değil eylemsel boyutlu kazan-kazan yaklaşımını esas alan bir politika izlemeye mecbur ve mahkumuz.

Tek yol budur ve başka alternatif yoktur.

Son olarak; küresel ölçekte girift ve karmaşık hale gelmiş dış politika ve uluslararası ilişkilerde, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ülke menfaatleri doğrultusunda herkes ve her kesimle ilişkisini devam ettirmesini ilgi, merak ve biraz da şaşkınlıkla takip ediyorum.

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar..

IMF’e geçit vermemeliyiz

Sevgili Portreler okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.

Eskiden olsaydı IMF kapısını çoktan çalmıştık.

Çünkü büyük-küçük her ekonomik sarsıntıda IMF’e müracaat alışkanlık haline gelmişti.

Ama Türkiye eski Türkiye, dünya eski dünya değil.

Her zaman söylediğim gibi yine söylüyorum; IMF ülkemizi teslim alamayacaktır.

Evet, ciddi bir kur krizi atlattık ve zorlu süreç devam ediyor.

Sene başında, 2019 çok zorlu geçecek demiştim.

Umut/umutsuzluk bumerangı her an karşımızda olacak diye söylemiştim. Maalesef öyle.

Çünkü sorun sadece Türkiye’nin kendi dinamiklerinden kaynaklanan problematik değil; küresel bazda da var olan bilinmezlik, gelgitler, öngörülmezlik ve karmaşadan kaynaklanıyor.

Küresel ölçekte hiçbir ülke kendini garanti görmesin.

Çin bile…

Hal böyle olunca global sarsıntının, Türkiye gibi kırılgan ekonomisi olan bir ülkeyi etkilememesi mümkün değil. Ama şunu da söylemeliyim ki; ülke olarak krizlere karşı şerbetliyiz.

Her durum, sorun ve krize göre konumlanabilen, refleks geliştiren ve yeni stratejiler üretebilen bir ülkeyiz.

Sorunlarımız ve çözüm yetersizliğimiz çok.

Dünya siyasetini, yeni stratejileri, ekonomik konjonktürü okumakta zayıfız.

Duygusal, romantik ve öngörüsüz davranışlarımız fazla.

Ama bunlara rağmen ümitsiz değilim ve olmak da istemiyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın durum ve gidişatı derinden derine okuyup, gözlemlediğini düşünüyorum.

IMF sesleri yükselirken, alternatif ekonomik enstrümanları akıllı ve akılcı şekilde değerlendireceği kanaatindeyim.

Bazı konular ve özellikle ekonomiye dair alanlarda kimilerinin manipülatif, maceraperest ve ütopik tarihselcilikle Sayın Cumhurbaşkanı’nı reel gerçeklikle bağdaşmayacak şekilde informe ettiklerini düşünüyorum.

Bunların amaçlarını, niyetlerini ve hangi realiteyi dayanak yaptıklarını bilmiyorum.

Ama bir gerçek var ki; kafa karışıklığını en kısa zamanda sonlandırmak zorundayız.

Geçmiş örnekleri temel ölçüt ve parametre olarak almak, bugünü sağlıklı anmamamıza pek fayda sağlamaz.

Dün dünle gitmiştir.

Bugün, yeni dünya düzeninin tesisi arifesinde siyasi, ekonomik, askeri paradigma temelden değişiyor.

Ne yazık ki, millet olarak geçmiş güzellemelerle avunmayı, satvetli ve ihtişamlı kadim devlet anlatımlarını ve “bir zamanlar biz öyle bir devlettik ki…” diye başlayan cümlelerle tarihsel romantizm yapmayı çok seviyoruz.

Ama merhum Demirel’in dediği gibi; “Dünün güneşiyle bugünün çamaşırını kurutamazsın”

Siyaseten de böyledir ekonomik açıdan da böyledir.

Dün dündür, bugün de bugün.

Bu yüzden de, Sayın Cumhurbaşkanı’nın yakın tarihimizde olan krizlerden ders alarak IMF’e fırsat vermeyeceğine; gelişen ve değişen yeni konsept ve konjonktüre uygun şekilde mevzi alacağına ve yeni dünyanın yeni

ekonomik alternatiflerini tutarlı, aklıselim ve öngörülü şekilde değerlendireceğine inanıyorum.

Rusya seyahati sonrası uluslararası finans çevreleriyle ciddi görüşmeler yapılacağı duyumlarını alıyorum.

Hazine ve Maliye Bakanı’nın da, Davos’da  global  finansal aktörlerle yapacağı görüşmeleri çok önemli buluyorum.

Ve benim bildiğim, zaman zaman gözlerine bakarak okumalar yaptığım Cumhurbaşkanı’nın ince ve kıvrak zekası, akıl ve akılcılığı önde tutan liderliği ve yıllara sari deneyimiyle bu görüşmeleri kazan-kazan felsefesiyle pozitif anlamda maksimize edeceği kanaatindeyim.

Böylelikle de IMF’i ülkemize yeniden girmesine fırsat verilmeyecektir.

Aksi takdirde ve maazallah; IMF’e mahkumiyet bizi yeniden Coteralli’lere teslim eder. Yediğimizden içtiğimize, evimizden aracımıza, memurumuzdan amirimize her şeyi yeniden dizayn etmek isteyecek bir IMF’in, ekonomimize

el atması ciddi psikolojik ve sosyolojik kırılmalara da sebebiyet verir.

Moral üstünlüğümüzü kaybettirir.

2002’den 2013’e kadar, yaklaşık 11 yıl IMF’le olmanın sıkıntı ve sorunlarını iyi bilen Cumhurbaşkanı’nın bu durumun oluşmasına imkan ve meydan vermeyeceğine inancım sonsuzdur.

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar..

Cengiz Aygün / Ogün Gazetesi