Her yıl olduğu gibi bu yıl da Sabancı Holding’in ev sahipliğinde düzenlenen IICEC Konferansı’nda yerimi aldım. Güler Sabancı’nın davetiyle katıldığım bu etkinlik, yalnızca bir toplantı değil; Türkiye’nin ve dünyanın enerji geleceğini şekillendiren fikirlerin buluşma noktasıdır. Fatih Birol’un konuşmalarını yıllardır dikkatle dinlerim, çünkü onun öngörüleri sadece bugünü değil, yarını da anlamamızı sağlıyor.
Fatih Birol’un altını çizdiği en kritik noktalardan biri, doğal gaz piyasasında yaşanan köklü değişim oldu. Uzun yıllar satıcıların hâkim olduğu bu piyasada artık alıcıların eli güçleniyor. LNG arzındaki patlama, fiyatları aşağıya çekiyor. Son 40 yılda elde edilen gaz kadar kapasite, sadece 5 yılda sisteme girecek. Bu, enerji diplomasisinin kurallarını yeniden yazacak bir gelişmedir.
Petrol cephesinde tablo netleşiyor. Talep artışı 2030’a kadar sürecek, ardından durağanlaşacak. Ancak bu sürecin yönünü belirleyecek olan, ulaştırma sektöründe elektrifikasyonun hızı. Elektrikli araçlar, kamyonlar ve otobüsler petrol tüketiminin yüzde 45’ini temsil eden bir alanı dönüştürürse, oyunun kuralları değişir.
Birol’un dikkat çektiği bir diğer başlık, elektrik talebindeki devasa artış. Yapay zekâ uygulamaları, veri merkezleri, elektrikli araçlar ve gelişen ülkelerde klima kullanımındaki yükseliş, elektrik altyapısına yönelik yatırımları küresel bir rekabet alanına dönüştürüyor. Türkiye’nin bu yarışta yerini sağlamlaştırması, enerji güvenliği kadar ekonomik büyüme için de kritik.
Davos’ta ilk kez özel bir nükleer enerji toplantısı yapılacak. Bu, nükleer enerjinin küresel denklemde yeniden meşruiyet kazandığının göstergesidir. Türkiye’nin bu alandaki kararlılığı, yalnızca elektrik arz güvenliği için değil, jeopolitik ağırlığını artırmak için de vazgeçilmez.
Enerji dönüşümünün bir sonraki büyük başlığı kritik mineraller. Lityum ve bakır talebindeki artış, 2053’e kadar enerji stratejilerinin merkezinde olacak. Ancak asıl değer, madenin çıkarılmasında değil, rafinasyon kapasitesinde. Birol’un uyarısı net: “1970’lerdeki petrol krizine benzer bir kırılma, kritik minerallerde yaşanabilir.” Türkiye’nin bu alanda attığı adımlar, geleceğin enerji haritasında yerimizi belirleyecek.
Güler Sabancı’nın vurgusu önemli: Türkiye, Avrupa’nın en büyük ve dünyanın en dinamik enerji sektörlerinden birine sahip. Yenilenebilir enerjide Avrupa’da ilk 5’teyiz. Enerji altyapımız hızla gelişiyor, elektrik şebekelerimiz Avrupa’nın en büyükleri arasındadır. Enerji teknolojileri ve tedarik zincirlerinde atılan adımlar, bizi küresel rekabette güçlü bir konuma taşıyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’ın açıkladığı hedefler ise bu vizyonu somutlaştırıyor:
2035’e kadar 30.000 MW yenilenebilir enerji kapasitesi, 2026’da termik ve kömür santrallerinde dönüşüm ve Trakya’da kaya gazı çalışmaları…
Bu hedefler, Türkiye’nin enerji bağımsızlığı yolunda kararlılığını gösteriyor.
Enerji artık sadece bir sektör değil; ekonomik ve ulusal güvenliğin ayrılmaz bir parçası durumundadır. Türkiye’nin attığı adımlar, küresel değişimlerle uyumlu ve stratejik. Ancak kritik mineraller, elektrifikasyon ve nükleer enerji gibi başlıklarda hız kesmeden ilerlemek zorundayız. Çünkü enerji güvenliği, geleceğin en büyük güç dengesi olacak.


