Yeni bir şey kurmak için eskiyi yıkmak gerekir. 1’inci Cihan Savaşı da aslında tam da bu nedenle ortaya çıkarılmıştı.
Amaç, kadim imparatorluklar düzenine son vererek yerine yeni bir model, yeni bir küresel paylaşım düzeni oluşturmaktı.
Savaşın ilk dönemlerinde 1915’te İngiltere-Fransa ve Rusya arasında Londra Antlaşması yapılmış, kendi aralarında Osmanlı Topraklarını paylaşmışlardı. Ancak, bu devletlerin aralarındaki çıkar çatışmaları ve sonrasında Rusya’daki Bolşevik Devrimi yeni paylaşımlar yapılmasını gündeme getirmişti. Fransa ve İngiltere arasında yapılan Sykes-Picot Antlaşması da tam olarak hayata geçirilmemiş ve bu anlaşma da kurumsal bir hayatiyet kazanamamıştır.
Rusya’nın Bolşevik Devrimi’nden sonra savaştan çekilmesinin ardından oluşan boşluk, ABD’nin 2 Nisan 1917’de 1’inci Dünya Savaşı’na girişi ile dolduruldu. ABD’nin 1’inci Dünya Savaşı’na girişi aynı zamanda dünya sahnesine yeni ve büyük bir aktör olarak girişi demekti.
1’inci Cihan Harbi ya da 1’inci Paylaşım Savaşı, yüzyıllardır devam eden Osmanlı İmparatorluğu gibi klasik dönemin süper güçlerini yıkmıştı. Ancak, genelde tüm dünyada özelde de bu imparatorlukların boşalttıkları coğrafyalarda henüz bir düzen kurulamamış, daha doğrusu küresel olarak dünyanın ve özelde Ortadoğu başta olmak üzere doğunun paylaşımı sağlanamamış ve küresel bir sistem ve onun kurumları oluşturulamamıştı.
Yarım kalan işi tamamlamak lazımdı. Bunun için de yeniden bir yıkım-yapım gerekiyordu. Yarım kalan işi tamamlamak, küresel paylaşımı sağlamak ve bu paylaşımın kalıcı olması için de kurumlar ile birlikte yeni bir düzen kurmak gerekiyordu. Tam da bu ihtiyaçlar nedeni ile 2’nci Dünya Savaşı başladı.
Sadece Avrupa ve Eski Osmanlı Coğrafyası olan Anadolu-Balkanlar-Afrika-Ortadoğu-Yakındoğu’da cereyan eden 1’inci Dünya Savaşı yerine Japonya’ya kadar uzanan istisnasız küresel bir yıkım-yapım savaşı başladı. Kurmak için tamamen yıkmak, yapmak için tamamen bozmak amacı doğrultusunda harekete geçildi.
“Yıkım-bozum” tamamlanmıştı, şimdi sıra “Yapım-kurum” dönemine geçilmesinde idi.
2’nci Dünya Savaşı’nda “Üç büyükler” olarak adlandırılan Müttefik Devletlerin liderleri Winston Churcil (İngiltere),Franklin D. Roosevelt (ABD) ve Josef Stalin (SSCB) Yalta’da bir araya gelerek, (Yalta Konferansı) savaş sonrası dünya düzenini şekillendirdiler.
İşin ilginç tarafı, bu paylaşım ile birlikte hem 1’inci Dünya Savaşı sırasında hem de 2’nci Dünya Savaşı sırasında aynı safta müttefik olan Batılı güçler ile Rusya savaş sonrasında karşıt taraflara düşmüş ve birbirini tehdit göstererek dünyayı iki bloklu bir sisteme mahkum etmişlerdi.
Bir tarafta başını Rusya’nın (SSCB) çektiği Doğu Blok’u (Varşova Paktı), diğer tarafta başını ABD ve Avrupa’nın lideri olarak İngiltere’nin çektiği Batı Blok’u (NATO).
Geriye kalan dünya ve halkları hayatta kalmak için bu iki bloktan biri ile ittifak yapmak zorunda bırakılmıştı.
Dünya bu iki bloğun sömürü ve paylaşım alanı olarak ikiye bölünmüştü. Bu yeni küresel sistemin kurucuları bu kez bir eksik bırakmamakta kararlı idiler. Bu amaçla yeni bir model kurdular: “İttifak modeli”