Ne yazık ki; harap edilen Irak, Libya, Suriye ve Filistin’e yakın zamanda eklenen Yemen’den sonra İran tehditi Orta Doğu’nun hem fiziki hem siyasi coğrafyasının paramparça olduğunu gösteriyor.
Üstelik, Doğu Akdeniz’de ve Kıbrıs’ta başta ABD olmak üzere İsrail, İngiltere, Almanya, Fransa, Yunanistan hatta İtalya tehditi Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor.
Ayrıca S-400 ve F-35 kapışması havayı iyice ısındırıyor.
Kim ne derse desin, Türkiye’yi zora sokuyor.
Bir yanda; adeta “şirazesi” bozulan bazı ülkelerde, daha büyük ve sürekli olayların çıkmasından veya çıkarılmasından korkuluyor.
Öbür yanda; ABD, “kazmış olduğu çukura” düşmekten hâlâ endişeleniyor, fakat özellikle Başkanları Trump’ın akıl almaz oyunlarıyla, büyük bir savaşın kıvılcımlarını ateşliyor.
İnsanoğlu, “çelişkiler yumağı” haline getirilen gezegeninde, çaresizlik içinde çırpınıp duruyor.
Aslında; “Suriye çıkmazı” ABD’yi uyandırarak, Orta Doğu’da yaratılan potansiyelin tehlikesini ortaya çoktan atmış bulunuyor.
Kısacası, beklenmedik veya ani tezgâhlanan oyunlardan, “barış” planları alt üst oluyor.
Başta ABD olmak üzere başkanlar dünyaya zor günler yaşatıyor.
Söz “Başkanlıktan” açılmışken, sisteminin yıllardan beri uygulandığı ABD’de bile, başta kim olursa olsun, hatta ne kadar dirayetli ve güçlü-kudretli olursa olsun, dünyadaki iz düşümü insanlığı özellikle İslam alemini daima dehşete düşürüyor.
“Başkanlık”, “Yarı Başkanlık” ve benzeri yönetimlerin özellikle Orta Doğu’da doğurduğu izlere kısaca da olsa yeniden değinmek de bugünlerde artık önem kazanıyor.
Bunca iç ve dış kargaşaya daha doğrusu tehlikeye rağmen gündemden düşmeyen “Başkanlık” sisteminin sık sık kargaşaya, neden olduğu görülüyor.
Eksilmeyen sancının sebebi başkanlık veya benzeri “mutlak yönetim”, “otoriter yönetim” veya “tek yönetim”den kaynaklandığı da kuvvetle iddia ediliyor.
Bu arada, tarihi kanlı kavgaların ve iç çatışmadan odaklanan isimlerin başında gelen; Nasır, Hafız Esad, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi hatta Ürdün Kralı Hüseyin’in, bu tür başkanlıktan veya benzer şiddetli yönetim tarzından asla vazgeçemedikleri hemen hatırlanıyor.
Bir de hiç unutulmaması icap eden, İslam ülkelerinin yönetim şekilleri her şeyi zaten açıklıyor:
Gerçekten de; Sudan, Mısır, Yemen, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Irak, Suriye, Katar, Suudi Arabistan, Kuveyt, Lübnan, Ürdün, Umman, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Afganistan’ın yönetim şekli başkanlığı andırırken, buralarda sıkıntı eksilmiyor.
Oysa, hür dünya hızlı bir şekilde ileri demokrasi rejimlerinin peşinde koşuyor, fakat yine de tehditler bitmiyor.
Daha müreffeh, daha özgür ilkeler başta gelirken, “hesap sorma”, eleştirme, onaylamama gibi istekler gündemi zorluyor. Hatta yasa dışı, uluslararası hukuk kaidelerini ihlal eden, zoraki eylemlerden vazgeçilmiyor.
“Başkanlık” veya “Yarı Başkanlık” sistemleri hızla değerlerini daha doğrusu konumlarını yitirirlerken “Sivil Toplum Kuruluşları”nın bile söz sahibi ve etkili olduğu geniş yelpazeli demokrasilerden bahsediliyor.
Bir bakıma, geniş halk tabakaları “kendi kendilerini” denetleme yöntemine en yakın demokrasileri bulmaya ve seçmeye çaba harcıyor.
Özellikle: “yeterli beslenme”, “çevreyi koruma”, “silahsızlanma”, “kimsesiz çocuklar”, “zorunlu göç” ve “güvenli yaşama” uğruna harcanan çabaların, otoriter rejimler tarafından durdurulmasına karşı geliniyor.
Nereden bakılırsa bakılsın, Başkanlık veya benzeri sistemlerin özellikle İslam dünyasında, demokrasi yapılanmasından hatta insan haklarından uzaklaşmaya neden olduğu iddiaları ortaya atılıyor.
Bu iddiaları “alevlendiren” gücün Batı kaynaklı ve başta ABD olduğu biliniyor.
Yani, ABD’nin geleneksel Rusya ve Çin anlaşmazlığının yanı sıra artık çeşitli ülkelerle hem askeri hem de ticari alanlarda düşmanlıklar geliştirmesi de dünyanın dengesini sarsıyor.
Japonya’da toplanan G-20 ülke liderleri çabalarının, her zamanki gibi yine kalıcı barışa katkı sağlamayacağı şimdiden öne sürülüyor.