Sevgili Bir Portre okurları, yeni bir sayıda daha sizlerle beraber olmanın haklı gururunu yaşıyorum.
Korona sonrası dünya ne ve nasıl olacak…
Korona bitti; her şey eskiye dönecek mi…
Herşey günlük güneşlik mi olacak…
Asla… Mümkün değil.
Tarihin yaşayanı olduğumuz için herşey normalmiş gibi görünse bile; oluşacak/oluşturulacak “yeni normaller” kısa vadede hiç de normal olmayacaktır.
Korona bir etap ise -ki öyle- şimdi ikinci level’a geçiliyor.
Çünkü ABD’deki olaylar ırkçı bir saldırı sonrası ortaya çıkan “siyahi öfke”den ibaret değildir.
Avrupa’yla, yani ailelerle, yani Londra’yla Derin Amerika’nın çatışmasıdır.
Ve tüm dünyayı etkileyebilirliği olan derin bir tehlikedir.
Bir dip dalgadır.
Düşünebiliyor musunuz; Genelkurmay Başkanı Trump’ın asker görevlendirme talimatına hayır diyebiliyor.
Milli Savunma Bakanı, Trump’ın yanlış yaptığını söyleyebiliyor.
Eski Savunma Bakanı Mattis; “Trump ABD’yi bölmeye çalışıyor” diyecek kadar sertleşebiliyor.
Korona öncesi küresel ölçekte vekalet savaşlarını yazarken; “bu kirli ve hibrit savaştan hiçbir ülke masun değildir. Abd bile…” derken; küresel hakimiyet savaşının ne denli vahim ve genellik arzedeceğine ısrarla vurgu yapmıştım.
İşte şimdi o günleri yaşıyoruz.
Koronayı yaşadık sayarsak şimdi karşıt hamle sahneleniyor ve şimdilik yoğunluk ABD’de.
Lakin Avrupa da test edildi ve zeminin son derece uygun olduğu görüldü.
Korona’nın ekonomik ve psikolojik etkisiyle ısınan ülkesel zeminler kıvılcım bekler halde.
ABD, kendi içinde kamplaşma ve kutuplaşma yaşıyor.
Hükümette bile, bir insicam ve ağız birliği yok.
ABD Derin Devleti “tek”lik iddia ve inadına devam ederse; önümüzdeki günlerde global ölçekli küresel karışıklıklar kapıda.
Hemen her ülke bundan nasibine düşeni alacak.
Kaçış yok; az veya çok, olacak…
Hal böyleyken, bundan sonraki sürecin kodlarına bakacak olursak;
Küreselleşmeyle kavga devam edecek.
Devletler daha içe kapanmacı ve ulusal güvenlikçi politikalara yönelecek.
Kimse Pandemi döneminde Suriye, Irak, Libya, Yemen vb. gibi ülkelerde çatışmaların yavaşlamasından dolayı, “acaba çatışmasızlık süreci mi başlıyor” hayaline sakın kapılmasın.
Hatta nitelik, boyut ve siyasi amaçları değişerek ve daha da şiddetlenerek devam edecek.
Bu kavga ve iç çatışmalar coğrafi boyutla öne çıkacak ve yeni coğrafyalar önem kazanacak.
“Gelişmekte olan ve gelişmiş ülke” kavramları yeniden tanımlanmak zorunda kalınacak.
Birinci ve İkinci dünya Savaşı sonrasından daha derin, daha büyük ve daha köklü değişim ve dönüşümler yaşanacak.
Küresel şirketler gibi ulus üstü olgular zayıflayacak; devletten devlete ilişkiler öne çıkacak.
Teknoloji, bilişim ve dijital güvenlik gibi sektörler devletlerin kontrolüne geçecek.
Güç, para, silah, zenginlik el değiştirecek; dünün zengini fakir, güçlüsü zayıf, hakimi hükümsüz kalabilecek.
Çin ve hinterlandı durulmayacak. Çin-ABD, Çin-Hindistan, Çin-Japonya eksenli çatışma; Çin, bir nevi ehilleşene kadar sürecek.
Bu durum ABD derin devletine de çok kan kaybettirebilir.
Çünkü Çin demek Avrupa demek, aileler demek ve dolayısıyla Londra demek…
Akdeniz’de başlayan ısınma yeniden alevlenecek ve sıcak çatışmalara dönüşebilecek.
Yeni ve küresel “Eksen”ler oluşacak.
Suriye’deki iç savaş ve terör örgütleri üzerinden yapılan vekalet savaşı daha bir şiddet ve ölümcül şekilde yeniden hareketlenecek.
Yunanistan, İtalya, İspanya eksenli Akdeniz kavgaları artacak.
Türkiye’nin Libya hamlesinin ne kadar anlam ve önem içerdiğini bu yeni süreçte daha iyi farkedilecek.
Akdeniz’de bundan sonra da; yani yeni küresel konseptte de “Türkiyesiz” yapılanma olmayacağı iyice görünürleşecek.
Korona ile başlayan süreç aslında yeni değil.
Başlamış ve devam eden bir sürecin, geldiği son vetireydi.
Bundan sonra küresel sorunlar, krizler yeniden tanımlanacak.
Ülkeler, toplumlar, güçler yeniden ele alınacak, haritalar yeniden şekillenecek.
Devam edegelen ve adeta ezberlediğimiz güç mücadelesi, Doğu-Batı paradigması, bildiğimiz dünya; yeniden şekillenecek ve küresel gündem yeni dünyanın yeni kodlarıyla oluşturulacak.
Eğer Türkiye olarak doğru okuyabilirsek, (Libya hamlesinde olduğu gibi) akıllı-akılcı davranırsak; iç siyasetin şehvetine kapılmadan, birbirimizi yemeden, kayıkçı kavgasına düşmeden, harice ve yeni küresel düzene birlik ve beraberlikle bakabilirsek; sürecin sonunda Türkiye hakettiği yerde olur, olabilir.
Aksi takdirde, Birinci dünya Savaşı sonrası kaybettiğimiz petrol çağının bir benzerini yaşamaya mahkum oluruz.
Bu ise, bir yüzyıl daha “gelişmekte olan ülke” aşağılanması demektir.
Ve bunun vebalini de, kimse omuzlayamaz.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar.