FED, yani ABD Merkez Bankası geçtiğimiz yılın tamamında toplam 4 kez 25’er baz puanlık faiz artırımına gitti.
Bu Türkiye gibi gelişen ekonomiler için sıkıntılı bir durum idi. Fakat FED, 20 Aralık açıklamasında faiz artırımı yapmayacağını duyurdu.
Bu açıklama özellikle gelişen ekonomilerde nefes almaya yol açtı. Peki bu durum herşeyin günlük güneşlik olduğuna ve olacağına mı işaret ediyor.?
Tabi ki hayır… Hele de bizim gibi gelişen ekonomiler bu durumu fırsat bilip rehavete girerse kötü gidişat emin olun daha da beterleşir.
Çünkü bir ekonomist dostumun tabiriyle küresel ekonomi 2009 global kriziyle birlikte “Müzmin Durgunluk” sürecine girdi.
Bununla birlikte ekonomiye dair “konvansiyonel politikalar” beklenen sonucu vermekten uzaklaştı.
Yani eski politikalar yetmezleşti ve faiz üzerinden yapılan müdahaleler sonuç vermez hale geldi.
FED yetkililerinin faiz artışına ve FED’in bilanço durumuna dair aldıkları kararda bu “Müzmin Durgunluk” olgusu şüphesiz temel belirleyici oldu.
ABD, Çin ve AB’de, dolayısıyla da gelişen ekonomilerdeki durum böylesi bir karara ciddi etken oluşturdu. Diğer bir önemli husus ise Avrupa, yani AB’nin durumu…
Ekonomist dostumla istişare ederken Avrupa ekonomisinde “Japonizasyon” kavramından söz etti.
Neydi bu Japonlaşma…? Japon ekonomisi tüm müdahalelere rağmen içinde bulunduğu sıkışıklıktan kurtulamıyor. Alınan tüm önlemlere ve verilen teşviklere rağmen Japon ekonomisi resesyondan (durgunluk) çıkamıyor. Ekonomi çevrelerinde bu durum Japonizasyon olarak ifade ediliyor.
Avrupa ise farklı sorunlarla karşı karşıya…
Almanya ve Fransa mücavir ülkelerin yükünü ne kadar taşıyabilecek..? Ve bu ülkelerin yönetimleri bunu halklarına politik olarak da anlatabilecekler mi..? Brexit sorunu hala devam ediyor.
İtalya, İspanya ekonomisindeki sıkıntı ortada…
Üretim ve ihracat konusunda başat aktör olan Almanya, Avusturya, Hollanda, Fransa artık bu yükü çekemez haldeler. Sarı Yelekliler vesilesiyle Macron da bu konuya parmak bastı ve durumdan ne kadar muzdarip olduğunu dile getirdi. Avrupa 2011 sonrası alınan tüm önlemlere ve teşviklere rağmen toparlanamıyor.
İşte bu yüzden, Avrupa’nın durumuna dair “Japonlaşma” düşüncesi oluşmuş durumda. Hal böyleyken Türkiye ve ekonomi yönetimi neler yapmalı…
Öncelikle global ekonominin başat aktörlerinin neden bu kaygı ve korkuya girdiklerini akıllı ve akılcı şekilde düşünmeleri gereklidir.
FED’in faiz artırmama kararı alırken gözönünde bulundurduğu dengeleri ve küresel parametreleri bizim daha çok düşünmemiz ve nazarı dikkate alarak önlemler paketini radikal şekilde uygulamamız şarttır. Popülist söylemden uzak; yapısal reformları ivedilikle gerçekleştirmeye mecburuz.
İç tüketim ve dış talep dengesini mutlak gözönünde bulundurarak planlama yapmak zorundayız.
Rehavet öldürür. Önlemler konusunda zaten olabildiğince geciktik. Seçime gidiyor olmak bu konuda ciddi bariyer koydu.
Eğer seçim sonrasında global dengeleri takip edip ve gözeterek gelişen bir ekonomi olarak yapısal reformları hayata geçirmezsek; çok üzgünüm ki Türk ekonomisi için iyimserlik bir hayalperestlikten öteye geçemeyecektir.
Büyük aktörler öksürse bizim gibi ekonomiler zatürre olurlar. Bu gerçeği ve haddimizi bilerek hareket etmek bizim en büyük gerçeğimizdir.
Bu bağlamda küresel ekonomideki “Müzmin Durgunluğu” ve Avrupa’daki “Japonizasyon” riskini düşünerek FED’in aldığı kısa vadeli suni solunum bağlamındaki faiz artırmama sürecini çok iyi değerlendirmeye mecburuz ve hatta başkaca da bir alternatifimiz yoktur. Çünkü bu durumun siyasi sonuçlarını da hep beraber gördük ve görüyoruz. ABD’de Trump’ın ve Avrupa’da aşırı sağcı politikaların yönetime gelmesi de bu “Müzmin Durgunluk” olgusunun bir sonucudur. Hamaset ekonominin en büyük düşmanı ve zehiridir. Bu nedenle hemen ve behemehal, ekonomik güzellemelerden uzak, realiter bir refleskle Türk Ekonomisinde yapılması gerekenleri bedeli ne olursa olsun; kurumsallık içerecek şekilde ifa etmeye başlamalıyız.
Bunun için hala fırsat var mı, var. Ama risk ve tehlike daha büyük…