Bir komşum ile Ortadoğu ve Türkiye politikaları hakkında sohbet ederken, bir başka komşumuz yanımıza geldi ve söyleşimiz dünyayı yönetenlerden site yönetimlerinin halinin ne olacağı konusuyla çıkmaza düştü.
Masa başında ülkeler kuran, savaşlar kazanan, dünya ve tarihin politikalarına çözümlemeler yapan bizler, maalesef ki micro diyebileceğimiz boyuttaki site yönetimlerinin çürümüşlüğünü dahi çözemez ve çözümleyemez hale dönüşmüş durumda olduğumuzu fark ettik.
Basit gibi görünen ve fakat göründüğü gibi basit olmayan bu küçük yönetimlerin, karmaşık gibi gördüğümüz ülke sorunlarından çok farklı olmadığı da bir hakikat. Rant, hile, çıkar ilişkileri, zimmete geçirme, eşe dosta peşkeş, ihaleler ve yolsuzlukları, iktidar oyunları ve muhalefet sancıları bu küçücük yönetimlerde dahi insanların huzurunu etkileyecek kadar sorunlu bir hale dönüşmüş. Sorunlardan usananların, sorunlu yönetimin hatalarını yok etmek adına yola çıkarak yönetime gelmesi; sorunları bitireceği yerde çok daha büyük sorunları beraberinde getirdiğine de tanıklık ediyoruz. Liyakatsizliğin baş belası haline dönüştüğüne bu küçük yapılarda da rastlıyoruz.
Sohbete dahil olan komşumuzun anlattıklarını dinlerken aslında içinde bulunduğumuz kalabalığın ne kadar dışında kaldığımı fark ediyordum. Köylülükten, kasabalılığa ve sonrasında şehirliliğe geçiş yapan insanların yeni bir geçiş sürecine girdiğini fark etmiştim.
Yeni süreç ise “Sitelilik.”
Şehir içindeki mahalle kültürü ile tanışarak dünyaya gelmiştim. Suriçi’nin Şehremini’sinde şirin bir sokağın çocuğu olarak büyümeye başlamıştım. Mahalle öylesine büyük bir kavramdı ki bir başka mahalle sanki evimizden kilometrelerce uzak bir yer halindeydi. Mahallemizin ağabeyleri vardı. Kötü söz kullanamaz, büyüklerimize hürmetsizlik edemez, küçüklerimize zulüm etmezdik. Biraz bu sınırlardan çıkacak olsak akrabamızdan çok daha yakın olan komşularımızın “baba azarı” diyebileceğim nasihati ve hatta şamarı ile kendimize çeki düzen verirdik. Kendimizden sorumluyduk. Komşumuzdan, komşumuzun çocuğundan ve akşam yediğinden dahi sorumluyduk.
Bu günlerin çok geride kaldığını ve çok ütopik olduğunu düşünmüyor da değilim. Fakat sitelerin birer mahalle olduğunun düşüncesi ile geçmişteki güzel günlerin çok uzakta kalmadığını da düşünüyorum. Ortalama bir sitede 500 konut var ve bu konutta yaşayan 500 aile… Aynı benim topraklarını saç diplerimde hissettiğim Suriçi sokakları gibi peyzaj alanları var. Her gün giriş ve çıkışlarında karşılaştığım aynı yüzler. Parkta oynayan aynı çocuklar… Birlikte olmamız ve bir yazarın deyişindeki virgülsüz ifadesinde olduğu gibi “isterdim ki gelecek güzel sofraların çeşnisi için kurusun diye kilere asılan bir ayva dalı gibi sallantısız halde sen bul beni” fakat sallandık. Sitelerde yaşam kültürünü oluşturamadık. Yabancı ülke vatandaşlarını zaman zaman bahane ettik fakat onların sofrası içinde kuruttuğumuz bir ayva dalı yoktu.
Çocuklarımıza örneklerimizi Suriçi sokaklarından günümüze getirmek için çabaladık…
Mümkün değil mi?
Elbette ki mümkün!
Yönetim erki insanların dönüşümünü iyiye çevirebildikleri gibi kötüye ve hatta çok kötüye de götürebiliyor. Bu günlerden kalan tecrübe ile güzel bahçeli hoş sohbetli aydınlık insanların olduğu siteler yok mu?
Elbette ki var!
Varlıkları ise benim bir ütopyaya tutulmadığımın delili olduğu gibi genele yayma kabiliyetimiz için emek verilmez bir şey olmadığının da ispatı. Gereken emek ve hassasiyet gösterilirse Şehreminin ağabeyleri terastaki çocukların aşağıya tükürmelerine engel olabilir.
Bu inanç ve hayalle sizlere 81 ilimizde bulunan toplu konut yaşam kültürünü ve bu kültürün hendek ve imkanlarını yazı dizisi şeklinde sunacak ve çukur halindeki çürümüşlüklerin de deşifresini yapmaya çalışacağım. Unutulmamalıdır ki yaşam, dönüşümü de beraberinde getiriyor ve fakat bu dönüşümün ahlak ve prensiplerini ön göremez ve yönetemez isek yarın sadece sosyolojik açıdan değil, birçok açıdan zararını hemen hepimiz çekiyor olacağız. Milli ve ahlaki yaklaşımlarımız ile bu dipsiz kuyu haline gelmiş, çıkar odaklarının sömürüsüne maruz kalmış, çocuklarımızı yetiştirdiğimiz bu yaşam alanlarımıza karşı bilinçli, tedbirli ve gerekirse yaptırımcı olmanın gerekli olduğuna inanıyorum.
Bir sonraki yazımızda kalabalığımızı yönetenlerin kitleleri nasıl sömürdüğünü ve bu sömürü kültürünü site yaşam kültürünün bir parçası olduğuna nasıl alıştırdığına değineceğim.